Print Friendly and PDF

Şizofrengi


Hzl: Durul ve Yağmur TAYLAN
Fyodor M. Dostoyevski, herkesin bildiği gibi çağdaş edebiyat, dinsel düşünce ve psikolojiye olan katkılarından dolayı dünya edebiyatının devlerinden biridir. Yazar, psikolojiyi görkemli eserlerindeki artistik çabanın bir yan dalı olarak kullanmasına rağmen, insan karakterine derinlemesine dalışı, motivasyon ve tutkuların belirsiz köşelerini insan davranışlarının geniş sınırlan içerisinde aydınlatma becerisi ile günümüz okuyucusunu derinden etkilemeye devam etmektedir.
Romanlarındaki bu özellik, Freud, Adler, Rank, Stekel, Alexander ve Horney gibi dinamik psikiyatrinin kurucu ve önderlerine örnek oluşturmuştur.
Freud bilinen bir denemesinde Dostoyevski'nin çalışmalarında parricid temasını araştınr ve yazarın epileptik nöbetleri (sara hastalığı) ile kompulsif kumarbazlığını Oedipus kompleksinin ışığı altında analize yönelir. Adler 1918'deki bir konferansında Dostoyevski'nin artistik, etik, filozofik ve psikolog taraflarını övgülendirir. Rank psikanalitik çalışması “The Double Öteki" (1925) de, Dostoyevski'nin aynı adlı uzun öyküsünü oldukça şaşırtıcı ve 'Doppelganger' temasının derin bir sunuluşu olarak tanımlar. Çaresiz Golyadkin daha sonra yıkımın ve ölümün habercisi olacak rakibini kopyalayan bir narsisistdir. İntihar dolaylı yoldan ima edilir ancak Goldyakin'in kaderi kuşkusuz psikozdur, intihar değil. Stekel, Horney, Alexander ve Laing nörotik karakterler üzerine görüşlerini Dosteyevski karakterlerine başvurarak berraklaştırmışlardır.
Varoluşçu yazarlar ise Dostoyevski'nin intihara yatkın karakterlerini yeniden keşfetmişler ve dikkatlerini bu karakterlerin karmaşık psikolojik motivasyonlarına çekmişlerdir. Camus, Krilov'un mantıksal ve ideolojik intiharının absürd niteliğine çarpılmıştır. Farber'in intihar üzerine varoluşçu fenomenolojik denemesi "Despair and the Life of Suicide; in the Ways of the Will", Krilov'un mazur gösterilmiş intiharı ile ilişkisinin tartışılmasını içerir. Buber sakin ve ussal Stavrogin'i intihara sürükleyen utanç ve suçluluk duygularını araştırmıştır.
Dostostoyevski yazınındaki intihar teması psikolojik kompleksiteler açısından çok zengindir. Bu yazıda intihar davranışının Dosteyevski yazınında, gazeteciliğinde ve kendi öz yaşamındaki yeri incelenecektir.
Dostoyevski yazınında intihar çoktur; 17 karakterden fazlası kendini öldürmüş, diğerleri de intiharı tasarlamış ya da intihara yeltenmiştir. Bunlardan bazıları, intiharları dolayımlı yollardan verilmiş ana karakterlerdir. Diğerleri, intiharları bazen romanın gelişimi açısından zorunlu, ya da aksiyonun en dış halkasını oluşturan minör karakterlerdir.
Arada sırada da yalnızca raslantısal veya tamamen ilgisizdir. 
Dostoyevski romanında intiharın rolünü anlamak için ilk önce onun bir ex nihilo yaratmadığı akılda tutulmalıdır. Onun bağımsız dehası bir edebi gelenek içerisinde dışa vurulmuştur. Kullandığı dramatik tekniklerin, karakterizasyonların, entrika yapılarının, betimlemelerin vb. bir çoğu Avrupa edebiyatının ana akımlarıyla, özellikle de Gotik ve Fransız yazınıyla sıkı sıkıya bağıntılıdır.
İntiharlarının çokluk biçim ve dramatik niteliği Balzac'ın "insanlık Komedyacındaki bu tür davranışları ve bunların önemini çağrıştırır. Gerçeklen de Dostoyevski edebi kariyerinin başlangıç dönemlerinde, büyük oranda Balzac'ları etkilenmiş, adeta onun aktarıcısı konumundadır.
Dostoyevski'nin intiharı betimlemedeki dehası, ne intiharı gelişkin bir edebi anlatımla sunmasında, ne de edebi geleneği alt üst ederek olmaktadır. Daha çok insanın durumunun derin ve bütünsel bir kavrayışı nedeniyledir.
Dostoyevski yazınındaki intiharların bir çoğunu ezik, acı çeken, aldatılmış, kötüye kullanılmış (misused) bireylerin gerçekleştirdiği ‘kurban intiharları' oluşturur. Çoğunlukla bu gruptakiler, çocuk ya da genç kadınlar, özellikle de cinsel temaruza uğramış genç kızlardır. "Yazarın Günlüğü" bu türden bir çok örnek içerir ve Dostoyevski'nin çalışmalarında "Kurban-çocuk" teması bol miktarda bulunur.
Bu intiharlardan ikisi; "The make one"daki isimsiz kahraman ve "Ecinniler" deki Slavrogin tarafından tecavüz edilen genç kız Matryosha'dır, ve aşağıda daha ayrıntılı tartışılacaktır. Bu gruptaki diğer örnekler; "Suç ve Ceza"daki Svidrigeilov'un kurbanları ve "Delikanlı"daki üç karakterdir.
"Suç ve ceza" başlangıçta intihar kurbanlarını betimler. Svidrigailov tarafından intihara kışkırtılan iki kişiye kısaca değinildiği bölüm, bu temanın ana karakteristik ve belirtilerini berraklaştırmaya hizmet eder. Dostoyevski yazınındaki daha sonraki örnekler, bu basil çekirdeğin tümüyle kabülü ve mantıki geliştirilmesidir. Svidrigailov, kendi kazançlarını uğruna insanları idare eden, aşağılayan ve alay eden, benmerkezci hedonist birisidir. Uşağına çok kötü davranır ve onu intihara sürükler. Svidrigailov bir genç kızı cinsel temaruza uğratır ve çocuk kendini öldürür. Son derece dramatik bir sahnede Svidrigailov kendi intiharından hemen önce, bu kızın trajik yazgısını düşünde görür. Bu düşte 14 yaşında genç kız kendini suda boğar ve güler: "Soluk dudaklarındaki tebessüm sınırsız, hiç de çocuksu olmayan bir keder ve keskin bir acıyla doluydu."
"Delikanlı" bir çok intihar ve intihar girişimi içermesinin yanında, üç kurban intihar örneği barındırır. Bu tür intiharla, Dostoyevski'nin roman için notlarında da görülebileceği gibi romanın ilk planlarında tasarlanmıştır.
Lidya Ahmakov 17 yaşlarında, 'kötü, entrikacı ve yalancı1 Versilov'a aşık, hastalıklı bir kızdır. Versilov'un kızın üvey annesine aşık olduğu söylentisi mevcuttur. Büyüleyici bir atmosferde, duygularının ikiyüzlü ve umarsız manipülasyonuyla kız kendini zehirler. Kısa bir süre sonra babası, kızının ölümünün yasının etkisiyle felçten ölür.
Olga, dul annesiyle birlikle şehre yeni gelmiş bir genç kızdır. Bir başlan çıkarma ve 'genelev' olayından sonra Versilov'a borçlanır. Ancak Versilov'un 'kötü' kişiliğini fark edince parayı geri verir ve aynı odada uyumakta olan annesinin yanında kendini asar. Karanlıkta yazılmış bir intihar notu bırakır: "Sevgili anne, henüz başlamadayken yaşamına son vererek, seni kedere boğduğu için kızım affet. Senin Olga'n" "Delikanlıdaki kurban-intihar temalarının sonu, nazik ve bilge bir serf olan Makar Ivanoviç tarafından öykü içinde öykü tekniğiyle anlatır. Önemi ve duyarlı çekiciliği anlatıcının şu sözleriyle ironik bir biçimde açığa çıkar: " Öyküyü atlamak isleyen, bunu yapabilir." Küçük çocuk yoksul ve dul annesiyle birlikte yaşamakladır. Annesinin zengin bir tüccardan yardım isteği geri çevrilmiş, bu yüzden de dört kız kardeşi ölmüştür. Çocuk tesadüfi olarak, tüccar tarafından merhametsizce dövülür. Daha sonra tücaar çocuğun koruyucusu olmaya ve onu eve almaya karar verir. Tüccar tarafından sürekli tedirgin edilen çocuk lam bir terör içinde yaşar (zayıf ve sessizdir ç.n) Bir gün çocuk kazayla değerli bir lambayı kırar ve panik içinde dereye doğru koşmaya başlar. Tüccar da peşinden gider, gözdağı verir. Bunun üzerine çocuk iki yumruğunu iki meme başına dayamış, gözlerini gökyüzüne dikmiş bir durumda suya atlar ve boğulur. Bundan sonra düşleri tüccarı rahat bırakmaz. (Bu düşleri kimseye anlatmaz) Bir öğretmene çocuğun intiharını anlatan bir resim ısmarlar. Resimde çocuk gökyüzünde cennetin melekleri tarafından karşılanıyor olacaktır.(Çocuk resimde intihar etmek üzereyken ki haliyle görünecektir: iki yumruğu iki meme başına yapışmış olarak ç.n.) Ressam böyle bir resmi yapmasının mümkün olmadığını söyleyerek bu isteği geri çevirir. Ve şöyle bir resim önerir: Çocuğa doğru gökyüzünden indirilmiş bir ışık huzmesi olacak. Daha sonra tüccar çocuğun annesiyle evlenir, 'iyi ve şefkatli1 bir adam olur. Bir çocukları olur ancak tüccar ölen çocuğun düşünü görmeye devam etmektedir. Sonunda kendi çocuğu da hastalıklı büyür ve ölür. Tüccar tüm servetini karısına bırakarak göçer ve hacı olur.
Dostoyevski romanlarında daha bir çok kurban-intihar mevcuttur. Bunlar çokluk genç, yardıma muhtaç ve yoksuldur.
Diğer bir karakteristik, kurbanların hep aynı özelliklere sahip olması ve öyküye olan dolaylı konumudur. Makar'ın öyküsündeki çocuğun ismi verilmez. “Delikanlı" daki Lidya ve Olga'nın adlan ise, intiharları öykülendikten sonra verilir. Sıklıkla bu intiharlar ana öyküden yalıtılmış olarak verilirler. Tüm bu teknikleri kullanıyor olması, Dostoyevski'nin bu intiharların açıklamasına girmekten kaçındığını destekliyor gibi görünmektedir.
Kurban-intiharlar, kendilerine acı çektirmiş olanları sürekli rahatsız ederler, özellikle düşlerde. Svidrigailov kendi intiharından hemen önce, kendini öldüren kızı düşünde görür.
Stovrogin düşlerinde: "Karşımda Matryoşa'yı (Ah, gerçek değildi bu. Gerçek olsaydı, bir kerecik hiç değilse bir kerecik... bir saniye için, hiç değilse bir saniyecik gerçek olsaydı. Konuşabileceğim, canlı Matryoşa olsaydı karşımda.): pek zayıflamış, ateşli hasta olduğu gözlerinden belli Matryoşa'yı tıpkı o zaman odamın kapısında durmuş, başını sallar, küçücük yumruğuyla beni tehdit ederken olduğu haliyle karşımda gördüm. Ömrümde hiç bir zaman bu denli acı çekmedim. Beni tehdit etmeye çalışan (Neyle? Ne yapabilirdi bana, ah tanrım!) ama kuskusuz yalnızca kendisini suçlayan, henüz hiçbir şeyi anlayamayan zavallı bir yaratığın acıklı umutsuzluğu. Kendimi bildim bileli böyle bir şey gelmemişti basıma. Gece oluncaya kadar oturdum yatağımın içinde, kıpırdamadım yerimden zamanı da unutmuşum. Su anda içimdekileri kağıda dökebilmeyi, otel odasında çektiklerimi anlaşılır bir dille anlatabilmeyi çok isterdim. Vicdan azabı, ya da pişmanlık dedikleri bu mudur acaba? Bilmiyorum, hiçbir zaman da bilemedim bunu. Ama yalnızca bir şeye dayanamıyorum. Onun o hali, özellikle, odamın kapısında durduğu o hali çok ağır geliyor bana. Ne daha önceki, ne de sonraki hali Küçücük yumruğunu havaya kaldırıp beni tehdit etmek için salladığı hali yalnızca... Yalnızca o an, yalnızca o baş sallayışı... Beni tehdit edişindeki tavrı artık gülünç değil, acı vericiydi benim için. Acıdan çıldıracak gibi oluyordum. Bu acıdan kurtulmak için bedenimi işkence masasına yatırabilirdim. Suç işlediğime, ona, onun ölümüne acımıyorum, yalnızca o bir ana dayanamıyorum bir türlü. Çünkü o günden beri hiç gitmiyor gözlerimin önünden, cezaya çarptırıldığımı da kesinlikle biliyorum. O günden beri buna dayanamıyorum işte, daha önce de dayanamıyordum ya, farkında değildim, hemen her gün geliyor gözlerimin önüne. Kendi kendine gelmiyor, kendim çağırıyorum, çağırmadan edemiyorum, onsuz yaşayamıyorum. Ah, ayıkken bir kere görebilsem Matryoşa'yı. Hayalini görmeye de razıydım. Bir kere bile olsa, iri, hasta gözleriyle o zamanki gibi gene baksın bana istiyorum, gözlerimin içine bakıp da gülümsesin... Budalaca bir umut, olacak şey mi bu. (Cinler, Türkçesi; Ergin Altay, Can Yayınlan 1984)"
Son romanlardaki ana karakterlerin intiharları incelendiğinde, hepsinin de aynı grupta toplanabildiği görülür. (Svidrigailov, Kirilov, Stavrogin ve Smerdyakov). "Suç ve Ceza"daki Svidrigailov acımasız, kendi doyumuna düşkün, paragöz biridir. Kahramanımızın kızkardeşini baştan çıkarmaya çabşır. Kirilov ve Stavrogin "Cinler"de belirirler. Kirilov devrimci bir örgüt üyesidir fakat çevresindeki insanlarla duygusal kopukluğu olan, içine kapanık birisidir. Smerdyakov (Karamazov Kardeşler) epileptiktir ve yaşlı Karamazov'un gayrı meşru oğludur. Kibirli ve egoistdir, başkalarının değerleriyle alay eder.
Bu dört karakterde de abartılmış bir irade, benlikçilik ve narsisizm ortaktır. Hepsi de toplumun her türlü normuna boyun eğmeyi reddeder. Bunlar Durkheim'ın "egoistik intihar" örnekleridir. Kendi kişisel "egolarının gücünü göstermek için, insan varlığını destekleyen her türlü aile, grup, kişi ve ilişkiler ağından kendilerini mahrum bırakırlar.
Aşırı irade teması Kirilov'da oldukça kaba bir biçimde görünür hale gelir. Kirilov'un "Cinler"de söylediği sözler, Dostoyevski'nin tutuklanmasından hemen önce, devrimci bir topluluğa karşı verdiği söylevdekilerin hemen hemen aynısıdır: "Kendimi öldürmek zorundayım, çünkü özgürlüğümün doruğu kendimi öldürmemdir." (a.g.e.s.587)
Tüm bu egoistik karakterler, intihar yanında saldırganlık davranışını da sık sık gösterirler. Hepsi de homicid'e (cinayet) yatkındır. Svidrigailov karısını öldürür. Smerdyakov yaşlı Karamazov'un gerçek katilidir. Stavrogin cinayete yellenmediği halde, birçok karakterin ölümünden suçluluk duyar, intihar notunda Kirilov, Şalov'u öldürdüğünü kabul eder.
Dostoyevski yazılarında intihar ve cinayet arasındaki yakın ilişkiyi betimler ve ikisi arasındaki teorik antagonizmanın yüzeysel olduğuna değinir. Bu formülasyon Lester tarafından doğruIanmıştır (Lester D., Why people kill them selves.'A summary of research findings on suicidal behavior, 1972). Öte yandan Durkheim yıllar önce, intiharın farklı çeşitleri olduğunu söylemiş, bazılarının cinayetle akraba, bazılarının ise antagonist olduğunu belirtmiştir. Dostoyevski karakterlerinde saldırganlığın bu iki formununda söylenebilir.
Kurban-intihar ve egoistik-intihar arasındaki ortak bir öğe de dinsel perspektiftir. "The Meek One"daki kadın kahraman ölümüne bir kutsal ikona sarılarak atlar. "Delikanlı'daki yaşlı hacı Makar, intihara ilişkin Tanrı bağışlayıcılığını tartışır ve hemen ardından zengin tüccar tarafından intihara sürüklenen çocuğun uzun öyküsünü anlatır. Tüccar, çocuğun intiharını anlatan bir resim ısmarlar. Resimde çocuk gökyüzünde, cennetin melekleri tarafından karşılanmaktadır.
Dostoyevski kurban-intiharları haklılaştırmaya çalışırken, eski Rus din adamlarından büyük oranda etkilendiği görülür. Bu din adamlarının; ölümün Büyük Peler'in zulümlerine boyun eğmekten iyi olduğu, yakılarak ölümün yaklaşmakta olan "son yargılama"nın habercisi olduğu ve en azından bazı gruplarda intiharın bir kurtuluş olabileceği gibi inanışları vardır.
Egoistik intiharlardaki dinsel tema örneğin; "Karamazov Kardeşlerdeki Smerdyakov'un ilk konuşmasında görülür. Burada Serdyakov Rus halkına olan inancını yitirdiğinden kendini mantıksal bir biçimde öldürür, ki bu "kendini öldürür, çünkü Rus kilisesinin kutsal misyonuna olan inancını yitirmiştir" şeklinde yorumlanabilir.
Din ve egoizm arasındaki karşıtlık ilişkisi bağlamında, Kirilov en kaba çizilmiş karakterlerden biridir. "Eğer Tanrı varsa herşey onun iradesidir ve ben ondan kaçamam. Eğer yoksa, bu tamamen benim irademdir ve ben irademi göstermeye mecburum.” Kendini öldürmekle Kirilov Tanrı olacağını iddia etmektedir. Yaşamının bu son anlarındaki ajitasyonu onun mantıksal planının kaba bir rasyonalizasyona ve histeriye dönüştüğünü gösterir".
"Budala"daki Ippolit belki de Dostoyevski'nin en dramatik intihar vakalarından biridir. Uç aylık bir yaşamı kaldığını öğrendikten sonra, insanla dolu bir odada yukarıdakilere benzer egoistik öğeler taşıyan itiraflar ve haklılaştırmalarla dolu bir makale okur: "Aklımı çelen başka birşey daha var: Yaşam üç haftalık hükmüyle elimi kolumu kıskıvrak bağladığına göre bana yapacak tek şey kalıyor, o da intihar. Kendi gücümle başlayıp bitirebileceğim tek iş bu. Kimbilir, belki ben de bir işte akla gelebilecek son olasılıktan yararlanmak istiyorum. Bazen baş kaldırma da önemli bir iştir..." (Budala, Türkçesi.Mehmct Özgül, Cem Yayınevi s.494)
İppolit daha sonra çevresine bakar, bir pistolü şakağına dayar ve tetiğe basar. Pistol ateş almamıştır çünkü ateşleyici kapsülleri yoktur.
"Başlangıçla herkesin üstüne çöken korku yavaş yavaş dağılarak yerini gülüşmelere bıraktı. Bazıları ise büyük bir zevkle, kahkahalarını gizlemeden pis pis gülüyorlardı, İppolit sinir nöbetine tutulmuş gibiydi. Bir yandan hüngür hüngür ağlayarak çaresizlik içinde kıvranıyor, bir yandan da önüne gelene derdini anlatmaya çalışıyordu... bir sürü yemin vererek kapsülü koymayı gerçekten unuttuğunu, bunda bir kaslı olmadığını söyledi." (a.g.e.,s.501)
Sonunda baygın düşer. Böylece absürdilcye indirgenen bu melodramatik sahne, öykünün devamında Ippolit'in tüberkülozdan ölecek olmasını kabullenmemizi sağlar.
Foy/ Rojcewicz'den kısaltarak Türkçeleştiren Yağmur Taylan (Devam edecek)
Şizofrengi Dergi, Sayı 4,
4 Eylül  1992
Yaşamının daha sonraki bölümünde Dostoyevski binlerce abonesi olan tek kişilik bir dergi yayımladı, "Bir yazarın güncesi" (The Diary of a Writer), güncel olaylar, politik makaleler, edebiyat anıları, felsefi değinmeler ve bazı kısa hikayeleri içerir. Okurlarıyla olan bu aylık söyleşileri, onun yaratıcı aktivitesini oluşturan bir tür laboratuvar işlevi görmüştür. Son romanını yazmaya başladığında 'Günce' uzun yıllar ihmal edildi. Alvarez, 1876-1877 arasındaki sürede intihar problemini gözden kaçırmayarak bu sorun hakkında kafa yorduğunu saptar. Bu yıllarda, zamanın gazetelerinde yer almış altı intihar vakası, yazarın dikkatinden kaçmaz. Dostoyevski şunlardan bahseder: Kocasının vahşetine maruz kalan bir kadın; çok dokunaklı bir not bırakan 25 yaşında bir ebe; eski bir göçmen olan A.I.Herzen'in genç kızı; bir terzi kadın; utangaç ve alçakgönüllü bir ergen; zimmetine para geçirmekle suçlanan yüksek rütbeli bir general. Yazarın, o çağdaki intihar olgusunun doğası üzerine müthiş bir düşünsel çaba gösterdiği tartışılmaz.
Bu trajedilerden özellikle ikisi, bir sanatçının geniş hayal gücü ve yaratıcı tepkileri sayesinde derinlikli bir biçimde incelenir. Herzen'in kızının ölümü, 'soğuk, karanlık ve sıkıntılı' olan bu intiharın 'Kurban' adlı kurmaca intihar metnini yazmaya teşvik etliği görülür. Burada Dostoyevski, 'mantıklı' intihar mesajını, bu korkutucu derecede akla uygun ve sağduyulu bir kendini suçlamaya dayanan intihar olgusunu ifade eder.
“Ya insan bu dünyaya küstah bir deney için konmuşsa yalnızca bu yaratığın canlı kalıp kalamayacağını denemek amacıyla? Bu düşüncenin başlıca üzüntüsü, yine aynı gerçektir: Suçlu yoktur, kimse deneyi yönlendiremez, lanetlenecek biri yoktur, çünkü herşey basitçe yaradılışın kendi içsel kanunlarıyla gelip geçer, ki ben bunların hepsini anlayamam ve benim bilincim kendisini yatıştırmaktan acizdir.
Ergo: Madem ki, mutluluk üzerine sorularıma, kendi bilinçliliğim aracılığıyla yanıt arıyorum, tek yanıt herşeyle uyum içinde olamadığım zaman mutlu olamayacağımdır. Ben bunları açıklayamam. Bana aşikar görünseler de, hiçbir zaman anlayamayacağım.
…….
Madem ki bu yaradılışa kaniyim, bu soruların yanıtları, kendi "kendiliğimi (self)" tayin eder ve kendi bilinçliliğimle yanıtlar ( tüm bunları kendime söyleyen ben olduğum sürece).       
…………VE YARADILIŞI YOKEDEMEYECEĞİM İÇİNDİR Kİ, HİÇBİR SUÇLUNUN OLMADIĞI BU TİRANLIĞA  TAHAMMÜLÜN YORGUNLUĞUNDA, SADECE KENDİMİ YOK EDİYORUM." (Dostoyevski, “The Diary of a Writer")
Yazarın ironisi okurlarının bazıları tarafından kaçırıldı, zira iki ay sonra Dostoyevski mesajının ahlaki çerçevesini açıklamak zorunda kaldı. "Mantıksal intihar'ın bir sonucu olarak insanın kendini mahvetmesinin ardındaki düşünce, inançsız bir ruhun, varlığı doğal olmayan, düşünülemeyen ve olanaksız kıldığıdır."
İkinci örnekte Dostoyevski, terzi kızın intiharındaki gerçeği kendi değerler sistemine oturtmakta bir paradoksla karşılaşır.
Dindar bir yaşam sürdüren bir genç kız nasıl oluyor da kendini öldürebiliyordu?
Bu sorunu araştırmak için, yazar yaratıcı yeteneği ile olaya yaklaşır ve hayatta kalan kocanın bakış açısından olağandışı bir öykü ile bu lekeli mirası betimler. 'The Meek One', genç karısının cesedi yanında oturan kocanın aklından geçen tüm düşünceleri kuşatan bir öyküdür, öyküde, tanışmaları ve evlilikleri adamın şu anki keder ve suçluluk duyguları ile birlikte anlatılır, öykü aynı zamanda, ortak yaşamlarının gitgide değişmesinin dokunaklı bir tasviridir. Romancı her kahramanın karakter ve motivasyonlarının derinlerine iner; birbirlerini etkileyen şeyleri, aşk ve nezaketin meydan okuyuşlarının herbirinde yarattığı dürtüler, eziyetin ve kurban olmanın, sadizm ve mazoşizmin anlatımından daha fazla, öykü, bu acımasız trajedideki mutsuz çiftin ilişkisindeki her noktanın belirsizliklerini gün ışığına çıkarır. Dostoyevski sezgilerini, en ince evlilik ve aile dinamiklerini açımlamada kullanır. Anlatıcı, okuyucuyu suçlanacak kim, daha doğrusu gerçekte herhangi birinde hata var mı sorusuyla baş başa bırakır. Artık, sıradan insanın başarısızlık ve cahilliğinin zayıf ışığında kendi yargımızı vermemiz gerekir.
Yazar kendini kısa bir postscript [not; dipnot ] ile ele verir: "İnsan dünyada yalnızdır İşte felaket burada!... Yalnızca insan ve etrafında sessizlik yeryüzü gibi. Birbirinizi sevin bunu kim söyledi ? Bu, kimin iddiası?..." (Dostoicvsky, "The Meek One; in The Diary of a Writer")
Dostoyevski'nin yapıtının duygusal yoğunluğu, kaynağını sık sık kendi yaşamının karışıklık ve melodramatik özelliğinde bulur. O, Petersburg kenar mahallelerinin yoksulluğunu yaşadı, gizli bir devrimci grubunun gayretliliğini, sara hastalığının yarattığı keskin duygulanımları yaşadı, idama mahkum oldu ve Sibirya'da uzun yıllar kaldı. Kumar kayıplarının umutsuzluğunu ve nihayet başarının doyumunu tattı. Tüm bu deneyimlerden sonra, Dostoyevski'nia yazdıklarında yer alan intihar olgusunun temelinde, O'ndaki intihar eğilimlerini anlamak süpriz olmaz. Melville veya D. II.Lawrence gibi diğer yazarların deha dolu çalışmalarında da bu 'kendi yaratıcı intihar krizlerine' olan özel bağlılık dikkati çekmektedir.
Kızı Aimee'e göre Dostoyevski arkadaşlarına sık sık intiharın kıyısında durduğunu söylerdi. Onun biyografik malzemeleri ve meklupları incelendiğinde görülecektir ki, intihar düşüncelerinin dorukta olduğu üç ayrı dönem vardır.
1845'de Dostoyevski, Petersburg'da henüz şöhretsiz genç bir yazar olarak yaşıyor ve yazdığı “Ezilenler”ve “Öteki” adlı çalışmaları düzeltiyordu. Bu dönemde, mektuplarında, belirgin bir hipokondria, anksiyetenin somatik belirtileri, şiddetli bir özcleştiri ve depresyonun varlığı açıktır. Edebi çalışmasını, kurtuluşu ve edebi başarısızlığını kendi sonu gibi görüyordu. 24 Mart 1845'te kardeşi Michael'e şöyle yazdı:      Romanım herşeyi kapsayan basit bir dava oldu: Başarısız olursam kendimi asarım. " İki ay sonra, 4 Mayıs 1845' de yine Michael'e yazdığı mektupta aynı tema kendini gösterir. "Romanı yayınlayamazsam, olasılıkla kendimi Neva'ya atacağım. Başka ne yapabilirim? Her bir şeyi düşündüm. Sabit fikrimin yitmesine dayanamam". Bu intihari durum, devrimci bir suikaste karışmaktan tutuklanmaya kadar sürdü. Mahkeme ve hapislik yıllarında ise suikastçi arkadaşlarının bir çoğundan daha az depresyon yaşadı.
Kendini yok etme düşüncesinin oluştuğu ikinci dönem , tutsaklıktan kurtuluşunu takip eden dönemde, bir Sibirya alayındaki görevindedir. Dostoyevski, çılgınca kur yaptığı dul Marya Isayev'e aşıktır. Marya'nın diğer aşıklara ilişkin imaları Dostoyevski'yi telaşa boğar. Dostu Wrangel'e şöyle yazar: "Meleğimi kaybedersem mahvolurum; Ya aklımı yitirir ya da kendimi Irtiş'e atarım." Kasım 1856'da yine Wrangel'e "O, eskisi gibi yaşamımın herşeyi, onu çılgınlar gibi seviyorum. Ondan ayrılmam beni intihara götürür, ben zavallı bir çılgınım. Bu tür bir aşk, hastalıktır." (Slonim, “Three Lovcs of Dostoievsky", 1955).
Üçüncü intihar saplantısı kumar tutkunluğunda ortaya çıktı. Büyük kayıplar, sefil yaşam şartları, karısının ve kendisinin eşyalarını rehin verişleri Dostoyevski'yi umutsuzluğa şevketti. İkinci karısı Anna, 6 Ağustos 1867'de şöyle bir not düşmüştür: " Zavallı Fyodor, kendini kaybetmek üzere, borçlarını ödeyemezse ya kendini vuracak ya da çıldıracak." Bu tip intihar düşüncelerinin edebi dramatizasyondan öte boyutları vardır. "Fyodor, eğer ona böyle haykırırsam kendini pencereden atacağını söyledi." Bu bilinçli intihar düşüncelerinin yer aldığı dönem kumara ara vermesiyle sona ermiş gibi görünür. Kendindeki bu intihar düşüncelerine rağmen Dostoyevski aynı zamanda intihan engelleyebilecek bir etkililiğe sahipti. Diğer iki suikastçiyle birlikte Sibirya'ya naklediliyordu. Bunlardan biri, Yastrzemzski, büyük bir umutsuzluğa düşüp kendini öldürmeye karar verdi. Yastrzemzski'nin ifadesine göre, Dostoyevski onu kendini öldürmekten kurtarmıştır: "Umulmadık ve ani bir şekilde bize mum, mum yağı, kibrit ve sıcak çay verildi. Dostoyevsi'de bazı güzel sigaralar vardı. Gecenin büyük bir kısmını onun güzel ve nazik sesini dinleyerek geçirdik. Sayısız ani ve acayip çıkışlarına rağmen nazik duygularıyla beni etkisi altına aldı... Kasvetli kararımdan vazgeçmiştim... (Mochulsky, " Dostoievsky: His Life and Work")
James L.Foy ve Stephen J. Rojcewicz'den
Türkçeleştirenler:Durul ve Yağmur TAYLAN
Şizofrengi Dergi, Sayı 4,
5 Kasım  1992



“Ters köşe bir yazı ama bakmak gerek”
hzl:İsmail SÖZER
Geçinip geçinemeyeceğinizi, birlikteliğinizi sürdürüp sürdürememeyeceğinizi anlayabilmek için en az iki şahit dinleniyor, sizlerin ayrı ayrı geçimsizliğiniz üzerine görüşleriniz alınıyor, ve devlet adına görevli birileri sizin birlikteliğinizin, içimizden birisinin bu birlikteliğin sürmesine kesinlikle karşı olmasına rağmen, ki bu sahne bunu gösteriyor, sürüp sürmeyeceğine, birbirinizin kıymetini anlayabilmeniz için ne kadar süre ayrı yaşamanız gerektiğine ya da sürmemesi durumunda birbirinize karşı yükümlülüklerinizin ve haklarınızın ne olması gerektiğine sizlerin adına karar veriyor ve sizin güzel duygulanımlarla başlamasına karar verdiğiniz birlikteliğiniz sizin kararınız dışında ya bir şekilde devam ediyor ya da sonlanıyor. Devlet sizi birbirinize karşı koruyor ve sizin birbirinize karşı güvenceniz olur.
Sevmek, aşık olmak nasıl tanımlanabilir?
Tam bir duygu kompleksi. Birlikte olduğum ya da birlikte olduğumu duyumsadığım sürece kendimi huzurlu, rahat, güvencede hissediyorsam; en iyi O’nu anladığımı, en iyi Onun anladığını düşünüyorsam; duygularımı duyguları, duygularını duygularım olarak duyumsayabiliyorsam, güzeli, iyiyi, doğruyu yaşadığımı, aynı dilde konuşabildiğimi, aynı referans çerçevesinden bakabildiğimi, en iyi kavgayı O’nunla yapabileceğimi, en güzel barışı O’nunla yakalayabileceğimi görebiliyorsam; sevinci sevindiriyor, acısı üzüyorsa; gözlerinde yitiyorsam, teni çekiyorsa ve yaşamı birlikle omuzlamak için can atıyorsam, seviyorum, aşık olmuşum, di mi?
Evrenin en zekisi, en akıllısı, en duyarlısı, en güzeli, en temizi, en eli çabuğu, en aristokrat çatal tutanı, en iyi espri yapanı, en güzel seks yapanı, en ilginç fantezi kuranı, en parlak dişlisi, en hızlı okuyanı, en demli çay yapanı, en içten güleni, en masum ağlayanı, en cici naz yapanı ve kendisiyle en fazla barışık olanı O değil. Ne O benim gözümde ilahe, ne de ben O’nun gözünde ilahım. Ve O benim değil, benim de O’nun olmamı istemiyor. Tırnağının eğriliği, vücudundaki fazladan yağlar, yüzündeki kırışıklıklar, saçlarının kırılması ve ağarması, kimi esprileri anlamada gecikmesi, kimi söyleşilerde yabancı kalması ya da kimi anlarda aniden komplekslere kapılması beni rahatsız etmiyor. Ne kapak kızı peşindeyim, ne vücut geliştirme şampiyonu peşinde. Sıradan insanlar olduğumuzu biliyoruz. Ama O’nu gereksiniyorum. O’na aşığım. Günün ilk enerjisini O’ndan almak, akşamın yorgunluğunu O’nunla atmak istiyorum. O’nunla sevişmek, O’nunla dövüşmek istiyorum. Çalışmalarımda destek almak, çalışmalarına destek olmak, dünyaya ve size katkılarına ve tutuculuğu yenişine ortak olmak istiyorum. Ve biz evleneceğiz. Nikahlanacak mıyız, bilemiyorum.
Özel koşullarımızı aşabilirsek, yakın çevremizin tedirginliğini atmak ve onların mutluluğuna katkıda bulunmak için nikahlanabiliriz. Bizim birbirimize duyduğumuz güven ve saygı, herhangi bir kurumun bize verebileceğinden daha fazla. Aslında nikahı devlet güvencesi, böyle bir güvence gereksinimini de daha baştan birbirimize duyduğumuz güvende eksiklik olduğunun resmi onayı olarak görüyoruz. Ama bizim gibi düşünmeyen ve bizim gibi düşünmelerini sağlayamayacağımıza inandığımız sevdiklerimizin mutluluklarına nikahlanarak katkıda bulunmada da sakınca görmüyoruz Bizim evliliğimiz duyarlılığımızın yitimine, sevgimizin kaybına neden olmaz. Birbirimizi ve kendimizi hep eleştirebilir ve daha güzelin peşinde koşmaya devam ederiz. Biz birkaç günlük beraberlikte fark edilmiş cinsel cazibenin, bir iki konudaki ortak görüşün yalnızlığın dayanılmazlığına çözümü olarak böyle bir birlikteliğe karar vermedik. Yıllara varan bir dostluğa bugün kendiliğinden eklenen bir boyut bu aşk. Aşık olduktan sonra dostluk geliştirmeye çalışmadığımız dikkatinizi çekmiştir umarım. Ve biz birbirimizi sahiplenmeyiz. Benim sevgilim değildir O. Benim sevdiğim O’dur yalnızca. Birey olarak birbirimizin varlığını kabul eder ve destekleriz. Ruhlarımıza sahip çıkmayız, yalnızca erişmeye çalışırız. Birbirimizin efendisi ve/veya kölesi olmaya çalışmayız. Yalnızca omuzdaşız. Paylaşmayı severiz. Paylaşabilmek bize haz verir. Konuşamayacak kadar sinirli ya da sıkıntılı olduğumuz anlarda yalnızca el ele tutuşacak gücü bulmak bize yeterli gelir. Birbirimize karşı sorumluluğumuz vardır ama görevimiz yoktur. Yalnızca sevdiğimiz için, böyle daha mutlu olacağımız için sorumluluk duyumsarız. Böyle güzel bir birliktelikte zaten cinsellik dışarda aranmaz. Duygusal paylaşımdan yoksun cinselliği hayvansal güdülenim olarak gördüğümüz için, “Canım çekti yattım, hayatım. Ne var bunda? Ben yalnız seni seviyorum” gibi şeyler söyleme gereksinimi duymayız. Nikahlılığı değil ama evlilikleri savunmaya çalışalım. Hani hep diyorsunuz ya, günümüzde aşk ölmüştür diye. Hiç güzel giden bir beraberlik görmedik diye. Aşık oluyoruz ama birliktelikler sıkıcı oluyor, yeni aşklar arıyoruz diye. Aşka inanıyoruz ama aşkı yaşayamıyoruz diye. Sizlere umut kaynağı olacağımız için çok seviniyoruz. Bundan yirmi yıl sonra da bizi bir gitar resitalinde el ele görürseniz sakın şaşırmayın.
İsmail SÖZER
3.10.1994-Bakırköy
Şizofrengi Dergi, Sayı 16,
Ekim-Kasım 1994
Ek: Evliler, nikahlılar, sevenler. Allah Teâlâ nikahı emrediyor. Sosyal düzen için evlilik akdi elbet şartlar arasındadır. Ancak kağıt üstünde evli olup birbirini sevmeyen binlerce insanlar var. Ancak günümüzde karı ve koca arasındaki şiddetli geçimsizlik dünyada cehenneme girmek gibi olunca ne din kalıyor ve ne de diyanet. Sonra yazıda belirtildiği gibi bir hakim kişilerin evli kalıp kalmayacağına karar veriyor. İşin garib tarafı budur. Severek evlen başkaları seni ayırsın. Punkvâri ve hippi tarzı bir yaşam tabiki sosyal nizam için uygun değildir. Öyle ise ne yapmalı? Diyebiliriz ki; hasbelkader yoları birleşmiş insanlar birbirlerini sevmeye ve aşka değerli bulmuyorlarsa hiç olmaz ise acısalar, merhamet etseler ne iyi olurdu.
Kağıt üstünde ve iki şahit huzurunda evlendik demekle de her şey bitmiyor. Günümüz gençlerinin evlilikleri meçhule giden gemileri dalgalı okyanusta yüzdürmeye çalıştıkları birliktelikleri sadece ad olarak evliler olarak geçiyor.
Ne yapmalı?
Yapılacak bir şeyler arasında, devlet ve büyükler evlilikleri çıkmaza girmiş kişilere özel yardım etmelidir. Ayrıca TV lerdeki ayrılsakta beraberiz ve entrika üretiminde akla hayale gelmeyecek senaryolar ile çarpık aile dramı işleyen dizilere son verip, alt yapıyı sağlamlaştıran konulara yönelmelidir. sağlayan Ancak ne yazık ki,  her şey bir aile yıkımı veya meşrulaştırılmış yasak ilişkileri yıllarca işleniyor.
Ahmet Âmiş Efendi kaddesellâhü sırrahu’l âlî Efendimiz buyurdu ki:
“Dünyada işini bulan değil, eşini bulan mutludur.”

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar