Print Friendly and PDF

TEVRAT’IN TAHRİFİ MESELESİNE MÜSLÜMAN VE YAHUDİ CEPHESİNDEN BİR BAKIŞ

Bunlarada Bakarsınız



Baki ADAM
GİRİŞ        
Tevrat, bugün yaşayan dinlerin en eskilerinden biri olan Yahudiliğin kutsal kitabıdır. Tevrat’ı diğer kutsal kitaplardan ayıran önemli bir özellik vardır. Bu, onun bir kutsal kitap olmasının yanında bir milletin karakterini yansıtmasıdır. Tevrat, Yahudi milletinin üçbin yıllık tarihini bugüne taşıyan yazılı bir kutsal metindir. Onda, bu milletin karakteri, ahlakı, cesareti, korkaklığı, başarılan ve hezimeti nakşedilmiştir. Bunların yanında, onların Tanrıyla ilgili dini tecrübeleri, kanunları da Tevrat’ta yer almıştır. Bugün çoğu Ortodoks Yahudinin, bütün harf ve kelimeleriyle Tanrı’nın Musa’ya yazdırdığı bir kutsal kitap olarak gördüğü Tevrat, Yaratılış Teorisi ye ihtiva ettiği tarihî bilgiler dolayısıyla modem kutsal metin kritikçilerinin dikkatini çekmiş ve hakkında birçok çalışma yapılmıştır,
Tevrat’ın dikkati. çeken bir başka özelliği, onun, kendinden sonraki iki büyük, evrensel nitelikli din olan Hıristiyanlık ve İslâm’ın kutsal kitapları Incil ve Kur’an’da zikrinin geçmesidir. Tevrat’tan sonra nâzil olan Incil ve Kur’an, zaman zaman onu tasdik etmiş, ona atıflarda bulunmuştur. İnciller de Hz. İsa, Tevrat’ı tamamen ortadan kaldırmak için değil, tamamlamak için gönderildiğini söylemiştir. Aynı şekilde, Kur’an’da da Tevrat ın aslı tasdik edilmiş, onun nur ve hidayete sevkeden bir kitap olduğu vurgulanmıştır.
Aynı kaynaktan gelen Tevrat, İncil ve Kur’an arasındaki böylesi bir münasebet ve uzlaşma, daha sonra, bu kitapların sahipleri olan Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında çatışmaya dönüşmüştür. Yahudiler, ilkönce, kendi aralarından çıkan Hz. İsa’nın getirdiklerine, geleneklerine ters düştüğü için, şiddetle karşı çıkmış, Hz. İsa’yı ölüme göndermişlerdir. Daha sonra, Hz. İsa’nın öğretilerini saptıran Hıristiyanlar, Pavlus’un önderliğinde, M.S. 49'da, ilk konsil olan Kudüs Konsilinde aldıkları kararla, dört mesele dışında Tevrat’ın hükümlerinin bağlayıcılığını kaldırmışlardır. O günden beri Hıristiyanlar, Tevrat’ın hükümlerinin iptal edildiğine inanmakta, öte yandan, Aslî Suç ve Teslis gibi Hıristiyanlığın temel doktrinlerini Tevrat’tan demlendirmektedirler.
Yahudilerle Hıristiyanlar arasındaki bu durum, daha sonra Müslümanlarla Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında cereyan etmiştir. İslam’ın kendi miraslarına sahip çıktığım, Kur’an’ın Tevrat ın temeline oturduğunu gören Yahudiler hırçınlaşmış ve İslam’ı yok etmek için çeşitli entrikalara başvurmuşlardır. Yahudiler, o günden bugüne, Kur'an'ın Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin bir derlemesi olduğunu, onun muhtevasını kendilerinden çaldığını iddia edegelmişlerdir. Buna karşılık, Müslümanlar da Yahudilerin Tevrat'ı tahrif ettiğini savunmuş ve Yahudilerle polemiğe girmişlerdir. Biz burada, Müslüman kültürünün reddiye literatüründe önemli bir yer tutan “Tevrat’ın Tahrifi” meselesini çeşitli yönleriyle ele alacak ve Müslüman bilginlerin bu meseleyle ilgili görüşlerini, Yahudi cephesinden sağlamasını yaparak, bir kritiğe tâbi tutacağız.
1.      Kelime Olarak “Tevrat”
Kur’an’da ve İslâmî literatürde, Yahudilerin kutsal kitabına ad olarak kullanılan “Tevrat” kelimesinin iki şekilde yazılışı/okunuşu vardır. Bunlardan biri “T'evrât” diğeri “Tevriye”dir. Bunların mânâsı da farklıdır. “Tevriye”, “gizlemek” ; “Tevrat” ise, Ferra’ya göre, “ziya” ve “nur” anlamındadır. Kendisiyle hak sudur ettiği için bu kitap, “Tevrat” ismini almıştır .
Bu kelime, Kur’an’da, daima “Tevriye” şeklinde yazılmakta, fakat “Tevrât” olarak telaffuz edilmektedir. Kelimenin yazılışı ile, okunuşu arasında fark bulunmaktadır .
Kur’an’da “Tevriye” şeklinde yazılması dolayısıyla, klasik Arap dilcileri bu kelimenin fiil kalıbı hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Kökü'nün “Verâ” illetli sülasî fiiline dayandığında ittifak etmekle birlikte, hangi vezinden olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Gramercilerin tartışmasına temel olan konu, bu kelimenin “Tef ile” vezninden mi, yoksa “Fev’ale” vezninden mi olduğudur. Basra ekolüne göre bu kelimenin vezni “Fev’ale”dir. Çünkü, bu veznin kullanımı Arap dilinde daha yaygındır. Onlara göre, “Tevrat”ın aslı “Vevrât”tır. Birinci “vav”, “te”ye dönüşmüştür. Küfe ekolü ise, bu kelimenin “Tef ile” vezninden “Tevriye” olduğunu ileri sürmüştür. Feira da aynı görüştedir. Ona göre, Tayy Kalibesi’nin dilinde “Tef ile” vezninden “Tevsıye” kelimesi “Tevsât”, “Nâsiye” kelimesi de “Nâsât” şeklinde telaffuz edilmektedir.
"Basra ve Küfe ekolüne bağlı sarf ve nahivcilerin bu kelimenin vezni hakkındaki tartışmaları ve ihtilafları, kıraat imamlarına da yansımıştır. Kıraat imamları, bu kelimenin imâleyle mi, yoksa tefhimle mi okunacağı hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları, imâle ile “Tevriye”, bazıları da tefhim ile “Tevrât” şeklinde okumuşlardır. Ebu Amr, İbn Zevkân ve (Kisâî, bütün Kur'an’da imale ile “Tevriye”; Nâfi ile Hamza bazen imâle, bazen de tefhîm ile “Tevriye” ve “Tevrât”; Kâlûn ise diğer imamlar gibi tefhîm ile, “Tevrât” şeklinde telaffuz etmiştir.        
Basra ve Kufe ekolünün görüşlerini tetkik eden bazı bilginler, Kur’an’daki “Tevrât/Tevriye” lafzının Arapça olmadığını ve bu kelimeye Arapça temel bulmaya çalışmanın beyhude olduğunu söylemişlerdir. Meşhur Şiî müfessir el-Tabatabaî, bu lafzın İbranîce kökenli bir kelime olduğunu belirtmiştir.      
Son dönem dilcilerin çoğu, bu lafzın İbranîce “Torah” kelimesinin Arapçalaşmış bir şekli olduğu kanaatindedir. Kasdettiği anlam itibariyle, en doğrusu ve en İlmî olanı da budur. Çünkü, Yahudiler’in “Torah” dedikleri kutsal kitabı tanımlamak için kullanılmaktadır.
2.      Tevrat Musa’ya Verilen Kitap mı?
Kur’ân’da, onsekiz yerde zikredilen “Tevrât” kelimesinin anlamı ve kapsamı açık değildir. Bu kelimenin kullanıldığı âyetlerden, Tevrat’ın Benî İsrail’e indirilmiş bir kitap olduğu anlaşılmakla birlikte, hangi peygamber vasıtasıyla verildiği meselesi kapalıdır. İncil’in İsa’ya, Zebur’un Davud'a verildiği apaçık belirtilmekteyken, Tevrat’ın verildiği peygamber ismi zikredilmemiştir. Kür’ân âyetlerinden, Tevrat’la Musa’ya verilen “kitab”ını, yoksa Eski Ahidin’in mi (Tanakh) kaşdedildiğini anlamak zordur. Muhtevası ve kapsamı hakkında detaylı bilgi bulunmadığından, bugün Yâhudiler’in elinde mevcud olan Eski Ahid’le karşılaştırıp hangi bölümüne tekabül ettiğini çıkarmak da kolay değildir. Bununla birlikte, Tevrat inmezden evvel Yakub’un kendi nefsine haram kıldığının dışında bütün yiyeceklerin İsrailoğullarına helâl olduğunu bildiren âyet, Eski Ahid’in ilk beş kitabı olan ve Musa’ya atfedilen Tevrat’ın (Torah=Pentatök) Tekvin, 32:33. cümlesine tekabül etmektedir. Tevrat’ta İsrailoğulları için cana can, göze göz, dişe diş, buruna burun, kulağa kulak karşılığında kısasın farz kılındığım bildiren Mâıde 45. âyet de, Tevrat'ın Levililer (Vayıkra=Torat Kohanim) 24:19-21. cümlelerine tekabül eden bir âyettir. Bu iki âyetin dışında Kur’an’da, Tevrat’ın muhtevasına açıkça değinen başka âyet bulunmamaktadır. Bundan dolayı, bu iki âyetten hareket ederek, Kur’an’daki “Tevrat”ın neye delâlet ettiğini belirleyebilmek zordur. Kuran’da, Musa’ya verilen “kitap” için “Tevrat” isminin kullanılmaması ve sadece “El-Kitap” denilmesi bu zorluğu daha da artırmaktadır.
Müfessirler, Kur'an’daki “El-Kitab'ın mahiyeti hakkında çeşitli yorumlar getirmişlerdir. Kur’an’da, Bakara Suresi’nin ikinci âyetinde ilk defa zikri geçen “El-Kitab” hakkında yorum yapan müfessirlerden bazılan5/buradaki bu lafzın gaybî bir lafız olduğunu, bazılan da Tevrat ve Incil’e işaret ettiğini ileri sürmüştür. Müfessirlerin çoğunluğu ise, buradaki “El-Kitab”ın Kur’an olduğunu belirtmiştir. Elmâlılı Muhammed Hamdi Yazır, Bakara Suresindeki “El-Kitap” lafzını esas alarak, bu lafız hakkındaki daha kesin tiir yorum getirmiştir. Ona göre, buradaki “El-Kitab” dan kasıt, mutlak surette, Kur’an’dır. Kur’an, “El-Kitap” olarak tanımlanabilecek tek kitaptır. Diğerleri, bu lafızla tanımlanmaya layık değildir. Bunun içindir ki, Müslümanlar arasında, “El-Kitab” denilince, ancak, Kur'an anlaşılır. Hatta, Hadislere bile kitap denmez, Sünnet denir” .
 Hamdi Yazır, bundan sonra, “El-Kitab”ı şöyle tarif etmiştir: “Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem Efendimize inzal edilmiş olup, her bir suresi i’caz ifade eden ve ondan bize tevatüren menkul ve o suretle Mushaflarda mektub bulunan nazmı beliğ ki, hem mecmuuna, hem ba’zına ıtlak olunur” .
“El-Kitab”ı bu şekilde tarif etmekle birlikte, Hamdi Yazır, “Ona Kitabı, Hikmeti, Tevrat’i ve İncili öğretti” âyetindeki “El-Kitab”ı, kitabet manasında masdar olarak yorumlamıştır. Ona göre, buradaki “El-Kitab”, İsa'ya yazı yazmanın öğretildiği mânâsına gelmektedir .
O, Bakara Suresindeki “Musa’ya o kitabı ve furkanı verdik” âyetinde geçen “El-Kitab”ı ise, Tevrat olarak açıklamakta ve Musa’ya verilen “Kitab”ın Tevrat olduğunda ihtilafın bulunmadığım belirtmektedir .
Netice olarak, Muhammed Hamdi Yazır'ın ifade ettiği gibi, müfessirlerin, hemen hemen tümü, Musa’ya “kitap” verildiğim bildiren âyetlerdeki “El-Kitab”ı Tevrat olarak açıklamıştır. Onlardan hiçbiri, İncil'in İsa, Zebur’un Davud’la birlikte zikredilmesine rağmen, Tevrat’ın Musa ile birlikte zikredilmemesinin sebebi üzerinde durmamıştır.
Bütün bunlardan, Kur’an’da Musa’ya verildiği belirtilen “El-Kitâb” ile Tevrat arasındaki münasebet hususunda, açıklanması zor, önemli bir problemin bulunduğu anlaşılmaktadır. Kur’an, Tevrat’ın Musa’ya verildiğini açıkça bildirmediği gibi, Tevrat’ın muhtevası hakkında detaylı bilgi de vermemektedir. Bunun yanında, Yahudilerin elinde mevcud olan kitapların hangilerinin Tevrat’a dahil olup olmadığı hususunda bir açıklamada da bulunmamaktadır. Bu yüzden, Tevrat’ın mahiyeti ve kapsamı hakkında açık bir şey söylemek mümkün görünmemektedir. Fakat, İsa döneminde derlenen Eski Ahid’in, Kur’ân’ın geldiği dönemde son şeklini almış olduğu, tarihen sabittir. O zamanki Yahudiler, “Tevrat”ın İbranice karşılığı “Torah”dan, Tanahk’ın (Eski Ahid) tümünü anlamaktadırlar. Dolayısıyla, Yahudilerle münazarada Kur’an, onların diliyle hitap etmiş, bir tashihde bulunmamış ve “Tevrat” lafzını onların anladığı anlamda kullanmıştır, denilebilir. içinde “Tevrat” lafzı geçen ayetlere baktığımızda, altısının hitap zamanının Hz. İsa, onunun Hitap zamanının ise Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin nübüvvet döneminin olduğu farkedilmektedir. İçinde Tevrat lafzı geçen ayetlerin muhatabı, Hz. İsa ile Hz. Muhammed dönemindeki Yahudilerdir. Daha önceki Yahudilerin söz konusu edildiği âyetlerde ise, “Tevrat” yerine, “El-Kitap” lafzı geçmektedir. Bununla birlikte, Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem dönemindeki Yahudilere hitap eden bazı âyetlerde de “El-Kitap” lafzı bulunmaktadır. Bu âyetlerdeki “El-Kitap” lafzının “Tevrat”dan bedel olduğu anlaşılmaktadır .
Netice olarak, içinde Tevrat lafzı geçen onaltı âyetle Hz. İsa ve Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem zamanında Yahudilerin elinde mevcud olan vahiy mecmuu kitaplar kastedilmektedir. Kur’an herhangi bir ayıklamada bulunmadığına göre, bu vahiy mecmuu kitapların içine, Musa’nın, İşaya’nın, Yeremya'nın, Eyup’un, Samuel’in ve Eski Ahid’de yeralan diğer bir çok peygamberin kitapları girmektedir. Bütün bu kitapların mecmuuna Kur’an’da “Tevrat” denmektedir.
Kur'an’da muhtevası ve sınırları tam olarak açık olmayan “Tevrat”ın Hadis külliyatındaki durumu daha karmaşıktır. İbn Mace, Ebu Davud, ‘ Buhari ve Müslim’de, “Tevrat'ın Musa’ya verilmiş bir kitap olduğu açıkça belirtilmektedir. “Biz Tevrat’ta şöyle buluyoruz” diye başlayan hadislere bakıldığında, bu hadislerin çoğunun konusunun recimle ilgili olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, bu hadislerdeki “Tevrat” lafzından, Eski Ahid’in Musa'ya verildiğine inanılan ilk beş kitabının kastedilmiş olduğu anlaşılabilmededir. Ancak, Nesaî’de nakledilen bir rivayet, bunun tersini göstermektedir. Kâ’bu’l-Ahbar, bu rivayette, denizi Musa’ya yol eden Allah'a yemin ederek, şöyle demektedir: “Tevrat’ta, Davud aleyhisselâmın namazdan sonra şöyle dua ettiğim buluyoruz: Allah’ım, cehennem azabından ve zalimlerin zulmünden korunmak için bir sığınak yaptığın dinimi benim için hayırlı kıl. Rızkımı temine vasıta kıldığın dünyayı da benim için hâyırlı yap...”. Kâ’b, Musa’dan üç veya dört asır sonra yaşamış olan Davud’a ait bir duayı “Musa Kitabı”ndan (Torah=Pentatök) zikretmeyecek kadar akıllı ve bilgilidir. O, Davud’un bu duasının Mezmurlar’ da yeralması gerektiğini bilmektedir. '
Ka’bul-Ahbar hakkındaki şüpheler ileri sürülerek, Nesaî’de yeralan bu rivayetin sağlam delil olamayacağı iddia edilebilir. Ancak, Tevrat’ın muhtevası hakkında bilgi veren şahıslara bakıldığında, bu kimselerin, genellikle, Yahudi, veya, Kabu’l-Ahbar ve Vehb İbn Münebbih gibi, Yahudi kökenli olduğu görülmektedir. Ebu Davud’da nakledilen recm rivayetinde, Tevrat'ta recmin yazılı olduğunu söyleyenler, Suriya isimli bir Yahudinin iki. oğludur. Bunların dışında, Yahudi veya Yahudi kökenli olmayıp, Tevrat'ta bizzat okuduğunu belirterek Tevrat’ın muhtevası hakkında bilgi veren kimseler de vardır. Cabir b. Abdilleh ve Abdullah b. Amr El-As , bunların başında gelmektedir. Bu şahısların Tevrat hakkındaki bilgiyi nereden elde ettiği, İbranice bilip bilmediği meçhuldür. Ancak, onlardan nakledilen hadis, metinlerine bakıldığında, yapı olarak, Kab’dan nakledilenlere benzediği görülmektedir. Meselâ, Darimî’de, Kur’an’ın fazileti ile ilgili Kab’dan nakledilen bir metinde yer alan ifadelerle yine Kur'an'ın fazileti ile ilgili olarak Buhari’de Abdullah b. Amr ElAs’dan nakledilen rivayet metni arasında çok büyük benzerlik bulunmaktadır .
Netice olarak, Hadis külliyatındaki “Tevrat” lafzının kapsamı da, Kur'an’da olduğu gibi, kapalıdır. Hadislerde, Kur’an’dan farklı olarak, “Tevrat”ın Musa’ya verildiği açıkça ifade edilmektedir. Ancak, Musa’ya verilen "Tevrat’la, Eski Ahid’in ilk beş kitabının mı, yoksa tümünün mü kasdedildiği anlaşılmamaktadır. Zira, Yahudilerin elinde o zaman mevcud olan kitapların hangilerinin Musa’ya verilen “Tevrat”a dahil olduğu hususunda, Hadisler’de de herhangi bir açıklama bulunmamaktadır. Tevrat'ın muhtevası hakkında bilgi veren kimselerin Yahudi veya Yahudi kökenli olması sebebiyle, Yahudilikteki anlayışın Hadis külliyatına yansıdığı düşünülebilir. Muhtemelen, Hadis külliyatındaki “Tevrat” mefhumu, Eski Ahid’in bütününü ifade etmektedir. Müslüman bilginler ise, genelde, “Tevrat” lafzıyla Eski Ahid’in ilk beş kitabını kasdetmektedirler .
B.      Müslüman Bilginlere Göre Tevrat’ın Tahrifi Meselesi
''Tevrat’ın tahrifi meselesinde Müslüman bilginler üç farklı görüş beyan etmişlerdir. Bazıları, Tevrat’ın ekseri kısmının, lafız ve mânâ bakımından tahrif edildiğini iddia etmiştir. Onlara göre, bu kitabı Allah’a atfetmek, O'na iftira etmek demektir. Bu kitap hürmete layık değildir, bilakis onunla teharetlenmek caizdir. Bunun aksi kanaate sahip olanlara göre ise, tahrif ve tebdil Tevrat’ın lafzında değil, tefsirinde meydana gelmiştir. Bu iki grup arasında orta bir yer tutan üçüncü bir grup, Tevrat’ın lafzının pek az kısmının tebdil edildiği, asıl tebdil ve-tahrifin onun tefsirinde meydana geldiği kanaatine varmıştır. Biz bu çalışmada, bu üç gruptan bazılarının görüşlerim burada ele alacak ve yeri geldiğinde, Yahudi kaynaklarından onların görüşlerinin sağlamasını yapacağız.
1.      Tevrat’ın Ekseri Kısmınn Tahrif Edildiğini Savunanlar
a.      İbn Hazm (Ö.H. 456/M. 1064)
Tevrat’ın çok kısmının lafız ve mânâ bakımından tahrif edildiğim savunan grubun başında İbn Hazm gelmektedir.: İbn Hazm, Tevrat’ı sistemli bir şekilde tenkid eden ve tahrif meselesini geniş bir şekilde ele alan ilk Müslüman bilgindir. Tevrat hakkındaki bilgisinin doğruluğu Yahudi araştırmacılar tarafından da takdir edilen modem kritikçilerin usullerine yakın bir usulle Tevrat’ı detaylı olarak kritik eden İbn Hazm , her konudaki aşın ve keskin ifadesiyle, Yahudilerin “Hamişa Humşey Tora” (Tevrat'ın Beş Kitabı) dedikleri ve Musa'nın Tevrat’ı olduğunu söyledikleri Tevrat'ın mel’un ve mekzup bir kitap, yazıcısının ise Allah’a, peygamberlerine ve kitaplarına hakaret eden bir zındık olduğunu belirtmiştir. O, Tevrat'ın metninde tahrif Ve tebdilin olmadığını ileri süren Müslümanları cahillikle, Kur'an ve Sünnete gereken ihtimamı göstermemekle suçlamıştır. İmam Nevevî gibi bazı Müslüman alimler Kur’an’a gösterilen saygının Tevrat ve İncil’e de gösterilmesini, bu kitaplara küfreden kimsenin kafir olacağım belirtirken, İbn Hazm, tahrif edilmiş kitaplara hürmet gösterilemeyeceğini söylemiştir. O, “Kitabu’l-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal” isimli eserinin Tevrat'ın tetkikine ayırdığı yüzonsekiz sayfalık bölümünde, Tevrat’taki tarihî ve sayısal çelişkileri bir bir ortaya koymuş, Yahudilerin elinde bulunan Tevrat nüshalarının Hz. Musa’ya ait olmadığını ispat etmeye çalışmıştır. Onun bu çalışmaları, Avrupa’da Tevrat’a yapılan ilk tenkid girişimlerinin prototipini oluşturmuştur .
İbn Hazm'ın tenkid noktalarından bazıları, Yahudi bilginlerin de dikkatini çekmiştir. Bunlardan biri, Yakub’un çocuklarının sayısı ile ilgilidir. İbn Hazm, Yakub’un otuzüç çocuğunun bulunduğu belirtilen Tekvin 46:15. cümlenin yanlışlığını tesbit etmiş, Tekvin’de adlan belirtilen Yakub'un çocuklarının sayısının aslında otuzüç değil, otuziki olduğunu ortaya koymuştur. Karaî Yahudilerden İsmail el-Ukbarî de, yaptığı tetkikler sonucu, Tekvin’in ilgili cümlesinin yanlış olduğunu belirtmiş ve bu cümlenin “Kızları ve oğulları, hepsi otuzüç idi” değil, “kızları ve oğulları, hepsi otuziki idi” şeklinde olması gerektiğini söylemiştir .
İbn Hazm, Tesniye kitabının son babında Musa’nın ölümünün ve defninin anlatılmasına, “Onun kabrini' şimdiye kadar hiç kimse bilmedi. Musa öldüğünde yüz yirmi yaşında idi” gibi ifadelerin yer almasına dikkat çekerek,, bu kitabın Musa’ya indirilmiş kitap olamayacağının âşikar olduğunu savunmuştur. O, Tevrat’ın bu kısmının, onun, çok uzun zaman sonra, başka biri tarafından telif edildiğini açıkça gösterdiğini ileri sürmüştür. İbn Hazm’ın dikkate sunduğu Tevrat’ın bu son kısmı, Yahudiler arasında da çok önceden tartışma konusu olmuştur. Rabbiler Tesniye’ nin “Musa burada öldü” cümlesi de dahil, son sekiz cümlesinin yazılması ve yazarı konusunda iki farklı yorum getirmişlerdir. Yeşu Kitabı’nın “Ve Yeşu bu sözleri Allah'ın Tevrat Kitabı’na yazdı” cümlesini temel alan bazı rabbiler, Tesniye'nin bu son sekiz cümlesini Yeşu’nun yazdığına  hükmetmişlerdir. Bu görüşte olan rabbiler, Musa’nın, öldükten sonra, “Musa burada öldü” cümlesini ve takibeden cümleleri yazmasının mümkün görmemişlerdir. Onlara göre Musa, bu cümleye kadar olan kısmı yazmış, sonrasını ise Yeşu tamamlamıştır. Rabbi Şim’on ve Rabbi Meir gibi bazı rabbiler ise, Tevrat'ın “ve. Musa bu Tevrat’ı yazdı” ve “Bu Tevrat kitabını al” cümlelerini delil göstererek bu görüşe karşı çıkmışlardır. Rabbi Meir, Tevrat'ın bir harf dahi eksik olarak Musa’ya verilmiş olmasını mümkün görmemiştir. Ona göre Allah, Musa’ya anlatmış; Musada, ölmeden önce, ölümüyle ilgili kısmı bu şekilde yazmıştır. Rabbi Şimon da, Rabbî Meir gibi, “Musa burada öldü” cümlesinden itibaren Allah’ın Musa’ya dikte ettirdiğini ve Musa’nın, bu son bölümü, öncekiler gibi tekrarlamaksızın, ağlaya ağlaya, yazdığını söylemiştir. Diğer bazı rabbiler ise, Musa'nın ölmediğini,, yükseklere çıkıp kalan kısmı oradan tamamladığım iddia ederek bu durumu kurtarmaya çalışmışlardır .
İbn Hazm, Tevrat'ın metnim çeşitli açılardan tetkik ettikten sonra, onun tarihini ele almıştır. Eski Ahid’de anlatılanlardan hareket ederek ibn Hazm, Yahudilerin bir devlete sahip olduğu dönemlerde bir tek Tevrat nüshasının bulunduğunu, onun da baş kohenin yanında olduğunu belirtmiştir. Onun anlattığına göre, putperestliğe meyleden krallardan Yehuahaz ben Yoşiya baş kohenden Tevrat’ı almış ve ondan Allah’ın isimlerini çıkarmıştır. Ondan sonra yerine geçen Elyakim ben Yoşiya da onu yakmıştır .    
İbn Hazm’ın bu anlattıkları Eski Ahid’de yeralmamaktadır. Ancak Babil Talmudu’nda İbn Hazm’ın anlattıklarına benzer bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgiler, olayın failleri farklı da olsa, İbn Hazm’ın söylediklerini doğrulamaktadır .
İbn Hazm'ın Yahudi kaynaklan tarafından doğrulanan diğer bir görüşü, Yahudilerin devlete sahip olduğu dönemde Baş Kohen’in (Kohen" Ha-Gadol) yanında bulunan Tevrat nüshası dışında başka nüshanın bulunmadığı iddiasıdır. İbn, Hazm’dan iki asır önce yaşamış olan Karaî Yakub el-Kirkisanî’nin Kitabu’l-Envâr ve’l-Merâkıb isimli eserinde verdiği bilgiler, onun bu iddialarım teyid etmektedir. Kirkisanî, Arapça yazdığı Kitabu'l-Envâr ve’l-Merâkıb isimli eserinde, Yahudilikte ana grubu oluşturan Rabbani Yahudilerin şu iddialarda bulunduklarını nakletmektedir:
Rabbaniler, bugün Yahudilerin elinde mevcud olan Tevrat’ın Musa’ya verilen Tevrat olmadığını iddia etmişlerdir. Tevrat’ın Tesniye Kitabı'nın “Musa bu Tevrat Kitabını yazdı ve onu Kohenlere verdi” âyeti ile “Bu Tevrat Kitabını alın ve onu Rab Allah’ın Ahit Sandığı'nın yanına koyun” âyetini delil getiren Rabbaniler, Musa’nın bir tek nüsha yazdığım ve Yahudilerin elinde krallıkların sonuna kadar (güneydeki son Yehuda krallarından Yoşiya'nın krallığına kadar) başka Tevrat nüshası bulunmadığım ileri sürmüşlerdir. Rabbanî Yahudiler, bu iddialarına destek olarak Tevrat’tan ve Eski Ahid’in diğer kitaplarından başka deliller de getirmişlerdir. Tevrat’tan getirdikleri diğer bir delil, “Ve, vaki olacak’ki, krallığının tahtına oturduğu zaman Kohenlerin ye Levililerin önünde olandan bu Tevrat’ın bir nüshasını bir kitaba yazacak” âyetidir. Rabbaniler, bu ayetten hareketle, insanların elinde bir nüshadan fazla Tevrat bulunmadığım iddia etmişlerdir. Onlara göre, eğer İsrailoğullarının elinde birden fazla nüsha mevcud olsaydı, kralın, tahta çıktığı zaman Kohenler’ den ve Levililer’den Tevrat yazması emredilmiş olmazdı.   
Her yedi senede bir defa Tevrat’ın okunmasını emreden Tesniye 31:10-11. âyetleri de, onların bu konuda getirdiği delillerdendir. Onlar, devletin bulunduğu günlerde herkesin yanında Tevrat nüshası mevcud olsaydı, herkes Tevrat’ı kendiliğinden okur, dolayısıyla, her yedi senede bir defa Tevrat okunması emredilmezdi, demişlerdir .
Kiskisanî, Rabbanî Yahudilerin bu görüşlerine, Kohen Hilkiya'nın Kral Yoşiya zamanında Mabed’de Tevrat’ı bulması hadisesini de delil olarak getirdiklerini zikretmektedir. Eski Ahid’in II. Krallar ve II. Tarihler Kitaplarında anlatılan bu olayda , Kohen Hilkiya'nın “Rabbin Evinde Tevrat Kitabı’nı buldum” ifadesi yeralmaktadır. Rabbanî Yahudiler, Hilkiya'nın bu ifadesine dikkat çekerek, Tevrat ümmetin elinde yaygın olsaydı, Hilkiya “Tevrat’ın Kitabı'ın buldum” sözünü söylemez, “Tevtat’ın bir kitabını buldum” derdi, iddiasında bulunmuşlardır, ifadelerinden bir Rabbaniyle tartıştığı anlaşılan Kirkisanî, muhatabının, özetle, ona şöyle söylediğim nakletmektedir. “Bana öyle geliyor ki, ümmetin elinde bugün mevcud olan Tevrat, Musa’nın getirdiği Tevrat değildir. (Devletin bulunduğu günlerde) Tevrat tek nüsha idi. Bu nüsha, ya Mabed’in tahribiyle yok olmuş, ya da ‘Kral Yoşiya, sonun geldiğini, düşmanın Beyt’i yıkacağını anlayınca, gasbedilmesinden veya yakılmasından korktuğu için Ahit Sandığı'ın (Tevrat’la birlikte) gömdü’ denildiği gibi, gömülmüştür” .
Rabbanilerin görüşlerini bu şekilde nakleden Kirkisanî, sonra onlara cevap vermeye çalışmış ve onlarla polemiğe girmiştir. Fakat, Eski Ahid’in II. Tarihler ve II. Krallar kitaplarında anlatılan Kohen Hilkiya'nın Mabed’de «bulduğu Tevrat deliline cevap verememiş, sadece, bu hikaye, onların iddiasında bir şeye delil olmaz, demekle yetinmiştir .
İbn Hazm, Tevrat’ın diğer tercüme ve versiyonları hakkında da bilgi vermiştir. Yetmiş şeyhin (İbranîce: Zıkanîm) Kral Batlamyus (II. Ptolemy) için tercüme ettiği Tevrat’la Ezra'nın yazdığı Tevrat arasında birçok farklılığın bulunduğunu belirten ibn Hazm, Samirîlerin farklı bir Tevrat nüshasına sahip olduğunu bildirmektedir. O bu konuda şunları nakletmektedir: “Samirilerin elinde Yahudilerinkinden farklı bir Tevrat bulunmaktadır. Samiriler, ellerindeki Tevrat’ın Musa’ya indirilen Tevrat olduğunu, Yahudilerin Tevratı’nın tahrif ve tebdil edildiğini iddia etmektedirler. Yahudiler de onlarınkinin muharref ve mübeddel olduğunu ileri sürmektedirler. Filistin dışına çıkmasına izin vermediklerinden, Samirilerin Tevratı bize ulaşmamıştır. Bununla birlikte biz, onların Tevrat’ının da muharref ve mübeddel olduğunu burhan-ı zarurî ile bilmekteyiz”. İbn Hazm’ın verdiği bu bilgi, Yahudi ve Samirî kaynaklarınca doğrulanmaktadır. Samirilerle Yahudiler, birbirlerini ellerindeki Tevrat nüshalarım tahrif etmekle suçlamışlardır. Yahudilerin Samirîleri suçlaması, genelde, yorumda tahrif hususunda olmuştur. Bu da, kıble ve ölümden sonra dirilme meseleleriyle ilgilidir. İbn Hazm’ın da bildirdiği gibi , Samiriler, kutsal mekan ve kıble olarak Şekem’deki Gerizim Dağı'ın kabul etmiş ve Tevratlarından buna delil getirmişlerdir. Yahudiler, metin farklılığı üzerinde pek durmamış, fakat Gerizim Dağı'nın seçilmişliği ve kutsallığına Samirîlerin delil olarak getirdiği Tekvin 12:6. cümledeki “... ve Abram Şekem denilen yere, More meşeliğine kadar olan memleketi geçti....” ibaresindeki “More meşeliği”nin neresi olduğu hususundaki tartışmada Samirîleri yorumda tahrif ile suçlamışlardır .            .
Yahudilerin Samirileri yorumda tahrif suçu ile suçladıkları diğer bir konu, ölümden sonra dirilmeye inanmakla ilgilidir. Yahudiler, ölümden sonra dirilmeye inanmanın Bir Tevrat doktrini olmadığım söyleyen Samirîleri Tevratı yanlış yorumlamakla itham etmişlerdir .
Yahudilerin Samirileri yorumda tahrifle suçlamalarına karşı, Samirîler de onları metinde tahrifle suçlamışlardır. Samiriler, kendi me-tinlerine uymayan noktalarda, Yahudilerin bu yerleri kasten değiştirdiğini iddia etmişlerdir. Bunların başında, Gerizim Dağı’nın seçilmiş kutsal mekan ve kıble oluşunu ifade eden yerler gelmektedir. Samirîler, Gerizim Dağı'nın seçilmiş kutsal mekan ve kıble olduğuna işaret eden cümleleri Yahudilerin kendi Tevrat’larından kasten çıkardığını ileri sürmüşlerdir .
Yahudilerle Samiriler arasındaki tahrif suçlamalarından haberdar olan İbn Hazm, onların Tevratları ve diğer Tevrat nüshaları arasında metin karşılaştırması da yapmıştır. O, Yahudilerle Samirilerin birbirlerini, ellerindeki Tevrat nüshalarım tahrif etmekle itham ettiklerini naklettiği kısmın devamında, Yahudi ve Samiri Tevrat nüshalarıyla" Yahudi Tevratı’nın Yunanca tercümesi Septuagint ve adını vermediği başka bir nüsha arasında, Adem’in cennetten kovuluşundan Tufan’a kadar geçen zaman hakkında verilen tarihleri karşılaştırmıştır. Onun naklettiğine göre, bu Tevrat nüshalarında verilen tarihlerin toplamından şu rakamlar ortaya çıkmaktadır:
Samiri Tevratı: 1367 yıl.    
Rabbanilerle Ananîlerin Tevratı: 1650 yıl.
Yetmiş şeyhin (İbranice: Zıkanîm) Kral Batlamyus (II. Ptolemy) için çevirdiği ve Hıristiyanların otorite kabul ettiği Tevrat (Septuagint): 2242 yıl.
Yahudi gruplarından birine ait olan başka bir Tevrat: 657 yıl .
İbn Hazm’ın sözünü ettiği Tevrat nüshalarına bakıldığında, onun verdiği bu tarihlerin doğru olduğu görülmektedir. Ancak, burada müstensihin hatasından kaynaklandığını tahmin ettiğimiz eşleme hataları bulunmaktadır. İbn Hazm’ın adı geçen eserinin elyazmasında, Samiri Tevratı’nda, Adem’in cennetten kovuluşundan Tufan’a kadar geçen zamanın toplamının 1367 yıl olduğu belirtilmiştir. Abraham-Ratson Sadaqa isimli iki Samirî kardeşin Yahudi Tevratıyla karşılaştırmasını yapıp aralarındaki farkları gösterdiği İbranîce nüshada bu tarih 1650 ; Rabbanilerle Ananîlerin (Yahudilerin) matbu Tevrat’ında 1307 ; Septuagint’te ise 2242'dir. İbn Hazm’ın adını vermediği bir Yahudi grubuna ait olduğunu söylediği nüshanın hangisi olduğu belli değildir. Yahudi mezhepleri arasında Samirilerden başka farklı Tevrat nüshasına sahip olan bir 'grup bilinmemektedir. İbn Hazm, bununla, Yahudi Tevratı’nın Aramca Targum’larını, Süryanice Peshitta’yı veya Latince Vulgate’i kâsdetmiş olabilir. Ancak bunu tesbit edebilmek zordur. Bizim ulaşabildiğimiz targum’lardan Targurn Onkelos’ta ve Katoliklerin benimsediği Vulgate’te söz konusu tarih 1656 çıkmaktadır. İbn Hazm’ın verdiği rakam, baştaki “elf ’ (bin) kelimesinin istinsah hatasından dolayı düştüğü gözönüne alınırsa, bu iki nüshada verilen rakamlara, bir rakamlık hata payıyla, yakın düşmektedir.
Görüldüğü gibi, İbn Hazm'ın eserinde verilen tarihler doğru, fakat ait oldukları nüshalar, yani tarihlerle nüshalar arasındaki eşleme, Septuagint dışında, yanlıştır. Bizim tesbit ettiğimiz tarihler gözönüne alındığında, Samirî Tevratıyla ilgili tarihin Rabbanî ve Ananîlerin Tevrat’ına, Rabbani ve Ananîlerin Tevratıyla ilgili tarihin de Samirî Tevratı’na ait olması gerekmektedir. Buradaki 1367 rakamı da 1307 olmalıdır. Bu düzeltmeden sonra, İbn Hazm’ın verdiği esas tarihlerle bizim tesbit ettiğimiz tarihlerin birbirini tuttuğu görülmektedir. Bundan da, onun Yahudilik hakkında doğru bilgiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. İbn Hazm’ın bilgilerini kritik eden Hirschfeld, onu doğrulamakta ve onun bu bilgileri Yahudi kaynaklarından derlediği kanaatine varmaktadır.
Netice olarak, lafzın zahirine fazla itibar etmesi dolayısıyla bazı haksız ve yersiz tenkidlerde bulunsa da, İbn Hazm’ın tenkidleri sağlam temele dayanmaktadır.         
b.      El-Karafî (Ö.H. 684/M. 1286)
Tevrat’ın ekseri kısmının tahrif ve tebdil edildiğini savunan başka bir isim, meşhur Mâliki fıkıhçı El-Karafî’dir. Yahudi kaynaklarına vâkıf olan ve tenkidlerini Yahudi kaynaklarına dayandıran El-Karafî, “Kitabu’l-Ecvibeti’l-Fâhira ani’l-Es’ileti’l-Facira” isimli reddiyesinde, Eski Ahid'in kitap ve bölümlerinin ibranice isimlerini kullanmış, İbranice metinleri Arapça transkripsiyonla vermiştir. O, İbn Hazm gibi, Tevrat’ın çok kısmının tahrif ve tebdil edildiği kanaatindedir. Ona göre, Musa Tevrat’ı yazmış ve onu Harunoğullarına vermiştir. Böylece Musa, Tevrat’ı Yahudiler’den gizlemiştir. Musa, onlara sadece “Haazinu” (Tesniye 32.'Bap) suresinin yansım öğretmiştir. Yahudiler, Tevrat’ın kalan kısmından haberdar olmamışlardır. Tevrat’ın kendilerine teslim edildiği Harunoğulları ise onu korumanın gerektiğine inanmamışlardır. Sonra Buhtunnasr, Yahya bin Zekeriyya’nın kanından dolayı, Harunoğullarım katletmiştir. Buhtunnasır’ın onları Babil’e sürmesinden yetmiş sene sonra Ezra, Kohenlerin yanında bulunan parçalardan Tevrat’ı derlemiştir. Bundan dolâyı Yahudiler, Ezra’ya mübalağalı, saygıda bulunmuşlardır. Bugün onların elinde bulunan kitap, hakikatte Allah’ın kitabı olmayıp, Ezra’nın kitabıdır. Bu kitaba bakıldığında, onu, rabbanî sıfat ve nebevî edeb iddiasındaki cahil bir adamın derlediği kolaylıkla anlaşılmaktadır .
El-Karafî, bundan sonra Hz. Muhammed’in peygamberliğini tebşir eden âyetleri ele almıştır. O, Kitab-ı Mukaddes’ten ellibir âyetin Hz. Muhammed’in peygamberliğini açıkça beyan ettiğim belirtmiştir. Bunlardan yedisi Tevrat’tan, Onbiri İncillerden, kalanı da Kitab-ı Mukaddes’in diğer kitaplarındandır. Ona göre, Hz. Muhammed’in peygamberliğim tebşir eden âyetler tahrif ve tebdilden korunabilmiştir. Dolayısıyla, Tevrat’tan yedi, İncillerden de onbir âyet sağlam kalmıştır .
El-Karafî, adı geçen eserinde, Tevrat hakkında daha birçok bilgi vermiştir. Verdiği bu bilgilerin çoğu, esas itibariyle Rabbanî kaynaklarda anlatılanlara benzemekle birlikte, nakillerde ve tahlillerde hatalar bulunmaktadır. O, bir yerde, Musa’nın ölümünü ve defnini anlatan Tesniye kitabının 34. babını Tevrat’ın sonu olarak tanıtırken, başka bir yerde Davud'un soyunun anlatıldığı Samuel kitabını da Tevrat’a dahil etmektedir. El-Karafi, Tevrat’ı tetkinin sonunda, İbn Hazm gibi, Musa’ya vahyedilen kitapta onun ölümü ve defninin anlatılmasına dikkat çekerek böyle bir kitabın ilahi olamıyacağını iddia etmektedir .
El-Karafî, ibn Hazm’dan farklı olarak, Tevrat’ın Yunanca çevirisi Septuagint’te yetmiş rabbînin ittifakla yaptığı onüç kasıtlı değişiklikle ilgili haberi de eserinde zikretmiştir. Bu haber, bir çok Rabbanî kaynakta yer almıştır. Ancak o, bu haberi hatalı nakletmiş ve Tevrat’ın aslıyla alakalandırmıştır. Onun nakline göre, İsa’dan sonra, Kayser zamanında, yetmiş kâhin (İbraniee: kohen) biraraya gelmiş ve Tevrat’tan onüç harfi (cümleyi) tebdil etmiştir. Rabbanî kaynaklarda, bu olayın, Ptolemy Hanedanlığından Kral II. Ptolemy (Ptolemy Philadelphus: MÖ. 285-246 yıllarında hüküm sürmüştür) zamanında cereyan ettiği belirtilmektedir. II. Ptolemy’nin isteği üzerine, yetmişiki rabbî (kohen, haham), yetmişiki günde, Eski Ahid'in tamamını Yunancaya çevirmiştir. Eski Ahid’in bu tercümesine, yetmişiki. kişi tarafından tercüme edildiği için , “Yetmiş” anlamında, Yunanca “Septuagint” denmiştir. Çevirmenler bu septuagint’te onüç tane kasıtlı değişiklik yapmışlardır. Bu olay üzerine, Israiloğullarının Musa zamanında buzağıya taptıkları günde olduğu gibi, dünya tamamen karanlıkta kalmıştır.
Karafî, farklı mezhep mensupları arasında cereyan eden tartışmaları da eserinde yer vermiştir, İbn Hazm’ın Eski Ahid’i tetkiki neticesinde ileri sürdüğü bir hususu o, Yahudilerin ağzından naklederek, bütün Yahudilerin, Tevrat’ın sadece bir nüshasının olduğunu, onun da Kohen’in yanında bulunduğunu ittifakla söylediklerini belirtmiştir. Bunun yanında o,      Samirilerle Yahudiler arasındaki tahrif , suçlamalarına da eserinde değinmiştir .
c.      İbn Kayyim El-Cevziyye (Ö.H. 751/M. 1351).
Gerek metodu, gerek ele aldığı konular itibariyle El-Karafî’yi taklid ettiği görülen İbn Kayyim el-Cevziyye, Hidayetti’l-Hıyara Fi Ecvibeti’l Yehud ve’n-Nasarâ isimli eserinde Tevrat’ın tahrifi ve tebdili meselesine genişçe değinmiştir. O, Kur’an’da Allah’ın belirttiği tahrifin birkaç şeklinin bulunduğunu ileri sürmüştür. İbn Kayyim el-Cevziyye, Ehli Kitab’ın, Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin peygamberliğine delalet eden âyetlerin lafızlarını tebdil ettiğini, bu âyetlerin mânâlarında tevile gittiğini, tevilde tahrif yaptığını belirtmiştir. O, Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin peygamberliğine delil olan âyetleri Ehli Kitab’ın lafız ve mânâ bakımından nasıl tahrif ettiğini örneklerle göstermiştir. İbn Hazm, Şehristânî, el-Karafî ve diğerleri tarafından da Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin peygamberliğinin en bariz delili olarak gösterilen “Kardeşleri arasından İsrailoğulları için senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve kelamımı onun ağzına koyacağım” (Tesniye 18:18) ayetini Hıristiyanlar, mânâsını Hz. İsa’ya hamlederek tahrif etmişlerdir. Yahudilerin bu âyeti tahrifi ise hem lafız ve hem mânâ yönünden olmuştur. Ayeti Arapça cümle yapısıyla gözönüne alan ibn Kayyim el-Cevziyye’nin ifade ettiğine göre Yahudiler, bu ayetin başında mahfuz istifham-ı inkârı edatının bulunduğunu, dolayısıyla anlamının “Onların kardeşleri arasından bir peygamber mi çıkaracağım” şeklinde olduğunu iddia etmiş ve böylece kelimenin yerini değiştirerek tahrifte bulunmuşlardır. Onlar bu âyetin manâsını Samuel’e ve ahir zamanda çıkacağım söyledikleri başka bir peygambere hamletmek suretiyle de mânâ bakımından tahrif etmişlerdir. Onların bu tahrifi, Hz. Muhammed’in bir mucizesi olarak Allah tarafından haber verilmiştir .       .           .
Bununla birlikte İbn Kayyim el-Cevziyye, Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemle ilgili bazı yerlerin Tevrat’tan silinerek tahrif edildiği anlayışım şiddetle reddetmiş ve bunu cahilce bir iddia olarak görmüştür. O, bu konuda şunları söylemiştir: “Yahudi ve Hıristiyanların biraraya gelerek, Rablerinden indirilen kitapların bütün nüshalarından Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemle ilgili yerleri silmesi aklın alacağı bir şey değildir. Müslüman alimleri arasında hiç kimse böyle bir iddiada bulunmamıştır. Allah bu hususta Kur’an’da bir şey buyurmadığı gibi, onun Resulü de bunu söylememiştir. Sahabeden, imamlardan, tefsir ulemasından ve tarihçilerden hiç kimse de böyle bir görüş beyan etmemiştir. Avamdan bazıları Peygambere yardım amacıyla böyle bir iddiada bulunmuştur. Cahil dostun zararı, akıllı düşmanın zararından daha çok olur denmiştir. Onlar, Kür’an’ı anlamadaki zayıflıklarından dolayı, “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları ümmî Peygambere uyanlar” (Araf 157) âyetinin mânâsını yanlış anlamış, Tevrat ve İncil’deki ismin has Arapça isim olduğunu zannetmişlerdir. Bu, elbette olmaz. Allah, Hz. Muhammed’in Arapça isminin Tevrat ve İncil’de sarih olduğunu haber vermemiştir. Tevrat ve İncil’de mezkur olan, onun sıfatlarının ve zuhur edeceği yerin tasviridir. Bunlar her iki kitapta da, ileride göstereceğimiz gibi, halen mevcuttur”.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Tevrat nüshaları arasındaki farklılıkları öne sürerek Tevrat’ta eklemelerin ve çıkarmaların bulunduğunu, ilimde râsih olanların bunların Allah’ın indirdiği Tevrat’tan olmadığını kesin olarak anladığım savunmuştur. Onun, ayrıca Rabbanî kaynaklardaki Tevrat’la ilgili bazı haberlere vâkıf olduğu anlaşılmaktadır. O, adı geçen eserinde, Hz. Muhammed'le ilgili âyetlerin tüm Tevrat nüshalarından silinmiş olabileceğini mümkün görmezken, Yahudilerin, yetmiş kahinin biraraya gelerek Tevrat'tan onüç cümleyi ittifakla değiştirdiğini itiraf ettiklerini belirtmektedir. El-Karafî’den nakledildiğim tahmin ettiğimiz bu bilgi, va’ka olarak, Rabbanî kaynakların bir çoğunda yeralmaktadır .
Ancak değiştirme işi, Tevrat’ın aslında değil, Yunanca çevirisi Septuagint’te olmuştur. İbn Kayyim el-Cevziyye, meselenin bu kısmim karıştırmıştır.
2.      Tevrat’ta Tahrifin Olmadığını Savunanlar
İbn Hazm’ın başını çektiği grubun bu yaklaşımına karşı, bir grup Müslüman âlim ise, Kur’an’ın, Yahudilerin Tevrat’ı tahrif ve tebdil ettiği ifadesini yorumda tahrif ve tebdil olarak anlamış; Yahudilerin Tevrat metnini Allah'ın vahyettiği şekilde değiştirmeden rivayet ettiğini ileri sürmüştür. Bunların başında da İbn Haldun gelmektedir.
a.      İbn Haldun (Ö.H. 808/M. 1406)
İbn Haldun, tahrif ve tebdilin Tevrat’ın metnijıde değil, te’vilinde olduğu görüşündedir. O, “İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarındadır” âyetini temel alarak, içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat’ın lafızlarının değişmediğini ileri sürmektedir. Ona göre, Tevrat’ın tahrifi ve tebdili hususunda Kur’anda zikredilen ayetlerin mânâsı, te’vilde tahrif ve tebdildir. Bununla birlikte, gaflet ve diğer sebepler dolayısıyla Tevrat’ın bazı kelimelerinde tebdil meydana gelmiştir. Özellikle, devletin yıkıldığı ve Yahudilerin dört bir yana dağıldığı dönemlerde bu mümkün olmuştur. Ancak, onların ulemasından ve ahbârından kasıtlı bir tahrif ve tebdil vaki olmamıştır.
b.      Makrizî (Ö.H. 845/M. 1442)
Te’vilde tahrif grubuna dahil olan başka bir Müslüman tarihçi, Makrizî'dir. Makrizî’nin görüşleri daha farklıdır. O, Kur’an’da bahsedilen tahrifin Tevrat’la değil, onun tefsiri olan Mişna ile ilgili olduğunu ileri sürmüştür. O, Musa’ya gelen vahiy ve yazılı metinleri hususunda Yahudi kaynaklarında anlatılanları benimsemiştir. Ancak o, bazı bilgileri yanlış anlamış, Tevrat’la Mişna'nın konumunu birbirine karıştırmıştır. Makrizî’ye göre, Tevrat’ta bulunan İlahî kelâmın tefsiri durumundaki Mişna’yı, Allah’ın Tevrat’taki buyruğu üzerine, Musa kendisi yazmıştır. Sonra İsrail'in başına geçen bütün krallar için Musa'nın bu Mişnasından nüshalar yazılmıştır. Babil Sürgünü sonrasında, İkinci Mabed’in imarından üçyüz küsur sene sonra İsrailoğulları, dinlerinde büyük bir ihtilafa düşmüşlerdir. Davud’un ehlinden bir taife, Mabed’den ayrılmış, atalarının önceden yaptığı gibi, doğuya gitmiştir. Onlar yanlarında, Musa Mışnasmdan krallar için yazılmış nüshalardan da götürmüşlerdir. Bu taife mensupları, Kudüs’ten çıkışlarından Allah’ın İslam dinini ortaya koyduğu zamana kadar ellerindeki Mişna’larla amel etmişlerdir. Kudüs’de kalanlar ise Titus’un Kudüs’ü ikinci defa harap etmesine kadar dinlerinde ayrılığa ve ihtilafa devam etmişlerdir. Titus’un Kudüs’ü tahribi sırasında Mişna nüshaları kaybolmuştur. Onların yanında Tevrat’tan ve Nebilerin kitaplarından başka şeriat kitaplarından bir şey kalmamıştır. Titus’un Kudüs’ü tahribinden sonra Beni İsrail yeryüzüne dağılmıştır. Sonra, Hillel ve Şammay adında iki adam Tiberya kentine gitmiş ve orada Musa'nın Mişnasına atfen Mişna adım verdikleri bir kitap yazmıştır. Bu ikisi, yazdıkları Mişna’ya kendi sözlerini de katmıştır. Onların yazdığı bu Mişna altı bölümden müteşekkil olup, Tevrat’taki fıkhî ahkama müştemildir. Onu, Hillel’in soyundan Yehuda adında biri tamamlamıştır. Yehuda, Yehudileri Mişna’dakilerle amel etmeye sevketmiştir. Bu Mişna, Musa'nın Mişnasının yanı şıra Yahudi ekabirinin görüşlerini de ihtiva etmektedir.
Mişna'nın vaz'ından elli sene sonra, Sanhedriyyun demlen bir grup ortaya çıkmıştır. Bunlar, Mişna'nın tefsirinde kendi reyleriyle tasarrufta bulunmuş ve Talmud adında bir kitap yazmışlardır. Onlar, bu kitabı yazarken Mişna’daki bir çok şeyi gizlemiş ve kendi reyleriyle ortaya koydukları ahkamı ona katmışlardır. Kendi elleriyle yazdıkları ve görüşlerini kattıkları bu Talmud’un içindekileri Allah’a nisbet etmişlerdir. Makrizi, Bakara Suresi 79. âyetin mânâsını, Mişna metninde yapılan tebdil ve tahrif olarak yorumlamıştır. Ona göre Allah, Tevrat’ın tefsiri olan Mişna’yı tahrif etmeleri ve kendi sözlerim kattıkları Talmud’u yazıp bu Allah’tandır demeleri sebebiyle, Yahudi ahbârı bu âyetle zemmetmiştir .
Makrizî’nin bu bilgileri hangi Yahudi kaynaklarından derlediği belli değildir. Yahudiler’in, Mişna’yı Musa’ya verilen ilahi kitap olarak inandıkları doğrudur. Yahudi kaynaklarında, Musa’nın Tevrat’ı yazdığı bildirilmekte , ancak, Mişna’yı yazdığına dair bilgi bulunmamaktadır. Yahudi kaynaklarına göre, Musa Tevrat’ı yazmış, onun tefsiri olan’ ve' Allah tarafından kendisine Öğretilen Mişna’yi ise sözlü olarak nakletmiştir. Musa, başlangıçta Mişna’yı da yazmak için! Allah’tan izin istemiş, fakat Allah uygun bulmamıştır. Midraşik türde bir Rabbani kaynak olan Pesikto Rabati'de anlatıldığına göre, Allah, bunun gerekçesini şöyle açıklamıştır. “Zaman gelecek, Yahudi olmayanlar Tevrat’ı tercüme edecek ve diyecekler: ‘Biz, gerçek Israiliz; Allah’ın gerçek oğulları biziz. O zaman İsrail diyecek: ‘Biz Allah’ın gizli Tevrat’ına sahibiz, Allah’ın’ Sözlü Tevrat'ını emanet ettiği ve güvendiği halk, onun gerçek oğullarıdır”. Bu yüzden, Sözlü Tevrat’ın yazılması, rabbiler tarafından müsaade edilmemiştir. Bununla birlikte, dış tesirler sebebiyle kaybolmasından korkulduğundan, MS II. Asırda Mişna yazıya geçirilmiştir.  
Makrizî’nin Mişna’yla ilgili olarak anlattıkları, aslında Tevrat’la ilgilidir. Ancak, Makrizî’nin tahrif ve tebdil olayını Mişna ile ilgilendirmesi ilginçtir. Titus’un Kudüs’ü ve Mabed’i tahrip etmesinden sonra “Onların yanında Tevrat’tan ve Nebilerin kitaplarından başka şeriat kitaplarından bir şey kalmamıştır” demesi, onun, bütün Eski Ahid’in sahih olduğuna inandığını göstermektedir .       
3.      Tevrat’ta Kısmi Tahrifi Savunanlar?
Tevrat’ın tahrifi ve tebdili meselesinde, bu iki grubun yanında, orta yol takip1 eden bazı Müslüman bilginler de bulunmaktadır. Bunlar, Tevrat'ın metninde tebdil ve tahriflerin bulunduğunu söylemekle birlikte bunu Tevrat'ın ekseri kısmına teşmil etmemektedirler. Bunların başında da İbn Teymiyye gelmektedir.    
a.       İbn Teymiyye (Ö.H. 728/M. 1328);  .
İbn Teymiyye,, Kıbnslı Rahip Pavlus’un Hristiyanlığm sahihliğini savunan bir risalesine cevap olarak yazdığı el-Cevabu’s-Sahih Limen Beddele Dine'l-Mesîh isimli eserinde, İncil’in yanında, Tevrat’ın tahrifi ve neshi meselesinde de görüş belirtmiştir. O, bu eserinde, önce müslüman bilginlerin Tevrat ve Incil’in tahrifi hususundaki görüş farklılıklarına değinmiş ve sonra kendi kanaatini ortaya koymuştur. Ona göre» bu iki kitap, lafızları (kısmen) tağyir ve tebdil edilmiş olsa da Allah’ın hükümlerini ihtiva etmektedir. Buhtunnasr’ın Mabed’i yıkmasından sonraki dönemde, Hz. İsa'nın ve Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin peygamberliğinden sonraki dönemde de daima Tevrat’ta Allah’ın hükmü varolmuştur. Hz. Peygamber zamanındaki Medine Yahudileri’nin ellerindeki Tevrat’ın bazı lafızlarının tağyir edildiği bilinen bir şey değildir. Tevrat ve İncil nüshalarının çoğu birbiriyle müttefiktir, ancak pek az lafızda aralarında farklılık vardır. Bir kimsenin Tevrat'ın bütün nüshalarını toplaması ve tebdil etmesi mümkün değildir.           .
Tevrat'ın bütününde bazı ufak tefek lafzî tağyir ve tebdilin olabileceğini kabul etmekle birlikte İbn Teymiyye, onun hükümlerinin lafzında bunu mümkün görmemektedir. Ona göre, hiç kimse Tevrat’taki hükümlerin lafızlarında tebdil olduğunu iddia edemez .,
Bununla birlikte İbn Teymiyye, Samiri Tevratı ile Yahudi Tevratı arasında bir çok farklılığın bulunduğunu, hatta On Emir’de bile bu ayrılığın meydana geldiğini belirtmekte, fakat, sahih olan Tevrat’ın, Yahudi Tevratı olduğunu söylemektedir.
           
b.      Elmalılı Muhammed Yazır (Ö.H. 1361/M. 1942)
Ülkemizin son dönem tefsircilerinden Elmalılı Muhammed Hamdı Yazır'a göre tahrifin ekserisi, ayetlerin gizlenmesi veya manalarının yanlış verilmesi suretiyle olmuştur. Yahudiler, bazı âyetlerin mânâsım gizlemek suretiyle tahrifatta bulunmuşlardır. Mesela, onlara “hıtta” deyiniz, yani orada yükünüzü yıkıp ikamet ve istiğfar ediniz denildiği halde, güya “hannıthu” deyiniz denilmiş gibi, “hannıthu hannıthu” diye bağırmaya başlamış ve Tevrat’ı böyle tahrif etmişlerdir. Fakat bunu yapanlar, Yahudilerin hepsi değildir. İçlerinden bir grup bunu yapmıştır. Bunlar kendi yazdıkları fikirleri, tevilleri, tercemeleri, aslı Tevrat ile karıştırmış, seçilmez bir hale getirmiş ve bazan da, Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin sıfatlan hakkında yaptıkları gibi, kitaplardaki ayetleri saklamışlardır. Elmalılı Hamdi Yazır, bu sözleriyle, Yahudilerin, Tevrat’ı yorumda ve başka dillerde tercümede tahrif ettiklerini ifade etmektedir. Fakat o, İslâm’da peygamber olarak tanınan Nuh ve Lut gibi şahısların hayatları hakkında Tevrat’ta ahlak dışı haberlerin yeralmasını, metinde tahrif olarak kabul etmekte ve bunda şüphe bulunmadığını söylemektedir .
c.       Süleyman Ateş         
Diyanet İşleri eski başkanlarından Süleyman Ateş, Yahudi ve Hıristiyanların cennete girip giremeyeceği meselesiyle ilgili olarak yazdığı yazılarda Tevrat’ın tahrifi meselesini aktüel hale getirmiştir. O, yazılarında, Tevrat’ın sahihliği ve geçerliliğini savunmuştur. Bakara 40, Maide 48. âyetin yanında Kur'an’dan bir çok âyeti de delil olarak getiren Ateş, Kur’an'ın indiği sırada, Kitap Ehli’nin elinde bulunan “Kitab”ı, yani Tevrat ve İncil’i doğruladığını öne sürmüştür. Yahudiler’in Tevrat ayetlerini değiştirdiğim bildiren Kur’an âyetlerinin manasının, Tevrat’ın asıl metninin tahrif edildiği anlamına gelmediğini belirtmiştir. Ona göre, “Yahudiler’in elleriyle yazdıkları Kitap, Tevrat değil, onun âyetleri üzerine yaptıkları tefsirler, şerhler, Tevrat âyetlerini arzulan doğrultusunda yorumlayarak meydana getirdikleri ahkâm kitaplaradır. Yani, Tevrat’ın tefsiri -ki Talmud en meşhurdur- ve fıkıh kitaplarıdır. Din adamları, yazdıkları şerhleri, kitabın aslında bulunmayan ayrıntılara dair ictihad hükümlerini Allah’ın buyrukları olarak görüyor ve halka bunların da Tanrı buyruğu olduğunu söylüyorlardı” .        
Ateş, yukarıdaki bu görüşünü, Kur’an’ın Yahudileri Tevrat’ın hükümlerini uygulamaya çağıran ayetleriyle desteklemiştir. O, “Eğer Kur’an indiği sırada Tevrat ve İncil muharref, aslı yok ve Kur’an onları tamamen neshetmiş, ortadan kaldırmışsa, nasıl Yahudilere Tevrat’ın hükümlerini uygulamaları emredilir?” sorusunu sorarak, bü hususa dikkat çekmiştir. Ona göre, Kur’an'ın Yahudileri Tevrat’ın hükümlerini uygulamaya çağırması, Tevrat’ın muharref ve mensuh olmadığım göstermektedir .        
Ateş’in, Kur'an-ı Kerîm'in Evrensel Mesajına Çağrı isimli kitabında yeralan yukarıdaki bu görüşleri, aynı kitabın “ Tevrat ve Incil’in Tahrifi Sorunu” arabaşlığını taşıyan kısmında tekrar edilmektedir. Ancak, Ateş burada, yukarıdaki sözlerinin -Tevrat ve Incil’de hiç tahrifat olmadığı anlamına gelmediğini söylemektedir. Kur’an’ın indiği, dönemde sahih olan Tevrat'ta, daha sonra, değişmeler olmuştur. Müstensihlerin, kasıtlı-kasıtsız hatasından kaynaklanan birçok değişiklik Tevrat’a girmiştir. Ateş, İsrail peygamberleri hakkında Kur’an’da anlatılan kıssaların bazı bölümlerinin, bugünkü Tevrat’ta bulunmamasını bü kabil değişikliklerden saymaktadır. O, Tevrat’ın Kur’an indikten sonra değiştirildiği iddiasına, Kur'an'ın muhtevasından delil getirmektedir. Ateş, Kur’an’ın Kitap Ehli'ne, yani —Yahudilere hitaben bu anlattıklarının kendi kitaplarında mevcud olduğunu, istedikleri takdirde kitaplarını getirip karşılaştırmalarını, -Hz. Peygambere de, eğer kendisine indirilenden şüphe duyuyorsa Kitap Ehli'ne sormasını emrettiğini (Yunus, 94) belirtmekte, dolayısıyla bugünkü Tevrat nüshalarında  bulunmayan bu kıssaların Kur’an’ın indiği dönemdeki Tevrat’ta bulunduğuna işaret etmektedir. Ateş, bu konuda kendine Muhammed İzzet Derveze’den de destek bulmaktadır .
Ateş, Kur'an'ın indiği dönemde sahih olan Tevrat’ın sonradan değişikliğe uğradığım, belki de İzzet Derveze’den etkilenerek, söylemekte, ancak Hatta sonra, Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin peygamberliğinin Tevrat’taki delillerinin tahrif edildiği görüşünü saçma bulmaktadır. O, bu hususta şunları söylemektedir:
“Bir kavim, Hz. Peygamber’in sıfatlarını Tevrat’tan silmek için, herkesin üzerine titrediği Kutsal Kitab’ın metniyle oynayamaz. Hiç kimse bunu yapamaz. Her halde Tevrat, tek nüsha değildi ve Yahudi milleti de Medine’de oturan üç kabileden ibaret değildi. Her kabilenin elinde Kutsal Kitab’ı vardı. : Bunların hepsinin birden değiştirilmesi’ ma’kul mudur?” Ateş’in bu son cümlesi kendi içinde mantıklı ve tutarlıdır. Hakikaten, Yahudi cemaatleri sadece üç kabileden ibaret değildi. Birinci ve İkinci Sürgün’de, Yahudiler Filistin’den, dünyanın dört bucağına dağılmıştı. Kur’an’ın indiği dönemde, Yemen’de, Filistin’de, Irak’da, Hindistan’da, Habeşistan’da ve Afrika’nın muhtelif ülkelerinde Yahudi cemaatleri yaşamaktaydı. Bağdat yakınlarındaki Sura ye Pumbethia Talmud akademilerinde, Filistindeki akademilerde (Bet-Midraş) Yahudilik çalışmaları devam etmekteydi. Bu cemaatlerin ellerinde Tevrat nüshaları mevcuttu. İlk dönemde Müslümanlarla muhatap olanlar da sadece Medine ve civarındaki Yahudi cemaatleridir. Dolayısıyla, bu cemaatler böyle bir değişiklik yapmaya kalkışsa bile, bu teşebbüs, diğer bölgelerdeki, özellikle Irak ve Filistin’deki cemâatlerden tepki görecekti. Çünkü o cemaatler için henüz Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin ve İslam’ın bir değeri yoktu. Ayrıca, Tevrat'ın Aramca (Targum), Süryariice (Peshitta), Yunanca (Septuagint), Latince (Vülgate) ve diğer bir çok dilde tercümeleri bulunmaktaydı, ibn Teymiyye’nin deyimiyle, bütün bu nüshaların değiştirilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan, Ateş’in., bu sözü tartışmasız doğrudur. Ancak, Tevrat'ın tahrifini savunan muhatabını bu mantıklı cevabı veren Ateş, Kur’an indikten sonra müstensihlerin kasıtlı-kasıtsız değişiklik yaptığını, İsrail peygamberleri hakkındaki kıssaların bazı bölümlerinin Tevrat’ta bulunmamasının bundan kaynaklandığını söylemektedir. Bu ise, yukarıdaki mantıklı cevapla tamamen çelişmektedir. Çünkü Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin sıfatlarını ihtiva eden âyetleri bütün Tevrat nüshalarından kaldırmak nasıl mümkün değilse, İsrail peygamberlerinin kıssalarını kaldırmak da mümkün olmamalıdır.
Ateş’in başka bir çelişkisi de şudur: Tevrat’ta tahrifin olduğunu savunan muhatabına cevap verirken şöyle demektedir: “Kaldı ki, Peygamber'in Tevrat’ta vasıfları yazılı olsa bile bunu tahrif etmelerine ne gerek var? Kendileri inanmadıktan sonra bu vasıfların Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve selleme uymadığını söylerlerdi. Kendilerini inanmaya 'zorlayan mı vardı? ...
Tevrat, Arapça değil, İbranice idi. Onun dilini Araplar anlamıyorlardı... Tevrat Arapça olmadığına ve Araplar onu anlamadıklarına göre, Yahudiler, Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin sıfatlarını silmek için ne diye Tevrat’ı değiştirsinler? Tevrat'ta böyle şeyler yoktur, deyip çıkarlardı. Aksini kim ispat edecekti? Tevrat'ın dilini bilmeyen, yazısını okuyamayan insanlar mı?”
Ateş'in Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin sıfatları için öne sürdüğü bu gerekçe, İsrail peygamberlerinin kıssaları için de geçerli olmalıdır. Kur’an indikten sonra, Kur'an’da var diye veya başka sebeplerden dolayı Yahudi müstensihlerin İsrail peygamberleri hakkındaki kıssaların bazı bölümlerim Tevrat'tan ve diğer kutsal kitaplardan silmiş olmaları mümkün değildir. Eğer bu gerekçeleri göz önünde bulundurarak Eski Ahid’i müstensihler değiştirmeye kalksalardı, Kur’an’da da varolan, Yahudileri lanetleyen, onların sefil davranışlanın hikaye eden, inançsızlıkdaki direnişlerini anlatan bölümleri de kaldırmaları gerekirdi. Halbuki Kur’an'ın anlattıklarıyla mutabık olan bu bölümler, bugünkü Tevrat nüshalarında halen yeralmaktadır. Muarızına cevap verirken, Hz. Peygamber’in sıfatlarını silmek için hiç 'kimsenin, üzerine titrenilen Tevrat’ın metniyle oynayamıyacağını, buna kimsenin cesaret edemeyeceğini söyleyen Ateş’in, bu durumu İsrail peygamberlerinin kıssalarında göz önüne almaması, izahı mümkün görülmeyen bir çelişkidir .
Rabbanî Yahudilik kaynaklarında Tevrat’ın tahrifi ve kaybolması ile ilgili olarak, İbn Hazm ve diğer Müslüman bilginlerin farkına varmadığı bir çok bilgi bulunmaktadır. Yahudi rabbiler, Musa’ya verilen Tevrat’ın mahiyeti, yazılması, yazarları, neshi, çelişkili ifadeleri, düzeni ve benzeri konularda etraflıca tartışmışlardır. Burada, Müslüman bilginlerin farkına varmadığı bu konularla ilgili rivayet ve haberleri nakletmek, Tevrat’ın tahrifi meselesinin açıklığa kavuşması açısından faydalı olacaktır.
1.      Musa’ya Verilen Tevrat’ın Tahrifi ve Kaybolması
Rabbanî Yahudilik kaynaklarında, Musa’ya verilen Tevrat’ın tahrif edildiğine dair birçok haber bulunmaktadır. Hatta bu kaynaklarda, Musa’ya verilen Tevrat’ın kaybolduğu ve bugünkü Tevrat’ın Ezra tarafından tesbit edildiği de belirtilmektedir.
Bâbil Talmudu’ndâ yeralân bir habere göre, MÖ 841'de tahta geçen Yehuda-kralı Ahazya Musa’ya verilen Tevrat’tan Allah’ın kutsal isimlerini çıkarmış ve yerlerine putların isimlerini koymuştur. MÖ 736-716 yılları arasında hüküm süren Kral Ahaz, Tevrat okumayı yasaklamış ve bunu sağlamak için, Mabed’deki Tevrat’ı mühürlemiştir. Amon (MÖ. 642-640) ise Tevrat’ı yakmıştır. Yehuda kralları arasında Tevrat’a karşı en katı düşmanlığı Menasseh (M.Ö. 687-642) gütmüştür. Menasse, Ahazya gibi, Tevrat’tan Allah’ın isimlerini çıkartmış, yerine putların isimlerini koydurmuştur. Bu Kral zamanında Tevrat’ı yoketme çabalan o kadar başarılı olmuştur ki, Musa’nın yazdığı söylenen ve Mabed’de muhafaza edilen standart ana nüshanın varlığı herkesten gizlenmiştir. Bu Tevrat nüshası, Mabed’in gizli bir yerine saklanmış, son krallardan Yoşiya'nın(MÖ 640-609) zamanına kadar da bulunamamıştır.
Rabbanî kaynaklardan ve Eski Ahid’in II. Krallar ile II. Tarihler kitaplarındaki ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla, Menasse krallığı dönemin-den Yoşiya'nın krallığına kadar Yahudiler Tevratsız yaşamıştır. Bu dönemde din, tamamen “Soferim” denilen kişilerin keyfî tasarruflarına kalmıştır. Yoşiya zamanında peygamberlik yapan Yeremya, bu kimseleri Allah'ın dinini değiştirmek ve Tevrat’ı tahrif etmekle suçlamıştır .
MÖ. 640 yılında tahta geçen Yoşiya, seleflerinin putperest adetlerini terketmiş ve tekrar hak yola dönmüştür. O, Mabed’deki putları ve bunlarla ilgili eşyaları kaldırtmış ve önceki putperest krallar tarafından tahrib edilen Mabed'i tamir ettirmeye başlamıştır. Tamirat esnasında, Baş Kohen Hilkiya, tesadüfen, Mabed’de Tevrat’ı bulmuştur. Bu olay, II. Tarihler Kitabında şöyle anlatılmaktadır: “Ve Rab evine getirilmiş olan gümüşü çıkardıkları vakit, Kohen Hilkiya, Musa’nın eliyle verilmiş olan Rabbin Tevrat’ının Kitabı'ın (Sefer Torat Yehova) buldu. Ve Hilkiya, katip Şafan’a dedi: Rab evinde Tevrat’ın Kitabı'ın buldum. Ve Hilkiya Kitab'ı Şafan’a verdi: Ve Şafan, Kitab’ı Kral’a götürdü. Ve Kral’a haber verip dedi: ... Kohen Hilkiya bana bir kitap verdi. Ve Şafan, Kral’ın önünde ondan okudu. Ve, vaki oldu ki, Kral, Tevrat sözlerini işitince, elbiselerini yırttı”
 II. Tarihler ve II. Krallar kitaplarının bu olayın devamındaki ifadelerine göre, Kral Yoşiya, Tevrat’ın sözlerini daha önce hiç duymamış gibi tepki göstermiş, anlamak için bilen birisini aramıştır. Onu Mabed’de bulan büyük Kohen Hilkiya dahi anlayamamıştır. Kralın adamları, Hulda adında bir kadın peygambere giderek ondan Tevrat’ın bu sözleri hakkında bilgi istemişlerdir. II. Tarihler ve İL Krallar kitaplarında bu olayla ilgili anlatılanlardan öyle anlaşılıyor ki, İsrailoğullarının elinde Mabed’e saklanmış olan bu Tevrat nüshasından başka nüsha bulunmamaktadır. Bu, gerek Büyük Kohen Hilkiya'nın, gerek Katip Şafan’ın ve gerekse Kral Yoşiya'nın davranışlarından açıkça anlaşılmaktadır.
Daha sonra, Bâbil Kralı Nebukednazzar'ın Yehuda devletine girmesi ve Kudüs’ü kuşatması üzerine, Kral Yoşiya, içinde On Emir yazılı Taş Levhalar ile bu Tevrat’ın muhafaza edildiği Ahit Sandığını, Süleyman tarafından hazırlanmış olan Mabed'deki katakompa saklamıştır. Ondan sonra da bu sandık ve dolayısıyla Musa’nın yazdığı söylenen Tevrat bir daha bulunamamıştır. Kudüs Talmudu’nun ifadesine göre bu Tevrat, bugün hala saklandığı yerde durmaktadır .
2.      Ezra’nın Tevrat’a Yeniden Tesbit Etmesi
Bazen Malaki olarak da isimlendirilen Ezra, Yahudi din ve târihinde önemli bir isimdir. O, bir peygamber değildir, fakat peygamberden de ötede bir konuma sahiptir. Rabbiler onu Musa ile mukayese etmiş ve onun da Musa gibi Tevrat’ı almaya layık olduğunu ileri sürmüşlerdir. Rabbilere göre,' Musa önce gelmeseydi, Tevrât Ezra’ya verilmiş olacaktı.
'Ezra’nın Yahudi tarihinde ön plana çıkışı, Babil Sürgünü’nden dönüşünden sonra olmuştur. Hikmet sahibi, bilgili -bir kimse ve Tevrat’ın usta yazıcısı (Sofer) olarak tanınan Ezra, Sürgünden dönen ilk kafile arasında yeralmamış, çalışmalarını hocası Baruh ben Neriah’la tamamlamak için Babil'de kalmıştır. Ezra’nın bu çalışmalarının neler olduğu belli değildir .           
İkinci kafile ile Babil’den göçeden Ezra, İkinci Mabed’in yapımına katkıda bulunmuştur. Ezra’nın yaptığı en önemli iş, Tevrat’ın yeniden oluşması ve Yahudi hayatında yerini almasıdır. Ezra, İsrail topraklarında yaşayan Yahudiler arasında sözlü yorumu ile birlikte tamamen unutulan Tevrat'ı, Babil’den gelip yeniden oluşturmuştur .
Ezra’nın Tevrat’ı tesbit etmesi şöyle olmuştur: Allah, Ezra’ya, yanına beş deneyimli yazıcı almasını ve ıssız bir yere gitmesini, orada kırk gün onlara Tevrat’ı yazdırmasını emretmiştir. Ezra, Allah’ın bu buyruğu üzerine, Sarga, Dabriah, Seleucia, Ethan ve Eziel’i yanma alarak inzivaya çekilmiştir. Bir gün sonra, kendisine verilecek şeyi içmesi için ağzını açmasını isteyen bir ses duymuştur. Bu sesin ardından ona, içinde su gibi akıcı bir sıvının bulunduğu bir tas sunulmuştur. Ezra, ağzını açmış ve sıvıyı içmiştir. Bir daha da, kırk gün boyunca, ağzını kapayamamışür. Ezra, yorulmaksızın, kırk gün müddetince, beş yazıcıya yeni harf karakterli Tevrat'ı yazdırmıştır. Yazıcılar, bu yeni harfleri anlamadan, Ezra’nın sözlerini yazmışlardır. Kırk gün sonunda Allah, Ezra’ya, Eski Ahid’in yirmidört kitabını herkese yaymasını, geriye kalan yetmiş kitabı ise hikmet sahibi kimseler için saklamasını emretmiştir .    
Ezra, yeni Tevrat’ı halkın huzuruna getirip okumuş, hükümlerini, Yahudilere tek tek açıklamış ve hayat tarzı olarak benimsemelerini istemiştir. O, Tevrat’ı haftalık okuma parçalarına ayırmış ve haftalık Tevrat. okuma geleneğini oluşturmuştur. Halkın toplanma günleri' olan Pazartesi ve Perşembe günlerini ise toplu Tevrat okuma günleri ilan etmiştir ,
Talmud’a göre Ezra, yeni Tevrat’ta bir takım değişiklikler yapmıştır. O, Musa’ya ilkel İbranî yazı karakterinde verilmiş olan Tevrat’ın yazı karakterini; kare karakterli Asurî yazı sitiline çevirmiş, öncekini Samırîlere bırakmıştır. Talmud’da, Tevrat’ın yazı karakterinin değişmesi, Ezra'nın faziletlerinden sayılmıştır.  Ezra, bunun dışında, senenin'başlangıç ayım da değiştirmiştir. O, Mısır’dan çıkışın anısını hatırlatan Nisan yerine, Babil’den çıkışın anısını hatırlatan Tişri ayını benimsemiştir .
Ayrıca o, Tevrat’ın bazı harfleri üzerine noktalar koymuştur. Babil Talmudu'nun 'mesaktot Kıtanot’ (Küçük Risaleler) bölümünden olan Avot de Rabbî Natan’da nakledildiğine göre, Ezra, bu noktalan, Tevrat metninde anlaşılması zor, müphem bazı harfler üzerine koymuştur. O, bunu, ilgili yerlerin doğru anlaşılıp anlaşılmadığını Peygamber İlya'ya, danışmak için yapmıştır. Onun onayını aldıktan sonra bu noktaları silecektir. Fakat, öyle anlaşılıyor ki, Ezra, Peygamber İlya ile karşılaşma imkanı bulamamıştır. Çünkü bu noktalar, bugünkü Tevrat nüshalarında halen korunmaktadır. Bu noktalar meselesi, Rabbanî anlayışın aksine, Ezra'nın Tevrat'ı ya değişik nüshalardan, ya da hafızasından yazdığı düşüncesini akla getirmektedir..
3.      Knesst Ha-Gadol ve Yeni Tevrat’a Katkıları
Knesst Ha-Gadol (Büyük Meclis), Ezra tarafından kurulmuş, yüzyirmi üyeli bir büyük meclistir. Bu yüzyirmi üyenin otuzunu Nevi’îm  (peygamberler), geri kalanını ise Hakhamîm (Hahamlar), Zıkanım (İleri Gelenler) ve Soferîm teşkil etmektedir .
Başlıca görevi Eski Ahid’in tam metninin tesbit edilmesi olan Knesst Ha-Gadol , Yahudilikle ilgili olarak, şunları yapmıştır:
1) Tevrat’ı Yahudi hayatının esası kılmıştır.
2) Bütün adet ve gelenekleri toplamış ve bunları Yahudiliğin iskeleti haline getirmiştir.
3) Eski Ahid’in metnine yeni eklemelerde bulunmuştur. Bu
Meclis, ayrıca, inanç alanında da bir takım yeni şeyler ihdas etmiştir .  _
4.      Soferim ve yeni Tevrat’ta Yaptığı Değişiklikler
Soferîm’in , Babil Sürgünü dönüşünde Malaki ile son bulan peygamberlik kurumundan sonra Ezra’nın önderliğinde ortaya çıktığı söylenmektedir. Fakat, Eski Ahid’e bakıldığında, Soferîm’in, Ezra’dan önceki dönemde de var olduğu anlaşılmaktadır. Hatta, Yaremya Kitabı’nda verilen bilgiden, Soferîm’in, II. Mabed Dönemi’nde olduğu kadar, I. Mabed Dönemi'nde de, aynı şekilde, etkin olduğu anlaşılmaktadır. Yehuda kralı Yoşiya zamanında (MÖ 640-609) peygamberlik yapan Yaremya, Tevrat ve din kuralları üzerindeki keyfî tasarrufları sebebiyle Soferîm’i suçlamaktadır. Yaremya, kendilerinin hikmet sahibi, Allah’ın Tevrat’ımn tek temsilcisi olduğunu ileri süren Soferîm’i yalanlamakta, onların kalemlerinin düzmece yalan şeyler yazdığım, hikmetle hiçbir ilgilerinin bulunmadığını söylemektedir. Yaremyanın bu sözleri, Soferîm’in sadece II. Mabed Dönemi’nde Ezra’nın önderliğinde ortaya çıkmadığını, önceden de var olduğunu göstermektedir. Yaremya’nın bu sözlerinden, Soferîm’in Tevrat metni üzerinde I. Mabed Dönemi’nde de oynamış olduğu anlaşılmaktadır.          
Rabbanî kaynaklarda; Ezra’dan önceki Soferîm hakkında pek bilgi verilmemiş, daha çok II. Mabed Dönemi’ndeki Soferîm Ve faaliyetleri konu alınmıştır. Bu bakımdan Soferîm, II. Mabed Dönemi’ne ait bir kurum olarak bilinmiştir. Bu kurum, görev ve yapı bakımından, Rabbanî kaynaklarda, sık sık, Knesst Ha-Gadol’la aynı görülmüştür. Talmud’dan anlaşıldığı kadarıyla, Knesset Ha-Gadol, kanun koyucu ve düzenleyici bir organ konumundadır. Bu meclisin üyeleri olmakla birlikte, Soferîm ise, üstadlan Ezra'nın metodunu takip ederek, Eski Ahid’i ve Knesset HaGadol’un kararlarım yorumlayan bir kurum durumundadır. Başka bir ifadeyle, Soferîm, Knesset Ha-Gadol’un halka uzanan koludur.
Rabbanî kaynaklara göre, Knesset Ha-Gadol’un üyesi olan Soferim, Tevrat'ın metninin yazım şeklinin tesbitinde tek tabiî yetkilidir. Onların elinden çıkan Tevrat metinleri, bütün yönleriyle, sahihtir. Kelimelerin, “Mitzraim-Mitzroim” “Eretz-Aretz”, “Şamaim-Şomaim” gibi farklı kıraatlârda okunuşu, hepsi, Sina Dağı’nda Musa’ya verilen vahye dayanmaktadır. Rabbilerin anlayışına göre, Soferîm’in yaptığı her şey vahiy kaynaklıdır. Bununla birlikte, Rabbîler, Soferîm’i Eski Ahidi metninde kasıtlı bir takım değişiklikler yapmakla suçlamış ve bu değiştirme işini “Tikkuney Soferîm” terimiyle isimlendirmişlerdir. Türkçe’ye, “Soferîm’in Tamiratları=düzeltmeleri” şeklinde tercüme edilebilecek olan Tikkuney Soferîm’in sayısı, Rabbanî kaynaklarda, onbir ile onsekiz arasında^ değişik rivayetler halinde zikredilmiş, tam listesi, toplu olarak, ünlü bilgin Yakub el-Kirkisânı’nin Kitabu’l-Envar ve’l-Merâkıb isimli eserinde verilmiştir. Bu değiştirmelerin dört tanesi Tevrat metninde yapılmıştır.    .
Tevrat metninde yapılan, bu değiştirmelerin ilki, Tekvin 18:22. cümlede yer almıştır. Bu cümlenin bugünkü metnindeki şekli şöyledir: “... ve ' Abraham hala Rabbin önünde duruyordu”. Rabbiler, bu cümlenin aslının, “... ve Rab, hâlâ Abraham’ın önünde duruyordu”, olduğunu, Soferîm’in bunu değiştirdiğini iddia etmiştir. Rabb’ilere göre, gerçekte, Allah, Abraham'ı beklemekteydi. Soferîm, bu ifadeyi, Allah’a layık görmediğinden, değiştirmiştir.
İkinci değişiklik, Sayılar Kitabı’nın “...ve eğer gözünde lütuf buldumsa, beni hemen öldür; sefaletimi görmeyeyim” cümlesinde olmuştur. Rabbiler, bu cümlenin aslının “.... ve eğer gözünde lütuf buldumsa, sefaletini görmeyeyim” şeklinde, olduğunu, Soferîm’in “sefaletini görmeyeyim” ifadesini “sefaletimi görmeyeyim” şeklinde, Musa’nın aleyhine, değiştirdiğini söylemiştir. Yahudi bilginler, bu iki cümledeki değişikliğin sebebini, orjinal cümledeki ifadenin Allah’ın şanına uygun düşmemesine, bağlamıştır. Bu anlayış, Babil Talmudu’nun "Allah’ın bir ismini hafife almaktansa, Tevrat’tan bir harfi söküp atmak daha evladır” ifadesine dayandırılmıştır .
Üçüncü değişiklik, yine Sayılar Kitabı’ndadır. Rabbilerin suçlamasına göre, bu Kitab'ın “Rica ederim, o, etinin yarısı yenilmiş olarak anasından doğan bir ölüye benzemesin” cümlesi, aslında, “Rica ederim, etimizin yarısı yenilmiş olarak anamızdan doğan bir ölüye benzemeyelim” idi. Soferîm, (Musa’yı tenzih etmek için) bu cümleyi değiştirmiştir .
Bunların/dışında, sadece Karaî bilgin Kirkisanî’nin zikrettiği ve münferit kaldığı bir cümle daha vairdır ki, o da Sayılar Kitabı’ndadır. Bu kitabın 16. bâbındaki “Bu adamların gözlerini kör mü etmek istiyorsun” cümlesi de Rabbilere göre Soferîm’in bir değiştirmesidir. Bu cümledeki “onların gözlerini” ifadesi, aslında,' “(senin) gözlerini” idi. Soferîm bunu değiştirmiştir .  
Rabbilerin Tevrat'ın metninde yapılan değişikliklerden Söferîm’i sorumlu tuttuğu diğer bir mesele, “İttur”dur. İttur, lügat anlamı itibariyle “yerleştirme” demektir. “İttur Soferîm” ise, ıstılahda, Soferîm’in Tevrat metninde yaptığı edebi süsleme, güzelleştirme” manasına gelmektedir. Üç şekli bulunmaktadır.
Musa’ya Sina’da verilen kural olarak ittur: Bu ittur, Tevrat’ın metnini daha şiirsel veya linguistik bakımdan daha tesirli göstermek için yapı-lan süslemedir. Bunun örneğini Tekvin Kitabı’nda bulmaktayız. Tekvin .18:5. cümlenin bugünkü Tevrat metnindeki şekli şöyledir: “Bir parça ekmek getireyim de yüreğinizi kuvvetlendirin, ve ondan sonra geçersiniz”. Bu cümledeki “ve ondan sonra geçersiniz” anlamındaki “âhar taâvarû” ifadesi, aslında, “ve geçersiniz” anlamında, “ve taâvarû” şeklinde olmalıydı; yani, “ahar”sız (sonra) sadece, “ve taâvarû” olarak, “vav” bağlacı kullanılmalıydı.. Bununla birlikte, “ahar taâvarû” ifadesi, linguistik bakımdan daha uygun bulunmuştur. Bu ifade, lüzumsuz bir ifade olarak görünmekle birlikte, Musa’ya Sina’da verilmiştir .
Bir âyeti doğru anlamak için yapılan ittur: Bir zamanlar, halk, kendi özel nüshalarının kenarlarına, müzakere yoluyla doğru anladıklarım belirtmek için notlar düşmüştür. Yine, Tekvin 18:5. cümle buna bir örnektir. Yukarıda izah edildiği gibi, bu cümledeki “sonra geçersiniz” anlamındaki “âhar taâvarû” ifadesinin yanma halk, doğru anlamak için “ve taâvarû”. ibaresini not düşmüştür. Çünkü, mevcud şekliyle Tekvin’in bu cümlesi yanlış anİam içermektedir. Dikkat edilirse, “ve taâvarû” yerine, linguiştik bakımdan daha şiirsel yapmak' gayesiyle “âhar taâvurû” ibaresi kullanılan bu cümle, Tevrat’taki yazılı şekliyle, “Bir parça ekmek getireyim de yüreğinizi kuvvetlendirin ve ondan sonra geçersiniz” anlamından ziyade “bir parça ekmek getireyim de yola Çıktıktan sonra yüreğinizi kuvvetlendirirsiniz” anlamını kazanmaktadır. Halbuki, bu cümlede ifade edilmek istenen, ekmeği yiyip kuvvet bulduktan sonra yola çıkmaktır; ekmeği yanında götürüp yolda yemek kasdedilmemiştir. Tevrat’ta, yirmi kadar, bilinen, böyle ittur vardır .      
Bu ilk düzeltmelerin kaldırılması ile ilgili ittur: Tevrat’ın geleneksel yorumu herkesin müşterek bilgisi haline geldikten sonra önceden yapılan bu tashihler kaldırılmıştır .
Tevrat metni üzerinde tasarruf yetkisi olan ve yaptıkları her şey Rabbiler tarafından Musa'nın Sina’dan aldığı vahye dayandırılan Soferîm’in “Tikkun” Ve “îttur” türündeki faaliyetleri, şüphesiz, yukarıda ele aldıklarımızdan ibaret değildir. Yahudilik üzerinde Hellenistik dönemde daha etkin olan Soferîm’in , Milattan sonra ikinci asra kadar, bir kurum olarak, varlığım devaffl ettirdiği tahmin edilen Knesset Ha-Gadol ve önde gelen üyeleri Soferîm , Tevrat metni üzerinde çeşitli faaliyetlere devam etmiştir. Abraham Geiger gibi bazı modem Yahudi tevrat araştırmacıları, Rabbani kaynaklarda zikredilmemiş ekstra değişiklikler tesbit etmiş ve Soferîm’in bu düzeltme faaliyetlerinin Milattan sonra ikinci asra kadar sürdüğü kanaatine varmıştır.
5.      Yahudi Rabbilerin Tevrat Tenkidleri
Rabbilere göre, Ezra'nın tesbit ettiği Tevrat’ta kronolojik düzen bakımından hata ve yanlışlıklar vardır. Rabbanî bir kaynak olan Midraş Rabah’da, Tevrat'ta bu şekilde on tane hatanın bulunduğu bildirilmektedir. Rabbî Yismael, “Düşman dedi: Takip edeceğim, üstesinden geleceğim” cümlesinin, İlahi’nin (Çıkış, 15. bâbın); "... ve sekizinci günde vaki oldu” cümlesinin, Levililer Kitabı'nın; Tesniye 29:9. cümlenin de Tesniye Kitabı'nın başında olması gerektiğini belirtmiştir. Rabbi Yismael, bu düzensizliğin sebebini, Tevrat’ta olayların anlatımında kronolojik düzene çok sık uyulmamasına bağlamıştır. Rabbî Mesela ben Tahlifa'nın Rab’dan rivayetine göre, Sayılar Kitabı'nın 1:1. cümlesiyle 9:1. cümlesi arasında çelişki vardır. 1:1. cümlede, “Mısır’dan çıkışın ikinci yılında, ikinci ayın birinci günü Rab, Sina çölünde, Toplanma Çadırı’nda, Musa'ya dedi:" denilmektedir. 9:1. cümlede ise, “ikinci yılın birinci ayında, Rab, Sina çölünde hitap etti” denilmekte ve böylece, önceki cümleyle çelişkili bir ifade sergilenmektedir. Bu çelişkili ifade, Tevrat’ta kronolojik düzenin bulunmadığım göstermektedir. Çıkış 20:16. cümle ile sayı1ar 10:15-16. cümlelerin yeri de rabbilerin dikkatini çekmiştir. Rabbi Yehuşua (Yeşu) ben Levi , Çıkış Kitabı’nda On Emir’in akabinde yeralan “Bizimle-sen konuş, biz işitelim” cümlesinin, ilk iki veya üç emirden sonra yeralması gerektiğini söylemiştir. Sayılar 10:15-16. cümleler de, Rabbilerin çoğunun görüşüne göre, başka bir yere aittir. .
Rabbiler, bu kronolojik düzensizliklerin yanında, Tevrat’ta 'bazı edebî hataların, bilgi yanlışlıklarının bulunduğunu da söylemişlerdir. Babil Talmudu’nda anlatıldığına göre, Nuh’un oğullarının yaşlan hakkında Tevrat'ın Tekvin 11:10. cümlesinde, verilen bilgileri tahkik eden rabbiler, Şam'ın yaşımn Tevrat’ta verilenden iki yaş daha fazla olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Ancak, onlar, bu tenkidi inanç alanına yansıtmamış, Tevrat'ta verilen sayının hikmet yaşını gösterdiğini söyleyerek tevile gitmişlerdir. İsmail el-Ukban, Talmud rabbilerinin bu tenkidine benzer olarak, başka noktalarda da Tevrat cümlelerini tenkid etmiştir. Bunlardan bazılan şunlardır: Ukbarî’ye göre, Tekvin 4:8. âyetindeki “ve Kain (Kabil) kardeşi Hevel'e (Habil) dedi” cümlesi eksiktir. Çünkü, Kain’in ne dediği bu cümlenin devamında belirtilmemiştir. Bu cümlenin devami “Kalk kıra gidelim” olmalıdır. Muhtemelen, bu ibare metinden düşmüştür. Çıkış 20:15. âyetteki “ve bütün halk sesleri gördü” cümlesinin aslı, “sesleri işitti” şeklindedir. Çünkü, ses görülmez, işitilir. Çıkış 16:35 1 âyetteki “İsrail man yedi" cümlesi, anlamı itibariyle, Tevrat’taki genel kronolojik düzene uymamaktadır. İsrail’in,'ınan yemesi, daha sonra, ileride gerçekleşeceğinden, bu cümlenin “İsrail man yedi” değil, “İsrail man yiyecek” şeklinde olması gerekmektedir. Ukbari’nin tenkid ettiği bir diğer cümle, Tekvin 46:15. cümledir. Bu cümlede, Yakub’un çocuklannın sayısı verilmekte, “Kızlan Ve oğulları, hepsi otuzüç idi” denilmektedir. Ukbarî’ye göre, Tekvin’de adlan belirtilen Yakub’un çocuklarının sayısı otuzüç değil, otuzikidir. Dolayısıyla bu cümle, “Kızları ve oğulları, hepsi otuziki idi” olmalıdır .   .
6.      Tevrat’ta Nesh Meselesi
Rabbiler, Tevrat’ta neshin olup olmadığını da tartışmışlardır. Babil Talmudu’nu Megillah bölümünde, İsrail’e kırksekiz erkek ve yedi kadın peygamberin geldiği, bunların Tevrat’ta herhangi, bir tasarrufta bulunmadığı belirtilmiştir. Rabbî Helbo Levililer’deki “Tanrı’nın Musa’ya, emrettiği kanunlar bunlardır” cümlesinin yeni bir kanun yapmaya mani olduğunu söylemiştir. Onun bu cümleyi yorumuna göre, hiçbir peygambere yeni bir kanun yapma izni verilmemiştir. Buna karşılık, Rabbi Yose ben Hanina ve diğerleri, Tevrat’tan bazı hükümlerin neshedildiğini iddia etmiştir. Rabbi Yose ben Hanina’ya göre, Musa dört hüküm koymuş, fakat dört peygamber gelip bunları iptal etmiştir. Bu peygamberler, Yeremya, İşaya, Ezekiel ve Amos’dur. Rabbi Simlaî ise, daha ilginç bir iddiada bulunmuştur. Onun ifadesine göre, Musa'ya altıyüz onüç kanun verilmiştir. Fakat, Davud gelmiş, Mezmurlar’da, bunların sayısını onbire indirmiştir. Davud'un onbire indirdiği bu kanunları, daha sonra, İşaya, altıya ; Mika, üçe ; Amos, bire indirmiştir. Talmud’un Şabat bölümünde nakledilen bir haberde ise, Tevrat'ın tamamen neshedildiği belirtilmiştir. Tanrıaim’den Rabban Gamaliel’in kızkardeşi İma Şalom, babasından kalan mirası almak için mahkemeye başvurmuştur. Rabban Gamaliel, Tevrat’ın “oğulun  sağ olduğu durumda kızın miras alamayacağı” hükmünü hatırlatmış ve kız kardeşinin isteğine itiraz etmiştir. Hakim, sürgünden sonra Musa’nın Tevratı'nın neshedildiğini, oğul ve kızın eşit miras hakkına sahip olduğunu bildiren yeni bir kitabın nazil olduğunu söyleyerek Rabban Gamaliel’in itirazım geçersiz bulmuştur.
Müslüman bilginlerin Tevrat’ın tahrifi hakkındaki görüşlerinin ele alındığı ve Yahudi cephesinden kritiğinin yapıldığı bu çalışmada, Tevrat’ın, Musa'ya verildiği şekliyle bugüne ulaşmadığı neticesi ortaya çıkmıştır.
Müslüman bilginlerin bu husustaki kanaatleri, Yahudi kaynaklan tarafından da doğrulanmıştır. Ancak meselenin başka bir boyutu daha bulunmaktadır. Tevrat’ın tahrif edildiğim savunan Müslüman bilginler, genellikle tarihî kısımları ele almış, ahkâm âyetlerinde değişiklik yapıldığını gösterememişlerdir.
Tevrat’ın metin olarak kasten değiştirildiği iddiasında bulunan Müslüman bilginler, Kur’an’ı ölçü almış ve Tevrat’ın muhtevasını onunla mukayese etmişlerdir. İbn Kesir, Kur’an’da zikri geçen Ad ve Semud’dan Tevrat'ta bahsedilmemesini Tevrat’ın kusuru olarak değerlendirmiştir. Yine, Tevrat’ın tahrif edilmediği iddiasında bulunan ve Kur’an’la Tevrat’ın muhteva birliğini savunan Süleyman Ateş, çelişkili bir duruma düşerek, Kur’an’da bahsi geçen, Beni İsrail peygamberlerinin bazı kıssalarının Tevrat’ta bulunmamasını, daha sonra, tahrif babından saymıştır. Ayrıca, Tevrat'ın metin olarak tahrif edildiğini savunan Müslümanlardan bazıları, Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin peygamberliğinin Tevrat’ta müjdelenmesi ile ilgili Kur'an âyetlerinin karşılığını, açık anlamda, Tevrat’ta aramış, bulamayınca, Yahudilerin Tevrat’ın lafızlarım değiştirdiğine, bazı kelime ve cümleleri çıkardığına kani olmuşlardır. İbn Kayyim el-Cevziyye’nin tanımıyla avâm tabakasından olan bu Müslümanlar, Yahudilerin Tevrat ayetlerini kendi arzuları doğrultusunda değiştirdikleri yolundaki Kur’an âyetlerini lafzî anlamda anlamış, bu değiştirmenin kalem ve silgi kullanarak, kasten, Tevrat'ın metninde yapıldığına hükmetmişlerdir. Halbuki : Kur’an, Yahudilerin Tevrat’tan hangi ayetleri değiştirdikleri hakkında detaylı bilgi-vermemektedir. Hatta Tevrat’ta yanlış olarak zikredilen, kendi nakline aykırı olan olaylarda bile Kur’an, Tevrat’ı ve Yahudileri suçlamamaktadır. Mesela, Tevrat'ın Çıkış Kitabı’ndâ İsrailoğullarımn tapınması için “altın buzağı”yı Harun’un yaptığı belirtilmektedir. Kur'an'da da anlatılan aynıolayda buzağıyı yapanın Samirî adında biri olduğu ifade edilmektedir. Tevrat’ın beyanı, bir peygamber olan Harun’u şirke öncü olarak göstermektedir. Kur'an, bunu düzeltme hususunda sessiz kalmış, Yahudileri bu konuda tahrif yapmakla suçlamamıştır.
Kıssalar’daki farklılık hususunda bu şekilde sessiz kalan Kur’an, şer’î ve ahlakî hükümlerde değişiklik yapmakla Yahudileri suçlamıştır. Ama bu suçlama Tevrat’ın metninde değişiklik yapmakla ilgili değildir. Hz. Yakub'un (İsrail) kendi nefsine haram kıldığının dışında bütün yiyeceklerin helal olduğunu, aksini iddia eden Yahudileri Tevrat’ı getirip okumalarını davet eden Al-i İmrân 95. âyet, Yahudileri yorumda ve davranışta değişiklik yapmakla suçlamaktadır. Kur’an’ın belirttiği bu hüküm, Tevrat'ın Tekvin 32:33. âyetine tekabül etmektedir, yani Tevrat’ın bu âyetinde bu hüküm yazılıdır. Yine, Tevrat’ta İsrailoğulları için cana can,' göze göz, buruna burun, kulağa kulak karşılığında kısasın farz; kılındığını hatırlatan Mâide 45. âyet de, Yahudileri, Tevrat’ta açıkça yazılı olan bu hükmü değiştirmekle itham etmektedir. Bugünkü Tevrat’ta hâlâ mevcud olan bu hüküm Talmud rabbileri tarafından diyete çevrilmiştir .. Talmud rabbilerinin yaralamaların cezasını maddi diyete çevirdiği hüküm, Yahudi şeriatı Halakhah’da yürürlüğe girmiş , Tevrat’ın kısas hükmü ise Tevrat’ta yazılı kalmıştır. Bunun dışında, zina, kati vb ölüm cezası gerektiren suçların cezası Tevrat’ta ölüm olarak tesbit edilmişken, Talmud rabbileri bunu da değiştirmiş , suçun çeşidine göre ceza tesbit etmişlerdir. Hz. Peygamber döneminde zina eden iki yahudinin katranlanarak eşeğe ters bindirilip halk arasında gezdirilmesi, muhtemelen, buna dayanmaktadır.
Netice olarak, Tevrat’ta bir takım metin değişiklikleri olmuştur. Bu' değişiklikler kasıtlı tahriften değil, Tevrat’ın metnininin farklı zamanlarda, farklı kişiler tarafından derlenmesinden kaynaklanmıştır. Tevrat’ta aynı olayla ilgili ifadeler arasında çelişkilerin bulunması bundan meydana gelmektedir. Bu çelişkili ifadeler, kronolojik düzene uymayan anlatımlar Yahudi rabbilerin de dikkatini çekmiştir. Harun'un şirke öncülük yapan biri olarak gösterilmesi, onların zihnini karıştırmıştır. Bununla birlikte onlar, bu gibi yerleri Tevrat’ın metninde düzeltme yoluna gitmemişlerdir.
Adam, Baki, Yahudi Kaynaklarına 'Göre Tevrat ve Yahudi Hayatındaki Yeri, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara 1994.1
Albo, josepf, Sefer Ha-İkkarim, İbranice-lngilizce, Tahkikli îbranice Metni İngilizce Tercümesiyle Birlikte Neşreden: Isaac Hüsik, Philadelphia 1946 (IV cilt).
Atay, Hüseyin, İslam’ın İnanç Esasları, Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1992.
Ateş, Süleyman, Kur’an’ın Evrensel Mesajına Çağrı, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1990.
Ateş, Süleyman, “Cennet Kimsenin Tekelinde Değildir", Islami Araştırmalar, Yıl 1989,' v Cilt III, Sayı 1.
Ateş, Süleyman, “Bazı Ayetleri Müteşabih Olan Kitab Kur’an mıdır?”, Tefsirin Dünü ve Bugünü Sempozyumu, Samsun 1992.   '
Avot de Rabbi Nathan, (Mesakhtot Kıtanot, Ibranice-İngilizce, İngilizce Çevirinin Editörü: Avraham Kohen, Soncino Press. London 1984, içinde).
Aydın, Mehmet, Müslümanların Hıristiyanlığa Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, Konya 1989. ,
Beydâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esrâru’t-Te'vîl, Editit Indıcıbusque Instruxit H.O. Fleischer, Biblio Verlag Omabrück 1968.            .
Birnbaum, Philip, Encylopedia ofJewish Concepts, New York 1991.
El-Bustanî, Butros, Kitabu’l-Muhîti’l-Muhît, Beyrut 1870.
Casper, Bernard M., An Introduction To Jewish Bible Commentary, London 1960.
El-Cevâlikî, Ebu Mansur, El-Muarrab Mine’l-Kelâmi’l-A'cemiyy Alâ Hurufi’l Mu’cem, Beyrut 1990.
Cordoza, Nathan T. Lopes, The Infinite Chain: Torah, Mâssorah and Man, Targum/ Feldheim, Jerusalem 1989.
Darimi, Sünen, Çağrı yayınları, İstanbul 1981.
El-Dehlevî, Şah Veliyyullah, El Fevzu'l-Kebir Fi Usüli’t-Tefsir, Türkçeye çev.: Mehmed , Sofuoğlu, Çağrı yayınlan, İstanbul 1980.  '           Ebu Davud, Sünen, Çağrı Yayınlan, İst. 1981.
Ebu’l-Feth Haşan Es-Samirî, Tarihu Ebi’l-Feth, Yazmalardan Tahkik Edip Latince Girişle Neşreden: Eduardus Wilmar, Gothae MDCCCLXV. (Latince tam künyesi: Abul Fathi. Annales Samantanı, Editid et Prolegomeis, Instruxit Eduardus, Gothae MDCCCLXV).
Ebu’l-Feth Haşan Es-Samirî, Kitab Al-Tarikh of Ebu’l-Feth, Tahkik Edip İngilizce’ye Çev: Paul Stenhouse, Studies in Judaica, University of Sydney, Sydney 1985.
El-Ezherî, Ebu Mansur Muhammed binAhmed, Tehzîbu’l-Lugati, Kahire 1967. Friedlander, Israel, Selections From the Arabic Writings of Maimonides, Leiden 1909.
Gaon, Saadya, The Book of-Beliefs and Opiniorıs, Arapça ve tbranice’den.Çev: Samuel Rosenblatt, Yale Judaica Series. New Haven 1976. ;
Geiger, Abraham, Judaism and İslam, Almanca’dan İngilizce’ye Çev: F.M. Young, Zohâr Books, Tel Aviv 1969.       
Goldzıher, Ignaz, “Ehl-i Kitaba Karşı İslam Polemiği 1", Çev.: Cihat Tunç Ankara 1 Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam İlimleri Enstitüsü Dergisi, Ankara 1980, sayı IV.
Goldzıher, Ignaz, “Ehl-i Kitaba Karşı İslam Polemiği II”, Çev.: Cihat Tunç, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam İlimleri Enstitüsü Dergisi, Ankara 1982, Sayı
, Hamişa Hurnşey Tora: Noseah Yehüdi-Noseah Şomronî, Hazırlayan: Abraham-Ratson Sadaqa, Tel Aviv 1964-1966.     
arman, Ömer Faruk, Yahudi Kutsal Kitapları, (Basılmamış Doçentlik Tez Çalışması), İstanbul 1988.
Hirschfeld, H., "Mohammedan Criticism of The Bible”, The Jewish Quarterly Review, The Originals Series as Published in England, Ktav Publishing House, New York 1966, Cilt. XIII. İbn Davud, Abraham, The Exalted Faith (HaAmunah Ha-Ramah), İngilizce’ye Çev: Norbert M. Samuelson, Fairleigh Dickinson University Press, USA 1986.
İbn Habib, Yaakov, En Yaakov, lbranice-lngilizce, İngilizce’ye Çev: S.H. Glick, New y York 5682 (V cilt).    
İbn Haldun, Tarihu İbn Haldun el-Müsemmâ bi Kitebi’l-Iber ve Divani’l-Mübteda ve 7Haber, Naşir: Muhammed Mehdi el-Hıbabî, Kahire 1936.
İbn Hallikan, Vefayâtu’l-Ayân, Tahkik: İhsan Abbas, Beyrıit 1970.
İbn Hazm, Kitabu’l Fasl Fi’l-Milel ve’l-Ehvâi ve'n-Nihal, Daru’l-Marefâ, Beyrut 1986.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Hidayetü’l-Hıyarâ fi Ecvibeii’l-Yehud ve’n-Nasarâ (Abdurrahman Beğ Paçacızade’nin “El-Fânk Beyne’l-Mahlûk ve’l-Hâlık, Mısır 1322 H” isimli eserinin kenarında).
İbn Kesir, el-Kâmil fi’t-Tarih, Beyrut 1982.
İbn Mace, Sünen, Çağn Yayınlan, İst. 1981.      1
İbn Manzur, Lisanu’l-Arap, Beyrut? (IV cilt).
İbn Teymiyye, El-Cevabu’s-Sahih Limen Beddele Dine’l-Mesîh, Matbaatu'l-medeni, Kahire 1964 (IV cilt). ;   .
İshak, Anıran, Mount Gerizim: The One True Sanctuary, Greek Convent Press, Jerusalem?
Jönsen,            Kur’an’aBilimsel-Filolojik-Pratik Yaklaşımlar, Çev: Halilrahman Açar,Ankara 1993.            /
Kahhâle, Ömer Rıza, El-Alfazu’l-Muarraba ve’l-Mevsuatu7-Vâridatu fi’s-Senavâti’lAşr er-Râbia, Dımaşk 1972.
El-Karafî, Kitabu’l-Ecvibeti’l-Fahira ani’l-Es’ileti'l-Fâcira (Paçacızade’nin “El-Farık Beyne’l-Mahluk ve'l-Halık” Mısır 1322 H) isimli eserinin kenanrida.
Khan, Geoffrey, "Al-Qirqısanis Opinions Conceming the Textofthe Bible And Parallel Müslim Attitudes Towards the Text of the Qur’an", The Jewish Quarterly Review, Philadelphia 1990, Cilt LXXXI.
El-Kirkisanî, Yakub, Kitabu’l-Envâr ve’l-Merâkıb, Leningrad Devlet Halk Kütüphanesi ve British Museum’daki Yazmalardan Tahkik Edip Neşreden: leon Nemoy, The Alexander Kohut Memorial Foundation, New York 1939.
Kitab-ı Mukaddes
Kur’ân-ı Kerim
Kutluay, Yaşar, İslam ve Yahudi Mezhepleri, Ankara 1965.
Liberman, Saul, Tobiya el-Anisî el-Halebî, Kitabu’t-Teysîr el-Âlfâz el-Dâhiliyye fi’lluğati'l-Arabiyye Maa Zikri Aslihi bi Hurûfîhâ, Lübnan 1932.
Maimonides, M., “hpistle To Yemen", Crisis And Leadership: Epistles of Maimonides, Notlarla İngilizce'yeÇev: Abraham Halkın, Philadelphia 1985.
Maimonides, M., Commentary on the Mishnah Tractate Sanhedrin, Ingilizee’ye Çev: FreedRosner, New York 1981.
…. Maimonides, M., Mişne Torah, Kısaltarak Îbranice 'den İngilizce ’ye Çev: Philip Bimbaum, New York 1974.
El-Makrizî, Takiyyüddin Ebi’l-Abbas Ahmed bin Ali (H. 845), Kitabu’l Mevâiz ve’li tibar Bizikri’l-Hıtat ve’l-Âsar El-Ma’ruf Bi’l-Hıtati’l-Makriziyye, Mektebetu’sSakafati'd-diniyye, Kahire?, (II cilt).
McCarthy, Carmel, The Tiqqune Sopherim and Other Theological Corrections iri the Masoretic Text of The Old Testament, Univesitatsverlag Freıburg SchWeiz Vandenhoeck & rubrecht Göttingen 1981.
Midraş Rabah, Hazırlayan: Moşe Uriyah Mayerkin, Hotsaat Yavneh, Tel Aviv 19561964.
Midraş Tanhuma (Buber Versiyonu), İngilizceye Çev: John T. Townsend, Ktav Publishing House, Hoboken 1989.
Midraş Tanhuma Al Hamişa Humşey Torah, Yeruşalayım 1927.
Mishnah, Giriş ve Kısa Açıklama Notlarıyla Îbranice ’den İngilizce ’ye Çev: Herbert Danby, Gr. Britain 1972.
Moore George F., Judaism In the First Centuries of the Christian Era, Harvard University Press, Cambridge 1950.
Müslim, Sahih, Çağrı Yayınlan, İst. 1981.
Nadich, Judah, Jewish Legeııds of the Second Commenwealth, Philadelphia 1983.
Nemoy, Leon, “Al-Qirqisani’s Accaount of the Jewish Sects”, Hebrew Union College Annual, Cıricınnati 1930, Cilt. VII.
Neusner, Jacob, There We Sat Down: The Stoıy of Classical Judaism In the Period In Whichlt Was Takiııg Shape, Abingdon Press, Nashvılle 1972.
Newman, Yacov-Gavriel Sivan, Judaism Â-Z: Lexicon of Terms and Concepts, Jerusalem 1980.
Newmann, J., Halachic Sources Frorn the Beginning to the Nineth Century, Leiden (EJ Brill) 1969.            .
Pesikta de Rab Kahana, Îbranice ve Aramca’dan İngilizce’ye Çev: William G., BrudaeIsrael J. Kapstein, Philadelphia 1975.
Pesikta Rabati, Îbranice’den İngilizce’ye Çev: William G. Braude, New Haven 1968.
Pfander, G. Tevrat ve Incil'de Tahrifat Yoktur, Gerçeğin Ölçütü (Mizanu'l-Hakk 1) Birinci Kısım, Sevgi Yayınlan, Kardeşler Matbaası, Ankara ?.
Pirke de Rabbî Eliezer, Viyana’lı Abraham Epstein’e Ait Yazma Metinden İngilizce’ye
Tercüme Ederek Yayına Hazırlayan: Gerald Friedlarıder, London 1916.
El-Razi, Fahreddin, Et-Tefsîru’l-Kebîr, Daru’l-Kutubu’l-tlmiyye, Tahran ?.
Rıza, Ahmet, Mu’cemu Metni’l-Luğaii, Beyrut 1958.
El-Sâbunî, Muhammed Ali, Safvetu ’t-Tefâsîr, Beyrut 1981.
El-Samarâî, İbrahim, Fi’t-Ta’rib ve’l-Muarrab, Beyrut 1985.      
Sefer Torah, (Mesakhtot Kıtanot içinde)           
Şifre on Deuteronomy, Giriş ve Notlarla İbranice’den Çev: Reuven Hammer, USA 1986.Soferim, (Mesakhtot Kıtanot, içinde).
Strack, Herman L., Introduction to the Talmud and Midrash, New York 1983.
El-Şehristanî, El-Milel Ve ’n-Nihal, Darul-Marefah, Beyrut 1990.
El-Şevkani, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Fethu’l-Kadir, Daru'l-Fikr, Beyrut 1973. (V cilt). El-Tabatabaî, Muhammed Hüseyin, el-Mizânfî Tefsirî’l-Kur’ân, Beyrut 1983 (Beşinci baskı).
El-Tabrasi, Mecmau’l-Beyan Fi Tefsiri'l-Kur’an, Mektebetu’l-llmiyyeti’l-lslamiyye, Tahran? (V cilt).           
Talmud Bavlî, İbrahice-lngilizce, İngilizce Çevirinin Editörü Yehezkel (İzidor) Epstein, Soncino Press London 1984-1990.
Tanyu, Hikmet, "Yahudiliğin Kutsal Kitapları ve Esasları", Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1967, Yıl 1966, Cilt XIV.           ,
Targum of Palestine, (The Targums of Onkelos and Jonathan ben Uzziel On The Pentateuch With The Fragments of The Jerusalem Targum, Keldanî dilinden İngilizce’ye Çev: J. W. Etheridge, Ktav Publishing House, New York 1968, içinde).
Targum Onkelos, (The Targums of Onkelos and Jonathan ben Uzziel On The Pentateuch With The Fragments of The Jerusalem Targum, içinde). 
The Jerusalem Bible, Genel Editör: Alexander Jones, Gr. Britain 1974.
The Septuagint Version of The Old Testament, İngilizce Tercümesiyle Birlikte Yayınlayan: Zondervan Publishing House, 1976.      .
The Talmud of the Land of Israel, İngilizce Çevirinin Editörü: Jacob Neusner, Nether' land 1982-1991.   
Tora-Neviim-Ketuvîm, lbranice-lngilizce, İngilizce metni gözden geçiren: Herold Fisch, Hotsaat Koren Yeruşalayım, Yeruşalayım 1989.
Tor rey, C.C., Ezra Studies, Chicagol910. Tosefta, İngilizce çevirinin editörü: Jacob Neusner, New York 1979.
Tümer, Günay, Birunî’ye Göre Dinler ve İslam Dini, Diyanet İsleri Başkanlığı Yay., Ankara 1986. '
Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul .1979. El-Zebidî, MuhammedMurtaza, Tacu’l-Arus, Mısır 1306.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar