SUÇLUYORUM- J’accuse!-Atatürk’ün OKUDUĞU KİTAPLAR dan
Yazan : BİR ALMAN
9. Baskı
Çankaya 928
Par un allemand. Neuv. éd. Paris 1018 Payot et Cie..334 S. 8°
SONUÇ
KARANLIĞI HİSSETMEYENLER HİÇBİR ZAMAN
AYDINLIĞI ARAMAYACAKLARDIR
BUCILE
Bu kitabı bir Alman
yazdı.
Bir Fransız, bir Rus
ya da bir İngiliz değil.
Satın alınmamış ve
satılık olmayan, namuslu ve bozulamaz bir Alman.
Herkes gibi ülkesini
seven ve onu sevdiği içindir ki bu kitabı yazmış olan bir Alman.
Alman toprağında
doğmuş, Alman kültürüyle büyümüş, köken, dil ve duygu bakımlarından Alman
olarak, Alman halkının tüm erdemlerini biliyor, ama onun hata ve zayıflıklarını
da biliyor. Alman halkında da bütün ötekilerde olduğu gibi, erdemler zayıflıklar
doğuruyor: sadakatten, halkın inancının aldatılıp aldatılmadığını araştırmayan
körü körüne güven doğuyor; bağlılık onda, gösterilen yolun suça ya da yıkıma
götürüp götürmediğini sormayan edilgin itaata dönüşüyor
Alman halkının
yöneticileri onun güvenini rezalete varan biçimde 'kötüye kullandılar; eskiden
onca ileri görüşlü olan gözlerine cehalet bandı bağladılar. Barışçı kentlerini
kin dolu ve intikam hırsıyla hareket eden savaşçılara; uygarlık ve bilginin
temsilcilerini başarının fanatik ve kör hayranlarına; evrensel bir kültürün
adamlarını dar ulusçulara; sanat ve bilimin ışıklarını kışla direklerine
çevirdiler.
Alman halkı,
öngörmediği bir savaşa kışkırtılmak için bozuldu ve körleştirildi...
S. 200’den
Nötr bir ülkeyi bir
baştan bir başa geçmeyi masum bir davranış saymak, naivlikten öte birşeydir; bu
yürüyüş Fransa’nın ülkeye girmesine izin verecekti ve Belçika kendisini
düşünülebilecek en berbat durumda bulacaktı; eğer Alman ültimatomuna boyun eğse
idi toprakları onları korumak için en küçük bir harekette bulunmamaksızın,
taraflara savaş alanı görevi yapacaktı. İki ordu, arasında ezilmiş ve hangi
taraf kazanırsa kazansın, o zaferi yitirmiş olacaktı.
Demek ki
İngiltere’nin Alman güvencelerini kabul etmemesi ve Almanya’nın, Belçika’nın
yansızlığına sıkı bir biçimde saygı göstermesini. istemesinde şaşılacak birşey
yoktu. Fakat Almanya bu anlamda bir bildirge yayınlayamazdı; çünkü genel
kurmayının çoktan beri hazırlanmış planları, Belçika’dan geçilmesini kaçınılmaz
kılıyordu.
4 Ağustos’ta bile,
Alman birlikleri Belçika sınırını geçmişken, Sör Edward Goschen, hükümetinin
emri üzerine M. de Jagow’a, Belçika'nın ihlâlinden vazgeçilip birliklerin geri
çekilmesinin halâ mümkün olup olmadığını sordu. M. de Jagow’un olumsuz yanıtı
üzerine, İngiliz büyükelçisi meseleyi bir kez daha düşünmesini ve kendisine
gece yarısından önce doyurucu bir yanıt vermesini rica etti. M. de Jagow hemen,
“düşünmek için yirmi ya da daha fazla saat bile tanınsa yanıtının
değişmeyeceğini” söyledi. Bunun üzerine Goschen pasaportlarını istedi.
S. 312 - 313’den
Bizi savaşa götüren
ve sonuçlarını yalnızca işçi sınıfının temsilcilerinin değil, diğer sınıfların
birçok kafası çalışan insanının da önceden söylemiş olduğu sistem
herzamankinden daha güçlü uygulanacak ve ancak halk sesini yükselttiği gün sona
erecektir...
Halklar arasında,
Königsberg filozofunun birinci koşul olarak her ülke anayasasının
cumhuriyetçi olması gerekir’i yüz yirmi yıl önce koyduğu süreğen barış,
ancak ve ancak o zaman hüküm sürecektir.
Ona göre monarşi
kurumu zorunlu ve kaçınılmaz olarak savaşları getiriyordu. Gösterdiği nedenler
bütün değerlerini korumaktadırlar.
'“Cumhuriyetçi
anayasa, aynı hukuk kavramının kaynağından çıkmış olmanın avantajını taşımanın
yanı sıra, kendi temelini oluşturan süreğen barışı egemen kılacak tek
anayasadır.
Savaş ilân edilip
edilmeyeceğine karar vermek için yurttaşların onayı koşulu varsa, onların
böylesine tehlikeli bir maceraya girişmeden önce uzun süre düşünmeleri -bizzat
kendi varlıklarının oyuna sürülmesi, giderleri kendi mal varlıklarından
ödemeleri, savaşın yolaçtığı yıkıntıları güçlükle onarmalar, barış zamanında
hiçbir zaman ödenmeyecek (çünkü varsayıma göre daima yeni savaşlar olacak) bir
ulusal borcun bütün ağırlığına katlanmaları gibi bütün felâketleri başlarına
getireceği için- doğaldır.
Buna karşılık,
uyruklarının yurttaş olmadığı yani cumhuriyetçi olmayan bir anayasada, devletin
üyesi değil sahibi olan şefe ne masa, ne av, ne kir ne de saray zevklerinden
en kücük bir özveriye malolmayacağı için, savaş ilânı karar verilmesi en kolay
olan şeydir. Demek ki bir zevk oyunu gibi, en kof nedenlerle savaş ilân
edebilir ve aldırmazlıklar görgünün gerektirdiği gerekçeleri mesleği bu
gerekçeleri sağlamaya daima hazır olmak olan kordiplomatiğe bırakabilir."
Kant’ın sözleri
böyle....
Haklı mıdır? Kararı
Alman halkı verecek...
Fakat haklıysa çıkan
sonuç nedir ...
(Metin altındaki
Atatürk’ün tuttuğu not: “Bu harbe dair yazılmış bir çok kitap, Makâle,
okudum; bir çokta ağızdan intişar eden hikâyata muttali oldum. Fakat öteden
beri bende kök atmış ve kabili gayri mümkün bulunmuş olan bir itikadı, her
fırtınadan sonra olduğu gibi ceyyid ve daha manidar olarak dırahşan [Parlak. Parıldayan. Parlaklık.
Münevver, ziyâdar] buluyorum. Siyaset-i umumiyye saatlerden, günlerden, aylardan, senelerden doğar. Bunda iki kuvvet
hakimdir.
Menfaat, Mücanebet [Sakınma. Çekinme. İnsanlardan uzağa
bir tarafa çekilme] Birinciyi elde etmek isteyen her hükümet...”)
Sh : 163-169
Kaynak: Atatürk’ün OKUDUĞU KİTAPLAR-I, "Özel İşaretleri, Uyarılan ve
Düştüğü Notlar ile” — Yabancı Dillerdeki Kitaplar —Derleyen: Gürbüz D. Tüfekçi,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar