Print Friendly and PDF

TANRI ZAR ATMAZ


Yüzyıllar boyunca insanlar sayılara özel bir önem verdiler, onlara rakamsal değerlerinin ötesinde anlamlar yüklediler. Matematiğin bir aracı olan sayıların insanın kişiliğinin gizli yanlarını gösterdiği düşünüldü. Pek çok insan sayıların uğuruna ya da uğursuzluğuna inandı. Pisagorcular sayıların aklı, sağlığı, adaleti ve evliliği etkilediğini düşünüyorlardı. Onlara göre, bü­tün sayıların başlangıcı olan 1, birliği ve tekliği temsil ediyordu. Çift sayılar ilişildi, ilk çift sayı olan 2 farklı düşüncelerin simgesiydi ve çeşitliliği temsil ediyordu. 1 ve 2 sayılarının toplamından oluşan ilk tek sayı 3 erildi ve uyumun simgesiydi. 4 sayısı adaleti, ilk dişil ve eril sayıların toplamından oluşan 5 evliliği, 6 yalnızlığı, 7 sağlığı ve 8 aşkı temsil ediyordu. Pisagorcuların sisteminde ilk dört sayının toplamı olan 10 en mükemmel sayıydı. Onlara göre yıldız türünden gökte dolanan 10 cisim olmalıydı. Günümüzde de 13 rakamının uğursuzluğu bütün Hristiyan dünyada kabul edilir. Hatta ülke­mizi de etkilediği bilinmektedir. Özellikle büyükşehirlerdeki gökdelenlerde, iş merkezlerinde, asansörlerde 13 rakamı atlanmakta, 12'den 14'e geçiş ya­pılmaktadır. 13 korkusu tıp literatürüne bile girmiş ve 'Triskaidekafobi' di­ye adlandırılmıştır. İtalyanların korkulu sayısı ise 17 imiş. Evlerde kapı nu­maraları, otobüslerde koltuk numaralarının atlandığı oluyormuş. Bir dönem gizem, kahinlik ve büyü alanlarında bir sözcüğü oluşturan harflerin değerle­rinin toplamı ile uğraşıldı. Böylece sözcükler sayısal değer kazandılar. Kuş­kusuz bu işi biraz ileri götürenler de oldu tarih boyunca. Hayatı, evreni ta­mamen harflerle okuyan Hurufîler gibi her şeyi sayılarla gören ve sayılarla okuyanlar da çıktı.
İZLERDEN YOLA ÇIKARAK
İlginç hayat hikâyelerinin yer aldığı meşhur kitap Nevâdiri Süheyli’den bir alıntı yaparak konuya girmek istiyoruz. Sadeleştirerek aktaracağım bu hikâyenin kahramanları, kavrayışları güçlü dört kardeştir.
Hikâye olunur ki;
Devrinde zeki, anlayışlı, ileri görüşlü ve zengin olarak tanınan Adnan isminde bir adamın Mazarr, Rebîa, İyâz ve Enmâz isminde dört oğlu vardır.
Dört kardeş, babaları öldüğü zaman, onun bütün mal ve mülkünü kendileri arasında önceden taksim ettiğini öğrenirler. Babaları, rengi kızıl veya buna benzer olanların Mazarr’a, siyah ve ona benzer olanların Rebîa’ya, alaca ve buna denk bulunanların İyâz’a, parlak veya beyaz ve onun benzerlerinin Enmâz’a verilmesini vasiyet etmiş. Ayrıca;
Eğer benden sonra taksimde anlaşmazlık veya zorluk meydana gelecek olursa sizi birbirinizle anlaştırmak üzere, Bahran ülkesinin hükümdarı ve büyük âlim olan Eflâyı Cerhemî’yi tavsiye ederim. Böyle bir durumda onun huzuruna çıkıp şüphenizi kendisine açıklayın. Sizin davanızı o çözebilir,” demiş.
Aradan bir zaman geçer. Dört kardeş birbirleri ile anlaşmazlığa düşerler. Babalarının tavsiyesi üzerine, ileri görüşlü ve anlayışlı hükümdarın yanına gitmek için yanlarına aldıkları hediyelerle yola çıkarlar. Yolda giderlerken dinlenmek için bir otlağa uğrarlar. Bu otlakta bir deve otlamış ve gitmiştir. Moladan sonra yola koyulan kardeşlerden;
Mazarr bu durumu gördüğünde: ”Bu bir gözü kör deve imiş. Ayrıca sırtında bal ve yağ yükü varmış” der.
Rebia da: “Bir ayağında sakatlık varmış,” der
lyâz da:” Kuyruksuzmuş,” der
Enmâz ise: “ Kaçağan’mış,” diye ilave eder.
Bu dört kardeş bu şekilde konuşa konuşa giderlerken, devesini kaybetmiş olan deveciye rastlarlar. Deveci onlara kayıp devesini görüpgörmediklerini sorar. Mazarr cevap vererek:
“Deven tek gözlü müydü?” der. Deveci “evet” cevabını verir. Rebîa:
“Ayağının birinde sakatlık var mıydı ?” diye sorar. Deveci “evet” der. İyâz:
“Kuyruksuz muydu?” diye sorar. Deveci yine “evet” der. Enmâz:
“Kaçağan mıydı?” deyince, deveci buna da “evet” cevabını verir. Bundan sonra tekrar Mazarr: “Devenin bir tarafında yağ ve bir tarafında bal mı vardı ?” deyince deveci hepsine “evet, doğru...” gibi cevaplar verir.
Bunun üzerine Deveci “Beni uğraştırmayın da devemi hana verin.” diye yalvarır.
Kardeşler: Biz, senin deveni görmedik” diye yemin ederler. Bu tartışmalar üzerine taraflar arasında büyük bir anlaşmazlık çıkar. Deveci de onların peşi sıra yola koyulur. Hep beraber hükümdarın huzuruna çıkarlar. Deveci:
“Bunlar benim kayıp devemin haberini ve bütün vasıflarını açıkladılar; ama onu kendilerinden istediğimde “görmedik” diye cevap veriyorlar. Benim devemi bunlardan kurtar!..” diye yalvarır. Hükümdar kardeşlere dönerek;
“Peki görmediğiniz devenin özelliklerini nasıl oluyor da biliyorsunuz ?” diye sorar.
Mazarr ve kardeşleri şöyle cevap verirler: “Yolculuk sırasında bir çayırlığa uğradık. Çayırlığının bir tarafına hiç dokunulmamış. Bundan otlayan devenin bir gözü kör olduğunu anladım."
Rebîa da şöyle der:
“O devenin bir ayağının izleri pek belli değil iken, öteki ayaklarının izleri görülmekteydi. Topallamanın eserinin bundan kaynaklandığını anladım.”
Ivâz da der ki:
Yürüyüş sırasında devenin arka adımları bir arada değil, birbirinden ayrı olduğunu gördüm.”
Enmâz da:
Gördüm ki otlu yerde otlarken başka bir yere tecavüz etmiş; anladım ki kaçağan’dır.”
Eflâyı Cerhemî şöyle konuştu:
“Doğrusu sizlere aşk olsun. Bu işler büyük bir ferâset, anlayış ve kavrayıştır. Peki o yağ ile balın devenin üzerinde olduğunu nereden bildiniz?”
Mazarr cevap verdi:
Oradaki sinek ve karınca bolluğundan anladım. Zira sinek bala, karınca da yağa toplanırlar.”
Hükümdar Cerhemî bütün bunlara hayran kalıp deveciyi; dönerek:
“Bunlar senin şüphelendiğin adamlar değildir; sen git kendi deveni kendin ara.” diyerek gönderir. Kardeşlere ise hürmet edip konağında barındırır. Yedirip içirir. Sonra “Benden ne gibi şerefli bir hizmet istiyorsunuz?” diye sorar. Kardeşler de hükümdara, miras konusunda aralarında çıkan anlaşmazlığı ve babalarının kendilerine müracaat etmelerini tavsiye ettiğini söylerler. Maceralarını başından sonuna kadar hepsini anlatırlar. Cerhemî şöyle der:
“Sizler gibi çok zekî kimseler arasına başka birinin girmesi uygun değildir. Babanızın vasiyeti üzere kızıl veya buna benzer olanların altın ve deve kısmıdır; bunlar Mazarr’ındır. Siyah ve ona benzer şeyler, siyah atlar ve bütün siyah renkte olanlardır ki, onlar Rebîa'nındır. Alaca ve buna denk bulunanlar koyun ve alaca renkteki eşyalar İyâz’ındır ve parlak veya beyaz ve onun benzerleri, akçe ve bütün beyaz olan kısmı Enmâz’ındır” diyerek taksim işini tamamlayıp, yol azıklarını da hazırladıktan sonra onlara bir ziyafet verir. Hükümdar, bu misafirleri için hazırlattığı sofraya birer bardak şarap, bir kuzu kebabı ve birkaç beyaz ekmek gönderir. Kendisi bir yere gizlenip konuşmalarını dinlemeye başlar. Misafirler de yiyip içmeye başlarlar. Mazarr, bir kadeh içtikten sonra şöyle der:
“Bu şarabın üzümü mezarlıkta yetişmiştir.” Rebiâ ilave eder;
“Bu kuzu bir köpekten süt emmiştir.”
İyâz da fikrini ileri sürdü:
“Bu ekmeği yoğuran hizmetçi kadın âdet görmekte imiş.”
En büyük iddiayı ise Enmâz ortaya atar:
“Bu hükümdar soylu bir kişi değildir; bir hizmetkârın soyundan gelmiştir.” Hükümdar Cerhemî bu sözleri işitince çok müteessir olur. Bunların anlayış ve kavrayışlarının bir tecrübenin eseri olduğunu gördüğü için “Söyledikleri sözler sebepsiz değildir.” diye düşünerek durumu hemen bahçıvana sorar. Bahçıvan: “Evet üzümler babanızın türbesi üzerinde bulunan asmadan koparılmıştır, onun şarabıdır.” cevabını verir. Çoban ise; “Kuzu doğduktan sonra anasını kurt kapmıştı; o günlerde bir köpek yavrulamıştı. Kuzuyu ona emzirttik.”
Kardeşlerin söyledikleri aynen çıkmıştı. Emîr, annesinin yanına vardı ve asıl babasının kim olduğunu sordu. Annesi, “Meşhur olan babandır.” deyince hükümdar oğlu: “İstediğim kimin soyundan geldiğimi bilmektir. Bana işin doğrusunu söyle.” diye ısrar eder. Bunun üzerine annesi:
Baban çok yüce, soylu ve değerli bir adamdı; fakat çocuğu olmuyordu. Çünkü son derece yaşlanmıştı. Bu sebeple devlet makamı yabancılara geçebilir diye endişe ediyordum Bu korku ve endişeyle kendimi hizmetkârlardan bir deri derleyicisine teslim ettim ve sen doğdun. İşin gerçeği budur " itirafında bulundu. Hükümdar’ın kardeşler hakkındaki inancı daha da arttı. Onların yanına gidip kendileriyle birlikte içkiye başladı. Konuşma sırasında: ’’Şarabın mezarlık ta biten üzümden meydana geldiğini nasıl anladınız?” diye sordu. Mazarr:
“Şaraba yakışan şey, geçicide olsa gam ve can sıkıntısını gidermesidir; oysa bunu içince bende keder, öfke ve üzüntü meydana getirdi. Bildim ki bu helâk erbabının türbesinden hasıl olmuştur.” Rebîa:
“Kebabı ağzıma aldığımda damağıma mezesiz bir tükürük doldu. Ayrıca malum, bütün hayvanların yağları etlerinin üstünde olur, fakat köpeğinki etinin altındadır. Bundan anladım ki kuzu köpek tarafından beslenmiştir.” İyâz:
Ekmeği tiride doğradığımda asla kabarmadı. Bildim ki bunu yoğuran âdet gören bir kadındır.” Enmâz:
“Hükümdar şarap ve yemek hazırlayıp bizlere ikram ettiği halde kendisi bizimle birlikte yemeğe gelmedi. Hâlbuki babası misafirlerini, bizim baba ve dedelerimizi davet ettiği zaman onları büyük ölçüde ağırlar ve kendisi de sofrada bizzat hazır bulunurmuş. Hükümdarda bu davranışın aksini görünce anladım ki bu zât o soydan gelmemiştir, başka bir mayadandır.” der.
Hükümdar onlara büyük ikram ve hürmette bulunarak, aynı şekilde memleketlerine geri uğurlar.
Yukarıdaki hikayeden de anlaşılacağı üzere etrafımızda meydana gelen olaylar hiçbir zaman tesadüfen meydana gelmediği gibi daha bir dikkatle bu gelişmelere bakabilsek, gelecekle ilgili bir çok işaretleri okuyabilir, ipuçları bulabiliriz, hatta hadiselerin nabzını tutabiliriz.
Kaynak: Türk İslam Tarihinden, (Nevâdıri Süheyli), 1.cilt, Tercüman 1001 Temel Eser, Hazırlayan Şemsettin KUTLU, s. 15

[Bu bölümde, Carl Gustov Jung'un dediği gibi, “Tesadüf yoktur, anlamlı rastlantılar vardır,” sözünden de yola çıkarak dikkatimi çeken, küçük ama, anlamlı rastlantıları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Isparta Sancakbeyi Kutlubey
1995 yılından itibaren İsparta Belediyesi, imar çalışmaları sebebiyle özellikle çarşı merkezimdeki tarihi Ulu Cami çevresinde bulunan eski ve harabe haline gelmiş yapıların bulunduğu alanı istimlâk etmiş, yeşil alan yapılmak üzere de bu bölgedeki söz konusu binaları yıkmaya başlamıştı. Yıkım çalışmaları 1996 yılının ilk yarısında da devam etmişti. Nisan’dan haziran ayı ortalarına kadar devam eden tesviye çalışmaları bittiği halde bir dükkân orta yerde bırakılmıştı. Tek başına baraka gibi orta yerde duran bu dükkânın içerisinde Sultan I. Murad’ (Hüdavendigâr) ın Tek-eli ve Hamit-eli valisi ve Ulucâminin bânisi 1 Kutlubey’in kabrinin bulunduğu anlaşılmıştı. Dükkan bu garip vaziyette bir süre daha ayakta durdu. Kabrini nakli ve yeni yeri konusunda prosedür daha sonra tamamlanmıştı. Dükkânın tek başına ortada kaldığı ve yüzyıllar sonra adeta halkın nazarlarına çarptığı tarihler Miladi 1996’nın Mayıs ve Haziran ayı, Hicri yıl olarak ise 1416 Zilhicce’den 1417 Muharrem ayma geçtiğimizi gösteriyordu. (19 Mayıs 1996 = 1 Muharrem 1417)
Isparta’nın geçmişinde Subaşı olarak vazife yapan Kutlubey bin Abdüssettar bin Hasan kendi yaptırdığı Isparta Ulu Cami’nin kitabesinde yapılış tarihi Miladi 1417 olarak belirtilmiştir. Miladi 1417 yılında yaptırdığı caminin haziresine Hicri 1417 yılında naaşı naklediliyor. Şimdi, tek başına yattığı yerden, cami cemaatinin, yanından gelip geçenlerin ve halkın fatiha ve dualarına kavuşuyordu...
Asırlarca önce Kutlubey’in huzuruna halk çıkarken, asırlar sonra halkın huzuruna Kutlu Bey çıkıyordu.
Vefatı da yaralandığı güne denk geldi.
Albay Hacı Hulusi Yahyagil 1895’te Elazığ Harput’ta dünyaya geldi, Birinci Dünya Harbinde, Kafkas ve Çanakkale Muharebelerinde bulundu. 1950 senesinde Albay rütbesiyle emekliye ayrıldı. Barla’da mecburi ikamet eden Bediüzzaman’la Eğirdir’deki görevi sırasında tanışan Yahyagil, hayatı boyunca ona bağlı kalarak onun özellikle Mektubat isimli eserini meydana getirmesinde büyük katkısı oldu. Katıldığı Çanakkale Savaşı’ndaki bir hatırasında:
“Yüzümden, kolumdan, göğsümden yaralandım. Çanakkale’de yaralanmam 26 Temmuz 1915’te Leyle-i Kadir’de oldu. Karadan, denizden top mermileri patlıyordu. Bir top mermisi önümde patladı. İki el ateş ettim. Yanımdaki asteğmen ‘Silahla bir kaçını temizleyeyim’ dedi. Geri çekildim. Sol yanağıma elimi attım. Baktım kanıyor. Sol koluma da kurşun isabet etmişti. Artık şuurum tam işlemiyordu,” diye başından geçenleri anlatmıştır.
Kaderin garip cilvesi Elazığ’da 25 Temmuz 1986’da vefat etmiş ve 26 Temmuz’da doğduğu yer Harput’ta toprağa verilmiştir.
Kutlu Doğum’da gelen ölüm
Meksika doğumlu (1915), Amerikalı sinema oyuncusu Anthony Quinn, 2001 yılının 3 Haziran gecesi çağrıya uydu. O gece Mevlid Kandili idi. Ve O gece Türk televizyonlarında üç kanalda filmi oynuyordu. Bu enteresan denk geliş ile ilgili basında çıkan bazı değerlendirmeler:
“Bir kış günüdür. Yoksul bir ailenin çocuğu olan küçük Tony ilk kez babaannesi ile birlikte yolda rastladıkları iyi kalpli salon sahibinin daveti üzerine sinemaya giderler.
“Sinemada Antonio Moreno nun bir filmi oynamaktadır.
"Antonio Moreno, o sıralar Hollywood’un en parlak yıl dışlarındandır".
Küçük Tony, hayret ve korku içinde perdeye bakarken, babaannesi eliyle aktör Antonio’yu işaret etti ve “Şu adanı sen olabilirsin!” dedi, sesini alçaltarak; sonra da ekledi:
“İleride bir gün sen Antonio Moreno’dan da büyük bir aktör olacaksın! Olacaksın... Olacaksın!”
Aradan uzun yıllar geçti... Babaanneminin kehaneti fazlasıyla doğru çıktı...
“İlerideki o bir gün” gelmiş; bizim ufaklık, Anthony Quinin olmuştu! Yüzden fazla filmde, her rolü başarıyla canlandırdı... Hatıralarında sürekli ‘ölüm’le meşgul olduğunu söylüyor ve en sonunda da diyor ki:
"... Ölümden kurtuluş yok. Artık ölüm yaklaşıyor, bunu anladım. Şu anda, süremi doldurmaktayım. Çağrıldığımda en uygun biçimde yola koyulmayı da bilirim...” (5.6.2001/Zaman Gazetesi-Tamer Korkmaz)
“...Ve bugün neredeyse tüm Müslümanlar Hz.Hamza deyince hemen Quinn’in heybetli ve bembeyaz sakallı portresini çağırıyorlar zihinlerine. İlginçtir", Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in doğduğu gece, hayata gözlerini yumdu. Ve ilginçtir, ölüm haberini aldığımda, ekranda Çağrı filmi oynuyordu! Rabbin çağrısına uymak zorundaydı Çöl Aslanı, her ölümlü gibi! “ (5.6.2001/Zaman Gazetesi/Gün Aşırı Notlar/ M.Nedim Pazar) “Canlandırdığı onlarca karakterle özdeşleşen bir aktörün ‘çok sesli’ ölümüne tanık oluyoruz. Ve nasıl bir denk gelmedir ki, Quinn’i İslam Dünyasının kutlu bir doğumun sevincini yaşadığı bir günde uğurluyoruz.” (5.6.2001/Zaman Gazetesi/ Hüseyin Sorgun)...”750 milyon Müslüman'ın inancı sayesinde benim de kendime olan inancım yeniden var oldu,” diyen Anthony Quinn, Çağrı ve Ömer Muhtar filmleriyle gönüllerimizde öyle bir taht kurmuştu ki onu hep kendimizden kabul etmiştik. (Oysa ki hiçbir zaman ağzından teyit cümlesi duymamıştık.. Ama Hz. Hamza rolündeki ruh hali gönülden gönüle bir yol çizmişti...
Hz.Hamza’nın şehit edilişini resmeden sahnedeki ihtişamlı ruh hali unutulur gibi değildi... (5.(6.2001/Zaman Gazetesi/ Rasih Yılmaz)
Komiklerin aynı gün vedası
Sinemanın büyük komedi ustası, 7 den 70’e herkesi yıllarca güldüren komik adam Kemal Sunal “Canım hiç gitmek istemiyor. Ama mecburum’’ diyerek uzun yıllar sonra ilk kez uçağa bindi ve orada son nefesini verdi. 56 yaşında kalp krizi geçirerek hayata veda eden Türk sinemasının en sevilen ve bir çok ödül alan sanatçısının ödümü Türkiye’yi yasa boğdu. (3 Temmuz 2000)
Aynı gün bazı gazetelerde bir komedyenin daha buna benzer ölüm haberi vardı. Beyaz perdenin efsanevî komedyeni Walter Matthau, 80 yaşında, kalbine yenilerek aramızdan ayrıldı. Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ı BAFTA (1967) ve Altın Küre (1976) En iyi Aktör ödüllerinin, Amerikan Komedi Ödülü (1997) ve Ömür Boyu Başarı Ödülleri’nin sahibi olan 1950’lerin ünlü ve sevilen aktörü Walter Mâtthau, unutulmaz filmler çevirmiş, her yaştan izleyiciden oluşan hayran kitlesini hep elinde tutmayı başarmıştı.
Son derece doğal ve herkese aşina gelen bir yüze sahip olan sanatçı, sıradan insanları canlandırarak, ellili yıllarda çok filmde rol almıştı.... (3 Temmuz 2000/Zaman Gazetesi) Burada bir parantez açarak şu kanaatimi söylesek yanlış olur mu acaba? Ülkemizde ve Amerika’da milyonlarca hayranı olan ve herkesi yıllarca güldüren bu sanatçıların ölümleri, Türkiye’de ve Amerika’da gülünecek günlerin artık geride kaldığının bir işareti olabilir miydi?
Ölüm günleri aynıydı...
Menderes Hükümeti,27 Mayıs 1960’da yapılan askeri ihtilâl neticesinde devrilmiş. Hükümet üyeleri ve çok sayıda Demokrat Partili, siyasetçi Yassıada’ya hapsedilmiş. TBMM’nin yetkilerinin, feshedilmesinin ardından, Anayasanın bazı maddeleri geçersiz sayılmış. Onun yerine 12 Haziran 1960’da Milli Birlik Komitesi (MBK) teşekkül ettirilerek tüm yetkileri eline almış ve ülkeyi yönetmeye başlatmıştı.
Yassıada’da mahkemeler başlamış. Yüksek Soruşturma Kurulu DP’li sanıkların suçlarını açıklayarak 38 kişinin idamını istemişti (6 Ekim 1960).
Uzun süren yargılamalar neticesinde verilen idam cezalarını 38 kişiden oluşan MBK karara bağlamış.
16 Eylül 1961 tarihinde Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakam Haşan Polatkan 17 Eylül 1961 Pazar günü’de Başbakan Adnan Menderes hakkında verilen idam kararlan infaz edilmişti.
İhtilâlin yapıldığı sırada İzmir’de bulunan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel Ankara’ya getirilerek girişimin lideri ilân edildi. Gürsel, ,1961 Anayasası’nın hazırlanmasında önemli rol oynadı. Türkiye’nin dördüncü Cumhurbaşkanı olarak Köşk’e yerleşti.
Cemal Gürsel, Cumhurbaşkanlığı görevini sürdürmekte iken, 1966 yılında sol tarafına felç inerek rahatsızlandı. Bu sebeple 2 Şubat günü ABD Başkanı Johnson’un gönderdiği ‘Mavi Kuş’ adlı özel uçağı ile tedavi için Amerika’ya götürdü. Washington kentindeki Walter Reed Hastanesinde tedavi altına alınırsa da 9 Şubatta kısmi felcin bütün vücuda yayılmasıyla komaya girer. 10 Şubatta, Gürsel’in durumunun umutsuz olduğu bir bildiriyle kamuoyuna duyurulur. Anavatanında ölebilmesi için yine özel uçakla 26 Mart’ta yurda geri getirilerek tedavisine Askeri Tıp Akademisinde devam edildi. Rahatsızlığının devamı ve görevini engellemesi üzerine, 28 Mart 1966 günü, Anayasa uyarınca 37 kişilik doktor heyeti tarafından görev yapamaz raporu düzenlendi. Bu rapora dayanarak Cumhurbaşkanlığı görevi sona ermişti. İlginçtir 26 Mart 1966 gün ve 2030-66 sayılı Müşterek Sağlık Kurulu Raporu'nda 38 imza bulunmakta!
Konuyla ilgili olarak Demirel bir gazeteciye şu yorumu yapmaktan kendini alamaz ve şöyle der:
“İşin garipliğine bakın: Milli Birlik Komitesi 38 kişiden müteşekkildir. Gürsel’in raporu benim elime geldiğinde gördüm ki o da 38 imzalı... Yani merhum Gürsel’i Köşk’e çıkaran da 38 imzadır, indiren de 38 imza...” (28.5.2002/Milliyet Gazetesi/Can Dündar)
Org. Cemal Gürsel 219 gün komada kaldıktan sonra 14 Eylül 1966 tarihinde yaşamını yitirdi. 18 Eylül Pazar günü de defnedildi.
27 Mayıs İhtilâli’ni plânlayan çekirdek kadronun bir diğer önemli ve güçlü isimlerinden Hava Kuvvetleri eski komutanı “Bombala Tansel” lakaplı Emekli Orgeneral İrfan Tansel’di.
İhtilalden 6 ay sonra meydana gelen bir kazada, F-84 tipi savaş uçağı. Ankara Mürted de düşmüş, otomatik pilotla atlamayı başaran uçağın pilotu Tansel kurtulmayı başarmıştı. Ancak, Menderes’in idamından tam 38 yıl sonra bu defa Azrail’in pençesinden kurtulamamıştı. Zincirlikuyu Mezarlığında toprağa verildiği gün, yani 17 Eylül 1999 Pazar günü, kaderin garip cilvesiyle devirdiği eski Başbakan Adnan Menderes’in idam edilip, toprağa verildiği güne rastlıyordu!
Ölüm haberi 2 yıl 3 gün sonra geldi
Pir Sultan Abdal Kültür ve Sanat etkinlikleri için Sivas’ta bulunan Aziz Nesin’in bir gün önce yaptığı konuşmada “Kuran’ın devri bitmiştir” demesi üzerine Cuma Namazı’ndan çıkan bazı gruplar slogan atıp, yürüyüşe geçerek Aziz Nesin ve arkadaşlarının bulunduğu Madımak oteli önünde toplanınca, güvenlik kuvvetleri kalabalığı dağıtmak için havaya ateş açtı. Bu sırada bazı kişiler otelin önünde bulunan araçları yaktılar ve otelin girişini benzin dökerek ateşe verdiler. Aziz Nesin, İtfaiye, merdiveninden indirilerek kaçırıldı. Ancak otelde bulunanlardan 37 kişi dumandan boğularak öldü (2 Temmuz 1993).
Olayda hayatını kaybedenlerden 20’sinin cenazesi Ankara’da 6 Temmuz’da gömülürken, yazar Asım Bezirci ve ozan Nesimi Çimen’in cenazeleri 8 Temmuz’da İstanbul’da kaldırıldı.
Sivas’ta karanlık güçlerce hedef olarak seçilen ve kıl payı ölümden kurtulan ünlü yazar Aziz Nesin, tam iki yıl sonra İzmir Çeşme Alaçatı’da gece yarısı geçirdiği kalp krizi sonucu öldüğünde tarihler bu defa 5 Temmuz 1995’i gösteriyordu. Neşin, vasiyetinde, hiçbir dini tören istemediğini belirttiği için tören yapılmadı. 7 Temmuz’da İstanbul Çatalca’ya getirilen cenaze, yine Nesin’in vasiyeti gereği vakfın bahçesinde bilinmeyen bir yere gömüldü. Cenaze, bir görevlinin nezaretin açılan 8 çukurdan birine konuldu ve çukurlar belli olmayacak şekilde kapatıldı. Kara ve talihsiz bir gün olarak tarihte yerini alan o dönemde Sivas Valisi, dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’nün eski danışmanı Ahmet Karabilgin, Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu idi. Emniyet Müdürü ise Doğukan Öner’di.
Tam bir yıl sonra
Yolsuzluk iddiaları nedeniyle Atilla Taçoy ve yönetiminin Bakanlar Kurulu kararıyla görevden alındığı Türk Hava Kurumu’nun (THK) genel başkanlığına Hava Pilot Tümgeneral Erdoğan Karakuş getirildi.. (22 Mayıs 2000 /Zaman Gazetesi) Aradan tam bir yıl geçer ve tarihler 23 Mayıs 2001'i göstermektedir. THK eski Genel Başkanı Prof. Dr. Atilla Taçoy (61), Antalya’da evinde ölü bulunur.
Mafya-Medya
Tarihçiyazar Mehmet Niyazi, gazetesindeki ‘Tahlil’ isimli köşesinde: ..İlk defa “medya” kelimesini rahmetli hocamız İzzeddin Şadan Beyden duydum. Ünlü Freud’un yanında travay yapan hocamız, Avrupa’da şöyle bir tekerleme var, derdi:
“Medya ile mafya, ikisi de beş harflidir. İkisi de ‘M’ harfi ile başlar, ‘ya’ hecesiyle biter. İkisi de başkalarını hedef alır. İkisi de kurallarını kendi koyar; mafya kurallarına her zaman uyar; medya işine gelince uyar.” demektedir. ( 4.6.2001/Zaman Gazetesi)
Kuşların intikamı
Alfred Hitchcock’un 1963’te çektiği ünlü ‘Kuşlar’ filmine ilham kaynağı olan Kuşlar, hikayesinin yazarı Daphne du Maurier’in 60 yaşındaki oğlu Christian Browning ve eşi Olive Browning’in İngiltere’nin Cornwall bölgesinde defalarca kuşların saldırısına uğradığı ortaya çıktı. New York Post Gazetesi’nin haberine göre, bir zamanlar ünlü romancı Daphne du Maurier'in de yaşadığı Cornwall’daki konakta oturan Browning çifti, evin çevresinde martıların saldırısına uğradı.
Browning gazeteye açıklamasında; evin damına tüneyen kuşların topluca saldırısından, silahlı bir haşereyle mücadele görevlisinin müdahalesi sayesinde kurtulduklarını söyledi. Hikayede ve filmde de ilk olarak martılar insanlara saldırıya geçiyordu ! (17.5.2001/Hürriyet)
Her şeyin başı sağlık
Ankara’nın göbeği sayılan muhiti Kızılay’ın 300-400 metre aşağısında bulunan Sıhhiye semtinde, Sağlık Bakanlığının yanındaki Sağlık sokakta, Özel Şifa Polikliniği 1984 yılında hizmete açılacaktı. Hatırladığım kadarıyla bu kadar sağlık teriminin üst üste denk geldiği adreste polikliniğin açılış programını yapanlar da adeta bulunduğu bölgeye nazire yapar gibi zaman olarak ta 11 a’yın 11’inde saat 11’i 11 geçe yi tercih etmişlerdi!
KARAduman AKbulut
12 Eylül 1980’de Milli Güvenlik Konseyi, yönetime el koymuş ve Meclis fesh edilmişti. Demokrasi geçici bir süre askıya alınmıştı.
6 Kasım 1983 tarihinde yapılan genel seçimlere Necmettin Karaduman (1927 Trabzon) Anavatan Partisi adayı olarak Trabzon’dan Milletvekili seçilmişti. 17. Dönem Meclisi tarafından 4 Aralık 1983 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 14.Başkanlığına seçilen Karaduman, 12 Eylül 1985 tarihinde aynı göreve yeniden seçilmişti.
29 Kasım 1987’de yapılan genel seçimlerde Meclisin 18.dönem milletvekilleri belli olmuş, ülkede askeri yönetiminin meydana getirdiği olumsuz hava yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Normalleşme sürecine girildiğinin işaretleri Mecliste de görülmekteydi. 24 Aralık 1987’de yapılan Meclis Başkanlığı seçimlerinde bu defa Yıldırım Akbulut (1935 Erzincan) TBMM’nin 15.başkanı olmuştu.
Mevcudiyetleri gökyüzünde olan ve isimlerini onlardan alan söz konusu Meclis Başkanlarımızla, sanki anlayanlara müjde yüklü mesajlar vardır: “Üzerinizdeki kara dumanlar dağılmaya başladı, artık karamsar olmaya gerek yok. Rahmet yüklü akbulutlar’ın getireceği yağmurları bekleyiniz” der gibi.
İlk kadın vali ve ilk kadın belediye başkanlarımız Dr. Lale Aytaman Kadınların Belediye Seçimine Katılma hakkının verilmesinden (3 Nisan 1930) tam 38 yıl sonra, 67 İl merkezinde siyasi partiler tarafından gösterilen tek kadın aday Leyla Atakan (42) İzmit belediye başkanlığını kazandı (3 Haziran 1968).
Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Lale Aytaman, (İstanbul 1944) Bakanlar Kurulu kararnamesiyle Türkiye’nin ilk kadın valisi sıfatıyla Muğla valiliğine getirildi (6 Temmuz 1991).
Cumhuriyetimizin ilk kadın belediye başkanı ve ilk kadıin valimizin isim ve soyadlarındaki benzerlik Lâle çiçeği gibi çok lâtif durmaktadır.
Muhalefetsiz Meclis
Toplantı ve gösteri yürüyüşleri (No 671) kanununun kabul edilmesine şiddetle karşı çıkan İsmet İnönü, Menderes hükümetini “mutlakiyete gidiyorsunuz’” diyerek suçladı. Ardından muhalefet olarak topluca meclisi terk ederek, Meclise girmeme kararı aldılar. Tarihler 27 Haziran 1956 'dır.
FP’nin kapatılma kararını protesto etmek için milletvekillerinin Meclis’i terk etmesinin ardından mecliste yalnız kalan muhalefet partisi DYP’de ek vergi başta olmak üzere görüşülen bütün yasaları protesto ederek Meclisi topluca terk etti. Böylece TBMM, 21. yasama döneminin 3. yılını muhalefetsiz kapattığında yine bir Haziran ayının son haftası, yani 29 Haziran 2001’dir
Okullar açıldığında deprem
“5 büyüklüğündeki artçı deprem korku yarattı.’’ 5 ve 3,8 büyüklüklerindeki iki deprem, rastlantıya bakın ki yine okulların ilk açıldığı gün oluyor. 13 Eylül günü, yani okulların ilk açıldığı gün de aynı şey olmuştu”. (15.2.2000/Hürriyet Gazetesi)
Sanki eğitim geleceğine işaretler var gibidir.
Aa kıtalara bak!
Türkçe’nin azizliği mi yoksa başka bir hikmeti mi vardır bilinmez, kıta isimlerinin hepsi de aynı harfle başlayıp aynı harfle biter.
Avustralya
Antartika
Amerika
Avrasya
Avrupa
Afrika
Asya
Bilgisayar da dile gelecek…
11 Eylül 2001’de ABD, tarihinin ve yüzyılın en korkunç terörist saldırısına maruz kalmıştı. Teröristler kaçırdıkları yolcu uçakları ile Newyork’daki Dünya Ticaret Merkezi'nin ikiz kuleleri ve Washington’daki savunma sisteminin beyni sayılan Pentagon’a intihar saldırısı düzenledi. Beyaz Saray’a yapılacak muhtemel saldırı ise son anda uçağın içinde meydana gelen kargaşadan dolayı uçağın yere çakılmasıyla önlenebilmişti. ABD’ başkanın ikametgâhı ve yönetimin merkezi olan Beyaz Saray, bu olaydan tam yedi yıl önce yine muhtemel bir faciadan ucuz kurtulmuştu. 12 Eylül 1994 tarihinde tek motorlu bir uçak Beyaz Saray’ın bahçesine düşmüş, uçağın pilotu ölmüştü. Düşen uçağın pilotunun psikolojik sorunları olan bir kamyon şoförü olduğu açıklanmıştı. Olayın bir suikast girişimi mi yoksa bir kaza mı olduğu bugüne kadar anlaşılamadı.
11 Eylül’deki uçakla yapılan saldırılarda 110 katlı kuleler tamamen yıkılırken, Pentagon’un bir bloğu çökmüştü. Vahşette 4 bine yakın kişinin hayatını kaybettiği tahmin edilirken, saldırılar ülke ekonomisine milyarlarca dolar zarar vermişti.
ABD, her ne kadar saldırıların arkasında yıllardır Afganistan dağlarında ilkel şartlarda yaşayan Usame Bin Ladin’in olduğunu iddia etse de dünya kamuoyu bunu pek inandırıcı bulmadı. Ancak bugüne kadar saldırıların arkasında kimlerin veya hangi devletlerin olduğuna dair ciddi deliller de kamuoyuna pek yansımadı.
İşte bu noktada cansız bir alet olan bilgisayar dünyasında ilginç bir rastlantı dikkatleri çekti. Sanki bilgisayar dile gelmişti.
Q33NY, Dünya Ticaret Merkezi’ne çarpan uçaklardan birinin sefer sayısı kodu imiş. Bu sefer sayısını aynı şekilde büyük harflerle Word sayfasına yazıp, karakterlerin üzerini tarayarak bilgisayar programlarındaki Wingdings karaktere çevirince karşımıza aşağıdaki şekillerin ortaya çıktığı görülmüş. Yine, büyük harflerle “Major Quietus is New York'un" (New York’ta büyük son darbe)'baş harflerini yani ‘MQNY’ yazıp, daha sonra tarayıp yazı karakterini Wingdings’e çevirince ekranda karşımıza çıkan şekile bakmalısınız.
Şarbon günü, Posta günü mü?
Hatırlanacağı gibi Amerika’daki 11 Eylül terör saldırıları Florida’dan başlayıp NewYork ve Washintong’a yönelmişti.
Başta Amerika olmak üzere batılı ülkeler bu şoku üzerinden atamadan Florida eyaletinde, aynı binada çalışan iki kişinin, ABD’de 25 yıldır görülmeyen Şarbon hastalığına yakalanması, teröristlerin biyolojik saldırı gerçekleştirdiği endişesini meydana getirmişti. Aynı gün Amerika Birleşik Devletlerinin Afganistan’a operasyon başlatması sonrasında misillemeden korkan ABD, topraklarında en üst düzeyde alarm durumuna geçmişti (9 Ekim 2001).
Şarbon mikrobunun posta kanalıyla gönderildiğinin ortaya çıkmasıyla da posta işletmeleri bu durumdan çok etkilenmiş, 5 kişi hayatını kaybetmişti. Batılı ülkeler başta olmak üzere ülkemizde bile posta işletmelerinde birçok tedbir alınmıştı.
Şarbon paniği günlerinin başlangıcının 9 Ekim Dünya Posta Günü’ne denk gelmesi de, şarbon mikrobunun kaynağının Amerika’da olduğunun anlaşılması da yoğun gündemin arasında kaynayıp gitti.
İşte aile fertlerinin bazılarının doğum günleri;
Büyükanne Sylvia       ; 11'. ay’ın 11’. günü
Baba David;                ; 4’. ay’ın 4unde saat 4.40’ta
Anne Helen                 ; 10’. ayın 10’u
Kardeş Harry              ; 6’. ayın 6’sı
Küçük kardeş Emily    ; 12’. ayın 12’sinde saat 12’yi 12 geçe.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nda bulunan Melih Gökçek (1953) ve öğretmen eşi Nevin Gökçek’in doğum tarihleri 20 Ekim olduğu gibi evlendikleri gün de 20 Ekim’dir. Ayrıca Melih Gökçek parlamentoya ilk defa 20 Ekim 1991’de seçilir.
14. Padişah
Mimarimizin şaheserlerinden olan Sultanahmet Camisi'ni yaptıran ve Osmanlı padişahı Sultan I. Ahmed, 18 Nisan 1590 Çarşamba günü Manisa’da doğdu. Osmanoğulları’nın 14’ncüsü olarak 14 yaşında, 22 Aralık 1603’de tahtta çıktı. Yaklaşık, 14 senelik bir saltanattan sonra, 22 Kasım 1617 Çarşamba günü, 14’ün iki katı olan 28 yaşında vefat etmiştir.
İntihar hattı (!) taksisi
Üsküdar’daki Capitol Alışveriş Merkezi’nin önünden, ayrı ayrı tarihlerde aldığı üç müşterinin de Boğaziçi Köprüsü üzerinde intihara kalkışması, taksi şoförü Hüseyin Akça’yı adeta isyan ettirdi. En son Üniversite öğrencisi S.Yalçın, akşam Capitol’ün önünde, Hüseyin Akça’nın kullandığı 34 TBA 42 plakalı taksiye biner. Yalçın, Boğaziçi Köprüsünde trafiğin yavaşlamasını fırsat bilerek taksiden atlayarak korkuluklara çıkar, ancak maksadım büyük bir şans eseri gerçekleştiremez. Taksi şoförü; “Daha önce Capitol’den binen iki müşterim de köprüde intihara kalkışmıştı. Birisini polisler, diğerini eski bir futbolcu vazgeçirmişti” diyerek şaşkınlığını ifade eder. (14.12.2001/Hürriyet Gazetesi) ]sh: 162-175
************
KITMİR
Risalei Nur müellifi Bediüzzaman; Kur’ân’ın birçok yaprakları arkasında birbirine bakan o kadar cümleleri, kelimeler var ki, çok ince manalar ifade edecek şekilde birbirine bakarlar” demektedir. Bu hususla ilgili olarak Mektubat isimli eserinde bazı örnekler vermektedir.
Kur’ânı Kerim’de bahsedilen ve devirlerinin dinden uzak zâlim krallarının şerlerinden korunmak ve kötülüklerine alet olmaktan çekindikleri için beraberce bir mağaraya saklanarak, Rabblerine sığınan, dindar ve takdir edilen davranışlarda bulunan gençlere Ashâbı Kehf (mağara arkadaşları) denilmektedir.
İsmini gençlerin sığındıkları mağaradan alan Kehf Suresi’nde bu gençlerin başlarından geçenler anlatılmaktadır.
Bu gençlerin isimleri rivâyete göre şöyledir: Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernûş, Debemûş, Sâzenûş, Kefeştatâyûş, kendilerine sâdık köpeklerinin adı da Kıtmir’dir.
Kur’ânı Kerim’de Kıtmir kelimesi yalnızca bir kez Fâtır suresinin 13.ayetinde (35:13) geçerken, kelbühüm (köpekleri) kelimesi ise dört defa, o da Kehf suresinin 18. Ayetinde 1 defa, 22.ayetinde 3 defa olmak üzere toplam 4 defa geçmektedir.
Kıtmir lügatlerde; “Ashâbı Kehf’in köpeğinin adı olduğu gibi, hurma ile çekirdeğinin arasındaki ince zar, çekirdeğin arasındaki ince pürüz,” olarak açıklanmaktadır. (Yeni Lûğat: 338)
Hayrat Vakfının Hüsrev Altmbaşak (İsparta 1899 1977) hattıyla bastığı Tevafuklu Kur’ânı Kerim’in Kehf Suresinde (18. sure, 18. ayet, 294.sayfa, 7. satır ) “Köpekleri ise mağara girişinde ön ayaklarını yaymış vaziyette duruyordu.” “Ve kelbühüm (köpekleri)...” kelimesi karşısından itibaren yapraklar delinse tam 140 sayfa sonra, yani 4,i.S, sayfa Fâtır suresinin 13. ayetinin sonundaki 7. satırda “Kıtmir” kelimesi tam karşımıza çıkar.
Yine Hattat Hafız Osman (1) hattıyla baskısı yapılmış olan Kur’ânı Kerim’e baktığımızda; Kehf Suresi'nin bu defa 22. ayetinde “Onlar yedi kişi olup sekizincileri de köpekleri idi” şeklinde geçen “ve “...saminühüm kelbühüm..." kelimesi altında yapraklar delinecek olursa Fâtır suresi nin 13. ayetinin sonundaki “Kıtmir” kelimesi az bir farkla görünecek ve o kelbin (köpeğin) isminin olduğu anlaşılacaktır.
Kehf suresinde bahsedilen bu gençler sığındıkları mağarada, uzun yıllar uyutularak muhafaza edilmiş. Uyandıklarında ise kendi hallerindeki garipliği fark ederek birbirlerine sordukları;
Meâlen; “Onlardan biri dedi; mağarada ne kadar kaldınız?” sorusuna, 11.satırda şöyle cevap verilmektedir:
“Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir,.”
Bu âyetin hemen karşı sayfası (295. sahife, 25.ayet) ve ajan hizasında ise meâlen; “Onlar, mağaralarında üçyüz sene kaldılar ve dokuz sene ilâve ettiler” şekliyle yapılan teyit, ne kadar güzel bir denk gelmedir !
Evet, araştırılsa görülecektir ki Kurân’ın tümünde dahi aynı durum vardır. Sh: 179-180
HÜ’VE
Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim’de sureler sayfalara 15’er satır olarak dizilmiştir. Yukarıda ismi geçen meşhur hattatların kalemi ile yazılan Kur’an’ı Kerimlerde, Ahzâb Suresi’nin geçtiği 422. sayfada 16 defa Allah kelimesi (lafzı) geçmektedir.
Bunlardan 1, 2, 3, 4, 5 satırlardan sonra 6’. satır atlanılıp 7, 8, 9, 10, 11 ve 12’. satırlarda yani toplam 11 satırda harika bir şekilde Allah lafızları üst üste gelmektedir. 14. satırda ise ‘ hü’ve ‘ lafzı Allah kelimelerinin tam hizasında olduğu görülecektir.
Bu hikmetli sayılar beş ve altılı olarak, birbiriyle aynı hizaya gelirken, en altlarında; (hü’ve) kelimesini oluşturan; ebced (2) değerlerinin sırasıyla; (he) harfinin beş, (vav) harfinin altı olması, her harfin aritmetik toplamlarının da “onbir” yapması, bu güzelliklere ayrı bir renk katmaktadır.
Sanki bu sayfada geçen onbir, Allah kelimeleri, çok zarif bir şekilde, İslam’ın 5 ve imanın 6 şartına işaret ediyor gibidir.
Evet, yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi Kur’an’ı Kerim’in içerisinde en çok Allah kelimesi bulunan sayfa bu sayfadır.
Bu sayfada Kur’an’ın (Ya eyyühellezine emenüzkürûllahe zikran kesîra) “Ey imân edenler ! Allah’ı çok zikrediniz!” sözü basit bir rastlantı mıdır? Yoksa ‘Allah’ namına “çokça zikir” yapılacağına nükteli bir işaret midir?
Evet, araştırılsa görülecektir ki Kur'ân-ı Kerim’in tümünde bu gibi durumlar çoktur.
HİTLER ve NAPOLYON
Dünya politikasını derinden etkileyen Âmân diktatörü Adolf HİTLER (1889 1945) ile Fransa İmparatoru ve askeri NAPOLYON Bonapart ‘ın (1769 1821) hayat serüvenleri arasında ilginç benzerlikler vardır.
Hatta bu benzerlikler liderliğini yaptıkları ülkeleri için de söz konusu olmuştur.
Ölümleriyle ilgili tartışmaların bazen gündeme geldiği bu iki liderin enteresan yönleri vardır.
Hitler hapisteyken, Napolyon’ da sürgünde iken hatıralarını yazdığı biliniyor.
Silahıyla eşiyle birlikte intihar ettiği söylenen, ancak paranoya halinde zehirlenme korkusuyla yaşayan Hitler’in, siyanürle zehirlendiği yönünde iddialar da vardır.
Kediden çok korktuğu bilinen, küçük boylu, güçlü komutan Napolyon’un da uşağı tarafından zehirlendiğini ileri sürenlerde olmuştur.
Hitler 1940 yılında Paris’e birkaç saatlik ziyarette bulunur. Ölümünden 19 yıl sonra Paris’teki mezarlığa nakledilen Napolyon’un mezarına da özellikle uğramayı ihmal etmediği söylenir. 1789 yılında meydana gelen meşhur Fransız ihtilâli ile 1918 yılında Almanya’nın 1.Dünya Savaşında yenilmesi sonucu imparatorun Hollanda’ya sığınması ve sonrasında meydana gelen iktidar ve anayasa değişiklikleri arasında nasıl 129 yıl var ise, iki komşu Avrupa ülkesinin meşhur devlet adamlarının hayatlarının önemli dönüm noktaları arasında da 129 yıllık bir periyot vardır:
İşte Hitler ile Napolyon arasında 129 yıllık zaman periyotları: Orduya katılmaları arasında; 1914 -1785 = 129 yıl. Napolyon: 1785’de teğmen rütbesiyle topçu alayına katıldı.
Hitler: 1914’de I. Dünya Savaşı çıkınca Hitler, Bavyera’da Alman ordusuna onbaşı rütbesiyle gönüllü olarak katıldı.
İktidara gelmeleri arasında; 1933- 1804 = 129 yıl
Napolyon: 1804’de kendisini imparator ilan ettirip Papanın elinden taç giydi
Hitler: 1933 yapılan seçimlerde, partisi parlamentoda birinci oldu ve daha sonra aldığı yetkilerle diktatör konumuna ulaştı
Viyana’ya girmeleri arasında ; 1938-1809 = 129 yıl
Napolyon: Nisan 1809'da Bavyera’yı işgal eden Avusturya Arşidükü Karl’ın üzerine yürüdü. Kanlı bir savaştan sonra Avusturya ordusunu İtalya’da yenmeyi başardı ve barışa zorladı.
Hitler: 1938’de Avusturya’yı işgal ederek topraklarına kattı. Rusya’ya taarruzları arasında; 1941-1812 = 129 sene
Napolyon: Mayıs 1812’de çoğu yabancılardan oluşan büyük bir orduyla Avrupa düşüncesine karşı çıkan Rusya’nın üzerine yürüdü.
Hitler: Haziran 1941’de Rusya’ya saldırdı.
Hezimete uğramaları arasında; 1943-1814 = 129 sene
Napolyon: Ekim 1813 Leipzig (Uluslar) savaşında yenilmesiyle Alman topraklarından çekilmeye başladı ve 1814’de düşman Paris kapılarına kadar dayanınca görevinden ayrıldı.
Hitler: Ocak 1943’de Rusya içlerine kadar giren Alman orduları Stalingrad’da yenilerek geri çekilmeye başladılar.
Birinin intiharı, diğerinin esareti arasında: 1945-1815 = 130 sene
Napolyon: 1815’te İngiliz Ordusuna karşısında bozguna uğrayarak Paris'e döndü. Teslim olduğu İngilizler tarafından Helene adasına sürgüne gönderildi ve orada intihar ettiği de söylenir.
Hitler: Nisan 1945’de Rusya ve ABD birlikleri Berlin’e girerken, Hitler'in birkaç gün önce evlendiği eşi Eva Braun ile birlikte intihar ettiği söylenir.
BAŞKANLAR BİR KEL, BİR SAÇLI!
Ruslar yaklaşık 120 yıldır enteresan bir teoriye inanırlar. Bu inanışa göre devlet başkanı olarak görev yapan liderlerin biri saçlı ise ondan sonra gelen muhakkak alnı ve tepesi açık yani halk tabiriyle kel olmuş.
III. Aleksandır’ın, 1881 yılında, saçlı, sakallı babası Çar II. Aleksandır’ın (1818-1881) öldürülmesinden sonra iktidarı devralmasıyla Rusya’da “kel-saçlı lider” geleneği doğmuş. Daha sonra Çarlık idaresine karşı yapılan 1917 Şubat ihtilâlinden sonra aynı senenin Ekim ayında başının üzerinde saçı olmayan Lenin’in liderliğindeki Bolşevikler, silahlı bir ayaklanma yaparak iktidarı tek başlarına ele geçirmişler. İşte o zamandan bu güne yani 21. yüzyılın başlangıcına kadar Rusya’nın yakın tarihinde devlet başkanlığı görevinde bulunanların yüz ve başlarına bakıldığında çarpıcı bir ayrıntı ile karşılamıyoruz.
Aşağıda Rusya Devlet Başkanları isimleri, saç durumları, doğum tarihleri ile görev süreleri görülmektediir.
Adı     Saç durumu  Doğum Ölüm tarihi  Görev süresi
Lenin (Vladimir ilyiç Ulyanov) Kel       (D.1870 -Ö. 1924)      1917-1924
Stalin Josef                             Saçlı    (D. I879 -Ö.1953)       1924-1953
Kruşçgev, Nikita                     Kel       (D.1894 -Ö.1971)       1953-1964
Brejnev, Leonid                                  Saçlı    (D. 1906- Ö.1982)      1964-1982
A. Y.VIadimirovig                    Kel       (D.1914 -Ö.1984)       1982-1984
Qemenko, Konstantin             Saçlı    (D.1911- Ö.1985) ..    1984-1985
Gorbagov, Mihail                    Kel       (D.1931 )                    1985-1991
Yeltsin, Boris                          Saçlı    (D.1931)                     1991- 2000

Son olarak 26 Mart 2000’de yapılan başkanlık seçimlerinde yüzde 50’nin üzerinde halkın oyunu toplayarak birinci turda devlet başkanı seçilen ve halen görevine devam eden 1952 doğumlu Vladimir Putin’in saçları seyrek ve önlerden dökülmeye başladığından alnı iyice açılmış vaziyette. Kim bilir belki de Rusya’nın ağır ekonomik ve sosyal problemlerinin altından kalkmaya çalışırken Putin’de saç falan kalmaz. Bunu da bekleyelim görelim. Sh:208
APO ve ‘12’
[Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde ‘ayrı bir devlet kurmak’ hayaliyle terörist harekete girişen ve ülkemizi onlırş yıl kana boğan terörist örgüt PKK’nın elebaşısı Abdullah Öcalan, 16 Şubat 1999 tarihinde Kenya’da düzenlenen bir operasyonla yakalanarak ülkemize getirilmiş, İmralı Adası'nda cezaevine kondu. Yargılaması da burada yapılarak, Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından, Türk Ceza Yasasının 125. Maddesi uyarınca ‘vatana ihanet suçundan idam cezasına çarptırıldı.
İdam kararı'nın, Danıştay tarafından onanmasından sonra Öcalan’ın avukatları, Türkiye’de iç yargı yollarının tükendiğini öne sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) dava açtı. Yüksek mahkeme, dosyayı ele alınmaya değer bulurken kararı açıklayıncaya kadar Türkiye’den infazın uygulanmamasını istedi.
12 Ocak 2000’de hükümeti oluşturan 3 partinin liderleri yaptıkları zirve sonunda Öcalan’ın infaz dosyasını AİHM’in kararını açıklamasına kadar Başbakanlıkta bekletilmesi yönünde karar almışlardı.
Öcalan’ın uzun yıllar barındıran komşumuz Suriye’den ayrılmak mecburiyetinde kalmasından, idam kararının verilmesine, hatta daha sonra meydana gelen süreçte kendisiyle doğrudan veya dolaylı bağlantısı olan haberlerde karşımıza enteresan bir sayı çıkmaktadır.
Günler, aylar, kısacası zaman birimleri, kanun maddeleri, kişi sayıları, il sayıları, ülke sayıları, maddi giderler, büyüklük ölçüleri gibi daha birçok konuda zikredilen sayılar, genellikle 12 veya katlarını oluşturmakta.
PKK ve Apo hakkında 2002 yılının 8. ayanın sonuna kadar basın ve TV’lere yansıyan ve gündeme gelen gelişmelerden tespit edebildiğim aşağıdaki başlıklara bir bakalım;
12 Ekim 1998 “Şam’ın pes ettiği gün”
“...Öcalan’ın sonunu hazırlayan sürecin ilk adımını kendisini barındırıp kollayan Suriye’yi terk etmek zorunda kalışı oluşturdu. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 12 Ekim 1998’de Suriye’nin pes edip Türkiye’nin isteklerine boyun eğdiği o günlerin, bugüne dek bilinmeyen öyküsünü anlattı...” (20 Şubat 2000/Milliyet).
Apo’nun Suriye’nin Kamışlı Bölgesinden uçakla havalandığı bildirildi.
12 Kasım 1998; PKK lideri Abdullah Öcalan Rus Havayolları ile 12 Kasım saat 22.00’de İtalya’nın Roma Havaalanına iniş yaptı ve burada gözaltına alındı. Öcalan’ın Libya ya da Sudan’a gitmek isterken Abdullah Sarıkurt adına düzenlenmiş sahte pasaportla yakalandığı açıklandı.
24  Aralık 1998; İtalya Adalet Bakanı Oliviero Diliberto, PKK liderinin Türkiye’ye iadesi davasına bakan Savcı Giovanni Melarba’nın, Apo hakkında yeni bir gözetim tedbiri alınması talebini reddetti. (Yani 12. ayın 24’ünde reddedişin.) (25 Aralık 1998 / Gazeteler)
48 saat “Apo 48 saat istedi” (48, 12’nin 4 katı) (8 Ocak 1999/Gazeteler)
“Roma’ya faturası 120 trilyon lira”
"Komada 66 gün barınan Apo, İtalya’ya tam 600 milyon lirete (120 trilyon lira) mal oldu.” (20 Ocak 1999/Hürriyet)
12 gün “Akbabanın 12 günü”
"...Kenya’da bulunan Öcalan, önceki gece ‘Hollanda’ya gideceğini’ zannederek yola çıktı. Ancak ‘çok gizli’ operasyon sonucu kendisini özel bir uçakla Türk semalarında buldu” (17 Şubat 1999/ Radikal).
Ecevit; ‘’12 gündür değişik kıtalarda, ülkelerde sürdürdüğümüz yoğun ve sessiz bir izleme sonucunda yakalandı” dedi (17 Şubat 1999/Hürriyet).
“12 gün yoğun hazırlık”
‘’Tim, Nairobi’ye gönderilip, uygun an içip beklendi. İşin sonunun geldiği belli olmuştu. Tabii 12 gün, Türkiye’de de hiçbir haber sızdırmadan yoğun hazırlıkla geçti” (19 Şubat 1999/Hürriyet).
Atina’da Abdullah Öcalan fiyaskosunun yarattığı kriz, PKK liderini Kenya’daki evinde 12 gün barındıran Yunanistan Büyükelçisinin raporuyla daha da tırmandı (9 Mart 1999/Milliyet).
“Apo: Avrupa kazıkladı”
“PKK’lı terörist 36 sayfalık hazırlık ifadesinde Türkiye’ye karşı kurulan cephelerle ilgili bilgi vereceğini söyledi” (36, 12’nin 3 katı) (25 Şubat 1999 / Radikal).
60 avukat başvurdu”
“Doğu ve Güneydoğu’da görev yapan 60 avukat, Apo’yu savunmak için Diyarbakır DGM’ye başvurdu.” (60, 12’nin 5 katı) (25 Şubat 1999/Sabah).
24 Mart 1999
“İlk duruşma gıyabında”
“Ankara 2 No’lu DGM heyeti, Başbakanlık Kriz Merkezi’nin isteği üzerine, İmralı’da hazırlıkların tamamlanması için bir ay daha süre verdi. 24 Mart’taki duruşmayı PKK lideri Abdullah Öcalan’ın gıyabında Ankara’da yapmayı kararlaştıran heyet, İmralida yapılacak duruşma günü için 24 Nisan’ı düşünüyor.” (20 Mart 1999/Zaman)
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ilk duruşması gıyabında da yapıldı. (25 Mart 1999, Gazeteler)
12 Mayıs 1999
Bir dönem terör örgütü PKK’nın iki numaralı adamı olan Şemdin Sakık, 31 Mayıs’ta İmralı’da başlayacak davada, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan aleyhine tanıklık yapmak için dilekçeyle başvurdu.
12 avukat
Abdullah Öcalan davasına 7 müdahil avukatın sürekli olarak, 5 avukatın dönüşümlü olarak katılacağı, sanık Öcalan’ı ise 12 avukatın savunacağı açıklandı.
12 İl-12 kişi
“Bahtiyar Aydın Tuğgeneral/Ordu, Neşe Altek Öğretmen / Tekirdağ, İmam Boztaş Muhtar / Siirt, Adem Alın Polis / Antalya, Şevki Sever İmam / Diyarbakır, Mesut Uzlu Asteğmen / İzmir, Kürşat Akın Albay / Tunceli, Mehmet Araş Binbaşı / Sivas, Tümay Aktepe Komando Er / Ankara, İdris Aktaş Belediye Başkanı / Van, Selçuk Adalı Polis / İstanbul, Vedat Tetik Jandarma Er / Erzurum ve toprak altında bekleyen 10.525 evladımız daha.” (24 Mart 1999/Star Gazetesi) (Listede 12 ayrı vilayetten 12 ayrı kişi yazılmış. Ayrıca 10.525, 12’nin 877 katının bir fazlasınla denk geliyor.)
12 yıl
“Olağanüstü Hal’in (OHAL) 12.yılı dolayısıyla Bölge Valisi Arslan bir basın toplantısı düzenledi. OHAL, 19 Temmuz 1987 tarihinde uygulamaya girmişti” (20 Mayıs 1999/ Zaman).
(Öcalan, sebep olduğu Olağanüstü Hal uygulamasının I 2. yılında yakalanıyor.)
16 FP 728 Aracın plakası
Öcalan’ı, İmralı’da kaldığı Ceza ve Tutukevi’nden alarak, İlk defa duruşma salonunun bulunduğu bölüme getiren cezaevi nakil aracının plakası, 16 FP 728 idi. (Plakada geçen rakamların ayrı ayrı toplamı 12’nin katlarını vermekte.
16+ 728=744, 12’nin 62 katı. Yine rakamları ayrı ayrı loplarsak 1+6 + 7+2 + 8=24 yapıyor. Bu sayı da 12’nin iki katı)
12 dakikada
İlk duruşmada fotoğrafları çeken Mustafa Abadan’a 12-13 dakika müsaade edilmiş. Bu sürede 530 kare fotoğraf çekilmiş (30 Mayıs 1999/Zaman Gazetesi).
12 harfli yıldız
İlk duruşmada yaptığı konuşma ile hafızalarda kalan Davarı Müdahil Hemşire Yıldız Namdar. 12 harfli (30 Mayıs 1999, Gazeteler ve TV’ler) 49 şehit yakını Öcalan duruşması nedeniyle Strasburg’a gitti.
Şehit yakınları arasında astsubay eşi PKK’lı teröristlerce öldürülen ve Öcalan davasının simgesi olan hemşire Yıldız Namdar da bulunuyor (21.11.2000 / Zaman Gazetesi).
“Her gün 108’er kişi”
“Öcalan davasına her gün sırayla 64 u şehit yakını olmak üzere gazeteci, avukat toplam 108 kişi katılacak....” (108, 12’nin 9 katı) “...Duruşmayı her gün şehit yakını olan 38 kişi izleyici, 12 kişi sanık yakını, 12 kişi yerli basın mensubu ve 8 kişide yabancı basın mensubu sıfatıyla takip edecek. Toplam 108 kişilik liste, yoğunluk nedeniyle her gün değişik isimlerden oluşacak...”
“İddianamede neler var ?”
“İddianamede, 15 Ağustos 1984 günü Eruh ve Şemdinli baskınlarından itibaren terör örgütü PKK’nın 22 Şubat 1999’a kadar 6 bin 36 saldırı ( 6036, 12’nin 503 katı) gerçekleştirdiği, 8257 defa güvenlik güçleriyle çatışmaya girdiği belirtiliyor. (8257’nin bir eksiği 12’nin 688 katı). Türkiye’nin çeşitli yerlerinde 3071 bombanın patladığı bildirildi.” (3071’e bir ilave edildiği takdirde 12’nin tam 256 katına denk geliyor.) (31 Mayıs 1999/Zaman Gazetesi).
30 bin
“Öcalan’dan hayatını kaybeden 30 bin kişinin hesabı sorulacak.” (30 bin, 12’nin 2500 katı) (31.5.1999/Gazeteler)
125’. madde
İddianamenin sonuç bölümünde sanık Öcalan’ın TCK’nın 125. Maddesi'ne göre idam cezasına çarptırılması isteniyor (31 Mayıs 1999/Zaman Gazetesi).
168/1. madde
168/1, den yargılansın denildi (168, 12’nin 14 katı) (31 Mayıs 1999).
132 kişilik salonda;
Sanık Öcalan 132 kişilik mahkeme salonun da, üç taraflı şeffaf bir cam kafes içinde yargılandı. (132, 12’nin tam 11          katına denk geliyor. ) (31 Mayıs 1999/Gazeteler)
Davayı Türkiye hariç 24 ülkeden muhabirler takip ediyor (Gazeteler), 36 kişi “Öcalan’ın avukatlarından Kemal Bilgiç dünkü duruşmada 36 kişilik bir liste okuyarak söz konusu kişilerin tanık olarak dinlenmesini istedi. Mahkeme heyeti bu talebi reddetti.” (5 Haziran 1999/ Zaman Gazetesi).
24 celse,
24 duruşma “Müdahil avukatlardan Necdet Küçüktaşkıner, davayla ilgili şu değerlendirmeleri yaptı: Dün akşama kadar altı saatten 24 saat bir çalışma oldu. Yani 24 duruşma olmuş durumda. Yani 24 celse. 24 duruşma normal bir ağır ceza mahkemesinde iki senelik süredir. İki senelik bir zaman sıkıştırılmış bir vaziyette dört güne sığdı.” (5 Haziran 1999, Zaman Gazetesi)
Kenya’da yakalanıp 16 Şubat günü Türkiye’ye getirilen ve tam 288 gündür İmralı Cezaevinde 12 metrekarelik koğuşunda kalan bölücü PKK örgütünün başı Abdullah Öcalan nasıl yaşıyor...” (288, 12’nin 24 katı) ( 5 Aralık 1999/Hürriyet Gazetesi)
“Apo 48. İdamlık”
“Türkiye’de 1984’den bu yana idam uygulanmıyor. Son idam edilen de bir PKK’lı. Öcalan’ın idam kararı kesinleşmesiyle Meclis’in onayını bekleyen idam kararı 48. olacak." (48, 12’nin 4 katı) (13 Temmuz 1999/ Zaman Gazetesi).
“12 idamlık daha var”
TBMM’de onaylanmayı bekleyen idam dosyalarından 5’inde, terörist başı Abdullah Öcalan ile aynı kaderi paylaşacak 12 kişi bulunuyor. (26 Kasım 1999/Hürriyet) 24 Aralık 1999 Yargıtay 9. Ceza Dairesi PKK lideri APO davasının 2. Adamı Şemdin Sakık’ın İdam cezasını onadı. (12. ayın 24’ünde onandı.) (25 Aralık 1999/ Gazeteler)
36. Madde
19 bin 500 dolar Ankara 2 No’lu DGM, Öcalan’ın Kenya’da yakalandığında üzerinde bulunan 19 bin 500 doların PKK’ya ait olduğu anlaşıldığından TCK’nın 36. Maddesi'ne göre zoralımına karar verdi. (5 Şubat 2000) (36, 12’nin 3 katı, 19500, 12’nin 1625 katı)
12 Ocak 2000 “Tarihi zirve”
“12 Ocak Zirvesin'de Başbakan Bülent Ecevit, Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli ve ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz 7,5 saat süren zirve yaptılar. Zirve sonrası Abdullah Öcalan’ın idam kararına ilişkin dosyanın Meclis’e gönderilmeyip Başbakanlık'ta bekletilmesi yönünde karar alındı.” (13 Ocak 2000/Zaman Gazetesi) 24 Şubat 2000 'Vatana ihanet' suçundan aldığı ölüm cezası Yargıtay tarafından da onanan terörist Abdullah Öcalan'ın avukatları tashihi karar talebiyle iç hukuki süreçteki son başvurularını İstanbul DGM’ye yaptılar.” (25 Şubat 2000/Gazeteler) 12 maddi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, terör örgütü elebaşısının avukatları tarafından Türkiye aleyhine yapıtın başvuruyu bugün görüşecek. Öcalan’ın avukatları, AHİM’ye Türkiye’nin toplam 12 maddeyi ihlal ettiği gerekçesiyle 16 Şubat 1999’da başvuruda bulunmuştu, (21 Kasım 2000/Zaman Gazetesi).
12 bölge  816 kişi
PKK mensuplarının çoğunluğu, evine dönme arzusu içindi Terör örgütü sözde Kuzey Irak’ın Nazdur, Wurmel, Barjuni, Yekmala, Kani Şarki, Ardavel, Nirve, Şhingel, Dolakoga, Zemakow, Doli Balayan ve Kalaki Balayan bölgelerinde barınan 816 teröristle anket yapıldı. (12 bölgede yapılan ankete katılan 816 kişi, I2’nin 68 katma denk geliyor.) (6 Nisan 2001/Hürriyet Gazetesi) 120 saniye İtalyan La Stampa Gazetesi, “Apo’yu kıskıvrak yakalayan Türk komandolar sahnede. Seçkin komandolar, Öcalan’ı 120 saniyede paketleyip Türkiye’ye getirdi. Bu özel timin kartviziti (3 Kasım 2001/Hürriyet). 240. Madde teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın 4 avukatı hakkında dava açıldı.' Müvekkille 11 Öcalan’ın mesajlarını Yeni Gündem Gazetesine fakslayarak görevlerini kötüye kullanmakla suçlanan 4 avukatın TCK. 240. Maddesi uyarınca 3 yıl ağır hapsi istenildi. (1 Aralık 2001/Hürriyet Gazetesi) 1200 korucu şehit terörle mücadelede güvenlik güçlerine yardımcı olmaları için (Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde görevlendirilen korucular, olağanüstü hal (OHAL) uygulamasının daraltılmasıyla, her an alınacakları korkusunu yaşadıklarını söyledi.
Çatışmalarda teröre 1200 şehit veren korucular, “Biz borumuzu ödedik. Şimdi sıra devlette.” dediler (21 Aralık 2001 /Zaman Gazetesi).
“12 anlamlı madde”
Devletin güvenlik birimleri, PKK’ya 12 maddelik anlamlı bir muhtıra verdi. (16 Ocak 2002/Hürriyet Gazetesi) 36 kişi Apo gibi Abdullah Öcalan’la 36 kişi, aynı kadere mahkûm. Meclis’te idam bekleyenlerden 36’sı Öcalan gibi TCK’nın 125. Maddesi gereği idam cezasına çarptırılmış kişilerden oluşuyor. (21 Şubat 2002/Hürriyet Gazetesi) 12 PKK kampı Türkiye’nin Tahran’a verdiği rapora göre, PKK’nın halen İran’da 12 ayrı kampı ve 800 silahlı adamı var. Bu kamplar şunlar: Kandil’de ‘Dole Hacı İbrahim, Doli Meydan, Doli Gode ve Hırbap’, ‘Piranşehir’, ‘Gedar’ Dize’de ‘Dole Tırşini’, Şehidan’da ‘Bedkar, Jerme’, Salmaz’da ‘Kelereş Kaykan’, Hoy’da ‘Kotur’, Makü’de ‘Dambat’. (5.4.2002/Hürriyet) 1.800.000 lira Öcalan’ın günlük yemek bedeli 1 milyon 800 bin lira (27.5.2002/Zaman Gazetesi) (1 milyon 800 bin, 12’nin tam 150 bin katı)
12 yıl sonra serbest!
TBMM Başkanı MHP’li Ömer İzgi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Öcalan’ın tekrar yargılanmasını istemesi halinde 12 yıl içerisinde serbest kalabileceği'ni söyledi. (6.8.2002 / A.Vakit Gazetesi)' 12 gün değişik kıtalarda dolaşan, ayın 12’sinde gözaltına alman, yakalandıktan sonra yargılamak üzere o dönemde 1 trilyon 800 milyar liraya ( 12 nin 150 milyar katı) dünya standartlarında mahkeme salonu düzenlenerek 12 metrekarelik bir mekana hapsedilen ve yine ayın 12’sinde hakkındaki idam kararına ilişkin dosyası Meclise gönderilmeyerek Başbakanlık’ta bekletilen Abdullah Öcalan’m, bundan sonraki dönemde de hakkında verilecek kararlarda yine bir 12 sayısı karşımıza çıkar mı? ]sh:43-52
CHP VE‘19’
Gazi Mustafa Kemal Paşa 9 Eylül 1923 yılında Halk Fırkası’nı kurdu. Bu parti İstiklâl mücadelesinin çekirdeğini oluşturan “Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyetleri”nin “Cumhuriyet Halk Fırkası” adıyla bir çatı altında toplanması sonucu teşekkül etti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Mustafa Kemal, partinin de ilk genel başkanı oldu. 1919 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı Sivas Kongresi (4 Eylül), aynı zamanda CHP’nin de ilk kongresi ve ilk filizlenmesi olarak kabul edilmektedir.
Bu sebeple, CHP için “Devlet kuran parti” denilmesinin yanında Cumhuriyet devrimlerine de öncülük etti.
Faaliyetini uzun yıllar ‘Tek Parti’ olarak devam ettirdi. Atatürk’ün bir eseri olduğu için midir bilinmez, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bazı önemli kararları ve günleri ile tarihi dönüm noktalarında 19 sayısı veya katları karşımıza çıkmaktadır.
Bu konuyla ilgili olarak CHP’nin kısaca tarihine bir göz almak yeterli olacaktır.
19 Kasım 1923 Gazi Mustafa Kemal Paşa, Halk Fırkası (Genel Başkan Vekilliği'ni İsmet İnönü’ye devreder.
19 Ekim 1927 Gazi Mustafa Kemal Paşa, bütün malını Cumhuriyet Halk Partisine bırakır.
19 Aralık 1953 CHP’nin yeni genel merkezi Ankara’da törenle açılır.
19 yıl 14 Mayıs 1950’de birbirlerine darılan İsmet İnönü ve Celal Bayar 19 yıl sonra 14 Mayıs 1969'de el sıkarak barışır.
38 yıl 14 Aralık 1953’de 6195 sayılı yasayla CHP arşivine el konulur. 38 yıl sonra 1991 yılında CHP arşivinin 'Devlet Arşivi’ niteliği taşıdığı kanısına varılır. (6195 bir fazlasıyla 19’un 326 katı). (23.12.2001/Hürriyet Gazetesi)
57 yıl CHP kuruluşundan 57 yıl sonra 12 Eylül 1980 askeri harekâtı ile kapatılır. (19’un 3 katı 57’dir )
CHP’nin kapanmasının ardından ise 12 yıl geçmiştir. 19 Haziran 1992’de TBMM’nin kabul ettiği 3820 Sayılı yasayla CHP yeniden açılır.
Yine aynı ay ve günde yani 9 Eylül 19?2 tarihinde tekrar açılır. O gün yapılan 25. Kurultay'da, Cenel Başkanlığına Atatürk, İnönü ve Ecevit’ten sonra 1338 doğumlu Deniz Baykal seçilir. (1938, 19’un 102 katı)
76 yıl CHP, tam 76 yıl sonra 19 Nisan 1999 günü ilk defa baraja takılarak Meclis dışınla kalır. (19’un 4 katı 76’dır )
19 Nisan sabahı ve CHP
19 Nisan sabahı gazete sayfalarındı, 19 Nisan Genel Seçimlerin'in hemen öncesinde: “CHP’nin geleceği 19 Nisan sabahı ortaya çıkacak skora bakılarak değerlendirilecek.
Baraj geçilemez ise, CHP’de kongreler dönemi başlayabilir. Fikri Sağlar gibi parti içindeki tartışmayı 19 Nisan’a erteleyenlerin gücü Baykal ve ekibinin de karnesini belirleyecek,” yorumları yapıldı.
Cumhuriyet Halk Partisi, tam 76 yıl sonra 19 Nisan sabahı (1999) ilk defa baraja takılarak Meclis dışında kalır.
Bu konuyu Halim Bahadır, gazetesindeki köşesinde; “...işte Deniz Baykal Atatürk’ün kurduğu partiyi 76 yıl sonra barajın altında bırakma başarısını göstererek, siyasal kariyerine altın bir sayfa ekledi...” diyerek dile getirdi. (22.04.1999/Posta Gazetesi )
19 Mayıs 1999 bu gelişmelerden sonra Deniz Baykal 19 Mayıs öğleden sonra CHP Genel Merkezi'ndeki odasını boşaltarak parti merkezinden ayrıldı. (20 Mayıs 1999/Zaman Gazetesi)
“19 Ekip Yer Alacak”
CHP’de partinin yeniden yapılandırılması çerçevesinde Türkiye seferberliği başlatılır. 15 Ağustos'a kadar sürecek olan Türkiye seferberliğinde MYK ve PM üyelerinden 19 ekip yer alır. (29 Temmuz 1999/Zaman Gazetesi)
“CHP’ye de 1,9 trilyon yardım”
Son seçimlerde yüzde 8,71 oy alarak genel ülke barajının altında kalan CHP de, Siyasi Partiler Kanunu’ndaki devlet yardımı için konulan % 7’lik barajı aştığı için 1,9 trilyon yardım alacak. (26 Ekim 2000 / Zaman Gazetesi)
DSP lideri Bülent Ecevit'in hayatında 19'rakamı'nın önemli bir yeri var.
Y.A.Ş KARARLARI VE '58'
1996 yılında Refah Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Başbakanlık görevini devralmasından sonra ülkemizde enteresan bazı gelişmeler oldu. Bu gelişmeler birçok dedikodu ve endişeyi de beraberinde getirdi. Özellikle bu dönemde 58 ve 59 sayısının içinde geçtiği tartışmalar gündeme gelirken, bu sayının kendisi veya katları da hükümetin icraatlarında yerini alıyordu. Bazen de ülkemizde halkın büyük bir kısmını ilgilendiren bir rakam oluyordu.
O dönemde ve daha sonra ülkemizdeki bu sayı ile bağlantılı gelişmeler nelerdi bir hatırlayalım;
Erbakan’ın Başkanlığı'nda ilk defa toplanan Yüksek Askeri Şura (YAŞ) 29 subayın (58’in yarısı) Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile ilişiğinin kesilmesini kararlaştırdı. (04.08.1996)
Ardından 1997 yılma girmeye 58 gün kala 3 Kasım 1996’da Başbakan'ın “fasafiso” diye isimlendirdiği meşhur Susurluk kazası meydana geldi. Ülkede bu kazanın tartışmaları sürerken Aralık ayında ikinci defa Başbakan Erbakan başkanlığında toplanan YAŞ, bu defa 29’un iki katı olan toplam 58 kişinin (28’i subay ve 30 astsubay olmak üzere) irticai faaliyette bulunduğu gerekçesiyle TSK ile ilişiğini kesti. (10.12.1996) Bu arada bazı medya organları, askerlikle ilişiği kesilenleri, Fethullah Gülen bu sözde taraflılık var ile irtibatlı göstermeye çalıştılar.
Susurluk kazası sonrası çeşitli karanlık mihrakların, gerçeklerin saptırılması ve başka emellerini gerçekleştirebilmesi için fırsattan istifade, yaptıkları manipülasyonlar da dikkati çekti. Cumhurbaşkanının başkanlığında Başbakan Erbakan ve siyasi parti liderlerinin katılımıyla gerçekleştirilen Liderler Zirvesi’nde, (26 Aralık 1996) MİT tarafından hazırlandığı ve Başbakan tarafından okunduğu ileri sürülen Susurluk listesinde', Fethullah Gülen’in isminin de bulunduğu iddia edildi.
Bu iddianın bazı basın organlarında yer almasından sonra liderlerden Cumhurbaşkanı Süleyman Demire!; “Susurluk hadisesi ile ilgili Çankaya’da yapılan toplantıda Fethullah Gülen’in adı geçmemiştir. Söz konusu dahi olmamıştır.” (4 Ocak 1997/Yeniyüzyıl Gazetesi)
ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz; “MİT tarafından hazırlanan 58 kişilik listede Fethullah Gülen’in isminin yer aldığı iddiası şaşkınlık ve üzüntü vericidir. Herhalde Türkiye’deki kanunsuz işlere en son adı karıştırılabilecek kişi Fethullah Gülen’dir.” (28 Aralık 1996/Yenişafak Gazetesi) 
DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit; “Çok üzüldüm hayret ettim, ama Fethullah Gülen'in üzülmemesini dilerim. Çünkü böyle bir iddiayı Türkiye’de aklı başında hiç kimse ciddiye almayacaktır. Sayı önce 58 kişiydi nasıl olduysa bu sayı dışarıda 59’a çıkmış. Fakat kaça çıkarsa çıksın bunda onun yeri olmayacaktır.” (28 Aralık 1996/Zaman Gazetesi) demişlerdi.
Zirveye katılan liderlerin “58 isim var” yönündeki net ifadesi bilinirken ve basında yer alırken TV’lerden Kanal D’nin sayıyı 59 vermesi (26.12.1996 Akşam ve gece haberleri) ve Fethullah Gülen'in ismini söylemesi anlamlı bulundu ve bugüne kadar da konu açıklığa kavuşmadı.
Aralık ayının son haftasında alevlenen tartışmalara Zaman Gazetesi 1 Ocak'ta büyük puntolarla “Liste kimin” diyerek olaya çok ciddi ve geniş bir şekilde tepki gösterdi. Yani Susurluk kazasından 59 gün sonra. Yaptığımız araştırmalardan öğrendiğimize göre Gülen, Kasım 1938 doğumlu. Yani tartışmaların başladığı Kasım ayında 58 yaşını tamamlamış, 59 yaşına girmiş oluyor. Acaba Gülen'i 58’lerin içine sokmak istedikleri halde 59’una girmesi, adeta sayıların dahi yalanlaması mı idi?..
59. gün 28 Şubat
Ülke, 1997 yılına daha önce de bahsettiğimiz gibi Susurluk listesi ve Refahyol hükümeti icraatlarıyla ilgili tartışmalarla girerken, tam 59 gün sonra, yani 28 Şubat’ta tarihinin en uzun MGK toplantısı yaptı. MİT ve TSK tarafından hazırlanan raporlar görüşüldü. Refahyol Hükümetinin de icraatlarının ele alındığı toplantı sonrasında alınan kararlardan 18 maddesi basında yayınlandı. Başbakan Erbakan, MGK bildirisini ancak üç gün sonra imzaladı. Refahyol hükümeti ülkedeki tartışmalara ve üzerindeki baskılara daha fazla dayanamaz ve görevi Başbakan Mesut Yılmaz’a devretmek mecburiyetinde kaldı. Bu defa Başbakan Mesut Yılmaz Başkanlığında toplanan YAŞ toplantısında, 59 kişinin askerlikle ilişikleri kesilmesine karar verildi. (12 Aralık 1997) Aradan 55. ve 56. hükümetler geçtikten sonra 57. Hükümet döneminde Başbakan Ecevit’in Başbakanlığında alınan YAŞ kararları ile disiplinsizlikleri sebebiyle yine 58 kişinin askeriyeyle ilişiği kesildi. (6.8.1999)
58 veya katlan gündemde
19 rakamının üç katının bir fazlası 58 sayısı, bir süre ortalarda görünmedi. Ama 1999 ve 2000 yılında tekrar gazete manşetlerinde ve gündemde önümüze, bir başka yönüyle almaya başladı.
Harun 58 kilo’da Avrupa Şampiyonu
.Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası finalinde, rakibi Michel Liuzzi yenen 58 kilo güreşçimiz Harun Doğan, şeref kürsüsüne çıkarak İstiklal Marşımızı bütün Avrupa’ya dinletti. (19.04.1999)
“Af cezaevlerini boşaltacak”
“58 bin kişi çıkacak”
Koalisyon ortakları arasında tartışmaya açılan af ve ceza indirimi getiren taslak, cezaevlerinde yatan toplam 69 bin 339 tutuklu ve hükümlünün yaklaşık 58 binini kapsıyor. (4.08.1999/ Zaman Gazetesi)
Kadınlarda 58, Erkeklerde 60 yaş sının yasalaştı.
Sosyal Güvenlik sisteminde değişiklik yapan tasarı yasalaşarak TBMM Genel Kurulu, kamuoyunda büyük tartışma yaratan Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısını uzun süren bir görüşme süreci sonunda kabul etti. Yasayla yeni işe başlayan kadınlar 58, erkekler ise 60 yaşında emekli olabilecek. (2 5.08.1999/Gazeteler )
“Yüzde 5,8 geriledik”
DİE; yılın ikinci üç aylık döneminde büyüme hızını da yüzde eksi 3,4 olarak açıkladı. İlk altı aydaki gerileme ise yüzde 5,8 oldu. (1.09.1999/ Zaman Gazetesi)
“5,8 Geçmiş olsun”
7,4 büyüklüğündeki ilk depremden sonra meydana geldi 5,8 lik şiddetli artçı, şok yarattı. (14.09.1999/ Hürriyet Gazetesi)
“5,8 Şeytanı”
Birkaç gündür kendisinden haber alınamayan 19 yaşındaki Şehriban Coşkunfırat’ı 5,8 şiddetindeki depremin ardından şeytan kurban istedi diyerek Ortaköy mezarlığındı sevgilisi Engin Arslan ve Ömer Çelik ile birlikte vahşice öldürdüklerini itiraf eden Zinnur Gülşah Dinçer ifadesinde, ...Ertesi gün 13 Eylül’dü. İstanbul’da 5,8 şiddetinde deprem oldu. Engin; “Hepimiz öleceğiz. Bana mesaj geldi. Şeytana kurban vermemiz gerekiyor” dedi. Bu mesajı ben'de aldığımı söyledim. Daha sonra öldürdük.
Aynı gün ise Adana’dan gelen haber Satanizm anlayışının ne kadar yaygınlaştığı gün yüzüne çıkardı. (21.09.1999/ Hürriyet Gazetesi)
58 kilo güreşçimiz Dünya Şampiyonu
34. Dünya Güreş Şampiyonasının final gününde, İranlı rakibini 31 yenen 58 kilo güreşçimiz Harun Doğan, şeref kürsüsünün en üst basamağına çıkarak İstiklal Marşımızı bütün dünyaya dinletti. Türkiye 1 altın ve 2 bronz madalya kazanarak 4.sırada kaldı. (12.10.1999)
“Faize günde 58,7 trilyon” (4.1.2000/ Zaman Gazetesi)
“Vatandaşa artçı şok. 5.8” (4.2.2000 / Güneş gazetesi)
“Standbay’lı ilk antlaşma can yaktı. Enflasyon 5.8” (4.2.2000/ Zaman Gazetesi)
“İlk hac kafilesi önümüzdeki Çarşamba günü çıkıyor.”
“Yaş ortalaması 58”
“Hac Dairesi Başkanı Kurt: Hacca hazırız. Hacı adaylarımızın yaş ortalaması ise 58. Daha genç hacca gidelim.” dedi. (14.2.2000/Zaman Gazetesi)
"Resmi Gazetenin yıllık abone fiyatına yüzde 58 zam yaptı " (28.02.2000/Zaman) Bolvadin’de 5,8’lik deprem”
Afyon’un Bolvadin ilçesinde meydana gelen 5.8’lik deprem yine can aldı. Konya’nın Akşehir ilçesine bağlı Yaşarlar Köyü camiinin minaresinin yıkılması sonucu meydana gelen yangında teravih namazı kılan cemaatten 5 kişi yanarak can verdi. (17.12.2000/Gazeteler)
19'un üç katının bir fazlası olan 58 sayısı bir dönem yüzünü böyle gösterdi.] sh: 80-85
GATES’İN ASCII DEĞERİ
Araştırmacı-yazar Aydoğan Vatandaş ‘Kıyametin Gizli Tarihi’ kitabında 666 sayısı ile ilgili bazı ilginç tespitler aktarır:
“Kitabı Mukaddes’in Esinlemeler bölümünde Şeytan ile ilgili bilgiler verilirken Şeytanın sayısının 666 olduğu belirtilerek insanlar uyarılır. Hıristiyanlar söz konusu ayetlerden yola çıkarak bazı araştırmalara girişmiş, dünya politikalarını etkileyen bazı önemli şahsiyetlerin isimlerinin rakamsa! karşılığının 666’yı verdiği ortaya çıkmıştır. Buna göre Hitlerin yanısıra Napolyon ve Stalin’in rakamsal karşılığı da 666’dır. Daha da şaşırtıcı olan ise Microsoft İmparatorluğunun sahibi olan William Henry Gates’in rakamsal karşılığının da 666 olmasıdır.” Bilindiği gibi İslam’dan çok önceki devirlerde harflere rakam değeri verilmiş. Bu yöntem kullanılarak Arap, Fars ve Türk Edebiyatında hâdiselerin tarihlerinin yazıldığı, olayların kaydedildiği de bilinmektedir. Ebced veya cifir diye isimlendirdiğimiz bu yönteme benzer şekilde bilgisayarda da her bir karakterin bir ASCII değeri vardır. 1998 yılı sonu itibariyle 80 milyar doları aşan kişisel serveti ile dünyanın en zengin adamı olarak bilinen Microsoft’un patronu Bill Gates, hakkında gazeteci-yazar ‘Murat Birsel’in İzlenimleri’ köşesinde; “Bili Gates’in Şeytani İşleri” başlıklı yazısında: Bilgisayar dünyasının en güçlü isimlerinden Bili Gates’te şeytan tüyü var mı? Var galiba, ama bulmak için de bilgisayarcı gibi bakmak lazım. Bili Gates’in gerçek ismi, ‘William Henry Gates III’. Şu anda Bili Gates III diye biliniyor (Yani ismin üçüncü kuşağı). Bu ismi oluşturan karakterleri ASCII değerlerine dönüştürüp ekliyorsunuz... B (66) + I (73) + L (76) + L (76) + G (71) + A (65) + T (84) + E (69) + S (83) + 3= 666. Yani Hıristiyanlar için şeytanın rakamı. Yok artık daha neler, dediniz... Ben size daha neler var göstereyim. Bili Gates’in eserlerine bakın... Meselâ; MSDOS 6.21 ASCII olarak açalım: 77 + 83 + 45 + 68 + 79 + 83 + 32 + 54 + 46 + 50 + 49 = 666. Hadi gelin bir de şuna bakın WINDOWS 95: 87 + 73 + 78 + 68 + 79 + 87 + 83 + 57 + 53 + 1=666! Tesadüfüm mü, diye soruyor.] sh: 100-101

Kaynak: Mustafa YAKUTCAN, Tanrı Zar Atmaz ,Karakutu Yayınları, 1 .Baskı 2002 Kasım İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar