SİYONİZM VE TÜRKİYE -2-
Hazırlayan Doç. Dr. Yaşar KUTLUAY
İkinci bir telgraf haberinde Kayzer’in
yolunu değiştirdiğini öğrenen Dr. Herzl, şimdilik onunla konuşmasının şart
olmadığını bildirerek Londra’ya gider. Orada çeşitli Yahudi teşekkülleri ve
ileri gelenleri ile temas eder. Hepsinin iştiraki ile münakaşalı toplantılar
tertipler. Bu arada Filistine giden Yahudi kolonistlerine güçlük çıkarıldığı,
karaya çıkmalarına müsaade edilmediğini duyar ve Newlinsky’ye telgraf çekerek
Türk idarecilerine derhal vaziyeti anlatmasını, bu durum devam ederse
ermenilerle giriştiği müzakerelerin hiçbirzaman iyi sonuçlanamıyacağını
bildirir. Bu arada Londra Yahudilerinin ileri gelenlerinden gazeteci Lucien
Wolf aracılığı ile basında ermeni meselesini yumuşatacak birkaç yazının
çıkmasını temin eder.
Milyoner Montagu’ya İstanbul intibalarını
anlatır. Para bulma konusunu müzakere eder. Hirsch’in kurduğu vakfın 10 milyon
sterlin civarında olduğunu, bu ele geçirilse bile pek az geleceğini. Hemen
bulunacak daha beş milyon sterlinle (bugünkü rayiçle 250 ve 125 milyon lira)
ancak bir yıllık masrafın karşılanabileceğini, Rothschildleri temin etmenin
şart olduğunu düşünürler. Bunun için hemen Paris Başhahamı Zadoc Kahn’a mektup
yazıp üstü kapalı şekilde İstanbul temaslarını anlatıp Edmond Rothschild’in
davaya kazanılması zaruretinden bahseder. Onun «Yahudi Cemiyeti yahut
Şirketi»nin başına getirileceğini bildirir. «Bütün bunlar son derece önemli ve
gizlidir, bana inanınız. Gelince size delillerimi göstereceğim, siz lütfen
Rothschild’i hazırlayınız» diye bitirir.
*
* *
Londra, 11 Temmuz
Rusyada çıkan Novosti gazetesinin muhabirlerinden Rapoport bugün benimle
konuşmaya geldi.
Söz arasında kendisinin ermeni komiteleriyle bilhassa Nazarbeck —
Hınçakların lideri — ile irtibatı bulunduğunu söyledi. Rapoport ermenilerin ingilizlerden para aldıklarından şüphe ediyor.
Ondan beni Nazarbeck ile temasa geçirmesini istedim. Onlara Sultanla şimdi
sulh yapabileceklerini, bunun ileride Türkiye parçalandığı zamanki program ve
emellerine bir zararı olmayacağını anlatacağım.
*
* *
Newlinsky’ye bugün yzdığım mektupta Montagu ve Goldsmid’in «Tâbi Devlet»
fikrinde mutabık olduklarını bildirdim. Bundan başka verilecek yıllık haraç
nisbeti hakkında da yaptığımız planı anlattım. Vergi 100 000 sterling ile
başlayacak ve artarak yılda bir milyona yükselecek ve 20 milyonluk borç da
ödenmiş olacak. Newlinsky’e bunlardan başka ermeni meselesinde bugüne kadar
attığım adımlar hakkında da malûmat yazdım.
Montagu’lerde öğle yemeğinden sonra Albay Goldsmid, Landau ve bir polonyalı
Yahudinin de iştirakiyle toplandık. Ben durumu anlattım, Bismarck’ın Sultan
Abdülhamid nezdinde tavassutu ile «Tâbi Devlet» statüsünün kabul
edilebileceğini ileri sürdüm. Montagu üç şartın gerçekleşmesi gerektiği kanaatinde
:
— Büyük devletlerin muvafakati
— Hirsh vakfının hazır 10 milyon parasının elde edilmesi
— Edmond Rothschild’in «Komite»ye alınması.
Landau komitenin gizli kalmasını, ancak iş garantiye bindikten sonra
ortaya çıkması tezini savundu.
Goldsmid beni göstererek «O bir komiteden daha fazla bir adamdır» dedi.
13 Temmuz, Londra
Rev.Singer, Dr. Clifford ve onların Mr. Atkin’e söylemeleri üzerine ermeni
ihtilalci lider Nazarbeck ile karşılaştım.
Ev gürültülü, ikinci derecede, orta zevkte bir yer. Zaman zaman açılan
kapıların ardında ermeni suratları görünüyor.
Rusyalı gazeteci Rapoport beni takdim etmişti. Onunla ve bayan Nazarbeckle
birlikte evin beyini bekledik. Ben, henüz yemeğimi yemediğimi söyleyince kadın
asık bir yüzle kalktı ve bana yemem için bir parça et getirdi.
Nihayet Nazarbeck eve geldi. Quartier Latin’de rastlanan tiplerden, kara
sakallı bir adam.
Sultana itimad etmiyor ve anlaşmadan önce garanti verilmesini istiyor.
Siyasi görüşleri karışık ve Avrupa devletleri arasındaki münasebetler
konusundaki görüşleri çocukça. «Avusturya Karadenizde müstahkem mevkiler inşa
ediyor» diyor.
Görünüşe göre ermenistanda katledilen zavallılar bu adamın sözüne uyarak
hareket ediyorlar, kendisi ise Londrada rahat bir hayat yaşıyor.
Kendisine bütün bu karışıklıklardan faydalananın kim olduğunu sordum,
Rusya mı, İngiltere mi?
Umurunda olmadığı cevabını verdi, kendisi sadece türklere karşı isyanı
düşünürmüş.
Kadın ermenice konuşarak araya girdi, bakışından benim aleyhimde şeyler
söyledikleri aşikâr. Cadı gibi bakıyor, kimbilir kan dökülmesinden ne kadar
hoşlanıyordur. Yoksa bu bakışlar tedib ve tenkil korkusundan mı böyledir?
Göstereceği iyi niyet ve davranış karşılığı olarak Sultan Abdülhamid’den
tevkif ve katliamın durdurulmasını isteyeceğime söz verdim.
*
* *
Dr. Herzl’in Londra’daki diğer günleri Yahudi ileri gelenleri ni fikirleri
etrafında birleşmeye uğraşmakla geçer. Oradan Paris’e gider. Programının en
hassas köşelerinden birini Baron Rothschild teşkil etmektedir. Londrada yaptığı
çalışma ve planlarda bu şahıs milyonları sebebiyle büyük yer işgal etmekte ve
dolayısıyla proğramın tahakkuku bir bakıma ona bağlı bulunmaktadır. Diğer
taraftan Filistinde kolonizasyon faaliyetine girişmiş ve bazı Yahudileri oraya
yerleştirmiş, iş sahibi yapmış olan bu zengin Siyonist faaliyete karışmak
istememekte, kitle halinde bir muhaceretin faydadan çok zarar husule getireceği
fikrini savunmaktadır. O kadar insan, ki pek çoğu hiç şüphesiz fakir ve
işsiz olacaktır, bir araya gelince ne yapacağız? Bu olacak iş değildir
demektedir. Herzl ise bir hükümetin teşekkül edeceğini, müstakbel meseleler ve
güçlüklerle onun uğraşıp bir sonuca varacağını, şimdi teferruat üzerinde
durmanın lüzumsuz olacağını söylemektedir. On gün bu faaliyetlerle geçer.
22 Temmuz, Karlsbad
Newlinsky’yi beni aşağıdaki malumatla bekler buldum:
1-Bulgaristan prensi beni burada kabul edecektir.
2-Viyanadaki Türkiye Sefiri Filistindeki Yahudi kolonicilerinin tedip edildiğine
dair haberleri kesinlikle tekzip etmektedir.
3-Bazı Yahudi çevreleri Yıldız Sarayında bana karşı gizli gizli entrikalar
çevirmektedirler.
Ben de seyahatlerimi anlattım ve dedim ki: Ben kendimi bir sürü acemi
askerle savaşa giden bir subaya benzetiyorum, öyle bir subay ki onların
arkasında elinde silah olduğu halde duracak ve kaçmalarına imkân vermeyecek.
Edmond Rothschild’in, herşey kendisine bağlı olduğu bir sıradaki
davranışını fesatlıkla tavsif ettim.
Newlinsky, E. Rothschild’e ait haberin kendisini bu konuda ilk defa
ümitsizliğe düşürdüğünü söyledi.
Ayni gün
Edmond Rothschild’e şu telgrafı çektim :
«Viyanadaki Türk Sefiri yazıyor :
Filistindeki Yahudileri veya yeniden gelenleri Türk makamları taciz ve
tedip etmişlerdir şeklindeki haberleri kesinlikle tekzip edebilirsiniz. Bu
haberler bir takım kötü niyetli kimseler tarafından kasden çıkarılmıştır».
Bazılarının Yıldız Sarayında benim aleyhimde entrikalar çevirdiklerini haber aldım.
Eğer bunu yapan kimse senin kullarından ise bu seni ciddî mesuliyetlerin
altına atar. Bunun böyle olmadığını ümit ederim, biz birbirimizi tanımalıyız.»
Ayni gün
Bu sabah Posthof bahçesinde Newlinsky ile kahvaltı ederken Bulgaristan
Prensi Ferdinand da maiyeti ile birlikte birkaç masa ilerimizde oturuyorlardı.
Kendisine benim gösterilmiş olduğumu farkettim. Haber göndererek benimle
yürüyerek konuşacağını ve derhal kabul edeceğini bildirdi.
Kaldırımda, ağaçların altında yaklaşıp şapkamı çıkardım, elini uzattı.
Fazla merasime lüzum görmüyordu. Ben son derece hürmetkâr davranarak hemen
sadede geldim ve planımı anlattım.
«Mükemmel ve muhteşem bir fikir» dedi «Kimse Yahudi meselesini şimdiye
kadar benimle böyle konuşmamıştı. Ama ben sık sık dediğiniz şekilde düşünürdüm.
Aslında ben Yahudiler tarafından yetiştirildim. Gençliğim Baron Hirsch ile beraber
geçti. Dolayısiyle herşeyi yakinen bilirim, esasen halk beni yarı Yahudi sayar.
Fikrinize tamamen katılıyorum, sizin için ne yapabilirim?».
«Zat-ı Şahanelerinden dileğim Çar’ı benim bu plânıma alıştırmanız ve eğer
mümkünse kendisinden bana bir randevu almanızdır».
«Bu çok zor. İşin içine din karışıyor.» dedi. Beni yukarıdan aşağı bir
süzdü. Maamafih bana karşı çok mültefit davrandı. Ben hürmet eseri ne zaman bir
adım geriden yürüsem, sanki o farkında olmadan ileri geçmiş gibi duraklayıp
«Pardon» diyordu. Sultan Abdülhamid ve Baden Grand Dükü ile olan konuşmalarımdan
bahsederken boyuna Yahudilerin dostu olduğunu, memnun kaldığını söyleyip durdu.
Rusyada Grandük Wladimir’in beni en iyi anlayacak kimse olduğunu, onun
dışındakilerin Yahudileri insan bile addetmediklerini anlattı. Bu bahsettiği
prense kitabımın almanca, rusça ve İngilizce nüshalarından birer tane
göndermekliğimi tavsiye etti. Zaman zaman kendisini ziyaret ederek işlerin gidişine
dair bilgi vermeme müsaade etti. Son derece dostça ayrıldık.
Daha sonra Newlinsky, onun, bizim proje ile ilgilenip elinden gelen
yardımı yapacağına söz verdiğini söyledi.
Ayni gün
Öğleden sonra Newlinsky ile yürürken bundan sonraki hareket tarzımız
üzerinde durduk. Bismarck’ın alakası henüz celbedilememişti. Bismarck, Sidney
Whitmann’a benim kitabımı bildiğini, sekreterinin kitabın içindekileri
kendisine anlattığını ve benim görüş ve fikirlerimi melankolik fantazi bulduğunu
söylemiş.
Newlinsky bana Bismarck’ın Sultan Abdülhamid’e yazdığı bir mektubu okudu.
Girit, Ermenistan ve Suriye olayları hakkında yazılmış, son derece enteresan.
Bütün dünyaya yayılmış olan İngiltere’den hiç çekinmeyip Rusya ile birlikte
çalışmasını tavsiye ediyor. Bismarck Sultanın durumunda hiç tehlike görmüyor
ve giritlilerden son derece hakaretamiz bir şekilde bahsediyor.
Şimdilik Bismarck’ı elde edemediğimize göre, Yahudileri davet hususunda
Sultana telkinde bulunabilecek başka bir köşe bulmamız gerekiyor.
*
* *
Rothschild’in menfi tutumundan sonra ne mümkünse kurtarmalıyım. Onun
«Hayır»ı karşısında, Alman Kayzer’inden bir «Evet» temin etmeliyim.
Sidney Whitmann’ın başarısız seyahatinin ücreti olarak Newlinsky’ye 500
frank gönderdim.
Paris Başhahamı Zadoc Kahn’a mektup :
Aussee, 26 Temmuz 1896
Saygıdeğer Efendim,
Parise geldiğim zaman sizin orada bulunmayışınızdan çok ama çok müteessif
oldum. Zira çok mühim bir zamandı, sizin yüksek görüş ve ikazlarınızdan mahrum
kaldım.. Sizin almanca bildiğinizi bildiğim ve fransızcayı güç ve geç yazdığım
için mektubumu almanca yazıyorum.
Hemen olaylara geleyim.
İstanbul’a gittim ve orada beni dahi hayretlere düşüren sonuçlar aldım.
Sultan Abdülhamid benim «Filistin Yahudilerindir» planıma önem verdi. Bunun
gerçekleşmesi için esasta değil fakat teferruatta ihtilaf çıktı. Kabule layık
herhangi bir plânla tekrar huzuruna çıkılabilir: Sultana yakın çevrelerden
şöyle bir şekil tavsiye edilmektedir: Zâhiren Sultan Yahudileri tarihî
vatanlarına dönmeye çağırır, orada muhtar ve imparatorluğa tabi bir devlet
kurarlar ve bunun karşılığında da yıllık muayyen bir vergi öderler.
Bu sonuçla Londraya gittim. Sir S. Montagu ve diğerleri bana üç şartla
yardım edeceklerine dair söz verdiler: 1)
Büyük Devletlerin muvafakati, 2) Hirsch vakfının elde edilmesi ve 3) Edmond
Rothschild’in elde edilmesi.
Zannederim birinci şart tahakkuk edecek, zira şimdiden iki prensten söz
almış durumdayım. Bunun için hemen Parise geçip E. Rothschild ile konuştum. Ona
da diğer centilmenlere söylediklerimi tekrar ettim. Şarta muallak olarak davaya
iştirak etmesini rica ettim. Yani herhangi bir şey için imza verdiği ve
yapılacak iş zuhur ettiği zaman işe karışacak, onun dışında görünmeyecek bile.
Ben Sultan Abdülhamid ve diğer devletlerle herşeyi düzenleyip işi kemale
erdirdikten sonra ortaya çıkacaktır. Plân tahakkuk safhasına geçtiği anda
kendisi veya Montagu veya diğer herhangi birisi idareyi alabilir. Bütün kuvvetleri
birleştirip de liderliğimi ilân etmek gibi bir şüphenin gölgesinin bile üzerime
düşmesini istemem. Harekete geçecek komite teşekkül etsin ben derhal çekilmeye
hazırım. Bu efendiler benim gayemi kendilerine gaye edineceklerine dair şeref
sözü versinler, hiçbir işe karışmayacağımı ben de şerefimle temin edeyim. O
zaman en iyi bildikleri şekilde idare etsinler. Bugüne kadar ben ve
arkadaşlarım Siy on Dostları öyle hareket ettim.
Maalesef E. Rothschild beni anlamadı veya anlayamadı. Bütün siyasî
kaziyeler doğru olsa ve hatta biz Filistini elde etsek bile meselenin tatbik
kabiliyeti olmadığını söyledi, çünkü oraya dolacak fakir kitleleri doyurmak,
onlara iş bulmak ve orada tutmak imkânsızdır dedi.
Siz benim kitabımı okumuşsunuzdur. Bütün bunlar düşünülmüş, çareleri
gösterilmiştir. Esasen bütün dünyadaki milliyetçi Yahudiler birkaç ay gibi
kısa bir zamanda güçlükleri yenebilecek şekilde teşkilatlanacak kudrettedirler.
Bütün bunları ona anlatınız, sizden bunu rica ve istirham ediyorum.
Makamınız ve davaya olan inancınız bunu en iyi şekilde yapmanızı sağlar.
Halen Türk resmî makamları karşısında resmî bir durumumuz da var. Orada
yerleşmiş bulunanlar veya yeniden gelmekte olanlar hiçbir şekilde taciz
edilmemektedirler. Bu husus Viyanadaki Türkiye Sefiri tarafından da ifade
edilmiştir. Bu hususu Edmond Rothschild’e telgrafla bildirdim. Yakın arkadaşlarımın
bulunduğu İstanbul’dan aldığım haberlerde Saray çevrelerinde aleyhimde
Yahudiler tarafından entrikalar çevrildiği hususu yer alıyor. Bunlar yakışıksız
şeylerdir.
Yahudi millî hareketi Yahudi aleyhdarlığı meselesi kadar ciddidir. Halk
bunu iyi anlamalıdır.
Bugüne kadar yoksul Yahudiler örs, Yahudi aleyhdarları da çekiç
olagelmişlerdir. Vay çekiçle örsün arasında kalanların haline.
Eğer derhal cevap vermek lütfunda bulunursanız mektubunuz burada elime
geçer. Ağustosun 3 ünden itibaren yine Viyana’da olacağım.
Derin saygılarımla
Th. Herzl
Aussee, 1 Ağustos
Temmuz başlarında Kolonya’dan Wolfsohn’un yazdığı bir mektup
daha bugün burada elime geçti. Berlin Siyonist Konvansiyonunda bana karşı çok
sert bir muhalefet varmış. Beni tutan yalnız Wolffsohn olmuş ve Siyonistlerin
aleyhimde girişecekleri bir kampanyayı zorlukla önlemiş. Verdiğim cevapta
Siyonistler arasında çıkacak düşmanca davranışlar olursa herşeyden
vazgeçeceğimi, E. Rothschildle olan münasebetleri anlattım. Berlin
Siyonistleri ile beraber olmak arzusunda olduğumu, yakında Viyana’da bir konferans
toplayıp Genel Siyonist Assamblesi konusunu tartışacağımızı yazdım.
*
* *
Weggis’te bulunan Paris Başhahamı Zadoc Kahn’dan güzel bir mektup aldım.
Bütün büyük Yahudi cemaatlerinin temsil edileceği bir gizli konferans
akdedilmesinin iyi olacağını söylüyor. Parise 20-25 Ağustosta döneceğini ve E.
Rothschild ile çok ciddi şekilde konuşacağını yazıyor. Fakat bu hususta pek de
ümitli görünmüyor.
Gizli konferans fikrine ben de iştirak ediyorum. Öyle birşey yaparsak
diplomatik yönden daha müessir faaliyette bulunabileceğim. Hemen bu husustaki
muvafakatimi Zadoc Kahn’a yazdım.
3 Ağustos, Viyana
Nihayet tekrar gazetedeki odamdayım.
Bacher gelip, İstanbul seyahati sonucu bir seri tenkid makalesi yazıp
yazmayacağımı sordu.
İstanbul’da sadece «tarihî» tecrübelerim olduğunu söyledim. Cevap vermeden
aptal aptal sırıttı.
«Bana inanmıyor musun?» dedim.
«İnanmıyorum» dedi.
«İnanacaksın, inanacaksın» deyip kapattım.
*
* *
Newlinsky Karlsbad’da Bulgar Prensi Ferdinand ile karşılaşmış, bizim
mesele üzerinde uzun uzun konuşmuşlar. Ferdinand’a göre meselenin hal yolu Roma
’dan geçmektedir.
Ben de ayni kanaatteyim. Papa beni kabul etmeli ve Roma Katolik Kilisesi
meseleyi dünya ölçüsünde ele almalı. Sultan Abdülhamid Rus Çarından değil de
Papa’dan gelecek bir tavsiyeyi yerine getirmeye hazırdır.
Şurası da aşikâr ki benim tekliflerim hıristiyanlarla Yahudiler arasında
sulhun yeniden tesisini hedef almaktadır.
Siyonist Teşkilatımn halihazır idarecileri herşeyi arzu ediyor ama hiçbir
iş de yapmıyor. Siyonist Federasyonu çalışmaz durumda, muhakkak yeniden
teşkilatlandırmak lazım. Cemiyetlerin herşeyden önce paraları yok.
Viyana gurubu başkanı ile üyelere muntazaman «Haber Bülteni» gönderilmesi
hususunda mutabık kaldık. Hiç değilse bunun karşılığı biraz para toplanmak. Halen
Siyonist Teşkilatın para durumu bu merkezde ve ben bunları kalkındıracağım,
yükselteceğim ve ondan sonra da muhtemeldir ki unutulacağım.
10 Ağustos
Newlinsky bugün, «Eğer Türkiyeden istediğimizde muvaffak olamazsak, Sultan’dan hiç değilse
bütün Yahudilerin Filistine gelip koloni kurabilmeleri hususunda bir ferman
çıkarmağa uğraşır mıyız» dedi.
Bundan anlıyorum ki arzusu Edmond Rothschild ve Siyonist Teşkilatları ile
bir işbirliğine gitmektir. «Eğer bu işte başarı kazanamazsan seni o
Siyonistlerle bizzat tanıştırırım. Fakat şu hususa dikkatini çekerim: Sadece
koloni kurmak ve üçbeş bin aileyi oraya göndermek hiçbirşeyi halletmez. Ben
buna şiddetle muarızım».
Newlinsky Roma’da Kardinal Rampolla’ya Papa’yı bizim konuya hazırlaması
için mektup yazmak istediğini söyledi. Tabiatiyle tam muvafakat verdim.
Journal de Saint Petersburg gazetesi muharrirlerinden ve benim çocukluk
arkadaşlarımdan Horn ile karşılaştım. Ona göre Rusya işe yarar, çalışabilir
Yahudilerin Filistine gitmelerine katiyen göz yummaz.
12 Ağustos
Londradan aldığım haberlere göre «Hovevey Siyon» tamamen bana iştirak
ediyor.
13 Ağustos
Bugün Türkiye Sefiri Mahmud Nedim Bey [*] beni çağırdı. Belki bir saat hiç
durmadan konuştu ama hiçbirşey de söylemedi.
[*] Damat Mahmud Nedim Paşa’dan ayrıdır. Uzun müddet hâriciyede bulunmuş,
çeşitli sefaretlerde çalışmış ve 1904 de vezir ye paşa olmuştur.
İzzet Bey bana onun hakkında enteresan şeyler yazmıştı.
Mahmud Nedim daha önce Nevvlinsky’ye yazdığı hususları bana da açıkladı.
Türk makamları Yahudi kolonicilerini tardetmemektedirler. Fakat bu hususu umuma
açıklamamamı söyledi. «Güvenilir bir kaynaktan öğrendiğimize göre» veya «Kesinlikle
iddia ediyoruz ki» şeklinde bir girişle haber ajanslarına vereceğimi söyledim.
25 Ağustos
Newlinsky Macaristandan döndü ve şu haberleri verdi:
Malî yönden bıçak türklerin kemiklerine dayanmış durumdadır. İzzet Bey ona
yazdığı mektupta, eğer teklifimizde ciddi isek tadil edilmiş plânın Sultana
takdim edilmek üzere hemen gönderilmesini istiyor. Bunun için Newlinsky plâna
malî bir formül bulmak zamanının geldiği kanaatinde.
Benim plan Montagu, Landau ve diğerlerinin muvafakatlarına bağlı, ama şöyle
bir teklifte bulunabiliriz:
Bizim gurup Sultana 20 milyon İngiliz altınını tedricen ödeyebilir. Bu
Filistine yerleştirilecek kimseler eliyle verilecek, ilk sene 100 bin altın
ile başlayarak yerleşenlerin sayısı arttıkça artarak bir milyon yıllık vergi
miktarına kadar çıkacaktır. Teferruat İstanbul’da akdedilecek bir konferansta
halledilebilr.
Bunun karşılığı olarak Sultan şunları lutfedecektir :
Yahudilerin Filistine hicreti önlenmediği gibi, Türk İmparatorluğunca
teşvik edilecektir. Gelen Yahudilere iç işleri, adliye ve kanun yapımında
muhtariyet tanınacaktır (Tam tâbi devlet şekli).
İstanbul’da akdedilecek konferansta Haşmetmeâbm bu devlet karşısındaki
durumu, selahiyetleri teferruatı ile gözden geçirilecektir.
Anlaşmaya varıldıktan sonra Haşmetpenahileri bütün Yahudileri ecdadının
vatanına dönmeye davet edeceklerdir. Bu dönüş kanunun himayesi altında
olacaktır.
*
* *
Dr. Herzl derhal Sir Samual Montagu ve Zadoc Kahn’a mektup yazarak durumu
anlatır. Türklerin son derece malî müzayaka içinde bulunduklarını, planın şimdi
olmazsa hiçbir zaman tatbik kabiliyeti bulunmayacağını, anlatır. Montagu’ya
lütfedip kendisi ile hemen İstanbul’a gelip gelmeyeceğini sorar. Kendisinin ve
Edmond Rothschild’in tarihî vazifelerine koşmalarının zamanının geldiğini
anlatır.
*
* *
29 Ağustos
İstanbul’dan müthiş haberler geliyor. İstanbul’da Osmanlı Bankasına
ermeniler hücum etmişler. Ölenler, öldürülenler, patlayan bombalar, sokak
kavgaları bir birini kovalamış. Görünüşe göre hadiseler bastırılmış. Bütün
dünya olanlara teessüf ediyor.
Sultanla müzakerelere girişmek için tam uygun zaman, zira şu vaziyette
kimseden on para bulmasına imkân yok görünüyor.
*
* *
Viyana Siyonist Cemiyeti bana «İcra Komitesi Başkanlığı» teklif etti, ben
de kabul ettim.
12 Eylül, Viyana
Londradan gelen haberlere göre «Büyükler» Abdülhamid’i tahttan
uzaklaştırmayı düşünüyorlarmış. Eğer bunu yapacak olurlarsa Siyonist İdeali
uzun zaman için öldü demektir. Çünkü yeni Sultan para bulabilir ve bizim
tekliflerimiz de suya düşer.
16 Eylül
Dün Siyonist Federasyonu toplantısı sonsuz münakaşalarla geçti. Yalnız
Galiçya’dan 400-600 000 imza toplanıp «Büyükler» den ricada bulunabiliriz
diyorlar. «Haydi» derlerse ne olacak, nereye ve nasıl gidecekler?
13 Eylül
Bugün gazeteye geldiğimde Türkiye Sefaretinden arandığım ve Sefirin
öğleden sonra benimle konuşmak istediği şeklinde bir not buldum. Hemen Mahmud
Nedim Paşa’ya tezkere yazarak telefon edildiği sırada bulunamadığım için özür
diledim.
«Sadece bazı evrak verecektim, bir de sigara içerdik» diye cevap verdi.
Vereceği evrak Mecidiye nişanına ait olmalı idi. Bunu vesile ederek bazı
dedikodular üzerinde konuşacağı aşikardı. Muhakkak ki Neue Freie Presse’nin
türkler aleyhindeki tutumu da buna sebepti. Fakat bütün bunlara karşı
söyleyecek birşeyim yoktu, hazırlıksızdım.
Bugünkü gazetelerde Türkiye Hariciye Nazırı Tevfik Paşa’nın Filistin’den
doğuya bir demiryolu yapılarak Hindistanm Akdenize bağlanacağı hususundaki
beyanatı da yer alıyordu ki bu benim teklifimdi.
14 Ekim
Bugün Türkiye Sefiri Mahmud Nedim Paşa’ya gittim. Mecidiye nişanının
evrakını verip, yakında göğsümde bir de yıldız görmeyi temenni etti.
Son derece sevinmiş, gururlanmış gibi göründüm.
Sonra gevezelik ettik. Mahmud Nedim komik ifade tarzıyla şöyle dedi:
Farzedelim ki siz siyasî bir kimse ve AvusturyalI değilsiniz, ben de Sefir
değilim, siz şilili ben de perulu’yum. Şimdi Türkiye hakkında konuşalım.
Yani serbestçe ve açıkça konuşalım demek istiyordu.
Görüşlerimi serbestçe açıkladım: Türkiye için bir tek kurtuluş yolu
vardır, Filistini vererek Yahudilerle anlaşmak. Bu şekilde maliye ıslah edilir,
reformlar yapılır ve böylece herhangi yabancı müdahale katiyetle önlenmiş
olur. Türklere teklif edilen bütün malî imkânlar birkaç borsacının cebini
dolduracak kıratta ve hepsi de kısa vadelidir.
Mahmud Nedim istemeyerek de olsa mâliyenin bir çıkmazda bulunduğunu kabul
ve ifade etti. Halk son derece güç şartlar içinde yaşamaktadır, vergiler zorla
toplanabilmektedir. Sultan bütün kuvvetini yitirmiş durumdadır.
Kendisi benim görüşlerimi tamamen paylaşmaktadır. Türkiyenin Yahudilerin
yardımı ile yeniden hayata döndürüleceğine kanidir. Fakat «İstanbul’a benim
sözüm geçmez» dedi, ona göre Filistine gidecek Yahudilerin de muhakkak türk
tabiyetini kabul etmeleri şarttır.
Bütün olarak benim ne demek istediğimi anlamadığını zannediyorum. Ona
Türkiyenin Yahudi yardımı ile yeniden dirilebileceğim anlatıyorum, yoksa
Türkiye gidiyor, mirasçıları bile ortada.
Mahmud Nedim de benimle oldukça açık konuştu. «İki hafta İstanbul’dan
hiçbir haber almadım. Bu iyi bir işaret, eğer hasta bir adamın ağırlaştığı
sırada yeni bir haber çıkmazsa o iyiye işarettir» dedi.
Bir kenara terkedilmişti demek, zavallı Sefir.
Mahmud Nedim bizim din hakkında da bir tuhaf konuştu: «Müslümanlar» dedi
«Yahudilere hıristiyanlardan daha yakındır. Bizde birisi Musa veya İbrahim
Peygamber hakkında kötü söz söylese başı kesilir. Keza biz de sizin gibi sünnet
oluruz. Mesela sen müslüman, ben de Yahudi diye geçinebiliriz. Mesih’i biz
Allahın oğlu olarak kabul etmeyiz, o da diğer insanlar gibi bir insandır, bize
göre bunların hepsi peygamberdirler».
16 Ekim
Bugün Neue Freie Presse’de gürültü çıkaracak bir makale intişar etti:
«Boğaziçinde Durum».
Wiener Allgemeine Zeitung gazetesinin 18 Ekim 1896 tarihli sayısında bir
yazı:
«Siyonist Gayeler için 150 milyon»
Lvov’daki tanınmış Siyonist liderlerden birisi «Yahudi Devleti» yazarı Dr.
Theodor Herzl’den bir İngiliz milyonerinin Filistinde yeniden bir Yahudi
devleti kurulabilmesi için 150 milyon vermeye hazır olduğunu bildiren bir
mektup almıştır. Bu milyoner herşeyden önce Yahudilerin Filistine gitmeye hazır
olup olmadıklarını bilmek istemektedir. Dr. Herzl şimdi Lvov Siyonistlerine
sesleniyor ve aralarında derhal teşkilat kurmalarını, imza toplamalarını ve
Siyonist Teşkilatı İcra Komitesi toplantısında göstermek üzere kendisine
göndermelerini istemektedir...»
22 Ekim
Mahmud Nedim Beye mektup :
«Ekselans,
Haşmetli İmparator Sultanhamid’in bendenize lütfettikleri nişan sebebiyle
en derin minnet ve tazimlerimi sunarım».
Sultan’a hitaben yazılmış mektup ektedir :
«Efendimiz,
Ekselansları Mahmud Nedim Bey bendenize lütfettiğiniz nişanın beratını
tevdi buyurdular.
Bu büyük teveccühten ötürü arz-ı tazimat eder, Yahudilere karşı lutufkâr
davranışınızın devamını istirham ederim. Yahudilerin hizmetlerini kabul
ettiğiniz gün onlar asil idarenizin yanında bütün güçleriyle çalışacaklardır.
Size en derin hürmet hisleri ile bağlı bulunuyorum, âciz bendeleri
Dr. Theodor Herzl».
Sondaki saygı ifade eden cümleler biraz müfrit görülebilir. Bunları
Baroness de Staffe’ın «Mühim kimselere mektuplar» ından kopya ederek kullandım.
8 Kasım
Dün İsrailliler Birliği’nde halk önünde ilk büyük konuşmamı yaptım. Tasvip
gördüm. Konuşmamın esası şuna dayanıyordu :
«Türkiyeye rus-fransız müşterek yardımı gidecek olursa bize Filistinin
kapıları ebediyen kapanır. Büyük Yahudi bankerleri meteliksiz Yahudilerin
ıstırabını düşünerek ve Yahudi meselesinin ancak bu yoldan halledilebileceğini
kabul ederek bize iltihak etmeli ve vazifelerini yapmalıdırlar, yoksa korkunç
bir mesuliyet altına gireceklerdir».
İngiltere ve Amerikada bu hususta gösteriler yapılmasını ve harekete
geçilmesini teminen talimat gönderdim.
Ayni zamanda bir «Millî Fon» tesisine girişilmesi lüzumunu anlattım. Bunu
başarabilirsek bankerlerden bağımsız olarak davranabiliriz.
8 Kasım
Lvov’da Adolf Stand’a bir mektup yazdım, kendisini İcra Komitesi başkanı
olarak takdim etmişti;
«Siyonizm şu anda çok ciddi bir tehlike ile karşı karşıya bulunuyor.
Biliyorsunuz ki Türkiye mâliyesini ıslah için bir rus-fransız yardımı
planlanmaktadır. Eğer bu tahakkuk ederse Sultan Filistin konusunda hiçbirşey
yapamaz duruma gelecektir. Böylece Filistine dair bütün ümitlerimiz
kaybolacaktır. Bu sebeple bütün Yahudi bankerler bu işin tahakkuk etmesini önlemelidirler.
Dün bu konuda bir konuşma yaptım ve İngilteredeki komiteme bunu önlemeleri için
talimat yazdım. Siz de çevrenizde ayni şeyleri yapınız. Fakat son derece
dikkatli ve gizli hareket edin, hiçbirşey dışarıya sızmasın.
Mahalli İcra Komite Başkanı olarak ilk önemli vazifeyi alıyorsunuz,
tesirinizi gösterin. Orada tesir sahası geniş olan Haham ile de işbirliği
yapabilirsiniz...»
Siyon’un selâmları ile
Th.Herzl.
11 Aralık
Newlinsky’nin haber verdiğine göre İzzet Bey padişahın gözünden düşmüş ve
yerini muhtemelen Tahsin Bey alacakmış. Ragıp Beyin geçeceği de söyleniyormuş
[[1]].
6 Ocak 1897
Nihayet 1897 yılma, Hechler’in deyimiyle «Kritik yıla» girdik.
Dünyanın dört köşesinden ziyaretçiler kabul ediyorum. Filistin’den Paris’e
giden yol benim Viyana’daki odamdan geçiyor. İş hayli genişledi. Siyonizm
yavaş yavaş her memlekette hatırı sayılır bir kuvvet haline geliyor. Yavaş
yavaş daha ciddiye alınıyoruz.
10 Ocak
Bugün Newlinsky kahvaltıya bana geldi.
Haber aldığına göre «Bâb-ı âli bana ateş püskürüyor». Zira İstanbul’da iken
söz verdiğim gibi basın Türkiyeyi desteklemiyor, bilakis aleyhde yazılarla
dolup taşıyormuş. Bu yazıların da menşei ben imişim, buna da sebep Filistini
bize satmaya razı olmadıkları imiş.
Türklerin bu yanlış yorumlarına kızmadım. Demek ki ben İstanbul’da bir
«kuvvet» olarak kabul ediliyorum.
Ona, basının desteğini ben şarta muallak olarak teklif etmiştim, dedim.
Eğer Türkiye bizimle müzakereye oturursa onları basında müdafaa edecektik,
veren alır.
Newlinsky: «Eğer basında Türkiyeye hücumlar devam ederse orada da Yahudi
aleyhdarlığı başlar».
Ben bundan çekinmiyorum. Eğer Bab-ı âli Yahudi aleyhdarlığına başlarsa
hiçbir yerden para alamazlar, bulamazlar. Bütün büyük bankerler de benim arkama
geçerler.
26 Ocak
Bu sabah Neue Freie Presse «Bütün Kuvvetlerin garantisi altında Türkiyeye
yardım konusunun düzenlendiği» haberini verdi. Hemen inanamayıp Newlinsky’ye
telefon ettim, o tasdik etti. Bu bizim için kötü oldu.
Akşama doğru tamamlayıcı malumat geldi. Anlaşmaya varıldığı doğru idi.
Türklere dört milyon «verilecekti».
îstanbuldan gelen bir dosttan öğrendiğime göre İzzet Bey hala «gözde» imiş.
*
* *
Herzl tamamen kendi davasını savunacak bir gazete kurmak, bütün Yahudi
teşekküllerini kendi gayesi etrafında birleştirmek çabalarına devam eder. Bir
yıl önce kendisiyle alay eden, fikirlerini ütopya diye tavsif eden çevreler
yanında yer almaya başlamışlardır. Girit buhranı dolayısiyle Osmanlı Hâzinesi
yine para sıkıntısı çekmektedir. Bunu haber almış ve Filistinde ikibin hektar
toprak karşılığı para bulmak teklifini ortaya atmıştır. Bu onun prensibine
aykırı gibi görünürse de, kendisine cephe alan bir kısım siyonistlere yaklaşmak
ve hem de Filistinde bir köprübaşı kurmak istemektedir. Filistindeki mahalli
Yahudi teşekküllerinin başkanlan ile de temas halindedir. Kudüs’ün şimdiden
bir Yahudi şehri manzarası aldığını bilmektedir. Şehirdeki bütün türkler
altıyüz askerden ibarettir.
*
* *
24 Mart
Mısırlı gizli ajan Mustafa Kâmil geçenlerde beni ziyaret etmişti, tekrar
geldi. Mısır’ı İngilterenin himayesi altına sokmak istiyorlar. Bu genç şarklı
insanda iyi bir intiba bırakıyor. Tahsilli, terbiyeli, münevver, nazik ve kibar
bir insan. Onu bir tarafa not ediyorum, bu adam bir gün Şark’ta önemli roller
oynayabilir.
Ona açıkça söylemedim ama, İngilizlerin Mısır’dan uzaklaşmaları bizim
lehimize olur. Zira o zaman Süveyş Kanalı ellerinde olmayacağı veya tam
emniyette bulunmayacağı için Hindistan için başka bir yol aramaya mecbur
kalırlar. O zaman Filistin onlara uygun gelir. Yafa’dan İran körfezine çekilecek
bir demiryolu...
*
* *
Dün Newlinsky’de Türkiye Sefiri Mahmud Nedimle yemek yedik. M. Nedim bizim
gazetenin Türkiye aleyhdarı neşriyatından ötürü bana karşı soğuk davranıyordu.
Ona gazetenin şahsî değil, hükümet görüşünü aksettirdiğini, elimden birşey
gelmiyeceğini anlattım.
Sonra Türkiyenin hayatiyetini övücü sözler söyledim, eğer Yahudi
muhacirleri meselesini kabul ederlerse çok daha iyi günlerin geleceğini
anlattım.
Zavallı sefir : «Şimdikinden daha kötü bir durum olabileceği kanaatinde
değilim» diye cevap verdi.
26 Mart
Büyük edip Alphonse Daudet’den mektup aldım. Konuşmalarımızı hala
hatırlıyor. Eğer Yahudi Devleti gerçekleşirse gelip bir seri konferans
verecekmiş...
21 Nisan
Türklerle yunanlılar arasındaki soğuk harp birkaç gündür gerçek savaşa
inkılap etti. Bu savaş bizim durumumuza da tesir edebilir, ama nasıl?
Ara bulmak için bir sulh kongresi toplanırsa biz de Kuvvetler’e
isteklerimizi bildiririz.
Eğer türkler kazanacak olurlarsa ve yunanlılardan harp tazminatı alırlarsa
durum değişir, Yahudi yardımına bir müddet ihtiyaçları kalmaz.
23 Nisan
Kadima adlı Yahudi derneğinden gelen Schalit benden Türkiye Sefirine bir
tavsiye vermemi istedi. Gönüllü birkaç doktorla birlikte Türk-Yunan savaş
sahasına gitmek istiyor.
Mahmud Nedim’e, tezkere hamilinin yaralı türk askerlerine yardım etmek
için bir kısım gönüllü ile hazır olduğunu yazdım.
28 Nisan
Mahmud Nedim’e mektup :
«Ekselans,
Türk ordularının zaferlerini tebrik etmeme müsaadelerini rica ederim.
Birkaç Yahudi gencinin türk ordusunun saflarına gönüllü olarak iştirak arzuları
Yahudilerin türkler hakkındaki hissiyatının küçük bir misalidir.
Burada daha birkaç komitenin de yaralı askerler için bağış toplama
faaliyetinde olduğunu biliyorum. Toplanan bağışlar Haşmetli Sultanın çeşitli
memleketlerdeki sefirleri vasıtası ile gönderilecektir.
Bu şekilde bir sempati tezahürüne fırsat bulduğumuz için gerçekten
memnunuz. Eğer bu hususlar Yıldız tarafından da müsait karşılanırsa
memnuniyetimiz artacaktır.
Derin saygılarımla
Th.Herzl».
20 Mayıs
İstanbul’da Sidney Whitmann’dan mektup aldım. Sultan’ın yakınlarından Ahmed
Midhat Efendi’nin bizim davaya alakasını temin etmiş. Ahmed Midhat Efendiye
göre [[2]] biz biraz «yavaş» hareket etmeli ve birdenbire «çok fazla» istememeliyiz,
böylece Sultan Abdülhamid’in «Hayır» diyerek meseleyi kökten kesip atmasını
önlemiş oluruz. Bilhassa «Muhtariyet» kelimesini kullanmamalıyız, zira bu
yüzden Türkiyenin başına pekçok gaile açılmıştır. Ben mektubumu fransızca
yazacağım ve öylece Sultan’a takdim edilecek.
Bugün Whitmann’a hemen iki mektup yazdım. Birisi al-
manca ve içinde kendisine mükâfat vadi var, diğeri fransızca, etrafa
göstermesi için. Fransızca olanı şöyle :
Aziz Dostum,
Size bu mektubu haftada bir davamızı desteklemek üzere çıkaracağımız yeni
ve kaliteli bir mecmuanın «Die Welt» (Dünya) başlıklı kâğıdına yazıyorum. «Die
Welt» 4 Haziran 1897 tarihinde intişar edecek [[3]]. Bu mecmuada Türkiye lehinde yazılar yayınlayacağız. Ahmed Midhat
Efendiye, yazacağı makaleleri burada yayınlamaya hazır olduğumuzu
söyleyebilirsiniz. Makalelerin Sultan Abdülhamidin resmî görüşlerine uygun
tarzda olacağını hatırlatmaya dahi lüzum görmüyorum.
Bu basının Türkiyenin menfaatleri istikametine döndürülmesi hususunda
atılmış adımlardan birisidir. Bu yolda cesaretle yürüyeceğiz.
Sizin telkininizle girişmiş olduğumuz yaralı türk askerlerine yardım
kampanyasının sonuçlarının hemen yerine ulaşamadığını biliyorsunuz. Bunun için
«maalesef» tabirini kullanmayacağım, zira bunun ulaşmayış sebebi Türklerin çok
kısa zamanda zafere ulaşmış olmalarıdır. Fransa ve İngilteredeki Yahudi
toplulukları da böyle bir sempati gösterisine hazırdılar, fakat teşebbüsleri
mezkur devletler tarafından önlendi, fırsat verilmedi. Almanya, Avusturya ve
Macaristanda toplanmış olan bağışlar en kısa zamanda gönderilecektir.
Bunların yanısıra üzülerek söyleyeyim ki, Yıldız Sarayı çevresinde bizim
davamız ve benim şahsım hakkında bazı entrikalar çevrilmekte olduğunu haber
aldım. Düşmanlarım işin gerçek mahiyetini tahrif ederek ortaya atmış
olabilirler...
Burada birkaç kelime ile durumu izah etmek isterim :
Eğer Haşmetli Sultan Abdülhamid Han hazretleri bizim için elzem şartları
lütfedecek olursa bizler de tedricen İmparatorluk mâliyesini ıslah eder
kuvvetlendiririz.
Bir defa bu prensip kabul edilirse, her iki taraf da memnuniyetle işin
teferruat kısmına eğilebilir.
Ancak Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamasını ve parçalanmasını isteyen
kimseler az veya çok bizim planımızın düşmanıdırlar, bunun böyle olduğunu
anlamak çok kolaydır.
Türkiyeyi fahiş faizlerle borç almaya icbar edenler de bizim projemizin
düşmanıdırlar. Çünkü bu yolla Zat-ı Şahanenin memleketindeki bütün istihsal
kaynakları kontrol altına alınmış olacaktır.
Söylediklerim boş sözler değildir ve Haşmetli Sultan Hazretleri Münih’te
25, 26 ve 27 Ağustos 1897 tarihinde toplanacak olan Siyonist Kongresine
temsilci göndermek suretiyle bizi tuttuğunu gösterebilecek bir fırsata da
sahip bulunmaktadır.
Zat-ı Şahanelerinin temsilcileri bütün toplantılarımıza iştirak edecek ve
bizi iyi tanıyacaklardır.
Fakat —burası çok tekid edilmelidir—biz Türk Hükümetince tanzim
edilmedikçe ırkdaşlarımızın Filistine hicret etmesine taraftar değiliz.
Şurası gerçektir ki ırkdaşlarımız birçok memleketlerde sefil şartlar
altında bulunmaktadırlar. Fakat meşkûk şartlar altında bu sefaletin sadece
yerini değiştirmek istemeyiz.
Şimdi sizin suallerinize geliyorum :
Filistine hicret edecek Yahudiler Zat-ı Şahanenin tabiyetinde olacaklar ve
hayatları mutlak garanti altında bulunacaktır.
Lüzumlu topraklar hiçbir zorlama olmadan satın alınacaktır. Hiçkimsenin
mülkiyet hakkının elinden alınması bahis konusu değildir. Mülkiyet özel bir
haktır ve elden alınamaz. Sultanın şahsına ait kısımlar değeri mukabilinde ve
kendileri arzu ederse satın alınacaktır.
Vatandaşlık haklarını tam iktisap edecekler ve her yıl muayyen bir vergi
ödeyeceklerdir. Bu vergi başlangıçta 100 000 altın olacaktır ve muhaceretler
tevali ettikçe bir milyona kadar yükselecektir...
Size defaatle söylediklerimi şimdi yeniden tekrar etmeyeyim.
Aziz Dostum, Yahudi Meselesinin halli Türkiyenin güçlüklerini ortadan
kaldıracaktır. Ticaret ve mâliyede Yahudilerin enerji ve maharetleri herkes
tarafından bilinen bir husustur.
bir altın, terakki ve hayatiyet nehridir ve Sultan Abdülhamid Han onları
tebaası arasına alırsa, Yahudiler Ortaçağdan beri Türklere olan minnet
borçlarını da ödeme imkânını elde edeceklerdir.
Mâliyenin düzeltilmesinden sonra «sülükler» «Düyun-u Umumiye» ortadan
kalkacaklardır.
Bizim projemizin vüs’atı, faydalılığı acaba İstanbul’da anlaşılacak mıdır?
Öyle ümit edelim.
Size bu mektubun gizli olduğunu hatırlatmaya lüzum görmüyorum. Siz
türklerin çok yakın dostusunuz bu itibarla sahte dostlar tarafından teklif ve
düşüncelerimiz öğrenilecek olursa Türkiyenin menfaatine davranmayacakları
tabiidir.
Samimi selâm ve saygılarımla
Th.Herzl.
23 Mayıs
Amerikada hareket başlıyor. M. Singer New-York ve başka yerlerde yapılan
toplantılar hakkında bilgi veriyor.
*
* *
îstanbuldan şu mektup geldi:
İstanbul’, 24 V 1897
Aziz Dostum,
20 Mayıs tarihli nazik mektubunuzu
hemen cevaplandırıyorum.
Muhteviyatını derhal Ahmed Midhat Efendiye okudum ve «Die Welt» için bir
makale istedim.
Görünüşten anladığıma göre bizzat Sultan’ı görerek mesele hakkında da
konuşabileceğim. Durumu ortaya koyuş tarzınız son derece açık ve başarılı.
Devamını dilerim.
Sidney Whitman
Not:
Tam yukarıdaki mektubu yazmıştım ki Ahmed Midhat ile yeniden görüştüm.
Sizin mektubunuzu baştan aşağı ona okudum ve bir de kopyasını çıkarıp verdim.
Meseleye karşı son derece müsait bir tutumu var ve kendisini «manen ve maddeten»
buna hasretmek arzusunda, ve bu çalışmaları için de «on para bile» istemiyor.
İkimiz bir faaliyet planı çizelim ve Sultan ile tekrar muhabere edelim,
mümkündür ki buradan ayrılmazdan önce görüşebileyim. Münih Kongresine bir
heyet gönderilecek, yahut da Midhat Efendinin tesiri de tıpkı benimki gibi
sıfır demektir.
S. W.
*
* *
Bir zaman önce Sultan Abdülhamid’in Ahmed Midhat Efendiyi sadarete getirmesinin
beklendiğini işitmiştim..
27 Mayıs
Rothschild’ler yaralı askerler kampanyasına 500 guilder bağışlamışlar.
Bugün de Zadoc Kahn’dan 1000 franklık bir çek ve mektup aldım.
Parayı Viyana sefiri Mahmud Nedim’e, Kahn’ın mektubunu da İstanbul’a S.
Whitmann’a göndereceğim. Ayni zamanda Whitmann’a benim Şavuot Bayramından sonra
İstanbul’a gelmeğe hazır olduğumu Sultan Abdülhamid’e bildirmesini yazacağım. * *
* *
Viyana, 11 Haziran
Sidney Whitmann İstanbul’dan döndü. Sultanla görüşememiş. Yaptığı sadece Ahmed
Midhat Efendi ile temas kurmaktan ibaret kaldı. Benim ona doğrudan doğruya
yazabileceğimi söylüyor. S. Whitmann Bükreş’te Başvekil Stourdza ile bir mülakat
yapmış, yakında New-York Herald gazetesinde intişar edecek. Başvekil bizim
görüşümüzü ve tezimizi benimsediğini tekraren ifade etmiş.
15 Haziran Ahmed Midhat Efendiye mektup :
Ekselans,
Buradan geçmekte olan arkadaşım Sidney Whitmann sizin bildiğiniz husus
hakkında doğrudan doğruya size mektup yazabileceğimi söyledi.
Sizinle bu ilk temastan şeref duyuyorum, fakat işlerimin çokluğu sebebiyle
de kısa yazmak zorundayım. Whitmann sizin yüksek siyasî fikirlerinizden bana
bahsetmişti, böyle bir şahsiyetin benim şahsımı hasrettiğim bir davada
karşımıza çıkması bizim için büyük şanstır.
Yahudilerin faaliyete geçmesiyle Türkiye’nin sıhhatini yeniden
kazanacağına, mali bağımsızlığını yeniden elde edeceğine ve hayat kudretlerine
tekrar kavuşacağına sonsuz itimadım vardır.
Size hizmet etmek istediğimiz «Die Welt» mecmuasını gönderiyorum. Şu
organı tamamen sizin emrinize tahsis ediyorum. Bu hususu Zat-ı Şahane de
bilirse çok memnun olacağım.
Göndereceğiniz her şey —Avusturya İmparatoru Franz Josef ve saltanatı
aleyhinde olmamak şartiyle— derhal intişar edecektir.
Derin hürmetlerimin kabulü ricasiyle Ekselansınızın hürmetkârı
Theodor Herzl.
*
* *
Münih’te toplayacağı kongre aleyhinde bazı Yahudi teşekküllerin aleyhte
faaliyetleri üzerine kongreyi daha sakin bir yer olan İsviçre’nin Basel
şehrinde toplamaya karar verir. Bu arada İstanbul’un itfaiye teşkilatının
kurucusu Szechenyi Paşa ile temasını arttırır. Müşirlik verilmesinden sonra bu
paşanın Abdülhamid ile olan münasebetleri gelişmiştir. Dr. Herzl ona sırası
geldikçe Padişaha Yahudi meselesini hatırlatmasını ve böylece üzerinde imal-i
fikirde bulunmasını sağlamasını rica eder. Aralarındaki mektuplaşmalardan
Paşanın talimata uygun hareket ettiği anlaşılmaktadır. «Ben ve arkadaşlarım
Szechenyi Paşanın hizmetlerini kat’iyen unutmayacağız» der.
BasePdeki kongre hakkında Sultan’a malumat vermekle Newlinsky görevlendirilmiştir.
Bu kendisinin ifadesi ve ben de inanmaya mütemayilim diyen Herzl şöyle devam
eder :
Newlinsky, Sultan’ın kongreye bir selam telgrafı göndermesi ihtimali
bulunduğunu yazıyor.
3 Eylül, Viyana Basel’deki kongre, münakaşalar gürültüler sona erdi. Sonucu
en kısa şekilde hulasa edebilirim :
Basel’de ben Yahudi Devletini kurdum.
Eğer bunu yüksek sesle söylesem bana bütün dünya güler. Fakat beş sene
içinde fakat elli sene sonra garantili olarak herkes bunu böylece bilecektir.
Bir devletin kurulması, o devleti kurmak isteyen kimselerin iradelerinde
mündemiçtir. Evet, sadece isteyen bir kimse bile kuvvetli bir ferddir (Devlet
benim: Louis XIV). Toprak sadece maddeden ibarettir. Devlet, bir toprağa malik
olsa bile, yine de mücerret bir mefhumdur. Kilise Devleti vardır, toprağının
bulunmaması birşey ifade etmez, aksi takdirde Papanın saltanatı bahis konusu
olamazdı. Basel’de işte bu abstraksiyonu yarattım. Delegeleri tedricen bu
Devlet mod’una hazırladım tve onlara kendilerinin bir «Milli Meclis»
olduklarını hissettirdim.
Basel Siyonist Kongresinde Filistin meselesinin görüşülmesi ve Yahudilerin
tekrar oraya dönerek bir devlet kurmaları fikri basında yer alır almaz Papalık
harekete geçer ve Ortadoğudaki hıristiyanları koruyacağını, böyle birşeye asla
müsaade edilemiyeceğini ilân eder. Ayni şekilde menfi davranışlar büyük
merkezlerde de husule gelir. Kongrenin ve bu fikirlerin mürevvici ve başkanı
olmak hasebiyle derhal harekete geçen Dr. Herzl, Komadaki Kardinallere, Devlet
adamlarına, imparatorlara mektuplar yazar. Bir Yahudi devleti kurulmasının kimseye
zarar vermeyeceğini anlatır. Desteklerini temin kampanyasına girişir.
Sadece koloni kurma fikrinin taraftarı ve Herzl’in temsil ettiği Siyonizmin
Yahudiler için zararlı olduğu kanaatinin sahibi olan milyarder Edmond
Rothschild de onun aleyhinde faaliyete girişir. Bu ailenin çok güvendiği
milyarlardan fayda olmadığını gören Herzl onu bırakarak küçük hisseler halinde
her Yahudinin katılabileceği bir fon kurma faaliyetine geçer. Pariste toplanan
Hirsch Vakfının kendi cephesinde yer alması için uğraşır.
Newlinsky bir ara onu bırakarak Edmond Rothschild ile temasa geçmekle
beraber yine de en yakın yardımcılarındandır. Türkiyenin mâlî yönden durumunun
gittikçe kötüleştiği haberini verir. Avrupadaki Türk Sefirleri tahsisat
yokluğundan bakkal ve kasapların faturalarını dahi ödeyemeyecek duruma
düşmüşlerdir.
Newlinsky kendisinin protokol müdürü gibi davranmaktadır. Onunla Sultana
yazacağı mektubun anahatlarını kararlaştırır. O, bu arada Nuri B e y ’e 20 000
frank göndermesini tenbih eder. Padişaha yazılacak mektubun zarfının nasıl beş
yerinden mühürlenip üzerine de birşey yazılmayacağını anlatır. Şöyle der:
«Belli ki bundan sonra yolumuzun üstüne bir sürü dilenci çıkacak».
*
* *
Berlin, 4 Şubat 1898
Dört hafta önce buraya geldiğimde Türkiyenin Berlin Sefiri Ahmet Tevfik
[*] ile birkaç defa uzun uzadıya konuştum. Meselenin önemini anlamamışa
benziyor. Yahudilerin Türkiye-
ye celbedilmesine taraftar görünüyor, ama onlara ait bir bölge, bir köşe
bulunmasını kabul edemiyor.
[*] 1918 yılından Saltanatın ilgasına kadar sadaret makamını işgal eden ı
Osmanlı Sadnazamı Ahmet Tevfik Paşadır.
Biz Türkiyeyi kuracağımız fonlarla desteklemek istiyoruz, buna karşı o
sadece «arkadaşça kabul »den bahsediyor.
Kendisine bunun değer ifade eden bir hal şekli olmadığını söyledim. Bu
tıpkı Türkiyeye bir kısım ermeni daha yerleştirmeye benziyor.
Sonuç olarak, konuştuklarımızı Sultan Abdülhamide bir memorandumla
aksettirebileceğini söyledi.
Viyanaya döndüğümde Newlinsky’ye, Ahmet Tevfik Paşa’nın meseleyi pek anlamamış olduğunu söyledim.
Belki de —pek aptalca olmayan— şu şıkkı düşünüyor: Yahudiler nasıl
Türkiye’nin daha kötü hale düşeceğini bekliyorlarsa, biz de Yahudilerin kötü
hale düşmelerini bekleriz.
Dün gece Ahmet Tevfik Paşa ile tekrar görüştüm. Otelde yemek yiyecektim,
bana arkadaşlık etmemi söyledi. Dört hafta önce söylediklerini tekrar etti.
Niçin Küçük Asya’da (Anadolu) bir yer istemiyor muşuz.
Bunu kesinlikle reddettim.
Berlin, 5 Şubat
Dün yemekte Ahmet Tevfik Paşa ile yine beraberdim. Ben lokanta salonuna
girdiğimde o yemeğini bitirmiş çıkmaya hazırlanıyordu. Beni görünce yanıma
gelip masama oturdu. Bir saat kadar gevezelik ettik, zannederim, hatta eminim
bu defa onu kazandım.
Onun gözlerinin önüne müstakbel bir Türkiye ve İstanbul inşa ettim.
«Ekselans, ne zaman Sadrıazam olacaksınız? Ekselansları
zaman bendenizi İstanbul’a davet edersiniz ve sizin için şehri tekrar inşa
ederiz, yani sizin için plânlar yaparım».
Gözle görülecek derecede heyecanlandı.
Newlinsky’nin hakkı varmış. Bir kimse türklerle bir arada bulunduğunda
onlara hizmet ederse minnetterlıklarını kazanıyor ve tedricen bizi sevmelerini
sağlıyor.
İcra Komitesi’nin çalışmaları teferruata inhisar ediyor. Schnirer şahsî
işleri sebebiyle Komiteye pek zaman ayıramıyor. Kokesch ve Mintz ise ekseriya
somurtuyorlar. Kremenzky’yi her haliyle içinde bulunduğu durum sınırlandırıyor.
Boşuna müzakereler yapıyoruz. En büyük eksiğimiz de harekete geçmek için hazır
paranın bulunmayışı.
Plan ve projelerimi katiyen Komiteye getirmiyorum. Zira Birnbaum Umumi
Kâtip olarak hemen ileride kullanacağı «malzemeyi» toplamaya başlıyor. Tipik
bir düşman...
*
* *
Son derece yorgunum. Kalbim muntazam çalışmıyor.
*
* *
Dr. Herzl teşkilata para bulmak çabasındadır. Giriştiği birçok teşebbüsler
vardır ama kesin sonucu hiçbirinden almış değildir. Arkadaşı Nordau’ya yazdığı
mektupta bunları anlatır ve bilhassa şu husus üzerinde durur: Türk Hükümeti
henüz proje halinde olan bu banka çalışmasını katiyen duymamalıdır.
Kuvvetli bir günlük gazeteye ihtiyaç vardır. Sadece haftalık Die Welt’in
neşriyatı kâfi gelmemektedir. İki milyon ile Neue Freie Presse gazetesi satın
alınabilir ve o zaman dava çok şey kazanmış olur. Halihazır halimizle Fransız
ihtilalinin askerlerine benziyoruz. Ayağımızda pabuç ve çorap olmaksızın savaş
kazanmaya mecburuz.
*
* *
1 Temmuz
Harekete daha yakın bir muvakkat hedef tayin edip, «SİYON»u gaye hedef
olarak saklamayı düşünüyorum.
Zavallı fakir Yahudi kitleleri derhal yardım görmek ıztırarındalar, Türkiye
ise bizim arzularımızı kabul etmekten henüz uzak duruyor.
Çok yakın istikbalde Türkiyede bizim aleyhimizde gösterilerin başlaması da
kuvvetle muhtemeldir. Filistini bize asla vermeyeceklerini pekala nümayişlerde
söyleyebilirler.
Bu sebeple daha kısa bir zamanda erişebileceğimiz bir hedef ittihaz
etmemiz gerekli, bu hedef de Siyon bayrağı altında ve tarihî haklarımızı tespit
edecek tarzda olmalıdır.
Belki İngiltereden Kıbrıs’ı alabiliriz, bir taraftan da Güney Afrika veya
Amerika’yı el altında bulundurmalıyız ve o halde Türkiyenin dağılmasını
beklemeliyiz.
Bu hususları Kongre’den önce Nordau ile münakaşa etmeli.
6 Temmuz
Amerikadaki arkadaşım Schauer Washington’daki Türk Sefiri ile yaptığı
temasları anlatıyor. Fikir ve görüşleri tamamiyle antisiyonist.
12 Temmuz
Pall Mail Gazette’in Viyana muhabirine Alman Kay zer’inin Filistin seyahati
konusunda bir beyanat verdim. Diğer kuvvetlerin bizim niyetlerimizden dolayı
duydukları kıskançlığı tebarüz ettirdim. Filistini hiçbir kuvvet ele
geçiremiyecektir.
*
* *
Basel’de Kongre yeniden toplanır. Büyük sermayeli fakat bankerlere istinat
etmeyen, küçük hisselere bölünmüş bir Siyonist Bankası kurma projesi büyük
zenginlerin mukavemeti ile karşılaşır. 5 milyon mark gibi «mütevazi» bir
sermaye ile işe başlanması ileri sürülür. Dr. Herzl kendi topladığı ve başkanlık
ettiği çevrede kendisinin anlanmadığı kanaatindedir.
Kongre’den sonra Grand Duke’ü tekrar görmeye gider, aralarında dostça
konuşmalar olur, çeşitli meselelerin münakaşası yapılır.
«Alman hükümeti İstanbul’da Siyonist hareketine karşı ne gibi bir davranış
ve tutum olduğu hususunda araştırmalar yaptı ve Sultanın bizim görüşümüze
uygun paralelde bulunduğunu tespit etti. Araştırma Von Marschall aracılığı ile
yapıldı ki kendisi Sultanın yakın ahbabıdır» dedi.
Bu bilgiyi ben de teyid edecek durumdayım, zira ben de Sultan’dan bir
teşekkür telgrafı almış bulunuyorum.
Grand Duke, Siyonizm hakkında Alman Kayzer’ine teferruatlı bir rapor
vermiş olduğunu, bunun üzerine Kayzer’in Eulenburg Kont’una bu konuda daha
teferruatlı bilgi toplaması emrini verdiğini anlattı.
Grand Duke’e göre şimdi Kayzer ile Abdülhamid’in arası son derece iyidir.
Bu iyi münasebetlerin başlangıcı da Girit meselesidir. Giritteki birliklerin
geri çekilmesi hususunda Almanyanm tutumu Türkiyede çok derin akisler ve müspet
tesirler meydana getirmiştir.
Şimdi Yıldız Sarayında alman nüfuzu hemen hemen sonsuzdur. İngiltere
tamamen bir kenara itilmiştir. Kayzerimiz Sultan Abdülhamid’e bir tek kelime
söylese hemen yerine getirileceğinden emindir. Fakat şimdi çok daha dikkatli
davranmak gereklidir. Tarih göstermiştir ki şahsen atılan adımlar bazan çok
uzun ömürlü olmaktadır, ama sabırlı olmak şarttır.
Duke’e göre Kayzer’in dönüşüne kadar beklemeliyiz. Eğer bu tarihten önce
beni kabul ederse çok iyi olur. «Biliyorsunuz Kayzer’in Filistin seyahati
üzerine çok lâf edildi. Genellikle bu seyahat dinî bir karakter taşıyor, şimdi
ise siyasî bir hüviyet almak üzeredir. Zira Kayzer önce îstanbula gitmektedir,
halbuki doğrudan doğruya Filistine gitmesi kararlaştırılmıştı. Böylece
memleketin hâkimini ziyaret etmektedir. Filistin’den sonra da Mısır’a
geçecektir. Yani Sultan’a bağlı muhtar bir devlete..»
Kayzer yola çıkmadan kendisinden bir randevu alabilirsem çok iyi olacak. O
zaman Yıldız Sarayında Siyonizm’den bahsetmesi ihtimali belirecektir. Hem de
müspet şekilde bahsedecektir.
Grand Duke şöyle sordu: «Bir devlet mi kurmak istiyorsunuz? Kanaatımca
yapacağınız en yerinde hareket bu olacaktır, fakat kanunî emniyeti temin
etmeniz şarttır. Sultan’ın hâkimiyetini kabul etmeniz şeklinde bir formül
pekala bulunabilir, bunun benzerleri eski Tuna vilâyetlerinde görülmüştür.
Fakat sonra nasıl olur? —Gülerek—, bir nesil sonra ne olur, haydi bunu şimdi
söylemeyelim».
Kendisine Rusya’da Siyonizmin ilerleyişini, Sosyalist ve Anarşist
Yahudilerin bile bize iltihak ettiklerini, çünkü ortaya bir ideal attığımızı bu
sebeple birliği temin ettiğimizi anlattığım zaman, «Bunu Pobodonostsev
işitmeli, bunu ona söylemelisiniz» [[4]] dedi.
*
* *
Unterach, 9 Eylül Kayzer’in Viyana Sefiri Eulenburg’a mektup yazarak Grand
Duke’ün bizim hareketimiz hakkında rapor hazırlamakla Kayzer’in kendisini
görevlendirdiğini bildirdiğini, Kayzer ile Filistin seyahatinden önce muhakkak
konuşmak arzusunda olduğumu eğer Eulenburg daha fazla bilgi arzu ediyorsa derhal
Viyanaya gelmeye hazır olduğumu bildirdim.
15 Eylül
Viyana treninde Dün Eulenburg’tan şu telgrafı aldım: «16 Eylül sabahı saat
9 da Aldan Sefarethanesinde görüşebilir miyiz — Eulenburg».
Derhal Viyana’ya doğru yola çıktım. Alman Kayzer’i ayın 17 sinde öldürülen
İmparatoriçenin cenaze merasiminde bulunmak üzere gelecek ve belki de beni
kabul eder.
16 Eylül, Viyana
Bu sabah Eulenburg ile konuştum.
Uzun boylu zarif, 55 yaş civarında bir insan. Düşündükleri yüz ifadesinden
katiyen anlaşılmıyor, insanı tesiri altına alıyor. İstikbali olan bir kimse
intibaı veriyor..
Konuşmasına iki endişesini izharla başladı: Birisi Filistinde bereketli
toprakların azlığı, diğeri de Sultan’ın iki milyon muhacirin oraya gitmesini
kabul edip etmeyeceği, ki şüpheli.
«Çünkü Sultan» dedi ve bakışlarını derinleştirerek» Son derecede korkak».
Hayli konuştuk ama anladım ki projemizden yeterli derecede haberdar
değildir.
Kayzer’den İstanbul’da Sultan’a ne söylemesini istediğimi, muhakkak
muhtariyet üzerinde mi durduğumu sordu.
Çıkarken bana, Kayzer’in Doğu Prusya’da çıkacağı bir av partisinde beni
kabul edeceğine, kendisi de o partiye davetli olduğu için bu buluşmayı temin
edeceğine dair söz verdi.
Görünüşe göre Kayzer beni yarın Viyana’da kabul etmeyecek, zira saat birde
gelip dokuzda tekrar dönecekmiş. Bu birkaç saat içinde de son derece mahmul
olacak, bir sürü merasimde bulunacak, resmî kişilerle konuşacak.. Bununla beraber
Eulenburg eğer yarın bir fırsat bulursa beni görüştüreceğini söyledi.
Onun üzerinde en büyük tesiri şu sözlerim yaptı zannederim :
«Bizim hareketimiz bugün için artık mevcuttur. Bu veya şu büyük devletin
onu benimseyeceğini bekliyorum. Aslında ben bunun İngiltere olacağını
düşünmüştüm, eşyanın tabiatı bunun böyle olmasını gerektiriyor gibi geliyordu.
Fakat Almanya da olsa bizim için birşey değişmez. Bugünün Yahudileri büyük
ekseriyetle Alman kültürünün tesiri altında yetişmişlerdir. Bunu şu anda Alman
Sefarethanesinde olduğum için söylemiyorum. Size delil gösterebilirim. Basel’de
toplanmış olan her iki kongrenin resmî dili almanca idi».
*
* *
Öğleden sonra İcra Komitesi bizim evde toplandı. Onlara rapor verdim. Bir
kısmı heyecanla tebrik ettiler, bir kısmı da gayet normal karşıladılar.
*
* *
Ischl, 18 Eylül
Dün çok önemli bir gündü, hareketimizin kader günü de sayılabilirdi. Kayzer
beni kabul edecek mi?
Geç uyudum. Saat ancak 10’a doğru Die Welt’in yazıhanesine geldim. Alman
Sefarethanesinden saat 11 de orada bulunmam için telefon etmişlerdi.
Saat tam 11 de gittim. Kapıcı Eulenburg’un orada bulunmadığını söyledi,
Von Bülow’u görebileceğimi söyledim. O sırada merdiven başından çıkıveren
birisi «Ekselansları sizi bekliyorlar dedi, bu Bülow idi.
Almanyanm Avusturyadaki askerî ateşesi ve sayılı kumandanlarından olan
Bülow bizim ikinci kongreden haberdardı. Uzun boylu gevezelik ettik. Kont
Eulenburg vasıtası ile gelmemden pek hoşlanmamıştı..
Sonuç : Eulenburg ve Bülow’dan söz almıştım. Alman hükümeti bize İstanbul
nezdinde yardımcı olacaklardı.
Paris, 30 Eylül
Fransız Yahudilerinin bize kesin surette hayırları dokunmayacak. Gerçekten
bunlar Yahudiliklerini yitirmiş ve tam birer fransız olmuş dürümdalar. Bunlar
sadece Avrupalı anarşistlerin liderleri olabilirler.
Bize hiçbir yardımda bulunmayacakları aşikâr. Yataklarını ateşe vermiş
dürümdalar. Kurtuluşu sosyalistlerde ve hali hazır statüyü tahribe
çalışanlardan bekliyorlar.
Fransa, Hollanda ve Londra’da Yahudi teşekküller ve liderlerle temaslarda
bulunan Dr. Herzl henüz kendisini herkese, bütün Yahudilere kabul ettirebilmiş
değildir. Bu seyahatinde sadece bankanın sermayesi konusunda olumlu sonuçlar
alır. Bir taraftan da Kont Eulenburg ve Bülow ile muhabereyi devam ettirir.
Grand Duke kendisini destekler. Bütün istediği İstanbul yolu ile Filistin’e
gidecek olan Alman Kayzer’ine İstanbul’da kendi projeleri ve görüşleri lehinde
bir konuşma yaptırmaktır. Bu olursa işlerin daha kolaylaşacağı kanaatindedir.
Çeşitli sebeplerden Kayzer ile karşı karşıya gelerek konuşamaz, fakat
fikirlerinden haberdar olmasını sağlar. Bir aya yakın bir zaman bu gibi faaliyetlerle
geçer. Kendisi de ayni yolu takip etmek, önce İstanbul’a sonra da Kayzer’in
gideceği Filistin’e, Yeruşalaym’a (Kudüs) varmak istemektedir.
İcra Komitesini toplantıya çağırır. Bu seyahatinde birkaç üyenin kendisine
refakat etmesini istemektedir. Fakat herbirisi çeşitli bahaneler ileri sürerek
istinkâf ederler. Kalarak günlük işlerle meşgul olmayı tercih ederler.
*
* *
Viyana, 11 Ekim
İcra Komitesi toplantısından sonra Newlinsky beni görmeye geldi.
Ben İstanbul ve Kudüs yolunda iken onu da Roma’ya göndermek istiyorum.
Orada bana saha ve imkân hazırlansın. Dönüşte Roma’ya gitmek niyetindeyim.
İcra Komitesinin kararı ile kendisine 2000 guilder yol parası verdim.
14 Ekim
Orient Ekspresi, İstanbul yolu, Sofya yakınları.
Yola çıkmazdan önce hayli şeyler oldu.
Dün değil evvelsi gün Sefir Mahmud Nedim Bey tarafından çağırıldım. Bir
saat mutlak surette boş konuşma yaptık. İstanbul için bana bir tavsiyede
bulunması ricama karşılık bir arap hikâyesi anlattı: Bir bahçevan zengin bir adama gelip
borç para ister. Zengin vermeyi reddeder. Altı ay sonra bahçevan elinde bir
sepet meyve olduğu halde zengine gelir ve teşekkür eder. Zengin şaşırmıştır,
bunda bir yanlışlık olduğu kanaatindedir. Fakir, «Hayır» der, «Ben size minnet
borçluyum, siz bana hemen hayır demekle benim hiç vakit geçirmeden yardım
edecek bir başka birine gitmemi temin ettiniz».
Bu sebeple bana tavsiye mektubu vermeyecek imiş, fakat benim hakkımda bir
sual açacak olurlarsa müspet şekilde cevaplandıracakmış.
«Ekselans, ümit ederim ki altı ay sonra
size bir sepet meyve ile gelirim», dedim.
*
* *
Viyana’da bekleme salonunda Mahmud Nedim’in yanında Berlin Sefiri Ahmed
Tevfik’i gördüm. Dün akşam yemekten sonra Ahmed Tevfik ile gevezelik ettik.
Avusturya Sefiri Calice de trende idi. Başlangıçta onu farketmemiştim.
Sonra benim aleyhimde yaptığı çalışmayı düşünerek bir ara görmezden gelmeyi
dahi düşündüm. Fakat sigara salonunda karşılaştığımızda tebessüm etti, ben de
selâm verdim.
15 Ekim Trende, İstanbul yakınlarında
Dün akşam yemekten sonra sigara salonunda tam iki saat Ahmed Tevfik ile
gevezelik ettik. Bilhassa Sultan’ın Alman Kayzer’ine karşı durumunu öğrenmek
istiyordum. Ayni konudaki bir soruma Viyanadaki sefir Mahmud Nedim şüpheli bir
cevap vermişti. Girit konusunda Almanya ve Avusturya’nın Türkiyeye pek
yardımları olmadığını, sadece Girit’in Türkiyede kalması gerektiğini ifade
etmiş olduklarını söylemişti.
Ahmed Tevfik ise Kay zer ve Almanya’ya hayrandı. «Sultan Abdülhamid ve
bütün türk halkı bu büyük dosta karşı minnettarlık ve şükran hisleriyle
meşbudurlar» dedi.
Bu bilgi son derece hoşuma gitti, bizim davanın yürümesi için böyle bir
havanın bulunması da şart.
*
* *
İcra Komitesi üyesi ve ülkü arkadaşım Max Bodenheimer ile yapacağımız
talepler üzerinde konuştuk.
Bölge : Nil nehrinden Fırat’a kadar uzanacak. Gerekli müesseselerimizin
kurulması için bir «geçit devri» şart. Bu devre için Yahudi asıllı bir vali
düşünülebilir. Bundan sonra Mısır ile Sultan arasındaki münasebete benzer bir
şekil düşünülebilir. Fakat Yahudi nüfusu bölgedeki nüfusun 2/3 ini geçtiği anda
kuvvete baş vurarak ve diplomatik yollarla Yahudi idaresi kurulur.
Bunlar Bodenheimer’in düşünceleri ve kısmen mükemmel. Hele «geçit devri»
mertebesi iyi bir fikir.
*
* *
İstanbul’da trenden inip otelde elbisemi değiştirir değiştirmez, geldiğimi
haber vermek üzere bir arabaya atlayıp hemen Yıldız Sarayına gittim.
Herşey iki sene önceki gibi, değişen bir manzara hemen hemen yok. Hava
yağmurlu ve şehir olabileceği kadar güzel.
Araba ile istasyondan otele giderken köprüde Ziya Paşa ile karşılaştım.
Beni tanıdı ve uzun uzun baktı.
Yıldız Sarayında yine bir yığın hizmetkâr var. Geldiğimi ikinci kâtip
Cevad’a bildirecektim fakat yerinde yoktu. Sanki bırakıp niçin yarın gelmedim
(yani bugün)? Newiinsky’nin tavsiye mektubunu bıraktım. Mektupta «Sultanın
ayağına yüz sürmek ve hürmetlerimi arzetmek için geldiğim» yazılıydı.
Sonra yine sarayda vazifeli Münir Paşa’ya gittim. O da yerinde
görünmüyordu. Newlinsky’den ona hitaben yazılmış ayni mahiyette ve beni
Siyonistierin Lideri olarak takdim eden bir mektubu vardı.
Bodenheimer’i Alman Sefiri Marschall’a gönderdim.
Bodenheimer ve yanında Wolfsohn ben Yıldız’dan döndüğüm sırada işlerini
bitirmiş olarak otele, Londra Oteline geldiler.
Bodenheimer yaptıklarını şöyle anlattı:
«Alman Sefaretine gittim ve Dr. Herzl adına çok mühim bir hususta görüşmek
üzere geldiğimi bildiren kartımı Marschall’a gönderdim. Beni çok soğuk
karşıladı, sizin kendisinden bir mülakat rica ettiğinizi bildirdim. “Dr. Herzl
de kim” diye sordu. Bunun üzerine “Dr. Herzl Siyonistlerin lideridir, şahsen ve
mektupla Kont Eulenburg ile temas halindedir. Majeste Kayzer tarafından kabul
edilmeyi beklemektedir” dedim. Bunun üzerine yüzünün daha da fitneci bir ifade
aldığını farkettim. Fakat şöyle cevap verdi: “Şu anda Dr. Herzl’i kabul edemem,
zira yarım saat sonra Çanakkale’ye Haşmetli Kayzer’i karşılamaya gideceğim”.
Bunun üzerine ben de ayrıldım. Eğer Marschall’ı hala görmek istiyorsan derhal
sefarethaneye gitmelisin».
Hemen ayrılacağına göre gitmemeye karar verdim. Bodenheimer Kont
Eulenburg’un adını vermekle pek iyi etmemiş, çünkü o «geride çalışan
kimselerdendir».
*
* *
Yemekte Lionel Bey Bondy ile beraberdik. Kendisi AvusturyalI bir
Yahudidir. Bir zaman Türkiyenin Avusturyada fahrî konsolosluğunu yapardı.
Burada da bizim gazeteye muhabirlik ediyor. Bana akşam gazetelerinde «Neue
Freie Presse’in müdürü Dr. Herzl İstanbul’a geldi. İmparatorun seyahat
intihalarını nakledecektir, belki de Yıldız’da temaslarda bulunacaktır» şeklinde
haberler çıktığını söyledi. Kendisine hiçbir maksatla değil, sadece
arkadaşlarımla sıhhatimin düzelmesi için seyahata çıktığımı söyledim.
Bana Sultanın yakınlarından Tahsin ve Nuri Beylerle «içli dışlı samimi»
olduğunu söyleyince, bu ikisi ile beni karşılaştırmasını söyledim.
Bugünlerde hep imkânsız şeyler istiyorum.
Bütün geceyi nasıl davranmam gerektiği hususunda düşünmekle geçirdim.
Acaba Suriye’de bir arazi şirketi şekline mi dönsek? Ama bunun da teferruatı
türkleri hemen aleyhe döndürür. Yine «Yahudi Kumpanyası» fikrine döndüm
geldim.
İstanbul’, 17 Ekim Dün bütün gün hiçbirşey olmadı. Bebek’te bayan zavallı
Gropler’i ziyaret ettim, kendisine görmeye yine geleceğimi söyledim ve Boğazın
nefis manzarasını seyrettim. Bunun dışında hep mektuplarla meşgul oldum.
Almanya Sefarethânesi vasıtası ile Alman İmparatoruna :
Büyük İmparator, Merhametli Kayzer
Efendimiz,
Ekselans Baden Grand Dukası’nın
geçen Pazar günü Potsdam’da size bildirdikleri hususlarda bir konuşma
yapmak üzere bendelerini 'burada, İstanbul’da isterseniz gizli olarak kabul
etmenizi istirham edeceğim. Bu istirhamın sebepleri şunlardır: Arz-ı Mukaddeste
bir Siyonist murahhas heyetinin yüksek huzurunuza kabul edilmesi Avrupa’da
münakaşa ve dedikodu mevzuu olabilir. Böyle bir konuşmanın sonuçları tek
taraflı olarak sizin tarafınızdan açıklanabilir. Bu durumda Fransa hiçbirşey
yapamıyacak kadar zayıf durumdadır. Yahudi meselesinin Siyonist tarzda
çözülmesi Rusya için önem taşımamaktadır. Bunlara ilâveten mukaddes yerler
meselesi kolaylıkla bir hal yoluna bağlanacaktır.
İngiltereden de muhalif bir davranış beklenmemelidir, zira İngiliz
Kilisesinin bizim tarafımızda olduğu bilinmektedir. Herşey yaratılacak bir emri
vakie bağlı bulunmaktadır. Benim âciz kanaatime glfre Almanyanm himayesi
altında kurulmasına müsaade edilecek «Suriye ve Filistin Yahudi Arazi Şirketi»
bu gün için maksada kifayet edecektir. Bu şirket tedricen ilerleyecek ve diğer
hususları gerçekleştirecektir..
*
* *
Beyoğlu, 18 Ekim Sabahın 10.15 i
Yazdığım mektupların temiz kopyelerini çıkardım. Kayzere yazdığım mektupta
ufak tefek ifade değişiklikleri yaptım.
Wolffsohn, en esaslı adamım az önce bir arabaya atlayıp mektupları vermek
üzere Yıldız’a gitti.
Bu sabah Schnirer ve Seidener geldiler (Komite üyeleri).
Bir taraftan traş oluyor ve elbiselerimi «kabul» için hazırlıyorum.
Ayni gün, akşam, saat 8.00 Beyoğlu, Londra Oteli
Kayzerle konuştum. Tafsilâtını defterime yolda yazacağım. Şimdi Filistinde
haşmetli împarator’a hitaben yapmayı düşündüğüm konuşmanın müsvettelerini
hazırlamalıyım:
«İsrailoğulları delegeleri bir zaman cedlerinin vatanı ve çok geçmeden
bizim vatanımız olacak bu topraklarda Alman Kayzerini en derin hürmetleri ile
selâmlarlar. Bu toprakların Yahudi oluşundan bu yana pek çok nesiller gelip
geçmiştir. Bunlar hakkında konuşmak eski günlerin rüyasını yeniden görmek olacaktır.
Fakat rüya hala yaşamaktadır, yüzbinlerce gönülde tazeliğini, canlılığını
muhafaza etmektedir... Siyon bizim mazlum gönüllerimizden yükselecektir.
Bugün Siyonist hareketi tam manasiyle modern bir hareket haline gelmiştir.
Bugünün hayat şartları ve durumu onun gelişmesinin sebebi olmuştur. Gayesi,
zamanımızın imkânlarından faydalanarak Yahudi meselesine bir hal çaresi
bulmaktır. Buna nihayet muvaffak olduğumuz inancındayız. Hayat şartları
değişmiş, muhabere ve haberleşme vasıtaları artmıştır. Bütün bunların üzerinde
biz kardeşlik şuurunu yeniden uyandırmış bulunuyoruz. Basel’de bütün dünyanın
gözü önünde biz programımızı yapmış ve tespit etmiş bulunuyoruz : Kanunun
himayesi altında Yahudilere bir Vatan yaratmak...
Bu toprak bizim ecdadımızın. Ziraate ve yerleşmeye elverişlidir.
Majesteleri memleketi görmüş bulunuyorsunuz. Kendişini işleyecek kimseleri
çağırmaktadır ve bizim kardeşlerimiz arasında korkusuz işçiler bulunmaktadır.
Bunlar da işleyecek bir arazi için bağırmakta, ağlamaktadırlar.. Projemizin
kuvveden fiile çıkmasında majestelerinin lutfunu, keremini istirham ediyoruz.
Gayet samimi olarak iddia ediyoruz ki Siyonist plânının tahakkuk etmesi
Türkiye için de bir kurtuluş olacaktır. Enerji ve materyel kaynakları memlekete
getirilecek, her köşe daha mesut ve müreffeh hale getirilecektir.
Suriye ve Filistin için bir arazi kumpanyası kurmayı düşünüyoruz, bütün
büyük projeleri bu kumpanya realize edecektir. Bu kumpanyayı himayesi altına
almasını Alman Kayzerinden istirham ederiz.
Bizim idealimiz hiç kimsenin hakkına ve diğer dinlere tecavüzü
öngörmemektedir. Biz her inanca karşı hürmet besler ve anlayışla karşılarız.
Bütün bu inançlar arasında ecdadımızın inancı da yükselecek, yeniden
doğacaktır...»
19 Ekim 1898 «İmparator II. Nikola Gemisi»
İstanbul’da Alman İmparatorunun karşılanışı, Yıldızdaki ikameti, şehir
içinde yaptığı ziyaretler, alınan sıkı muhafaza tedbirleri, kendisine verilen
randevu ve bu randevuya gelişini bütün teferruatı ile anlatan Dr. Herzl nihayet
İmparator ile başbaşa kalır:
«Nereden başlıyacağım İmparator Hazretleri?»
«Nasıl istersen öyle yap» dedi ve arkasına yaslandı.
Ona Bülow vasıtasıyla gönderdiğim mektuptan, daha önceki muhaberattan
bahsettim. «Arazi Şirketi»nin Almanyanm himayesi altında olması meselesini
açtım..
Sonra sözü o aldı. Bana adeta imkân ve fırsat vermeden konuşuyor ve
Yahudilerden bahsederken «Kavminiz» tâbirini kullanıyordu. Siyonizm’in
kendisini niçin ilgilendirdiğinden bahsetti.
«Yahudiler arasında çok kuvvetli ve iyi elemanlar var. Bunlar Filistine
yerleşirlerse orada çok şey yapabilirler. Çok faydalı olurlar» dedikten sonra
Almanya’daki Yahudilerin vefasızlığından bahsetti. Hohenzolarn hânedanı
Yahudilere karşı hiçbir zaman düşmanlık beslemediği halde Yahudilerden daima
düşmanlık görmüştür, daima aleyhlerinde çalışmışlar ve hatta kraliyet aleyhdarı
faaliyetlere iştirak etmişlerdir, dedi.
Cevaben bütün Yahudileri ihtilâlci teşekküllerden tamamen uzaklaştırma
yolunda ve çabasında olduğumuzu arzettim.
Kayzer, kendisinin himayesi altına aldığını duyunca Yahudiler Filistinde
koloniler kurmak fikrini destekleyeceklerdir ve bu sebeple Almanya’yı katiyen
gerçekten terketmiyeceklerdir kanaatinde olduğunu ifade etti, Bülow buna şunu
ekledi: «Ve bundan dolayı da minnettar kalacaklarını bekleyelim». Benim dikkatimi,
zengin Yahudilerin benim fikrime itibar etmedikleri hususuna çekti. «Büyük
gazeteler, hatta bizzat sizin çalıştığınız gazete bile bu yolda değil. Birkaç
büyük gazeteyi kendi tarafınıza kazanmanın çaresine bakmalısınız» dedi.
«Ekselans bu sadece para meselesidir» diye cevap verdim. Bülow bu sözüyle
Kayzer’e benim arkamda kuvvet bulunmadığını ihsas etmek istemişti. Bülow
herşeyde cephe alıyordu. Hiçbir zaman «Hayır» demiyor, «Ha, evet», yahut «Evet,
fakat..», «Evet, yalnız..» gibi ifadelerle hep menfi yönde konuşuyordu.
Maamafih ileri sürdüğüm delillerin Kayzer’i ikna ettiğini görüyordum.
Aktüel meselelere geçince Fransanm dahilî vaziyetinin zafiyetine sözü
getirdim. «Prens Napolyonun birlik kurma konusundaki faaliyetlerinde ne
dereceye kadar şans tanırsınız?» «Siz şartları biliyorsunuz» diye sordu.
«Majeste, hiç şansı olmadığına inanıyorum. Memleket onu kat’iyen tanımıyor»
dediğimde Bülow söze karışarak :
«Fakat başaracaktır, o bir rus subayıdır» dedi, hemen şu cevabı verdim :
«Evet ama Rusyanm prestiji silahsızlanma meselesinde büyük ölçüde
sarsıldı». Kayzer gözlerinin içine kadar güldü. Dreyfüs davasının akisleri,
orduyu nasıl sarstığı hususlarında uzun uzun konuştuk.
Tam bir soru sormaya hazırlanırken saatine baktı ve «Adresinizi yazıp Bülow’a
veriniz. Şimdi bana bir kelime ile Sultan Abdülhamid’e ne söylememi
istediğinizi açıklayınız» dedi.
«Almanyanm himayesinde bir şirkete müsaade etmesi» dedim.
«îyi, imtiyazlı bir şirket için müsaade» deyip elini uzattı ve ortadaki
kapıdan çıktı.
Yıldız’ın bahçesindeki arabada Wolffsohn heyecan ve merakla bekliyordu.
Müspet gittiğini söyledim, doğruca Alman Sefarethanesine gittik. Fakat Sefir
Yıldızda verilecek gala için ayrılmıştı, sadece kartımı bıraktım.
Diğer arkadaşlar Londra Otelinde bizi bekliyorlardı. Onlara da vaziyeti
anlattım «Filistine gidiyoruz, giriyoruz».
*
* *
Limandaki Rus gemisine binme ve yerleşme formalitelerini arkadaşlar
tamamladılar. Gittiğimiz yerlerde Türk makamlarının bana karşı nasıl
davranacaklarını merak ediyordum. İzmir’e vardığımızda benim geleceğimin
önceden bildirildiğini davranışlarından anladım. İzmir gazetelerinde benim
Kayzerle konuşmam hakkında bir haber olup olmadığını araştırdım, birşey
bulamadım.
*
* *
27 Ekim 1898 Rişon Letsiyon
Yafa’da sahile çıkarken bir aksiliğe uğramamak için hemen oradaki alman
polislerine yaklaşarak buraya Kayzer’in emriyle gelmiş olduğumu söyledim. Hemen
alâkadar oldular. «Tezkere»yi inceleyen Türk memurlar da bir aksaklık bulmadılar.
Kudüs, 29 Ekim Kayzer’e hitabeme şu cümleleri de koydum :
«Burası ideallerin anayurdu olan bir memlekettir, bir tek kavme veya dine
inhisar edemez. Mukaddes Kudüs şehri surları ile birlikte bir sembol şehir
haline getirilmeli ve bütün medeni dünyaya açık olmalıdır.
Bu ebedî şehre bir büyük İmparator ayak basmaktadır. Bütün Yahudiler bu
müteheyyiç anda bütün kalpleriyle selâmlarlar ve bütün insanlık dünyası için
bir sulh ve sükun devresinin doğmasını temenni ederler».
Son birkaç günün intibaları:
Filistinde kurulmuş koloniler, Yahudi okulları, hastahaneleri ile temas
ettim. Ellerinden geleni yapmışlar ama genellikle çaresizlik içindeler.
Rothschildlerin öğündükleri Rişon Letsiyon bile mükemmel durumda değil, zoraki
biraz yeşillik o kadar.
Alman Kayzer’i gezisine devam ediyor. «Mikve İsrail»de iken karşılaşmak
mümkün oldu. O sabah saat dokuz sıralarında önde Türk süvarileri olduğu halde
Kayzer ve mahiyeti göründüler. Etraf her cins ve yaştan insanlarla dolu idi.
Ben okullu çocuklara İmparatorun almanca nasıl selâmlanacağmı öğrettim,
yaklaştığı zaman onlar «Allah Kralı Korusun» diye almanca bağırdılar.
Kayzer kalabalık içerisinde beni teşhis etti, atını bana doğru sürdü, ben
de iki adım öne çıktım. Yaklaştı, elini uzattı, gülerek:
«Nasılsınız?»
«Teşekkür ederim haşmetmeâb. Memleketi geziyordum. Sizin seyahatiniz nasıl
geçiyor majeste?»
«Çok sıcak, ama bu memlekette istikbal var».
«Fakat şu anda oldukça hasta değil mi?»
«Suya ihtiyacı var, bol suya».
«Evet Majeste, büyük bir sulama projesi lâzım».
«Burasının istikbali var».
Buna benzer birkaç şey daha konuştuk. O sırada yakınlara gelmiş olan
İmparatoriçe de hafif bir selâm verdi. Sonra çocukların «Allah Kralı Korusun»
avazeleri arasında uzaklaştılar.
Kayzer’in son derece dik ve mağrur duruşu dikkatimi çekti.
Etrafta bulunanların çoğu ziyaretçinin kim olduğunun bile farkında
değildiler. Bazıları bana sordular. Kimse Kayzer’in buralara geleceğine
inanmıyordu.
Wolfsohn ben Kayzer ile konuşurken iki fotoğraf çekmişti. Kodak makinesini
gururla gösterdi ve «Bu negatifleri 10 bin marka değişmem» dedi. Fakat öğleden
sonra Yafa’da bir fotoğrafçı filmleri banyo ettiğinde gördük ki, birisinde
İmparatorun yanında yalnız benim sol bacağım görünüyor, İkincisinde hiçbir şey
çıkmamış..
Akşam trenle berbat bir seyahatten sonra Kudüs’e gelebildik. Gezip
dolaştım. Şehir benim üzerimde çok büyük tesirde bulundu. Davud’un başşehrinde
Siyon’un surlarının silüeti karanlıkta pek muhteşem görünüyordu.
Gece ateşim yükseldi. Kinin aldım, arkadaşlarım masaj yaptılar, rahatsız
bir gece geçirdim. Sabah Kayzer’in önce Yahudi sonra da Türklerin
hazırladıkları tâklarm altından geçişini otelimin penceresinden seyredebildim.
*
* *
Süleyman Mabedinin bugüne kadar kalmış meşhur batı duvarını «Ağlama
Duvarı»nı ziyaret ettim. Etrafı hep dilencilerle doluydu.
Sonra da Davud’un türbesini ziyaret ettik...
Kudüs, 31 Ekim
Kayzer tarafından kabul edilmem hususunda maiyet nazırına gönderdiğim
mektuba hala cevap gelmedi. Şimdi saat 1.30 ve Kayzer’in Jericho’ya gideceğini
haber aldık. Acaba bi’ zim kabul dönüşüne mi kaldı?
Saat 3.00 de Hechler heyecanla geldi. Kayzer seyahatini derhal kesip
Berlin’e dönmeye karar vermiş. Yarın sabah doğru Berlin’e gidiyormuş zira
Fransa İngiltereye harp ilân etmiş.
Bu haberlere inanmaya imkân yok, bililtizam çıkarılmış şeyler bence. Bana
öyle geliyor ki Kay zerle mülâkat yapmamızı önlemek için belirli bir kaynak
tarafından ortaya atılıyor.
Kayzer’in bizi kabul etmesini temin için ona bizi hatırlatmak lâzım. Ne
yapmalı? Yahudi kolonilerinin fotoğraflarını çekmiştik, onlardan bir albüm
yaparak Kayzer’e hatıra olarak göndersek belki de bizi hatırlayıp huzuruna
çağırtır. Fakat Alman Başkonsolosu ve Kayzer’in çevresindeki diğer görevliler
onun Siyonistlerle fazla ilgilenmesinden hoşlanmaz görünüyorlar. Her fırsatta
önüme engel çıkartıyorlar. Garip davranışlar birbirini kovalıyorlar.
Kudüs, 2 Kasım
Kabul edilmemiz nihayet bugün gerçekleşti. Davet edildik. îlk defa olarak
«Mecidiye» nişanımı göğsüme taktım, bir arabaya binip arkadaşlarımla beraber
tozlu yollardan geçip davet yerine ulaştık.
Kayzer bizi gri üniforması içinde kabul etti.
Bu kısacık kabul Yahudi tarihinde ebediyen hatırlanacak ve büyük bir
ihtimalle tarihî sonuçlara müncer olacaktır.
İçeri girince eğilerek Kayzeri selâmladım, dört arkadaşım da ayni şekilde
davrandılar. Onları takdim ettim, her birinin elini sıktı, memnuniyetini
bildirdi.
Kayzerin yanında duran Bülow’a bir nazar atfettikten sonra hazırladığım
hitabeyi çıkardım ve ağır ağır okumaya başladım. Ara sıra gözümü kâğıttan
ayırıp Kayzer’in yüzüne bakıyor, dikkatini devamlı olarak uyamk tutmak istiyordum.
Bitirdiğim zaman o konuştu, şunları söyledi:
«Beni çok alâkalandıran bu konuşmanıza teşekkür ederim. Mesele etüd
edilmeye ve daha derin tartışmalar yapmaya muhtaçtır», deyip kolonilerin
durumuna geçti: «Memleket herşeyden önce su ve gölgeye muhtaç durumdadır» diye
başlayıp ziraat ve ormancılık konusunda çoğu teknik olan bir sürü söz söyledi,
sonra elini uzattı. Ama bu konuşmanın bittiğine işaret değildi, beni Bülow’a
doğru çekerek «Herr von Bülow’u tanırsınız değil mi?» dedi. Onu tanıyor muydum!
Bütün konuşmamı esrarengiz bir tebessümle takip etmişti. Onunla seyahat hakkında
konuşmaya başladık.
Kayzer: «Seyahat için en sıcak mevsimi seçmişiz. Dün Ramle’de hararet
gölgede 31, güneşte 41 santigrattı» deyince Bülow, «Efendimiz onun için bir
Yunan şairi en iyi şey sudur demiş» cevabını verdi.
«Memleketi sulayabiliriz, bu milyonlar alır ama milyonlar da getirir»
deyince, Kayzer:
«Sizde de en çok bulunan şey paradır» dedi «Hepimizden çok para sizde
vardır». Bülow da tekiden : «Evet, bizim için daima mesele olan paranın sizde
tam bolluğu vardır» dedi.
Arkadaşım Seidener mühendis olması hasebiyle söze karışıp nerelere nasıl
barajlar yapılabileceğini, suların nasıl çoğaltılıp getirileceğini anlattı.
Söz göz hastalıklarına, sağlık konularına intikal etti. Eski Kudüs şehrinde
açılacak bir sürü müessesede bütün bu dertlere derman bulunabileceğini anlattım.
Diğer arkadaşlarım daha söze başlamadan Kayzer elini uzatıp mülâkatın
bittiğini işaret etti, çıktık.
*
* *
Kayzer açıkça «Evet» veya «Hayır» dememişti. Aşikârdı ki perde arkasında
birşeyler cereyan ediyordu.
5 Kasım Yafa ile İskenderiye arasında «Dundee» gemisinde
Olup bitenleri ancak şimdi gözden geçiriyorum ve görüyorum ki oldukça
başarılı oldu.
Eğer Türk Hükümetinin zerre kadar siyasî basireti olsaydı benim oyunuma
bir son verirdi. Bu seferki İstanbul seyahatimde ellerinde böyle bir fırsat da
vardı, pekâla oradan geri dönmezdim. Kovabilirlerdi veya herhangi bir sebeple
jandarmaya teslim edebilirlerdi.
Türk Hükümeti benim devam etmeme ve seyahatimi tamamlamama göz yumdu ve
eğer hislerim beni yanıltmıyorsa şimdi siyasî bir faktör oldum.
Bu seyahatin bir hususiyeti de 19 Ekimden beri dünya ile rabıtamın kesilmiş
olması. Gazete hiç gelmiyor. Bir telgrafın çekildiği yere ulaşması dört beş gün
alıyor. Onun için buradaki temaslarımın herhangi bir yankı uyandırıp
uyandırmadığından tamamen habersizim.
Birkaç gün önce İngiltere ile Fransa arasında neredeyse savaşa müncer
olabilecek sertlikte atışmalar olduğunu duyduk kadar...
*
* *
8 Kasım «Regina Margherita»da, Napoli yolunda Kuzeye doğru gidiyoruz.
Muhteşem Mısır benim için sürprizlerle dolu idi. İnsan bu sıcak memleketin
nasıl enerji dolu olduğunu, nasıl bir sanayi kurulabileceğini ilk bakışta
görüyor. Bizim memlekette bir Nil nehri yok ama binbir türlü imkân orada da var
ve yaratılabilir.
*
* *
15 Kasım, Udine treninde Napoli’de ilk defa dünya ile alâka kurabildik.
Günlük haberlerden sonra eski günlerin kolleksiyonlarını karıştırdık. Bizim
Kudüs’te Alman Kayzer’i tarafından kabul edilişimiz hakkında Alman Ajansı şu
haber bültenini neşretmişti:
Kudüs, 2 Kasım: Kayzer Wilhelm kendisine Filistindeki Yahudi kolonilerinin
bir albümünü takdime gelen bir heyeti kabul etmiştir. Heyet başkanının
konuşmasına cevaben Kayzer
Wilhelm Filistinde ziraatin geliştirilmesine matuf hareketleri ilgi ile
karşıladığını, bu şekilde Türk İmparatorluğunun inkişaf edeceğini, Sultan
Abdülhamidin saltanatına son derece hürmet beslediğini ifade eylemişlerdir.
Aşikârdı ki bu Bülow’un eseri marifeti idi. Yol arkadaşlarım alt üst oldular.
En çok sarsılan Bodenheimer oldu. Sadık Wolffsohn bile biraz bozulmuştu, onları
teskin etmek bana düştü.
«İşte bu sebeple lideriniz benim. Hemen ilk fırsatta maneviyatınız
bozuluyor, berbat oluyorsunuz. Bundan daha kötü zamanlar oldu, hiçbirzaman cesaretimi
kaybetmedim..» dedim.
*
* *
Roma’ya yapmayı düşündüğüm seyahat suya düştü. Orada Newlinsky’den gelen
mektup beni bekliyordu: «Hastalanmış ve seyahata çıkamamıştı».
17 Kasım, Viyana
Dün Newlinsky’yi ziyarete gittim, gerçekten çok hasta. İstanbul’dan
haberler almıştı: Kayzer Wilhelm Sultan Abdülhamid’e şöyle söylemiş:
«Siyonistler Türkiye için hiçbir zaman tehlikeli değildirler, fakat Yahudiler
her tarafta başa belâ oldukları için onları kovar kurtuluruz*. Buna karşı
Sultan Yahudi tebaasından oldukça memnun bulunduğunu kendine has ifade ile
söylemiş. İmparatoriçe de seyahatinin çok iyi geçtiğini, yalnız bir sürü Yahudi
ile karşılaştığı için biraz sıkıldığını söylemiş.
İstanbul’dan gelen diğer dedikodular şöyle: Nuri Bey şimdiye kadar bizden
on para almadığı için ateş püskürüyormuş. Berlin Sefiri Ahmed Tevfik de bizim
aleyhimizde imiş. Türkiyede şimdi tam bir sukutu hayal havası esiyor. Alman
İmparatoru Wilhelm için sarfedilen 16 milyon lira bir tarafa, Girit seferinin
masrafları bile elde edilebilmiş değil..
*
* *
Dr. Herzl Baden Grand Düka’sı ve doğrudan doğruya Kayzer Wilhelm’e yazdığı
mektuplarla «İmtiyazlı Şirket» konusunda himaye talebinde ısrar eder. Eğer
kendi ismi allerji uyandırırsa bir İngiliz bankerinin adının
kullanılabileceğini, şirketin merkezinin Almanya’da olması ile Kayzer’in
himayesinin elde edilmiş sayılacağını, fakat bunun açıklanması gerektiğini
savunur. Bir taraftan da Filistindeki mahalli teşekküller ile temasa geçerek
orada durumlarını kuvvetlendirmek için bir gazete kurma tekliflerini
destekler. Siyonizm ve Yahudiler hakkında Türk halk oyunun neler düşündüğünü
araştırır. Bu soruya gazeteci Ben Yehuda şöyle cevap verir:
«Şarkta herkes biribirinden korkar, halk vahşi hayvanlar gibidir,
bağlanamaz ama istenilen yere sevkedilebilir. Eğer idareciler bir işaret verse
bütün müslümanlar Yahudileri bastırır, ermenilere yaptıklarmı yaparlar.
Yükseklerde ise durum tamamen Sultan’a bağlı bulunmaktadır, Sadrıazam bile bir
uşaktan başka birşey değildir.»
İngiltere ve Fransada Dr. Herzl’in «Politik Siyonizm» görüşüne cephe alan
çevreler onun Basel’de topladığı kongreye benzer bir kongreyi Paris’te toplama
faaliyetine girişirler. Rothschildler bu faaliyeti desteklemektedirler. Basma
aksettirdikleri haberlerde Filistinde şimdiye kadar 40 bin dönüm toprak satın
almış olduklarını tedricen bu miktarın artacağını, sadece ziraatin gelişmesi
ile halkın istikbalini garanti altına alabileceği görüşünde olduklarını,
metruk Keysarya limanını onararak hizmete açacaklarını, bu hususta Sultan’ın
müsaadesi için Alman Kayzer’inin tavassutunu dilediklerini işae ederler. Fakat
Dr’ Herzl’in durumu daima kuvvetlidir ve çizdiği yolda fütursuzca
ilerlemektedir.
Kurmayı tasarladığı banka tahakkuk yolundadır. Satılan ilk hisselerin
haberleri gelmeye başlamıştır.
Temaslarını Almanya, İstanbul ve Roma çevrelerinde devam ettirmektedir.
*
* *
29 Mart 1899
Newlinsky yarm îstanbula hareket edecek. Fakat kalp hastası olması beni
düşündürüyor. Aile doktoru ile konuşarak tren seyahatinin bir zararı olabilir
mi diye sordum, «Yatakta veya trende olması önemli değil, her an bir kriz
gelebilir» cevabını verdi. Bizzat Newlinsky gitmek ve «birşeyler» yapmak
arzusunda ama ben onu seyahate göndermekle mesuliyet altına girdiğimi
hissediyorum. Yanma Dr. Poborsky’yi koyayım diye düşünüyorum. İstanbul’da
yapacağı temaslar sonucunda Sultan’dan mülakatı temin edebilecek şimdilik tek
insan.
Bana İstanbul’’a gitmekte olan Mahmut Nedim’in muhtemelen bir daha geri
dönmeyeceğini, zira artık gözden düşmüş olduğunu işittiğini söyledi. Amma
memleket ha.
Mahmut Nedim burada kelimenin tam manası ile aç idi. Maaş bile alamıyordu
da yemeklerini kendisi pişiriyordu. Halifenin Sefir-i Kebiri. Bütün bunlar bir
romanda olsa halk inanmazdı.
2 Nisan
İstanbul’dan Dr. Poborski’den telgraf var :
«Newlinsky birden bire öldü. Karısına mümkünse birşeyler gönderin, yarm
akşam Viyanaya dönüyorum».
Hemen Madam Newlinsky’ye telgraf çektim, ömrümün sonuna kadar kendisinin
ve çocuklarının hizmetinde bulunduğumu, derin acılarına yürekten katıldığımı anlattım
ve şimdilik bin frank gönderdiğimi bildirdim.
Newlinsky’nin ölümü bizim için gerçekten büyük kayıp oldu. İstanbul ve
Roma’da çok iyi bir muhiti vardı. Onunla Siyonist hareketi romanı en esaslı
karakterlerinden birini kaybetmiş oldu.
4 Nisan
Bugün postadan Newlinsky’nin 1 Nisan günü postaya vermiş olduğu mektup
çıktı:
«Çok Aziz Arkadaşım,
Salimen İstanbul’’a geldik, iyi bir seyahat yaptık, yol arkadaşım Dr.
Poborski iyi bir insan. Şimdi Yıldız Sarayından geldim, orada çok iyi
karşılandım, Salı günü öğleden sonra tekrar gelmemi söylediler. Selâmlar.
M.de Newlinsky»
Dışarıda soğuk berbat bir hava var.
Türk maslahatgüzarı Ahmet Resmi Bey’e mektup :
Ekselans,
Dünden önceki gün M. de Newlinsky’nin İstanbul’da ani ölümünü haber aldım,
ekselansları herhalde dünkü gazetelerden muttali olmuşlardır.
Bu sabah aziz arkadaşımızın İstanbul’dan yazmış olduğu son mektubu aldım.
Vasıl olur olmaz Yıldız Sarayına gittiğini, son derece iyi karşılandığını ve
Majestelerinin kendisini bu Salı günü öğleden sonra kabul edeceğini
bildiriyordu.
Türkiyenin iyi ve en sadık dostlarından birisi kaybolmuş bulunuyor. Kendisi
bizim davamızın da kıymetli bir rüknü idi. Bu günlerde zatı âlinizle onun ölümü
ile hasıl olan durum hususunda konuşmak arzusundayım.
Derin saygılarımla
Dr. Th.Herzl
7 Nisan
Birçok hükümet ileri gelenleri, prensesler ile dost oluşu, tavırları,
davranışları ile Newlinsky tam bir «gizli ajan» görünüşünde idi. Doğrusu bana
bir yığın paraya mal oldu, bir o kadar da Komite’den aldı. Bizim için ne yaptı?
Gerçekten lehimizde çalıştı mı? Bu sorunun cevabını bir sır olarak beraberinde
mezarına götürdü.
Ölümü üzerine Viyana’da çeşitli dedikodular çıktı, esrarengiz bir manzara
vermek isteyenler oldu. O kadar ki aile doktoru Ludwig Frey onun sıhhî durumu,
hastalığı ve ölüm sebebi hakkında tıbbî bir açıklama yapmak zorunda kaldı ve
bunu bizim gazetede yayınladık. Böylece dedikodular biraz olsun hafifledi.
İstanbul’dan Newlinsky’nin tabutu ile gelen zevcesini istasyonda ben de
karşıladım, cenazesinin birinci sınıf merasimle kaldırılmasını sağladım. Sonra
evlerine gittim. Pek sarsılmışa benzemiyorlardı. Zevcesine şimdilik ayda 200
guilder maaş vereceğimizi, Kongre toplandığında daha fazlasını yapmaya çalışacağımızı
söyledim.
Anlatılanlara göre mektubunda bahsettiği gün Sultan tarafından kabul
edilmemişti. İstanbul’da bizim karşı teşkilâtın bir adamının aleyhimizde
çalıştığı şeklindeki haberleri tahkik Ş edemedim.
11 Nisan
Mahmut Nedim’in İstanbul’a dönmesi üzerine maslahatgüzarlık makamına
getirilen Türkiyenin ayni zamanda Viyana [ Başkonsolosu Ahmet Resmi Bey ile
konuştum. İstanbul’daki yeni durum hakkında gayet açık bilgi verdi.
Kendisine İstanbul’’da şantajcılık yapan ve bana karşı çalışan Josef Graf
ve Bernard Stern’in içyüzlerini bütün çıplaklığı ile umumî efkâra
açıklayabileceğimi söylediğim zaman, tam Türklere has bir şekilde omuz silkerek
«Bu hiçbirşey temin etmez» dedi.
Sonra daha da ileri giderek, benim davam için Nuri Beyi yahut Tahsin Beyi
kazanmam gerektiğini, Lutfi Beyin rüya tâbirciliği ve merasim nezaretçiliğinden
fazla bir mevkii olmadığını, fakat Tahsin Beyin halen gözdelerden bulunduğunu,
siyasî konularda elde edilecek en uygun şahsın Tahsin Bey olduğunu söyledi.
Correspondance de l’Est gazetesinin Newlinsky’nin zevcesinin hesabına
çıkmaya devam edeceğini ve Türk Hükümeti taraftarı durumunu devam ettireceğini
söylediğimde teşekkür etti.
Sonra tekrar Nuri ve Tahsin Beyler meselesine döndük. Her ikisini birden
kazanmanın daha iyi olacağı fikrimi ifade edince, arkadaşça gülümseyip, Tahsin
Bey Nuri Beye pek benzemez, dedi.
Bugün Londradan aldığım bir telgrafta bizim banka hisselerinin 228 000
adedinin hemen satılmış olduğu bildiriliyordu. Gözlerime inanamıyor, telgrafı
tekrar tekrar okuyordum. Bu cidden çok büyük muvaffakiyet ve iyi bir haber.
13 Nisan
Dün öğleden sonra Resmi Bey ziyaretime geldi. «Correspondance»m güttüğü
fikirleri beğendiğini, tebrik ettiğini ifadeden sonra söz Newlinsky’ye intikal
etti. «Zavallı çok çabuk öldü, pek şüpheli bir şahsiyeti vardı» dedi.
17 Nisan
Viyanada şöyle bir fıkra dolaşıyor :
Güya Kayzer Wilhelm mülâkatımız sırasında bana şöyle demiş :
«Siyonizm çok güzel bir fikir ama bunu Yahudilerle gerçekleştirmeye imkân
yoktur».
28 Nisan
Bugün Wolffsohn’a Wiener Tageblatt gazetesine bu yıl için 20 bin guilder
yardım yapmamızın mümkün olup olmadığını yazdım. Bu gazetenin bizim tarafımıza
kazanılması lâzım.
Bugün İstanbul’da bulunan İngiliz avukat Sir Ellis Bartlett’e aşağıdaki
mektubu gönderdim :
«Muhterem Efendim,
Profesör Kellner sizin ilgilendiğinizi söyleyerek bizim Siyonist
hareketinin gayelerini açıklamamı bildirdi. Size bu konuda bir «expose»
yazacağım. İngilizcem mükemmel değildir, böyle bir konuda da tercüman kullanmak
işime gelmiyor, bu sebeple size açıklamayı birkaç cümle içerisinde yapacağım.
Siyonistler darmadağın edilmiş
Yahudi kavminin temsilcisidirler. Talihsiz kardeşliklerini Majeste Sultan
Abdülhamid’in ve kanunların himayesi altında Filistinde yeniden tesis
edeceklerdir. Türkiye Hükümeti Siyonistlerle bir anlaşmaya vararak
İmparatorluk mâliyesini yeniden kurabilirler. Bu maksatla biz 2 milyon sterlin
sermayeli bir banka tesis etmiş bulunuyoruz. Bu banka bizim malî işlerimizde
aracımız olacaktır. Meseleyi detayları ile majeste Sultan Abdülhamid’e
açıklamaya hazır bulunuyorum.
1 milyon sermayenin böyle bir plânı gerçekleştirmek için gayrı kâfi
olduğunu anlamak çok kolaydır, fakat bunun sadece ilk adım olduğu
unutulmamadır. İkinci adım milyonlara varan sermayesi ile bir «Arazi Şirketi»
olacaktır. Çok yakın istikbalde İstanbul’a gelmek niyetindeyim.
Kavmimizin maddî ve manevî menfaati için demiryolları, limanlar ve yepyeni
bir kültür yaratacağız. Buralara hıristiyan işçiler de kabul edileceklerdir.
Dünya birçok faaliyetler için kâfi derecede büyüktür kanaatindeyim.
Bana inanmanızı rica ederim, saygılarımla
Th.Herzl».
İstanbul’daki adamlarımdan Danusso aracılığı ile Hâriciye Nezâretinde
vazifeli ermeni asıllı Artin Paşa’ya da şu mektubu yazdım:
«Ekselans,
Size müteveffa Newlinsky’yi hatırlatarak kendimi takdime müsaadelerinizi
rica ederim. O Majeste Sultanın ve türklerin çok yakın ve samimi bir dostu idi.
İşte bu samimiyet dolayısiyle de bendenizin mümessili bulunduğum Siyonizmin sadık
bir propagandacısı idi.
Siyonizmin maksadı çeşitli memleketlerde takibat ve tedibe uğrayan bahtsız
ırkdaşlarına emin bir melce bulmaktır. Biz bu melcein Filistin olması
arzusundayız, tabii bu ancak majeste Sultan hazretlerinin kabulüne bağlı
bulunmaktadır. Halen orada bulunan Yahudi kolonistleri Sultana tam manası ile
bağlı bulunduklarını göstermiş ve böyle bir tebaaya malik bulunduğu için
Sultanı gururlandırmışlardır. Onlar memlekette meydana getirilecek yeni
teşkilâtlar vasıtasiyle vergiler ödeyeceklerdir. Kendileri çoğaldıkları gibi
İmparatorluğun o bölgesini ihya edecekler ve dolayısiyle memleketin bütününe
faydalı olacaklardır.
Majeste Sultan’ın hükümetine halihazırdaki ikraz şartları içinde ikraz
teklifinde bulunacağız, fakat bizim ikrazımız derhal birkaç yüz milyon frank
tutarına yükseltilebilir. Bunun karşılığında istediğimiz sadece emniyet ve
zavallı ezilmiş halk kitlelerimize çalışma garantisi verilmesidir.
Plân ve projelerimizi halk önünde Basel şehrinde iki defa açıklamış ve
üzerinde tartışmış bulunuyoruz. Gizli birşeyimiz yoktur ve her defasında da
Majeste Sultana bağlılıklarımızı teyid ettik.
Türkiyeye sunmak istediğimiz malî yardım kabul edilirse bu hiç şüphesiz
vergiler ve fonlarla tahdid edilmeyecektir. Bütün malî hususlar yardımımızla
bir düzene konulacaktır.
Siz devlet borçlarını tamamen ödeyecek ve kendi öz kaynaklarınızı
serbestçe kullanabilir hale geleceksiniz. Plânlanan işlerin gerçekleşmesi
şüphesiz birkaç yılı alacaktır ama sonuç hiç şüphesiz başarılı olacaktır.
Bu iş son derece gizli ve sessiz yapılmalıdır, zira Türkiyenin düşmanları
sizin tekrar kalkınmanızı ve maddeten kuvvetlenmenizi asla istemeyeceklerdir.
Ben sadece ekselanslarının dikkatini şimdiye kadar yapılmış olan dış
yardımların hepsinin daima birkaç el değiştirerek ve Türkiyeye tam faydalı
olmayacak şekilde yapılmış olduğu hususuna çekmek isterim. Bizimki bunun gibi
olmayacaktır. Siz parayı makul çerçeve şartlarla alacaksınız. Sizi dış kontrolden
kurtarmayı tekeffül ediyoruz. Ve nihayet bu insanlar (Yahudiler) sizi
mahvetmek, sarsmak yıkmak değil, kaderlerini sizinki ile birleştirmek isteyen
kimselerdir.
Malî plânlarımızı gerçekleştirmek üzere Londrada «Jewish Colonial Trust»
teşekkül etmiş bulunmaktadır. Burası sadece aracı olarak hizmet görecektir.
Asıl büyük şirketleri istikbalde tesis edeceğiz.
Bugün için daha fazlasına gitmeyeceğim, zira kabul edilip edilmeyeceğimizi
ve plânlarımızı başka bir bölgeye tevcih edip etmeyeceğimizi henüz bilmiyoruz.
Eğer Majeste Sultan bendelerini kabul etmek lütfunda bulunurlarsa bütün
süratimle İstanbul’a gelir, ayaklarına yüz sürer, sadakatlerimi arzeder ve her
türlü sorularına cevap veririm, delillerimi gösteririm.
Meşgalelerim bir mülâkat sözü alınmadan beni İstanbul’a gitmekten
alıkoyuyor.
Ekselans derin saygılarımı lütfen kabul buyurunuz.
Dr. Th.Herzl».
13 Haziran
Rusya Devlet Bakanlığı Müsteşarı Bloch’la öğle yemeğini beraber yedik [[5]]. Bana Çar’ın manifestosunun hikâyesini anlattı.
Çar ona, Avusturya İmparatorundan enteresan telkinler geldiğini söylemiş.
Avusturya İmparatorunu bu fikirleri serdetmeye Alman Kayzer’i teşvik etmiş, bu
sebepten de Filistin konusundaki bu görüşleri Çar’ın kabul etme imkânı tamamen
ortadan kalkmış, çünkü Alman Kayzer’inden gelen bir teklifi Çar’ın kabul
etmesi halk nezdinde itibarını düşürürmüş...
Haziran
Bloch bana Çar’dan bir randevu temin etmeye çalışacak. Sanki bizim mesele
hususundaki görüşünü bilmiyormuş gibi fikirlerimi anlatacağım. Bloch bunun çok
faydalı olacağı kanaatinde.
*
* *
Dün akşam Nuri Bey beni görmeye geldi. Müstakil bir odaya çekilerek yemek
yedik, baş başa konuşmak istiyordum. Nuri’nin nahoş ve hilekâr bir suratı var.
Masada konuşma başlangıçta çok sıkıntılı idi. Konuyu çeşitli yönlere götürdüm.
Newlinsky ismi konuya girmeye vesile oldu. Nuri onun hakkında çok ağır şeyler
söyledi. «Newlinsky beni aldattı, tekliflerimi hiçbir zaman gereken yerlere
ulaştırmadı, casusluk yapmayı tercih etti. Mahmut Nedim daima onun
söylediklerini yaptı çünkü Newlinsky’nin karısı ile yatıyordu» dedi.
İçilen şampanyaların tesiriyle konuşma daha samimileşince Nuri Bey
«Kelimeyi söylemekten kaçınmayalım : Nevvlinsky pis sefihin biriydi» dedi.
Nuri söylediği hususlarda benim tasvipkâr davrandığımı görünce daha da
açıldı: «Bazı insanlar vardır, hamle yapmayı isterler. Gel seninle bir birlik
kurup Yıldız’da iş görelim. Bâb-ı âlinin hiçbir zaman önemi yoktur, bu adam şu
kadar çok, şu adam bu kadar çok almalıdır. Onlarm hepsiyle de aram iyidir, zira
herkese herzaman açıkça söyleyeceğimi söylerim. Meselâ İzzet Beyi alalım,
kendisi şimdi gözden düşmüştür, fakat eskiden olduğu gibi şimdi de benim
tavsiyelerime kulak verir. Kendisine yine ayni hediyeleri veririm. Dolayısiyle
bana minnettar kalır».
Maamafih Filistin işi zorlaşmaya doğru gidiyor. Bazı şeyler vardır ki ona
baştan değil yanlardan hücum edilir. Haleb’i al, Beyrut civarında arazi satın
al ve sonra bunları genişlet. Onlar sizin yardımınıza ihtiyaç duydukları zaman
Filistini iste.
Kendisine bu yoldan gidemiyeceğimi anlatıp taraftarlarıma ancak ve ancak
Filistin için uğraşacağıma söz verdim, dedim.
Sözü tekrar «İmtiyazlı Şirket» mevzuuna getirdim. Sordu:
«Alman Kayzerini yine ayni pozisyona getirebilir misin?»
«Evet».
«O zaman olmuş bil. Sadece Kayzer’in tavsiyesi veya yalnız Yıldızda
kuracağımız ortaklaşa iş kifayet etmez, ama her ikisi de olursa bu iş tahakkuk
eder».
«Ne kadar zaman alır?»
«Bir veya iki ay».
«Ben İstanbul’’a gidecek miyim?»
«Evet, seni Tahsin’e takdim edeceğim, o arkadaşımdır».
Nuri Bey daha başka hususlarda da konuştu. İpotek usulü ile İstanbul’da iyi
bir mevkie sahip olabilecek miyiz? Birkaç yıl içinde İstanbul’un yarısının
sahibi olabiliriz.
Ben bu fikri reddettim, çünkü böyle bir durum hemen Yahudi aleyhdarlığı
doğurur.
Sonra Nuri Bey İstanbul’da bütün kamu oyunu 3-400 000 franka satın almayı
teklif etti, kısaca ne istersem onu alabilirmiş..
Bugün ilk karşılaştığımızda bana «Mösyö» diye hitabediyordu, masada «Mösyö
lö doktor», Ren şarabmdan sonra «Mösyö Herzl» şampanyanın üzerine «Mösyö dö
Herzl» ve en sonra yediğimiz peynirden sonra ise «Aziz dostum» diye
hitabediyordu.
Kolay bir macera, bakalım.
Dr. Herzl bir aydan fazla süren bir müddet tekrar Fransa ve İngiltereyi
dolaşır. Artık banka tam anlamı ile kurulmuş ve faaliyete geçmiştir. Bütün
Yahudi teşekkülleri birkaçı müstesna kendisinin arkasında vaziyet almıştır.
Çar ve Alman Kayzeri ile yazışmalarına devam etmektedir. Bu sırada Nuri
Bey de boş durmamaktadır.
*
* *
28 Temmuz, Viyana Nuri Bey bizim komite üyelerinden Kann aracılığı ile
nihayet beklediğim listeyi gönderdi. Artık bir «alfabe»ye malikim [[6]]
:
Hacı Ali Bey A
Tahsin Bey B
İzzet Bey C
Faik Bey D
Arif Bey E
Kâmil Bey F
İlyas Bey G
Ragıb Bey H
Hacı Mahmut Efendi İ
Sadrıazam J
Nazırlar K
(*) Listede her sınıftan şahıs bulunmaktadır. Meselâ (A) Başmabeynci,(B) ve
(C) padişahın yakınları, (D) Harbiye Nazırı Memduh PaşanIN hususikâtibi, (E)
Hariciye memuru, (F) Sultanın şifre memuru, (G) ermeni asıllı hariciyeci (H)
Sarıca Ragıp Paşa, (1) Sultanın ahır ve atlarına bakan hizmetkârı, (J) Halil
Rifat Paşa v.s. dir.
Hayat
düsturum şudur :
İnsanları
değiştirmek isteyen kimse, önce onların hayat şartlarını değiştirmelidir.
12 Ağustos
Hechler’in tavassutu ile Hesse Grand Dükü ile konuştum. Ona herşeyi bütün
açıklığı ile anlattım, tamamen bizim tarafımızda olduğunu tespit ettim.
Kendisi bu günlerde resmî ziyarette bulunmak üzere Rusyaya gidiyor. Bunları
Çar’a anlatacağına ve «İmtiyazlı Şirket» konusunda onun muvafakatini istihsale
çalışacağına söz verdi.
13 Ağustos, Basel
Merasim Nazırı Münir Paşa hazretleri delâletiyle Haşmetli Sultan Abdülhamid
Han — Yıldız Sarayı — İstanbul adresine şu telgrafı gönderdim :
«Basel’de toplanan Siyonist Kongresi azalarının ilk işi Yahudi tebaasına
karşı gösterdiği âlicenablıktan ötürü Sultan Abdülhamid Han hazretlerine içten
gelen minnet ve şükran duygularını arzetmek olmuştur. Siyonistlerin arzusu
Avrupanın çeşitli ülkelerinde bulunan talihsiz kardeşlerinin imdadına koşmak
ve Osmanlı İmparatorluğunun büyüklük ve cömertliğine tevdi etmektir. Onlar bu
maksadın sadakatinin Halife’nin hakim şahsiyeti tarafından da
cesaretlendirileceğine samimiyetle inanmaktadırlar.
Bu hislerimizin ve arzularımızın Majeste Sultan’a iletilmesi hususunda
delâletlerinizi rica ederim.
Dr. Theodor Herzl Siyonist Kongresi Başkanı».
20 Ağustos, Basel’den dönüş yolunda
Kongre sakin ve istediğim şekilde cereyan etti. Gizli maksatlar için bir
miktar fon ayrıldı. Nuri Beye vadettiğim şekilde rüşvet verebilmek ve Türkiyede
«ilerleyebilmek» için bu paraya çok acele ihtiyacım vardı.
23 Ağustos, Unterach
Evvelsi gün Salsburg’tan Nuri Beye bir kart yazarak Karlsbad’da ne kadar
kalacağını, kendisiyle muhakkak görüşmek istediğimi, bana «Charles» imzası ile
telgraf çekmesini istedim. Bunun üzerine dün şu telgraf geldi :
«Ayın 27 sine kadar buradayım — Charles».
Nuri Beye şu mektubu yazdım :
23 Ağustos 1899
«Ekselans,
Viyanaya dönüş yolundayım. İşte iki kelime ile hikâye. Başlangıç olarak
Sultan Abdülhamid tarafından kendisine Siyonist plânmı anlatmak üzere kabul
edildiğim gün size 20 000 frank takdim edeceğim. Bu küçük meblâğı size sırf bir
arkadaşlık nişanesi olarak veriyorum. Sadece Sultana bizim plânı, Türkiyeye
kazandıracağımız menfaatleri v.s. anlatabileceğim bir randevu kâfi.
Diğer hususlarda bir anlaşmaya varmak ve müzakerede bulunmak üzere sizi
Viyanada bekleyeceğim.
Viyanaya gelişinizi lütfen ev adresime bildirin ve evimde buluşup
konuşalım. Herhangi umumi bir yerde görünmemiz doğru olmaz.
Saygılarımla
Th.H.»
*
* *
28 Ağustos, Viyana
Dün gece «Venedik Lokantası»na gittim, zira Nuri Bey Viyanaya gelmişse
muhakkak oradadır, bana geleceğini bildirmedi.
Tahminim doğru çıktı. Türkiyenin fahrî Başkonsolosu Ladislas Dirsztay ile
beraber orada idiler. Bu L. Dirsztay bana Newlinsky’nin söylediğine göre para
kuvvetiyle osmanlılardan nişan ve ünvan koparmış bir macar Yahudisidir. Ben
onunla konuşurken Nuri Bey sanki tanışmıyormuş gibi uzakta durdu.
Bu sabah kendisine konuşmak istediğimi yazdım. Tezkereyi götüren
bahçevanım vasıtasiyle saat 4 de İmperyal Otelinde bulunacağını bildirdi.
29 Ağustos
Dün İmperyal Otelinde Nuri Beyi ziyarete gittim. Elbisesini giymiş,
eşyalarını hazırlamış Semmering’e gitmek üzereydi.
Başlangıçta soğuk davrandı, sanki ne için geldiğim hakkında hiç fikri
yoktu. Çok geçmeden anladım ki 20 000 frankı az gördüğü için böyle
davranıyordu. Dedi ki:
«Sizin Siyonist hareketi içindeki mevkiinizi düşünürsek, bir randevunun
bedelinin sonsuz olması lâzım gelir. Sultanla konuşabilmek için herhangi bir
banker bana sizin verdiğinizin en az iki mislini verirdi».
Cevaben : «40 000 alacaksınız» dedim. Bunun üzerine biraz daha
«insanlaştı». Mesele öyle çok basit değildi. Türk çevrelerde rahatlıkla
çalışabilecek bir ajana ihtiyaç vardı. Kendisi böyle birisini tanıyordu ki bu
da bizzat kendisinin gizli ajanı Eduard Crespi idi. Birçok ileri gelenlerin
adına yazılmış çekleri toplama işinde de çalışmışlığı vardı. Bunları
anlattıktan sonra :
«Crespi’ye 10, 15 veya 20 000 frank vermelisin ki istenildiği gibi
çalışsın. Eğer sen bana bizim mâliyemizi düzelteceğini söylersen, ben resmî
sıfat sahibi bir kimse olarak sana, bizim işimize karışmamanı söylerim, fakat
arkadaş olarak konuşursam derim ki, mahsulü biçmek istiyorsan önce tohum
ekmelisin».
Görüyordum ki artık para konuşacaktı. Kaba bir şekilde şöyle söyledim:
«Size şimdi 10 000 frank vereceğim, 30 000 de randevu gerçekleştiğinde
alırsın. Parayı hangi işte ve nasıl kullanacağın seni alâkadar eder ben
karışmam, ne yaptığını da soracak değilim».
Sanki yağ gibi eridi, yumuşadı: «Öyle yap. Zaten cebime koyacak değilim,
oynadığım kumar onu değerlendirecektir. Bunu iki milyona çıkarabileceğimi
zannederim. İnsan bu konuda biraz riske girmeli».
Anlattığı herşeye inanmış gibi hareket ediyordum. Bana yapabileceği şeyleri
anlattı durdu. Kendisi hem hukukçu hem inşaat mühendisi imiş, herhangi bir
fabrikayı kurabilirmiş, türkçe veya fransızca bir gazete makalesini derhal
yazabilirmiş. Eğer istersem şimdi oturup Avusturya kibrit endüstrisinin önemi
hakkında birkaç sütunluk yazıyı derhal çıkartabilirmiş. Onun Sultana yakınlığı
derecesinde kimse yokmuş v.s. v.s. nihayet sadede tekrar geldi:
«Şimdi Semmering’e gidiyorum, Cumartesi günü döneceğim, 10 bin frankı
hazırla, ama sakın çek şeklinde olmasın, kimse görmeksizin ve şahit de
bulunmaksızın efektif olarak isterim» dedi.
Parayı kendisine avukatım Dr. Kokesch’in getireceğini söylediğim zaman
biraz direndi ama sonunda razı oldu. Arkadaşça ayrıldık.
Bir nokta : Crespi’nin adını kendisi yazmadı, bana dikte ettirdi.
000 frankı kendisine makbuzsuz vermeyeceğim. «Basın masrafları» veya
«Crespi» adına düzenlenecek bir fatura Dr. Kokesch’i tatmin edecektir.
30 Ağustos
Bugün Nuri Bey Semmering’den yarım bir kâğıt üzerine şu satırları yazıp
gönderdi:
«Mösyö Charles başlangıçta ödenecek meblâğın 15 000 frank olmasını daha
uygun bulmaktadır. Fazla olan 5000 frank daha sonraki kısım ödenirken tenzil
edilecektir».
Bu kâğıda kendi kartvizitini eklemişti:
Nuri Bey Hariciye Nezareti Kâtib-i Umumîsi
Kartın sağ üst köşesi kıvrılmış ve sonra yeniden düzeltilmişti. Bununla da
sanki kart ziyaret için bırakılan bir yerden alınmış hissi verilmek istenmişti.
Onun kendi elyazısı ile yazılmış bir zarf ve üzerindeki Semmering
postahanesinin mührü benim için doküman mahiyetindedir. Onu saklaması için
arkadaşım Kremenzky’ye vereceğim.
31 Ağustos
Bugün aşağıdaki mektubu yazıp Kremenzky vasıtasiyle Nuri Beye gönderdim :
1 Eylül 1899
Ekselans,
Dr. Kokesch gelmek fırsatı bulamadığı için 10 bin frankı yakın arkadaşım ve
sırdaşım Mösyö Kremenzky ile gönderiyorum. Komite size verdiğim sözü tasvip
etti, fakat avansın daha fazla ödenmesi için karar çıkmadı. Bunun münasebetlerimize
tesir edeceğini zannetmiyorum. 30 000 mülâkatın akabinde hemen ödenecektir.
Üzerinde anlaşmazlık çıkmayacağını ümidettiğim bir husus daha var. Ne Dr.
Kokesch ne de Kremenzky ellerinde bir makbuz olmadan para ödeme mesuliyetini
üzerlerine almak istemiyorlar. Bu hususta elimden birşey gelmiyor.
Diğer taraftan sizin arzunuza hürmet etmek istiyorum, niçin öyle
davrandığınızı çok iyi anlıyorum. Bu itibarla lütfen şu iki yoldan birisini
seçmenizi rica edeceğim :
Ya « Kremenzky’den basın masrafları olarak 10 bin frank alındı» diye bir
not yazınız ve imzalayınız, yahut Kremenzky size birkaç saat içinde Crespi
adına bir çek hazırlayıp takdim etsin, istediğiniz bankadan gidip o çeksin.
Arzu ettiğiniz şekli seçiniz, her halü kârda bunun mutlak gizlilik içinde
kalacağına emin olunuz. Bizler en küçük nezaketsizlikte bulunacak insanlar
değiliz. Bundan başka sizinle şimdi ve daima tam ahenk içinde çalışmak
arzusundayız. Bu sadece küçük bir başlangıçtan ibarettir.
Lütfen en iyi dileklerimi ve iyi yolculuk ile büyük başarı temennilerimi
kabul ediniz.
Dr. Th.Herzl
2 Eylül
Kremenzky Nuri’den geldi. Nuri Bey kartvizitinin arkasına şu satırları
yazmıştı: «Bana verilen 10 bin frankı aldım». Bundan başka mutlaka iyi sonuç
almayı ümidettiğini de ifade etmiş.
4 Eylül
Önceleri Baron Hirsch’in şimdi de Bulgar Prensi Ferdinand’ın sekreteri olan
Martin Fürth’le Bristol Otelinde yemek yedik. O gün öğleden sonra Nuri Bey ile
yarışlarda olduklarını, onun Siyonizm hakkında sitayişkâr sözler söylediğini,
Yahudilerin dostu olan Sultan Abdülhamidi bu konuda kazanmanın imkânsız
olmadığını ifade ettiğini anlattı.
Yalnız şu var ki gazeteler bizim bir «İmparatorluk» kuracağımızı etrafa
yaymamalılar imiş.
Bana onu tanıyıp tanımadığımı sordu, «Biraz» dedim.
13 Eylül
Bugün toplanan gazete kupürleri arasında bir tanesi çok enteresandı. Güney
Amerikalı diplomatlardan birinin karısı Madam Vera imzası taşıyan bu röportajda
Nuri Beye atfedilen calibi dikkat cümleler var. Röportaj şöyle :
GÜNÜN HABERLERİ
Siyonizm havarisi ile bir konuşma.
Siyonizm herkesin bildiği gibi Yahudi Krallığını ve Kudüsün duvarlarını
yeniden kurma rüyasıdır.
Pratik bakımdan bunun önünde çeşitli engeller vardır. Türkler hiç şüphesiz
Filistini ciddi olarak hiçbirzaman Yahudilere vermek niyetinde değildirler. Bu
engeli şu veya bu şekilde aşsalar bile hıristiyanlar mesihlerini haça geren
kimselere o mukaddes yerleri vermemek hususunda direneceklerdir.
Bu sebeple Siyonistler sayı bakımından çok değildirler. Çoğunlukla
İsrailoğullan kendilerine muhayyel bir Kudüs yaratmayı tercih edegelmişlerdir.
Mistikler ise istikbalde zuhur edecek bir mesihin onların başına geçerek Arz-ı
Mev’ûda götüreceğine inanırlar ve o zamanın gelmesini beklerler.
Bu ayın başlarında Basel’de toplanan kongre bu plânda ne gibi bir ilerleme
kaydetti? Bilmiyoruz. Muhabirlerimizden birisi Siyonizmin en sadık
havarilerinden Herzl ile yapılmış bir röportaj gönderdi. Muhabirimizin yaptığı
sadece söylenenleri tespitten ibaret kalmıştır. Sonuç çıkarmak okuyucularımızın
takdirine bırakılmıştır.
Bay Herzl şöyle konuştu:
«Siyonizm nedir ve ben ne yapmak istiyorum? Ben dört yıldır ne rüya
görüyorum ve ömrümün her anını işgal eden düşünce nedir? İşte bu odur. Ben her
memlekette bulunan Yahudilere, içinde yaşayabilecekleri, takibe, tahkire
uğramadan sulh ve sükûn içinde yaşayabilecekleri bir dünya köşesi vermek
istiyorum. İçimizde her çeşit ve her sınıftan insan bulunmaktadır. Fakat siz
çeşitli memleketlere dağılmış olan Yahudilerin çektikleri sıkıntı ve sefaleti
bilemezsiniz. İşte ben bunlara kendilerinin olacak bir memleket vermek
çabasındayım.
Rüyalarımda gördüğüm yeni Yeruşalaym (Kudüs) bambaşka, pırıl pırıl bir
şehir..»
«Fakat» dedim Bay Herzl’e «Rüyanızı nasıl gerçekleştireceksiniz?»
«Ah evet» dedi «Önce bir memlekete ihtiyacımız var. Türkiye oraya
gitmemize müsaade edecek mi? Vaktiyle bizim olan bu memlekete girmemize müsaade
edilmesinden daha âdil, daha tabiî ne olabilir? Bir de büyük Avrupa Devletleri
var, bu da bir mesele ve nihayet benim ırkdaşlarım, kavmim. Evet, Yahudilerin
arasında bile benim projemin düşmanları olduğuna inanmazsınız. Bir kısmı bunu
anlamaz, bir kısmı anlamak istemez, bir kısmı benim bundan ne çıkarım olduğunu
düşünür v.s. Fakat ne olursa olsun ben rüyama devam edeceğim. Bu rüya bana o
kadar azizdir ki ona daima bir şekil vermek arzusu ile yanıyorum, bir roman
haline getirebilirim, ırkımızın istikbali meselesi.»
Birkaç gün sonra diplomatlar arasında Türkiye Hâriciyesinin umumi kâtibi
Nuri Beyi gördüm. Konuşma konusu çeşitli idi, arada Siyonizm de vardı.
Ekselans bana gülümseyerek bunun, hiç değilse şimdiki şekliyle bir rüyadan
ibaret olduğunu söyledi. «Gerçekten Türkiyenin toprakları geniştir. Yapabildiği
kadar gelişme çabasındadır. Bu topraklarda daha milyonlarca kişiye bu arada
takibat ve işkencelerden uzak kalmak, kurtulmak isteyen Yahudilere de yer
vardır. Fakat Mukaddes Topraklar onlara verilemez, Türk kanunları Yahudilerin
o mahallere yerleşmelerini yasak dahi edebilir...»
Nuri Beye mektup : 7 Kasım,
Viyana
Ekselans,
Şimdiye kadar olup bitenleri kısaca arzetmeme müsaade ediniz.
Basel’deki son kongreden sonra hareket yön değiştirerek Kıbrıs adasına
teveccüh etmeye meyletti. Görünüşe göre Türk Hükümeti bize anlayış göstereceğe
pek benzemiyor, bu sebeple arkadaşlarım ingilizlerin kontrolü altında bulunan
ve bize daima verilebilecek olan Kıbrıs adasına yöneliyorlar.
Gelecek kongreye kadar ben duruma hâkim bulunacağım, fakat eğer o zamana
kadar birşey yapamazsam plânlarımız Kıbrıs’ın sularına düşecek demektir.
Durumu Türk devlet adamlarına anlatmak sizin elinizdedir. Filistine
Yahudilerin yerleşmesine müsaade etmek karşılığında derhal muazzam mikdarda
paraya kavuşacaksınız, bütün malî meseleleriniz halledilecek, modern bir filo,
endüstri ve ticaret hayatına kavuşacaksınız, kısacası mükemmel bir İmparatorluk
olacaksınız.
Fakat Yahudilerin yerleşmesine müsaade etmezseniz oralara başkaları
yerleşecek ve bu da size pahalıya mal olacaktır. «Dost milletlerin» oraya
hicretine mani olamıyacaksınız. Bir anlaşmadan diğerine, her el sıkışta
menfaatiniz karşılığı vermediğiniz yerleri karşılıksız terkedeceksiniz.
Diğerleri sizin gittikçe daha zayıflamanızı istemektedirler, oysa biz bizi korumanız
karşılığı sizi gittikçe daha kuvvetlendirmeyi istiyoruz.
Majeste Sultan Abdülhamidin saltanatı bizimle kuvvetli ve devamlı
olacaktır.
Yalnız kendi kavminin değil ayni zamanda Türkiyenin menfaatini düşünen bu
sadık dostunuzun sözlerine lütfen kulak veriniz. Siyonistlerin taşan
sabırlarını teskin ve onları yeniden cesaretlendirmek için muhakkak surette
Majeste Sultan tarafından kabul edilmem şarttır. En kısa zamanda tekliflerimi
onun hakîm nazarları önüne sermeliyim.
En iyi dileklerimin kabulünü rica ederim.
Sadık bendeniz
Th.Herzl
» Sultan herhalde benimle konuştuktan sonra kararını verecektir.
Sh:101-169
Kaynak: SİYONİZM VETÜRKİYE, Hazırlayan Doç. Dr. Yaşar
KUTLUAY, A. Ü. İlâhiyat Fakültesi, SELÇUK YAYINLARI, 1967-KONYA
[1] Sarıca Ragıp Paşa diye tanınan
zattır. 1887 yılında Sultan’ın kâtipliğine getirilmiş, sonra rütbesi paşalığa
yükseltilmiştir. 1908 meşrutiyetinden sonra (Ege adalarına sürülmüş, ölümüne
kadar orada kalmıştır.
[2] Gazeteciliği, popüler
romancılığı ve bir dereceye kadra da devlet adamlığı ile tanınmıştır. 1876
yılından itibaren Abdülhamid’i tutmuş, onun fikirlerini savunmuş ve bazı
devlet hizmetlerinde de bulunmuştur. 1908 meşrutiyetinin ilânından sonra İstanbul
Üniversitesinde Tarih dersleri vermeye başlamıştır. Çeşitli konularda pek çok
eseri vardır.
[3] Siyonist Teşkilâtının resmî
görüşlerini aksettiren haftalık mecmuadır. Gerçekten 4 Haziran 1897 yılında
ilk sayısı çıkmış ve sonra da muntazaman devam etmiştir. «Ha-Olam» (Dünya)
adlı ibranice nüshası 1949 yılına kadar devam etmiştir.
[4] Aleksander III ve Nikola II.
devri Rusyasının kudretli ve nüfuzlu devlet adamlarmdandır. Yahudi düşmanlığı
ile tanınmıştır. «Yahudi meselesinin bir tek hal şekli vardır: Bunların üçte
biri kovulmalı, üçte biri hıristiyanlaştırılmalı ve kalanları da imha edilmelidir»
fikrindeydi.
[5] Aslen Polonya Yahudisidir.
Maliye ve askerlik konusunda tenkidleriyle tanınmıştır. Kalvinist olmakla
beraber Yahudi dinini de muhafaza etmiş bir kimsedir.
[6] Listede her sınıftan şahıs
bulunmaktadır. Meselâ (A) Başmabeynci, (B) ve (C) padişahın yakınları, (D)
Harbiye Nazırı Memduh Paşanm hususi kâtibi, (E) Hariciye memuru, (F) Sultanın
şifre memuru, (G) ermeni asıllı hariciyeci (H) Sarıca Ragıp Paşa, (1) Sultanın
ahır ve atlarına bakan hizmetkârı, (J) Halil Rifat Paşa v.s. dir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar