Print Friendly and PDF

TOZUN GİZLİ HAYATI



Güneşin altında verandanın parmaklığına konulmuş bir meyve suyu bardağını gözünüzün önüne getirin. Si­ze boş görünebilir, ama içinde en az 25.000 parça mik­roskobik toz dolanmaktadır. Bu toz parçacıklarında Yerküre de­ki her şeyden biraz vardır. Ansızın karşınıza Sahra kumlarından dökülmüş minik parçacıklar ve gözle görülemeyen devetüyü lifle­ri çıkabilir. Sonra rüzgâr yön değiştirir ve orman mantarı sporla­rı ve kurumuş menekşe parçaları çevrenizi sarar. Yakınlarda bir otobüs yolcu almak için durur ve minicik siyah kurum parçala­rıyla karışık insan derisi döküntüleri bir anlığına ortalığı kaplar.
Her nefes alışınızda binlerce ve binlerce zerre vücudunuza gi­rer. Bazıları burnunuzun dehlizlerine yerleşir. Bazıları genzinize yapışır. Diğerleri derinlerde, akciğerlerinize sığınır. Siz kitapta bu sayfaya geldiğinizde, yeryüzündeki bu zerrelerinden 150.000 ka­darını soluyarak içinize çekmiş olabilirsiniz; tabii dünyanın en te­miz köşelerinden birinde yaşıyorsanız. Daha kirli bir yerde yaşı­yorsanız, muhtemelen bir milyondan fazlasını solumuşsunuzdur.
İnsanlık tarihinin büyük bir bölümü boyunca tozlar, göz ardı edilmiş olsalar da bu kitapta çok önemli sonuçlara yol açabilece­ğini göreceğiz. Bazı tozlar gezegen ve üzerinde yaşayan canlılar için tehlike taşır. Bazıları insanlar, bitkiler ve hayvanlar için ya­rarlıdır. Bazıları açıkça büyüleyicidir. Burada hepsi mikrosko­bun altına alınacak ve tozların gizli yaşamları gözler önüne se­rilecektir.
Bilinmesi gereken en etkileyici şeylerden biri, ne kadar fazla tozla çevrelenmiş olduğumuzu kavramak; yani Yerküre’nin yü­zeyinden havalanan maddenin tonlarla ölçülen miktarını öğren­mektir. Bu zerreler çok küçük olduğundan ve sık yer değiştirdi­ğinden miktarla ilgili tahminler hâlâ kabacadır. Yine de her yıl inkâr edilemeyecek kadar büyük miktarda küçük şeyler rüzgâra karışmaktadır.
Her yıl bir ilâ üç milyar ton çöl tozu göğe yükselir. Bir milyar ton 14 milyon vagonu doldurur ki, böyle bir tren de ekvatorun çevresinden Yerküreyi altı kez dolanır.
Bir de okyanuslardan yükselen üç buçuk milyar ton tuz zer­resi var.
Ağaçlar ve diğer bitkiler rüzgâra bir milyar ton organik kim­yasal bırakır ve muhtemelen bunların üçte biri yoğuşarak minik yüzen damlalar oluşturmaktadır.
Planktonlar, volkanlar ve bataklıklardan 20 ilâ 30 milyon ton sülfür bileşiği sızar; bunun yaklaşık yarısı havada taşınan küçük parçacıklar oluşturmaktadır.
Yanan ağaçlar ve otlar 6 milyon ton kurum oluşturur.
Dünyadaki buzullar kendilerine ev sahipliği yapan dağları ya­vaş yavaş aşındırıp toz haline getirmekte, bu toz da rüzgâra ka­rışmaktadır, ama ne miktarda olduğunu kimse bilmemektedir.
Aynı şekilde, acaba kaç tane camsı volkanik kül parçacığı gökyüzüne savruluyor?
Ya canlı tozlar; yani uçuşan mantarlar, virüsler, diatom deni­len mikroskobik boyutta su yosunları, bakteriler, polenler, çürü­yen yaprakların lifleri, sineklerin gözleri, örümceklerin bacak­ları, kelebek kanatlarından dökülen pullar, kutup ayılarının tüy parçacıkları, fillerin deri döküntüleri; bunların kim bilir kaç to­nu atmosferde dolanıyor.
Yaklaşık 4 milyon yıl önce atalarımız doğanın verdiği tozlu nefese katkıda bulunmaya başladılar. Büyüleyici bir araç olan ateşi ustalıkla kullanır hale geldikçe, insan olarak yaptığımız katkı kurum oldu. Daha sonra metallerin mucizesini öğrendiği­mizde ateşlerimizden çıkan dumanlara mikroskobik büyüklükte sıcak bronz, demir, bakır, altın ve gümüş parçacıkları katıldı. İp­lik eğirme ve dokumacılığın gelişmesi hayvan ve bitki liflerinden gözle görülemeyecek kadar küçük parçacıkların çıkmasına yol açtı; rüzgâr bunları yerleşim yerlerimizin dışına taşıdı. Son ola­rak sanayi devrimiyle birlikte toz üretimimiz yüksek vitese geçti.
Bugün büyük bölümünü kömür yakan enerji santrallerinin oluşturduğu dünyanın fosil yakıt kullanılan dev fırınlarından her yıl yaklaşık 90 ilâ 100 milyon ton sülfür göğe yükselmek­tedir. Ayrıca yakıt olarak petrolün kullanıldığı fabrikalar ve di­zel motorları da bunların arasında yer almaktadır. Gökyüzündeki her doğal sülfür damlasına artık insan yapımı üç ilâ beş dam­la daha katılmakta; Yerküre her gün daha fazla yakıcıya ev sa­hipliği yapmaktadır.
Çiftliklerimizden, otomobillerimizden ve yakıt tüketen diğer icatlarımızdan 100 milyon tonu aşkın nitrojen oksit havalanıyor ki, nitrojen oksit de sülfür gazı gibi gökyüzünde tozlu parçacık­lar oluşturma eğilimindedir.
Gökyüzündeki 8 milyon ton kara kurumun varlığı, ağaçların ve otların değil, fosil yakıtların, özellikle de kömürün yakılması­nın sonucudur. Ağaç ve ot yangınlarından yükselen 6 milyon ton kurumun bile büyük bölümünün izi sürüldüğünde insan elinden çıktığı görülebilir.
Göklerde ister 1 milyar, ister 3 milyar ton çöl tozu olsun, en az yarısından herhalde biz insanlar sorumluyuz. Tarımsal faaliyet­lerimiz ve çevreye yönelik başka saldırılarımız havada doğal ola­rak var olan çöl tozu miktarını artırmış olabilir.
Bunlara ilave olarak 20. yüzyılın sinirleri etkileyen cıva ve zihni aptallaştıran kurşun içeren dioksinden poliklorine bifeniller (PCB) gibi türlü kanserojenler ile nükleer felaketler, böcek ilaçları, asbest ve zehirli dumanlardan çıkan radyoaktif tanecik­lere kadar çok çeşitli tozları vardır. Her yıl bunların kaç tonu göklere yükseliyor? Bunu bilen yok.
Toz miktarını ölçmek güç olsa da, tozla ilgilenen bilim insan­ları çeşitli tozlara bir büyüklük biçmekte fazla zorlanmıyorlar. Genelde çevremizde dönüp duran tozlar o kadar küçüktür ki yerçekiminin onları kontrol altına alabilmek için uğraşması ge­rekir. Bir toz parçasının yüzeyindeki statik elektrik, hatta bir atomun bir diğeriyle etkileşimi gibi kuvvetler, yerçekiminin gü­cünü aşabilir. Toz, masanın üzerine konabildiği kolaylıkla tava­na da konabilir.
Bilim insanları tozu mikronla, yani bir inçin (2,54 cm) 25.000’de biriyle ölçerler. Kolunuzdaki kılları düşünün. Tek bir kıl 100 mikron genişliğinde olabilir. Şimdi bir makas alıp 100 mikron uzunluğunda bir kısmı kestiğinizi düşünün. Ancak nere­de arayacağınızı biliyorsanız görebileceğiniz bu küçücük parça bile toz olamayacak kadar büyüktür. Bilim insanlarının gözüyle, bu parça kum ailesinden sayılabilir.
En büyük toz parçacıkları teknik olarak bir kılın yalnızca üç­te ikisi genişliğinde olurlar. Bu tombul tozlar genellikle doğa­nın eseridir. Polen zerrelerinin çapları, tam bir kıl genişliğin­den onun onda birine kadar değişir. Kumsaldan ya da çölden bir avuç kum aldığınızda, avucunuza yapışan belli belirsiz toz çok çeşitli büyüklükleri içerecek, zerrelerin çoğu tombullar ka­tegorisine girecektir. Gömleğinizin dokumasından süzülüp etra­fınızda görünmez bir hale oluşturan ölü deri döküntüleri, bir kı­lın onda biri genişliğinde ve bir kılın onda ikisi uzunluğunda dik­dörtgenlerdir. Okyanuslardan yukarıya yükselen tuz parçaları­nın birçoğu 5 mikron genişliğindedir. Bunlar yine de toz parça­cıklarının en büyüklerinden sayılır. Sağlıkla ilgilenen bilim in­sanları büyük tozlardan çok, küçük olanlarından korkarlar. Bu­nun nedeni, insan vücudunun doğanın büyük yaratıklarının giı işini engelleyecek biçimde evrimleşmiş olmasıdır. Örneğin, po­lenlerin neredeyse hepsi o kadar büyüktür ki burnun içinde ası­lıp kalırlar; alerjisi olanlar bunu gayet iyi bilir. Ama küçük toz­lar insan kafasının içindeki tuzakları kolayca geçip hassas akci­ğeri erinizin derinlerine yol alırlar.
Kısa süre öncesine kadar bilim insanları güvenli ve tehlikeli tozlar arasındaki sınırı kıl genişliğinin onda biri olan on mikron olarak belirliyordu. Fakat tozla ilgilenen araştırmacılar, bu mi­nik araştırma konularına daha yakından baktıkça bu sınırı de­ğiştirmeye karar verdiler. Tıbbi araştırmalar artık çoğu hastalı­ğa ve ölüme, bu büyüklüğün dörtte birinden daha küçük yani kılın 25’te biri kadar büyüklükteki tozların yol açtığını gösteriyor. Bilim insanları, ciğerlerimizi korumak üzere toz sınırını yeniden belirlemiş olsalar da, hâlâ küçük tozların ölüme nasıl sebep oldu­ğunu anlamaya çalışıyorlar.
Peki hangi tozlar, sınırın küçük olanlar tarafında kalıyor? An­cak birkaç tane doğal toz bu ayrıma uyuyor. Bakteriler ve man­tar sporları rahatça 10 mikrondan küçüktür. Fakat bu “minik­ler’’ kategorisinde yer alan başat güç, sanayi tozlarıdır. Böcek ilaçlarından kaynaklanan tozların genişliği genellikle bir mikro­nun yarısı ile 10 mikron arasında değişir. Tütün dumanının için­deki parçacıkların genişliği bir mikronun yarısından daha azdır; bu da kılın iki yüzde birine denk gelir. Otomobil egzozundaki en küçük parçacıklar bir mikronun yüzde biri, yani kılın 10.000’de biri büyüklüğündedir. Bu alana, kirliliğe yol açan gazlar yoğuşup havada damlacığa dönüştüğünde oluşan minik parçacıklar da girer. Virüsler ve büyük moleküller de kabaca aynı büyük­lüktedir. Artık bu küçük parçacıklardan 25.000’inin bir meyve suyu bardağının içinde fark edilmeden nasıl dolanıyor olabilece­ğini gözünüzün önüne getirmeye başlamışsınızdır. Bu kitap bo­yunca, işlediğini öğreneceğimiz bütün cinayetlere ve yaptığı bü­tün muzırlıklara rağmen toz yine de vazgeçilmezdir. Etrafında döndüğümüz Güneş, koruyucu uzay tozundan oluşan devasa bir rahmin içinde yaratılmıştır. Sigara dumanındaki küçük zerreler büyüklüğünde olan bu tozun bir bölümü birleşip gezegenimi­zi oluşturmuştur. Kozmik anlamda büyük sayılacak miktarlar­da toz Samanyolu nu karartmakta, yıldızları görmemizi engelle­mektedir. Ayrıca ölen her yıldızdan, sanki siyah bir havai fişek­ten çıkar gibi, galaksimize daha fazla toz yağmaktadır. Bir son­raki kuşaktaki Güneşleri, Dünyaları ve göklerdeki diğer cisimle­ri yaratacak olan, sönmüş yıldızlardan gelen bu tozdur.
Biz de Dünya’da tozsuz kalmak istemezdik. En başta şunu söyleyelim: temiz bir dünya boğucu derecede rutubetli olurdu. Gezegenimizin su döngüsünde, denizler ve göllerdeki su buhar­laşır, havada yoğuşur ve yere iner. Fakat bu yoğuşma aşama­sında tozla dolu bir gökyüzü gerekmektedir ki su buharı tozla­rın minik yüzeylerinde birikebilsin. Toz olmazsa, su buharı, gö­rece rutubet yüzde 300’e yaklaşmadan yoğuşmaya başlayamaz­dı. Bir karşılaştırma yapacak olursak en sıcak ve nemli yaz gü­nü bu duruma kıyasla kuru ve serin sayılırdı. Ayrıca daha uy­gun bir çekirdek olmadığı için de su buharı vücudumuzun üze­rinde yoğuşurdu.
Bulutlar çeşitli tozların çevresinde yoğuşmuş su damlacığı öbekleri olduğundan, tozun azlığı, gökyüzünde bulutların da az olması demektir. Bulutlar kendilerine çarpan güneş ışığının bü­yük bölümünü yansıtarak, gezegene gölge yaparlar. Bulutlar her zaman Yeryüzü’nün yarısını gölgeyle örtmektedir. Onlar olma­saydı bizim buraları bir hayli sıcak olabilirdi.
Yeryüzü’nde dolaşan tozların birçoğu canlı parçacıklardır; onların rüzgârla taşınabilir olma becerileri gezegeni sağlıklı ve yeşil tutar. Örneğin mantarlar, çok çeşitli maddeleri parçalaya­rak yaşarlar; bunlara bitkiler ve hayvanların ölü etleri, hatta ka­yalar bile dâhildir. Mantarların bu faaliyeti, sıkışıp kalmış be­sinleri serbest bırakır ve toprağı zenginleştirir. Mantar türleri­nin ezici çoğunluğu, sporlarını rüzgâra salacak biçimde uyumlaşmıştır. Bu dayanıklı sporlar dünyayı dolaşır, rüzgârın ve yağ­murun keyfine tabi olarak yeniden toprağa düşerler.
Birçok polen rüzgârdan yararlanacak biçimde evrimleşmiştir. Büyük zerreler arıların ve başka nektar avcılarının sırtın­da taşınır. Ama küçük olanlar havada kendi başlarına dolaşırlar ve rastlantıyla uygun bir çiçeğin üzerine konduklarında, yeşil ve canlı varlıkların sürekliliğini sağlarlar.
Cam kabuklu algler olan mikroskobik boyutlardaki diatomlar da bu şekilde yayılabilirler. Nematod denilen çok küçük kurt­çuklar bile küçük boyutları sayesinde rüzgârın sırtında taşına­rak soylarını çoğaltabilirler. Örneğin, Antarktika üzerindeki ya­şam muhtemelen son buz devrinde silinip gitmişti. Fakat artık nispeten daha büyük nematodlar da dâhil olmak üzere çok çeşit­li mikroorganizmalar Antarktika’daki McMurdo Kuru Vadile­ri'ndeki soğuk toprak yüzeylerin üzerinde koloniler kurmuşlar­dır. Bu kolonilerin varlığının en olası açıklaması, atalarının Gü­ney Amerika, Afrika ya da Avustralya’dan uçarak gelmiş olma­larıdır.
Tozla ilgili araştırmalar alanındaki birçok harika alt konu baş­lığı arasında, en çok dikkat çekenlerden biri, bazı küçücük ya­şam biçimlerinin rüzgârla taşınmakla kalmayıp bu tozlu ortamda üredikleri fikridir. Çeşitli araştırmacılar bazı bakterilerin su bu­harının gökyüzünde yoğuşmasını sağladığını sonra, yarattıkları bu damlacıkların içinde bölünüp çoğaldıklarını ileri sürüyorlar.
Çöllerden esen rüzgârlarla birlikte havayı tıkayan milyarlar­ca ton cansız kaya tozu bile Yeryüzü için değerlidir. Çöllerin ve yanardağların üzerlerine çöken kumu olmasaydı, Karayipler’de­ki bazı adalar çıplak gri kayalardan fazla bir şey olmazdı. Oy­sa bu adalar yemyeşil, sağlıklı bitkilerle kaplıdır. Benzer şekil­de Amazon yağmur ormanları da yapısını toza borçludur. Böy­le yağmurlu bir iklimde su topraktaki besinleri hızla akıtır. Ama her kış alize rüzgârları Sahra’nın güneybatısından esmeye baş­ladığında, verimli tozlar Güney Amerika ormanlarına yağıp top­rağı tazeler.
Yere düşen kaya tozları, dünyanın en ıssız bazı yerlerindeki canlıları besler. Yeryüzünün buzulları üzerine konan tozlar, bu­ralara bir yiyecek servisi sunar gibidir; bilinen en dayanıklı ya­şam biçimleri için çeşitli yiyecekler dağıtırlar. Bir buzulun içinde bile, çok yer dolaşmış bir tozun küçücük bir yaşam ağını sürdü­rebildiğini görüyoruz. Okyanusa düşen tozlar da bitkilerin üremesine yol açabilir. Bu bitkiler mikroskobik boyutlardaki fitoplanktonlardır. Dikkat çekmeyecek kadar küçük boyutlarda ol­salar bile, planktonlar, denizlerdeki besin zincirinin baş malze­mesidir. "Tozdan toza” döngüsünde yarattıkları bir farklılıkla, bazen yere düşen çöl tozundan besin alıp, bulutların oluşumun­da kilit bir rol oynayan sülfür bakımından zengin tozları yuka­rıya salarlar.
Bilim insanları canlı ve ölü toz karışımının havayı nasıl etkile­diği hakkında bir ölçüde bilgi sahibi olmuştur. Tozun, uzun va­dede dünyanın iklimini değiştirdiği de artık açıklık kazanmak­tadır. Genelde iklim bilimcilerin korkuları, ısıyı Dünya’nın ya­kınında biriktiren gazlara odaklanmıştır; fakat Yerküre ısındık­ça havadaki küçük zerrecikler de artık önemli bir konu haline geldi. Bilim insanları artık tozlarımızdan bazılarının güneş ışı­ğını yansıtıp dünyayı serinlettiğini biliyor. Başka tozlar, özellik­le de kara kurumlanınız gökyüzünde dolanırlarken büyük mik­tarlarda ısı çekiyor olabilir. Hatta bazı harika kuramlar, son buz devrinin bitiminde buzulların aniden geri çekilmesiyle küresel bir toz fırtınası olduğunu ileri sürmektedir. Fakat şimdilik, Dünya’daki en üstün zekâlar bile, tozların iyi de olsa, kötü de olsa, hava ısısını nasıl etkilediğini tam anlamıyla söyleyememektedir.
Toz ile insanlık arasındaki ilişki binlerce yıldır hep karmaşık olagelmiştir.
Sekiz bin yıl önce, Çinli çiftçiler Çin’in orta bölgelerinde ha­vadan inen çok büyük miktarlarda çöl kumunun yararlarını keş­fetmişlerdi. Yaklaşık 100 metre kalınlığındaki bu tabaka, çok kolaylıkla sürülüp işleniyordu ve bitkiler için çok besleyiciy­di. Bugün de, Amerika Birleşik Devletleri’nin orta bölgeleri de dâhil olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde benzer toz rezerv­leri yoğun bir biçimde ekilip biçilmektedir. Ancak birazdan gö­receğimiz gibi, bu antik tozun dağıtılması, ne yazık ki bazen fe­laketlere yol açabilmektedir.
Çinli çiftçilerin toz tabakasını işlemelerinden belki de dört bin yıl sonra, antik Mezopotamya’da insanlar kendi yörelerin­deki tozları eritip taş imal ediyorlardı. Arkeologlar kısa süre önce Mashkan-shapir denilen yerleşimde, bileşimleri doğal bazalta bezemeyen, büyük düz siyah kayadan dikdörtgen bloklar keşfettiler. Kayaların kimyası, yöredeki nehrin kıyısında biriken toza uyuyordu. Arkeologların yürüttüğü tahminlere göre doğadaki odun ve taş kıtlığı Mashkan-shapir halkını bölgedeki tozları derece kadar ısıtmaya, sonra da erimiş tozu kalıplara döke­rek taş yapmaya yöneltmişti.
Aynı antik dönemlerde Finlandiya’da yaşayan insanlar da oraya özgü özel bir tozun nimetlerini fark ediyorlardı. Tuhaf, lif­li kayaların parçalanmasıyla elde edilen bu toz, çömlekçilikte ve ev yapımında sıva olarak kullandıkları kili sertleştiriyordu. Za­man içinde Avrupa’nın daha güney bölgelerinde yaşayan insan­lar da aynı kayanın, yani asbestin liflerini dokuyup ateşe daya­nıklı kumaş haline getirmeyi öğrendiler. İlk doğa bilimciler bi­le, asbest dokumacılarının hepsinin sağlıksız olduğunu fark et­mişlerdi.
Dünyanın öbür yakasındaysa Guatemala’daki Tikal bölgesin­de yaşayan Maya halkı çömleklerini sertleştirmek için, çok mik­tarda volkanik toz ya da kül toz eklemeye özellikle dikkat edi­yorlardı. Bu gelenek büyük bir kül birikimi gerektiriyordu ki bu hâlâ bir gizem olarak durmaktadır: Çünkü en yakın kül rezerv­leri pek de yakında değildi. Volkanik toz, cangılın içinden yüz kilometre yoldan taşınmaya değecek kadar değerli miydi? Alter­natif şu açıklama da aynı ölçüde ilgi çekicidir: Amerika’nın orta bölgelerindeki volkanlar sandığımızdan çok daha kısa süre ön­cesine dek çok daha fazla faal idiler ve küllerini Tikal’e kadar sa­vuruyorlardı.
Bugün insanlık tahıl ekiminde, inşaatlarda, çömlekçilikte ve daha binlerce başka amaçla hâlâ tozdan yararlanıyor. Çimen­to duvarlar kaya tozu ve çakıl taşı karışımıdır. Alçıpan, sıkıştı­rılıp istenen biçime sokulmuş bir mineral tozudur. Boyaya ren­gini renkli tozlar verir. Temizleme tozlarına ovma gücünü, diş macununa parlatıcı niteliğini, talk pudrasına ipeksi özelliğini ka­ya tozları verir. Göz farı, talk pudrasından, toz haline getiril­miş balık pullarına ve pigmentlere kadar değişen pırıltılı tozla­rın bir karışımı olabilir. Aspirinler ve vitaminler sıkıştırılmış toz­lardır. Dergilerin kâğıdı, kurutulmuş kil tozundan çok ince bir tabakayla kaplanarak parlaklaştırılır. Kurşun kalemlerin içinde sıkıştırılmış grafit tozu vardır. Ekmek ve makarna da, toz hali­ne getirilmiş buğday tanelerinden elde edilir. Sarı hardal, hardal tohumlarının tozudur, yumuşak kakao da sert kakao tanelerinin tozudu. Çağdaş hayat büyük ölçüde toza dayanmaktadır.
Bu kadar çok şeyi toz haline getirmemizin bir nedeni, tozun işlemek için çok büyük bir yüzey alanı sağlamasıdır. Kimyasal tepkimeler genellikle bir nesnenin yüzeyi üzerinde gerçekleştiği için ne kadar fazla yüzey sağlanırsa, tepkime o kadar yoğun ola­caktır. Elli tane kahve çekirdeğini sıcak su dolu bir fincana bas­tırdığınızı bir düşünün. Olmadı, değil mi?
Peki şimdi de elli kah­ve çekirdeğini çekip toz haline getirdiğinizi ve aynı deneyi tek­rarladığınızı düşününüz. Ya da çamaşır makinesine yıkanacak çamaşırlarla birlikte bir kalıp sabun attığınızı gözünüzün önüne getirin. Şimdi de o sabunu kıyıp toz haline getirdiğinizi ve işlemi tekrarladığınızı düşünün. Daha çok yüzey alanı daha fazla etki­leşimi mümkün kılar.
Bu durum, hem harika, hem de istenmeyen sonuçlara yol aça­bilir.
Etrafımızda dolaşan tozların bazıları ürkütücü ve görünmez suçlulardır, insan eliyle geliştirilen sanayinin yarattığı zehir par­çacıklarını bir anlığına unutunuz. Bildiğimiz basit çöl tozunun bile kendine özgü karanlık bir yanı vardır.
Örneğin, 75 milyon yıl önce, basit çöl tozunun, çok sayıda di­nozora zor fark edilen bir tuzak kurmuş olduğu sanılmaktadır. Bu görkemli yaratıklar hayatlarını bildikleri gibi sürdürürken, birdenbire çevrelerindeki kum tepeciklerinden kalkan toz onla­rı gömmüştür. (Birazdan göreceğimiz gibi, böyle eski bir cina­yet sahnesini yeniden kurmak ve toz gibi kolayca gözden kaçırılabilecek bir şeyi suçlayabilmek için gereken detektiflik çalışma­sı hatırı sayılır boyutlardadır.)
Belki de bu dinozorlar şanslıydı. On milyon yıl sonra, deva­sa bir meteoritten kaynaklanan ve tüm dünyayı kaplayan bir toz bulutunun etkisiyle gökyüzünün kararması ve Güneş’in kapan­masıyla birlikte, dinozor hikâyesi daha yavaş ilerleyen ancak da­ha kesin bir sona ulaşacaktı. Bu toz, sadece dinozorları değil, kuşları, denizlerdeki yaşamı ve küçük, öncü memeli türlerini de öldürmüştü.
Çöl tozu bugün de sorun yaratmaya devam ediyor. Tozla iliş­kili bir hastalık mor deniz yelpazesi mercanlarının ölümünden sorumlu tutuluyor. Sahra Çölü’nün tozu uzun zamandır Atlan­tik Okyanusu’nu aşıp Karayipler'e yağmaktadır. Fakat 1970’ler<le Sahra Çölü’nün güneyindeki Sahel bozkır bölgesinde yaşa­nan korkunç bir kuraklık gökyüzünün bu bölümünden daha fazla miktarlarda tozun akmaya başlamasına yol açtı. 1980’lerin başlarında Karayipler’e yağan tozlar kalın bir tabaka oluştur­dukça bilim insanları mercan resiflerinde bir salgının baş göster­diğini tespit ettiler. Toz istilasıyla eş zamanlı olarak iki mercan türü yok olmaya yüz tuttu, bir denizkestanesi türü çok aza indi ve mor deniz yelpazelerinde koyu renkli yumru biçimli yaralar oluştu. Biraz yoğun araştırma çabasından sonra bir bilim insa­nı deniz yelpazelerinde baş gösteren salgını Sahra tozundaki bir mantarla ilişkilendirmeyi başardı.
Bilim insanları artık bu tozu daha yakından inceliyor ve rad­yoaktif elementlerden cıvaya ve şaşırtıcı bir mantar çeşitliliği­ne dek pek çok şey buluyorlar. Uzun zamandır tozla ilgilenen bir araştırmacı, uzaklardan uçup gelen bu çöl tozunun, yazları güney Florida’da gökyüzünde en yaygın olarak rastlanabilecek parçacıklardan biri olduğunu söylüyor. Bunun insan sağlığı açı­sından da etkileri olabilir.
Sağlık uzmanları bazı tozların insanlar için ölümcül olabile­ceğini zaten biliyor. ABD kentlerini havada kirlilik yaratan toz miktarına göre sıralayıp, aynı kentleri bu kez ölümcüllük sıra­sına koyduklarında bir eşleşme görüyorlar. Kent ne kadar toz­lu olursa, ölüm oranı o kadar yüksek oluyor. Federal bir kuru­mun tahminlerine göre kirlilik yaratan tozlar Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl 60.000 insanın ölümüne yol açıyor. Bu kit­lesel cinayet villasında en can alıcı soru şu: Cinayeti hangi toz­lar işliyor?
Bazı tozların öldürücü olduğu aşikârdır. Örneğin kömür tozu, Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl 1500 madencinin ölümü­ne yol açıyor. Dövülmüş kuvars tozu bu ülkede 250 madencinin, püskürtme kum temizliği işçisinin ve başka kollarda çalışan işçi­lerin ölümüne neden oluyor. İğne şeklindeki asbest tozları ölüm­cül akciğer ve bağırsak kanserlerine yol açıyor. Fakat bu tozla­rın hiçbiri kentlerde havada kalın bir tabaka oluşturmuyor. Belli ki işin içinde başka bir şey var. Kendi yarattığımız minicik kim­yasal tozlar aleyhine kanıtlar birikiyor.
Evlerimizin içinde bulunan tozlar da dışarıdakiler kadar hem iyi, hem de acımasız olabilir.
Kanepenin altında ve buzdolabının arkasında biriken toz pa­mukçukları, uzay elmaslarından Sahra tozuna, dinozorların ke­miklerinden modern oto lastiklerinden çıkan kauçuk parçaları­na kadar her şeyi içeriyor. Ama aynı zamanda, zehirli kurşun ve uzun zaman önce yasaklanmış böcek ilaçlarını, tehlikeli küfleri ve bakterileri, kansere neden olan duman parçacıklarını ve te­mizlik adına evlerimizin her yerine bilmeden dağıttığımız bütün kimyasallardan bir miktar da içeriyorlar. Toz pamukçuklarının içinde alerjiye sebep olan ve toz akarı denilen mayt parçacıkla­rı, maytların kendileri ve yırtıcı maytlarla, onları izleyip öldüren yalancı akrepler kaynaşıyor.
Bunun yanı sıra ev tozu, çocuklar arasında yaygın olan kur­şun zehirlenmesinin de sorumluluğunu kısmen taşıyor. Çocuk­lar halının üstünde, özellikle de eskimiş, tozlu halıların üstünde emeklerken ıslak, küçük avuçları toz toplar. Sonra bu avuçlarını ağızlarına sürerler. Çocuğun kanında ne kadar kurşun buluna­cağına dair en iyi göstergelerden biri hah tozu numunesinin içer­diği kurşun miktarıdır.
Tuhaftır, eğer ev tozunu kirleten kimyasallar ve metaller olma­sa, toz pamukçuklarımızı sevmemiz için neden olabilirdi. Alerji uzmanları yıllardır bazı hastalarına doğrudan elektrikli süpür­genin torbasından alınıp damıtılmış tozlarla aşı yapıyor. Bu tu­haf tedavinin başarısının sırrı bilinmiyor olsa da, alerji uzmanla­rı bunun toz alerjilerini yatıştırdığına yemin ediyorlar. Tozla il­gilenen bilimlerin tamamında en dikkat çekici araştırmalar, artık tozlu evlerle sağlıklı çocuklar arasında bir bağlantı bulunduğu­na işaret ediyor. Gelişmiş ülkelerde çocuklar arasında bir astım salgını patlak veriyor. Fakat bir dizi araştırma da, tozlu, mikrop­lu evlerde emekleyip parmaklarını emen bebeklerin bu solunum hastalığına yakalanma ihtimalinin daha düşük olduğunu gösteri­yor. Doktorlar, ev tozunda bulunan bir şeyin, bebeğin bağışıklık sistemini güçlendirdiğinde ısrar etmektedirler.
İçeride ya da dışarıda olsun, tozdan kaçınmak mümkün de­ğildir. Bu tozun harika bir parçası ise, geçmişimizin sırlarını ta­şıyor.
Etrafımızda dönen tozun bir kısmı, milyonlarca yıl önce uzak­larda çarpışan asteroidlerden gelmektedir. Bir kısmı da, birkaç yıl ya da birkaç yüzyıl önce Dünyamızın yakınından geçmiş ola­bilecek kuyruklu yıldızlara aittir. Hâla o antik yıldız tozu zerre­ciklerini taşıyan bu maddeler, günde bir metrekareye bir zerre oranında Yeryüzü’ne düşmektedir.
Bu olağanüstü tozlar kozmik geçmişimizin sırrını taşıdığın­dan, bilim insanlarının onları yakalamak için çok büyük çabalar harcadıklarını görüyoruz. Mikroskobik boyutlardaki bu zaman kapsüllerini yakalamak mücadelenin ancak yarısıdır: duman ha­linde oluşacak kadar küçük boyutlardaki bu parçaları analiz et­mek kimi zaman imkânsızdır. Fakat tozla ilgilenen bir araştır­macı ne zaman bir uzay tozu parçacığının kimyasal parmak izi­ni çıkarsa, dünyamızın kökenlerini anlamaya o kadar çok yak­laşmaktadır.
Geçmişimizin sırrı budur.
Geleceklerimizin — kişisel, bireysel geleceklerimizin — sırrı da göze görünmeden burnumuzun dibinde dolaşıp durmaktadır. Nasıl bugün dinozorların tozu havada uçuşuyorsa, bizim de çü­rümüş varlığımızın tozları öyle uçuşacak. Vücudumuz toprağa gömülürse kaçınılmaz olarak onu saran toprakla birleşecektir. Yüzlerce, hatta milyonlarca yıl sonra, erozyon nedeniyle meza­rımız açılacak ve biz de dünyaya saçılacağız. Eğer yakılır ve kül­lerimiz havaya saçılırsa tozlaşmaya giden yolumuz da hızlanmış olacaktır.
Bugün bazı insanların, toz haline dönüşmekten kaçınmak için giriştikleri en kahramanca çabalar bile kaçınılmaz olanı erteleye­meyecektir. Bir ceset Dünya’nın sonu gelene dek varlığını sürdürse de geleceği toz olmaktır. Artık tartışılmayan bir görüşe gö­re Güneş birkaç milyar yıl içinde yavaş yavaş yok olacak ve bu­nun yan etkisi olarak gezegenimiz fırına girmiş gibi kızaracak. Bir zamanlar dünyamız olan duman bulutu güneş rüzgârlarına kapılarak, tozlu galaksi içinde savrulup gidecektir. Sh:7-20
İnsan vücudu, esasen sudan ve kemikten oluşur. Kemik ise büyük ölçüde kalsiyum fosfat ve kurşun benzeri kirlilik ya­ratan depolanmış maddeler de dâhil olmak üzere eser mik­tarda başka elementlerden meydana gelir. İnsan vücudundaki su­lu kısımlarda karbon ve azot, demir ve sülfür, klor ve sodyum ve arsenikten çinkoya kadar eser miktarda bir dizi element bulunur. Bütün bu elementler tabii ki, uzayda oluştular ve güneş sisteminin doğuşu sırasında gezegende toplandılar. Ömür boyu bizimdirler.
Fakat öldüğümüz zaman, ödünç aldığımız bu elementler he­men vücudumuzdan çıkmaya başlar ve yeniden dolaşıma girer­ler. Modern mumyalama yöntemlerini ve paslanmaz çelik kap­süller içinde saklanmayı tercih eden insanlar dahi sonsuza kadar var olamayacaklar. Güneş aşırı yüklenmiş bir kalp gibi atmaya başladığında, kuralın hiçbir istisnası olmayacak: Tozdan yaratıl­dık, toza döneceğiz.
Oda sıcaklığında, mikroplar çabucak ölü bir vücudun hüc­relerini parçalamaya başlar. Aslında bu hücreler kendi başları­na da parçalanmaya başlayabilirler. Çürüme, sıvıların ve gazla­rın serbest kalmasına yol açar. Mantar, ölü deri üzerinde çabu­cak koloniler oluşturur, eti doğrudan mantar sporlarından olu­şan küçük bir bulut haline getirir.
Ölü vücutların çoğu morgda bir buzdolabına kaldırılır, bu­rada günlerce "tazeliklerini” koruyacaklardır. Fakat özellikle ABD’de birçok aile, sevdikleri birinin toza dönüşecek olması­na karşı ısrarlı bir savaş açmışlardır. Bir vücudun içine formal­dehit ve başka koruyucu maddeler enjekte eden bir ölü ilaçla­ma uzmanı tahripçi birçok mikrobu öldürerek ölü dokuya can­lıya benzer bir sertlik kazandırabilir. Makyaj, çeşitli dolgular, zamk, ağız biçimlendiriciler, gözkapağı biçimlendiriciler ve baş­ka yardımcı maddelerle bir ceset birkaç gün daha, bazı durum­larda çok daha uzun süre boyunca canlıya benzer bir görünüm­de kalabilir.
İlaçlama işlemlerinden geçmiş bir cesedi bir tabutun içine ha­va almayacak biçimde kapatmak, çözünmesini biraz daha ertele­yecektir. Gelgelelim bildiğimiz tabutlar yer altındaki su ve top­rağın gücüne karşı pek de fazla dirençli değildir. Bu yüzden bir tabutun üstünü örten toprak çabucak kapağı çökertebilir. Bu da bakteriler, mantarlar ve çok çeşitli başka ayrıştırıcıların tabut­tan içeri girmesi demektir Bu istenmeyen durum mezarlara be­ton duvarların yapımını yaygınlaştırmıştır. bu kaplamalar, aslın­da tabutun içine konulduğu ikinci bir tabuttur. İlaçlanmış bir ce­set bu şekilde korunduğunda, kuru bir iklimdeyse eğer, yıllarca çözünmeden kalabilir.
Fakat önünde sonunda nem bir yolunu bulup tabutun içine girecektir. Toprakta yeniden dönüşümü sağlayan küçük yara­tıklar işe koyulacaklar, yavaş yavaş bir vücudu oluşturan ele­mentler çevresindeki toprağa gömülecek ve Dünya’nın taşlı-topraklı örtüsünün bir parçası haline gelecektir.
Bir tabutun içindeki sert malzemeler tozlaşmaya en uzun sü­re boyunca direnç gösterir. Günümüzde cerrahların da, cenaze ilaçlayıcılarının da ölü vücutlara yerleştirdikleri plastik ve metal­ler daha yavaş parçalanacaktır. Metal mücevherler ve fermuar­lar, plastik düğmeler, ayakkabılar, tabutun içine anı olarak ko­nulan dayanıklı ı eşyalar da varlıklarını sürdürecektir. Bir de ke­mikler. Dinozorların da tanıklık edebileceği gibi, kemikler ba­zen toz oluşturan güçlere o kadar uzun süre direnirler ki, dam­layan su kemiği yavaş yavaş çözecek zaman bulabilir. Yavaş ya­vaş, su, yumuşak kemiğin yerine sert minerali koyar.
İnsan kemikleri kuşkusuz fosilleşmeye uygundur. Vücudu­muz uygun türdeki toprakla çok kısa sürede örtülecek olsa, mil­yonlarca yıl içinde iskeletimiz taşlaşırdı. Fosiller teknik anlam­da vücudumuz sayılmayacaktır. Su, orijinal kemik molekülleri­ni alıp götürecek, bunları toprak ve tozlarla karıştıracaktır. Ke­miklerimizin mineral kopyaları çok daha dayanıklı olabilir. Ne var ki mineral haline gelmiş fosilimiz bile, sonunda mezarımız erozyon yüzünden açıldığında parçalanıp toza dönecektir. Fosil avcıları genellikle keşiflerini, Dünya'nın yüzeyinde tozlaşmak­ta olan dağınık fosillere rastladıklarında yapar. Koruyucu kaya­nın içine kadar kazdıklarında fosilin geri kalanını el değmemiş bir halde bulurlar.  
Eğer kemikleriniz fosilleşecek kadar şanslı değilse, parçala­nıp toz olmaya varan akıbetleri muhtemelen daha çabuk gele­cektir. Erozyon mezarınızı kazıyarak açacaktır. Muhtemelen vücudunuzdaki demirle siyah siyah lekelenmiş, yine vücudu­nuzdaki kalsiyumla kaplanmış toprak parçacıkları bir su akın­tısıyla akıp gidecekler ya da yükselip rüzgâra karışacaklardır. Dünyanın hareket eden plakalarının mekaniği sizi yukarı değil de aşağı gönderirse, öğütülecek, erimiş kayalara karışacak, belki de daha sonra volkanik kül olup yeniden ortaya çıkacaksınızdır.
Özenle saklanmış insan vücutları kimi zaman, Yeryüzü nün hareketiyle değil, diğer insanlar tarafından toz haline getirilir. Avrupalılar Ortaçağ dan başlayıp 18. yüzyıla dek Mısır’daki mumyaları güçlü ilaçlar olarak görmüştür: Bu durum, keşfedil­me talihsizliğine uğrayan eski cesetlerin toz haline getirilip ilaç niyetine yutulabileceği anlamına geliyordu. Death to Dust adlı kitabın yazarı Kenneth Iserson mumyaların gübre olarak kullanılmak üzere de toz haline getirildiğini söylüyor; ayrıca ABD'ye şemiler dolusu gönderilen mumyaların üzerindeki bez sargı­lar burada fabrikatörler tarafından kâğıt hamuru yapımında işe yarayıp yaramayacağım görmek için kullanılıyormuş. Iserson, “Ama sargılar o kadar lekeliydi ki, iyi kalite kâğıt üretilemiyordu,” diyor.
Küllerin, kurtçukların, erozyonun, hatta mumya öğütücülerin çabalarına rağmen, ağır ağır toz olmaya giden yol, hâlâ gömül­mektir. Mezar kuruysa, erozyon araziyi bozmazsa, gömülmek, tozdan gelip toza dönme düzeninin işlemesini uzatabilir.
Hindistan’ın, Asya’nın ve Afrika’nın bazı kesimlerinde uygu­lanan, cesedin etlerinin ayıklanması daha hızlı bir süreçtir. Ceset genellikle bu amaç için belirlenmiş bir yere, ya da bir ağaca yer­leştirilir. Sonra, kimi zaman bu ritüele gayet alışık oldukları göz­lenen hayvanlar, gelip cesedi parçalarlar. Örneğin Tibet’te ölen bir insanın ailesinin, bir grup cenazeciye, yakınlarının cesedini bir tepeye taşıyıp orada, bekleyen olan akbabalar için parçalara ayırtmaları hâlâ yaygın bir uygulamadır.
Tibet’e yardım toplayan Güney Californialı Pamela Logan, yerel olarak gökyüzüne gömülme olarak bilinen bu uygulama­ya tanıklık etmiş az sayıdaki yabancıdan biridir. “Akbabalar ce­nazecilerin tepeye tırmandığını gördüklerinde, havada dönmeye başladılar,” diyor. Logan’ın anlattığına göre cenazeciler taş bir platformun üzerinde, cesede hızla birkaç kesik atmışlar. “Yakla­şık 50 tane, muazzam büyüklükte akbaba geldi,” diyor. “On beş dakikayı bulmadan geriye et namına bir şey kalmamıştı. Sadece kıkırdak ve kemikler kalmıştı. Sonra adamlar ellerinde çekiçler­le geldiler ve kemikleri döve döve hamur haline getirdiler.” Ar­dından da bunu unla karıştırıp, tıka basa doymuş akbabalar git­tikten sonra, kenarda bekleyen kargalara ve şahinlere vermişler.
Logan, böylece yaklaşık 45 dakika içinde, ölmüş bir insanın kendisinde zaten ödünç olan elementlerinin yeni vücutlara girdi­ğini anlatıyor. Böyle bir tören düzenleyecek maddi imkânları ol­mayan Tibetliler için, cesedi tepede kuşların, köpeklerin, böceklerin ve bu töreni gönüllü olarak gerçekleştirecek başka yaratık­ların eline bırakmak âdettendir.
Bu kanatlı, pençeli, kıskaçlı yeni ev sahipleri cesedi sindirir­ken, bazı elementleri hazmedip diğerlerini reddederler. Redde­dilmiş bileşenler hayvanın gerisinden çıkıp çabucak kuruyarak toz haline gelir. Sindirilmiş elementlerin bir bölümü ise tozlaş­maktan ebediyen kurtulabilir. Konakçı akbaba öldüğünde, ye­ni bir yırtıcılar grubu onun elementlerinden paylarına düşeni alacaklar, bunları bir süre kendilerinde taşıyacaklardır. Böylece cesedin bazı parçaları bir akbabadan bir köpeğe, ondan bir sinek larvasına aktarılacak, ancak bundan sonra toz haline ge­lecektir; muhtemelen bir sineğin ölüsünden çıkan bir küf spo­ru olacaktır.
Ne yazık ki bazı titizlikler ve kamu sağlığıyla ilgili kaygılar yüzünden, öldükten sonra parçalanma ABD’de yaşayanların kullanabileceği bir yöntem değildir. Vücudu çabucak toza çe­virmek isteyenlerin başvuracağı yöntem yakılmak olacaktır. Ge­rekli belgeleri düzenlediyseniz, ölümünüzü izleyen birkaç saat içinde bir duman bulutuna ve birkaç kilo ağırlığında kemik to­zuna dönüşebilirsiniz.
Yakılma, bir cesede uygulanan çok eski bir yöntemdir. An­tik Yunan'da bu dumanlı uygulama benimsenmişti, çünkü sa­dece hastalıkları önlemekle kalmıyor, ölünün düşmanlarının da cesedine karşı saygısız hareketlerde bulunmasını engelliyordu. Roma’da yakılma o kadar yaygın hale gelmişti ki, kentin yöneti­cileri bu uygulamayı şehir içinde tamamen yasaklamak zorunda kaldılar. İngilizce’deki “bonfire” [şenlik ateşi] kelimesi Britanya halkının ölülerini "bir kemik ateşinin’’ [bone fire)] üzerinde yak­tığı günlerden kalmadır.
Hangi kültürde olursa olsun, olağan uygulama kemik ateşi so­ğuduğunda, soluk renkli kemikleri toplamaktır. Vücuttan geri­ye kalan bu parçalar gömülebilir ya da yerin üstünde saklanabi­lir. Birçok kültürde kemikler ve küller yakmanın kendisi kadar önemli değildi, hâlâ da değildir; yükselen tozlar ve gazlar vücu­du yok etmenin, ruhu özgürleştirdiği yolundaki yaygın kanıyı güçlendirmektedir.
Fakat tozdan gelip toza döneceğimiz kuralına rağmen, ilk Hristiyanlar yakma eyleminden hazzetmemişlerdi. İsa’nın doğu­munu izleyen birkaç yüzyıl içinde gömülme, Avrupa’nın büyük bölümünde cenazeler için uygulanan yöntem olarak benimsenip moda olmuştur.
Fakat Hristiyanlardan emir almaya alışık olmayan bazı Vikingler, kahramanları gemilerinin içinde yakmayı sürdürüyor­du. İskandinav ülkeleri bugün bile yakma konusuna meraklıdır. Dünyanın Hristiyan olmayan bölgelerinde, özellikle Japonya ve Hindistan’da, yakılma cenazelere uygulanan en gözde yöntemdir.
Cenaze yakılmasına içtenlikle inanan bir avuç insan 1800’lerde bu uygulamayı İngiltere’de ve ABD’de yeniden canlandırdı­lar. Yavaş yavaş her iki ülkede de krematoryumlar boy göster­meye başladı. Yakılma bugünlerde ABD’de oldukça gözdedir.
ABD’de cesetlerin yaklaşık yüzde 25’i yakılmaktadır. Bu yaklaşık yarım milyon cenaze demektir. 2010’a gelindiğinde bu oranın yüzde 40’a yaklaşması beklenmektedir. Bu eğilim eşit olmayan bir dağılım gösteriyor. Ülkenin batıda kalan üçte bi­rinde yaşayanlar, New England sakinleri de dâhil, kendileri­ni toza çevirme konusunda pek acelecidirler. Ülkenin orta ke­simleri, toprağın altındaki yavaş süreci tercih etmektedirler. Mississippi’de yaşayanların yalnızca yüzde 7’si yakılmayı ter­cih ediyor.
Cenazeler genellikle krematoryuma sert karton tabutlar için­de getirilir. Yakılacak cenazelerin çok azı ilaçlanmış olarak ge­lir. Gerçi tümüyle ilaçlandıktan sonra, makyaj yapılıp giydiri­len ve geleneksel bir cenaze töreni yapıldıktan sonra parlak me­tal veya ahşap bir tabutla krematoryuma getirilenler de vardır. Bir ceset nasıl gelirse gelsin, yakma işleminden sorumlu opera­tör genellikle tabutu olduğu gibi 760 ila 980 derece arasında ısı­tılmış bir ocağın içine sürer. Karton kutu ya da ahşap tabut bir anda alev alır ve gözden kaybolur. Cesedin yanması biraz daha vakit alacaktır.
Paul Lemieux, EPA’da görev yapan bir kimya mühendisi ve yanma uzmanıdır. Bundan sonra olanları, her gün evlerin arka bahçesinde yapılanlara benzetiyor. “Bu işlemin çok büyük bir bölümü yemek pişirmeye benzer,” diyor. “Ceset, bütün suyu çe­kilene dek 100 derecede kalacaktır. Izgarada hamburger pişir­diğinizde, etin suyu çekildikten sonra geride kalan malzeme ısı­nır. Yağ yanmaya başlar. Vücut bildiğimiz organik bir yakıt gibi yanmaya başlar. Kemikler ve dişler, ısı ancak çok yükseldiğin­de yanmaya başlar.”
Yaklaşık bir saat içinde, cesedin büyük bölümü gaza dönüş­müş olur; bu gazlar özel bir odada yeniden yakılır ve sonra da bacadan dışarı salınır. Karbon kurumu zerreleri su buharını ve kaynamayla cesetten çıkan başka gazları karartabilir. Nitrojen oksit gazı buhara hafif bir turunculuk verebilir. Diş dolguların­daki cıva buharlaşır ve havaya karışır. Yanmış yağlar karmaşık hidrokarbonlara dönüşür. Ateş vücudun bereketli tuz içeriğine saldırdığında, klor bacadan dışarı yükselir. Klor soğurken kü­çük dioksin izleri oluşturma fırsatı bulur.
Atmosferi kirletmeksizin toza dönüş süreçlerini hızlandırmak isteyenleri memnun edecek bir haber, yakılmanın çok az kirliliğe neden olmasıdır; öyle ki EPA bu işlemi kurallara bağlama açısın­dan öncelik sıralamasında altlara yerleştirmiştir. New York'ta Bronx’taki bir krematoryumda 1999’da yapılan bir hava kirliliği testi, ev faaliyeti olarak barbeküyle değil ama şömine yakmakla kıyaslandığında, son derece hafif kalmaktadır.
Araştırmacılar, turuncu alevleriyle bir saat boyunca keyif veren bir şöminenin, çevrenin havasını yaklaşık 250 gram ağır­lığında parçacıklarla doldurabileceğini yazmışlardır; yani ha­vada uçuşan her boyuttan, her türden toz. Hâlbuki bir saat bo­yunca yanan bir ceset, toplamda 15 gramdan biraz daha fazla parçacık çıkarır. En kirli koşullarda ve krematoryum en yük­sek sıcaklıkta yanarken, her vücut yaklaşık 250 gram mikros­kobik boyutta toz üretir. Sonuç şudur: dış ortamı tozlandırma bakımından, ölü yakmak, şöminede kütük yakmanın eline su dökemez.
Ancak yakılmaya can atanlar için kötü haber şu ki, ülkede­ki 1-400 krematoryumun her biri havaya her yıl buharlaşmış diş dolgularıyla yaklaşık bir kilo zehirli cıva salıyor olabilir. Ortala­ma bir ceset, toplama bu zararlı metalden çeyrek gram katkı ya­par. Havayı kirletmeksizin bu dünyadan ayrılmak isteyenler, yakılmadan önce diş dolgularının çıkarılmasını isteyebilir. (Cena­ze sorumluları, bir cenazeyi krematoryuma göndermeden önce kalp pillerini çıkarıyorlar.)
Yakılma devam ederken, ceset küçülüp bir kemik yığınına iner,, bu kemikler de sıcakta ufalanır. Krematoryum fırını söndürüldüğünde, bir vücudun yaklaşık yüzde 90’ı dışarıdaki hava­daki: canlı ve ölü tozlardan oluşan yoğun döngüye karışmış olur. “İnsan parçacıkları“nın bazıları yavaş yavaş Yeryüzü ne inebilir. Bazıı gazlar yoğunlaşıp atmosferdeki nemi toplayan damlacıklar oluşturabilir ve yağmur damlasına dönüşebilir. Bu yağmur dam­laları düşerken havadan başka insan tozları da indirebilir. Do­layısıyla bir vücudun ödünç aldığı unsurların birçoğu sonunda Dünyaya geri döner.
Yanmayan elementler ise fırının zemininde kalır.
Yakılmadan arta kalan “küller” ” iki ilâ altı kilo kemik ve bu­na karışmış olan eser miktarda sert metalden oluşur. Kemik par­çacıkları genellikle beyaz ya da gridir. Operatör bunları fırından kazıyarak toplarken, ince tuğla parçaları da kemik parçalarına karışır. Daha sonra krematoryum çalışanları metal diş köprüle­rini, giysileri tutturmaya yarayan metal kopçaları, ya da ameli­yatla yerleştirilmiş metal iğneleri, plakaları ve protez eklemleri bulabilmek için külleri mıknatısla tararlar. Az sayıda kremator­yum geride kalan beyaz taneleri ve uzun kemik parçalarını aile­ye iade eder. Artık birçoğu, özel öğütücüler kullanarak en bü­yük parçası kum tanesi kadar hatta daha da ince hale gelene dek bütün artıkları toz halinde öğütmektedir. Neden mi? Daha iyi dağılsınlar diye, tabii.
Kenneth Iserson, geçen yüzyılda “cesetlere yapılan uygulama­larda pek az yenilik olduğunu” söylüyor. “Küllere yapılan işlem­lerde daha da az oldu,” diyor. Fakat bu, insanlar hiç çaba göster­miyorlar demek değildir. Külleri bir dağın tepesinden savurmak ya da okyanusa saçmak olarak başlayan iş gelişip, kemik tozu­nun uzaya fırlatılması, mücevherlere, olta saplarına, tebrik kart­larına, seramik biblolara doldurulmasına kadar geldi. Azteklerin kutsal saydığı harabelere kemik tozu saçmak güneybatı eyaletle­rinde moda olmaya başlamıştı, ta ki Ulusal Park Hizmetleri bir­çok parkta kemik tozu saçmayı yasaklayana kadar.
Her yıl havaya savrulacak kül miktarı artıyor. Kuzey Ameri­ka Kremasyon Derneği'nin (CANA) yaptığı bir araştırmaya gö­re 1998’de 10 küçük kutu dolusu kemik tozundan yalnızca dör­dü bir mezarlığa teslim ediliyordu. Bu toz paketleri ya gömülü­yordu, ya yerin üstünde sıra sıra oyuklardan oluşan bir “ölü sak­lama mahzeninde” saklanıyordu ya da özel bir “toz serpme bah­çesine” dökülüyordu.
Peki, ama yüz binlerce kutu toza ne oldu? Eh, krematoryum çalışanları ailelerin isteğine uygun olarak yaklaşık 64.000 kutu­yu suya, diğer bir 24.000 kutuyu da karaya saçtılar. Kül kutu­larının neredeyse yüzde 6 sı aile bireyleri tarafından kremator­yumlardan alınmıyor ve öylece beklemeye mahkum bırakılıyor. Geri kalan 176.000 kutu kül mü? CANA’nın araştırmasına göre, bu kemik tozu kutuları ya da kavanozları "eve götürülür”. Fa­kat küllerin buradan alınıp nereye götürüldüğü sorusunun yanı­tı olarak, en uçuk tahminler bile fazla uçuk kaçmayacaktır. Ken­dilerine özgü parlak fikirler üretemeyen aileler için, artık birçok şirket, tozları huzura kavuşturma konusunda bir dizi çözüm sun­maktadır.
Örneğin Creative Cremains şirketi, çiçek tohumları ve bir parça külden kâğıt hamuru karıştırıp el yapımı kartlar hazır­lamaktadır. Bedeli 25 dolar olan bu kartların gönderildiği ki­şilerin, bunları parçalayıp, kemik tozu, tohum demeden topra­ğa dikmesi istenmektedir. San Francisco daki bu şirket, değer­li heykelcikleri ve başka eşyaları saklama kavanozlarına dönüş­türmeyi de önermektedir. (Özel bir ‘‘serpme kavanozu"nun to­zu saçma işini güzelleştirilesi amaçlanırken, “saklama kavano­zu” merhumun kalıntılarından bir tutamını içerir ve şömine üs­tünde ya da çalışma masasında durur. “Saklama kolyesi” tozla doldurulmuş mücevherlerdir.)
Calilornia’da Claremont’ta bulunan bir şirket de ölenleri, be­yaz kemik külünden bir parçasını kalın bir cam kürenin içine koyarak ölümsüzleştiriyor. Başka bir şirket bir parça saydam akriliğin içine külden yapılmış yunuslar yerleştiriyor. Spor se­venler için, orta batı bölgesinde yakılma işleminden arta kalan külleri, av tüfeği fişeklerinin içine yerleştirip, avcının istediği av hayvanına ateş etmesi için hazırlayan biri var; bu arada tü­fekten çekinenlere aynı hizmeti bowling topları, ördek tuzakla­rı, hatta balık yemi olarak da sunuyor. Balıktan laf açılmışken söyleyelim, Georgia’da bir şirket bir miktar külü bir parça be­tonla karıştırıyor. Bu karışımdan, mantar şeklinde yapay resif­ler oluşturuyor. Bunlar daha sonra mercanları çekmesi ve ba­lıklara barınak olması için denize bırakılıyor. (İsteğe bağlı ola­rak ölen adına kitabe yazılı bronz bir levha da yerleştirilebiliyor.) Eğer merhum küllerinin saçılmasını istemiş ama bunun için zor bir yer seçmişse, sayıları giderek artan profesyonel kül saçıcılar sizin için bu hizmeti de yapabilirler. Sunulan çeşitli hizmetler arasında küllerin bir tekneden ya da motordan saçıl­ması, bir uçaktan saçılması, Idaho’da bir ormana ya da Kutsal Topraklar’a serpilmesi bulunuyor.
Bir uçaktan kül saçmak, kül çılgınlığına kapılmış bu çağda bi­raz fazla tekdüze gibi görünebilir. Fakat bu ince tozları uzun bir yolculuğa göndermenin ince bir yoludur. Kemik parçacıklarının büyük bölümü, yere hızla inecektir (Demek ki kemik parçaları­nı öğütmek gerekli) . Fakat iyice incelmiş tozlar, rüzgârların ve hava durumunun izin verdiğince uzağa uçabilir. En ince zerreler günlerce havada süzülerek uçabilir, okyanusları aşar, uzaklardaki çölleri ve hiç çaba harcamadan egzotik sıradağları geride bırakır.
Havai fişekler küllerin rüzgârlara daha dramatik bir biçim­de açılmasını sağlar. Güney California’daki Celebrate Life Şir­keti, külleri birkaç bin dolara, özel olarak tadil ettiği havai fişek kapsüllerine yerleştirmektedir. Daha sonra ölen kişinin dostla­rı ve ailesi bir araya toplandığında, şirket ekibi hem geleneksel, hem de kül yüklü havai fişekleri, geride kalanların seçtiği mü­zik eşliğinde fırlatmaktadır. Tıpkı bir uçaktan saçılan küller gi­bi, bu küller de canlı bir rüzgâr yakalama ihtimalinin tadını çı­karabilirler.
Bu seçenekler de mi çok ağırbaşlı görünüyor? Bu küllerin uzaya fırlatıldığını bir düşünün. 1997’de Celestis Şirketi, ilk ya­kılma artığı yükünü Dünya’nın çevresinde yörüngeye yerleştir­miştir. Celestis’in kül kapsülü, tek kullanımlık bir motora yük­lendi; bu motorun başlıca görevi ticari amaçlı bir roketi yörün­geye sokmaktı. Motor işlevi bitip yandığında üzerinde Celestis kapsülü olduğu halde roketten ayrıldı. Şimdi 24 öncü müşteri­nin yakılmış cenazelerinden arta kalanlar, nispeten alçak bir yö­rüngede Dünya’nın etrafında dönmeye başladı. Ya da artıkları­nın bir kısmı diyelim.
Şirketin sözcüsü Christopher Pencheri “Yaklaşık yedi gram [koyuyoruz],” diyor. “Bizim sunduğumuz bir anma hizmeti.” Şirket, ailelerin uzay gezginlerinin küllerinden geri kalanını ne yapacaklarına karışmıyor.
Bu ilk parti kül, roket motoruyla 2007ye dek Dünya’nın et­rafında dolanacak. Sonra bütün bu teçhizat Dünya’nın yapışkan atmosferine yaklaşınca alev alacak. Pancheri, “Tıpkı kayan bir yıldız gibi,” diyor. Kemik tozlan, roket motoruyla birlikte bu­harlaşıp atmosferin üst kısımlarında dönmeye başlayacak.
Şimdiye kadar yaklaşık 700 gram, insan kalıntısı roket uçuşu­na çıkmış bulunuyor; bunlar arasında uzayın korkusuz kâşifi Timothy Leaıy de bulunuyor. Roketin yükseldiği irtifaya bağ­lı olarak bu toz parçacıklarının bir kısmı Dünya nın etrafında 200 yıl boyunca dolanıp, her gün 15 dönüş yapabilir. Maliyeti­ne gelince, tozun gramı başına 1000 doların biraz altında bir fi­yat ödersiniz.
Fakat Celestis'e göre Dünya’nın yörüngesi yalnızca bir dene­me uçuşudur. 1998’de şirket NASA’yla işbirliği yaparak, kuy­ruklu yıldızlarla ilgili çalışmalar yürüten tanınmış bilim insanı Eugene Schoemaker’a ait birkaç gram tozun Ay’a gönderilmesi­ni sağladı. İlerde, sıradan insanların küllerinin Ay’a gönderilme­si kişi başına 12.000 dolara mal olacak. Celestis şimdi de en ile­ri hedefe yönelik yolculuk rezervasyonlarını alıyor. 2001 yılı so­nunda Celestis Encounter2001 uzay aracına bir kül kutusu yer­leştirecek. NASA’ya ait olmayan bu araç, taşıdığı insan saçı, şiir, sanat eserleri ve kemik tozu ile birlikte, güneş sisteminden dolaşa dolaşa boşluğa çıkacak.
Eğer yakılmış cesedinizden arta kalanların uzayda dolaştığı­nı, hatta çöl tozları, mantarlar ve kurumlarla birlikte gezegenin çevresinde esiyor olduğunu düşünmek size hoş görünmüyorsa, mumyalanmak sizin için uygun olabilir. Bugünün geniş bir ha­yal gücüne dayalı seçenekler sunan piyasasında, toza dönüşme­nizi önleme konusunda bu yöntem kadar umut vaat eden pek az hizmet var. Merkezi California’da bulunan — başka nerede olabi­lir ki? — Summum şirketi, birkaç gram külünüzü Ay’a gönderme maliyetine, bu işi yapacaktır. Patenti alınmış bu işlem çerçeve­sinde DNA’nız korunur; uzun vadeli planlarınız arasında klon­lanma da varsa bu işlem önemlidir. Çağdaş mumyalama yönte­mini geliştiren ve kâr amacı gözetmeyen bu şirketin başkanlığını yapan Corky Ra, "Ben olsam sadece bilim yararına klonlanmak isterim," diyor. “O noktaya eriştiklerinde beni klonlamak ister­lerse, bunu yapabilirler."
Tozlu akıbetinizden gerçekten de uzunca bir süre bo­yunca kaçınmak için, paranızı Summum’ın 36.000 dolarlık "mumyaform ’una harcayabilirsiniz. Hem pırıl pırıl paslanmaz çelik kapsül, hem de daha geleneksel bir havası olan Mısır mo­tifleriyle süslü bronzdan yapılma dış kapsülün kalınlığı yakla­şık yarım santim. Rüzgâr ve havanın, sizi ufalamaya başlama­dan önce, metali parçalamaları, mumyaformu dolduran sente­tik kehribar dolguyu aşındırmaları, sonra da üstünüzdeki sar­gıları eritmeleri gerekecek. Şimdiye dek Ra, bir tıp fakültesin­de, otuz insan cesedinin yanı sıra bazı evcil hayvanları da başa­rılı —ve oldukça zarif bir biçimde— mumyaladı. Summum bu iş için para ödeyen hiç kimseyi şimdiye kadar mumyalamadı an­cak, 100’ii aşkın kişi bu hizmeti almak için önceden ödeme yap­mış bulunuyor. Mumyalama işlemi birçok cenaze evinde gerçek­leştirilebiliyor.
Peki, mumyalama tozlu akıbetinizi ne kadar geciktirebilir? Corky Ra, bu soru üzerine içini çekiyor. Bronz Devri, bu konu­da iyi veriler sunamayacak kadar yakın bir dönem. ‘‘Dört bin, beş bin yaşında bronzların varlığı biliniyor,” diyor.
Fakat mumyaformunuz Dünya saatine göre 100.000 yıl bo­yunca varlığını sürdürecek olsa da, bu süre göz açıp kapayana kadar geçecek. Zaman geçtikçe, toza dönüşmeniz kaçınılmaz. Olacak Olağandışı bir şans eseri rüzgârlar ve suyun elinden kurtulsanız, hatta Dünya’nın kabuğunda sürekli dönen tekto­nik tabakaların sürtünmesinden de kurtulsanız bile yine de bu olacak:
Toza dönüşeceksiniz.
Aslında Dünyanın kendisi de toz olacak. Güneş’in merkezin­deki ocak, sahip olduğu tüm hidrojen atomlarını helyum atomu­na dönüştürdükten sonra, Güneş ısınacak, genleşecek ve "kırmı­zı bir dev” haline gelecek. Bugün, Güneş’i küçük bir üzüm tane­si gibi düşünecek olursak, Dünya onun bir buçuk metre ötesin­de yörüngede dönmekte olan bir kum tanesi olurdu. Ama Güneş kırmızı bir dev haline geldikçe, üzüm tanesi bizim kum tanemizi yutacak kadar şişecektir.
Daha önceki hesaplamalar Dünyanın bu felaketten kaçabile­ceğini söylese de, Lee Anne Willson durumun hiç de böyle olma­yacağını düşünüyor. Iowa Eyalet Üniversitesi’nde fizikçi ve gök bilgini olan Willson, 2000’li yılların başında, hazırladığı bilgisa­yar modelindeki karamsar tahminleri kendi kuşağından araştır­macılara sunduğunda medyanın çok ilgisini çekmişti.
Canlı bir kişi olan Willson, “Yaptığım hiçbir şey Dünya’nın kızaracağını söylemem kadar popüler olmadı, ” diyor.
Daha önce hazırlanan bazı modeller yaşlanan Güneş’in dı­şarıya doğru genişlemeye başladığında uzaya büyük miktarlar­da gaz salacağı tahmininde bulunuyordu. Güneş’in kütle kaybı, Dünya üzerindeki kütle çekimi etkisini zayıflatacak, Dünya da­ha tehlikesiz bir yörüngeye doğru çekilecekti.
Willson, “Kütle kaybı, en büyük farkı yaratır; Dünya’nın toz haline gelecek olması da, insanlık için hatıra kabilinden küçük bir külçe olarak kalması da buna bağlıdır,” diyor. Fakat hesap­lamaları, kavrulmuş küçük bir külçenin bile, umut edebileceği­mizden fazla olduğunu gösteriyor.
Elbette bu çaresiz durumumuzu bizler görecek değiliz. Güneş’in seyrek atmosferi Dünya nın yörüngesine doğru geniş­lerken gezegendeki koşullar önce son derece sağlıksız, sonra da son derece tozlu bir hal alacaktır. Bunun sebebi bizim kirlilik ya­ratan alışkanlıklarımız değil, Güneş’in doğal olarak her gün bi­raz daha ısınmasıdır.
Ken Caldeira Lawrence, Livermore Ulusal Laboratuvarı’nda görevli bir araştırmacı. O da gezegenin kaderini okumak için bir bilgisayar modeli kullanıyor. Fakat Caldeira, şimdiki zaman ile Lee Anne Willson’a göre güneşin kızaracağı zaman arasında ka­lan dönem üzerinde odaklanıyor. Caldeira’nın tahminine göre, yaklaşık yarım milyar yıl sonra, gezegenin sürekli ısınması at­mosferin kimyasını toptan değiştirecek. Bütün bitkiler kuruyup ölecek ve canlıların mezara doğru ağır yürüyüşünün başını çe­kecekler. Gerçekten tozlu zamanlar geldiğinde bizler ortada ol­mayacağız bile.
Caldeira, “Yaklaşık bir buçuk milyar yıl içinde, Dünya ısınır­ken okyanuslardan daha fazla su buharı atmosfere girecek, ” diye tahmin ediyor. Bu buharlaşmış su, nemli ve atmosferin hareket­li bölümü olan troposferin düzeyinde kalmakla yetinmeyecek. Caldeira, su buharının yukarıya doğru tırmanıp yüksekte, stra­tosferdeki ince gazlarla birleşeceğini söylüyor.
"Su buharı stratosfere çıktığında, güneşin radyasyonuna ma­ruz kalır, bu da moleküllerini parçalar,” diye devam ediyor Cal­deira. “Hidrojen atomları o kadar fazla enerji yükleneceklerdir ki, gezegeni sonsuza kadar terk edebilirler. Peki, suyu kaybedince ne olur? Sanıyorum ki Dünya biraz tozlu bir yer haline gelecektir.”
Belki de bazı dayanıklı bakteriler, geride kalan kurak ve sı­cak tozlu kayaların üzerinde barınabileceklerdir. Fakat onlar bi­le tozlu bir akıbetten kaçamayacaktır. Okyanusların kuruma­sından birkaç milyar yıl sonra, Güneş’in genişleyen atmosferi belki 3315 derecede kaynayan kırmızı bir duvar gibi Dünyaya yaklaşacaktır. Ve tıpkı yörüngede dönen bir roketin motoru­nun Dünya’nın dış atmosferi tarafından yavaşlatılması gibi. Dünya’nın büyüyen Güneş’in etrafındaki hızı, kırmızı devi çev­releyen gaz halesiyle mücadele ettikçe yavaşlayacaktır.
Lee Anne Willson, “Dünya içe doğru sarmal çizerek yaklaşa­cak,” diyor. “Güneş’in mat iç kısmına doğru yaklaşırken daha da ısınacak. Sonra Güneş’in içine girdiğinde, buharlaşacak.”
Dünya’nın kuvars ve granitinden, demir ve altınından, taze ve fosilleşmiş kemiklerinden, bir yerlerdeki paslanmaz çelik mumyaformlarından çıkacak buhar, kırmızı devin atmosferine karı­şacak. Çöller ve dağlar, dökülen kanla kararmış topraklar ve es­ki petrol yatakları, hepsi de yanıp gaz olacak. Her toz yumağı ve her elektrikli süpürge Güneş’in kırmızı sıcak krematoryumunda bir an parlayıp yanacaktır.
Ve sonra bu tuhaf buharlar yeni tozlar oluşturabilecekler. Willson, “Bir kırmızı dev, hayatının sonuna yaklaşırken, ge­nelde bir yıldan daha kısa süren bir döngü içinde, çarpan bir kalp gibi atan büyük, kabarık bir şey haline gelir,” diyor. Bu ağır ağır çarpma hali, yıldızın atmosferini boydan boya kat eden mu­azzam şok dalgalarının oluşmasına yol açar.
“Bir şok dalgası gazı sıkıştırdığında, gaz ısınır. Ama sonra gaz yeniden genişlediğinde, soğur ve o zaman toz oluşabilir. Toz bir sonraki ısınma aşamasını da geçirmeyi başarır ve her soğuma aşamasında biraz daha büyür. ”
Bu çarpan kalbin atmosferinde, gezegenimizden çıkan buhar­ların bazılarının yeniden yoğuşması mümkün olacaktır. Kimya­sal olarak kuvars kayalarına ve nikel-demire benzeyen minicik boyutlardaki kabarık toz taneleri büyüyecektir.
Sonra güneş rüzgârlarının önüne katılan bu Dünyalı duman bulutu galaksiye doğru esecektir. Bundan kısa bir süre sonrada, Güneş dış tabakalarını uysalca uzaya dökecek, burada sı­cak gazların bir kısmı da soğuyup basit tozlar haline gelecektir.
Şurası unutulmamalı ki, Dünyanın aslında hem Güneş’in pençesinden, hem de ölüm sancılarından kaçıp kurtulması ihti­mali mevcuttur. Michigan Üniversitesi’nde fizikçi ve Willson’in eski öğrencilerinden olan Fred Adams, The Five Ages of the Universe adlı sürükleyici kitabında, Dünya nın önünde bulunan seçeneklerden bazılarını tanımlıyor. Adams’ın sunduğu alterna­tiflerden biri, yakından geçecek kırmızı bir cüce yıldızın, kütle çekimiyle Dünyayı yörüngesinden fırlatması ve soğuk uzayın derinliklerine göndermesi, iyi haber, bu seçeneğin gezegenin ev­rendeki ömrünü yaklaşık 10 trilyon trilyon yıl daha uzatacak ol­ması. Kötü haber ise bu yılların soğuk ve ıssız yıllar olarak ge­çecek olması ve sonunda gezegenimizin inceden inceye işleyen, “proton çürümesi” denilen bir süreçle, atom altı bir halde buhar­laşıp uzaya karışacak olması. Adams, bunun soğumayı izleyen 2 milyar yıl içinde gerçekleşmesi ihtimalini hesaplamış.
“İhtimal yaklaşık yüz binde bir. Böyle zayıf bir bahse kimse para koymaz,’’ diyor gülerek. "Fakat aslında şansı pek çok pi­yango biletinden daha iyidir.”
Adams’in daha iyi dediği olasılık ise daha karamsar bir tablo sunuyor. Eğer fırıldak gibi dönüp duran bir çift kırmızı cüce yıl­dız yakınından geçecek olursa, Dünya belki zorla bu aileye katıl­ma fırsatını bulabilir. Kırmızı cüce yıldızlar soğuk ve güçsüz ya­narlar. Dolayısıyla bu aileye dâhil olması, Dünyayı trilyonlarca yıl boyunca güvenli ve sıcak tutabilir; böylece bizim sıcak Güne­şimizin yanında kalmasına kıyasla ömrü binlerce kat daha uzun olacaktır. Bu senaryoya göre Dünya’nın sonunu getiren yine atom altı süreçlerle gerçekleşen bir buharlaşma olacaktır. Peki, bu alternatifin gerçekleşme ihtimali nedir? Uç milyonda birdir.
Adams "Toz yapmanın en iyi yolu Dünya’nın Güneş tarafın­dan yutulması olacaktır,’’ diyor. Willson ile Adams bu senaryo­nun gerçekleşme ihtimalinin çok yüksek olduğunda hemfikirler.
Akbabalara yem olan bir insan vücudu hayatın geniş ağı için­de dolanmayı sürdürür; yenir, sonra dışkılanır, yenir ve dışkılanır. Dünyamızdan kalanların başına da muhtemelen aynı şey ge­lecektir.
Güneş sistemimizi oluşturan uzay tozu üzerinde bize 10 mil­yar yıllık kullanım hakkı tanınmış. Ama bu hak sona erdiğinde dahi, evren hâlâ bebeklik evresinde olacak. Evrenden ödünç al­dığımız toz daha birçok kereler hayat bulacaktır.
Tozumuz, galaksinin ürkütücü uzaklıklarına sürüklenmesin­den milyarlarca yıl sonra, kendini bir yıldız çekirdeğinin etrafın­da toplanmakta olan karanlık bir bulutun içine karışmış bulabi­lir. Tozumuzun küçük bir bölümü yeni yıldızın çekirdeğine doğ­ru sürüklenebilir. Birazı daha bir araya gelip bu yıldızın çevre­sinde dolanan bir gezegenin içine karışabilir. Ve bu yıldız eğer büyük bir yıldızsa, hızla patlayıp hem eski, hem de yeni tozları galaksiye geri püskürtebilir.
Ve böylece her yeni yıldız kuşağıyla birlikte, evren biraz da­ha tozlanacaktır. Trilyonlarca yıl geçip giderken, geceleri toz le­keleri daha fazla yıldız ışığını kapattıkça gökyüzü kararacaktır. Yıldızlar, kendilerini bu tozlu yakıta uyarladıkça daha sönük ya­nacaklar ve pırıltıları giderek daha soluk bir hal alacaktır. Fred Adams’ın evren yaşlandıkça oluşacağını tahmin ettiği tuhaf yıl­dızlar kuşağı yalıtıcı tozlarla öylesine dolu olacak ki, atmosferle­rinin içinde buz kristalleri dolanacak.
Ve sonra, tıpkı tavan arasında kalmış eski bir gazete gibi, yıp­ranmış evren, kalınlaşmakta olan toz tabakasının altında yavaş yavaş gözden kaybolacaktır. Sh: 285-301
YILDIZLARIN HAYATI VE ÖLÜMÜ
Çok çok fazla toz içeren galaksimiz Samanyolunun çok güzel bir portresi için,
http:// www.star.ucl.ac.uk/ -apod/apod/ap980128.html.
Başlangıçtaki tozlu disk içinde Dünyanın oluşumunun resimli bir günlüğü: http://www.psi.edu/projects/planets/planets.html
Kızılötesi teknolojisi astronomların sanki X-ışını kullanıyormuşçasına tozun ötesini gör¬mesini sağlamaktadır. Bu site kızılötesini iş başındayken görmenizi sağlayacak: http://www.ipac.caltech.edu/Outreach/Edu
Yıldızlar arasındaki tozun bir stereogramı: http://www.astro.ucla.edu/-wright/dust
Zodyak ışığının hayret verici fotoğrafları, Hale-Bopp kuyruklu yıldızı manzaraya renk katmış: http://educeth.ethz.ch/stromboli/photos/photocom/index-e.html
Dünyaya hayatı uzay tozundaki büyülü moleküller mi getirdi? NASA'nın Ames Araştır¬ma Merkezindeki astrokimya laboratuarı konuyla ilgili araştırma linkleri ve son maka¬leleri sunmaktadır: http://web99.arc.nasa.gov/-astrochm/
Astrobiyoloji ya da (bizimki de dahil) yıldızlarda hayatın araştırılması, genişlemekte olan yeni bir araştırma alanıdır. NASA’nın sitesinde haberler, söyleşiler, soru ve cevaplar ve araştırma haberleri bulunmaktadır: http://.astrobiology.arc.nasa.gov
Hayatın hammaddelerinin nasıl uzayda oluştuğunu aktaran bu makale iyi resimler içer¬mektedir ve bilim adamı Max Bernstein ve meslektaşları tarafından kaleme alınmıştır: http://www.sciam.com/1999/0799issue/0799bernstein.html
MERAK UYANDIRAN HAFİF UZAY TOZU YAĞMURU
Kuyruklu yıldız tozu yakalayıp Dünya ya getirme misyonu Stardust’m da kendine ait bir web sitesi vardır: http://stardust.jpl.nasa.gov/mission/msnover.html
NASA’nın toz toplama bölümünün minik zerreciklerin güzel portrelerini içeren zengin bir sitesi vardır: http://www-curator.jsc.nasa.gov
Kuyruklu yıldızlar Hawaii Üniversitesi'nde kuyruklu yıldız uzmanı olarak görev yapan astronom David Jewitt’in web sitesinde hayat buluyor: http://www.ifa.hawau.edu/fa- culty/jewitt/kb.html
Bu Ay ve Gezegen Laboratuarı sitesinde asteroidler günlerini gün ediyor: http://seds.lpl. arizona.edu/ nineplanets/nineplanets/asteroids, html
Buz devirlerine kozmik toz mu yol açtı? Berkeley’de profesör olarak görevli Richard A. Muller'in sitesi kendisinin bu konuyla ve Güneş'imize eşlik eden görünmeyen bir yıldız olduğu kuramıyla ilgili araştırmasını sunuyor: http://muller.lbl.gov/
Meteoritlerden kazıp çıkardığı kadim tozları inceleyen Larıy Nittler'ın da güzel bir web sitesi var, sitede uzay elmaslarının da bir görüntüsü bulunuyor! http://www.ciw.edu/lrn/ psg_main.html
ÇÖLLERİN ÖLÜMCÜL TOZU
Woody Guthrie yi “The Dust Pneumonia Blues’u söylerken dinleyin: http://chnm.gmu. edu/courses/hist409/dust/dust.html
Rüzgar erozyonu, Toz Çanağı yıllarıyla birlikte uçup gitmemiştir. Rüzgar Erozyon Araştırma Biriminin de ortaya koyduğu üzere sorun devam etmektedir: http://www. weru.ksu.edu
Rüzgardaki toz ve bu tozun çöller ve kayalar üzerindeki etkisi USGS’ye ait bu sitedeki harika fotoğraflarla incelenmiştir: http://pubs.usgs.gov/gip/deserts/eolian/
Oviraptor’un -ve başka birçok dinozorunportreleri şu adreste bulunabilir: http://web. syr.edu/-dbgoldma/pictures.html
“Earth from Space” (Uzaydan Dünya), NASA’nın mekiklerden çekilen fotoğrafların bu¬lunduğu galerisidir, bu fotoğraflar arasında Çin’deki Taklamakan Çölü nün ve Çad’daki Djourab Kumul Bölgesi nin de fotoğrafları vardır: http://earth.jsc.nasa.gov/
YUKARI DOĞRU YAĞAN TOZ YAĞMURU
Pan Amerikan Aerobiyoloji Derneği basın bültenini ve konferans özetlerini internette yayınlamaktadır. Ortalıkta dolanan küfler ve yağmacı polenlerle ilgili son haberleri şu adreste bulabilirsiniz: http://www.paaa.org
NASA'nın gezegene ayrılmış bölümü yangınlar ve başka küresel meseleler hakkında çok zengin bilgiler sunuyor, fotoğraflar da: http://earthobservatoiy.nasa.gov/
Arizona'daki Meteor Krateri faciası dinozorların ölümüne sebep olmamıştır, ama geze¬gene gelen bir asteroitin verebileceği hasara iyi bir örnek teşkil etmektedir: http://www. barrin gtercrater.com
Bu site antik polenler, sporlar ve mikroskobik boyutlardaki başka fosillere ayrılmıştır. “Ayın polen zerresi’’ ve çocuk köşeleri de vardır: http://www.geo.arizona.edu/palynology
Yanardağlar ABD Jeolojik Araştırmalar kurumu sitesinin yıldızıdır, sitede çeşitli yanar¬dağ gözlemevlerinin linkleri de vardır: http://vulcan.wr.usgs.gov/home.html
Orman yangınlarından çıkan dumanlar o kadar büyük duman bulutları oluşturur ki, bunlar uzaydan kolayca görülür. Astronotların çektiği bir dizi foto şu linkte bulunabilir: http://eol.jsc.nasa.gov/newsletter/smoke/page I. html
Diatomlar, çarpıcı derecede ayrıntılı bir biçimde şu sitede kataloglanmıştır: http://www. bgsu.edu/departments/biology/algae/html/Image_Archive.html
RÜZGÂRA KAPILMIŞ TOZ SİNİR TANIMAZ
Bu uydu fotoğrafları dizisinde devasa bir toz fırtınasının Asya’dan kalktığı, Pasifik’i geçtiği ve ABD’nin batı eyaletlerini toza buladığı görülüyor: http://daac.gsfc.nasa.gov/ CAMPAIGN_DOCS/OCDST/asian_dust.html
Artık “Nisan 1998 Asya Tozu Olayı” olarak anılan toz fırtınası, şu sitede, konuyla ilgile¬nen bilim insanları tarafından yeniden yaratılmış, canlandırılmış, tartışılmış ve açıklan¬mıştır: http://capita.wustl.edu/Asia-FarEast/
Ulusal Okyanus ve Atmosfer Idaresi’nin “önemli olaylar” dedikleri şeylerin uydu görün¬tülerinin bulunduğu bir sitesi vardır. Bu görüntüler tutulmalardan, toz fırtınalarına, bü¬yük duman bulutlarına varıncaya dek geniş bir yelpazede yer almaktadır: http://www. osei.noaa.gov
Weather Modification Inc.’in web sitesinde bulut tohumlamanın nasıl işlediğiyle ilgili birçok bilgi vardır, dolu yaratan bulutlara dair de grafikler bulunmaktadır: http://www. wmi.cban.com/services.html
Uzaydan çekilmiş fotoğraflarıyla çöller ve başka yeıyüzü şekilleri, çevrenin değişimi vurgulanarak şu sitede sunulmuştur: http://edcwww.cr.usgs.gov/earthshots/slow/table- ofcontents
BUZ DEVRİNİN SONUNU TOZ MU GETİRDİ?
Ulusal Buz Numunesi Laboratuarı buz numunesi toplayıp bilim insanlarına dağıtır. Bu sitedeki “nasıl yapılıyor" bölümünde, koca bir buz hasadı sürecine dair dondurucu bir slayt gösterisi vardır. Sıcak tutacak şekilde giyinin: http://nicl.usgs.gov/index.html Kendrik Taylor'in kaleme aldığı, American Scientist'te yayınlanan "Rapid Climate Change’’ başlıklı makalede Dünya'da ısı artışının gösterebileceği baş döndürücü hıza da¬ir son keşifler ayrıntılı olarak sunulmaktadır: http://www.maxey.dri.edu/WRC/waisco- res/Amsci/T aylor.html
Bu sitede USGS’nin ABD’nin güneybatı bölgelerinde iklim ve tozun nasıl bir etkile¬şim içinde olduğunu anlamak için yürüttüğü çalışmalar özetleniyor. Sitede San Joaqu¬in Vadisini etkisi altına almış bir toz fırtınasının havadan çekilmiş çarpıcı görüntüleri de bulunuyor. Bu sayfa, USGS projeleri ve keşifleriyle ilgili doyurucu nitelikte özel bir dizi¬nin yalnızca bir sayfası: http://geochange.er.usgs.gov/sw/impacts/geology/dust/
EPA’nın küresel iklim değişikliğiyle ilgili sayfaları basit ve düzdür, “Ben ne yapabili¬rim?” gibi bir sorunun cevaplarını da içerir: http://www.epa.gov/globalwarming/
Burada Daniel Rosenfeld’in “kirlilik izlerini" belirlemek için kullandığı uydu desteksi yöntemi anlatılıyor. Sitede linkler ve izlerle şifrelenmiş görüntüler de bulunuyor: http:// earthobservatoiy.nasa.gov/Study/Pollution/
AŞAĞI DOĞRU YAĞAN TOZ YAĞMURU
Tozun en ateşli hayranlarından bazıları, daha büyük, daha fazla ürün almak için bahçele¬re toz serpilmesini savunur. Büyük bir tarih, ifadeler: http://Remineralize-the-Earth.org
Bu NASA sitesindeki heyecan verici fotoğraflar arasında toz fırtınaları, devasa duman bulutları ve geniş ölçekli başka fenomenler bulunuyor. Şu linke bakın: http://www.gsfc. nasa.gov
Sahra tozu ile Karayipler’deki mercan resiflerinin hikayesi metinler ve birçok fotoğraf eşliğinde şu sitede anlatılıyor: http://coastal.er.usgs.gov/african_dust
Amerika Akciğer Derneği web sitesinin konusu akciğerler, akciğerler, akciğerler ve ak¬ciğer rahatsızlıkları: http://www.lungusa.org/
Birleşmiş Milletler Çevre Programı uzun ömürlü ve yüksekten uçan kirleticilerle ilgi¬li küresel bir bakış sunuyor. Milyonlarca linke ve tonlarca bilgiye ulaşabilirsiniz: http:// irptc.unep.ch/
Çok küçük toz zerreciklerinin tehlikeleriyle ilgili yararlı bir makale ve akciğer dokusuna dair hoş bir grafik bu siteden indirilebilir. Makalenin başlığı “Küçük Parçacıklar — Bü¬yük Sorun.": http://www.tsi.com/hsi/homepage/applnote/iti_067pdf
ÇEVREDE DOLAŞAN BAZI TATSIZ TİPLER
Bu sitede Kapadokya’nın siyah ve gizemli kilometrelerce uzanan hayret verici “yeraltı şehirleri", fresklerle süslü kiliseler ve evleri içeren muhteşem mağaralarının çok güzel fo¬toğrafları var: http://www.hitit.co.uk/regions/cappy/About.html
Hangi sanayilerin şehrinizdeki tozu artırdığını EPAnın Toksik Salım Envanteri prog¬ramıyla öğrenin. “Explorer” aygıtı bölge bölge incelemenizi sağlıyor: http://www.epa. gov/tri
İşyeriniz tozlu mu? Ulusal Mesleki Güvenlik ve Sağlık Enstitüsü nün sitesinde işyerin¬de tozla ilgili tonlarca araştırma var: http://www.cdc.gov/niosh/homepage.html
NIOSH’un "İşle İlgili Akciğer Hastalıkları İzleme Raporu, 1999" çeşitli tozlu mes¬leklerdeki üzücü ölüm ve hastalık sayılarının izini sürüyor: http://www.cdc.gov/niosh/ w99cont.html
Ne kadar çok insan ölüyor... feşmekandan! Sonu gelmez hastalık betimlemeleri, ölüm oranları ve başka istatistiklere ulaşmak için Hastalık Kontrol Merkezi sitelerini ziyaret edin. "Söylentiler" sayfasını kaçırmayın: http://www.cdc.gov
Dünyanın tartışmasız en büyük patoloji sitesi; hastalık ve ölüm hakkında bilmek istedi¬ğiniz her şeyi içerir, ayrıntılı betimlemeler ve fotoğraflarla birlikte. Sayfalar devasadır, yüklenmesi yavaştır, ama beklemeye değerdir: www.pathguy.com/indexl.com
MİKROSKOBİK CANAVARLAR VE EV İÇİNDEKİ DİĞER BELÂLILAR
Çevre Koruma Ajansı ve Tüketim Ürünü Güvenliği Komisyonu'nun ev içindeki kirleti¬cilerle ilgili yayını, The İnside Story: A Guide to Indoor Air Quality ye şuradan ulaşabi¬lirsiniz: http://www.cpsc.gov/cpscpub/pubs/450.html
Ununuzda kaç böcek bacağına izin var? Gıda ve İlaç İdaresi'nin kayısılardan mısır gev¬reğine kadar her şeye dair saflık standartları: http://vm.cfsan.fda.gov/-dms/dalbook.html
Dünyanın en güzel ve en tuhaf bazı maytlarının harika renkli fotoğraflarıyla dolu, çarpı¬cı bir "mite sitesi": http://www.uq.edu.au/entomology/mite/mitetxt.html
Washington Eyaleti ndeki Amerikan Akciğer Cemiyeti'nin ev içindeki hava kirliliği me¬seleleriyle ilgili iyi bir sitesi var: http://www.alaw.org
Ulusal Kalp, Akciğer ve Kan Enstitüsü’nün sitesinde astım açıklanıyor: http://www. nhlbi.nih.gov/health/public/lung/index.htm
Astımlı bir akciğerin normal bir akciğerden ne farkı vardır? Bu diyagramı inceleyin: http://www.asthmacentre.com/manual/howasthma.html
Amerikan Astım, Alerji ve İmmünoloji Akademisi de astımın derinlerine dalıyor: http:// aaaai.org/public/default.stm
 TOZDAN TOZA
Kuzey Amerika Kremasyon Cemiyeti nin sitesindeki yayınlar arasında ABD’de en fazla hangi eyaletlerde kremasyon yapıldığı, küllere neler olduğuyla gibi istatistikler bulunu¬yor: http://www.cremationassociation.org
İnternet Kremasyon Cemiyeti'nin bilgilendiren, ayrıca saklama kapları, kül saçma hiz¬metleri ve ölüm sonrası başka vazgeçilmezlerle ilgili linkleri var: http://www.cremation, org
ister yunus şeklinde akrilik bir kül saklama kabı arıyor olun ister "Muhteşem” yazan bir kap ya da küllerinizi nereye saçacağınızla ilgili fikirler, bu site kremasyon hayranlarının tek durağı: http://www.urnmall.com
Diğer duraklara gelince, Neptün Cemiyeti’nin web sitesine uğrayın, yakınınızda bir krematoryumda yerinizi ayırtın. Kızartılmanız ve denize saçılmanız hizmetini önceden elektronik olarak satın alabilirsiniz: http://www.neptunesociety.com
Küller resiflere camiası şurada: http://www.eternalreefs.com Uzaydaki küller: http://www.celestis.com
Gömülmeyi düşünenlere: Tabutunuzu, mezarınızı ve mezar taşınızı sipariş edebileceği¬niz bir site: http://www.thefuneralstore.net
Mumyalanmayı düşünenlere: Summum'un sitesi New Age spiritüelliği, müzik, artı mu¬myalanma fotoğrafları ve fiyatlarını veren hayret verici bir koleksiyon: http://www.summum.org
Güneş’imiz mantosunu silkindiğinde patlama süpernova statüsü kazanması için yeterli olmayacaktır. Onun yerine gökyüzünde (yersizce) “gezegensi nebula” denen hoş bir pırıltılı gaz bulutu ışıldayacak. Hubble Uzay Teleskopu bunların bazılarını yakalamıştır; şurada görebilirsiniz: http://oposite.stsci.edu/pubinfo/pr/97/38/bjs.html

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar