TÜRK DİN MÛSİKÎSİ'NDE TEMCİDLER VE SAKARYA İLİ TARAKLI İLÇESİNDE OKUNAN TEMCİD ÖRNEKLERİ
Hzl:
Ferdi KOÇ
TEMCİD
a- Temcid'in Anlamı
Halil Can'ın verdiği
bilgiye göre Türk Din Mûsikîsi'nde Câmi Mûsikîsinin bir formu olan
"Temcid" lügatlarda şu anlama gelir: "Arapça bir isim olup şan,
şeref ve büyüklük manasına gelen "Mecd"'den müteaddi sena ile ul ulamak
ve tazim terkim anlamında kullanılan bir kelimedir; çoğulu ise
"Temddât" olarak kullanılır."[1]
Bir
başka lügatta şöyle ifade edilir: "Temcid: Ululama, ağırlama, sabah namazı
vaktinden evvel minarelerde belli makamlarda söylenen Arapça niyaz ilahisi
olarak tanımlanır."[2]
Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü'nde
ise "Temcid"; sena ve tazimi havi olarak sabaha karşı minarelerde
lahin ile okunan dua için kullanılan tabirdir. Bu dua Kamus-ı Osmanî de sahur manasında
kullanılır ya da "Temcid vakti" denilir.[3]
Yılmaz
Öztuna ise Temcid'i "Bir çeşit Münacaat, kelime Arapça 'Mecd: ululamak'
mastarından gelir. Cenâb-ı Hakk'ın azameti hakkında olup, güfte kısa, vazih ve
Arapça'dır. Binaenaleyh Türkçe şiirlerin bestelenmesiyle yapılmış Münacaat'tan
ayrılır ve dua mahiyetindedir. Tevhid duygusu telkin edilir. Bazı bölümleri
cumhur ya da solo okunur."[4] şeklinde tarif eder.
Yukarıdaki
Temcid tariflerinden genel bir tanım yapacak olursak, Temcid: "Mecd:
Ululamak" fiilinden gelen ve Cenâb-ı Hakk'ın azametiyle ilgili Arapça ya
da Türkçe güfteyle[5] serbest veya ölçülü
bestelenmiş, minârelerde icrâ edilen dini mûsikî formudur.
b- Temcid'in
Ortaya Çıkışı ve İcrâsı
Temcid'in ortaya
çıkışı hususunda Cemaleddin Server Revnakoğlu, Temcid'in ilk olarak Peygamber
Efendimiz (s.a.)'in müezzini Hz. Bilâl-i Habeşi (r.a.) tarafından icâd
edildiğini söylemektedir.[6] Ethem Cebecioğlu da Temcid'i
Hz. Bilâl-i Habeşi (r.a.)'nın icâdı olduğunu tekrarlamış ve sabah namazı,
bayram namazı, bilhassa sahur vakitleri icrâ edildiğini zikretmekt e- dir.[7]
Mehmed
Zeki Pakalın ise şu ifadeleri kullanmıştır: "Gecenin sülus-ı âhirindeki
bir Tesbih ve Temcid (ki biz ana esselât ederiz) o dahi öyledir [duadır]."[8] Buradaki Tesbih, cami
içindeki icrâsından farklı olarak Temcid ve Münacaat esnasında esnasında
minâreden okunan dua anlamındadır.[9]
Bir
rivâyete göre, Hicri elli sekiz senesinde eski Mısır Valisi Mesleme bin
Muhalled, bazen cami dâhilinde itikâfa girdiği cihetle Hıristiyanların gece
yarısından sonra çaldıkları nakus sedasından ibadeti esnasında olumsuz e t-
kileniyordu. Bu sebeple Havran Emiri Şuraybil bin Amr'ın gece yarısı minareye
çıkıp sabahın ilk ışıklarına kadar Temcid okuduğu rivâyet edilir.[10]
Temcid
metinlerini inceleyen Recep Tutal, gözden geçirdiği yazma Mecmûa-i Güfte'lerde
Bilâl Habeşi (r.a.)'ye atfedilen Temcid metni gibi, Sultan II. Mustafa'nın
Temcid metnine rastlamıştır. Tutal dört tane Temcid tespit etmiştir.[11] Bunlar:
1- Acemaşirân Temcid (Serm sâr etme Hüdâyâ rûz-i mahşerde beni)
Beste: Bilinmiyor, Güfte: Sultan II. Mustafa
2- İlâhi Temcid [Makamı bilinmiyor] (Hamden lillâh kullar için
eylemiş mâlen atâ) Beste ve Güfte: Bilinmiyor
3- Temcîd-i Bilâl-i Habeşî [Makam bilinmiyor] (Teyekkazû teyekkazû yâ
niyâm) Beste ve Güfte: Bilinmiyor
4- Irak Temcid (Yâ Hazret-i Mevlâ yâ Mevla'l-Mevâli ente'l-Kerîm)
Beste: Hatip Zâkiri Hasan Efendi, Güfte: Sünbül Efendi
Sâbit
(ö. 1124H.) mahlaslı şairin
"Sabah
olunca İlâhiye soktular rindi Müezzinân-ı şeb-i îyd verdiler temcîd" beytinde[12] olduğu gibi bayram günü
minarelerde müezzinlerin "Temcid" okumalarına işaret ederek, kelimeyi
kullanması gibi tarikat şeyhlerinin her
birinin divanlarında
ayrı ayrı Temcidler yazmış olmaları, Temcid'in tarihini aydınlatabilir.
Suphi
Ezgi'nin açıkladığı gibi Temcid'in icrâsı şu şekildedir: Özellikle büyük
camilerde gece yarısı; evvelâ birinci cümlenin iki devrelik lahnini bir müezzin
okur. Onu takiben üçüncü devre olan mülâzimeyi müezzinler topluca okur. Hz.
Âdem'den Peygamber Efendimize (s.a.) kadar Peygamber isimleri Hz. Âdem'den
evvel üç defa (Lâ ilâhe illallah) ve "Âdem Safiyyullah" kısmındaki
bestesiyle okunur. İstenilirse Peygamber Efendimiz (s.a.) cümlesiyle okunan
mûsikî cümlesi terennüm olur. Eserin Arapça ve Türkçe olan Münacaat kısmı bir
müezzin tarafından kuvvetli sesle minareden halka hitab edilir ve aynı müezzin
"Nasrun minallahi ve fethün karib ve beşşiri'l- müminin ya Muhammed"
ve "bismike" der; sonra topluca "Ya Allah Hû" diye
bitirilir.[13]
Suphi
Ezgi'nin ifadesine göre, yaşadığı dönemde (1869-1962) Temcid okuma üslûbu
Anadolu'da ve İstanbul'da Tekke Mûsikîsinin icrâ edildiği yerlerde devam
etmekteydi.[14] Câmi ya da Tekkede Temcid'e
çıkmak ve Temcid kafilesini idare etmek müezzinliğin, zakirliğin mutad
vazifeleri içinde idi, bilhassa mûsikîye hevesli ve sesi güzel olup da kendi
civarında veya başka bir yerde Temcid'e çıkmamış bir semt delikanlısı yok
gibiydi.[15]
Temcidler Osmanlı
Devleti zamanında üç aylara mahsus olup Recep ayının birinci gecesinden
Ramazan-ı Şerif'in son gecesine kadar okunurdu. Mübarek gün ve gecelerde
Temcidlerin önemi artardı.[16] İstanbul'da birçok cami ve
tekkede Temcidlerin okunmasına üç aylarda başlamasına karşılık Süleymaniye
Camii'nde yalnız ramazan gecelerinde başlanılmaktaydı.[17]
Cemaat Temcid'in makamı ve okunuş üslûbu üzerine mûsikî münazarası yapardı.
Temcid'in Mûsikî (Form-Makam) ve Güfte Yönüyle İncelenmesi
Temcid form olarak, Temcid Nutku Şerifi (ya da Mecd) ve Münacaat olmak
üzere iki kısımdır. Birinci kısım "Allahü Rahmanü Rahimin" mecd ve
senasını müterennim besteli bölümden sonraki kısımdır. İkinci kısım da Allah'a
Münacaat ve Dua sözlerinin olduğu kısımdır. Notalarını verdiğimiz
Temcidlerde olduğu gibi İstanbul ve Anadolu'da icrâ edilen bazı
Temcid'lerde bahsettiğimiz form haricinde serbest ya da ilâhi gibi Türkçe
güfteli farklı bir form kullanılabilir.
Hatipzâkiri Hasan Efendi'nin vücuda getirdiği
Temcid'in bestesini Suphi Ezgi şöyle analiz etmiştir18: "Eser
notada cümlelerini çiftli olarak ayırdığımız onbir kısımdan mürekkeptir. Bu
cümlelerde sekizinci cümle iki devreli19, onuncu, onbirinci cümleler
dörder ve diğerleri kâmilen üçer devrelidir. Üçüncü ile dördüncünün ezgileri
tekrar edilmiştir. Beşinci ve yedinci cümlelerde cüzî bir değişikle tekrar
edilmiştir. Her cümlenin nihayetinde birer devrelik aynı mülâzime mevcuttur.
Diğer cümlelerde mülâzimeler az değişmiştir. On bir cümlenin devreleri
şöyledir:
(1)
A+B+C (5) H+C+E (9) K+M+N
(2)
D+C+E (6) H+C+E Cüz'i Değişiklikler (10) S+Ş+P+N
(3)
F+C+E (7) H+C+E (11) P+R+N+V
(4)
G+C+E (8) H+E
Bu güfte ile oluşan şablonun Kocamustafapaşa Tekkesi'nde medfûn Sünbülî
Efendi'nin tertibi olduğu; Hüdâî şeyhlerinden Şehâb Efendinin akrabası olan bir
zâtın Temcid'in bu şeklini Suphi Ezgi'ye ilettiği belirtilmektedir. Bu Temcid
Sünbülî Dergâhı'nın zâkirbaşısı merhûm Fehmi Efendi'den kaydedilmiştir.20
Halil Can'a göre bu tertibin kimin olduğu kesinlikle
bilinmemektedir, fakat Buhûrîzâde Mustafa Itrî'nin tertibi olduğu kuvvetle
muhtemeldir. Bazı çevrelerde Hatipzâkiri Hasan Efendi'nin olduğu da iddia
edilmektedir.21
Aziz Mahmud Hüdâî Efendi'ye ait bir Temcid'in olduğu
da kabul olunmaktadır. Bu eserin usûlü unutulmuş ve melodileri zamanla
bozulmuştu. Fakat Hüseyin Saadettin Arel'in yardımıyla Temcid'in melodisi
kirlilikten arındırılarak kurtarılmıştır.22
Temcidlerin Ezanlar gibi serbest okunması ve kişiye
göre tavır değişmesi sebebiyle elimizde az sayıda nota mevcuttur. İstanbul
Kocamustafapaşa'da "Sünbül Efendi" ve Üsküdar'da "Aziz Mahmud
Hüdâî" câmilerinde okunan Temcid'in notası Suphi Ezgi tarafından 1935
senesinde yayınlanmıştır.23 Bu zamana kadar Temcid okunması gelenek
olmuştur. Bu gelenek İstanbul ile
birlikte Anadolu'da pek çok beldede Sakarya-Taraklı
ilçesinde ve Çorum'da olduğu gibi devam etmiştir. Bu beldelerde okunan
Temcidler güfte olarak benzerlik gösterse de makam, usûl ve icrâ yönünden
farklı özellikler ihtivâ etmektedir.
Mustafa Özdamar'ın tespit ettiği gibi
Temcidler genellikle Uşşak, Hicaz, Segâh, Nevâ, Hüseynî, Acem, Acemaşîran,
Eviç, Muhayyer, Şehnâz ve Irak gibi makamlarda icrâ edilmekteydi.24
Elimizde notası bulunan Temcidler
şunlardır25:
1-
Irak Temcid26 (Ya Hazreti Mevlâ)
Beste: Hatip Zâkiri Hasan Efendi, Söz:
Sünbül Efendi
2-
Sabâ Temcid27 (Vâsıl Olmaz Kimse Hakk'a)
Beste: Bilinmiyor, Söz: Şemsî-i Sivâsî Hz.
3-
Sabâ Temcid28 (İşte Geldi Iyd ü Edhâ)
Beste-Güfte: Bilinmiyor
4-
Sabâ Temcid29 (Açıldı Çün Bezm-i Elest)
Beste: Bilinmiyor, Güfte: Aziz Mahmud Hüdâî Hz.
5-
Sabâ Temcid30 (Bağrımdaki Biten Başlar)
Beste: Bilinmiyor, Güfte: Nizamoğlu
Seyfullah Hz.
6-
Sabâ Temcid31 (Geydim Hırkayı Hakk'ın Yolunda)
Beste: Metin Alkanlı, Güfte: Muhibbiyü'l-Cerrâhî
eş-Şeyh Safer Dal Hz.
7-
Sabâ Temcid32 (Lâ İlâhe İllallah)
Beste-Güfte: Anonim
8-
Bestenigâr Temcid33 ( Onbir Ayın Sultanısın )
Beste-Güfte: Anonim
9-
Nevâ Temcid[18] (Lâ İlâhe İllallah)
Beste-Güfte: Anonim
10-
Eviç Temcid (Âdem Oldum Bilmedim )
Beste-Güfte: Anonim
11-
Hicaz Temcid (Tedbirleri Elde İken)
Beste-Güfte: Anonim
Câmi ve tekkelerde genellikle Hatip Zâkiri Hasan Efendi'nin bestelediği
Temcid icrâ edilmektedir. Bu Temcid'in güftesi şöyledir:
Temcid'in Nutku Şerifi
Ya Hazreti Mevlâ; Mevle'l-Mevâlî
Ente'l-Kerîmü'l-Bâki ve ente'r-Rahîmü
Ya Allah; Ente'l-lezi teferrede bi'l-fadli ve
ve'l-keremi ve'l-ulâ
Ya Rahman; İlâhün Vâhidün Rabbün Teâlâ
Huvallahü'l-Bediu'l-Hakkü'l-ulâ
Ya Mennân; Sübhâne men tâbe alâ Âdeme ba'de mâ asâ
fectebâhü Rabbühû ve rafea ile's-semâvâti'l ulâ
Ya Sübhân; Sübhâne men encâ Nûhan ile's-sefineti ve
eshâbehû, Sübhâne Men ersele Mûsâ ilâ Fir'avne bi'l-asâ
Ya Deyyân; Sübhâne men ahsene savte Dâvude ve fafea
Îsâ, Sübhâne meni't- tehaze İbrâhime halîlen ve'stafâ
Ya Rıdvân; Sübhâne men tecellâ ve kelleme Mûsâ,
Ya Hannân; Sübhâne men hateme'l-enbiyâ
bi-Muhammedini'l-Mustafâ, Fedâke ebî ve ümmî keme'l-Halilü İsmaile Fedâ;
Allah, Yâ Hazreti Mevlâ;
Lâ İlâhe İllallah, Hak Lâ İlâhe İllallah, Lâ İlâhe
İllallah;
Evvel Âdem Safiyyüllah Yâ Hazreti Mevlâ;
Lâ İlâhe İllallah, Nuh Neciyyullah, Yâ Hazreti Mevlâ;
Lâ İlâhe İllallah, Yusuf Sâdıkullah, Yâ Hazreti Mevlâ;
Lâ İlâhe İllallah, Mûsâ Kelîmullah, Yâ Hazreti Mevlâ;
Lâ İlâhe İllallah, Îsâ Rûhullah, Yâ Hazreti Mevlâ;
Lâ İlâhe İllallah, Muhammedün Resûlullah Hakkan ve
Sıdkan ve Salli ale'n- Nebiyyi'l-Mustafa Ahmedüne'l-Hâdî ve Aleyhi's-Senâ;
Kerîmün, Rahîmün, Allah Yâ Mevlâ.
Temcid'in Tercümesi
Ey Efendilerin efendisi olan Hazreti Mevlâ; Sen
Kerimsin, Bâkî, Sen Rahimsin Ya Allah.
Sen ki fadlü kerem ve ulviyetle teferrüd ettin, Ey
Rahman, bir tek Tanrı'dır, yüksek Rab'dır, Bedi Hak, Âli olan Çalap'tır.
Yâ Mennân; Gaybtan ayna tecelli ederek zahir olunca zâtı yükselmiştir;
Yâ Mennân; Âdem aleyyisselâmın isyanından sonra onu
affeden ve sonra kendisini seçerek yüksek göklere çıkaran Cenâb-ı Hakkı tesbih
ederim.
Yâ Sübhân; Hazreti Nuh ile eshabını gemiye alıp
kurtaran Allah'ı tesbih ederim; Firavun'a Hazreti Mûsâ'yı âsâ ile gönderen
Cenâb-ı Hakkı tesbih ederim.
Yâ Deyyân; Hazreti Davud'un sesini güzel halkeden ve
Hazreti Îsâ'yı göğe yükselten Tanrı'yı tesbih ederim.
Yâ Rıdvân; Mûsâ'ya görünüp onunla mukamele eden Tanrı'yı tesbih ederim.
Yâ Hannân; Peygamberleri Muhammed Mustafa ile
nihayetlendiren Allah'ı tesbih ederim, Nasıl ki İbrahim Halilullah İsmail'i
feda etmişse benimde anam babam sana feda olsun;
Yâ Hazreti Mevlâ, Lâ İlâhe İllallah, Hak Lâ İlâhe
İllallah, Lâ İlâhe İllallah; Evvel Âdem Safiyyüllah, Nuh Neciyyullah, Yusuf
Sadıkullah, Mûsâ Kelîmullah, Îsâ Rûhullah;
Yâ Hazreti Mevlâ, Lâ İlâhe İllallah, Hazreti Muhammed
Allah'ın hakkan ve sıdkan elçisidir. Bize doğru yolu gösteren güzîde
Peygamberimize salât ü selâm ve Allah'ın senâsı onun üzerinde olsun,
Yâ Hazreti Mevlâ, Kerimdir, Rahimdir, Allah, Yâ Mevlâ.
Münâcât
Yâ hâteme'r-risâleti, yâ eşrefe'l verâ; aceben li'l-
muhibbi keyfe yenâm;
Küllü nevmin ale'l muhibbi harâm; kum, ya nâimü kem
tenâm;
Âşikullahi lâ yenâm; ed'ûke bit-tedarrui ya Dâimel
Baka;
Aslih lenâ bi fadlike yâ Vâsia'l-'atâ; ilahî, ben
kimim idem münacât;
Kapunda eyleyim arz-ı hâcât ve yâ dânende; sırr-ı
hafiyyât;
Ne hâcet hazretine arz-ı hâcât; ey Kerîmü lem yezel ve
yâ Padişah-ı lâ yezâl;
Saltanatı küllî senindir hiç sana irmez zevâl, Salli
ala Seyyidinâ Mustafa, Ahmedüne'l-Hâdî aleyhi's-senâ.
Tercümesi
Ey Peygamberliğin sonuncusu ve mahlukâtın en hayırlısı;
Seven nasıl uyur hayret! Her çeşit uyku sevene haramdır;kalk ey uyuyan kaç
zamandır uyuyorsun
Allah'a âşık olan uyumaz; sana yakararak dua ediyorum,
ey sonsuza kadar dâim olan;
Bizi faziletin ile ıslah eyle Ey lütfu çok geniş olan!
Kapunda eyleyim arz-ı hâcât ve yâ danende; sırrı
hafiyyat;
Ne hâcet hazretine arzı hâcât; Ey sonsuz lütuf sahibi!
Ey sonsuz padişah!
Saltanatı küllî senindir hiç sana irmez zevâl,
Efendimiz Mustafa'ya selâm ve Ahmedüne'l-Hadi'ye övgüler olsun.
Halka Hitap
Eyyühe'l-ihvân, kûmû's-salâte hayrün minen nevm;
Melekün yünâdî hel mined'd-daî esmâe'l-lâhi teâlâ aceben keyfe yenâmü'l-âşikûn;
Leyse lehüm menâm; Kûmû eyyüh'el-uşşâk; Tûbâ limen teheyyee li's-salâti.
Tercümesi
Ey Kardeşler, Uykudan daha hayırlı olan namaza kalkın! Bir melek Allah'ın
isimleri ile dua eden var mı diye nidâ ederken âşıklar nasıl uyur hayret!
Onlara uyku yok; Kalkın Ey Âşıklar; Namaza acele edene müjdeler olsun!
Müzik
Tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Bilim adamları insanların konuşmayı
bilmedikleri devirde duygu ve düşüncelerini müzikle anlattıklarını söylüyorlar.
İlkel
toplumlardan beri müzik, bir ibâdet, insanları Yüce Yaratıcı’ya ulaştıran bir
olgu hatta Tanrı’nın insanlara bir lûtfu olarak görülmüş ve hemen bütün
dinlerde yerini almıştır. Aslında pek çok sosyolog, felsefeci ve müzik
tarihçisi müziğin din kavramından doğduğu fikrinde birleşirler.
Totemizm,
Animizm, Şamanizm gibi ilkel dinlerde müziğin çok önemli yeri vardır. Bu
dinlerin etkisindeki toplumlarda müzisyenler aynı zamanda din adamlarıydılar.
Atalarımızın İslâmiyet’ten önceki dini olan Şamanizm’de “kam”, “baksı” ya da
“şaman” denilen din adamları ellerindeki sazla, çalıp söyleyerek dînî
mesajlarını iletirlerdi.
İslâmiyet
de bu sanatın karşısında olmamıştır. Ancak her olgu gibi müziğin de iyi ve
doğru yolda; iyi ve doğru duyguları hissettirip, ortaya çıkaracak şekilde
kullanılması istenmiştir.
Hz.
Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem, Kur’an’ın güzel sesle ve bir kaideye
bağlı âhenkle okunmasını emretmiştir. Tecvid ve kıraat böylece doğmuştur ki, bu
ilimlerin müzik sanatı ile yakın ilişkileri vardır.
Müzik,
Türkler’in yaşamlarının her safhasında önce olduğu gibi İslâmiyet’i kabûlden
sonra da yer almaya devam etmiştir. Düğünlerde, bayramlarda, asker uğurlama ve
karşılama törenlerinde, her türlü dînî törende, hatta savaşlarda bile müzik her
zaman yer almıştır.
Türk
Mûsikîsi, klâsik, folklorik, askerî ve dînî olmak üzere dört ana başlık altında
toplanabilir.
Dînî
Mûsikî ise icrâ edildiği mekânlara göre Câmi Mûsikîsi ve Tekke Mûsikîsi olarak
ikiye ayrılır.
Birbirine
yakın bu iki türden Tekke Mûsikîsi’nde insan seslerinin yanı sıra sazlara da
yer verilmiştir. Câmi Mûsikîsi’nde ise saz kullanılmaz.
Câmi
Mûsikîsi eserlerinde görülen zâhidâne, ağır başlı üslûp, Tekke Mûsikîsi eserlerinde
yerini tasavvufî bir coşkuya bırakır.
Ezan,
kaamet, salâ, salâtü’s-selâm, mi’râciye, mevlîd, tekbîr, temcîd, tesbîh, mahfel
sürmesi, münâcaat gibi câmiye ait formlarla; mevlevî âyini, nefes, durak gibi
tekkeye ait formlar ve her iki mekânda ortak kullanılan ilâhî, tevşîh, şugl,
na’ t gibi formlar Türk Dînî Mûsikîsi’ni oluşturur.
Dînî
Mûsîkî içinde, “Muharrem İlâhîleri”, “Safer İlâhîleri”, “Recep İlâhîleri”,
“Şâban ilâhîleri”, Zi’l-kâde İlâhîleri, “Zi’l-hicce İlâhîleri” gibi içinde
bulunulan ayların özelliklerini anlatan, bu aylarda yaşanmış olayları
hatırlatan ve bu ayların dînî açıdan önemine işâret eden özel yapıda ilâhîler
vardır. Bunlar arasında en önemli kısmı “Ramazan İlâhîleri” teşkîl eder.
Hem
“Câmi” hem de “Tekke Mûsikîsi” repertuarlarında yer alan bu ilâhîler Terâvih
namâzı sırasında genellikle her dörder rek’attan sonra verilen aralarda okunmak
gâyesiyle bestelenmiş eserlerdir.
Ramazan
ayının karşılama geceleri adı verilen ilk on beş gecesinde okunan ilâhîlerdeki;
“Merhabâ ey şehr-i remezân merhabâ”
“Merhabâ ey sevgili mâh-ı mübârek merhabâ”
“Hoş safâ geldin şehr-i remezân”
“Geldi hoş lûtf ile şehr-i remezân”
“Merhabâ ey sevgili mâh-ı mübârek merhabâ”
“Hoş safâ geldin şehr-i remezân”
“Geldi hoş lûtf ile şehr-i remezân”
gibi
sözler son on beş gecede yani uğurlama gecelerinde yerini;
“Elvedâ bizden sana ey şehr-i rahmet elvedâ”
“Elvedâ şehr-i remezân elvedâ”
“Ey mâh-ı gufrân elvedâ”
“Zikr u tesbîh u terâvih, gitti bunlar elvedâ”
“Elvedâ şehr-i remezân elvedâ”
“Ey mâh-ı gufrân elvedâ”
“Zikr u tesbîh u terâvih, gitti bunlar elvedâ”
gibi
sözlere bırakır.
Bir
toplumun içinde yaşadığı müzik, o toplumun karakterini, ahlâkını, örf ve
âdetlerini yansıtan bir ayna gibidir. Ramazan İlâhîleri toplumumuzun ve bugün
kalıntıları ile yetinmek zorunda kaldığımız medeniyetimizin izlerini taşır.
Bakınız ne çok sevilmiş Ramazan, nasıl gönülden ve ne çok sevinilmiş gelişine:
Merhabâ ey
sevgili mâh-ı mübârek merhabâ,
Merhabâ ey âlemin feyz ü neşâtı merhabâ,
Sensin ol âlemi nûrunla münevver eyleyen,
Merhabâ ey bâis-i fahr-i mübahât merhabâ.
(İsmâîl Hakkı Bey’in Sabâ zemzeme Evsat İlâhîsinin sözleri)
Merhabâ ey âlemin feyz ü neşâtı merhabâ,
Sensin ol âlemi nûrunla münevver eyleyen,
Merhabâ ey bâis-i fahr-i mübahât merhabâ.
(İsmâîl Hakkı Bey’in Sabâ zemzeme Evsat İlâhîsinin sözleri)
mâh-ı
mübârek: mübârek ay
feyz: bolluk-bereket, ilim-irfân
neşat: sevinç, neş’e
münevver: nurlanmış, aydın
bâis-i fahr-i mübahât: güzelliğiyle öğünme sebebi olan
feyz: bolluk-bereket, ilim-irfân
neşat: sevinç, neş’e
münevver: nurlanmış, aydın
bâis-i fahr-i mübahât: güzelliğiyle öğünme sebebi olan
Müştâk olup
özlediğim,
Şehr-i remezân merhabâ…
Bakıp yolun gözlediğim,
Şehr-i remezân merhabâ…
(Rif’at Bey’in Uşşak Evsat İlâhîsi)
Şehr-i remezân merhabâ…
Bakıp yolun gözlediğim,
Şehr-i remezân merhabâ…
(Rif’at Bey’in Uşşak Evsat İlâhîsi)
müştâk:
çok istekli, fazlaca arzu eden
şehr: ay, otuz günlük süre
şehr: ay, otuz günlük süre
Donandı her
yer kandiller ile
Doldu câmiler mü’minler ile
Zikr ü tesbîhler saf-diller ile
Sana eylerler şehr-i remezân
Hoş safâ geldin şehr-i remezân
(Acemaşîran Sofyan İlâhî)
saf-dil: gönlü saf
Doldu câmiler mü’minler ile
Zikr ü tesbîhler saf-diller ile
Sana eylerler şehr-i remezân
Hoş safâ geldin şehr-i remezân
(Acemaşîran Sofyan İlâhî)
saf-dil: gönlü saf
Nûr ile doldu
yine kevn ü mekân
Geldi lûtf ile mübârek remezân
Zeyn olup açıldı ebvâb-ı cinân
Geldi hoş lûtf ile şehr-i remezân
(Acemaşîran Evsat İlâhî)
kevn ü mekân: varlık ve kâinat
zeyn: süslenmiş
ebvâb-ı cinân: cennet kapıları
Geldi lûtf ile mübârek remezân
Zeyn olup açıldı ebvâb-ı cinân
Geldi hoş lûtf ile şehr-i remezân
(Acemaşîran Evsat İlâhî)
kevn ü mekân: varlık ve kâinat
zeyn: süslenmiş
ebvâb-ı cinân: cennet kapıları
Ramazanın
gidişi karşısında hissedilenler de derîn ve hüzünlü feryâtlara dönüşür:
Elvedâ bizden
sana ey şehr-i rahmet elvedâ…
Sen gidesin ille bizi yaktı hasret elvedâ…
Nûr ile zeyn oldu âlem, cümle mescîdler temâm,
Zikr u tesbîh u terâvih, gitti bunlar elvedâ…
(Acemaşîran Devr-i Hindî İlâhî)
Sen gidesin ille bizi yaktı hasret elvedâ…
Nûr ile zeyn oldu âlem, cümle mescîdler temâm,
Zikr u tesbîh u terâvih, gitti bunlar elvedâ…
(Acemaşîran Devr-i Hindî İlâhî)
Elden çıkardık mâhımız ,
Eflâke çıksın âhımız,
Rahmeylesin Allah’ımız,
Ey mâh-ı gufrân elvedâ…
Eflâke çıksın âhımız,
Rahmeylesin Allah’ımız,
Ey mâh-ı gufrân elvedâ…
Ol Ey Hüdâî subh ü şâm,
Zikr-i Hudâda ber-devâm…
Medet gitti şehr-i siyâm,
Ey mâh-ı gufrân elvedâ…
(Sözleri Azîz Mahmud Hudâî Hz.ne ait Hüseynî ve Eviç Evsat İlâhîler)
mâh-ı gufrân: Cenâb-ı Hakk’ın günahları bağışladığı ay
Zikr-i Hudâda ber-devâm…
Medet gitti şehr-i siyâm,
Ey mâh-ı gufrân elvedâ…
(Sözleri Azîz Mahmud Hudâî Hz.ne ait Hüseynî ve Eviç Evsat İlâhîler)
mâh-ı gufrân: Cenâb-ı Hakk’ın günahları bağışladığı ay
Kullarında yok
sana lâyık meta’;
Elvedâ şehr-i remezân elvedâ…
Senden aldık nûr-i îman pür şua’;
Elvedâ şehr-i remezân elvedâ…
(İsmâîl Hakkı Bey’in Eviç Ağır Devr-i Hindî İlâhîsi)
meta’: kıymetli mal
nûr-i îmân pür şua’: ışıltılarla dolu îman nûru
Elvedâ şehr-i remezân elvedâ…
Senden aldık nûr-i îman pür şua’;
Elvedâ şehr-i remezân elvedâ…
(İsmâîl Hakkı Bey’in Eviç Ağır Devr-i Hindî İlâhîsi)
meta’: kıymetli mal
nûr-i îmân pür şua’: ışıltılarla dolu îman nûru
Geldin geri
gider misin?
Elvedâ yâ şehr-i remezân.
Bizi garip eder misin?
Elvedâ yâ şehr-i remezân.
(Zekâîzâde Ahmed Irsoy’un Acemaşîran Düyek İlâhîsi)
Elvedâ yâ şehr-i remezân.
Bizi garip eder misin?
Elvedâ yâ şehr-i remezân.
(Zekâîzâde Ahmed Irsoy’un Acemaşîran Düyek İlâhîsi)
Osmanlı
Medeniyeti’nde dînî yaşantı mûsikî sanatı ile iç içedir. Özellikle Osmanlı
Döneminin en önemli mânevî eğitim kurumlarından olan Mevlevîlik, Hz.Mevlânâ’nın
(1207-1273) büyük bir din ve sanat bilgini olarak mûsikî hakkındaki yüceltici
fikirlerinden dolayı, devrin güzel sanatlar akademileri yahut
konservatuarlarıydılar.
Mûsikî
sanatımız üzerinde Mevlevîliğin tesiri o kadar büyüktür ki, “Türk Mûsikîsi
Mevlevîhânelerde gelişmiştir” denebilir.
Hz.Mevlânâ,
Allah aşkıyla duyulan yüksek heyecân ve kendinden geçişin, ilâhî ilham ve
neş’enin kaynağı hâline gelmiş olan gönlünü şiir, mûsikî ve sema’ gibi üç güzel
sanatın ulvîyet ve kudsîyetinde eritmişti. Bilhassa mûsikîyi bütün maddî ve
fizîkî olayların üstünde tamamen ilâhî bir anlayış ve sezişle “Elest Bezmi’nin
âvâzesi” diye târif etmişti.
Mevlevîlerin
zikri olan sema’, mutlakâ mûsikî eşliğinde yapıldığından, Mevlevîhânelerde teorik
ve uygulamalı mûsikî eğitimi yapılmış, bu yüzden Türk Mûsikîsi’nin en büyük
bestekârları Mevlevîhânelerden yetişmişlerdir. Buhûrîzâde Mustafa Efendi
(Itrî), Sultan III.Selîm, Sultân II.Mahmud, Hammâmîzâde İsmâîl Dede-Efendi,
Zekâî Dede, Hacı Fâik Bey, Neyzen Sâlih Dede, Hüseyin Fahreddin Dede, Neyzen
Emîn Dede, Râuf Yektâ Bey, Ahmet Avni Konuk hemen sayılabilen mevlevî
bestecilerdendir.
Türk
Mûsikîsi’nin en büyük bestekârlarından Hammâmîzâde İsmâîl Dede-Efendi’nin
(1778-1846) muhteşem Ferâhfezâ takımını besteleyişi ile ilgili olarak Rauf
Yektâ Bey’in bize naklettiği hâtıra eski medeniyetimizin Ramazanı, ibâdeti ve
mûsikî sanatını nasıl bir bütün olarak yaşadığını anlatması bakımından çok
önemlidir.
“1831 yılının Ocak ayı…
Ramazan’ın ilk günleri…
Sultân
II. Mahmud’un başimamı Zeyne’l-âbidin Efendi, mûsikî ilmiyle pek uğraşmamış
olmasına rağmen, olağanüstü kâbiliyetiyle fevkâlâde Kur’an-ı Kerîm okuyan bir
zat…
Sarayın
başmüezzini ise Türk Mûsikîsi’nin gelmiş geçmiş en büyük birkaç ustasından
biri; Hammâmîzâde İsmâîl Dede-Efendi…
Zeyne’l-âbidin
Efendi terâvih namazı kıldırıyor ama, işi hiç de kolay değil…
Çünki hemen arkasında en üst düzeyde besteler yapabilecek kadar mûsikî bilen bir pâdişah, müezzin mahfilinde ise başmüezzin Dede Efendi, diğer müezzinler: Dellâlzâde, Şâkir Ağa, Mutafzâde, Eyyûbî Mehmed Bey…
Çünki hemen arkasında en üst düzeyde besteler yapabilecek kadar mûsikî bilen bir pâdişah, müezzin mahfilinde ise başmüezzin Dede Efendi, diğer müezzinler: Dellâlzâde, Şâkir Ağa, Mutafzâde, Eyyûbî Mehmed Bey…
Gelenek
üzre, her dört rekatta bir verilen aralarda, Dede Efendi ve diğer müezzinler
hangi makamdan ilâhî okursa, o makamdan Kur’an-ı Kerîm okunmaya devam edilecek…
Zeyne’l-âbidin
Efendi bu güç işin üstesinden gelmeye geliyor ama, tâbir câizse alnının damarı
çatlıyor…
İbâdet
ederken, diğer yandan da bu mûsikî ziyâfetini zevkle izleyen sultân, bir gün
İmam Efendi’ye,
“Bizim Dede seni epeyce sıkıyor amma maaşallah sen de ondan hiç geri kalmıyorsun!” iltifâtında bulunur.
“Bizim Dede seni epeyce sıkıyor amma maaşallah sen de ondan hiç geri kalmıyorsun!” iltifâtında bulunur.
Bu
iltifâttan cesâret alan İmam Efendi ise,
“Sultânım,
müezzinbaşı kulunuza bendeniz de bir azizlik yapmak istiyorum ammâ…” der…
Sultân
bu azizliğin ne olacağını sormaya bile lüzûm görmeden, “Hay hay! Hep o sana
yapacak değil a!” diyerek Zeyne’l-âbidin Efendi’ye izin verir.
Mûsikîşinaslar
iyi bilirler ki Ferahfezâ makâmı, Acemaşîran makâmının pest taraftan Bûselik
çeşnisiyle genişlemesinden oluşan bir birleşik makamdır. Zeyne’l-âbidin Efendi,
Sultân III.Selîm döneminde Musâhib Seyyid Ahmed Ağa tarafından terkîb edilen
ancak o güne kadar hiç eser bestelenmeyen bu makâmı, zaman zaman Acemaşîran
yaparken doğal bir akışla kullanır ve yeni bir makâm îcâd ettiğini zannedermiş…
Dede
Efendi’ye yapacağı oyun da Ferahfezâ üzerine; İmam Efendi, son dört rekata
girilirken gelenek üzre yapılması gereken Acemaşîran yerine Ferahfezâ yapacak,
ancak bu makamdan bestelenmiş ilâhî olmadığından, Dede Efendi, Acemaşîran bir
ilâhî okumaya mecbûr kalacak…
Hemen
ertesi günün akşamı, son dört rekata girilirken müezzinler alışıldık üzere Acem
perdesi açmış, ancak İmam Efendi ilk cümlelerden îtibâren diziyi Ferâhfezâ’ya
meyyâl seyrettirmeye başlamıştı.
Dede,
daha ilk rekatta seyirdeki farklılığı sezdi…
Dizi,
ikinci rekatta da pest bölgeye yönelince hemen yerinden kalkıp öğrencisi
Dellâlzâde’ye “Siz idâre edin!” diyerek, müezzin mahfilinin bir köşesine
çekildi ve pek meşhûr ilâhî güftelerinden,
“Şûride
vü şeydâ kılan, yârin cemâlidir beni”
dizelerini,
kalan iki rekat kadar bir zamanda Ferahfezâ makâmında besteleyiverdi.
Tam
zamanında yerine geçerek müezzinlere “Bana peyrevlik edin!” yani “Beni dikkatle
izleyerek eşlik edin” deyip o anda bestelediği muhteşem ilâhîyi müezzinlerle
birlikte mükemmel bir şekilde okudu.
İmam
Efendi şaşkınlık içinde, Sultân ise gülümseyerek ne olup bittiğini anlamaya
çalışıyorlardı.
Terâvih
tamamlandığında Sultân, Dede’yi yanına çağırıp, “Dede, bu makâmınızın adı
nedir?” diye sordu. Dede, makâmı ve eseri nasıl bestelediğini anlatınca, Sultân
gülümseyerek, “Bu terkip benim pek hoşuma gitti, adı gibi ferahlık verdi…”
diyerek Dede’ye bir hayli iltifâtta bulundu ve sarayın tüm müzik gurubunu bir
fasıl yapmak üzere Serdâb Kasrı’na davet etti.
Serdâb
Kasrı, anlatılanlara göre Topkapı Sarayı’nın hemen arkasında Sarayburnu’nun
hâkim bir noktasında yer almış, Türk mîmârîsinin şâheserlerinden biriydi. Büyük
salonunun duvarları aynalarla kaplanmış ve aynaların arasına türlü çiçeklerle
bezenmiş çeşmeler yerleştirilmişti. Salonun ortasında enfes bir fıskiyeli havuz
ve hemen üstünde türlü şamdanlarla bezeli şâhâne bir âvize yer alıyordu. Gece
mumlar yanınca karşılıklı yer alan aynaların çiçek renkli ışıkları, su
sesleriyle birleşir, gönüllere gerçekten ferahlık verirdi.
İşte
Dede Efendi’nin idâresinde Dellâlzâde, Şâkir Ağa, Çilingirzâde, Suyolcuzâde,
Kömürcüzâde ve Basmacızâde’nin hânende; Kazasker Mustafa İzzet Efendi ve Sâid
Efendi’lerin neyzen; Rızâ Efendi, Mustafa ve Ali Ağa’ların kemânî; Nûman, Zeki
Mehmed, Ârif ve Necîb Ağa’ların da tanbûrî olarak yer aldıkları bu emsâlsiz
mûsikî heyeti, o gün Sultân II.Mahmud’a Serdâb Kasrı’nda Arazbarbûselik
Faslı’nı icrâ ettiler.
Sultân
faslın sonunda,
“Bu
gece pek tatlı bir vakit geçirdim; âdeta kendimi, cennette zannettim.
Arazbarbûselik Faslı şimdiye kadar bu derece parlak okunmamıştı.” deyip Dede
Efendi’ye dönerek,
“Dedem!
Bu gece terâvih namâzında meydana çıkardığınız Ferahfezâ makâmından bu kasır
için bir kâr ile beraber senden mükemmel bir fasıl isterim. Kâr’ın güftesiyle
bestesi Serdâb’ın şu hâlini, suların akmasını, ışıkların âhengini tasvir etsin.
İnşaallah bayramdan sonra yine burada dinleyelim.” dedi.
İşte
Dede’nin muhteşem Ferahfezâ Muhammes Kâr’ı (Kasr-ı Cennet), Ferahfezâ Frengîfer
Beste’si (Ey kâşı keman, tîr-i müjen cânıma geçti), Ferahfezâ Ağırsemâîsi (Bir
dilber-i nâdîde, bir kâmet-i müstesnâ), Ferahfezâ Yürüksemâîsi (Bu gece ben
yine bülbülleri hâmûş ettim) ve hattâ tüm Türk Mûsikîsi repertuarının en önemli
eserlerinden biri olan Ferahfezâ Mevlevî Âyini bu olaydan sonra bestelenmiştir.
Ne
demiş atalarımız, “Mârifet, iltifâta tâbidir”. Ramazanınız mübârek olsun.
Timuçin ÇEVİKOĞLU
Kaynak: Mostar, Sayı: 8, Ekim 2005
Kaynak: Mostar, Sayı: 8, Ekim 2005
[4] Yılmaz Öztuna, "Temcîd",
Büyük
Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, Ankara:
Kültür Bakanlığı, 1990, II, 388; Bayram Akdoğan, "Din görevlilerine Mûsikî
Eğitimi Verilmesi", Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi, Ankara 2002, c. XLIII, sy. 2, s. 341.
[6] Cemâleddin
Server Revnakoğlu, "Minâre Mûsikîmizde Temcîdler", Tarih Konuşuyor, İstanbul 1967, c. VI, sy. 6, s. 2996-2997; Recep Tutal, Türk Din Mûsikîmizde
Na't, Tesbih ve Temcidler, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, MÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1994, s. 27.
[10] Tahirü'l-Mevlevî
(Olgun), Müslümanlıkta İbadet Tarihi, (Neşr. Abdullah Işıklar), İstanbul: Bilmen Basımevi, 1963,
s. 63.
[13] Suphi Ezgi, Nazarî, Amelî Türk
Mûsikîsi, İstanbul: İstanbul
Konservatuarı Neşr., 1935, III, 72; [Bu şekil icraya elimizdeki Temcîd'lerden
Taraklı'dan derlediğimiz Nevâ Temcîd kısmen uygun olsa da diğer Temcîdler
değildir.]
[15] Mustafa
Özdamar, İslâmbol Geleneğinde Sivil
Merasimler ve Doğumdan Ölüme Mûsikî,
İstanbul: Kırkkandil Yay., 1997, s. 160.
[17] Revnakoğlu, a.g.e., s. 2999; Hacer Aktaş, Osmanlı'da Mübarek Gün ve Gecelerde Dini
Mûsikî, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), İstanbul: Marmara Üniv. Sos. Bil. Enst., 2006, s. 78.
[18] Nevâ, Eviç ve
Hicaz makamındaki Temcîdler, Sakarya ili Taraklı ilçesinde son zamanlara kadar
okunmakta olup, İstanbul Süleymaniye Câmii emekli imamı Taraklı'lı Hattat,
Hafız Saim Özel'den derlenip Dr. Ferdi Koç tarafından notaya alınmıştır.
(07.07.2002)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar