TERÖR BELASI
Terör ve terörizm konularında farklı
yaklaşımlar sergilenmekte ve birçok şekilde tanımlanmaktadır..
“Terör; baskı, cebir ve şiddet, korkutma,
yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, devletin niteliklerini,
siyasi, hukuki, sosyal, ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve
milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, varlığını tehlikeye düşürmek, devlet
otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri
yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı
bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her
türlü eylemlerdir”
Terör, tarih boyunca var olan bir geçektir.
Terörizmin günümüz şartlarında sıcak savaşların yerini aldığı bir gerçektir.
Muhtemelen gelecek yüzyıllarda da varlığını hissettirir bir şekilde
sürdürecektir. Bu nedenle teröre göz yummayı ve terörü beslemeyi değil, teröre
karsı daha sıkı tedbirler almayı gerektirir. Dünya’nın soğuk savaş sonrası tek
kutuplu bir hale bürünmesi, Amerikan emperyalizminin ve sömürgeci Avrupa
zihniyetinin 3. Dünya ülkeleri üzerinde yarattığı baskı ve bunalım terör
faaliyetlerini körüklemiştir.
Teknolojinin son yüzyıldaki inanılmaz
gelişimi ile adını ve amaçlarını duyurmak isteyen terör örgütleri, kitle
iletişim araçlarının da sağladığı yüksek imkânlar sayesinde dünyanın herhangi
bir yerinde kanlı faaliyetlerini gerçekleştirebilmektedirler. Ancak terörizmin
dış kaynaklardan beslenmeden varlığını sürdüremeyeceği de apaçık ortadadır. Bu
durumda devletlerin terör örgütlerini siyasi amaçları için kullanmaktan
vazgeçip kararlılıkla mücadele etmesi gerekmektedir. Bu, bir veya iki devletin
verebileceği bir savaş değildir. Uluslar arası anlaşmalar, işbirlikleri sadece
yazı üstünde değil fiiliyatta da kendini göstermelidir. Aksi takdirde terör
örgütlerinin yöntem ve hedeflerine bakıldığında, tesiri çok daha yüksek
saldırıların ve önüne geçilemez bir kıyımın kaçınılmaz olduğu görülmektedir.
Bu
nedenle kötülük çağrışımı yapan şeylerin hüsran ve azap tehdidi insanoğlu için
faydayı gerekli kılan bir özelliği de yoktur. Yani terör ile muvaffak olacağını
sananların kazançları ilk anda bir getiri sunsa da sona doğru mağlubiyetten başka bir çıkarımı
olmamaktadır.
[Terörizm kavramı, terör yöntemlerinin siyasi
bir amaçla örgütlü, sistemli ve sürekli bir şekilde kullanılmasını benimseyen
bir strateji olarak terör kavramından ayrılmaktadır. Terör terimi, dehşet ve
korkuyu belirtirken terörizm, bu kavrama süreklilik ve siyasal içerik katmaktadır.
Buradan hareketle terörizm,
“Savaş ve diplomasi ile kazanılmayan
sonuçları elde etmek, korkutmak ve itaat ettirmek için bir teoriye, felsefeye
ve ideolojiye dayanılarak siyasi maksatlarla, iradi olarak terör ve şiddetin
sistemli ve hesaplı bir şekilde kullanılmasıdır”
Terörizmin temel amacı, bir davaya veya
siyasal anlaşmazlığa dikkat çekilmesidir. Bu “dikkat çekme”
şiddet eylemleri neticesinde toplumda oluşturulan korku ve dehşet havası ile
sağlanmaktadır. Kitle iletişim araçlarının sağladığı imkânlardan da yararlanan
terörizm, yarattığı korku ve dehşet ile bir bakıma topluma; “Benden yana
mısın, değil misin?”, “benden değilsen düşmanımsın”, “düşmanımsan hedefimsin”,
“senin yaşama hakkın yoktur.” şeklinde belirtilebilecek “taraf
olma” çağrısında bulunmaktadır.
Terörizm, bu dramatik çağrılar ile insanlara
tarafsız olma hakkını yasaklamakta, onların zihinsel ve duygusal masumiyetini
yok etmekte, şiddet ortamına çekmekte ve toplumun şiddet yoluyla
siyasallaşmasına, kutuplaşmasına yol açmaktadır. Toplumdaki kutuplaşmalar da
zihinsel ve duygusal yönden bölünmüş “çatışan tarafları” ortaya
çıkarmaktadır. Çatışan tarafların ise toplumun birlik ve bütünlüğünü bozacağı,
dolayısıyla terörün amacına hizmet edeceği açıktır. Terörizmin benimsediği bir
diğer amaç, kargaşa yaratarak toplumun direnme gücünü kırmak, yerleşik sosyal
ve siyasal düzenin arkasındaki halk desteğini şiddet yoluyla zayıflatmaktır.
Terörizmin bazı güçler tarafından birtakım
siyasi ve ekonomik çıkarlar sağlamanın da aracı olarak kullanıldığı dikkate
alındığında amaç oldukça farklılaşmaktadır. Bu gibi durumlarda terörizmin
amacı, bir kazanım elde etmek maksadıyla hedef alınan ülke ve toplumda belirli
ortamların oluşmasına aracılık etmektir.
Stratejik öneme sahip ülkelerin terör
ortamında tutulmasında, hedef olarak seçmiş devletler ve birtakım güçlerin
çıkarları açısından zaruret bulunduğu, terörün amacının da sadece bu ortamın
devamını sağlamak olduğu değerlendirilmektedir. Bu nedenle terörizm,
bir siyasi mücadele aracı olmaktan çıkıp, bir ülkenin bir başka ülkeyi
zayıflatmak ve istikrarsızlaştırmak için kullandığı bir araç haline
gelmektedir. Öte yandan terörizm kitlelere yönelik hedef gözetmeyen
şiddet eylemleriyle, toplumun güven duygusunu ortadan kaldırarak, halkın can
derdine düşmesini ve olaylara tepkisiz kalmasını amaçlar. Böylece kitleler
terörizme karşı duyarlılıklarını yitirir, teröre alışır ve devletle toplum
arasında güven açısından büyük bir uçurum oluşur.
Terörizmin bir başka amacı da; baş eğdirmek,
itaat ettirmektir.
Terörizmin bu türü, terörist örgütlerce kendi
üyelerine ve etkilemek istedikleri halk kesitlerine uygulanabilmektedir.
Terörist gruplarca amaçlanan; yandaşlar kadar “seyircilerin” de
itirazsız baş eğmeleri, “hedef kitlenin” emredileni yapmasıdır.
Etkilenmesi amaçlanan bireylere ikinci defa düşünecek zaman ve aksine
davranabilecekleri alan bırakılmaz. Amaç, “hedef kitleyi”
yıldırmak, yönlendirmek ve yönetmektir.
Bu nedenle vurgulanması gereken, terörizm ile
mücadelenin, bu tehditlerle karşı karşıya kalan ülkelerin tek başına
gerçekleştireceği çabalarla tam ve sürekli bir başarıya ulaşamayacağıdır. Bu
sorunlarla etkin bir mücadele yürütmek için demokratik ülkeler arasında geniş
kapsamlı bir işbirliği ve dayanışmaya ihtiyaç bulunmaktadır.][1]
Açıklamasını
yaptığımız terimlerden çıkan gelecekte
içinde olması en dehşetli korkunç ve ilkel olanı da terör ve savaşlar içinde
geçecek yıllardır. Bu anlatılması ve yaşanması en sıkıntılı olan dönem
olacaktır. Onun için geçmişte tedbir almak ve eğitim ile önüne geçilmesi
öngörülmektedir. Ancak siyasi, jeopolitik ve stratejik farklılığı olan ülkeler
için kaçınılmaz gelecek olmaktan ayrı kalmadığı bilinmelidir. Ortadoğu tarih
boyunca ve gelecekte bu savaş, suç, kötülük ve terörle beraber olacağıdır.
Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de bildirdiği rasüllerinin çoğunluğunu buraya
göndermesi de bu gelecek sendromun açık işaretidir. Her ne şekilde olursa olsun
insanı dehşete düşüren bu zülüm şubelerinden sakınmak gerekir. Örnek verecek
olursak teknolojik yönden ileri bir seviyede olan Hz. Süleyman aleyhisselâmın
Sebe Ülkesi ile olan ilişkisinin aktarıldığı ayetlerde, savaştan ziyade
diplomatik yollara başvurduğu görülmektedir. Zaferlerini, askeri güç
kullanmadan, anlaşma ve barış yollarıyla, masa başında elde etmektedir. Elçiler
ve mektuplar göndererek uzlaşı yolları aramaktadır.
Sebe Melikesi'nin, aldığı bu önemli mektup
hakkında hemen yanındaki yöneticilere fikirlerini sorması, onun yaşadığı
sistemin diktatörlük değil, bir meclise sahip demokratik vasıfta bir yönetim
olduğunu göstermektedir. Melike, önde gelenlerden fikir sormakta, onların
tecrübelerinden faydalanmaktadır.
“Dediler ki: "Biz kuvvet sahibiyiz ve
zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen
(biz uygularız)” [2]
Bu ayette Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman
aleyhisselâmdan gelen mektup konusunda ne yapılması gerektiğini ileri
gelenlerden ve askerlerden oluşan bir meclis ile istişare ettiği
anlaşılmaktadır. Askerlerin verdiği cevapta ise söz konusu meclisin Sebe
Melikesi'nin tam yetki ve emri altında hareket ettiği anlaşılmaktadır.
“Dedi ki: "Gerçekten hükümdarlar bir
ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahibi
olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar, böyle yaparlar.” [3]
Burada Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman aleyhisselâmın
karşı konulamaz gücünü çok iyi tanıdığı tekrar anlaşılmaktadır. Süleyman
aleyhisselâmdan gelen çağrı karşısında teslim olmaktan başka çaresi olmadığını
anlamakta ve bunu ifade etmektedir.
Hulasa, zorluğun ve acımasızlığın neticesi
hüsrandır. Zülüm ile zayıf ile abad
olunmadığı gibi, kuvvetliyi de yok eder. Mülkün Allah Teâlâ’ya ait olduğu
dünyada yaşayanların birbirlerini sevmeden başka çaresi yoktur. Her şey
geçicidir. Baki olan Allah Teâlâ’ya kulluk edip, yarattıklarına merhamet etmek
ve merhameti bulmak amacımız olmalıdır. Gayesi mutluluk olan insanın mutsuz
ederek ve edilerek mutlu olma sonucu kimseye verilmemiş bir haktır. Sonuçta
Âdem aleyhisselâmın oğullarını örnek vererek Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem buyurdu ki;
"Kıyametten hemen önce karanlık gecenin
parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mümin olarak sabaha erer, akşama
kâfir olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar. O fitnede oturan,
ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı
kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin
evine girerlerse Hz. Âdem’in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren
değil)" [4]
[1] ESENTUR Uğur Devlet Aleyhine Suç İşleyen Teröristlerin
Sosyoekonomik Özellikleri - [Kitap]. - Ankara : Ankara Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Enstitüsü -Disiplinler Arası Adli Tıp Ana Bilim Dalı Yüksek
Lisans Tezi-193835, 2007. s.9-20
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar