TARAFSIZ TOPLUMDA VAR OLMA GAYRETİMİZ
Son savaşın başlarında İrlandalı bir şair
şöyle yazıyordu:
bu mısra akılda tutulmaya değer.
Üç farklı toplum tipi vardır. Bu sınıflama
hâlâ belli bir geçerlidir..
İlk önce, bütüncül tümüyle-kuşatıcı hayat tarzıyla
bütünlüğü yansıtan geleneksel toplum geliyor.
İkinci olarak, bunun şeytanî, tersyüz edilmiş görüntüsü,
terimin anlaşıldığı yaygın biçimiyle totaliter toplum: faşist, Marksist ve
diğerleri. Dünyevî —ve, çoğu vakada da, dinsiz iddialarını vatandaşının
hayatının her yönüne uygulamaya kalkan ve fertler üzerine geleneksel toplumdan
çok daha katı ve hudutsuz ölçüde daha acımasız— bir nizam empoze eden bir
toplum.
Bu iki uç arasında “tarafsız”
toplum dediğimiz ve iyi ve kötünün rastgele karışımından ibaret olan, yapısı
adaletsiz ve belki fasit, her iki alternatifin iç tutarlılık ve gücünden yoksun
ve kamuoyunun gidip gelen görüşleriyle sürekli çalkantı halinde olan bir toplum
.
Bu hayranlık verici bir
toplum değil, ancak çoğumuzun sahip olduğu tek şey ve hesapsız biçimde çok daha
kötü olan uçurumun üzerinde sallanan bir istikrar yuvasıdır. Bir de büyük fazileti var. Erkek ve
kadınları daha iyi olanı aramakta, daha iyi olanı öğretmekte serbest bırakır;
onlara daha iyi olanı arama ve öğretmede özgürlük verir; Geleneği sevmek ve
geleneksel değerleri kendi hayatlarında tatbik etmekte onları serbest bırakır.
Kendi yolumuzu takip etmekte kendi başımıza bırakılmaktan başka modern dünyadan
daha ne isteyebiliriz?
Sh: 54-55
Dünyamızın geniş manevî ve siyasî
harabeliğin ortasında sayısız mezhep, “peygamber”, “kahin” ve üfürükçü türedi.
Bunlar birşeyde ortaktılar. Kendi geleneklerinin yarı unutulmuş kalıntılarını …
yeni kültürleri ile evlendirmeye kalkıştılar. Bu girişimler ne geleneksel, ne
de dini olan -çok sayıda- mezhebin ve sapkınlığın doğmasına yol açtı:
…
İşte bu bizim çaresizlik içinde pes etmek
durumunda olduğumuz anlamına mı geliyor? Sanırım, hayır. Daima aklımızda
tutmamız gereken bir prensip var ve bu prensip var olan herşeyin geçici
tabiatıyla doğrudan alâkalı. İyi ya da güzel olan herhangi birşey, bunun
ötesinde, kutsal olarak tanımlanabilecek herhangi bir şey, yok oluşunun uzun
süre ertelenemeyeceğini gayet iyi bilsek de, bir on yıl, bir yıl ve hatta
fazladan bir ay muhafaza edilmeye değer. Sadece bir gün sürecek diye bir
çiçek, bir meyve baharına sırtımızı dönemeyiz; ne kadar kısa ömürlü de olsa bu
bir değeri temsil eder. Burada Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve
sellemin bir hadisini zikretmek kanaatimce yerinde olacaktır:
Kendisi,
ashabına, “kıyamet vakti geldiğinde bir adam elinde dikilmeye hazır bir
hurma filizi tutuyorsa onu ekmesi” gerektiğini söyledi.
Dünya ölçüleri açısından işe yaramaz bir eylem, ama Tanrı katında
fazileti vardır.
Hiçbirimize
“Benim çalışmalarım ebedi değil, o halde hiçbir
şey yapmam gerekmez” demek yakışmaz; aksine, bizim yolumuz, ne geleceğini
beklemeden, elimizden gelen herşeyi ortaya koymak olmalıdır.
Sh: 52-53
Not: Alıntı üzerinde kısmı düzenleme yapılmıştır.
Kaynak:
SEYYİD HÜSEYİN NASR, KATHERİN E O’BRIEN, Kutsalın Peşinde Geleneğin Işığında
Modern Dünya, Türkçesi: Süleyman Erol GÜNDÜZ, Şubat, 1995, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar