Print Friendly and PDF

SİYONİZM VE TÜRKİYE -3-



Hazırlayan Doç. Dr. Yaşar KUTLUAY
           
8 Kasım
Şöyle düşünüyorum: Dördüncü kongreye kadar Türk Hü­kümeti ile bir anlaşma zemini bulamazsam, en kısa zamanda Kıbrıs projesini hazırlayıp Londra’ya gider, Salisbury (Başbakan) ile konuşur ve bir müddet için Kıbrısa gitmek hususunda kongreyi ikna ederim.
Fakat ne olursa olsun, inanıyorum ki önümüzdeki kongre­den sonra bir memlekete, herhangi bir memlekete gideceğiz.
25 Kasım
Bulgaristan İmar ve İskân Bakanı ve bizim teşkilât üyele­rinden Cari Herbst’in bildirdiğine göre Genç Türkler (Jön Türkler) gazetelerinde bizim projeden bahsediyorlar ve böyle bir avantajdan faydalanmadığı için de hükümeti itham ediyor­larmış.
27 Aralık
İstanbul’dan hiçbir haber yok.
İstanbul’dan gazetelere gelen haberlere göre Bab-ı âli ile Deutsche Bank arasında borç para konusunda bir anlaşmaya varılmak üzere, belki para ihtiyacının şimdilik ortadan kalk­mış olması Yahudilerden bir müddet yüz çevirmelerine sebep oldu.
29 Aralık
Dün buradan geçmekte olan Amerikanın İstanbul’daki Se­firi Oscar Straus ile konuştum.
Ona göre bizim Filistini ele geçirmemiz imkânsızdır. Grek ve Roma Katolik Kiliseleri buna imkân vermeyeceklerdir. Ce­vaben sadece Roma Kilisesinin muarız olacağını hesapladığı­mı, diğer millî kiliselerin Jerusalem ile doğrudan doğruya bir dinî bağa sahip bulunmadıklarım, yalnız Roma’nın tıpkı Yahudi dininde olduğu gibi ekumenik karakterde olduğunu söyle­dim.
Strauss Mezopotamyayı ileri sürdü. Oraya yerleşmemiz konusunda hiçbir kilise ses çıkarmayacaktır ve nihayet orası İsrailoğullarının asıl vatanı mesabesindedir. İbrahim Peygam­ber orada zuhur etmiştir ve daha birçok mistik bağlantılar vardır.
Bu bana Nuri Beyin Scheveningen’de iken açıkladığı bir fikirdi. Artin Paşa da hemen buna yakın şeyler yazmıştı. Artin’in Straus ile temas sonucu öyle yazdığını zannediyorum.
Straus kesin olarak şunu ifade etti: Bütün kuvvetler Yıl­dız Sarayının içinde ve çevresinde toplanmıştır. Bütün kuv­vetler Sultan’ın şahsında temerküz etmektedir. Nazırlar bir sü­rü aptal ve müfsit kimselerdir. Sultan bütün Türkiyeye dahi kıymet vermez, bildiğini ve istediğini yapar..
Sefir bana ısrarla İstanbul’daki «aracı»mm kim olduğunu sordu ama ben de söylememekte ısrar ettim, merakta kalması­nı istedim. Arkadaşça ayrıldık, bana zaman zaman «Mezopotamyalı» imzası ile haberler göndereceğine söz verdi.
12 Ocak 1900
İstanbul’daki ajanım Crespi «İstanbul» adlı gazeteyi satın almamız gibi manasız bir teklifte bulunuyor. Ramazan dolayısiyle işlerin biraz geri kalacağını bildiriyor.
Hiç değilse Ramazandan sonra biraz ilerleme ümidimiz var demektir.
30 Ocak
Cumartesi günkü gazeteler Nuri Beyin yanında Turhan Paşa olduğu halde Hauge’dan dönmekte olduklarını yazdı­lar. Hemen Kremenzky’yi Hotel Imperial’a gönderdim, saat­lerce beklemiş görememiş, Pazar sabahı gittiği zaman da ayrıl­dığını öğrenmiş.
Buraya geldiği halde aramaması midemi bulandırdı. He­men Crespi vasıtası ile şu mektubu gönderdim:
Ekselans,
Crespi’den işittiğime göre Viyanadan geçmişsiniz. Sizinle görüşememiş olmaktan dolayı son derece müteessirim.
Projemiz hakkında ne düşünmeliyim?
Son derece kıymetli zamanlar kaybetmekte olduğumuz kanaatindeyim, bu fırsat bir daha ele geçmeyecektir. Bay Crespi’nin son mektubundan öğrendiğime göre Sultan Hazretleri benim muhaliflerimin görüşlerini kabul etmemiştir. Beni bir kere dinlemek tenezzülünde bulunsun. Ben tekliflerimin İmpa­ratorluk için o kadar faydalı olduğuna kaniim ki başarı elde edeceğime yürekten inanıyorum.
Şimdi yeni ve çok kuvvetli bir delil daha var. Damat Mah­mut Paşa ve Jön Türkler her tarafta halihazır hükümetin ac­zinden, yeni kaynaklar bulamamasından, bir filo tertip edeme­mesinden bahsetmektedirler. Yardımınızla biz bütün bunları çok kısa zamanda gerçekleştiririz.
Lütfen bu konuda düşününüz. Mümkün olan en kısa za­manda bana randevu hususunda bilgi veriniz.
Sadakatımdan emin olmanızı rica ederim,
Th.H.
18 Mart 1900
Crespi’nin İstanbul’dan 15 Martta yazdığı mektup geldi. Ça­lışmakta olduklarını yazıyor. Ona İzzet Beye verilmek üzere yeni bir mektup gönderdim :
Ekselans,
Belki size mektup gönderdiğim arkadaş vasıtası ile Filis­tine yapılacak bir Yahudi muhaceretinin sağlayacağı avantajlar konusuna muttali bulunmaktasınız. Şu hususa yürekten inanı­yorum ki eğer bendeniz Sultanın ayaklarına yüz sürmek im­kânı bulup da bütün Siyonist plânını açıklayacak olursam hüsnü kabul ile karşılanacağım. Bendenizin Sultanın üstün vasıfları ve rakik kalbi hakkında duyduklarım onun zavallı Yahudileri himayesi altına alacağına ve bu şekilde kendi İmpara­torluğunun menfaatlerini de koruyacağına inandırıyor.
Sizden istirhamım Majeste Hükümdar Abdülhamid Han­dan bir randevu alarak bizim plânımızı bütün açıklığı ve te­ferruatı ile kendilerine arzetmeme fırsat bahşetmenizdir.
Bütün bunlar ancak şifahen anlatılabilecek hususlardır. Arkadaşlarım tarafından bazı büyük meblâğlara ihtiyaç göste­ren konular da bildirilmiş bulunmaktadır. Eğer İmparatorlu­ğun bir donanmaya ihtiyacı varsa bunu ancak Avrupanın lutfu ve ağır şartları karşısınde elde etmek durumundadır. Halbuki tam aksine, bu memleketin zenginliğini ve Majeste Sultanın tebaasının artmasını temin edecektir. Türkiyenin kavuşacağı imkânlar ve elde edeceği menfaatler her türlü şüphe ve tartış­manın üzerindedir. İnsan ancak arkasında şüpheli ve esrarlı şeylerin bulunduğu konularda şüpheye düşebilir.
Maamafih burada da «arkada olan bir şey» var, o da Yahudi halkın içinde bulunduğu moral ve politik sefalettir, bun­lara yapılacak bir yardımın karşılığını ödeyebilecek kadar zen­giniz.
Bana Halîfe hazretleri ile konuşmak ve delilleri ifade et­mek fırsatını veriniz.
Eğer bu gerçekleşecek olursa onun muhteşem saltanatının en parlak sahifesini teşkil edecek, hem İmparatorluk ve hem de zavallı Yahudiler için en büyük iyilik yapılmış olacaktır.
Eğer Majesteleri benim karakterim ve Türkiyeye teklif et­tiğim plânın mahiyeti hakkında bilgi almak isterlerse bu ko­layca temin edilebilir.
Bendeleri Almanya İmparatoru Kay zer Wilhelm tarafın­dan tanınmak şerefine nail olmuş bulunuyorum. Majeste Sul­tan bu kudretli arkadaşından bilgi alabilir.
Ekselans lütfen harekete geçiniz, istirham ettiğim randevu­yu temin ediniz, saltanatınız için, güzel memleketiniz için ve temsil ettiğimiz mazlum halk için harekete geçiniz. Onlar ar­tık sabırsızlanmaya başlamışlardır. Yerleşecek başka yer bul­mak, Kıbrısa yerleşmek, Amerikaya hicret etmek v.s. düşün­mektedirler, Türkiyenin anlayış göstermediği fikrindedirler.
Kimbilir belki de fırsat kaçtıktan sonra randevu temin edilecek ve çok geç olacaktır. O zaman sizin müslüman düşmanlarmız mevcut hükümete böyle bir fırsatı kaçırmış olduk­ları için hücumlarına bir yeni unsur daha eklemek fırsatı elde edeceklerdir...
Derin saygılarımla Dr. Th.H.
*
*          *
Dr. Theodor Herzl artık iyice kendi tarafına kazanmış ol­duğu Baden Grand Dukası ile sık sık görüşmekte ve onunla dünya ve Avrupa siyaseti üzerinde konuşmaktadır. XX. Yüz­yılın başında büyük devletlerin birbirlerine karşı durumlarını gözden geçirirler. Almanya sanayi sahasında ilerlerken bir ta­raftan da donanmasını güçlendirmektedir. Avusturya İmpara­toru Franz Josef Berlin’e davet edilerek seçtiği cepheyi açık­laması istenmiştir. Almanyanın gelişmesi ve kuvvetlenmesi İngilterenin işine gelmemekte, fakat her iki taraf da yakın bir çatışmadan çekinmektedirler. Dr. Herzl Avusturya Başvekili Koerber ile de temas kurmuştur. İngilterede Siyonistlerin du­rumu sağlam görünmektedir. Eğer Filistin projesi tahakkuk etmeyecek olursa kendisine en uygun gelen —şimdilik— kay­dı ile Kıbrıs adasını ingilizlerdeıı istemek ve orada yerleşmek­tir. Filistin idealdir, ama olmayacak olursa herhangi bir bölge­de bir Yahudi Devletinin kurulması, teşkilâtlanması ilerisi için büyük kuvvet olacaktır. Sultan Abdülhamid nezdindeki teşeb­büsler bir türlü olumlu sonuç vermemektedir. Bu teşebbüsle­rinden Grand Dükaya samimiyetle bahseder, İstanbul’da giriş­tiği faaliyetleri anlatır. Dük açıkça oradaki «adamının» adını sorduğunda hiç çekinmeden söyler: Hariciye Umumi kâtibi Nuri Bey.
Konuşma şöyle devam eder :
«Şimdi gelelim senin meseleye. Şimdi biz seni İstanbul’a tavsiye edecek durumda değiliz ama bunu İmparator Franz Josef pekâla yapabilir. Berlin ziyaretinden sonra Avusturya İmparatorunun tavsiyesi eskiden olduğundan çok daha büyük değer taşıyacaktır. Orta Avrupanm iki imparatorunun bir ara­ya gelmelerinin tesiri başkadır».
Ben Avusturya Başvekili Koerber ile yakınlığımı belirte­rek onun vasıtası ile İstanbul için bir tavsiye alabileceğimi, Sultan ile aramızı bulmalarını isteyebileceğimi söyledim. Ama Avusturya siyaseti tamamen k a t o 1 i k tesiri altındadır. Hernekadar Roma nezdinde bazı teşebbüslerim oldu ise de he­nüz netice almış değilim, Siyonizmi kendilerine anlatma çaba­sı içerisindeyim, dedim.
İstanbul için Avusturyanm tavsiyesini temin edebilirdim. Bu sırada Bağdad demiryolu hattında hatırı sayılır bir hissesi bulunan Rusya da Türkiye’ye sadece bir tek dosta (Almanya) dayanmanın sakıncalarını anlatmaktadır. Türkiye üzerinde şu sırada Rus nüfuzu gittikçe artmaktadır.
«İstanbul’a ne zaman gidiyorsun?» diye sordu.
«Henüz bilmiyorum majeste, önce Londraya gideceğim. Eğer Güney Afrika meseleleri başını çok ağrıtmamışsa bir fır­satını bulup Başvekil Lord Salisbury ile konuşacağım. Belki Siyonizme onun alâkasını çekebilirim. Alman himayesi olmak­sızın, pür Siyonizm fikrinin İngilterede çok taraftarı vardır, bilhassa kilisede. Bunun siyasî olduğu kadar İçtimaî yönden de tesir edeceği kanaatindeyim». Tasvip ederek başını salladı. «Eğer Lord Salisbury’yi kazanmaya muvaffak olursam, Almanyanm himayesini teminde bana faydası dokunur mu?»
«O zaman Hariciye Nazırı Kont Bülow’un ikna edilmesi gerekir».
«Maalesef Kont Bülow siyonist aleyhdarıdır» dedim.
«Hayır o sadece çok temkinlidir, bundan başka öyle de olmak zorundadır».
«Peki ben Lord Salisbury’nin Berline yazılı olarak bi­zim plân aleyhinde bulunmadıklarını bildirmesini temin eder­sem, bu Almanyanın davranışında lehde bir değişiklik meyda­na getirecek midir?»
«Evet, o zaman değişiklik olabilir».
«Londrada yapacağım temasları ve aldığım sonuçları size arzederim» deyip ayrıldım.
Koerber’e mektup yazarak Grand Düka’nın İmparator Franz Josef hakkındaki sitayişkâr sözlerini naklettim ve İstanbul nezdinde tavsiye ricasında bulundum. Hemen Londraya hareket ettim.
Tanıdık muhitlerde arkadaşlarla müzakereler ve konuşma­larda bulundum, fakat Lord Salisbury ile mülâkat temin ede­medim. Savaş tehlikelerini uzaklaştırmakla meşgul bulunuyor, benimle görüşmeyi reddetti.
*
*          *
Londra dönüşü Paris’te Bemard Lazare ile ayaküstü ko­nuştum. Bu gazeteci ırkdaşım yakında Ajans Nasyonal adına İstanbul’a gideceğini, orada Fransız sefiri Constans’ı bizim da­vamıza kazanabileceğini, kendisinin paraya son derece düşkün olduğunu, demiryollu, limanlı v.s.li bir Filistin plânından bu paranın bir kısmı kendi hissesine düşerse hoşlanacağını söyledi.
Lazare gelecek hafta beni Viyanada ziyaret edecek ve da­ha etraflı olarak konuşacağız.
*
*          *
İstanbul’dan Rosenbaum’dan şifreli bir telgraf aldım. Vi­yana yerine «Valsler memleketi», Vambery [[1]] yerine Schleinger, Sultan yerine «Cohn» ve benim yerime de Loebel isim­lerini kullanarak Vambery’nin Sultan tarafından kabul edil­mediğini, yakında yola çıkacağını karşılayıp konuşmamı bildi­riyor.
Şimdi bundan sonraki adımımızın ne olacağım düşünüyo­rum. Türkiye aleyhinde çalışmaya mı başlamalı? Efkârı umumiyede mevkiimiz pek kuvvetli değil, ayrıca elemanlarımız da zayıf.
Halen bir tek plân aklıma geliyor: Türkiyenin içinde bu­lunduğu şartlar hergün biraz daha kötüye gidiyor. Sultana kar­şı bir kampanya açmalı, bu iş için de sürgün edilmiş prensler ve jön türklerle temas kurmalı, ayni zamanda Yahudi sosyalist­lerini faaliyete geçirip Avrupa Devletlerinin Yahudileri kabul etmesi hususunda Osmanlı Devletine baskıda bulunmalarını sağlamalı.
17 Haziran
Mühlbach’ta Vambery ile görüşen Hechler bugün geldi. Vambery Sultana Siyonizmden bir tek kelime ile bahsetmediği halde reddedilmiş. Bu ne iştir anlıyamıyorum. Bir anlaşmazlık var, en iyisi gidip Vambery ile kendim görüşeyim, zira Hechler’e her türlü yardıma hazır olduğunu söylemiş.
Hemen eksprese atlayıp düşündüğümü yaptım.
Bu yetmişlik sabık Yahudi son derece enteresan bir adam, oniki dili rahatlıkla konuşuyor, şimdiye kadar beş din değiştir­miş ki bunlardan ikisinde bilfiil din adamı olarak da çalışmış. Bu kadar dolaştıktan sonra da gayet tabii olarak ateistlikte ka­rar kılmış. Bana bir sürü 1001 gece hikâyesi, Sultanla ahbablığı v.s. anlattıktan sonra gayet açık hem türklerin hem de ingilizlerin casusluğunu yapmış olduğunu itiraf etti. «Ben zen­gin bir adamım, senden para da istemem zira bana bol bol ye­tecek kadar var. Sırf bu davaya inandığım ve gerçekleşmesini istediğim için senin hesabına çalışırım» dedi. Sultanın şimdi kendisini Avrupa basınında Türkiye lehinde bir cereyan temin etmekle görevlendirdiğini anlatıp bu hususta kendisine yardı­mım dokunup dokunamıyacağını sordu. Müspet cevap verdim.
Ona şöyle hitabettim :
Vambery Amca, lütfen Sultana beni şu iki sebepten ötürü kabul etmesi gerektiğini yazıver. 1 — Kendisine bütün dünya matbuatı nezdinde yardımcı olabilirim, 2 — Sadece benimle görüşmesi dahi onun kredisini yükseltecektir. En iyisi de senin bana tercümanlık etmendir.
Fakat yazın seyahat etmekten hoşlanmadığı için bu tekli­fimi kabul etmedi.
Beni istasyona kadar teşyi etti, çocuğum ağır hasta olduğu için derhal dönmek zorunda idim.
Yarın Vambery’y e şu mektubu göndereceğim :
Aziz Vambery Amca,
Birbirimizi derhal anlamamızdan belli ki her ikimizin de Yahudi tarafımız diğer hüviyetlerimizi bastırıyor. Bize değil, bana yardım edin. Benim sultanla kongre toplanmazdan önce muhakkak konuşmam şart. Bu konuşmadan o da size bahsetti­ğim faydaları görecektir. Davamıza bu büyük hizmeti yapma­nızı rica ederim. Bunu yaparsanız hatıranız aramızda daima yaşamaya devam edecektir.
21 Haziran
Vambery Sultan ile mülâkat işinin yazışma suretiyle olamıyacağını bildiriyor, hemen mektup yazdım :
Aziz Vambery Amca,
Dediğini beğenmedim. Sen de sanki anadan doğma türk imiş gibi işleri «yavaş» tutuyorsun. Ama benim kaybedecek vaktim yok. Mesele daha senin için yeni olduğundan bir sürü düşünüp, bir o kadar çubuk çekip işi biraz savsaklamaya karar verdiğini zannediyorum.
Bana daha başlangıçta «Ben aptal bir öğretmen değilim» demiştiniz. Ben sizi bir aksiyon adamı olarak görüyorum, be­nim ırkımdan gelen bir kimse her türlü işin altından kalkma­sını bilir.
Aziz amcacığım, gerçekten herşeyi yapabiliriz, fakat yeter ki isteyelim.
Sultanla olan yakınlığınız size şöyle bir mektup yazma hakkını vermektedir zannederim: «Al, sana birisini gönderi­yorum. Bu adam senin sıkıntılarına bir son verecektir, onu ka­bul et ve sözlerine kulak ver, ondan sonra da istersen defet; gitsin».
İşte söyleyeceğin sadece bunlardan ibaret, ama istersen tabii daha fazlasını da yapabilirsin.
Hürmetlerimle
Th.Herzl
Dün büroda iken bir beyin sarsıntısı geçirdim, fenalaştım. Doktor birkaç gün istirahatın şart olduğunu söyledi. Ama na­sıl istirahat edeceğim. Her taraftan heyecan verici, asab bozu­cu haberler geliyor. Romanyadan kovulan Yahudiler yürüye­rek yola çıkmış geliyorlar, nereye? Nereye gidecek bu adam­lar?
24 Haziran
Nuri Beye yazıp kongreye Sultan’ın bir telgraf gönderme­sini temin etmesini isteyeceğim.
Büyük devletlerin Çin’e karşı davranışları Türkiyeye ders olmalıdır. 1898 yılında İstanbul’da Kayzer ile konuşurken «Çin Pandora’nın Kutusudur» demiştim, yanlış kehanette bulunma­mışım.
25 Haziran
Romanyalı muhacirler gönderdikleri telgrafta kendilerini Macaristan hududunda karşılamamı istiyorlar. Ne yapacağız?
2 Temmuz
Dün Başvekil Koerberle beraberdim. Avusturya hududlarını muhacirlere kapatmış bulunuyor. Hepsi ortada kalacaklar. Başvekile Sultan Abdülhamid nezdinde tavassutta bulunmala­rını, bu zavallıları memleketine kabul etmesini rica etmelerini söyledim. «Hemen nasıl kiminle temas kurabiliriz? Calice bu­nu yapamaz. Schenyi vasıtası ile bir deneyelim» dedi, teşekkür ederek yanından ayrıldım.
Hemen Vambery’ye mektup yazmaya oturdum :
Aziz Vamvery Amca,
Dün bu memleketin Başvekili ile konuştum, mahalli sefir vasıtası ile Sultanın bunları kabul etmeleri teşebbüsüne giri­şip girişemiyeceğini sordum. Bu konuda birşeyler yapmaya ça­lışacak. Bu işle uğraşan kimse tatilde bulunuyormuş, önce o çağrılacak v.s. v.s.
Şimdi amcacığım, hemen telgrafla harekete geçmeni rica ediyorum. Kullanacağın ifadeyi sen en iyi şekilde tespit eder­sin, hiç gecikmeden işe giriş. Bilhassa ona anlat ki, bu Yahudileri kabul etmekle insaniyetin hamisi bir büyük adam olarak tanınacaktır. Bütün dünya Yahudileri kendisini medhedeceklerdir. Bütün dünya matbuatında ani bir değişme vukua gele­cektir. Ayni zamanda Yahudilerin dağılmış olduğu diğer mem­leketlerin de sempatisini kazanacaktır. Bütün bunlar apaçık hakikatlerdir.
Theodor
*
*          *
Crespi vasıtasiyle Nuri Beye mektup :
Ekselans,
Zannederim her yerde güçlüklerle karşılaşıyoruz.
Bizim en iyi niyetli arkadaşlarımız bu mesele doğrudan doğruya Majestenin yüksek menfaatlerini ilgilendirdiği halde harekete geçmemektedirler. Bu durumda ben de başka bir cep­heden harekete geçerek majestelerinden bir mülâkat teminine çalışmaya başladım. Şu dakikada başarıp başaramıyacağım hu­susunda bir fikrim yoktur. Fakat sizin ve arkadaşlarınızın ba­şarısı hususunda güvenimden hiçbirşey kaybetmiş değilim.
Biz beraber olmak ve Türkiyenin yüksek menfaatleri bakı­mından da bu beraberliği devam ettirmek zorundayız.
Size Efendinizin dikkatini bir hususa çekmenizi rica ede­ceğim, tamamen yeni bir hâdiseye : Çin’de büyük kuvvetlerin giriştikleri işbirliğine.
Bu Türkiye için enteresan olduğu kadar da tehlikeli bir misaldir. Ne demek istediğimi anlıyorsunuz. Bu gibi durumlar­da kuvvete kuvvetle, donanma ile karşı konulur ve bunu bi­zim yardımımız olmaksızın elde edemezsiniz.
Bir husus daha : Siyonist Kongresi bu yıl Londrada top­lanacaktır. Başkanlık divanı her yıl olduğu gibi bu defa da Sultana bir bağlılık telgrafı gönderecektir. Lütfen bu telgraf­ta nasıl bir ifade kullanacağımız hususunda bana bilgi veriniz ve bu telgrafın derhal cevaplandırılmasını temin ediniz.
Derin hürmetlerimle
Th.Herzl
20 Ağustos
Dördüncü Siyonist Kongresi sona erdi.
Kongrede bir «iş» görülmedi ama basında lehimize kullan­dığımız ve daha da kullanacağımız bir sürü makale çıktı. Asıl önemlisi bu güne kadar bizi dışarıdan takip eden bir çok büyük banker de saflarımıza katıldı. Rothschildlere karşı açacağım bir mücadelede tarafımızı tutacaklarını ifade ettiler.
Başvekil Lord Salisbury’nin sekreteri Mr. Barrington ile tanışıp gayelerimizi anlattım ve zannederim alâkasını çektim.
2 Eylül, Aussee
Sultan Abdülhamidin tahta cülusunun yıldönümü münase­betiyle Siyonist Organizasyonu Başkanı sıfatı ile bir tebrik telgrafı çektim. «Saltanatının devamına duacı olduğumuzu» bildirdim.
18 Eylül
Vambery’yi Peşte’de ziyaret ettim. Sultanın beni mayıs ayı içinde kabul edeceğine dair şeref sözü verdi. Bu sözü bana neye dayanarak verdiğini bilmiyorum ama, inandım. Peşte’de çigan müziği dinlerken Sefir Ahmet Tevfik’i ziyarete gittim. Wilhelm ve Abdülhamid hakkında bir sürü gevezelik ettik.
1 Ekim
Vambery’den bir haber yok, galiba uyumaya başladı.
Nuri Beye şu mektubu gönderdim :
Ekselans,
Sizi Hotel İmperial’de görmek şerefine nail olduğumdan beri bir yıl geçmiş bulunuyor. Ve o zamandan beri hiç, ama hiçbir şey olmadı.
İşittiğime göre İstanbul’da Hicaz yolu konusu ele alınmış­tır. Eğer bize Şirket imtiyazı verilirse bu yolu yapmaya veya diğer herhangi bir ihtiyacı karşılamak için fon tesis etmeye ha­zırız. Eğer bu konudaki selâhiyet sahibi ile rabıtanız varsa tek­lifimizi iletiniz. Majestelerinin isteyeceği her türlü garantiyi verebilirim.
Müspet cevabınızı mümkün olduğu kadar çabuk bekliyo­rum.
Th.Herzl
Not: Sizi otelde «görmeye» gelen arkadaşım Kremenzky’nin Filistin’de Lut Gölü sahilinde bir fabrika kurmak gibi en­teresan bir fikri var. Bana bundan birkaç defa bahsetti ama ben sizden bu sahillerin kimin ihtiyazında olduğunu sormayı unuttum. O bu kimsenin müslüman olduğunu söylüyor. Lütfen bu hususta bilgi vermenizi rica edeceğim.
5 Ekim
İngiliz Siyonist Federasyonu parlamento adayları arasında bir anket yaptı. Çok akıllıca bir iş. Bunlardan 60’ı Siyonizm’in lehinde olduklarını açıkladılar.
15 Ekim
Bugün Crespi aracılığı ile Nuri’den bir mektup aldım. Hü­kümetin 7-800 000 Osmanlı Lirasına acilen ihtiyacı olduğunu, bu borç karşılığı gümrük gelirlerini gösterip % 6 veya 6,5 faiz vereceğini bildiriyor.
Bu işe derhal yardım etmeliyim. Majeste Sultan beni ka­bul edecek demektir.
Hemen şu cevabî telgrafı gönderdim:
«Mektubunuzda anlattığınız garanti karşılığında 700 000 i vereceğimizi bildiriniz, şu şartla ki ben n.c.363 ile doğrudan doğruya temasa geçeceğim. Fakat lütfen şu hususu arzedin, ben 363 tarafından kabul edilmedikçe hiçbirşey yapamam» [*].
[*] Dr. Theodor Herzl’in hatıratında birçok isimler ve mefhumlar kar­şılığında şifreli kelimeler kullanılmıştır, n.c. 363 de bunlardan biridir ve görül­düğü gibi Sultan Abdülhamid’e delâlet etmektedir. Bu şifreyi her ihtimale karşı sık sık değiştirmekte ve muhaberatında öyle kullanmaktadır. Bunlardan Türkiye ile ilgili olanlarının bazıları şöyledir:
Albahary
İzzet Paşa
Amar
Sadrıazam
Baldov
Sultanın temsilcisi
Albert
Faik Bey
Bazaar
Yıldız Sarayı
Beer
Abdülhamid (Cohn ve Levy de kullanılmaktadır)
Bergmann
izzet Paşa
Buchhalter
Tahsin Bey (Krugler, Loewy, Pollak isimleri de)
Charles
Nuri Bey
Conheim
İstanbul’
Eduard
Adil Bey
Factory
Yıldız Sarayı
Leiter
Türk Hükümeti
Moi
Nuri Bey
No 919
Ahmed Tevfik Paşa
No 73
Halil Paşa
Polgar
Hacı Ali Bey
Schegez
Berlindeki Türk Sefiri
Schlessinger
İbrahim Paşa
12
Kıbrıs


26 Ekim
Dün Türkiyenin fahri başkonsolosu von Dirsztay Crespi’den yarı yarıya şifre ile yazılmış bir mektup getirdi. Asıl ken­disinin kuvvetli olduğunu söyleyip iş yapabileceğini fakat da­ha önce Viyanaya gelmesi gerektiğini yazıyor. Anlaşılan para­ya ihtiyacı var. Fahrî başkonsolos da onun yazdıklarını teyid ediyor. «Eğer benim için ciddi pozisyon yaratacak olursa 1000 frank alır» diye yazın dedim.
30 Ekim
Galiba sonuca benim zannettiğimden daha yakındayız. Eve geldiğimde Crespi’nin telgrafını buldum:
«Bu telgrafı alır almaz % 6 faizle 700 000 in 200 000 ini de­pozit olarak hemen gönderirseniz Ramazandan önce Zatı Şa­haneye durumu arz fırsatını bulurum, ümidim sizin o zaman Saraya resmen davet edileceğiniz şeklindedir. Telle bildiriniz. Crespi».
Crespi Beyoğlu postahanesinden içinde «Sultan»ın adının açıkça geçtiği bir telgraf çekebildiğine göre durumda ciddi ge­lişmeler var demektir. Hemen cevap verdim:
«Yüzde altıbuçuk ile konuşmaya başlamıştın şimdi yüzde altıdan bahsediyorsun. Fakat bunun önemi yok. Ancak şahsen 363 ile konuşur ve bizi kabul edeceğini işitirsem, konuşmayı takibeden ilk hafta içinde 700 000 inin tamamım alırsınız».
Hemen bütün arkadaşlara mektup yazarak faaliyete geç­mekte olduğumu, hazırlanmalarını, ilk partide 700 000 i temin etmelerini ve benim göndereceğim talimatı beklemelerini bil­dirdim.
Ben de hazırım.
13 Kasım
Dün bizim komite üyelerinden Oskar Marmorek’in evinde konuştuğum milyoner Reitlinger Türkiyenin 4-500 milyon frank tutarındaki bütün dış borçlarını bir kalemde ödeyerek karşılığında Filistini istememizi ortaya attı. Bu hususta düşün­meliyiz.
Wolffsohn da çektiği telgrafta Kann’ın Türkiyenin istedi­ği parayı doğrudan doğruya göndermeyi teklif ettiğini bildiri­yor. Bu doğru olmaz, talimatımı beklemeleri lâzım.
14 Kasım
Türkiyenin bütün borçlarını devralmak fikri bana çok ca­zip görünüyor. Fransa ve İngiltereye bu konuda hazırlık yap­maları için yazdım.
15 Kasım
Bugün Crespi’ye tel çektim:
«Para hazır, niçin mütemmim malûmat göndermiyorsun?»
16 Kasım
Bugün von Dirsztay telefon ederek Crespi’nin Çarşamba’ya geleceğini söyledi.
Wolffsohn telgrafla 700 000 in Kann tarafından hazır hal­de bekletildiğini bildirdi.
Vambery mektup gönderdi: Sultana yeni borç hikâyesinin doğru olup olmadığını telgrafla bildirmesini söylemiş. Eğer bu rivayet doğru ise derhal İstanbul’a gitmek niyetinde, ben de onu takip edecekmişim. Projenin şansı düzeliyor.
24 Kasım
Crepsi hala gelmedi. Dirsztay telefonla daha onbeş gün ge­cikeceğini söyledi. Şu telgrafı çektim:
«Eğer faaliyetinizin sonucunu bana derhal bildirmezseniz 700 000 konusundaki teklifimi geri alacağım..»
Buna : «Birkaç gün daha sabrediniz, işler iyi gidiyor. Taf­silât göndereceğim» cevabını aldım.
30 Kasım
Crespiden güzel bir mektup geldi. Meseleyi Sadrıazam, Baş­kâtip ve Maliye Nazırı ile konuşmuş. îkraz Deutsche Bank’ın geçen yılki şartları çerçevesinde yapılacakmış. Başkâtip, Vambery’nin benim tekliflerimi Sultana aksettirdiğini söylemiş. Maamafih Başkâtip bir hususta endişe duyuyormuş: Biz resmen davet ediliriz de ondan sonra da ikraz işi gerçekleşmezse ne olur? Crespi buna karşılık, benim hakkımda Alman Kayzer’i nezdinde araştırma yapılabileceğini' söylemiş.
Muhtemelen bu olayla dün bana telefon eden Alman Se­firinin davranışı arasında bir rabıta var. Şu ana, sabahın 11 ine kadar daha fazla tafsilât elde etmiş değilim.
3 Aralık
Dün sabah yanında von Dirsztay olduğu halde Crespi evi­me geldi. Fahri başkonsolos tam bir levanten görünüşünde, ikinci veya üçüncü sınıf bir diplomat tesiri bırakıyor. Maamafih İstanbul’’da söz sahibi kimseler hakkında açık açık konuşu­yor. Bana telgraf alıp almadığımı sordu. Ona göre iki üç gün içinde resmî davet vaki olacaktır.
«Fakat» dedi «Kabul esnasında sakın Siyonizmden bahset­meyin.» «Sadece borç para bulmak hususunda yardım teklif edin. Çünkü bu bir ikraz değil bir mikdar borç para bulma meselesidir. Borç demek birkaç ay içerisinde ödenecek para demektir. Karşılık olarak da gümrük gelirleri gösterildiğine göre mesele yok demektir». Ona Kann’ın teklifini isim zikret­meden anlattım. Bu teklifteki 80 000 sterlinlik fark ile hemen  ilgilendi ve Nuri Bey ile Maliye Nazırına hemen bildireceğini söyledi.
Siyonizm mevzuunda, ona göre, Türklerin bütün endişele­ri büyük devletlerdir. Eğer Yahudilerin Filistine hicretlerine müsaade edilirse «Düvel-i Muazzama» derhal donanmalarını Yafa’ya gönderecek ve Filistini işgal edeceklerdir. «Büyük Dev­letleri halletmek bizim vazifemiz diye cevap verdim. «Eğer Sultan bu konuda ikna edilirse mesele halledilmiş demektir» cevabını verdi. «Sultanın yegâne endişesi budur». İstanbul’a gi­derken Vambery’yi yanıma alsam nasıl olur diye sorduğumda, çok iyi olacağım, onun her zaman için Sultan ile temas kura­bileceğini, Vambery’nin tavsiyesinin birçok kapıyı açacağını söyledi. Başlangıçta onlar benim hakkımda Viyana ve Berlin’­de araştırma yapmaya girişmişler, fakat tam o sırada Vambery’­nin mektubu gelince bundan vazgeçmişler.
Şundan bundan daha epeyce konuştuk. Lut Gölünde kuru­lacak tesisler için şu beyanda bulundu : Eğer bundan Sultana bir hisse verileceği garanti edilirse bu iş olur. Alman Kayzer’inin himayesi konusundan bu günlerde Sultan da vazgeçmek zorundadır çünkü bu konuda Şeyhülislâm muhalefet etmekte­dir.
Sultan ile bir konuşsam, içinde bütün nazırların bulunaca­ğı bir komite kurarak Siyonist tekliflerini inceletmesini iste­yeceğim.
Kremenzki Crespi’ye masrafları karşılığı 1000 frankı öde­yince «Dostlarımıza ne kadar çabuk ve kolay ödemede bulun­duğumuzu» söyledi.
4 Aralık
İstanbul’dan şu ana kadar birşey gelmedi. Crespi’nin gele­ceğini bildirdiği telgraf öyle görülüyor ki boş lâftan ibaretti, Viyanaya gelerek küçük bir macera yaşamak istemiş olabilir. Belki de benim nabzımı yoklamak istedi, şimdiden sonra da çalışacak.
Her ne ise, şimdiye kadar yaptıkları da bin franktan fazla etmezdi zaten.
Dün tekrar kendisini Dirsztay’ın yanında gördüm. Nuri Bey ve İstanbul’a ait bir sürü dedikodu anlattı ve bana «Kölem olacağına dair» söz verdi. Bu gibi herşeyi satmaya hazır kim­seye çok nadir rastlanır.
Benim İngiliz hükümetine müracaat ederek Yahudilerin Transval’a liderliğim altında hicretine müsaade edilmesini iste­diğim şeklindeki haberin Sultan üzerinde çok müessir olduğu­nu anlattı.
Bugün telgraf çekip Montefiore’nin gerçekten böyle bir daveti ingilizlerden temin etmesini isteyeceğim.
Dün Crespi İstanbul’a telgraf çekti ama bir cevap alama­dı. Ona göre kabine Pazar günü Sultanın riyasetinde toplanmış fakat bana müracaat hususunda onu ikna edememiştir. Zira Sultan bilhassa para konusunda son derece gururludur. «Ma­dem ki ben sizleri nazır yaptım, gerekli herşeyi temin etmelisi­niz» diye düşünmektedir. Maliye nazırının ona yaptığı açıkla­maya göre hâzinede 10 000 altın bulunmaktadır. Gelmekte olan ramazan için 150 000, arkadan bayram için 130 000 altına ihti­yaç vardır.
Bir dedikodu daha : Viyana Sefiri Mahmud Nedim Crespi aracılığı ile Babıâliye haber göndermiş, birikmiş oniki aylık maaşının derhal gönderilmesini söylemiş, aksi takdirde Sefa­rethaneyi kapatmakla tehdit etmiş.
6 Aralık
Dün Crepsi Dirsztay ile iki defa yanıma geldi. İstikbalde yapacağı hizmetler karşılığında para sızdırmak istiyor. Kesin­likle reddettim. Önce ne yapacağım, ne yapabileceğini göster­meli, bunu ispat etmeli ki benden para alabilsin. O zaman is­tediği parayı alır ama hiç’e ben de hiç ile mukabele ederim.
Öğleden sonra Dirsztay Nuri’nin bir mektubunu getirdi. Deutsche Bank’ın istedikleri ikrazı % 75-78 eksiğine vermeye razı olduğunu, bunu kabul edeceklerini bildiriyor. Crespi he­men Sadrıazama telgraf çekerek «Bundan çok daha iyi şart­larla para bulabileceğini» bildirdi.
Bu durumda işler pek fena gitmiyor sayılır. Şimdi bu tel­graftan Sultan’ın da haberi olacak ve çok daha iyi şartlarla bu paranın temin edilebileceğini bilecek. Eğer yine bir ses çık­mazsa Vambery’nin yazacağı bir mektupla Sultan «Nasıl so­yulmakta olduğunu kesinlikle ve tafsilâtıyla» öğrenecek.
9 Aralık
Dün Peşte’ye gidip Crespi hakkmdaki bütün hikâyeyi Vambery’ye anlattım. Bu vesile ile bir kısım alman maliyecisinin daha doğrusu bankerinin kendisinden Sultan nezdinde tavas­sut istediklerini öğrendim. Bunlarm arasında Başkonsolos Dirsztay’ın da ismini görmek beni şaşırttı. Gözlerimi dört aç­mam gerekiyor.
Vambery’ye göre benim dediğim gibi bir mektup yazmakla Sultanın çevresini derhal kendimize düşman yaparız. Benim Sultana bir teklif mektubu yazmamın daha doğru olacağı ka­naatinde. Vambery’y e hitaben iki mektup yazacağım. Bunlar­dan birini herkese açıp gösterecek, İkincisi gizli olacak ve Sul­tanın eline ulaşacak :
«Aziz Üstad,
Sizin Türkiye ile ne kadar ilgili olduğunuzu bildiğim için son günlerde vuku bulan bazı olayları dikkatinize arzetmek is­tiyorum. Majeste Sultanın hükümeti ile irtibatı bulunan İstanbul’lu bir iş adamı Mösyö Crespi Viyana Başkonsolosu M.de Dirsztay ile beraber bana gelerek Osmanlı Hükümetinin 700 000 liraya ihtiyacı olduğunu bildirdi. Dünyadaki diğer milletlerin Yahudilere karşı davranışının tam aksine onları şefkat ve mer­hametle bağrına basan ve ileride Filistine de mülteci olarak kabul edeceğine inandığım Majesteye dostluğumuzu ispat et­menin tam zamanıdır diye düşündüm. Her fırsatta bize iyilik eden Sultanın dostu olduğumu ispat etmenin tam zamanıdır.
Eğer ortada bir iyi niyet varsa bu her fırsatta izhar edil­melidir. Bunun için derhal faaliyete geçtim ve İmparatorluğa bu parayı eri uygun şartlarla temin yollarını araştırdım. Maca­ristan % 87,5 ile borç ararken Majestelerine % 90 dan teklif edilmesi imkânını sırf dostluk nişanesi olarak sağladım.
Şimdi büyük bir hayal kırıklığı ile Başkonsolos ve yarı resmî ajandan öğreniyorum ki bu teklif reddedilmiştir.
Daha iyi şartlarla yapılan teklifin reddedilmesinin ne ma­naya geldiğini siz takdir edersiniz. İstanbul’daki rabıtalarınız size bunun sebebini tahkik imkânını verecektir zannederim.
Bana inanın, aziz üstad
Theodor Herzl».
İkinci mektup da şöyle :
«Aziz dost ve üstad,
Bugün olan acaip bir hâdiseyi size haber vermeliyim. Si­zin Türklerin nasıl yakın dostu ve Sultanın sadık bendesi ol­duğunuzu bildiğim için yazıyorum. Türk Hükümetine sırf dost­luk nişanesi olarak teklif ettiğim bir hususun nasıl reddedildi­ği sizi de ilgilendirecektir. 700 000 Osmanlı Lirasına ihtiyacı olduğu hususu yarı resmî bir ajan olduğuna inandığım ve bana Viyana Başkonsolosu tarafından takdim edilen Mösyö Crespi tarafından söylenmişti. Maliyeci arkadaşlarım kâğıt üzerinde 800 000 Osmanlı Liralık bir borç karşılığı olarak % 90 ını yani 720 000 lirasını efektif olarak ödemek üzere bir teklif hazırla­mışlardı. Bu bizim bankerlerimiz için cazip bir iş değildi. Zira Macar hükümeti daha birkaç hafta önce % 87,5 ile istediği hal­de teklifleri kabul edilmemişti. Arkadaşlarım ve ben sadece Sultan’a dostluğumuzu ispat için böyle davranmıştık. Fakat teklifimiz nazar-ı itibara alınmadı. Bundan daha iyi ve ayni mahiyette bir teklif yapılmış olabileceğine ihtimal vermiyo­rum.
Bunun iç yüzünü ancak siz anlayabilirsiniz.
Samimi dileklerimle Th.H».
11 Aralık
Akşam Crespi’den telgraf geldi:
«No 73 (Sadrıazam) No 919 a (Berlin Sefirine) telgraf çe­kerek sizin malî kapasiteniz ve iş gücünüz hakkında bilgi iste­yecek. Tatminkâr bilginin gelmesi için ne lâzımsa yapınız. Si­zin cevabınız üzerine buradan telgraf çıkacak».
Ayni anda Wolffsohn’dan gelen bir telgraf onun yarın Berlinde olacağını haber veriyordu. Ona yarın beni telefonla ara­masını bildirdim. Kann da yarın Berlinde olacak.
12 Aralık
Crespiye aşağıdaki şifreli telgrafı çektim :
«Bunun önemli olduğunu bilmekle beraber No 919 zarure­tin neden ileri geldiğini takdir edemez kanaatindeyim. Tekli­fimi tamamen geri alırdım ama doktor müsaade etmeyip mu­hakkak 363 ile (Abdülhamid) konsültasyon yapılmasını istiyor. Hastanın ihtiyaçlarını görmek için 3 veya 4 güne ihtiyacı var».
Berlin’de Sefir Ahmed Tevfik ile konuşan arkadaşlarım gayet iyi karşılanmışlar. Bu arada Sefir sadaretten herhangi bir telgraf almadığını söylemiş. Acaba Crespi oyun mu oynuyor?
14 Aralık
Dün Crespiden enteresan bir mektup geldi; Sadrıazamla ve Tahsin Beyle yaptığı konuşma ve münakaşaları anlatıyor.
Osmanlı Bankası hükümetin 2-3 milyonluk teklifine karşı sa­dece 100-150 bin verebileceğini bildirmiş. Ona göre bizim tek­lifimiz gittikçe kıymet kazanıyor.
Fakat ben levantinlere inanmıyorum.
*
*          *
Wolffsohn Berlin Sefiri Ahmed Tevfik ile yaptığı konuş­malara dair rapor gönderdi. Ahmed Tevfik ona da bana iki yıl önce söylediklerini söylemiş : Bizi Filistin dışında herhangi bir yerde mülteci olarak görmekten memnun kalırlarmış, benim «Yahudi Devleti»m hükümeti korkutmuş —benim için ne şe­ref—, eğer bir kere Filistine yerleşecek olursak çok yakın is­tikbalde oranın da başına Balkanların başına gelenler gelirmiş. Buna Wolffsohn mükemmel bir cevap vermiş :
«Eğer Balkanlarda Yahudiler olsaydı oralar bugün Türkiyenin olurdu. Zira Balkan Devletlerinin Büyük Devletler dos­tudurlar, ama Yahudilerin tek dostu türklerden ibarettir».
*
*          *
Crespi gönderdiği telgrafta acele olarak bir fransız veya alman bankerinin isminin bildirilmesini istiyor. Buna karşılık 700 000 i vermeye hazır olan Kann’ın adını veremezdim. Bunun çeşitli mahzurları olurdu. En basiti aradan beni çıkararak saray entrikaları ile borcu doğrudan doğruya ondan almaya, komis­yonculuk etmeye kalkarlardı. Halbuki ben bunu karşılıksız yapamazdım.
«Arkadaşlarıma ricanızı ilettim, onlar sizinle temasa geçe­cekler» şeklinde sudan bir cevap gönderdim. Yarın da arka­daşlarımın böyle namüsait şartlarla doğrudan doğruya temasa geçmeyi reddettiklerini bildireceğim.
Crespi bir oyun oynamak, hiç değilse kontrol etmek isti­yor, ama bu oyuna düşmeyeceğim.
15 Aralık
Crespi mektubunda Sadrıazamm bizim tarafımızda oldu­ğunu bildiriyor. Kabine toplantısında Osmanlı Bankasının du­rumu görüşülmüş ama Sadrıazam bu konuyu şimdilik gün­demden çıkartmış. Önce benim hakkımda tahkikat yapmak istiyormuş. Şu telgraf meselesi.
Vambery’ye bu mektubun suretini gönderip atacılık et­mesini istedim. Yazdığı cevapta açıkça 700 000 lik işte 5 000 al­tın komisyon alacağını bildiriyor.
Verdiğim cevapta kendisinin böyle küçük hesaplar peşin­de koşmaması gerektiğini, 5-10 binin hiçbir değeri olmadığını, yaptığı vazifenin eski kavmine karşı tarihî bir önem taşıdığını anlattım. «Sadrıazam meseleyi Sultana açmak için senin benim hakkımda yazacağın mektubu bekliyor. Lütfen türkler gibi “yavaş” hareket etme, Allah aşkına harekete geç ve yarından tezi yok şu mektubu yaz» dedim.
28 Aralık 1900
Vambery gerçekten gereken mektubu yazdı. Bunun üze­rine ben de kendisine bankerlerin bana yazdıkları muvafakat mektuplarının orijinallerini gönderdim : «Madem ki sen bana inanıp yazdın, işte ben de sana yalan söylemediğimi, gerçek­ten bankerlerle münasebette olduğumu ve bana selâhiyet ver­diklerini tevsik eden vesikaları gönderiyorum. Almanyada olanı tam seksen senelik bir bankacılık müessesesidir ve resmî mahfillerdeki kredisi de sonsuzdur. Bütün talepleri tek başına bile karşılayabilir» diye yazdım. Malûm sebeplerden ötürü bu isimleri kimseye açıklamamasını da ricayı unutmadım.
*
*          *
Vambery 29 Aralık günü yazdığı bir mektupta çok mühim bir noktayı işaret ediyor. «Veda etmek için Sultanın yanma girdiğimde bana —politikacı deyimiyle— metelik vermedi, bütün istediği para ve kuvvet» diyor. Bunun üzerine kendisine uzun bir mektup yazıp bilhassa şunları bildirdim :
«Ocak ayının ortalarına doğru bir seyahate çıkacağım ve malî çevrelere tesir ederek Türk Hükümetinin bütün bu kay­naklarla alâkasının kesilmesini temin edeceğim. O zaman be­nim yabana atılacak bir kimse olmadığımı anlamış olurlar. Fa­kat bunu yapmazdan önce bu yerleşmenin dostça yapılması için son bir teklifte bulunacağım. Şimdiye kadar birçok vesilelerle Türklere dost olduğumu göstermeye çalıştım. Türk Yu­nan savaşı sırasında sağlık heyetlerinin gönüllü olarak cephe­ye gitmesini, yaralı askerler için Avrupanın çeşitli bölgelerin­de kampanya açılmasını ben temin ettim. Her Siyonist kongre­sinden önce gayet hürmetkâr ifadelerle telgraf çektim. 700 000 e ihtiyaçları olduğunu söylediklerinde en uygun şartlarla elde etmelerini ben sağladım. Fakat bir tek teşekkür cümlesi dahi bana çok görüldü, esirgendi. İçlerinden birisi Türklerin Yahudilerin Filistine girmelerine, onlar orada bir Yahudi Krallığı kuracağı için müsaade edemezler deyip çıktı. Bu çok safça bir şey. Yahudilerin istedikleri sadece mesut yaşayabilecekleri, çalışabilecekleri ve Sultana tâbi olacakları bir memlekettir. Sultanın bütün İmparatorluğu da bu yerleşmenin semeresini en yakın zamanda görebilecektir. Fakat bunu istemediler. Pe­kâla. Kimse onları Yahudilerle dost olmaya icbar edemez el­bette. Fakat Yahudiler sizden birşey beklemiyorsa siz de onlar­dan birşey beklememelisiniz.
Bu itibarla Ocak ayımn ortalarına kadar çağırılmamı bek­leyeceğim. Bir ses çıkmadığı takdirde yukarıda bahsettiğim seyahate çıkacak ve en acil ihtiyaçlar için dahi Türk Hüküme­tinin on para borç bulamamasını temin edeceğim. Sonra da muhaceret konusunda bize uygun teklifleri olan Kanada ile müzakereye oturacağım.
Dostlarınıza söyleyiniz. Beni bir kere dinlesinler sonra istedikleri kararı versinler.
İşte böyle amcacığım. Eğer Sultan 15 Ocak tarihine kadar beni çağırmazsa bahsettiğim seyahate çıkacağım».
7 Ocak
Vambery benim son mektubumdan Sultana bahsettiğini yazıyor, fakat bir sonuç beklemediğini de ilâve ediyor.
*
*          *
Dr. Herzl Vambery’ye yazdığı gibi faaliyete geçer ve önce Avusturya Başvekili Koerber ile konuşur. Sonra Paris’e gider. Daha yolda iken Osmanlı Bankasının Londradaki «sahiplerini» bu bankanın eski bir müfettişinden öğrenir. Gayesi Osmanlı İmparatorluğunun malî işlerini yöneten bu bankayı toptan satınalmak, bu yoldan Sultan Abdülhamid üzerinde baskı yapmaktır. Önce Londra’da kendi adamları ile buluşup müzake­relerde bulunur. Osmanlı Bankası idarecilerine verilecek 50 milyonluk bir garanti ile Türkiyeye akan musluklar kökten kesilebilecektir. Bu arada Rothschild’lerle temasa geçer, müna­sebetleri eskisi gibi değildir. Tam anlaşmaya varmasa da artık zıt kuvvetler veya düşman kamplarda bulunmak durumundan kurtulurlar.
Bu arada İstanbul’daki ajan Crespi’den birkaç defa mek­tup gelir, Sadrıazamın ikna edildiğinden, şu kadar milyona acele ihtiyaç bulunduğundan v.s. bahsedilir, fakat hepsine red cevabı verir. Bankerlerin sırt çevirmeleri Bab-ı âliyi sıkıntıya düşürmeye başlamıştır. Bir taraftan da Rusya’daki adamları vasıtası ile harekete geçen Herzl, Yafa’dan itibaren Hicaz isti­kametinde yapılacak olan demiryolunun Rusyadaki hisselerini satın alma kampanyasına girişir. Hisseleri ele geçirmek sure­tiyle Filistinde inşa edilecek bu demiryolu konusunda söz sa­hibi olmak istemektedir.
Nisan başlarında Sultan Abdülhamid Vambery’yi İstanbul’a çağırır, niyeti İngiltere Kralı ile arasının düzeltilmesi işinde aracı olarak onu kullanmaktır. Bu daveti Vambery Dr. Herzl’e haber verir. O da eski ricalarını tekrarlar ve muhak­kak bir randevu temin etmesini ister. Vambery büyük sami­miyetle onun hesabına çalışmaktadır.
8 Mayısta İstanbul’dan dönen Vambery iyi haberler getir­mektedir. Dr. Herzl Crespinin telgrafı üzerine Viyanadan Peşte’ye kadar gidip Orient Ekspresten inen dostunu karşılamış­tır :
«Sultan seni kabul edecek dostum, ama bir Siyonist ola­rak değil de dünyadaki Yahudilerin lideri ve meşhur bir gaze­teci olarak» dedikten sonra şöyle devam etti: «Onunla Siyonizm hakkında konuşmamalısın. Bu bir fantasmagoryadır [[2]]. Ku­düs bu adamlar için Mekke kadar mukaddes bir şehirdir. Maamafih Siyonizm, hıristiyanlığa bakış ehven-i şerdir. Ben ora­da bulunduğum sürece seni kabul etmeyi reddetti, ama sonra razı oldu. Sana iki mektup vereceğim. Birisi Başkâtip Tahsin Beye hitaben — ki kendisi benim sadık arkadaşımdır —, diğeri de Wellisch adlı iyi bir Yahudi. Ama sen sabırlı olmalısın, bu iş bir iki hafta uzayabilir».
Beni kapıya kadar geçirdi, orada öpüşerek ayrılırken, iki gün sonra gelip mektupları ve gerekli bilgileri almamı söyle­di. Aklıma gelen şu soruyu sordum : «Sultan konuşma arasın­da bana şahsen atıfta bulundu mu?» Cevap olarak «Senin adı­nı bile bilmediğine eminim» deyip kesti. Bu mümkün olabilir mi?
Her ne hal ise, nihayet Sultan Abdülhamid ile konuşmak şerefine nail olacağım.
Eğer Filistini bana satmak isterse malî yönden sıkıntıya düşeceğim. Parayı da temin etmeliyim.
*
*          *



[1] Arminius Vambery enteresan bir şahsiyettir. Macar Yahudisi iken şarkiyata meraklanmış, 1857 yılında İstanbul’a gelmiş ve Fuat Paşanın kâtibi ol­muştur, az sonra da ihtida ederek İslâmî din olarak seçmiştir. Reşid Efendi adı altında Ortaasyada seyahatler yapmış, neşriyatta bulunmuştur. Budapeşteye dönüşte protestan ve üniversiteye profesör olmuştur. Türkiyeye çeşitli sebepler­le birçok seyahatler yapmış, Abdülhamid’in şahsî dostluğunu kazanmış ve son yıllarda da Herzl hesabına çalışmaya başlamıştır. 1913 de ölmüştür.
[2] Bir fenerle duvara aksettirilen ve birdenbire büyüyen şekiller.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar