TERAVİH NAMAZI Reddü-l Muhtar
METİN
Teravih erkek
ve kadınlara icmaan sünnet-i müekkededir. Çünkü Hulefâ-i Râşidin buna devam
etmişlerdir. Vakti yatsı namazından sonra fecire kadardır. Vitirden önce ve
sonra kılınabilir. Esah kavil budur. Bir kimse teravihin bir kısmını
yetiştiremez de imam vitire kalkarsa imamla birlikte vitiri kılar; sonra
yetiştiremediği kısmı tamamlar. Teravihi gecenin üçte birine yahut yarısına
geciktirmek müstehaptır. Esah kavle göre bu vakitten sonraya bırakmak mekruh
değildir.
İZAH
Teravih: Tervihanın cemidir
Terviha istirahat oturuşudur. Teravihin her dört rekatından sonra oturulduğu
için bu namaza terviha denilmiştir. Hazâin.
Musannıfın bu namazı diğer
nafilelerden sonraya bırakması şûbeleri çok olduğu ve cemaatla edâ olunmak
hususunda onlardan ayrıldığı için ve diğer bazı hükümler sebebiyledir. Bundan
dolayıdır ki, imam Hüsâmüddin teravih hükümleri hakkında ayrıca bir eser
yazmış; Allame Kasım'da ona tâbi olmuştur. Teravihin sünnet-i müekkede olduğunu
Hidâye sahibi ve başakları sahihlemişlerdir. İmam A'zam'dan rivayet edilen de
budur. İhtiyar'da zikir edildiğine göre Ebu Yusuf imam A'zam'a teravihi ve
hazreti Ömer'in fiilini sormuş; O da şu cevabı vermiştir: «Teravih
sünnet-i müekkededir. Ömer onu kendiliğinden ortaya çıkarmamıştır. Bu hususta
bid'at işlemiş de değildir. Onu ancak elindeki bir esasa ve Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemden bellediği bir bilgiye istinaden emir etmiştir.»
Kudurî'nin «teravih
müstehaptır» demesi, Hidâye sahibinin anladığı gibi buna aykırı değildir. Çünkü
O, cemaatın toplanması müstehaptır denilmiştir. Bu söz toplanmanın müstehap
olduğunu gösterir. Onda teravihin müstehap olduğuna delâlet yoktur. İnâye ve
Münyet'ül musallî şerhinde böyle denilmiştir. Bir çok kimseler teravihin sünnet
olduğuna icma nakletmişlerdir. Meselenin tamamı Bahır'dadır.
Buradaki Hulefâ-i
Râşidinden murad; hepsi değil ekserisidir. Çünkü teravihe devam, Hazreti
Ömer'in hilâfeti zamanında olmuştur. Bu hususta bilûmum eshab-ı kiram, Ömer
(radiyallâhü anh)'e muvafakat etmiş; onlardan sonra gelenler dahi günümüze
kadar hiç bir itiraz eden çıkmaksızın bu yoldan yürümüşlerdir. Nasıl muvafakat
etmesinler ki., Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin: «Benim
sünnetimle Raşidin'in sünnetine sarılın! bunun üzerine parmak basın!.» buyurduğu
sabit olmuştur. Nitekim bu hâdisi ebu Davud rivayet etmiştir. Bahır.
Teravih
erkek ve kadınlara icmâen yani toptan sünnettir. Şârih
«icmaan» sözü ile râfizîlerin; «teravih yalnız erkeklere sünnettir»
iddialarına kulak asmamak gerektiğine işaret etmiştir. Dürer ve Kâfi'de
Râfizîler hakkında söylenen budur.
Fakat Nuh efendi
hâşiyesinde bildirildiğine göre Râfizîlerin meşhur kavli teravihin astâ sünnet
olmamasıdır. Çünkü Râfizîler bid'atcı bir fırkadır. Hava ve heveslerine tâbi
olurlar. Kitaba sünnete bel bağlamazlar. Sahih hâdisleri inkâr ederler.
Musannıfın,
teravihin vakti yatsıdan sonradır demeyip «yatsı namazından sonra» demesi,
yatsıdan murad, vakti değil, namazı olduğuna işaret içindir.
Tetimme:
Niyet
bahsinde sünnetlerde tayin şart mıdır yoksa mutlak niyet kâfi midir şeklinde
ihtilâf edildiğini ve esah kavle göre mutlak niyet kâfi geldiğini fakat tayin
etmenin daha ihtiyat olduğunu görmüştük. Bu hususta sözün tamamı o bahistedir,
Müracaat edebilirsin. Burada şunu arzetmek isteriz: Acaba teravihin her çift
rekatı için niyeti tazelemek şart mıdır?
Hülâsa'da buna; «evet
sahih kavle göre şarttır, çünkü her çift rekat başlı başına bir namazdır»
diye cevap verilmiştir.
Haniye'de ise; «esah kavle
göre şart değildir. zira bütün teravih bir namaz mesabesindedir, Tatarhaniye'de
de böyledir» denilmektedir.
Zâhirine bakılırsa hilâf
niyetin aslındadır. Bana kalırsa sahih olan kavl birincisidir. Çünkü teravihi
kılan kimse selâm vermekle hakikaten namazdan çıkmıştır. Binaenaleyh yeniden
namaza girmek için mutlâka niyet lâzımdır.
Hilâftan kurtulmak için
bunun daha ihtiyat olduğunda da şüphe yoktur. Evet, Hılye'de teravihin ilk iki
rekatına başlarken bütün teravihe niyet ederse ikinci kavl tercih edilmiştir.
Teravih
vaktinin fecirde sona ereceği hususunda hilâf yoktur. Nitekim
Nehir'de beyan edilmiştir.
Esah kavle
göre teravih vitir namazından önce ve sonra kılınabilir. Bu
hususta üç kavl vardır.
Birinci kavle
göre: Teravihin
vakti bütün gecedir. Yatsıdan önce ve sonra, vitirden önce ve sonra
kılınabilir. Çünkü gece namazıdır. Bahır sahibi; «bu kavli sahih
kabul eden görmedim» demiştir. Zâhirine bakılırsa bu kavle göre teravihin vakti
güneşin kavuşmasından itibaren girer.
İkinci kavle
göre:
Teravihin vakti yatsı ile vitir arasıdır. Hülâsa'da bu kavl sahih kabul
edilmiştir. Gayet'ül beyan'da dahi; «öteden beri nesilden nesile rivayet
edilegelen budur» diyenlerin bu kavli tercih edilmiştir.
Üçüncü kavl: Kenz'e tâbi olarâk musannıfın tercih
ettiğidir. Bu kavli Kâfi sahibi cumhur ulemaya nisbet etmiş; Hidâye, Hâniye ve
Muhit sâhipleri de sahihlemişlerdir. Bahır.
«Bir kimse
teravihin bir kısmını yetiştiremez de imam vitire kalkarsa ilh...» ifadesi
esah kavle göre bir tefri'dir. Ancak «vitir namazından efdal olan evde
değil, mescidde cemaatla kılmaktır» kavline göredir. Halbuki bu mesele
ihtilâflıdır; ileride gelecektir. Binaenaleyh şârihin; «Onunla birlikte vitiri
kılar» sözü, efdal olan budur, mânâsınadır. Teravihin vakti hususundaki birinci
kavle göre de öyledir. İkinci kavle göre ise evvelâ yetiştiremediği rekatları
kılar. Hülâsa'da bunun illeti; «vitirden sonra kalan teravihi kılması mümkün
değildir» şeklinde gösterilmiştir. Bu anlattıklarımızdan anlaşılır ki,
Bahır sahibinin üçüncü kavle göre olan tefriî ikinci gibi yapması doğru
değildir, doğrusu birinci gibi olacaktır. Nitekim şârihimiz burada öyle
yapmıştır. Hilâfın semeresi şurada da zâhir olur: Bir kimse teravihi vitir
namazından sonra kılar; yahut teravihin bir kısmını unutur da vitirden sonra
hatırlayarak kılarsa birinci ve üçüncü kavillere göre sahih, ikinci kavle göre
sahih değildir. «Esah kavle göre bu vakitten sonraya bırakmak mekruh
değildir.» Mamafih «mekruhtur; çünkü yatsıya tâbidir, binaenaleyh yatsının
sünneti gibi olur» diyenler de vardır.
Bunlara şöyle cevap
verilmiştir: «Teravih yatsıya tabi olsa da o. gece namazıdır, Gece namazında
efdal olan gecenin sonunda kılmaktır. Şu halde gece namazı sayılan bir namazın
geciktirilmesi mekruh değildir.» Ama en iyisi geciktirmemektir. Zira
kaçırılacağından korkulur. Bunu İmdad'dan naklen Halebî söylemiştir.
Bahır'daki, «sahih kavle göre geciktirmekte beis yoktur» sözü, kerahet-i
tenzihiye sabit olduğuna delâlet etmez ki, şârihin «mekruh değildir» demesine
«nefi edilen kerahet-i tahrimiyedir» diye cevap verilsin. Çünkü beis yoktur
sözü, hilâfı daha iyidir mânâsına kullanılır. Hilâfı evlâ olan her şey
kerahet-i tenzihiye ile mekruh değildir. Zira kerahitin mutlâka hususi bir
delili bulunması gerekir. Nitekim bunu defalarca anlattık hattâ Allâme Kâsım'ın
ve başkalarının risalelerinde şöyle denilmiştir: «Sahih kavle göre bunda beis
yoktur. Müstehap ve efdal olan da budur. Çünkü teravih gece namazıdır.»
METİN
Vakti geçtiği
zaman teravih aslâ kaza edilmez. Esah kavle göre yalnız başına da kaza edilmez.
Şâyet kaza ederse nâfile ve müstehap olur; teravih olmaz. Ve akşam namazı ile
yatsının sünnetleri gibi olur. Teravihi cemaatla kılmak esah kavle göre
sünnet-i kifayedir. Bütün bir mescid halkı kılmazlarsa günahkâr olurlar.
Bazıları terk ederse günahkâr olmazlar. Cemaatla kılınması meşru olan her
namazı mescidde kılmak efdaldir. Bunu Halebî söylemiştir.
Teravih on
selâmla yirmi rekattır. Bunun hikmeti tamamlayanın tamamlanana müsavî
olmasıdır. Yirmi rekatı bir selâmla kılarsa her çift rekatta oturduğu takdirde
kerahatle sahih olur. Oturmazsa iki rekat yerine geçer. Bununla fetva verilir.
İZAH
«Esah
kavle göre yalnız başına da kaza edilmez.» Yani cemaatla kaza
edilmediği gibi yalnız başına da kaza edilmez. T.
Bazıları, «ertesi
akşamın teravih vakti girmedikçe yalnız başına kaza eder» demiş; bir
takımları ramazan ayı geçmedikçe kaza edeceğini söylemişlerdir. Kâsım.
«Akşam namazı ile yatsının
sünnetleri gibi olur.» Yani kazası lâzım gelmemek hususunda teravih dahi diğer
sünnet-i müekkedeler gibi olur. Çünkü o da sünnet-i müekkededir. Kaza farzın ve
şartlarını hâiz olan sabah namazının sünnetinin hassalarındandır.
«Teravihi
cemaatla kılmak esah kavle göre sünnet-i kifayedir.» Bu İbâre
asıl teravihin aynen sünnet olduğunu ifade eder. Onu bir kimse terk ederse
mekruh olur. Cemaatla kılınması ise sünnet-i kifâyedir. Bütün belde halkı terk
ederlerse isâet etmiş olurlar. Ama bir kişi terk eder de evinde kılarsa yalnız
fazîletini terk etmiş olur. Bir kimse teravihi evinde cemaatla kılarsa
mesciddeki cemaat sevabına nail olamaz. Farz namazlarda da hüküm böyledir.
Acaba teravihi cemaatla kılmak bir beldede bulunan bütün mescidlerin halkına mı
yoksa yalnız bir mescidin veya bir mahallenin halkına mı sünneti kifayedir?
Şârihin sözünden anlaşılan birincisidir. Tahtavî ikinciyi daha zâhir bulmuştur.
Bence üçüncüsü (yani mahalle halkına sünnet olması) daha zâhirdir. Çünkü
Münye'de, «hattâ bir mahalle halkının hepsi cemaatı terk etseler sünneti
terk etmiş ve isâette bulunmuş olurlar» denilmiştir.
Ulemanın buradaki
sözlerinden anlaşılan: Mescidde cemaatla kılmanın sünnet-i kifaye olmasıdır.
Hattâ halk evlerinde cemaatla kılsalar da mescidde cemaatla kılınmasa hepsi
günahkâr olurlar. Münye'den naklettiğimiz söz cemaata gitmeyen bazı kimseler
hakkındadır. Bazılarına göre teravihi cemaatla kılmak sünnet-i ayın'dır. Yalnız
kılan isâet etmiş olur; velev ki mescidde cemaatla kılınmış olsun. Zâhiriddin
bununla fetva verirmiş.
Bir takımları, «teravihin
evde kılınması müstehaptır; yalnız sözü dinlenen büyük fâkîhin mescidde kılması
sünnettir zira onun mescide gitmesi başkalarını teşvik olur» demişlerdir. Sahih
olan kavl cumhurun sözüdür. Yani teravihi cemaatle kılmak sünnet-i kifayedir.
Meselenin tamamı Bahır' dadır.
Teravih yirmi rekattır.
Cumhurun kavli budur. Doğuda batıda bütün müslümanlar bununla amel
etmektedirler. İmam Malik'ten bir rivayete göre otuzaltı rekattır. Feth'ul
Kadir'de beyan olunduğuna göre delilin muktezası sekiz rekatın sünnet
olmasıdır. Kalanı müstehaptır. Tamamı Bahır'dadır. Ben ona yazdığım derkenarda
bunun cevabını verdim.
«Tamamlayanın tamamlanana
müsavî olması»ndan murad: Teravihle farzların tamamlanmasıdır. Tamamlayan
teravih namazı, tamamlanan da farz ve vitir namazlarıdır. Vitirle birlikte bir
günün farzları yirmi rekattır. Vitirden önce kılınmakla beraber teravihin
vitiri tamamlayıcı olmasına bir mâni yoktur.
Nehir'de şöyle deniliyor:
«Şüphesiz günlük sünnet-i müekkedeler dahi tamamlayıcı iseler de bu ayın Kemâli
ziyade olduğundan onda bu tamamlayıcı daha da arttırılmış; böylece kemâlini
bulmuştur.» T.
Yirmi rekat teravihi bir
selâmla kılmak her çift rekatta oturmak şartiyle sahih fakat kasden yapmak
mekruhtur. Sahih olan kavl budur. Nitekim Nisâb ve Hızanet'ül feteva'dan naklen
Hılye'de böyle denilmiştir. Münye'de buna muhalif olarak kerahet olmadığı
bildirilmiştir. Ancak söz götürdüğü meydandadır. Zira nakl ve geleneğe
aykırıdır. Hem ulema mutlâk olarak gece kılınan nâfilede sekiz rekattan
fazlasının mekruh olduğunu söylemişlerdir. Binaenaleyh burada evleviyetle mekruhtur.
Bahır.
«Bununla fetva verilir.»
Burada açıkça bu sözü söyleyen görmedim. Nehir sahibi bu sözü Zâhidî'den naklen
bir oturuşla ve bir selâmla dört rekat kılan hakkında söylemiştir. Yirmide bir
selâm vermeyi ise Bahır sahibi buna kıyas etmiştir. Evet, Hâniye ve diğer
kitaplarda açıklandığına göre yirmide bir selâm vermek sahihtir. Halbuki biz
Bedâyi' Hülâsa ve Tatarhaniye'den naklen evvelce bildirmiştik ki, bir kimse bir
oturuşla üç, altı veya sekiz rekat kılsa esah kavle göre hem istihsânen hem
kıyâsen namaz fâsid olur, vechini de beyan etmiştik. Demek oluyor ki bir
oturuşla ve bir selâmla dört rekattan fazla kılınan namazın iki rekat yerine mi
geçeceği yoksa fâsid mi olacağı hususunda sahihlenen kaviller muhteliftir.
FER'İ
MESELELER: Bir
cemaat teravihte dokuz selâm mı verdiler yoksa on mu diye şüphe ederlerse esah
kavle göre ihtiyaten teravihi tamamlamak ve nâfileyi cemaatla kılmaktan
korunmak için yalnız başlarına ikişer rekat daha kılarlar. Keza İbn-i Fazla
göre vitir namazından sonra teravihten bir selâm noksan kıldıklarını
hatırlarlarsa yine ayni şekilde ikişer rekat kılarlar. Sadr'ış Şehîd, «cemaatla
kılınır demek caizdir» demiştir ki bu daha uygundur. Çünkü vakti içindeki
teravih hakkında muhtar olan kavle ibtina eder.
İmam ilk iki rekatın
birincisinde yanılarak selâm verir de sonra kalan rekatları kılarsa bazılarına
göre yalnız ilk iki rekatı kaza eder. Çünkü sonraki rekatlara sahih olarak
başlamıştır. Bir takımları bütün rekatları kaza edeceğini söylemişlerdir. Zira
ilk selâmı onu namazın hürmetinden çıkarmamıştır. O bir hatadır. Ondan sonra
vereceği her selâmın hükmü de budur ve ilk selâma ibtina eder. İmam bütün çift
rekatlarda oturuşu terk etmiş olur ki bütün namazı fâsid olur. Meğer ki selâmı
kasten vermiş olsun. Yahut selâmdan sonra namaza aykırı bir fiilde bulunsun
veya yanıldığını anlasın. Meselenin tamamı Hünye şerhindedir. Bana ilk kavl
daha tercihe şayan görünüyor. Çünkü imamın selâmı çıkarmasa da ikinci çift
rekata intikal maksadiyle tekbir alması kendisini ilk çiftten çıkarır. Sonra Hilye'de
bu kavl için, daha münasiptir denildiğini gördüm.
METİN
Her dört
rekatta dört rekat miktarı oturmak menduptur. Beşinci teravihe ile vitir
namazının arasında oturmak da menduptur. Cemaat tesbih kıraat, sükût ve yalnız
başlarına namaz kılmak arasında muhayyerdirler. Evet, her iki rekattan sonra
iki rekat namaz kılmak mekruhtur. Bir defa hatim sünnet, iki defa hatim
fazîlet, üç defa hatim efdaldir.
İZAH
Burada oturmanın hakikatı
murad edilmemiştir. Maksat beklemektir. Teravihi kılan zikir veya sükût ederek
oturmakla yalnız başına nâfile namazı kılmak arasında muhayyerdir. Nitekim
Şârih beyan etmiştir. Bu mahayyerlik Münye şerhi ile Bahır'da beyan olunmuştur.
Kenz'in ifadesinden oturmanın sünnet olduğu anlaşılırsa da Zeyleî bunu tashih
ederek, «sünnet değil. müstehabtır» demiştir. Hidâye'de açıklanan da budur.
Tesbih hakkında Kuhistânî
şöyle demiştir: «Üç defa :
Subhanezilmülki
velmeleküt. Subhanezil izzeti vel azameti vel kudreti vel kibriyai vel ceberut.
Subhanelmelikelhiyellezi la yemütü. Subbuhu kuddüsün rabbul melaiketi verruhi.
Lailahe illallah. Nestağfirullah neselükel cennete veneûzü bike minennâr.
denilir
. Nitekim minhac'ül ibad'da böyle denilmiştir.
Mânâsı şudur: Mülk ve şeref
sahibi olan Allah'ı tenzih ederim. İzzet, azamet, kudret, büyüklük ve ceberût
sahibi olan Allah'ı tenzih ederim. Ölmeyen diri meliki tenzih ederim.
Kusurlardan temiz ve paktır. Meleklerin ve Cibril'in Rabbıdır. Allah'dan başka
ilâh yoktur. Biz Allah'dan afv dileriz. Ya Rab, senden cenneti diler;
cehennemden sana sığınırız.
Cemaatın yalnız başlarına
namaz kılmalarından murad, dört rekatlık namazdır. Cemaat mendup oturuşlarda
kendi kendilerine bu şekilde onaltı rekat namaz kılarlar. (Böylece imam
Malik'in hilâfından da çıkılmış olur).
Allâme Kasım : «Cemaat
yalnız başlarına bu onaltı rekatı ziyade ederlerse beis yoktur. Bu müstehaptır.
Ama, imam Malik'in mezhebinde olduğu gibi cemaatla kılarlarsa mekruhtur...»
demiştir.
Nehir'de ise: «Namaza
gelince: Mekruh olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi sünnettir diyenler de
vardır. Sirâc'daki: Mekke'liler tavaf ederler Medine'liler dört rekat namaz
kılarlar. İfâdesinin mânâsı budur» denilmiştir.
«Her iki rekattan sonra iki
rekat namaz kılmak mekruhtur.» Çünkü istirahat her çift rekat arasında değil,
iki terviha arasında meşru olmuştur (bir tervihiye dört rekattır)
Ramazan boyunca teravihi
bir hatimle kılmak sünnettir. Hâniye ve diğer kitaplarda bu sahihlenmiştir.
Hidâye sahibi bu kavli ekser ulemaya, Kâfi sahibi ise cumhura nisbet etmiştir.
Burhan'da, «ebu Hânife'den nakledilen bu; eserlerde rivâyet olunan da budur»
denilmiştir.
Zeyleî diyor ki: «Ulemadan
bazıları kadir gecesine rastlarlar ümidiyle ramazanın yirmiyedinci gecesi
teravihi hatimle kılmanın müstehap olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu husustaki
haberler birbirini takviye etmiştir. İmam Hasan ebu Hanîfe'den naklen teravihin
her rekatında on âyet miktarı okunacağını söylemiştir. Sahih olan da budur.
Çünkü sünnet bir defa hatim etmektir. O da bu miktarla rahatlıkla hâsıl olur.
Zirâ bir ayda teravih rekatlarının miktarı altıyüzdür. Kur'an âyetlerinin
sayısı da altı bin küsurdur.» Gerçi Hülâsa'da, «Her rekatta on âyet okunur, tâ
ki yirmiyedinci gece bir hatim olsun» denilmiş; Feyz'de de buna benzer sözler
söylenmiş ise de bu söz götürür. Çünkü onar onar tevzi hatmin otuz günde
olmasını gerektirir. Meğer ki vitir namazı katılarak hesaplana! Fakat Hâniye ve
diğer kitaplarda bunun teravihi mahsus olduğu kayıt edilmektedir. Meselenin
tamamı Şeyh İsmail'in şerhindedir.
Münye şerhinde de şöyle
denilmiştir: «Sonra Kur'ân-ı Kerîm ay sonundan önce hatim edilirse bazılarına
göre kalan gecelerde teravihi terk etmek mekruh değildir. Çünkü teravih bir
defa Kur'ân-ı hatim için meşru kılınmıştır. Bunu ebu Ali Nesefî söylemiştir.
Bir takımları, «teravihi kılar ve dilediğini okur» demişlerdir. Bu Zahîre'de beyan
edilmiştir.»
METİN
Cemaatın
tembelliğinden dolayı hatim terk edilmez. Lâkin İhtiyar nâm eserde, «bizim
zamanımızda efdal olan cemaata ağır gelmeyecek kadar okumaktır» denilmiş;
Musannif ve başkaları da onu tasdik etmişlerdir.
Mücteba'da,
«İmam A'zam'dan nakledildiğine göre farzda üç kısa veya bir uzun âyet okursa
iyi yapmış olur, fena etmiş olmaz. Sen teravihi ne Zannediyorsun!»
denilmektedir.
Zahidî'nin
«Fezâil-i ramazan» bâbında şu ibare yardır: «Ebu'l Fadl Kirmanî ile Veberî
fetva vermişlerdir ki, bir kimse teravihte fatiha ile bir veya iki âyet okursa
mekruh işlemiş olmaz. Zamanın halkını bilmeyen câhildir.»
Her çift
rekatta imam ve cemaat Subhanekeyi okurlar. İmam teşehhüdden fazla bir şeyler
okur. Ancak cemaat bundan bıkarsa o zaman yalnız salavatla iktifa eder. Yani: «Allahümme
salli ala Muhammed» demekle yetinir. Çünkü imam Şâfiî'ye göre farz olan
budur. Duaları terk eder. Ama münkırattan, acele okumaktan, euzü besmeleyi terk
etmekten. itminanı ve tesbihi istirahatı bırakmaktan kaçınmalıdır.
İZAH
El' İhtiyar adlı eserde,
«bizim zamanımızda efdal olan cemaata ağır gelmeyecek kadar okumaktır»
denilmiştir. Çünkü cemaatı çoğaltmak kıraatı uzatmaktan efdaldir. Bunu
Muhit'ten naklen Hılye sahibi söylemiştir. Bu gösterir ki mesele zamana göre
değişen şeylerdendir. Birçok meselelerde yararlara göre zaman değiştikçe
hükümler de değişmektedir. Onun için Bahır sahibi şöyle demiştir: «Hâsılı,
mezhebin sahih kavline göre hafim sünnettir. Lâkin bundan hatım cemaata usanç
verir ve bilhassa zamanımızda olduğu gibi bir çok mescidlerin kapanmasına sebep
olursa yine terk edilemez mânâsı çıkmaz. Zâhire göre cemaata hafif gelen şekil
tercih edilir.»
Mücteba'nın İmam A'zam'ın
kavlini rivayet eder ibâresi şudur: «Müteehhirin ulema cemaat bıkmasın ve
mescidlerin kapanması lâzım gelmesin diye bizim zamanımızda üç kısa veya bir
uzun âyet okursa kâfidir diye fetva verirlerdi. Çünkü Hasan'ın İmam A'zam'dan
rivayetine göre imam farz namazda fatihadan sonra üç âyet okursa iyi yapmış
olur. İsâet etmiş sayılmaz. Farzda böyle olunca başkalarında ne olacağını
sanıyorsun!»
«Bir veya iki âyet okursa
ilh...» ifadesinden murad; üç kısa âyet miktarıdır. Buna delil, Mücteba'nın
yukarıda geçen ibâresidir. Yoksa bundan aşağı olursa kerâhet-i tahrimiye ile
mekruh olur. Zira Münye ve şerhinde namazın sıfatı bahsinde: «Fatiha ile
birlikte bir veya iki kısa âyet okursa kerâhet-i tahrimeye hududundan çıkmış
olmaz. Ama üç kısa âyet yahut bunlara denk bir veya iki âyet okursa kerâhet-i
tahrimiye hududundan çıkar; ancak müstehap hududuna girmez. Bunda kerahet
tenzihiye olmalıdır ilh...» denilmiştir. Yani sünnet olan miktar mufassallardan
okumaktır, denilmek istenmiştir. Binaenaleyh buradaki mekruh olmaz sözü,
tahrimen ve tenzihen mekruh değildir mânâsınadır. Velev ki farzlar da tenzihen
mekruh olsun.
Şunu da arz edelim ki, Tecnis'de beyan olunduğuna göre
ulemadan bazıları her rekatta ihlâs suresini bazıları da Fil suresini okumayı
tercih etmişlerdir. Yani Fil suresiyle başlanır; sonra sureler bitince
tekrarlanır. Kalbi rekat sayısıyle meşgul olmamak için bu daha iyidir.
Hılye sahibi diyor ki: «Memleketimiz
mescidlerinin ekserisinde imamların amelleri bunda karar kılmıştır. Yalnız
onlar ilk rekatta tekâsür suresinden başlar; ikincide ihlâsı okurlar. Bu minval
üzere inerek ondokuzuncu rekatta «tebbet»i yirmincide ihlâsı okurlar.»
Bahır'da ise şu ziyade vardır: «Son tervihiyenin ilk çiftinde bir sure ile
ayırım yapıldığı zaman kerahet yoktur, çünkü kerahet meselesi farzlara
mahsustur. Nitekim Hülâsa ve diğer kitaplardan anlaşılmaktadır.»
Ben derim ki: Lâkin
ihtiyat olan son tervihiyenin ilk çiftinde nasr ve tebbet surelerini, ikinci
çiftinde de muavvazeteyni okumaktır. Zamanımızın bazı imamları her tervihiyenin
ilk çiftinde asır ve ihlâs surelerini, ikinci çiftinde de kevserle ihlâsı okuyorlar.
«Yani Allahümme salli alâ
Muhammed demekle yetinir.» Minyet'üs Sağîr şerhinde «ve alâ âli Muhammed» de
diyeceği ilâve edilmiştir. Galiba şârihimiz ta'lilden alarak yalnız birinciyi
söylemiştir, zira imam Şafiî'ye göre âli Muhammed'e salâvat farz değildir.
Belki ona göre bu son teşehhütte sünnettir. Bazıları vâcip olduğunu
söylemişlerdir. İstirahattan murad, her dört rekattan sonra oturmaktır. Bunun
mendup olduğu yukarıda geçmişti. Bundan anlaşılır ki, münkirattan zikir
edilenlerin mecmuu kastedilmiştir. Ancak meşrua muhalif olan şeyler de kasr
edilmiş olabilir.
METİN
Ayakta durmağa
kudreti varken teravihi oturarak kılmak mekruhtur. Çünkü çok müekked bir
sünnettir. Hattâ oturarak kılınamaz diyenler olmuştur. Nitekim münafıklara
benzediği için kıyâmı imamın rukuuna kadar geciktirmekte mekruhtur. Farzı
cemââtla kılmayanlar teravihi de cemaatla kılmazlar. Zira teravih farza
tâbidir. Farzı yalnız başına kılan onu da beraber kılar. Bir kimse teravihi
imamla kılmaz yahut başka imamla kılarsa vitir namazını beriki imamla kılabilir.
Kaldı ki, teravihi bütün cemaat terk ederlerse acaba vitiri cemaatla kılarlar
mı? araştırmalıdır.
Ramazanın
haricinde vitir ve nâfile namazlar cemaatla kılınmazlar. Yani bu birbirlerini
çağırmak suretiyle meselâ dört kişi bir kimseye uyarak yapılırsa mekruhtur.
Nitekim Dürer'de beyan edilmiştir. imama uymanın sahih olduğunda hilâf yoktur.
Zira mâni yoktur. Nehir.
İZÂH
Özür yokken teravihi
oturarak kılmak tenzihen mekruhtur. Çünkü Hılye ve diğer kitaplarda
bildirildiğine göre ulema özür yokken bunun iyi görülmediğine ittifak
etmişlerdir. Zira seleften nakledilenin hilâfınadır. Hattâ «oturarak kılınmaz»
diyenler olmuştur. Bunu söyleyenler teravihi imam-ı Hasan'ın sabah namazının
sünneti hakkında İmam-ı A'zam'dan rivayet ettiği kavle kıyas etmişlerdir. Çünkü
ikisi de sünnet-i müekkededir. Ama sahih olan, aralarında fark bulunmasıdır.
Sabah namazının sünneti hilâfsız sünnet-i müekkededir. Teravih öyle değildir.
Nitekim Haniye'de beyan olunmuştur, Hâniye'nin ibaresini sabah namazının
sünneti bahsinde nakletmiştik.
«Nitekim kıyamı imamın
rükûuna kadar geciktirmek de mekruhtur.» Zâhirine bakılırsa münâfıklara
benzeyiş illetinden dolayı buradaki kerahet kerahet-i tahrimiyedir. Bahır'da
Hâniye'den naklen şöyle denilmiştir: «İmama uyan kimsenin teravihte oturup da
imam rükûa gideceği zaman kalkması mekruhtur. Çünkü bunda namaza karşı
tenbellik göstermek ve münâfıklara benzemek vardır. Teâlâ hazretleri:
«Münâfıklar namaza kalkarlarsa tenbel tenbel kalkarlar.» buyurmuştur.. T.
Hılye sahibi diyor ki: «Bu
söz, tenbellikten değilde ihtiyarlık ve benzeri bir sebeple gecikirse mekruh
olamayacağını gösterir ki öyledir.»
T E N B İ H :
Tatarhâniye'de,
«keza uyku basarak galebe çalarsa namaz kılması mekruhtur; bilâkis uyanıncaya
kadar namazdan ayrılır» denilmiştir.
«Zira teravih farza
tâbidir.» Yani teravihi cemaatla kılmak farz cemaatına bağlıdır. Zira teravih
ancak farzı kılan cemaatla edâ edilir. Yalnız teravih cemaatla kılınırsa bu
babtaki delillere aykırı olur. Ve meşru sayılmaz. Ama farzı kılan cemaatın
teravihi de cemaatla kılması halinde bir adam farzı yalnız başına kılmış
bulunursa o imamla teravihi kılabilir. Çünkü o cemaatın cemaatla kılmaları
meşrudur. Mahzur olmadığı için o kimsenin de onlarla birlikte cemaat olması
câizdir. Bu meseleyi izah hususunda benim anladığım budur.
«Bir kimse teravihi imamla kılmaz yahud ilh...» Bu mesele
ile bundan önceki mesele Kınye'den naklen Bahır'da ve kezâ Dürer'in metninde
zikir edilmiştir. Lâkin Tatarhaniye'de tetimmeden naklen şöyle denilmektedir:
«Ali bin Ahmed'e: Bir.kimse farzı ve teravihi yahut yalnız teravihi kendi
kendine kılarsa vitiri imamla kılabilir mi? diye sorulmuş ta hâyır diye cevap
vermiştir.» Sonra gördümki Kuhistânî musannıfın söylediklerinin sahih kabul
edildiğini bildirmiş: «Lâkin farzı imamla kılmamışsa vitirde ona tâbi olamaz»
demiştir. Binaenaleyh musannıf'ın, «bir kimse teravihi imamla kılmazsa ilh...»
sözü, «farzı imamla kılmışken» mânâsınadır. Fakat Kuhıstânî'nin «onunla
birlikte» sözü teravihi yalnız kılmaktan ihtiraz olmak gerekir. Teravihi
başkasiyle cemaat olarak kıldıktan sonra vitiri bu imamla kılarsa kerahet
yoktur.
«Teravihi bütün cemaat terk
ederlerse acaba vitiri cemaatla kılarlar mı?» Öyle
anlaşılıyor ki, vitiri cemaatla kılmak teravihi cemaatla kılmaya tâbidir. Velev
ki vitir namazı haddi zatında esas olsun. Çünkü vitirde cemaatın sünnet olması
teravihe tâbi olarak eserle bilinmiştir. Şu da var ki ulema teravihten sonra
vitirin cemaatla kılınmasının efdal olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
Nitekim gelecektir.
«Yani bu birbirlerini
çağırmak suretiyle meselâ dört kişi bir kimseye uyarak yapılırsa mekruhtur.»
Birbirlerini çağırmayı Vânî çoklukla tefsir etmiştir. Çokluk onun mânâsının
tâzımıdır. Bir kişinin bir kişiye yahut iki kişinin bir kişiye uyması mekruh
değildir. Kâfi'den naklen Bahır'da beyan edildiğine göre üç kişinin bir kişiye
uyması ihtilâflıdır. Acaba burada imama uymakla cemaat fazîleti elde edebilir
mi? Evvelce söylediğimiz «nâfile namazda cemaat sünnet değildir» sözünün zâhiri
edilmeyeceğini göstermektedir.
Şimdi şu kalır: Bir kimseye
bir veya iki kişi uyar da sonra bir cemaat gelerek onlar da uyarsa mekruh olur
mu? Rahmetî diyor ki: «Kerahetin sonradan uyanlara olması gerekir.»
Ben derim kî: Bütün bunlar
hepsinin nâfile kıldıklarına göredir. Fakat nâfile kılanlar farz kılana
uyarlarsa kerahet yoktur. Nitekim bundan sonraki bâbın başında anlatacağız.
Şarih buradaki «mekruhtur»
sözü ile ulemanın; «Kudurî'nin muhtasarındaki câiz değildir sözünden muradı
kerahettir; cevazın aslı değildir» sözlerine işaret etmiştir. Lâkin Hülâsa'da
Kudurî'nin «mekruh değildir» dediği rivayet edilmiştir. Hılye sahibi bu sözü
Tahavî'nin Mansur'un Mahreme'den naklettiği şu eserle teyid etmiştir: Mansur:
Biz Ebu Bekir (r.a.)'ı geceleyin defnettik. Ömer (r. a.) : Ben vitiri kılmadım.
dedi ve kalkdı. Biz de arkasında saf olduk. Bize üç rekat namaz kıldırdı. Ve
yalnız sonunda selâm verdi, demiştir.» Bundan sonra Hılye sahibi sözüne şöyle
devam etmiştir: «Ama şöyle de denilebilir: Zâhire göre vitirde cemaat müstehap
değildir. Sonra bu hazreti Ömer'in yaptığı gibi bazen yapılırsa mubah olup
mekruh değildir. Devam üzere yapılırsa bid'at ve mekruh olur. Çünkü nakledilene
aykırıdır. Kudurî'nin muhtasarında söylediği buna, başka yerde söylediği
birinciye hamledilir. Allah'u âlem.»
Ben derim ki: Bunu
Bedâî'nin şu sözü de teyid eder. «Nâfile namazda cemaat olmak yalnız ramazanda
teravihte sünnettir.» Zira sünnet değildir demek mekruh olmasını gerektirmez.
Evet, devam üzere yapılırsa bid'at ve mekruh olur.
Hayreddin Remlî'nin Bahır
hâşiyesinde şu satırlar vardır: «Keraheti Ziyâ ve Nihâye sahipleri şöyle ta'lil
etmişlerdir: Vitir namazı bir cihetten nâfiledir. Hattâ bütün rekatlarında
kıraat vâciptir. Ve ezansız ikâmetsiz edâ edilir. Nâfileyi cemaatla kılmak
müstehap değildir. Zira ashab-ı kiram bunu ramazandan başka hiç bir yerde yapmamışlardır.»
Bu söz vitiri cemaatla kılmanın kerahet-i tenzihiye ile mekruh olduğunu hemen
hemen açık olarak göstermektedir.
METİN
Bezzâziye'den
naklen Eşbah'ta bildirdiğine göre Regâip, Berâet ve Kadir namazlarında imama
uymak mekruhtur. Meğer ki, «şu imamla cemaatla şu kadar rekat namaz kılmayı
nezir ettim» demiş olsun.
Ben derim ki:
Bezzâriye'nin imamlık bahsindeki ibaresinin tamamı şöyledir: «Mekruh bir şeyden
dolayı bunca tekellüfü yapmaya lüzum yoktur.» Tatarhaniye'de. «İmam olmağa
niyet etmezse imama kerahet yoktur» denilmiştir. Bellenmelidir.
Ramazanda
vitir ve teravihi cemaatla kılar. Vitirde efdal olan cemaatla kılmak mıdır,
yoksa evde yalnız kılmak mıdır? Bu hususta iki sahih kavl vardır. Lâkin
Vehbâniye şârihi mezhebin kavli ikincisi olduğunu iktiza eden sözler nakletmiş;
musannif ve başkaları da onu tasdik etmişlerdir.
İZAH
Hamavî'nin Eşbah
hâşiyesinde beyan edildiğine göre Regaib namazı Recep ayının ilk cuma gecesi
kılınan namazdır. İbn' Hâc Medhal adlı eserinde: «Bu namaz hicretten dörtyüzseksen
sene sonra ortaya çıkmıştır. Ulema onu red ve zem ve kılanın akılsız olduğunu
anlatmak için kitaplar yazmışlardır. Bir çok şehirlerde çok kimselerin onu
kıldığına aldanmamalı!» demektedir. Biz de bayram gecelerini ihyâdan
bahsederken bu hususta biraz söz etmiştik.
Berâat gecesi şabanın
yarılandığı gecedir. Kadir gecesinden zâhire göre ramazanın yirmiyedinci gecesi
kastedilmiştir. Zira Zeyleî'den evvelce naklettiğimize göre bu babtaki haberler
birbirini tutmaktadır.
Meğer ki şu imamla cemaatla
şu kadar rekat ilh... diye nezir etmiş ola!» Zira bu takdirde namazı cemaatla
kılmadıkça nezirden kurtulamaz. Şârihin sözünden anlaşılıyor ki, neziri imama
uyan yapacaktır. İmam yaparsa nezir eden nezir edene uymuş olur ki, bu câiz
değildir. Sonra kâviyi zaif üzerine binâ. kuvvet zâti olduğu vakit namaza
mânidir. Burada olduğu gibi nezirle ârız olursa mâni değildir. Bundan dolayı
Münye şerhinde «nezir nâfile gibidir» denilmiştir. Bunu Tahtavî ebu's Suûd'dan
nakletmiştir.
Şârihimiz Bezzâriye'nin
ibaresini tam olarak nakletmemiştir. O'nun ibaresi şöyledir: «İlk asırda
olmayan bir şeyi iltizam için bunca tekellüfe katlanarak mekruh bir şeyi yapmak
uygun değildir; bu mekruhtan murad, birbirini çağırmak suretiyle nâfile namazı
cemaatla kılmaktır. Bir kimse dînî şeâirden olmadığını halka bildirmek için bu
gibi namazları terk ederse iyi yapmış olur.» Bu ibareden anlaşılıyor ki. nezir
etmekle nafileyi cemaatla edâ etmekten çıkmış olmaz.
Tatarhaniye'de, «İmam
olmağa niyet etmezse imama kerahet yoktur» denilmiştir. Tatarhaniye'nin
Muhit'ten naklettiği ibare şudur: «Kadı imam Ebu Ali Nesefî'nin beyanına göre
bir kimse yatsıyı, teravihi ve vitir namazını evinde kılar da sonra imamlığa
niyet ederek başka bir cemaata teravih kıldırırsa mekruh işlemiş olur. Ama
cemaata mekruh değildir, İmam olmağa niyet etmez de namaza başlar, ve cemaat
kendisine uyarsa hiç birine mekruh olmaz.» Tahtavî diyor ki: «Acaba cumanın son
sünnetini kılan bir Hanefî cumadan sonra öğleyi kılan bir Şafiîye uysa
Hanefî'nin itikadına bakarak mekruh olur mu? Çünkü bu namaz Hanefîlerce mutemed
olan kavle göre nâfiledir. Yoksa imamın itikadına bakarak mekruh değil midir?
Araştırmalıdır.» Bana birinci kavl zâhir geliyor. Zira tercih edilen kavle göre
itibar imama uyanın itikadınadır. Onun itikadına göre ise bu namaz mekruhtur.
Vitir namazının cemaatla mı
yoksa yalnız mı kılmanın efdal olduğu hususunda iki sahih kavl vardır.. Kemâl
İbn Hümâm cemaatla kılmayı tercih etmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) cemaata
vitiri kıldırırdı. Sonra teravihde yaptığı gibi onlara özür beyan etti.
Binaenaleyh vitir teravih gibidir. Teravihte cemaat sünnet olduğu gibi vitirde
de sünnettir. Bahır.
Münye şerhinde şöyle
denilmiştir: «Sahih kavl şudur: Vitirde cemaat olmak efdaldir. Şu kadar var ki
o cemaatın sünnet oluşu teravih cemaatının sünnet oluşu gibi değildir.»
Hayreddin-i Remlî. «bugün bilûmum insanların ameli buna göredir» demiş; Hâşiye
yazarı da, «evvelce geçen cemaatla meşru olan her ibadette mescid evlâdır.
sözünün muktezası budur» diyerek kendisini takviye ve te'yid etmiştir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder