TOPLUMUN İNTİHAR ETTİRDİĞİ VAN GOGH- LE SUICIDE DE LA SOCIETE
Hzl: Antonın Artaud-van Gogh
GİRİŞ
Van Gogh 'un akıl
sağlığından sözedilebilir, o ki, hayatı boyunca sadece bir elini pişirmiş ve
bundan başka da bir kez sol kulağını kesmekten öteye gitmemiştir, her gün,
yeşil salçada pişirilmiş vajina ya da ana rahminden çıktığında toplanmış
kırbaçlanıp azdırılan yeni doğmuş bebek organı yenilen bir dünyada.
Ve bu bir imge değildir
ama bütün yeryüzü boyunca sık sık ve güncel olarak tekrarlanan ve desteklenen
bir olgudur.
Böylelikle, bu açıklama
ne kadar çılgınca görünürse görünsün, şimdiki hayat eski adilik, anarşi,
düzensizlik, sayıklama, bozukluk, kronik delilik, burjuva durgunluk, ruhsal
çarpıklık (çünkü insan değil de dünya bir anormal olmuştur), istenmiş
namussuzluk ve çarpıcı yalana sofuluk, soylu herşeyin pis aşağılanması,
bütünüyle, ilkel bir haksızlığın gerçekleşmesi üstüne kurulu bir düzenin
talebi, sonunda örgütlü cinayet atmosferi içinde kendini korumaktadır.
Herşey kötü gitmektedir
çünkü hasta bilincin şu saatte hastalığından çıkmamakta büyük yararı vardır.
Ve böylece, çürümüş bir
toplum, kâhinlik yeteneklerinden rahatsız olduğu kimi üstün açıkgörürlüklerin
araştırmalarından kendini sakınmak için psikiyatriyi keşfetmiştir.
Gerard de Nerval deli
değildi ama öyle olmakla suçlandı, yapmaya hazırlandığı kimi önemli
açıklamaları değersiz kılmak için, ve suçlanmaktan başka, bir de kafasına
vuruldu, bir gece kafasına fiziksel olarak vuruldu, açıklayacağı korkunç
olayların belleğini kaybetmesi için, ve onlar, bu darbenin etkisiyle, onda
doğaüstü düzleme geçtiler, çünkü onun bilincine karşı gizlice birleşmiş bütün
toplum, o anda onların gerçekliğini ona unutturacak kadar güçlü oldu.
Hayır, van Gogh deli
değildi, ama resimleri suda yanan ateşlerdi, atom bombalarıydı, ki görüş
açılan, o çağda ortalığı kasıp kavuran diğer resimlerin yanında, ikinci
İmparatorluk burjuvazisinin ve III. Napoleon'unkilerin olduğu kadar Thiers’in,
Gambetta’nın, Felix Faure’un polislerinin kurtçuk konformizmini ağır biçimde
rahatsız edebilecek nitelikteydi.
Çünkü van Gogh’un resmi,
törelerin belirli bir konformizmine değil, kurumlarınkine saldırır. Ve dış doğa
bile, mevsimleriyle, gel git’leriyle ve gün tün eşitliği fırtınalarıyla, van
Gogh ün yeryüzünden geçişinden sonra, aynı evrensel çekimi koruyamaz.
Dahası, toplumsal
düzlemde, kurumlar parçalanmaktadırlar ve tıp da işe yaramaz ve havayla
bozulmuş ceset şekline bürünür, o ki van Gogh 'un deli olduğunu açıklamıştır.
Çalışan van Gogh’un
açıkgörürlüğü karşısında, psikiyatri artık sadece kendilerinin de takıntıları
olan ve kendileri de eziyet gören goriller sığınağıdır, onlar ki insan
korkusunun ve boğulmasının en feci durumlarını dindirmek için sadece gülünç bir
terminolojiye sahiptirler, bozuk beyinlerinin lâyık ürünü olan.
Gerçekten, bir tek
psikiyatr bile yoktur ki tanınmış bir sapkın olmasın.
Ve psikiyatrların
kökleşmiş sapkınlığı kuralının hiçbir istisnayı kabul edebileceğini sanmıyorum.
Ben bir tanesini
tanıyorum, isyan etmişti birkaç yıl önce, içinde bulunduğu yüce reziller ve
patentli düzenbazlar grubunun bütününü toplu halde böyle suçladığımı görmek
düşüncesine.
Ben, bay Artaud, dedi
bana, bir sapkın değilim, ve hadi bakalım, size meydan okuyorum, suçlamanızı
yöneltmek için dayandığınız unsurlardan bir tekini bana gösterin, görelim.
Unsur olarak sizi
göstermem yeter, doktor L. (1) pis suratınızda izini taşımaktasınız, iğrenç adi
yaratık.
O, cinsel avını dilinin
altına sokup onu sonra badem olarak döndürenin - belirli bir şekilde incir
yapmak için - çapa suratıdır.
Bunun adı, dünyalığını
doğrultmak ve kendi maydanozunu seçmektir.
Eğer cinsel birleşmede,
bildiğiniz belirli bir şekilde, gırtlak deliğinden gurk gurk etmeye, ve aynı
anda boğazdan, yemek borusundan, sidik yolundan ve anus'dan guruldamaya
erişemediyseniz, tatmin olmuş sayamazsınız kendinizi.
Ve iç organik
sıçrayışınızda almış olduğunuz bir kıvrım vardır, cisimleşmiş tanığı mide
bulandırıcı bir fuhuşun, onu ki beslemektesiniz, yıldan yıla, gitgide daha
fazla, çünkü toplumsal olarak kanunun hükmüne girmez, ama başka bir kanunun
hükmüne girer ki orda bütün incitilmiş bilinç acı çekmektedir, çünkü siz böyle
davranarak onun soluk almasını engellemektesiniz.
Çalışan bilincin
sayıkladığına karar veriyorsunuz, onu diğer yandan iğrenç cinselliğinizle
boğazlamaktayken.
Ve işte zavallı van
Gogh’un iffetli olduğu düzlem budur, bir meleğin ya da bir bakirenin
olamayacağı kadar iffetli, çünkü asıl onlardır
kışkırtan
ve başlangıçta besleyen,
büyük makinasını günahın.
Belki de zaten, doktor
L., haksız meleklerin soyundansınız, ama lütfen rahat bırakın insanları, van
Gogh 'un her çeşit günahtan arınmış vücudu, delilikten de arınmıştı, ki onu
zaten bir tek günah getirir.
Ve ben katolik günaha
inanmıyorum, ama erotik suça inanıyorum, ondan ki yeryüzünün bütün dahileri,
tımarhanelerin sahici delileri sakınmışlardır, ya da o zaman sahici deli
değildiler.
Ve nedir sahici bir
deli?
İnsan onurunun yüce bir
fikrine karşı davranmaktansa, toplumsal olarak anlaşıldığı anlamda deli olmayı
tercih etmiş insandır.
Böylece, toplum,
kurtulmak ya da kendini korumak istediği herkesi tımarhanelerinde boğazlatmış
tır, bazı ulu pislikler konusunda kendisiyle suç ortaklığı yapmayı reddetmiş
kişiler olarak.
Çünkü bir deli, toplumun
dinlemek istememiş olduğu ve dayanılmaz gerçekler söylemesini engellemek
istemiş olduğu bir insandır da.
Ama, bu durumda, içeri
kapatma onun tek silahı değildir, ve insanların hemfikir toplaşması, kırmak
istediği iradelerin hakkından gelmek için başka yollara sahiptir.
Kır büyücülerinin küçük
büyülemelerinin dışında, bütün uyarılmış bilincin dönem dönem katıldığı muazzam
toplu büyüleme hareketleri vardır.
Böylece, daha yumurtası
kabuğunda bir savaş, bir devrim, bir toplumsal kargaşa durumunda, birlik olmuş
bilinç sorgulanır ve kendini sorgular, yargısını da duyurur.
Onun, kimi yankı
uyandıran bireysel durumlarla ilgili olarak da doğurtulduğu ve kendinden
çıkartıldığı olabilir.
Böylece, Baudelaire,
Edgar Poe, Gerard de Nerval, Nietzsche, Kierkegaard, Hölderlin, Coleridge ile
ilgili/ üstünde herkesin anlaştığı büyülemeler olmuştur, ve van Gogh 'la ilgili
de olmuştur.
Bu gündüz meydana
gelebilir, ama genellikle, tercihen, gece meydana gelir.
Böylece, acayip güçler
kaldırılıp getirilmektedir yıldızlı gökyüzüne, kişilerin çoğunun kötü tininin
zehirli saldırganlığının, bütün insan soluk alışı üstünden, oluşturduğu şu bir
çeşit karanlık kubbeye.
Böylece, yeryüzünde
çırpınmış ender açıkgörür iyi niyetler, gündüzün ve gecenin bazı saatlerinde,
kendilerini sahici ve uyanık bazı kabus durumlarının dibinde görürler,
çevreleri, yakında törelerde açıkça belirdiği görülecek bir çeşit yurttaşlık
büyüsünün müthiş emmesiyle, müthiş dokunaçlı baskısıyla sarılmış.
Bir yandan cinselliği,
diğer yandan da, zaten, kilise ayinini, ya da başka ruhsal ayinleri, temel ya
da dayanak noktası olarak elinde bulunduran bu oybirlikli pisliğin karşısında,
motif üstünde bir manzara resmetmek için on iki mum bağlı bir şapkayla
geceleyin dolaşmakta sayıklama yoktur;
çünkü nasıl yapacaktı
zavallı van Gogh, kendini aydınlatmak için? geçen gün dostumuz, oyuncu Roger
Blin’in, haklı olarak belirttiği gibi.
Pişmiş el ise, sadece ve
sadece kahramanlıktır, kesilmiş kulak, dolaysız mantık, ve, tekrarlıyorum, kötü
niyetini amacına ulaştırmak için gece gündüz, ve gitgide daha çok, yenilmez
olanı yiyen bir dünyaya bu noktada çenesini kapamak düşer.
Van Gogh özel bir
sayıklama durumundan dolayı öl- memiştir, ama başlangıçtan beri bu insanlığın
haksız tininin çevresinde çırpındığı bir sorunun bedensel olarak zemini
olmaktan dolayı ölmüştür.
Tenin tine, ya da
bedenin tene, ya da tinin her ikisine üstünlüğü sorununun.
Ve nerdedir bu
sayıklamada insan benliğinin yeri?
van Gogh kendisininkini
bütün hayatı boyunca garip bir enerji ve kararlılıkla aramıştır, ve bir
çılgınlık an'ında, ona varmamanın büyük korkusunda intihar etmemiştir, ama
tersine, ona tam varmıştı ve ne olduğunu, kim olduğunu tam bulmuştu ki toplumun
genel bilinci, kendisinden kopmuş olduğundan dolayı onu cezalandırmak için, onu
intihar etti.
Ve van Gogh’la da her
zaman olduğu gibi oldu, bir seks partisi, bir kilise ayini, bir tövbe duası, ya
da başka bir kutsama, sahibolma, dişi ya da erkek cinlere karışma ayini
esnasında.
Böylelikle onun bedenine
girdi, bu tövbe edip bağışlanmış, kutsanmış, kutlu kılınmış
ve cinlere karışmış
toplum, onda yeni almış
olduğu doğaüstü bilinci sildi, ve, iç ağacının tellerinde bir siyah kargalar
taşkını gibi, ani bir düzey değişikliğiyle onu su altında bıraktı, ve, onun
yerini alarak, onu öldürdü.
Çünkü modem insanın
anatomik mantığıdır, hep sadece cinlere karışmış olarak yaşayabilmiş ve
yaşadığını düşünebilmiş olmak.
Salt çizgisel resim beni
uzun süredir çılgına çeviriyordu ki çizgiler ya da biçimler değil ama durgun
doğanın sanki sarsıntı durumunda şeylerini resmeden van Gogh’la karşılaştım.
Ve onlar da durgun.
Sanki herkesin kapalı
sözlerle söz ettiği, ve bütün yeryüzü ile şimdiki hayatın aydınlatmak için
burunlarını sokmalarından beri daha karanlık duruma gelen o durgunluk gücünün
korkunç bıçkı darbesi altında gibi.
Oysa, kendi lobut darbesiyle,
gerçekten lobut darbesiyle durmaksızın vurmaktadır van Gogh doğanın bütün
şekillerine ve nesnelere.
Van Gogh’un çivisiyle
taranmış manzaralar düşman tenlerini kamı deşilmiş kıvrımlarının hırçınlığını
gösterirler, ki diğer yandan hangi acayip güç dönüşümdedir, bilinmez.
van Gogh 'un
tablolarının bir sergisi hep önemli bir an'dır tarihte, resmedilmiş şeylerin
tarihinde değil, ama kısaca tarihsel tarihte.
Çünkü van Gogh 'un - gün
ışığına çıkmış, bir serginin duvarlarında görülmeye, duyulmaya, dokunulmaya,
koklanmaya sunulmuş -sonunda güncelliğe yepyeni fırlatılmış, dolaşıma yeniden
sokulmuş bir resmi kadar havanın monad'larını geri döndüren, şeylerin nevrotik
yazgısı fama fatum’un ters şeklinin boynunu büken açlık, salgın, volkan
patlaması, zelzele, savaş yoktur.
Orangerie Sarayındaki
son van Gogh sergisinde, zavallı ressamın bütün büyük tualleri yer almıyor. Ama
orada olanlar arasında, yeterli sayıda lal rengi bitki tutamlarıyla süslü fır
dönen geçitler, bir porsuk ağacının açtığı çukur yollar, saf altından buğday
yığınları üstünde dönen morumsu güneşler, Sakin Baba (2) ve van Gogh tarafından van Gogh
portreleri bulunmakta, anımsatmak için hangi sefil nesne, kişi, malzeme, unsur
yalınlığından
çıkarmış olduğunu van
Gogh’un bu org şarkılarım, havai fişeklerini, atmosfer yortularını, sonu
gelmeyen ve zaman dışı bir dönüşümün o "Sihirli Taşı”nı.
Ölümünden iki gün önce
resmedilmiş bu kargalar, tıpkı öbür tualleri gibi, ona belirli bir ölüm sonrası
ününün kapısını açmamışlardır, ama onlar resmedilmiş resme ya da daha doğrusu
resmedilmemiş doğaya olanaklı bir öte'nin, olanaklı bir sürekli gerçekliğin
gizli kapısını açmaktadırlar - gizemli ve uğursuz bir öte'nin van Gogh
tarafından açılan kapısı arasından.
Olağan değildir görmek,
bir insanın, kamında onu öldürmüş tüfek atışıyla, bir tual üstüne kargalar
yığmasını, altında belki kurşuni mor olan, ama boş olduğu kesin, toprağın şarap
tortusu renginin buğdayların pis sarısıyla çılgınca çarpıştığı bir ovayla.
Ama van Gogh 'tan başka
hiçbir ressam onun gibi, kargalarım resmetmek için, akşamın inen ışığına
yakalanmış karga kanatlarının bu yer mantarı siyahını, bu "zengin
yemek" ve aynı anda sanki dışkısal gibi olan siyahını bulmayı
başaramamıştır.
Ve neden yakınmakta
aşağıda toprak, kanatlan altında gösterişli kargaların, ki herhalde tek van
Gogh için gösterişli, ve, diğer yandan, artık ona dokunmayacak bir acının
şatafatlı habercisi?
Çünkü buraya kadar hiç
kimse toprağı şu kirli çamaşır yapmamıştı, şarapla burulmuş ve bulanmış kana.
Tablonun göğü çok
alçaktır, ezik, morumsu, yıldırımdan kenar yollar gibi.
Boşluğun alışılmamış
karanlık püskülü, şimşek sonrası yükselen.
van Gogh kargalarını,
intihar etmiş insan dalağının siyah mikroplan gibi üst kısmın birkaç santimetre
yakınına ve sanki tualin altından gibi bırakmıştır, siyah bıçak yarası boyunca
çizginin, onda ki, zengin tüylerinin çırpışı yeryüzü fırtınasının çalkantısı
üstünde yukarıdan bir soluk kesilmesinin tehditlerini dayandırmaktadır.
Oysa bütün tablo
zengindir.
Zengin, görkemli ve
sakin, tablo.
Onurlu eşliği ölüme - hayatı
boyunca o kadar çok sarhoş güneş döndürmüş olanın sürgünden kaçış halinde o
kadar çok tahıl yığını üstünde, ve, umutsuz, kamında bir tüfek atışı, bir
manzarayı kan ve şarapla kaplamadan, toprağı hem sevinçli hem karanlık, ekşi
şarap ve bozuk sirke tadında son bir sübyeyle ıslatmadan edememiş olanın.
İşte böylece van Gogh
'un yaptığı son tualin ton'u, o ki diğer yandan resmi hiç aşmamıştır, en
patetik, tutkusal ve tutkulu Elizabet dramının keskin ve barbar tınısını
çağrıştırmaktadır.
İşte beni en çok çarpan
budur van Gogh 'ta, ki ressamların en ressamıdır, ve, resim denilen ve olandan
daha öteye gitmeyerek, anekdot'a, öyküye, dram’a, imgeli eyleme, öznenin ya da
nesnenin iç güzelliğine başvurmak adına tüp’ten, fırçadan, motif ile tual'in
çerçevesinden çıkmayarak doğayı ve nesneleri Öyle bir şekilde tutkulandırmaya
erişmiştir ki Edgar Poe'nun, Herman Melville’in, Nathanael Havvthome'un, Gerard
de Nerval'ın, Achim von Amim'in ya da Hoffmann'ın herhangi hayret verici
masalı, psikolojik ve
dramatik düzlemde onun üç kuruşluk tualleri kadar şey söylemez, tualleri ki
hemen hemen hepsi, zaten, ve sanki kasıtlı olarak, küçük boyuttadırlar.
Bir iskemle üstünde bir
el şamdanı, örülmüş yeşil ekin sapından bir koltuk, koltuk üstünde bir kitap,
ve işte dram aydınlatılmış vaziyette.
Girecek olan kim?
Gauguin mi yoksa başka
bir hayalet mi?
Saman koltuk üstündeki
yanmış şamdan, söylendiğine göre, van Gogh 'un ve Gauguin'in iki karşıt
kişiliğini ayıran ışıklı çizgiyi belirtmektedir.
Tartışmalarının estetik
nesnesi, eğer anlatılacak olursa, fazla ilginç gelmez herhalde, ama van Gogh ve
Gauguin’in tabiatları arasında insani bir bölünmeyi ortaya koysa gerek.
Sanıyorum ki Gauguin,
sanatçının simgeyi, mitos'u araması gerektiğini, hayatın şeylerini mitos’a
kadar büyütmesi gerektiğini düşünüyordu, oysa van Gogh, mitos’un hayatın en
basit şeylerinden çıkarılmasının bilinmesi gerektiğini düşünmekteydi.
Ve ben de düşünüyorum ki
bunda kesinlikle haklıydı.
Çünkü gerçeklik feci bir
şekilde üstündür her hikayeden, her masaldan, her tanrıdan, her
gerçeküstülükten. Yeterli olan, onu yorumlamasını bilmek dehasına sahip
olmaktır.
Ki bunu zavallı van
Gogh’tan önce hiçbir ressam yapmamıştır, ondan sonra da hiçbir ressam
yapmayacaktır, çünkü sanıyorum ki bu kez, tam bugün, işte şimdi, şu şubat 1947
ayında, gerçekliğin ta kendisi, gerçekliğin mitos'unun ta kendisi, mitos'sal
gerçekliğin ta kendisi, vücuda girmektedir.
Böylece, van Gogh’tan
beri hiç kimse büyük zili, insanüstü, sürekli olarak insan-üstü tınıyı
sarsmasını bilememiştir ki onun geri püskürtülmüş emrine göre gerçek hayatın
nesneleri tınlamaktadırlar, onların su kütlesinin kabarmasını anlamak için
kulağımızı yeterince açık tutmasını bildiğimizde.
İşte böylece şamdanın
ışığı tınlamaktadır, yeşil ekin sapından koltuğun üstünde yanmış şamdanın ışığı
tınlamaktadır uyumuş bir hastanın vücudu önünde seven bir vucudun soluması
gibi.
Garip bir eleştiri gibi
tınlamaktadır o, derin ve şaşırtıcı bir yargı gibi, sanki kararını van Gogh ün
bizim daha sonra, çok daha sonra, varsaymamızı sağlayacağı, ekin sapından
koltuğun menekşe ışığı tabloyu kaplamayı bitirdiğinde.
Ve büyük yan koltuğun,
yeşil ekin sapından ayrık eski koltuğun çubuklarını yiyen o leylak ışık
kesiğini farketmemek olanaksızdır, o hemen farkedilmese de.
Çünkü odağı başka yere
yerleştirilmiş gibidir ve kaynağı garip bir şekilde karanlıktır, tek van Gogh
'un, kendi üstünde, anahtarını koruduğu bir giz gibi.
Eğer van Gogh otuz yedi
yaşında Ölmeseydi kendime resmin hangi
yüce başyapıtlarla zenginleşeceğini söylemek için Büyük Ağlayan Kadın'a başvurmuyorum,
çünkü, "Kargalardan sonra, van Gogh 'un bir tablo daha yapmış olacağına
kendimi inandıramam.
Bence o otuz yedi
yaşında öldü çünkü ne yazık ki bir kötü tin’le bağlanmış insan hikâyesinin -
yürek karartıcı ve çileden çıkaran hikaye - sonuna gelmişti.
Çünkü kendiliğinden,
kendi deliliğinin acısından terketmemiştir van Gogh hayatı.
Ölümünden iki gün önce,
psikiyatr kesilmiş doktor Gachet adını alan, ve ölümünün dolaysız, etkin ve
yeterli nedeni olan kötü tin’in baskısı altında terketmiş tir.
van Gogh 'un kardeşine
yazdığı mektupları okurken, kesin ve içten inancına vardım,
"psikiyatr" doktor Gachet'nin aslında ressam van Gogh 'tan nefret
ettiğinin, ve ondan ressam olarak, ama herşeyin üstünde dahi olarak nefret
ettiğinin.
Hem doktor hem de dürüst
insan olmak aşağı yukarı imkansızdır, ama aynı zamanda en tartışılmaz deliliğin
damgasını taşımadan psikiyatr olmak namussuzca olanaksızdır: güruha yakalanmış
her bilim adamım, her dahinin bir çeşit doğuştan ve yaradılıştan düşmanı yapan,
güruhun o eski soya çekme refleksine karşı koyamamak deliliğinin.
Tıp, kötülükten
doğmuştur, eğer hastalıktan doğmadıysa, ve, tersine, kendine bir varoluş sebebi
vermek için hastalığı bütünüyle kışkırtmış ve yaratmışsa; ama psikivat- ri
kötülüğü hastalığın kaynağında tutmak istemiş, ve böylece dehanın kökeninde
olan hak arayan başkaldırı atılımını temelinden kovmak için kendi
hiçliklerinden bir çeşit isviçreli muhafız çekip çıkarmış varlıkların
ayaktakımı güruhundan doğmuştur.
Her çılgın insanda
anlaşılmamış bir dahi vardır, kafasında parlayan fikrin herkesi korkuttuğu, ve
hayatın kendisine hazırlamış olduğu boğazlamalara bir çıkışı ancak sayıklamada
bulabilmiş.
Doktor Gachet van Gogh
'a resmini düzeltmek için orada olduğunu söylemiyordu (Rodez tımarhanesinin
başhekimi doktor Gaston Ferdriere tarafından bana şiirimi düzeltmek için orada
olduğunun söylendiğini duyduğum gibi), ama onu motif üstünde resim yapmaya
gönderiyordu, düşünmek acısından kurtulmak için bir manzaraya gömülmeye.
Sadece, van Gogh başını
çevirir çevirmez, doktor Gachet onda düşüncenin değiştirgecini kapıyordu.
Kötülük
düşünmüyormuşcasına, ama zararsız gibi görünen bir şeyin o değer vermeyici
burun kıvırmalarından biriyle, onda ki yeryüzünün bütün burjuva bilinçdışı yüz
kez geriye püskürtülmüş bir düşüncenin eski büyüsel gücünü kaydetmiştir.
Bunu yaparak, doktor
Gachet ona sadece sorunun acısını yasaklamıyordu, ama kükürtlü tarlayı da, tek
geçidin gırtlağında dönen çivinin sıkıntısını da yasaklıyordu,
onunla ki van Gogh,
tetanoz edilmiş olarak, van Gogh, soluğun uçurumunda dayanaksız olarak, resim
yapmaktaydı.
Çünkü van Gogh feci bir
duyarlıktı.
Bundan emin olmak için,
onun hep soluk soluğa, ve bazı yanlarıyla da büyüleyici gibi olan kasap yüzüne
bakmak yeterlidir.
Sanki durulmuş ve şimdi
işi bırakmış antik bir kasabın- ki gibi, bu kötü aydınlatılmış yüz beni
izlemektedir.
van Gogh bir çok tual’de
kendini temsil etmiştir, ve, onlar ne kadar iyi aydınlatılmış olurlarsa
olsunlar, hep bende onlara ışık konusunda yalan soyletildiğinin, van Gogh 'tan
kendi içinde yolunu kazması ve çizmesi için zorunlu olan bir ışığın alındığının
acı izlenimi olmuştur.
Ve bu yolu da, kuşkusuz,
doktor Gachet değildi, ona gösterebilecek olan.
Ama, söylediğim gibi,
yaşayan her psikiyatrda tiksindirici ve pis bir soyaçekim vardır, karşısındaki
her sanatçıda, her dahide, ona bir düşman gösteren.
Ve biliyorum ki doktor
Gachet, tarihte, tedavi ettiği ve sonunda evinde intihar eden van Cogh'un
karşısında, onun yeryüzündeki son dostu, bir çeşit tannnın gönderdiği avun-
durucu anısını bırakmıştır.
Oysa ben her zamankinden
daha çok düşünmekteyim ki, Auvers-sur-Oise'lı doktor Gachet'ye borçlu olmuştur
van Gogh , o gün, Auvers-sur-Oise’da intihar ettiği gün, borçlu olmuştur,
diyorum, hayatı terketmesini, çünkü van Gogh , kendilerine her koşulda, daha
Ötesini, olguların dolaysız ve görünürdeki gerçeğinden sonsuz ve tehlikeli bir
şekilde daha Ötesini görmeyi sağlayan üstün açıkgörürlüğe sahip tabiatlardan
biriydi.
Bilincin tutmaya
alıştığı bilinçten daha ötesini demek istiyorum.
Sanki yolunmuş kasap gözlerinin
dibinden, van Gogh kendini, vakit geçirmeksizin, doğayı nesne olarak ve insan
vucudunu tencere ya da pota olarak alan o karanlık simya işlemlerinden birine
vermekteydi.
Ve biliyorum ki doktor
Gachet, bunun onu yorduğunu düşünürdü hep.
Bu da onda basit bir
tıbbi tasanın etkisi değildi, ama itiraf edilmemiş olduğu kadar bilinçli bir
kıskançlığın itirafıydı.
Çünkü van Gogh meczup
kuruntusunun o aşamasına gelmişti ki, düzensiz durumdaki düşünce geriye
akmaktadır istila eden deşarjlar karşısında ve düşünmek, kendini aşındırmak
değildir artık, ve yoktur artık, ve sadece vücut toplamak kalmıştır, demek
istiyorum ki
Gök cisimlerinin dünyası
değildir artık, dolaysız yaratıcınınkidir, bilincin ve beynin ötesinden böylece
yeniden ele alman.
Ve ben hiç görmedim
beyinsiz bir vucudun, hareketsiz duvar bölmeleriyle yorulduğunu.
Hareketsiz'in duvar
bölmeleri şu köprüler, şu ayçiçekleri, şu porsuk ağaçları, şu zeytin hasatları,
şu ot biçimleri. Artık kımıldamıyorlar.
Öyle durup kalmışlar.
Ama kim onları daha katı
olarak düşleyebilir, içine girilmez sıçramalarının mührünü sökmüş diri diri
bıçak darbesi altında?
Hayır, bir duvar
bölmesi, doktor Gachet, kimseyi yormamıştır hiç. Onlar, öfkeden kendinden
geçmiş insan güçleridir, kımıldatmadan duran.
Ben de zavallı van Gogh
gibiyim, artık düşünmüyorum, ama her gün daha yakından müthiş içsel kaynamalar
yönetmekteyim, ve herhangi bir tıbbın gelip de beni kendimi yoruyorum diye
kınamasını görmek sahiden ilginç olur.
van Gogh 'a bir miktar
para verilmesi gerekiyormuş, ve bu konuda, hikayenin anlattığına göre: van
Gogh, birkaç gündür, sabırsızlanıyormuş.
Hep gerçeğin bir kerte
üstünde olan yüksek tabiatların eğilimidir, herşeyi kötü bilinçle açıklamak,
hiçbirşeyin tesadüfen olmadığına ve kötü olarak meydana gelen herşeyin
bilinçli, akıllı ve anlaşmış bir kötü niyetin etkisiyle meydana geldiğine
inanmak.
Ki buna psikiyatrlar hiç
inanmaz.
Ki buna dahiler hep
inanır.
Hasta olduğumda, bu
büyülendiğimdendir ve hasta olduğuma inanamam, diğer yandan birinin sağlığımı
benden almakta çıkarı olduğuna ve sağlığımdan yararlandığına inanmazsam.
van Gogh da
büyülendiğine inanıyordu ve bunu söylüyordu.
Ve ben de yetkili bir
şekilde onun öyle olduğuna inanıyorum ve nereden, nasıl olduğunu bir gün
söyleyeceğim.
Ve doktor Gachet o gülünç
kaba gardiyan oldu, o kanlı irinli gardiyan, ceketi gök mavisi ve çarşafı
parıltılı, bütün sağlıklı fikirlerini almak için zavallı van Gogh 'un karşısına
konulmuş. Çünkü sağlıklı olan bu görüş tarzı oybirliğiyle yayılmış olsaydı,
toplum artık yaşayamazdı, ama ben biliyorum yeryüzünün hangi kahramanlarının
orada özgürlüğüne kavuşacağını.
van Gogh vaktinde
silkmesini bilmedi, o bir çeşit vampirizmini ailenin, ressam van Gogh 'un
dehasının resim yapmakla yetinmesinden - aynı zamanda meczup kişiliğinin bedensel
ve fiziksel gelişmesi için zorunlu olan devrimi talebetmeden - çıkarı olan.
Ve doktor Gachet ile van
Gogh 'un kardeşi Theo arasında, kaç tane o pis kokan uzlaşma görüşmelerinden
oldu, ailelerle tımarhanelerin başhekimleri arasında gerçekleşen, onlara getirdikleri
hasta konusunda.
- Denetleyin onu, bütün bu fikirlere sahip olmasın artık;
duyuyor musun, doktor söyledi, bütün bu fikirleri kaybetmek lazım; sana acı
veriyor, eğer bunu düşünmeye devam edersen, ömür boyu kapalı kalacaksın.
- Ama hayır, bay van Gogh , kendinize gelin bakalım, bunlar
tesadüftür, ve sonra hiçbir zaman iyi olmamıştır înayet’in sırlarına böyle
bakmak istemek. Bay Bilmem Kim'i tanıyorum, çok iyi insandır, zulüme uğrama
fikriniz yeniden başgösterdiği için inanıyorsunuz onun böyle gizlice büyü
yaptığına.
~ Bu miktarın ödeneceği
konusunda size söz verildi, o ödenecektir. Bu gecikmeyi kötü niyete bağlamakta
böyle diretmeyi sürdüremezsiniz.
Bunlar hiçbirşey
değilmiş gibi olan o yumuşak saf psikiyatr konuşmalarındandır, ama kalbin
üstünde küçük siyah bir dilin izi gibi bir şey bırakırlar, zehirli bir
semenderin zararsız küçük siyah dili.
Ve
bazen daha fazlası gerekmez bir dahiyi intihara sürüklemek için.
Kalbin, çıkmazı öyle
feci bir şekilde hissettiği günler gelir ki, o, kafasının üstüne bir bambu darbesi
yer sanki, o artık geçemeyeceği düşüncesi.
Çünkü
doktor Gachet'yle bir konuşma sonrasında değil mi ki van Gogh , hiçbir şey
yokmuş gibi, odasına girdi ve intihar etti.
Ben de bir tımarhanede
dokuz yıl geçirdim ve hiç intihar takıntım olmadı, ama biliyorum ki sabahleyin,
ziyaret saatinde, bir psikiyatrla yaptığım her konuşma, bana kendimi asmak
isteğini verirdi, onu gırtlaklayamayacağımı hissettiğimden.
Ve Theo belki maddi
olarak kardeşine karşı çok iyiydi, ama bu onu sayıklayan, meczup, sanrılı
sanmasını engellemiyordu, ve o, sayıklamasında onu izlemek yerine,
sakinleştirmeye çaba harcamaktaydı.
Sonra da pişmanlıktan
ölmüşse, bunun ne önemi var?
van Gogh 'un dünyada en
çok bağlı olduğu şey, kendi ressam fikriydi, kendi korkunç fanatik, kıyametsel
meczup fikri.
Dünyanın, onun kendi ana
kalıbının emrine girmesi gerektiği; meydanda gerçekleşen karanlık bayram
ritm’ini - ki sıkıştırılmış ve anti ruhsal - yeniden alması gerektiği; ve,
herkesin önünde, potanın aşırı ısıtmasına yeniden konulması gerektiği fikri.
Bu demektir ki kıyamet,
tamamlanmış bir kıyamet, şu saatte, büyük ızdırap çeken ihtiyar van Gogh 'un
tual'lerin- de saklı bulunmaktadır, ve yeryüzünün de başı ve ayaklarıyla
saldırmak için ona ihtiyacı vardır.
Herkes aslında
cehennemden çıkmak için yazmıştır, ya da resim yapmıştır, heykel yapmıştır,
taslak yapmıştır, kurmuştur, bulmuştur.
Ve, cehennemden çıkmak
için, bu sakin çırpmanın doğalarını, İhtiyar Brueghel'in ya da Jeröme Bosch’un
kaynaşan kompozisyonlarından daha çok seviyorum, onlar ki, onun karşısında,
sadece sanatçıdırlar, van Gogh 'un yanılmamak için çabalayan zavallı bir kör
cahil olduğu yerde.
Ama nasıl anlatmalı bir
bilim adamına diferansiyel hesapta, kuantum teorisinde, ya da gün tün eşitliği
an'mın erken gelmesinin müstehcen ve öylesine bönce dinsel sınavlarında kesin
olarak düzeni bozulmuş bir şey olduğunu, - van Gogh 'un, yatağının seçilmiş bir
köşesinde öylesine yumuşakça köpüklendirdiği şu karides pembesi ayak örtüsünden
dolayı; Veronese yeşili küçük isyandan dolayı, şu kayığın suya batmış gök
mavisi, önünde Auvers-sur-Oise'lı bir çamaşırcı kadının işini bırakıp
doğrulduğu; dipte, orada, ucu sivri, köyün çan kulesinin gri açısının arkasında
vidalanmış şu güneşten dolayı da; önde, şu kocaman toprak kütlesi ki, müziğin
ön plan’ında, buz tutacağı dalgayı aramakta.
o vio profe o vio proto
o vio loto o thethe
van Gogh 'un bir
tablosunu betimlemek, neye yarar! Başka biri tarafından denenen hiçbir
betimleme, van Gogh 'un kendisinin yaptığı basit doğal nesneler ve renkler
sıralaması değerinde olamaz, büyük ressam olduğu kadar büyük yazar da,
betimlenen yapıtla ilgili en şaşırtıcı sahiciliğin izlenimini veren.
Resim çizmek nedir?
Ona nasıl varılır?
O, hissettiğimiz ile
yapabileceğimiz arasında gibi bulunan görünmez bir demir duvarın içinden
kendine bir yol açma eylemidir. Bu duvar nasıl geçilmelidir, çünkü sert vurmak
bir işe yaramaz, bu duvar aşındırıl- malıdır ve eğeyle geçilmelidir, bence
yavaş yavaş ve sabırla.
8 eylül
1888.
Gece kahvesi tablomda,
kahvenin insanın bütün parasını kaybedebileceği, delirebileceği, cinayetler
işleyebileceği bir yer olduğunu anlatmaya çalıştım. Sonunda, yumuşak pembe ile
şarap tortusu kan kırmızısı kontrastlarıyla, yumuşak Louis XV ve Veronese
yeşili ile sert sarı-yeşiller, mavi-yeşiller kontrastlarıyla - bütün bunlar bir
cehennem fırını, bir soluk kükürt havasında - bir koltuk meyhanesinin
karanlıklarının gücü gibi bir şeyi anlatmaya çalıştım.
Oysa bir Japon eğlencesi
görünümü altında ve Tartarin'ın saflığıyla...
23
temmuz 1890.
Belki Daubigny bahçesinin
şu krokisine bakarsın - benim en isteyerek yaptığım tuaVlerimden biridir, - ona
eski köylü kulübeleri krokisiyle yağmur sonrası uçsuz bucaksız buğdaylı alanlar
gösteren iki tane otuzluk tual'in krokilerini ekledim...
Daubigny bahçesi önde
yeşil ve pembe otlar. Solda yeşil ve leylak rengi bir çalılıkla beyazımsı
yapraklı bir bitki çotuğu. Ortada bir gül kısmı, sağda bir kafes çit, bir
duvar, ve duvarın üstünde menekşe yapraklı bir fındık ağacı. Sonra leylaklardan
bir çit, sarı yuvarlaklaşmış ıhlamurlar sırası, evin kendisi ta dipte, pembe,
damı mavimsi kiremitli. Bir bank ve üç sandalye, san şapkalı bir siyah figür ve
Önde bir siyah kedi. Solgun yeşil gökyüzü (3)
Öyleyse hadi deneyin ve
söyleyin bana, van Gogh 'un bir tual’ini yapan kişi olmayarak, onu bu küçük
mektuptaki kadar basit, kuru, nesnel, kalıcı, geçerli, sağlam, kapalı,
kütlesel, sahici ve mucizevi bir şekilde betimleyebilir misiniz.
(Çünkü ayırıcı ölçüt
çivi, bir genişlik ya da kramp değil, yumruğun basit kişisel gücü sorunudur.)
Öyleyse van Gogh 'un
ardından van Gogh 'un bir tablosunu betimlemeyeceğim, ama van Gogh 'un, doğayı
yeniden topladığı, onu sanki yeniden terlediği ve terlettiği, kendinden sonra
artık doğal görüntülerin oluşmadığı düşünülemeyecek asırlık cisimler
ufalanmasını, apostroflann, çiziklerin, virgüllerin, çubukların korkunç
cisimsel baskısını tual’leri üstüne demetler halinde, sanki anıtsal renk
demetleri halinde saçtığı için ressam olduğunu söyleyeceğim.
Ve kaç tane bastırılmış
dirsek vurmasının, tıpkı tıpkısına benzetilmiş göz çarpışmasının, motifte
yakalanmış göz kırpmasının barajını devirmeleri gerekti, gerçekliği işleyen
güçlerin ışık akımlarının, sonunda geriye püskürtülmeden, ve sanki tual'e
çekilmeden, ve kabul edilmeden önce?
Hayalet yoktur
tablolarında van Gogh 'un, hayal yoktur, sanrı yoktur.
Öğleden sonra saat
iki'deki bir güneşin kızgın hakikatidir.
Azar azar aydınlatılmış
ağır bir oluş kabusu.
Kabus’suz ve etkisiz.
Ama doğum öncesinin
acısı ordadır.
Islak parlamasıdır bir
otlağın, bir buğday fidesi sapının, şurda geri gönderilmeye hazır.
Ki bundan doğa bir gün
hesap verecektir.
Toplumun da hesap
vereceği gibi, onun vakitsiz ölümünden.
Rüzgar altında eğilmiş
bir buğday fidesi, üstünde kanatları, virgül halinde konmuş tek bir kuşun,
hangi ressam, ki sadece ressam olmayacak, van Gogh gibi böylesine yumuşatıcı
basitlikteki bir konuyu ele alma cüretini gösterebilirdi ?
Hayır, hayalet yoktur
van Gogh’un tablolarında, dram yoktur, konu yoktur, hatta derim ki nesne
yoktur, çünkü motifin kendisi nedir ki ?
Anlatılamaz bir antik
müzik motefinin demir gölgesi gibi, kendi konusundan umudunu yitirmiş bir
tema’nın leit- motiv'i gibi birşey değilse.
Bu görülmüş çıplak ve
saf doğadır, ortaya çıktığı şekilde, ona yeterince yaklaşılması bilindiğinde.
Buna tanık, şu eritilmiş
altından, eski Mısır’da pişmiş tunçtan manzara, ışıktan öyle çökmüş ki dağılır
gibi olan damlar üstüne kocaman bir güneşin dayandığı.
Ve bana bu esrarengiz
boğulmuş kadın, yararsız bir kapalılığın cesedi - ki kafası açılmış ve cellat
kütüğü üstünde sırrını teslim eden - hissini veren kıyamet, hiyeroglif, hayalet
ya da heyecan resmi tanımıyorum.
Bunu derken Sakin
Baba’yı, ya da, kolunda, sanki bir paçavracı çengeli gibi, bir şemsiye asılı
iki büklüm bir ihtiyarın en son geçtiği o acayip sonbahar yolunu düşünmüyorum.
Onun parlak yer mantarı
siyahı kanatlı kargalarını düşünüyorum yeniden.
Buğday tarlasını
düşünüyorum yeniden: başak üstü başak, ve herşey söylenmiş oluyor, önde, birkaç
küçük gelincik başıyla, yumuşakça serpilmiş, acı ve sinirli bir şekilde
yerleştirilmiş oraya, ve seyrek, bilerek ve öfkeyle noktalanmış ve parça parça
edilmiş.
Sadece hayat böyle deri
soyulmaları sunmasını bilir, düğmeleri açık bir gömlek altından konuşan, ve
bilinmez niçin bakış sağa değil de sola kaymaktadır, kıvırcık ten tepesine.
Ama bu böyledir ve bir
olgudur.
Ama bu böyledir ve olur.
Gizli, onun yatak odası
da, öyle hoş bir tarzda köylü, ve sanki, manzarada, uzakta, onları saklayan
pencerenin ardında titreştiğini gördüğümüz buğdayların şekerlemesini yaptıracak
bir kokunun yayıldığı.
Köylü, eski ayak
örtüsünün rengi de, bir midye, deniz kestanesi, karides, Güney barbunyası
kırmızısı, bir kızıl biber kırmızısı.
Ve şüphesiz van Gogh’un
hatasındandır eğer yatağının ayak örtüsünün rengi gerçekte o denli başarılı
olduysa, ve görmüyorum hangi dokuyucu onun anlatılamaz sıkılığının yerini
değiştirebilirdi, van Gogh’un bu anlatılamaz sıvanın kırmızısını beyninin
dibinden tual'ine aktarmasını bildiği gibi.
Ve bilmiyorum sözde
kutsal ruhlanmn kafasında belalı "Meryem'lerine bir vitrayın aşıboyalı altınını,
sonsuz mavisini düşleyen kaç tane cani rahip, havada ayırmasını, havanın sinsi
alaycı duvar oyuklarından çekip çıkarmasını bilmişlerdir, şu bütün bir olay
olan açık yürekli renkleri, onlarda ki van Gogh 'un tual üstünde her fırça
darbesi bir olaydan da beterdir.
Bir kez, bu temizcecik
bir oda verir, ama hiçbir benedikten'in sağlık alkollerini kıvamına getirmek
için artık bulmasını bilemeyeceği bir belsem ya da hoş koku ayna sırı'ndan.
Başka bir kez, kocaman
bir güneşin ezdiği sade bir tahıl yığını verir bu.
Sihirli Taş'ı
düşündürüyordu bu oda, saydam incilerden beyaz duvarıyla, pürtüklü bir tuvalet
havlusunun, yaklaşılmaz ve rahatlatıcı eski bir köylü nazarlığı gibi asılı
olduğu.
O hafif tebeşir
beyazlarından var, eski işkencelerden beter, ve hiçbir zaman, bu tual'deki
kadar, zavallı büyük van Gogh 'un eski iş yapma titizliği ortaya çıkmaz.
Çünkü budur sahiden
bütün van Gogh, gizli ve patetik bir tarzda vurulmuş fırça darbesinin biricik
titizliği. Şeylerin sıradan rengi, ama öylesine doğru, öylesine severek doğru
ki, onun enderliğine varabilecek değerli taş yoktur.
Çünkü van Gogh sahiden
bütün ressamların en ressamı olmuştur, yapıtının kesin yolu ve olanaklarının
kesin çerçevesi olarak resmi aşmak istememiş tek ressam.
Ve, diğer yandan, resmi,
doğayı temsil etmenin hareketsiz eylemini mutlak olarak aşmış tek ressamdır,
mutlak olarak tek, doğanın bu dar temsilinde dönen bir güç, tam kalpten
koparılmış bir unsur fışkırtmak adına.
Temsilin altından, bir
hava çıkartmıştır, ve onun içine bir sinir kapatmıştır, ki doğada değildirler,
ki gerçek doğanın havasından ve sinirinden daha gerçek bir doğaları ve bir
havaları vardır.
Görüyorum, bu satırları
yazdığım saatte, ressamın kanlı kızıl yüzünün bana doğru geldiğini, kamı
deşilmiş ay- çiçeklerinden bir duvar içinde, müthiş bir saydamsız yemen taşı
yakıt artıklan, ve lacivert taşı otlakları parlamasında.
Bütün bunlar,
kendilerini tane tane gösteren atomlann sanki meteorik bir bombardımanı
ortasında, ki van Gogh 'un tual’lerini bir ressam gibi, kuşkusuz, ve sadece bir
ressam gibi düşündüğünün kanıtı, bir ressam ama, tam bundan dolayı da, müthiş
bir müzikçi.
Org’cusu, durmuş ve
berrak doğada gülen, iki coşma arası yatışmış bir fırtınanın, ama, van Gogh’un
kendisi gibi, bu doğa, ayağını kaldırmaya hazır olduğunu göstermekte.
Onu gördükten sonra,
herhangi bir resimli tual’e sırt çevrilebilir, bize daha fazla söyleyeceği şey
yoktur. van Gogh’un resminin fırtınalı ışığı, karanlık anlatılarına, onu
görmeyi bıraktığımız saatte başlar.
Sadece ressam, van Gogh
, daha fazlası değil, felsefe, mistik, ayin, psikürji ya da litürji yok, tarih,
edebiyat ya da şiir yok, onun tunç renkli altın ayçiçekleri resmedilmişlerdir;
ayçiçekleri gibi resmedilmişlerdir, sadece o kadar, ama doğal halinde bir
ayçiçeğini anlamak için, şimdi van Gogh 'a dönülmesi gereklidir, tıpkı doğal
halinde bir fırtınayı, fırtınalı bir gökyüzünü, doğal halinde bir ovayı
anlamak için van Gogh 'a
dönülmeden yapılamayacağı gibi.
Hava böyle fırtınalıydı
Mısır'da ya da sami Juda'nın ovalarında, belki böyle siyahtı hava Keldani
ülkesinde, Moğolistan'da ya da Tibet dağlarında, ki yer değiştirmiş olduklarını
kimse söylemiyor bana.
Oysa, gömülmüş bir kemik
yığını kadar beyaz, ve üstüne şu eski morumsu göğün dayandığı şu buğday ya da
taş ovasına baktığımda, inanamam artık Tibet dağlarına.
Ressam, sadece ressam,
van Gogh , salt resmin olanaklarını aldı ve onları aşmadı.
Demek istiyorum ki,
resim yapmak için, resmin kendisine sunduğu olanaklardan yararlanmaktan öteye
gitmedi.
Fırtınalı bir gök,
tebeşirden beyaz bir ova, tual’ler, fırçalar, kırmızı saçları, tüp’ler, sarı
eli, sehpası, ama Tibet'in toplanmış bütün lama'ları hazırlamış oldukları
kıyameti eteklerinin altında silkebilirler, van Gogh bize önceden sezdirmiştir
onun azot peroksit'ini, bizi tam yönelmeye zorlayacak kadar uğursuzluk taşıyan
bir tual'de.
Bir gün esti ona böyle,
motifi aşmamaya karar vermek, ama, van Gogh’u gördüğümüzde, motiften daha az
aşılabilir bir şey olduğuna artık inanamayız.
Mor şasi’li ekin
sapından bir koltuk üstünde yanmış bir el şamdanının basit motifi, van Gogh 'un
eli altında, yunan trajedilerinin ya da zaten şimdiye kadar oynanmamış olan
Cyril Tourneur'ün, VVebster'in ya da Ford'un dramlarının bütün dizisinden daha
çok şey söyler.
Edebiyatsız, van
Gogh’un, manzaralarının patlamasında kanla kızıllaşmış yüzünün bana doğru
geldiğini gördüm,
kohan
taver
tensur
purtan
bir parlama içinde, bir
bombardıman içinde, bir patlama içinde, ki zavallı deli van Gogh 'un bütün
hayatı süresince boynunda taşıdığı o değirmen taşının öcünü almaktalar.
Ne için ve neresi için
olduğunu bilmeden resim yapmanın değirmen taşı.
Çünkü hiç bu dünya için,
bu yeryüzü için çalışmadık biz, sürekli olarak, mücadele etmedik, korkudan,
açlıktan, sefaletten, kinden, skandal’dan, ve tiksintiden haykırmadık,
zehirlenmedik hepimiz, onun tarafından hepimiz büyülenmiş olsak da, ve intihar
etmedik sonunda, çünkü değil miyiz hepimiz, zavallı van Gogh’un kendisi gibi,
toplumun intihar etmişleri!
van Gogh resim yaparken
hikayeler anlatmaktan vazgeçti, ama harika olan, bu sadece ressam olan ressamın,
ve öbür ressamlardan daha ressam, çünkü malzeme, boya, onda Ön plan'da bir yere
sahiptir, tüp'ten dışarı sıkılır sıkılmaz kavranan renk ile, fırça tüylerinin
renkte sanki biri diğerinin ardından gelircesine iziyle, sanki kendi güneşinde
ayn, boyanmış resmin fırça darbesiyle, rengin kendisine burguyla delinmiş,
altüst edilmiş, ve ressamın her yandan matlaştırdığı ve karıştırdığı
kıvılcımlar halinde fışkıran fırça ucunun i’si, virgül’ü, noktası ile, harika
olan, bu sadece ressam olan ressamın, bütün doğuştan ressamlar içinde, işimizin
resimle olduğunu en çok unutturan olmasıdır, seçtiği motifi temsil etmek için
resimle, ve karşımıza, sabit tual’in önüne, saf gizi, işkence çeken çiçeğin,
çoşkulu fırçası tarafından bütün yanlardan kılıçla vurulmuş, sürülmüş ve
bastırılmış manzaranın, saf gizini getiren olmasıdır.
Onun manzaraları, ilkel
kıyametlerini daha bulmamış, ama bulmadan etmeyecek olan eski günahlardır.
Niçin van Gogh’un
resimleri, dünyanın mezarının sanki öbür yanından görülüyorlarmış izlenimini veriyorlar
böyle bana, o dünyada ki sonuçta güneşleri sevinçli bir şekilde dönmüş ve
aydınlatmış herşey olmuşlardır.
Çünkü bir gün ruh
denilen şeyin bütün tarihi değil mi, onun çırpman manzaralarında ve
çiçeklerinde yaşayan ve ölen?
Ruh ki kulağını vücuda
vermiştir, ve van Gogh onu ruhunun ruhuna iade etti, bir kadın, uğursuz hülyayı
pekitmek için.
Bir gün ruh yoktu, tin
de yok, bilinçse, kimse bunu düşünmemişti, ama neredeydi, zaten, tam savaş
halinde, yok olur olmaz yeniden oluşan cisimlerden kurulu bir dünyada düşünce,
çünkü bir barış lüks'üdür düşünce.
Ve akılalmaz van Gogh
'tan daha iyi hangi ressam sorunun olgusal yanını anlamıştır, onda ki her
gerçek manzara, sanki güç halinde, yeniden başlayacağı potanın içindedir.
O
zaman, ihtiyar van Gogh kraldı, ki ona karşı, uyurken, Türk kültürü denilen
ilginç günah yaratıldı, dürüstlüğünün içini doldurmak adına, doğal bir şekilde
sanatçı yemekten başka bir şey yapmasını bilmemiş insanlığın günahının örneği,
konutu, sebebi.
Bunda da alçaklığını
ayinsel olarak kutsallaştırmaktan başka bir şey yapmamıştır, insanlık.
Çünkü insanlık zahmetine
katlanmak istemez yaşamanın, gerçekliği oluşturan güçlerin şu doğal dirsek
dirseğe gelmelerine girmenin, onlardan hiçbir fırtınanın artık zarar
veremeyeceği bir vücut çıkarmak için.
O hep, sadece varolmakla
yetinmeyi tercih etmiştir. Hayatıysa, sanatçının dehasında gidip aramaya
alışmıştır.
Oysa, van Gogh, ki bir
elini pişirmiştir, hiç korkmamıştır savaştan yaşamak için, yani varolma
fikrinden yaşama olgusunu çıkarmak için, ve herşey elbette varlık zahmetine
katlanmadan varolabilir, ve olabilir herşey, öfkeli van Gogh gibi ışıldamak ve
kırmızı kırmızı parlamak zahmetine katlanmadan.
İşte bunu almıştır
toplum ondan, gerçekleştirmek için türk kültürünü, o görünüşteki dürüstlüğün
ki, kökeni ve desteği cinayet olan.
Ve işte böylece ölmüştür
van Gogh intihar ederek, çünkü artık onu çekememiştir bütün bilincin ittifakı.
Çünkü, tin, ruh, bilinç,
düşünce yoktuysa, patlayıcı tuz vardı, olgun volkan, kaygı taşı, sabır,
hıyarcık, pişmiş tümör, ve derisi yüzülmüş vücut yarası.
Ve kral van Gogh
uyumaktaydı, sağlığının isyanının bir dahaki uyarı işaretinin kuluçkasında.
Nasıl?
İyi sağlığın, birbirine
sürtülerek alıştırılmış acılardan, yüz yarayla aşındırılmış müthiş yaşama
ateşlerinden bir kan dolgunluğu olmasından dolayı, yine de yaşatılması gereken,
kendini devam ettirmesinin sağlanması gereken.
Kim pişmiş bomba ve
sıkıştırılmış başdönmesi kokmuyorsa, canlı olmaya lâyık değildir.
Bu, zavallı van Gogh 'un
ateş patlamasıyla açığa vurmayı görev edindiği merhemdir.
Ama uyanık duran
kötülük, ona acı verdi.
Türk, dürüst görünüşü
altında, van Gogh a nazikçe yaklaştı, ondan badem şekerini toplamak için,
oluşan doğal badem şekerini koparmak amacıyla.
Ve van Gogh orada bin
tane yaz kaybetti.
Ki bundan öldü otuz yedi
yaşında, yaşamadan önce, çünkü her maymun, ondan önce, onun toplamış olduğu
güçlerden yaşamıştır.
Ve işte şimdi geri
verilmesi gereken budur, van Gogh 'a dirilmesini sağlamak için.
Bir alçak maymun ve
ıslak köpek insanlığı karşısında, van Gogh’un resmi, ruhun, tin’in, bilincin,
düşüncenin olmadığı, sadece sırasıyla bağlanmış ve çözülmüş bas:. cisimlerin
olduğu bir zamanın resmi olmuştur.
Güçlü çırpınmalardan,
öfkeli örselenmeleri ı manzaralar, ateşin, kesin sağlığa eriştirmek için,
işlediği bir vücudunkiler kadar.
Vücut, derinin altında,
çok ısınmış bir fabrikadır, ve, dışarıda, hasta parlamaktadır, ışıldamakta,
bütün gözenekleriyle, ki patlak.
İşte bir manzarası van
Gogh’un öğle vakti.
Sadece aralıksız savaş
açıklar, ancak bir geçiş olan barışa
nasıl ki boşaltılmaya
hazır bir süt, kaynadığı tencereyi açıklar.
Kuşkulanın van Gogh 'un
güzel manzaralarından, fır dönen ve barışçıl, çırpman ve barıştırılmış.
Geçecek olan ateşin iki
yükselmesi arası sağlıktır.
Bir sağlık isyanının iki
atılımı arası ateştir.
Bir gün van Gogh 'un hem
ateşle hem de sağlıkla silahlanmış resmi, kalbinin artık dayanamadığı kafeste
bir dünyanın tozunu havaya fırlatmak için geri dönecektir.
Kargalar tablosuna
dönüyorum.
Kim bu tablodaki kadar
toprağın denizle eşdeğer olduğunu görmüştür, şimdiye değin.
van Gogh , bütün
ressamlar içinde, bizi en derin şekilde soyandır, ve örgüye dek, ama bir
takıntının bitleri ayıklanırcasına.
Nesnelerin başka
olmalarını kurmak, başka'nın günahı tehlikesini sonunda göze almak takıntısı,
ve toprak, sıvı bir denizin rengine sahip olamaz, oysa sıvı bir deniz gibi
fırlatmaktadır van Gogh toprağını sanki bir dizi bıçkı darbesi halinde.
Ve şarap tortusu rengini
akıtmıştır tual’ine, ve topraktır şarap kokan, buğday dalgaları ortasında hâlâ
çalkalanan, her yandan gökte biriken alçak bulutlara karşı kara bir horoz ibiği
doğrultan.
Ama, daha önce de
söyledim, hikayenin kasvetli yanı, kargaların işlenişindeki lüks'tür.
Şu misk, zengin arpa,
sanki büyük bir akşam yemeğinden çıkmış yer mantarı rengi.
Gökyüzünün morumsu
dalgalarında, iki ya da üç dumandan ihtiyar başı, bir kıyamet yüz
buruşturmasını göze almıştır, ama van Gogh’ün kargaları ordadır, onları daha
edepli davranmaya iten, daha az ruhsallığa demek istiyorum, ve ne söylemek
istemiştir van Gogh’ün kendisi bu basık göklü tual ile, sanki tam varoluştan
kurtulduğu anda resmedilmiş, çünkü bu tual'in garip bir rengi vardır, neredeyse
tumturaklı, doğuma, düğüne, gidişe dair, kargaların kanatlarının güçlü zil
darbeleri vurduğunu duyuyorum, dalgasını van Gogh 'un artık durduramayacak gibi
göründüğü bir toprak üstünde.
Sonra ölüm.
Saint-Remy zeytin ağaçları.
Güneş servi'si.
Yatak odası.
Zeytin hasadı.
Aliscamps'lar.
Arles kahvesi.
Suya parmağımızı
batırmak istediğimiz köprü, bir çocukluk durumuna şiddetli bir gerileme
deviniminde, van Gogh ün olağanüstü bilek kuvvetinin bizi yaşamak zorunda
bıraktığı.
Su mavidir, bir su
mavisinden değil, bir sıvı boya mavisinden.
İntihar etmiş deli
oradan geçmiş ve resmin suyunu doğaya iade etmiş, ama ona, kim onu geri verecek?
Bir deli mi, van Gogh ?
Bir gün, bir insan
yüzüne bakmasını bilmiş olan, van Gogh’un kendisi tarafından portresine baksın,
yumuşak şapkalı olanı düşünüyorum.
Aşın açıkgörür van Gogh
tarafından resmedilmiş o bizi inceleyen ve gözleyen, ters ters bakan, kızıl
saçlı kasap şekli.
Bir insan yüzünü
böylesine ezici bir güçle yoklamasını ve onun reddolunamaz psikolojisini sanki
bıçakla gibi kesip ayırmasını bilecek bir tek psikiyatr tanımıyorum.
van Gogh’un gözü büyük
bir dahininkidir, ama belirdiği tual'in dibinden beni kesip ayırma tarzına
bakacak olursam, onda şu an bir ressamın değil, benim tarafımdan hayatta hiç
karşılaşılmamış bir filozofun dehasının yaşadığmı hissederim.
Hayır, Sokrates bu göze
sahip değildi, ondan önce bir tek zavallı Nietzsche belki, o ruhu soyan, vucudu
ruhtan kurtaran, insan vucudunu çırılçıplak kılan - tin'in kaçamakları dışında
- bakışa sahip oldu.
van Gogh’un bakışı
asılıdır, vidalanmıştır, cam gibidir seyrek gözkapakları, zayıf ve bir tek
kıvrımı olmayan kaşları ardında.
Dümdüz batan bir
bakıştır, iyi yontulmuş bir ağaç gibi bıçakla budanmış bu yüzde delip geçer.
Ama van Gogh ,
gözbebeğinin boşluğa devrileceği an'ı yakalamıştır, bir meteor’un bombası gibi
bize karşı fırlamış bu bakışın, onu dolduran boşluğun ve devinimsizliğin durgun
rengini aldığı an'ı.
Dünyadaki bütün
psikiyatrlardan daha iyi, işte böyle saptamıştır büyük van Gogh hastalığının
yerini.
Deliyorum, geri
alıyorum, inceliyorum, takıyorum, söküyorum, hiçbirşey saklamıyor ölü hayatım,
ve kimseye kötülük yapmamıştır hiçlik de, beni içeri dönmeye zorlayan, şu geçen
ve bazen beni altında bırakan gönül yıkıcı yokluktur, ama orada berrak, çok
berrak görüyorum herşeyi, hiçliğin bile ne olduğunu biliyorum, ve içinde ne
olduğunu söyleyebilirim.
Ve haklıydı van Gogh,
sonsuzluk için yaşanabilir, sadece sonsuzlukla hoşnut olunabilir, bin büyük
dahiyi doyuracak kadar sonsuzluk bulunmakta yeryüzünde ve kürelerde, ve eğer
van Gogh bununla bütün hayatına ışık yaymak arzusunu gerçekleştiremediyse,
toplumun ona bunu yasaklaması yüzündendir.
Düpedüz ve bilinçlice
yasaklaması yüzünden.
Bir gün van Gogh 'u
katledenler olmuştur, Gerard de Nerval’ı, Baudelaire’i, Edgar Poe’yu ve
Lautreamont'u katledenler olduğu gibi.
Bunlar ona bir gün şunu
söyleyenlerdir:
Ve şimdi, yeter artık
van Gogh, hadi mezara, bıktık usandık senin dehandan, sonsuzluksa, bizim
içindir sonsuzluk.
Çünkü van Gogh
sonsuzluğu aramaktan ölmemiştir, sefaletten ve nefes tıkanmasından boğulmaya
zorlanmamıştır, o daha yaşarken, sonsuzluğu ona karşı ellerinde
bulundurduklarını sananlar güruhu tarafından, sonsuzluğun ona verilmeyişi
yüzünden ölmüştür;
ve van Gogh bütün hayatı
boyunca yaşamaya yetecek kadar sonsuzluk bulabilirdi, eğer kitlenin hayvani
bilinci, resimle ya da şiirle hiç ilişkisi olmamış seks partilerini beslemek
için ona sahip olmak istemeseydi.
Dahası,
yalnız başına intihar edilmez.
Kimse
yalnız olmamıştır doğmak için.
Kimse
de yalnız değildir ölmek için.
Ama, intihar durumunda,
doğaya karşı kendi hayatından kendini yoksun etme eylemine vücudu karar
verdirmek için bir kötü varlıklar ordusu gereklidir.
Ve inanıyorum ki son
ölüm dakikasında, hep başka biri vardır, bizi kendi hayatımızdan yoksun
bırakmak için.
İşte böylece van Gogh
kendini mahkum etti, çünkü yaşamayı bitirmişti ve, kardeşine mektuplarının
sezinlettiği gibi, çünkü kardeşinin bir oğlunun doğumu karşısında, kendini
beslenmesi gereken fazladan bir ağız olarak hissetmişti.
Ama özellikle de varı
Gogh sonunda kavuşmak istiyordu o sonsuzluğa, ona ki, söylediğine göre, bir
yıldıza giden bir trene binilir gibi binilip gidilir, ve hayattan kurtulmaya
iyice karar verildiği gün binilip gidilir.
Oysa, meydana geldiği
şekilde, van Gogh 'un ölümünde, bunun olduğunu sanmıyorum.
van Gogh’u dünyadan önce
kardeşi kovdu, ona yeğeninin doğumunu açıklayarak, sonra da doktor Gachet kovdu,
ona dinlenmeyi ve yalnızlığı önermek yerine, van Gogh 'un gidip yatmakla daha
iyi edeceğini hissettiği bir gün onu motif üstünde resim yapmaya yollayan.
Çünkü ızdırap çektirilen
van Gogh 'un yapısındaki bir açıkgörürlüğe ve duyarlığa böyle dolaysızca karşı
durulmaz.
Bazı bilinçler vardır
ki, kimi günler, basit bir çelişki yüzünden kendilerini öldürebilirler, ve
bunun için de deli, saptanmış ve kataloğa girmiş deli olmak gerekmez, tersine,
sağlıklı olmak ve aklı kendi tarafında bulundurmak yeterlidir.
Ben, benzer bir durumda,
çoğu kez başıma geldiği gibi, bana "Bay Artaud, sayıklıyorsunuz"
denilmesini duymaya bir cinayet işlemeden artık dayanamam.
Ve van Gogh , bunun
kendisine denildiğini duydu.
Ve bu yüzden gerildi
boğazında, onu öldürmüş olan bu kan düğümü.
van Gogh , büyü ve
büyülemeler konusunda, onun Orangerie müzesinde sergilenen eserlerinin önünden
iki aydır sırayla geçen bütün insanlar, 1946'nın şubat, mart, nisan ve mayıs
aylan akşamlan yap tıklan herşeyi ve başlarına gelen herşeyi hatırladıklarından
iyice eminler mi? Havanın ve sokaklann atmosferinin sıvı, jelatinli, kararsız
gibi olduğu, ve yıldızlarla gökyüzünün ışığının kaybolduğu belli bir akşam
olmadı mı?
Ve van Gogh orada
değildi, ki Arles kahvesini resmetmiştir. Ama ben Rodez'deydim, yani hâlâ
yeryüzünde, Paris'in bütün sakinleri, bir gece boyunca, onu terketmeye
kendilerini çok yakın hissetmiş olmalıyken.
Ve onların hep birlikte
katıldıklarından dolayı değil miydi bazı genel adiliklere, Parislilerin
bilincinin, bir ya da iki saatliğine normal düzlemini terkedip, öbüründe, dokuz
yıllık kapatılma sürem boyunca çoğu kez tanığı olmaktan biraz fazlasını
olduğum, o kitle halinde kin gösterilerinden birine geçtiği. Şimdi kin
unutuldu, onun ardı sıra gelen gece temizlemeleri de, ve alçak domuz yavrusu
ruhlarını açıkça ve herkesin yüzüne o kadar çok defa göstermiş aynı kişiler,
şimdi sırayla van Gogh 'un önünden geçmekteler, onun ki, o yaşarken, onlar ya
da onların babaları ve anneleri, boynunu o kadar iyi sıktılar.
Ama sözünü ettiğim
akşamlardan birinde, Madeleine bulvarına, Mathurins’ler sokağının açısına,
kocaman bir beyaz taş düşmedi mi, sanki Popocatepetl volkanımın yeni bir
volkanik püskürmesinden çıkmış?
Giriş, 28 şubat ile 2
mart 1947 arası yazılmış metinlerden yola çıkılarak dikte edilmiştir.
Giriş'in
Post-Scriptum'u, 10 mart 1947 tarihine doğru dikte edilmiştir.
Doktor L, doktor Jacques Latremoliere olabilir
(Rodez akıl hastanesinin doktorlarından).
Toplumun intihar
ettirdiği: ilk şekli, 8 ile 15 şubat 1947 arasında yazılmıştır.
Pere Tanguy resmine burada yanlışlıkla Pere
Tranqu- ille (Sakin Baba) denilmiştir. Çünkü, sergiyi gezerken, tablonun ismi
Artaud’ya böyle bildirilmiş. Yanlışlık belirtildiğinde, Artaud bunun anlamsız
olmadığını söylemiş, ve bu ismin resmedilen şahsa uygun olduğunu ileri sürmüş.
Artaud, Vincent van Gogh
'un kardeşi Theo'ya mektupları yapıtından, 1. La Haye'den 1882-1883'lerde
yazılmış mektubun bir bölümü, 2. Arles'dan yazılmış, 8 eylül 1888 tarihli
mektubun bir bölümü, 3. Auvers-sur-Oise'dan 23 temmuz 1890 tarihli bir mektubu
seçmişti. Kitap baskıya hazırlanırken, Artaud mektupların sırasını
karıştırmıştı, ve ilk mektuptan bir bölüm, 3. mektubun devamında yer almıştı.
PostScript um, 15 ile 28
şubat 1947 arası yazılan metinlerden dikte edilmiştir.
PostScriptum'un
PostScriptum'u, düzeltilmiş daktilo nüshasına eklenmiştir.
Antonin Artaud 1896'da
Marsilya'da doğdu. Sahneye koyuculuk yaptı, birçok tiyatro yapıtında ve filmde
rol aldı; resimleri de vardır. Sürrealist akıma bir süre katıldı. 1926'da topluluktan
atıldı.
Bu sıralarda
Correspondance avec Jacques Riviere
(«Jacques Riviere ile
yazışma» - 1924), L’Ombilic des Limbes («Bellisizliklerin göbeği» -1925), Le
Pese-Nerfs («Sinir tartısı» -1925), L’Art et la Mort («Sanat ve ölüm» -1929)
adlı küçük boyutta kitapları yayınlandı. 1931 -1935 yılları arası Le Theâtre et
Son Double («Tiyatro ve sureti» - yayın tarihi: 1938) adlı yapıtını oluşturan
yazılan yazdı. 1934'te, Î.S. 204 - 222 yılları arasında yaşamış çılgın Roma
imparatorunu konu alan Heliogabale adlı yapıtını yayınladı. 1936'da Meksika'ya
gitti. Orada yaklaşık altı ay kaldı. Tarahumara yerlileri arasında edindiği
izlenimleri Les Tarahumaras («Tarahumara'lar» - 1955) adlı kitabında işledi.
1937'de İrlanda'ya yaptığı bir gezinin dönüşünde tutuklanıp akıl hastanesine
kapatıldı. Çeşitli akıl hastanelerinde, en son da Rodez'dekinde kaldı (1943 -
1946). Orada tekrar yazı yazmaya başladı: Lettres de Rodez («Rodez'den
mektuplar» - 1946).
1946'da Özgürlüğüne
kavuştu. Yaşamının son iki yılında sürekli olarak ürün verdi: Artaud le Mömo,
Ci-gît («Burada gömülüdür»), van Gogh le suicide de la Societe («van Gogh
toplumun intihar ettirdiği»), Suppöts et Supplications («Kötülük ortakları ve
işkenceler»), Pour en finir avec le jugement de Dieu («Tanrı yargısının işini
bitirmek için»). 4 Mart 1948'de öldü.
van Gogh, toplumun
intihar ettirdiği K yayınevinde, 1947 yılında yayınlanmış, 3000 adet
basılmıştır. Artaud'nun isteğine uygun olarak, kitapta van Gogh’un 7 tablosu
yer almaktaydı. Sekizinci bir tablo, bir Otoportre, kapakta görünmekteydi.
Yapıt, 16 ocak 1948 günü
Sainte-Beuve ödülünü almıştır.
Antonin Artaud, Pierre
Leob’un bir mektubunu okuduktan sonra, kitabı yazmaya karar vermiştir:
mektupta, Leob, Artaud’ya van Gogh konusunda bir kitap yazmasının ne kadar iyi
olacağını belirtmekteydi, ek olarak da Arts dergisinin 31 ocak 1947 sayısında
yer alan van Gogh 'la ilgili bir yazıyı yolluyordu (yazının başlığı: "Onun
Deliliği?", doktor Beer adlı şahsın van Gogh 'un deliliği konusundaki
görüşlerini içeren psikiyatrik bir inceleme). Artaud'nun bu metne tepkisi,
Paule Thevenin 'e göre, kitabın yazılışında belirleyici olmuştur.
Kaynak: Antonın ARTAUD, van
GOGH, Toplumun İntihar Ettirdiği van Gogh , Le Suıcıde De La Socıete, Türkçesi:
Ahmet D. Soysal, Nisan Yayınları, 1991, İstanbul
******************
Çirkin
bir dünyada yaşıyoruz.
Bu
çirkinliğin sorumlusu kim?
Çirkin
ne?
Eğer
bir güzellik satıcısı tarafından soruluyorsa, asıl çirkin olan bu sorudur.
En
çirkin manzara da sanatçıların kendilerini satmasıdır.
Bir
meta olarak sanat çirkin bir fikirdir; bir eğlence olarak sanat çirkin bir
eylemdir.
Bir
memnun etme ve satış mesleği olarak görsel sanatlar çirkin bir iştir.
Sanat
alışverişi, sanat koleksiyonculuğu, sanat manipülasyonu, sanat işi çirkindir.
Bir
geçim aracı olarak, bir hayatın tadını çıkarma aracı olarak sanat çirkindir.
“Sanatçının da yemek yemesi lazım” ifadesi
çirkindir.
Bir sanatçının yemek ihtiyacı bir başkasından
fazla değildir.
Sanatta
ekonomik ilişkiler utanç verici ve çirkindir.
Sanatta
ticaretçilik, kariyercilik, para yapmacılık, hayatta kalmacılık çirkindir.
Bir
iş adamı olarak sanatçı, bir sanatçı olarak iş adamından daha çirkindir.
Sanatçının
himaye altına alınmış bir ahmak olarak, bir masum olarak, bir şirket adamı
olarak, bir koleksiyon parçası, başarılı adam olarak imajı çirkindir.
Doğal bir hayvan, bitki, ot, egzotik meyve
olarak sanatçı çirkindir.
Sanatta anti-entelektüalizm çirkindir.
Sanatta sahte entelektüalizm çirkindir.
Sanatta özelleştirilmiş entelektüalizm de
çirkindir.
Sanat
mekanizmasının bir parçası olarak çirkin kültü iğrenç ve çirkindir.
Anti-sanatın herhangi bir biçimi çirkindir.
Kolaj, montaj, hurda, performans ve enstalasyon
sanatı çirkindir.
Geometrik sanat dışavurumcu sanattan daha az
çirkin değildir.
Amerikan sanatı, Alman sanatı, İtalyan sanatı,
Çin sanatı ve her tür sözde ulusal etiket sanatı çirkindir.
“Genç sanat” çirkindir.
Sözde uluslararası çağdaş sanat hem sefil hem
çirkindir.
Tüm bienaller çirkindir.
Turizm endüstrisinin parçası olarak sanat
çirkindir.
Tüm jüriler ve ödüller çirkindir.
Kültürel değiş tokuş çirkindir.
Sergi açılışlarındaki iyi niyet ve neşe
maskaralığı çirkindir.
Müessese ve ona boyun eğmek de aynı ölçüde
çirkindir.
Hükümetin sanata sponsor olması
çirkindir.
Sanata kişilerin sponsor olması da çirkindir.
Sanayide sanat, sanatta sanayi kadar
çirkindir.
Sanat
ticaretinin hileleri çirkindir.
Müze sanat pazarlaması, sanat promosyonu, zevk
yaratmak, sanat tarihi üretimi çirkindir.
İyi
bir şey olarak, kesin bir şey olarak sanat çirkindir.
Sanatta uyum çağı
(...)
Her
şeyi sırayla ele almaya çalışalım.
Sanatçılar konusunda, her zaman doğru olmayan
bir şey vardı.
Sanatçıların projesi, en azından son seferde,
teknik olarak hatalı bir şey içerir, yani, birbiri ile çelişkili üç şey yapmak
ister: dâhil olan azınlık için maksimum özgürlük sağlamak, dışlanan çoğunluğu
hayatta kalma sınırına dek sömürmek ve bir ortak kültür miti ile ikinci grubun
ayaklanmasını engellemek.
Bu dolandırıcılıkta sanatçının rolü, “sanatına
orospuluk yaptırmayan (para için olmadığı sürece) adam”dan çok daha fazlasıdır.
Bu rol bugün olduğu gibi eskiden de büyük
ideolojik öneme sahipti: gençlerin isyan etmesini önlemek, onları yatıştırmak,
onları konsensüsün kültürel sınırları dâhilinde tutmak.
Arthur Rimbaud şairlik mesleğinin
tüm diğer meslekler gibi sefil bir şey olduğunu keşfettiğinde tiksinti içinde
yerini yurdunu terk edip Afrika’ya gitti.
Bir diğer Arthur’un (Cravan) protestosu daha
şiddetliydi.
Ama inkâr söz konusu olduğunda sanatçıların
hafızaları kısa dönemlidir.
Geçmiş inkârcıları kültürel ikonlara
dönüştürürler, yani onları öldürürler.
Sanatçılar kendilerini kurabiye gibi satmayı
tercih ederler.
Bunda başarılı olmuşlardır.
Sanat zevkli bir şey olmuştur.
Sanat eğitimi bir banka işine dönüşmüştür.
Sanatçılar sosyal basamakları teker teker
tırmanmaktadır.
Alçak hükümetler kirli savaşlara
girişmektedir.
İnsan bu konuda ne yapacağını bilememektedir.
Sanat eleştirmenlerinin hepsi yozlaşmıştır.
Sanat dergileri moda dergilerine
karışmaktadır.
Her zamankinden daha büyük ve daha cici sanat
kitapları yayınlanmaktadır.
Müzeler dolup taşmaktadır.
Eski isyankâr sanat sözleri ölmüştür.
Sanatçılar gittikçe daha fazla, daha büyük,
daha hızlı çalışmaktadır.
Bazı insanlar hâlâ kitle iletişim araçlarının
her şeyi açıklayabildiğini düşünmektedir.
Cep telefonları hiç bu kadar meşgul
olmamıştır.
Bir sürü para ve şampanya dolaşmaktadır.
Kitle iletişim araçları sanatçılara aşçılardan
daha fazla yer ayırmaktadır.
Sanatçılar tenkitçidir, her panele katılırlar.
Her şey harikadır.
Hepiniz sahtekârsınız!
Çirkinliğin yok edilmesi gerek.
Yıkım sanatı üzerine eski tez hâlâ
yaşamaktadır.
Bizi baskı altında tutan ve yeryüzündeki her
şeyi çirkinleştiren mevcudun yıkımı hemen yapılması gereken bir görevdir.
Ama diyelim ki sokak isyanları hakkındaki bir
film yıkıcı bir katkı sayılabilir mi? Elbette hayır.
Yıkım sanatı, artık sanat sistemi olan sanatın
yıkımına işaret eder ve sanat sistemi büyük siyasi, ekonomik ve sosyal sistemin
bir parçasıdır.
Gerçekten yıkıcı bir proje için sanatçı tüm
topluma karşı yürütülen genelleştirilmiş mücadeleye katılmalı, böylece her tür
iktidar yapısı tarafından sanatçı olarak tanınmaya son vermelidir: müzeler,
galeriler, sanat fuarları, editoryal kitaplar, ceza mahkemeleri, polis, kitle
iletişim araçları, akademi.
..
Bir sanatçı tamamen kabul edilemez, tanınamaz,
öngörülemez olmalıdır.
Her tür sosyal rolü, öncelikle de her tür
maske altında sanatçı rolünü reddetmelidir.
Buna reddeden sanatçı rolü de dâhildir.
Yıkıcı devrimci eylem Avangard reddediş mitini
ve tüm diğer mitlerin, doktrinlerin, ideolojilerin yok edilmesini de kapsar.
Her
tür sanat ideolojisine ve tüm diğer çirkinliklere karşı çıkan güzeldir.
Güzellik yaşam doluluk demektir ya da en
azından böyle bir doluluk amacı gütmek.
Bu durumda güzellik fikri özgürlük fikri ile
doğrudan bağlantılıdır.
Özgürlük tüm sınırların tamamen yok edilmesini
içeren yıkıcı bir kavramdır.
İnsan özgürlüğü gerçekten arzuluyorsa, o
yıkımın içerdiği risklerle, hâkimiyetinde yaşadığımız kurulu düzeni yok
etmekten kaynaklanacak her tür riskle yüzleşmeye hazır olmalıdır.
Özgürlük, bizim gerçek işe karışma
yeteneğimizden bağımsız olarak gelişeceğini umarak sığınabileceğimiz bir kavram
değildir.
Özgürlük her bireye ve her somut özgürleşme
eylemine bağlıdır.
Özgürlük kişisel bir gündelik mücadele
deneyimidir.
Bu
yüzden, özgürlük içinde yaşamak için insanın kendi bireyselliğini geliştirmesi
gerekir.
Bu durumda, mevcut toplumun aile, eğitim,
ordu, iş, sanat sistemi, vs. içeren
kurumlarının faydası olmaz.
Tam tersine, bireyselliği baskılarlar,
silerler, bireyselliğin yerine geçerler.
Bireyselliği sosyal rollere indirgerler.
(...)
Çirkinliği
bertaraf etmek için, sanatçı işe kendisi ile başlamalıdır, çünkü o yeryüzündeki en çirkin şeylerden biridir.
Başlangıçta,
sanatçı “evet” deme gönüllülüğünü bertaraf etmelidir.
Yüz durumun 99’unda “evet” demek yozlaşmaya,
yıldırmaya ve uyuma teslim olmak demektir.
Aynı zamanda, bir sanatçı “hayır” deme
gönüllülüğünü de yok etmelidir.
1000 durumun 999’unda, “hayır” demek kamufle
edilmiş bir “evet”tir, sahte bir protestodur, gizli yıldırma, çıkarların
pazarlığa tabi tutulmasıdır.
Sonra
sanatçı kendi üretimini, profesyonel eylemini, statüsünü bertaraf | etmelidir.
Sanatçının sanatı manipüle edilebilir bir şey
olmakla kalmaz, Sanatçının kendisi de manipüle edilmiş bir simge olur ve bu
şartlar altında sanatçının ne olduğu, sanatının ne olması gerektiği tartışması
toza ' dönüşür.
Bu tartışma her zamanki işin bir parçasıdır.
Aynı
zamanda sanatçı (sanatçı olmayı bırakan kişi) genelleştirilmiş mücadeleye
katılmalı, devlete, kapitale ve burada şu anda yüz yüze olduğu tüm iktidar
ilişkilerine saldırmalıdır.
Bununla beraber, bu bir partiye, organizasyona
ya da ağa katılmak anlamına gelmez.
Görev hemen saldırmaktır, ama bazı
organizasyonal çıkarlar ya da niceliksel büyüme lehine değil.
Özgür bireylerin savunulacak sosyal ya da
organizasyonal kimlikleri yoktur.
Yapıları her zaman resmi olmayan bir niteliğe
sahiptir, bu yüzden saldırdıkları zaman kendilerini savunmak, kendi
propagandalarını yapmak için saldırmazlar, herkese saldıran çirkin bir düşmanı
yok etmek için saldırırlar.
Belki
de bir fikir olarak sanatın sonu gelmiştir.
Sonu gelen sanat sistemidir.
Tam
tersine sanat -bir kavram ve insan aktivitesi olarak- muhtemelen gelecek
dönüşümlere açıktır.
Ama bu durumda, geleceğin güzel sanatı mevcut
sanatçıların çirkin ellerinde değildir.
Onlar bu bilinmeyen, hayret verici sanatla yüzleşmeden,
sanatçılar kendilerini tamamen yıkmalıdırlar.
Bu
sorun sanatçıların sorunudur, sanat kurumlarının, eleştirmenlerin,
küratörlerin, vs. değil.
Sanatçılar,
yapmaya cesaret edemedikleri her şey kadar yaptıkları her şey için de sorumlu
tutulmalıdır.
Alexander Brener, Barbara Schurz
KAYNAK:
http://isyananarsi.blogspot.com/2011/07/sanat-sanatclardan-kurtarn.html
PALAS PANDIRAS FANZİN SAYI: 0
mail:papafanzin@gmail.com
http://papafanzin.tumblr.com/
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar