SÖMÜRÜ AJANI İNGİLİZ MİSYONERLERİ
Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
[İngiliz misyonerleri ile ilgili, değerli okuyucularına sunduğum bu kitap,
aslında kitap olarak hazırlanmadı. Bu konuyu, 20-25 Eylül 1982 tarihinde
İstanbul’da yapılan IV. Milletlerarası Türkoloji Kongresine tebliğ olarak
sunduk. Fakat tebliğin biraz uzaması ve de bir kaç arkadaşımızın ısrarı
üzerine kitap haline getirdik.]
Haçlı seferlerinden bu yana İslâm’ı yıkmağa çalışan Hıristiyan dünyasının
sadece silâha, fantom veya mirage'lara başvurmadığı bir gerçektir. Hattızatında
onların görünmeyen, pasif silâhları, insanlığı yok etmeğe matuf bombalarından
daha tehlikelidirler.
Bu tehlikeli silâh, misyoner-casusu faaliyetleridir.
Lübnan faciasıyla bütün dünyayı kan kokutan hadise, haçlı seferinden başka
bir şey değil!.. İsteyenler buna rağmen başlarını kuma sokup deve kuşu olmaya
devam edebilirler; tâki bu haçlı bombalarından biriside onların kum altındaki
kafalarına düşsün!...
Biz bu konuda, bütün dünyayı sarmış olan bu zehirli ahtapotun sadece bir
kolundan söz edebildik.
Unutulmamalıdır
ki, bu zehirli akım, sadece ve sadece Müslümanlara müteveccihtir. Şimdilik Müslümanları ekonomik ve kültürel yönden sömürmekle yetinen
Hıristiyan-Haçlı dünyasının esas gayesi Orta-Doğu'yu kana bulayıp, Müslümanları
bu kanda boğmaktır; tâ ki diğer Müslümanlara sıra gelsin...
Lübnan gitti, sırada Mısır var. Gazetelerden okuduğumuza göre bütün Mısır
okullarında Hıristiyanlık öğretilmeye başlanmış bile. O Mısır ki, hergün
yüzlerce Müslüman şehid ediliyor veya tutuklanıyor.
Bu korkunç tehlikeden kurtulmak için onları tanımamız lâzımdır. İşte bu
küçük eser belki bu konuda size yardımcı olabilecektir.
Biz, biz olmazsak; başkası bizi kendisi yapmaya çalışacaktır.
Biz, biz olalım; Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in izinde...
Katolik Kilisesinde, bizzat Papa'nın yönettiği bu emperyalizm aleti dini
siyasi örgüt Çonregatio de Propaganda Filde teşkilatının faaliyetlerindendir.
Haçlı seferleri hangi merkezlerden idare edildiyse, misyoner faaliyetleri de
aynı merkezlerden idare edilmektedir.
Eğer bugün Amerika veya Fransa Beyrut'u top ateşine veriyorlarsa, bunu
hazırlayıcıları misyonerlerdir.
Artık gerçekler kabul edilmelidir!
Sosyal krizleri had safhaya ulaşan Polonya'ya Rusya saldıramadı. Çünkü
Katolik dünyasından çekindi. Ama Afganistan'da durum öyle değil! Rusya, hiç bir
Hıristiyanın Afgan Müslümanının imdadına koşmayacağını biliyor. Biliyor ve
onun için yağdırıyor napalm bombalarını mücahidi erin üstüne...
Lübnan'daki Müslüman-Hıristiyan mücadelesinde, hiç bir Müslüman devletin
doğrudan Müslümanlara yardım etmemesine-karşı, bütün Hıristiyan devletleri,
Lübnan Hıristiyanlarına yardım etmektedir.
Lübnan’ı kana bulayan Laik (!) Fransanın Ermeni katillerine karşı takındığı
hoşgörü, basit bir hadise değildir ve öyle nitelendirilip, geçiştirilemez. Biz
kabul etmezsek bile, Fransa’nın bu tutumu, Haçlı zihniyetinin, çağımızda
misyoner faaliyetlerine ve onların gizli eylemli faaliyetlerine dönüştüğü bir
akımın meyvesidir.
Sözü uzatmadan şunu tekrar etmek isteriz ki, esas gayeleri Hz. İsa’nın
isteği dışında da olan bu emperyalist misyonerleri iyi tanıyalım. Ta ki
Allah'ın emir buyurduğu gibi onları kendimize rehber edinmeyelim!
«Ey imân edenler, Yahudileri de,
Hıristiyanları da kendinize yâr (ve üstünüze hâkim) edinmeyin. Onlar (ancak)
bir birinin yâranlarıdırlar. İçinizden kim onları dost (ve hâkim) edinirse o da
onlardandır. Şüphesiz Allah o zâlimler güruhuna muvaffakiyet vermez» (Maide sûresi, 51).
İ. S. Sırma
Sh:
7-9
Protestan misyonerler, başkasını Hristiyanlaştırmak
için, fakat aslında sömürmek ve onları kendilerine bağımlı kılmak gayesiyle
çeşitli telkinlerde bulunurlar, dinler Tarihi, felsefe okumalarını tavsiye
ederler.
Bir
misâl olmak üzere Misyoner Mr. John'un Kaptan Mustafa Bey'e söylediklerine
kulak verelim:
«Mustafa Efendi, siz daha gençsiniz. Tetebbunuz azdır; dinler tarihi
okumamışsınız; bir feylosof gibi düşünemiyorsunuz. Bakınız âlem-i İslâm'ın
mâyeul-iftiharı olan büyük âlim, büyük fazıl, şöhretli feylesof Ebu Bekr
Muhyiddin b. 'Arabi ne buyuruyor: «Ya Rabb, insanlar taş toprağa bile
taabbud etseler yine ibadet Sen'den gayrisine ait değildir, sırf Sana
mahsustur.» Böylece feylesofane düşünülünce dinler arasında itikadça bir fark
yoktur. Yalnız mahiri teşrifatta az çok fark vardır ve onun da ehemmiyeti
yoktur. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın» emrine tevfikan dinlerin, en kolay
uygulanır olanını size kabul ettirerek iktisad edilecek zamanda sizi sa’iyy ve
gayrete sevk ile müstefid etmek istiyoruz. Çalışmak bizden, kabul ve redd
sizden dir.
Misyon heyeti gece gündüz bu gibi işlerle meşguldur ve İngiltere
Hükümetinin şubeler idaresiyle sıkı bir münasebette bulunmaktadır»
Şimdi de bu misyoner casusların, kendi gayeleri için göstermiş oldukları
gayretleri madde madde görelim.
Bu misyoner casus faaliyetlerinin ana gayesi Islâm'ı yok etmektir. Hatta
bu konuda İngiliz Misyoner teşkilâtı tarafından kitaplar dahi yazdırılmıştır.
Bununla ilgili, en câlib-i dikkat olan, İngiliz Sömürge bakanlığı tarafından
hazırlananıdır. Misyoner-casus Hampher'in «İslâm'ı nasıl yok edelim?» adlı
kitabı oldukça ilginçtir. (Bk. Hâtırât-ı Hampher, Casus-ı ingilisi der
memâlik-i İslâmî, Farsça tercümesi, Dr. Muhsin Müeyyidi, Tahran, 1361, s. 87.)
Gaye bu şekilde tespit edildikten sonra, bu gayenin tahakkuku safhaları
başlar. Yukarıda da bir nebze temas ettiğimiz gibi bu safhaların birincisi
misyonerlerin küçük yaşlardı, İslâm ülkelerine gönderilerek İslâm'ın
esaslarının ve Müslüman dillerinin öğretilmesidir. Bu iki esas öğrenildikten
sonra faaliyete geçilir.
Gerek İngiltere'deki misyoner teşkilâtlarında çalışan elemanlar ve gerekse
İslâm dünyasında yetişip hizmet (!) verme seviyesine gelen misyoner-casus
adayları, her sene Londra'da toplanarak görev taksimatında bulunurlar. Bu
görevlerin başında, Müslümanların zayıf noktalarını tespit etme hareketi
gelir. Bunun her sene tekrar edilmesinin sebebi de, Müslüman ülkelerinde
meydana gelen iktidar değişiklikleri ve düşünce farklılıklarıdır.
İngiliz Sömürge bakanlığı, uzun ve yorucu çalışmalar neticesinde, genel
olarak, Müslümanların hangi taraflarının zayıf olduğunu tespit etmiş, ve İslâm
ülkelerinde faaliyet gösterecek misyoner-casusların bu esasları öğrenmeleri
için, yapılan tespitler, bir kitap haline getirilmiştir. Yeniden tespit edilen
zaaflar da, kitabın müteakip baskılarına ilâve edilir.
1. İhtilaflar
a. Sünnî-Şiî ihtilâf.
b. Amir-memur ihtilafları
c. Osmanlı-İran ihtilafı
d. Aşiret ihtilafları.
e. Ulema-devlet memurları
anlaşmazlığı.
2. Bütün İslam ülkelerindeki
genel cehalet ve İslâm hakkındaki bilgisizlik.
3. Donmuş fikirler ve taassub,
yeniliklerden ve dünyadan habersizlik; istek ve gayret azlığı.
4. Maddî hayata önem vermeyip,
cennete ümid bağlama ve tevekkül.
5. Hükümetlerin halka
uyguladıkları istibdâd ve diktatorya.
6. Emniyetsizlik, yol
şebekelerinin azlığı.
7. Her sene yüzlerce kişiyi
ölüme götüren veba, kolera gibi hastalıklara karşı hijyen ve ilâç yokluğu.
8. Şehirlerin virâneliği ve su
şebekelerinin yokluğu.
9. Devlet dairelerindeki
hercümerc; milletin, Kuran ve Şeriat'tan çıkarıldığına inandığı kanun ve
nizamların olmayışı; Şer'î anayasanın terk edilmiş oluşu.
10. Salim olmayan bir iktisad,
geri kalmışlık, umumi fakirlik ve bütün İslâm ülkelerindeki işsizlik.
11. Düzenli orduların olmayışı.
Silâhsızlık; levazım ve savunma techizatının azlığı, modası geçmiş silâhların
mevcudiyeti.
12. Kadın haklarının çiğnenmesi.
13. Şehir ve sokakların çevre
sağlığından yoksun olması.
Misyoner kitabı, Müslümanların zayıf noktalarını böylece sıraladıktan
sonra, şöyle demektedir: «Aslında İslâm Dini, bütün bu yokluklara karşıdır; bu
yoklukların olmasını istemez. Fakat elimizden geldiğince, Müslümanların,
dinlerinin gerçek yönlerini öğrenmelerine mani olmalıyız. Onların böyle zayıf
kalmaları için, İslâm'ın gerçeklerini bilmemeleri, bu konularda cahil
kalmaları gerekir».
Misyoner cemiyeti Müslümanları hangi noktalarda cahil bırakmak ve
uyandırmamak gerektiğini bilmek için de önce İslâm’ın esaslarını tespit ediyor.
İngiliz sömürge bakanlığının bu konudaki kitabında, İslâm esasları şöyle
sıralanmaktadır:
1. İslâm, Müslümanların birlik
ve beraberliğini emreder, tefrikadan kaçmalarını hüküm olarak esasa bağlar.
2. İslâm’da öğrenmenin önemi
3. Aksiyon ve yeni buluşlara
teşvik.
4. Maddi hayatı da daha iyi
yaşama esası.
5. Müslümanlar arasında
istişare ve görüş teatisini teşvik.
6. İlerlemeye teşvik.
7. Hz. Peygamber (sallallâhü
aleyhi ve sellem)'in hadisleri ışığında sağlığa ve temizliğe verilen değer.
Müslümanlara göre ilimler dört tanedir.
a. Dinin muhafazası için fıkıh,
b. Vücutların korunması için
tıp,
c. Dilin korunması için gramer
(nahiv),
d. Zamanın bilinmesi için de
astronomi (Hadis).
8. Yükselmeyi teşvik.
9. İşlerde tertip ve düzen.
10. Düzenli bir ekonomi kurmaya
teşvik.
11. En gelişmiş silahlarla
mücehhez bir ordu kur-ma esası.
12. Temizliği emir .
13. Kadın haklarına riayeti emir.
İslâm'ı genel esaslarıyla tespit ettikten sonra, onu yıkmak için, en
kuvvetli yönleri tespit ediliyor ve misyoner casusların, bu kuvvetleri
yıkmaları için ne yapmaları gerektiği öğretiliyor.
Yıkmayı tasarladıkları Müslümanların
kuvvetli yönleri şunlardır:
1. Her türlü ırk, dil, kültür
ve milliyetçilik taassubunun İslâm'la kaldırılarak, bunun yerine İslâm'ın
konmuş olması.
2. İmân akidelerini öğrenme
nokta nazarından, din alimlerine olan bağlılık ve saygı.
3. Bütün Müslümanların, mevcut
halifeyi, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in meşru halifesi ve
ûlü'l-emr sayarak, ona saygı beslemeleri.
4. Kâfirlere karşı cihâdın
vacip oluşu.
5. Şi'î mezhebinde olan
Müslümanların, gayr-ı müslimleri necis saymaları.
6. İslâm'ın diğer bütün
dinlerden üstün olduğu inancı
7. Şi'îlerin, Müslüman
memleketlerinde, Yahudi ve Hıristiyan mabedlerinin yapımına müsaade etmemeleri.
8. Müslümanların ekseriyetinin inancına göre, Hıristiyan ve Yahudilerin,
Arap yarımadasından çıkarılmalarının vacib olması.
9. Müslümanların, büyük bir
şevk ve iştiyakla namaz, oruç ve hacc farizalarına olan bağlılıkları.
10. İmân ve ihlâs yönünden, İslâm
akaidine olan kesin bağlılık.
11. Genç ihtiyar; herkesin, Hz.
Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in Sünnetini öğrenmekteki gayreti; aile
bağlarının kuvvetli olması.
12. Kadınların, fesâd ve gar-ı
meşru ilişkilerden uzaklaştıran peçeye kesin olarak riayet edilmesi.
13. Cemaat namazının tercihe
şayan olması ve Müslümanların, bu münâsebetle günde birkaç defa bir araya
gelmeleri.
14. Hz. Peygamber (sallallâhü
aleyhi ve sellem), ehl-i beyt, ulemâ ve sulehâ türbelerine saygı gösterilerek,
buraların toplantı yeri haline getirilmesi.
15. Seyyidlere (Hz. Peygamber
(sallallâhü aleyhi ve sellem)'in evlâd ve torunları) duyulan saygı.
16. Şi'îlerce, Hz. Hüseyin'in
şehâdetinin yâd etmek için muharrem ve safer aylarında yapılan ihtifaller ve
konuşmalar.
17. İyiliği (ma'rûfu) emr,
kötülükten (münkerden) sakındırmanın, İslâm'da mühim bir yer işgal etmesi.
18. Evliliğin teşviki, çok çocuk
sahibi olmanın tavsiye edilmesi ve birden fazla kadınla evlenmenin caiz
19. Kâfirlerin irşâd ve
hidayetleri için büyük gayret sarfedilmesi; bunun Müslümanlar için dünyanın en
büyük serveti telakki olunması.
20. Güzel sünnet (adet) koymaya
verilen değer
21. Kuran ve Sünnete kesin
bağlılık ve her ikisini de hayatlarına tatbik etme gayreti; bu gayretin onları
cennete götüreceği inancı .
Müslümanların zayıf ve kuvvetli tarafları misyoner-casuslar vasıtasiyle
tespit edildikten sonra; bu kuvvetli yönlerini nasıl zayıflatacakları, zayıf
taraflarından istifade ederek de, onları nasıl yıkacakları hakkında da şu kararları almışlardır:
1. Sünnî ve Şi'î Müslümanlar
arasında su-i zan ve şüpheler icad ederek mezheb ihtilâflarını körüklemek. Her
iki tarafı, uydurma ihânet ve töhmetlerle birbiri aleyhine kışkırtmak. Çok
zaruri olan bu nifakı çıkarmak için, ne kadar çok olursa olsun, hiç bir masraf
ve fedâkârlıktan çekinilmeyecek.
2. Mümkün mertebe,
Müslümanları cehâlet ve uykuda tutmak. Her türlü İslâmî eğitim merkezlerinin
kurulmasına mani olmak. Her ne suretle olursa olsun, basın ve yayını önlemek.
Lüzum görüldüğünde, umumi kütüphaneleri ateşe vererek, Müslümanları bilgi
hâzinelerinden uzaklaştırmak. Köylerdeki dinî medreselere talebenin gidişini ve
oralarda eğitim görmesini engellemek. Büyük İslâm âlimleri aleyhinde sun’î
ithamlar uydurmak.
3. Tembelliği teşvik ederek,
Müslümanları dünya işlerinden uzaklaştırmak. Onlara cennetin güzelliklerini
anlatarak dünyayı unutturmak ve dünyaya ait bütün işlerinden vazgeçerek, oturup
ölüm meleğini beklemelerini sağlamak.
4. Her tarafta derviş tekkeleri yapımını
hızlandırmak. Halk tabakalarına, Gazalinin İhyâu’l-ulûm'u, Mevlânâ'nın Mesnevisi ve
Muhyiddin ibnul Arabi'nin eserleri gibi kitapları okutarak, onların, dünyadan
el-etek çekmelerini sağlamak.
5. Zalim, diktatör şah ve
devlet reislerini mümkün mertebe makamlarında tutmak; «Sultan, Allah'ın
yeryüzündeki gölgesidir» gibi kaideleri halka duyurarak, Hz. Ebu Bekir, Hz.
Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin; aynı şekilde Emevi ve Abbasi halifelerinin
zorla ve silahla hilâfete sahip oldukları fikrini işlemek. Netice olarak, kılıç
onların tek dayanağı idi denecek. Hz. Ömer'in,
Hz. Ali taraftarlarının evini ateşe verip, Hz. Ali ve hanımı Hz. Fatıma'ya
zulmettiği haberi uydurularak yayılacak. Hz. Ebu Bekir'den sonra, Hz. Ömer’in zorla hilâfete
geçtiği, ondan sonra da Hz. Ali’nin hakkı yenerek, uydurma bir şurayla, Hz.
Osman'ın hilafete oturduğu söylenecek. Osmanlı halifesine varıncaya kadar,
bütün halifelerin diktatör oldukları fikri her tarafa işlenecek, İslâm
Devletinin, ancak diktatörlükle iktidarda kalabileceği düşüncesi herkese duyurulacak.
6. Her tarafın emniyetsiz
bir hale gelmesi sağlanacak. Bunun için şehir ve köy merkezlerinde
karışıklıklar (anarşi) çıkarılacak; bu karışıklıkları çıkaranlar, kötülük
yapanlar, fitneciler, eşkıyalar, teröristler ve yol kesenler, her vesileyle
mükâfatlandırılacak ve bunların silâh ve paraları İngiltere tarafından temin
edilecektir.
7. Mümkün mertebe
Müslümanların, çevre sağlığı tedbirlerinden ve hastahanelerden soğutmak ve
bunların batıl olduğuna inandırmak, hastalandıklarında, katiyyen doktora
gitmemeleri, ilaç almamaları ve evlerinde oturup, Allah'tan şifa beklemeleri
telkin edilecek. Bu telkinât yapılırken de, «Bana yediren, bana içiren
O'dur. hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Beni öldü-recek, sonra beni
diriltecek olan O'dur» (Kur’an-ı Kerim, Şu’arâ sûresi, 79-81) ayetleri
okunarak, kaderleriyle başbaşa kalmaları sağlanacak.
8. İslâm dünyasını her zaman
fakirlik, kıtlık ve harabeler içinde tutmak ve ıslahına mani olmak.
9. İslâm ülkelerinde devamlı
olarak karışıklık (anarşi) çıkartılarak, İslâm'ın, bir ibadet dini olduğu,
dünyayla hiç bir alâkası olmadığı kanaati işlenecek. Her Müslümanın kafasına,
Hz. Peygamber ve halifelerinin siyaset ve ekonomiyle alakalı olmadıkları,
siyasete karışmadıkları düşüncesi yerleştirilecek.
10. Yukarıdaki maddelerin yerine
getirilmesinden maksad, ekonomik çöküntü, işsizliğin artırılması ve fakirliğin
genelleştirilmesidir. Fakirlikle yukarıdaki gayeler tahakkuk eder. Bu fakirliği
temin içinde, çiftçilerin harmanları ateşlenecek, ticaret kervanları tâlân
edilecek, ticarî ve sina'i merkezlerde büyük yangınlar çıkarılacak, barajlar
sökülecek, binâ inşaatları yıkılacak, içme sularına zehir katılacak ve böylece
her tarafta Müslümanların felâketi, fakirliği, geri kalmışlığı görülecektir.
11. İslâm devletindeki hükümet
yetkililerini şarap, kumar ve diğer fesâd işlerine alıştırarak, bunları, devlet
hâzinesinde, savunmaları için bir kuruş kalmayıncaya kadar, bütün paraları
çekip savurmalarını sağlamak.
12. Kadınların esir olduğu
fikrini yaymak ve onların hakir görülmelerini sağlamak. Bu yapılırken de «Erkekler
kadınlar üzerine hâkimdirler. O sebeple ki Allah onlardan kimini (erkekleri)
kiminden (kadınlardan) üstün kılmıştır. Bir de (erkelere onları) mallarından
infak etmektedirler. İyi kadınlar itaatli olanlarıdır. Allah kendi haklarını
nasıl koruduysa, onlar da öylece göze görünmeyeni koruyanlardır. Şerlerinden,
serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara gelince Onlara (evvelâ) öğüt verin,
(vazgeçmezlerse) kendilerini yataklarında yalnız bırakın. (yine kâr etmezse)
döğün. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Çünkü Allah çok
Yücedir. Çok büyüktür» (Kur'an-ı Kerim, Nisâ sûresi, 34.) ayeti
okunacaktır.
13. Köylerdeki yokluğu bahane
ederek, köylüleri, şehirleri yağmaya teşvik etmek.
Örnek: Osmanlı Devletinin Yıkılmasına
Verilen Karar.
Bütün geriliklere rağmen, İngiltere'nin bu casus-misyoner faaliyetini başlattığı
18. yüzyılda, en büyük İslâm Devleti Osmanlı Devleti idi. Osmanlı Devleti aynı
zamanda ehl-i Sünnet’i temsil ediyordu. Şi'a mezhebini de İran Devleti temsil
ediyordu.
Osmanlı Devleti, İran'a nazaran daha büyük olduğundan, İngiltere ilk hedef
olarak onu seçiyor. İngiliz sömürge bakanlığında alman karara göre, Osmanlı
Devleti, tedrici olarak, yüzyıl içinde yıkılacaktır. Ona göre, Osmanlı
Devletini yıkmak, İslâm'ı ortadan kaldırmak olacaktı.
İşte, büyük paralar sarfedilerek yetiştirilip, casus olarak Osmanlı
Devletinin her köşesine gönderilen misyonerlerin ana gayesi budur: Osmanlı
Devletini yıkmak!
Misyoner-casuslar, mümkün mertebe Devlet reislerine güzel anlar yaşatma
yollarını arayacak, bunun temini için ellerinden gelen her fedakârlığı göstereceklerdir
.
Bu konuda, misyoner-casus Hempher şunlar yazmaktadır:
«Milâdi 1710 senesinde, İngiliz-sömürge bakanlığı, beni, Mısır , Irak,
Hicaz ve Hilâfet merkezi olan İstanbul’da casusluk yapmakla görevlendirdi.
Bana verilen görev; Müslümanların kuvvetini kırmak ve İslâm ülkelerini
sömürgeleştirmek için gereken bilgileri toplamaktı, İslâm ülkelerinde hâl-ı
hazırda bu görevi yapmakta olan, benden başka, bütün bakanların, âmirlerin,
yüksek memurların, ulemânın ve kabile reislerinin isimlerini hâvî, mükemmel
bir fihris de elime verildi» (Hâtırât-ı Hempher, s. 9)
Bu misyoner-casuslar, her vesileden istifade ederek, Osmanlı Devletine
karşı muhalifler yetiştirecek ve bilhassa ihtilâflardan yararlanacaklardır.
Hempher'in hatıralarında şunları okuyoruz:
«Londra Misyoner teşkilâtı başkanı şöyle konuştu: «Biz İngilizlerin
müreffen ve saadet içinde yaşamamız için, Müslümanlar arasına nifak tohumlan
ekmemiz lâzımdır. Onların içinde ihtilâf kıvılcımlarını tutuşturmalıyız. Biz,
Osmanlı Devletinin her tarafına fitne sokarak, onu yıkacağız. Böyle yapamazsak,
İngilizler gibi küçük bir millet, nasıl müreffeh olur? İşte Hempher, bunun
içindir ki, İslâm dünyasını nifak ve fesâd ateşine vermeden, onları tefrikaya
sokmadan geri gelme! «Osmanlı
Devleti ve İran, zayıf dönemlerini yaşıyorlar. Onun için, mümkün mertebe halkı,
idarecilere karşı kışkırt! Şunu unutma ki tarih, bütün inkılabların,
idarecelerden memnuniyetsizlik ve halkın ayaklanmasından kaynaklandığını
göstermiştir. Her yerde nifâk ve tefrikadan bahset! Onları birbirine düşür!».
Bu ihtilâfların başında,
Sünnî-Şi’î ihtilafından yararlanılarak, iki büyük İslâm Devleti olan Osmanlı
Devleti ile İran vuruşturulmak isteniyor. Misyoner-casus teşkilâtı başkanı bu
konuda Hempher'e şöyle diyor:
«Eğer sen, İslâm ülkelerinde, Sünnî-Şi'î kavgasını başlatabilirsen, büyük
Britanya’ya en büyük hizmeti yapmış olacaksın!».
Sünnî-Şi'î ihtilâfına ne kadar önem verdiklerine dair, Hempher'in şu
sözleri de ne kadar manidardır. Hemher şöyle diyor:
«Bir gün bir papazlar toplantısında, «Bu Müslümanlarda zerre kadar akıl
olsa, asırlardır geçmiş olan bu Sünnî-Si’î ihtilâfını kaldırır, onları mazide
bırakır ve ittihad kurarak birleşirler» dedim, başkan hemen sözümü keserek!
«Senin vazifen, bu ihtilâf ateşini körüklemektir; Müslümanların nasıl
birleşeceğini göstermek değil!» dedi» (Hâtırât-ı Hempher, s. 31).
1. Kabile ihtilâfları.
2. Arazi ihtilâfları.
3. Dini ihtilâflar.
4. Milliyetçilik.
Yukarıda da söylediğimiz gibi, bu misyoner-casuslar faaliyetinin temel
hedefi, Hıristiyanlık ve İngiliz menfaatlarını dünyaya hakim kılmaktır. Onlara
göre, bu neticeye de bir tek surette ulaşılır: İslâm'ı yıkmak.
(52)
İngiliz, Sömürge
bakanlığında, Bakanın ve Londra'nın meşhur papazlarının katıldığı bir
toplantıda, konuşmacılardan biri kararı şöyle açıklar: «Vazifenizde sebat
ve sabredin! Üç yüz seneden beri Hıristiyanlık derbeder bir durumda bulunuyor.
Hz. İsa nın yaşadığı topraklardan kâfirleri (Müslümanlar kastediliyor)
dışarı çıkarın! Gayemize ulaşmak için, İslâm merkezlerinde, her türlü vasıta ve
imkânları kullanarak faaliyet göstermeliyiz. Hakimiyet ve zaferimiz için,
hiçbir fedakârlıktan çekinmeyiniz. Bundan dolayı mücehhez olmamız
gerekmektedir. Belki asırlar sonra neticeye varırız; bunun zararı yok. Babalar,
evlâdlar için çalışırlar» (Hâtırât-ı Hempher, s. 13.).
Aslında, misyonerlik faaliyetleri, dünya Hıristiyan mahfilleri tarafından
müştereken yürütülüyor. Hepsinin gayesi aynı noktada temerküz ediyor: Son
İslâm Devleti olan Osmanlı Devletini yıkmak, İstanbul'u ele geçirmek (Gustave
le Bon, Prenmiöres Conséquences de la Guerre, Paris, 1916, s. 250-251.).
Bu gayeler için tertip edilen konferanslardan biri hakkında Hempher şöyle
yazıyor:
«Bir başka gün, Sömürge Bakanlığında, Britanya, Fransa ve Rusya'nın iştirak
ettiği üst düzeyde bir konferans yapıldı. Konferansa iştirak edenler, din,
adamları ve diğer meşhur kimselerdi. Güzel bir tesadüf olarak ben de oradaydım.
Bakanla olan sıkı temasım yüzünden oraya kabul edilmiştim. Konu şu idi: İslâm
ülkelerini sömürme ve bu yoldaki güçlükler.».
Konferanstan sonra şu müşterek karar alındı: «Her ne suretle olursa olsun,
Müslüman kuvvetlerini kırmak. Bunun da en güzel yolu; aralarında nifâk ve
tefrika çıkarmaktır. İmanlarını zayıflatmak için her çareye başvurulacaktır.
İmânları ellerinden alınarak, tıpkı Endülüs (İspanya) gibi, İslâm dünyası
Hıristiyanlaştırılacaktır».
İslâm dünyasına karşı olan bu düşmanlığın altında, Hıristiyanların intikam
hırsları yatmaktadır. Hempher, kitabında bunu açıkça dile getiriyor: «Şimdi,
İslâm ülkeleri gerilemiş durumdadırlar. Müslümanlardan intikam almanın tam
sırasıdır» .
İngiliz sömürge siyaseti iki noktada toplanmaktadır:
1. Halen İngiliz sömürgesi olan veya İngiliz siyasetinin tesirli olduğu
ülkelerde, İngiliz Devlet nüfuzunu ve kültürünü sağlamlaştırmak.
2. Henüz İngiliz sömürgesi olmayan yerlerde, yapılacak çalışmaları tanzim
edip programlamak.
Emperyalist Batı Dünyasının, İslâm âlemini sömürge haline getirmek için
kullandığı en güçlü silâhlardan birisi de ahlaksızlıktır. Bir belâ olan
ahlâksızlığı yaymak için de her türlü vasıtaya başvurulmaktadır. Bunun için
özel surette yetiştirilmiş kadınlar, Müslümanlara fuhuşu aşılamaktadırlar.
İngiliz sömürge bakanlığı, kendi misyoner casuslarına; gayeleri için, gerekirse
homoseksüel olmalarını
emrediyor .
İngiltere emperyalizmine en çok yardımcı olan unsurlardan birisi de, kukla
devletlerdir. Bu devletler içinde menfaat karşılığı elde edilen bir kaç Devlet
adamı vasıtası ile o memleketlere İngiliz kütürü yerleştirilir. Bir Devlet de,
kültür emperyalizmine uğradı mı, artık o devlet, öz benliğini yitirmiştir. Bir
devlette hangi kültür egemen ise, o devlet o kültüründür demektir. İngiltere
bunu kendine şiar edinmiş, o şekilde hareket etmiştir. Hempher, bu konuda da
şunlar! yazmaktadır: «Bazı memleketlerde, idâre, görünüşte o memleketin şahısları
elindedir. Fakat, müstemleke siyaseti, oralarda egemen olup, kedi siyasetini
gütmektedir. Bu gibi ülkelerin, tamamen İngiltere'ye bağlanmasına da az kaldı».
Bu gibi Müslüman
ülkelerinde, misyonerler Müslümanların zaaflarını her zaman kollayarak, onları
sürekli ihtilâflar içinde bırakırlar. bu ihtilaf ve tefrikalar doruğa
geldiğinde, artık o ülke teslim
alınmış demektir.
Şüphesiz bu misyoner-casuslar, çok güçlüklerle de karşılaşmaktadırlar.
Onların tespit ettikleri ve adeta kendilerine çevrilmiş bir silâh olarak
gördükleri güçlükleri Hempher şöyle sıralamaktadır:
1. İslâm ülkelerindeki halkın -üst
tabaka değil- Müslüman ve uyanık oluşu. Bu konuda denilebilir ki alelade bir
Müslüman bir Hıristiyan papazıyla İktisadî meselelerde çok kolay yarışabilir.
İşte bunlar asla dini elden bırakmazlar. Bunlar bize karşı birer silahtır.
2. İslâm dini tarihte gördüğümüz gibi, ağırbaşlılık ve hürriyet dinidir. Bu
yüzden, gerçek Müslümanlar, katiyyen esâret ve köleliği kabul etmiyorlar. İşte
bu gibilere, İslâm'ın çağ dışı olduğunu, İslâm azamet ve yaşantısının gerilerde
kaldığını, bunlara bir daha dönülmemesi gerektiğini; bugünün şartlarının
değiştiğini, eskiyi unutmalarını, yeni şartlara göre kendilerini uydurmalarını
kabul ettiremiyorum.».
İngiltere, bu faaliyetleri içinde,, sadece misyonerlerden değil, aynı
zamanda, maddî menfaat veya makam vaadiyle elde ettiği kimselerden de
yararlanıyor. Bu gibi Müslümanları kandırıp, İngiltere hesabına çalıştırmak
için, önce onlar gibi Müslüman görünüp, tedricen kendi saflarına çekiyorlar.
Hempher, bu konudaki taktiğini şöyle dile getiriyor: «Muhatabımla daha fazla
konuşmadım. Asıl hüviyetimin ortaya çıkmasından korkuyorum. Zira Müslüman
kisvesine girmiş, öyle görünüyordum».
Bu gibi Müslümanların nasıl
kandırıldıklarını şimdi maddeler halinde görelim.
Kandırılacak Kimseler Teşhis
Etmek
İngiliz misyonerleri, bu konuda da çok titiz davranmakta ve alelade
kimselere bu teklifte bulunmamaktadırlar. Onların aradığı tipler, kendilerini
beğenmiş, kendi dediğinden başkasını kabul etmeyen, İslâm ülemâsının
fikirlerine karşı çıkmayı bir maharet sayan kimselerdir. Misyonerler, bu
maksatla, özellikle, dinî okullara, medreselere tekkelere sızmışlar ve oralarda
adam aramışlardır. Sokaktaki herhangi bir Müslüman onların işine
gelmemektedir. Onlar, dini münakaşaların yapıldığı, din meselelerinin
görüşüldüğü toplantılara sızarlar ve konuşmalarını dinledikleri kimselerde
kendilerine uygun olanını seçerler. Bu seçim yapıldıktan sonra, misyoner
yavaş yavaş o adama sokularak, onunla dostluk kurar ve onu kazanmaya çalışır.
Burada bir ihtiyat payı bırakarak, İngiliz casusu Hempher'in elde ettiğini
söylediği bir şahıstan söz edeceğiz. Ancak, ihtiyat payını tekrar ederek,
sadece Hempher'in bu adamla olan ilişkilerini kendi kaleminden nakledeceğiz.
Hempher, şöyle anlatıyor:
«Muhammed'le tanışıp bir müddet aşinalık peyda ettikten sonra şu neticeye
vardım ki; bu adam, İngiltere'nin İslâm ülkelerindeki menfaatları hesabına
çalıştırılacak ideal bir kimsedir. Kendini büyük görmesi, gururu, makam sever
oluşu, İslâm ülemâ ve kaynaklarına olan düşmanlığı ve müstebitliği o derecedir
ki, Hulefay-ı Râşidin'i bile tenkid ediyor. Onun, bizce en zayıf tarafı, sadece
Kur'an ve Hadis'i alıp, diğer İslâm kaynaklarına değer vermemesidir.» (Hâtırât-ı Hempher, s. 40) Hempher şöyle devam ediyor:
«Şeyh Muhammed, Ebu Hanife'yi hakir görür, ona değer ve i'tibar vermezdi.
Muhammed şöyle diyordu: «Ben Ebu Hanife'den çok daha iyi bilirim». Yine o,
Sahih-i Buhari'nin yarısının beyhude ve yararsız olduğunu iddia ediyordu» (
Hâtırât-ı Hempher, s. 41)
Hempher, Muhammed'in bu zaaflarından yararlanarak, onu yavaş yavaş kendi
tesir alanına sokuyor, şöyle diyor Hempher: «Zaten kendini beğenmiş ve kendini
yükseklerde gören Muhammed'i tedricen kendi tesir alanıma sokarak, fikirlerimi
ona kabul ettirmeye başladım. İş o safhaya vardı ki, artık o bana itimad
beslediğini söylüyor, benimle samimileşiyordu. Aramızda senli benli olduktan
sonra, hep beraberdik» (a.g.e, s. 41).
Liderlik Aşılamak
İngilizlerin bu konudaki en sinsi taktiklerinden birisi de, kullanmak
istedikleri kimselere makamlar ve liderlikler vadetmektir. Kendi menfaatleri
doğrultusunda çalıştırılacak olanlara makamlar vermek, onları devlet
reisliklerine getirmek ve bu uğurda her fedakârlığı göstermek, kendi
açılarından en tabii bir harekettir. Onun için Hempher, Muhammed’e bütün
Müslümanların liderliğini telkin ediyor. Gerisini ondan dinleyelim:
«O tarihten itibaren hedefim, Muhammed’e rehberlik ve İslâm aleminin
liderliğini aşılamak oldu. Onun ruhuna, ehl-i Sünnet ve ehl-i Şi'anın arasında
üçüncü bir yol yerleştirmek istiyordum. Ehl-i Sünnet’ten biraz, ehl-i Şia'dan
biraz alınıp Müslümanlara bu yeni görüşüm takdim edilecek ve bu yeni görüşü
Muhammed temsil ederek, Müslümanları yönetecek. Fakat bu gayemin tahakkuku
için, önce onun zihnini karışık fikirlerle doldurup, herşeye körükörüne
inanmamasını temin etmem gerekiyordu. Bunun için, ona fikir hürriyetini,
düşünce serbestisini, dini eleştirmenin cevazını aşılayarak; onun büyüklük
hislerini, büyük adam olma, lider olma duygularını kamçılıyordum».
İtikadları Sarsmak
Hempher, Muhammed’le olan ilişkisindeki gibi aşinalık ve samimiyet peyda
ettikten sonra, yavaş yavaş itikadlarını sarsmak, mut'a nikâhının helâl
olduğunu kabul ettirmek. bir kadınla Mut'a nikahıyla evlendirmek..
Şarap ve Kadından Yararlanmak
Kandırılan Müslümanlar, bu misyoner casuslara bir defa kanıp medyûn-i
şükran olduktan sonra, artık kurtulamıyorlar. Onların bağımlıları oluyorlar
adeta...
Daha sonra şaraba alıştırmak.
İngiliz misyonerler teşkilâtında kadınlar büyük rol oynar.
Pohpohlama Siyaseti
İngiliz misyonerleri, kandırdıkları Müslümanları her vesileyle övüyor, onların,
bulunmaz kimseler olduklarını kendilerine ihsas ediyorlardı. Geleceğin münakaşasız ve şüphesiz olarak, onların eline geçeceği, onların
her şeye hakim olacağı ve onların buna layık oldukları telkin ediliyordu.
İstedikleri adamlar bu seviyeye
gelince, onları uydurma rüya ve yalanlarla istedikleri yöne çekebiliyorlardı. Bu uydurma yalan ve rüyalardan birisini Hempher şöyle anlatıyor:
«Bir defasında bu uydurma
rüyalardan birini şöyle anlattım: Dün gece Hz. Peygamber (s.a.v.)'i, bir kürsü
üzerinde oturmuş ve etrafını tanımadığım alimlerle çevrili halde gördüm.
Birden bire sen geldin. Ve senin yüzünden nurlar fışkırıyordu. Hz. Peygamber
(s.a.v.)', sana hürmeten (!) ayağa kalktı ve yanına yaklaşarak alnından
öptükten sonra şöyle dedi: «Ey benim adaşım, sen, dinî ve idari işlerde benim
yerime geçecek olan vârisimsin!»
Sen şöyle dedin: «Yâ Resûlallah,
ben ilmimi insanlara açıklamaya korkuyorum!» Hz. peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurdu:
«Korkma sen
onlardan daha iyisin!». Muhammed bu yalan rüyalarımı duydukça sevinir ve her gün
gelip, yeni rüya görüp görmediğimi sorardı. Ben de onu bu yalan rüyalarla
kandırır, dinî görüş ve akidelerini zehirlerdim» (Hâtırât-ı Hempher, s. 48)
Kandırılan Müslümanlar Alimlerden
Uzak Tutuluyor
Misyoner-casuslar, bu şekilde kandırdıkları Müslümanların, pişman olup
tevbe etmemeleri için mümkün mertebe onları ilim çevrelerinden uzak tutarak,
kendi tesir alanları içinde bırakıyorlardı. Hempher şöyle diyor:
«Gerçek şu ki, onun, ehl-i Sünnet âlimleriyle görüşmesini istemiyordum.
Çünkü onların kuvvetli mantık ve muhakemeleriyle tekrar Sünni olması her zaman
için variddi. Bundan dolayı onu, ülemâ çevresinden uzak tutmaya gayret
ediyordum».
Kandırılanlar Takip Edilir
İngiliz sömürge bakanlığı elde ettiği Müslümanları başıboş bırakmıyor,
onların eski hallerine dönmemeleri için her fırsatta takip ettirip gerçeği
görmemelerini sağlar.
Netice Alınıyor
Bütün bu çabaların neticesini alınana kadar peşleri bırakılmaz.
Bütün Misyonerler Yaptıklarından Memnun
mudurlar?
Bu misyonerlerin hepsinin görevlerini sevdiği, vazifelerini severek
yaptıkları söylenemez. Amma dünya menfaati, makam hırsı, korku ve
şartlandırılma gibi âmiller, onları bu yolda yönetiyordu. Bunların bir kısmı
yaptıklarına utanıyor ilâh! mesuliyeti duyarak Müslüman oluyorladı. Yukanda bir
sürü faaliyetini gördüğümüz Hempher bile şöyle diyor: «İstanbul'da halkın
gittiği güzel yolu değiştirmek ve Müslümanları ifsâd ve tefrikaya çalışırken,
kendi kendime şöyle dedim: «Acaba Mesîh, benim yaptığım bu kötü işlere cevaz verir miydi?».
Fakat sonra, birdenbire esas görevimi, bana verilen vazifeyi hatırlayarak, bu
düşünceden vazgeçtim ( Ne yazık ki, birçoğu ya pişman olmuş veya Allah Teâlâ kalplerine iman
etmeyi nasip kılmıştır. Ancak bu vazifeden uzaklaşınca Misyoner teşkilâtı bir
kaza süsü ile bu kişileri yok etmiştir. Misyoner ve bu konu ajanların hayatını
inceleyin. hzl)
Sh: 67-94
Kaynak: Prof. Dr. İhsan Süreyya
Sırma, Sömürü Ajanı İngiliz
Misyonerleri, BEYAN YAYINLARI Haziran-1993, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar