Print Friendly and PDF

TÜRK KÜLTÜRÜNDE LOKMAN HEKİM




Hzl: Prof. Dr. Ali Haydar BAYAT
1.         Lokmân’a, “Âlim kimdir?” demişler: “Zamanın muhalefetinden gönlü daralmayandır” demiş. [239.263,267]
2.         Lokmân’a, “Hikmet sahibi kimdir?”, demişler, “âhiret nimetini, dünyaya tercih edendir” demiş. [239].
3.         Lokmân’a, “Zengin kimdir?” demişler. “Aklı başında olan” demiş. [239]
4.         Lokmân’a, “Tadına bakanı en çok cezbeden şerbet hangisidir?” demişler: “Şehvet” cevabını vermiş. [239.263,267]
5.         Lokmân’a, “Hangi ateş, onu tutuşturanı yakar?” diye sormuşlar. “Haset” demiş. [239,263. 267]
6.         Lokmân’a, “Hangi bina hiçbir zaman harap olmaz?” demişler. “Adalet” cevabını vermiş. [239,263,267]
7.         Lokmân’a, “Öncesi acı, sonu tatlı olan şey nedir?” diye sorduklarında “Sabır” demiş. [239, 263,265, 267]
8.         Lokmân’a, “Öncesi tatlı sonu acı olan şey nedir?” diye sorduklarında, “Telâş ve acelecilik” cevabını vermiş. [239]
9.         Lokmân’a, “Hangi hastalığın tedavisinde tabipler aciz kalır?” diye soruldukta, “Aptallık ve budalalık” demiş. [239, 267]
10.      Lokmân’a,“Edebi kimden öğrendin” dediler. “Edepsizlerden!” diye cevap verdi. “Çünkü bana bunların neleri hoş görünmediyse onları yapmaktan kaçındım”. [93, 209, 263]
11.      Lokmân’a, “Yüzün kadar çirkin!” demişler. “Nakşı mı ayıplıyorsunuz, yoksa nakkaşı mı?”, demiş. [93]
12.      Lokmân oğluna, “Daima tatlı ye” demiş. Oğlu da, “Babacığım her zaman ben tatlıyı nerede bulayım?” deyince, “Az ye de tatlı olsun” demiş [931.
13.      Lokmân’a, nasıl hakîm olduğu sorulduğunda, “Doğru konuşmak, emâneti yerine vermek ve kendimi ilgilendirmeyen şeyleri terk ederek” demiş. [87,931.
14.      Lokmân’a, “Hikmeti kimden öğrendin?” diye sordular. “Körlerden, çünkü emin olmadan adım atmazlar”. [93.209]
15.      Lokmân’a, dediler: “Hastalanmışam”. Dedi, “get bağa yarpağının yanına”. [122]
16.      Lokmân, yağla şorun kıymeti ayni olan şehirden kaçınış. [97]      '
17.      Lokmân, her gün bir avuç fındık yiyende dert aramış da bulamamış [20i],
18.      Lokmân’a, “Hastaya ne yedirelim?” denmesi üzerine, “Acı söz yedirmeyin de ne yedirirseniz yedirin” demiş. [205]
19.      Lokmân’a, “Fakirin biri ne yiyeyim de olmayayım?”, sorusuna “Gam yeme de ne yersen ye” demiştir. [238.242.244]
20.      Lokmân’a, sormuşlar, “En büyük nimet nedir?”. “İyi huylu olmak”. “En hayırlı mal nedir?, “Sağlık” cevabını vermiş. [31.274]
21.      Lokmân’a, “İnsanın en acı ve en tatlı organı hangisidir?” demişler. “Yürek ve dil” demiş. “Bunlar sahibinin iyi olmasıyla tatlı, sahibinin fena olmasıyla acı olur.” [311
22.      Lokmân oğluna “Ben ihtiyarladım, sana üç şey vasiyet edeceğim, hükümet adamları ile dost olma, sonradan görmüşlerle alış veriş etme, karına sırlarını söyleme. [2381
23.      Bir       gün Lokmân’a Davut Peygamber, “Nasılsın?”, demiş? O da, “Ben başka bir kuvvetin tasarrufu altındayım” cevabını vermiş. [263]
24.      Lokmân’a,       zenci, kalın dudaklı kaba saba biri olduğu halde nasıl hikmetli sözler söylediğini sorduklarında, “Yüzüm siyah olsa da kalbim aktır. Dudağım kalın olsa da ondan çıkan sözler incedir” demiş. [93J
25.      'Lokmân’a, “İnsanların alçak ve en rezili kimdir diye sorduklarında, “Halk arasında kepazelik edip de kendisine utanma ve sıkılma gelmeyendir” demiş. [93,263,265]
26.      Dostlarının, “Niye yalnız oturuyorsun? Topluma karışıp kaynaşsan daha iyi olmaz mı?” diye sorduklarında Lokmân, “Yalnızlık,-tefekkür için daha uygundur. Tefekkür, insanı cennet yoluna sokar demiş. [93]
27.      Lokmân Hakîm’e sordular kim, “Halkın hangisi hayırlıdır?”. Eytdi: “Ganî”. Dediler. “Mal ile mi gani?”. Eytdi: “Yok, belki gani oldur ki onun katında hayr isteseler buluna ve illâ nefsi müstağni kıla”, ve dediler: “Halkın şerlisi kimdir?”, “Ol kimsedir ki halk onu yaramaz iş üzerinde görse kayırmaya ve gam yemeye. [227]
28.      Süleyman Peygamber Lokmân’dan hikmet dersleri alırken merak edip sormuş: “Uzun yaşamanın sırları nedir?”. Lokmân “Beş şartı vardır, az taam, az kelam, az selam, az intikam ve çok sabır” demiş. [238]
29.      Lokmân Hekim, “Uzun yaşadım, ama iki şeye akıl erdiremedim: birisi sıcak suyun ölüleri diriltmediğine, diğeri ise ikindi ile akşam arasında uyuyanların kalktıklarında mecnun olmadıklarına” demiş. [239] _
30.      Otların, hayvanların padişahı olan Lokmân, bir gün yakınlarından birinin kızının sayrı olduğunu öğrenmiş. Otlardan bütün dertlerin şifasını öğrenmiş. Lokmân, bu kez bir çare bulamaz. Bar zaman sonra kızın iyileştiğini öğrenince nasıl şifa bulduğunu sorar. Ayvanın suyundan şifa buldu dereler. Ayvanın kendisinden gizini sakladığını kızıp: “Suyun kurusun” der. O gün bugündür ayva susuz ve kurudur. [31,238]
31.      Uzun bir seyahatten köyüne dönen Lokmân, yolda kölesiyle karşılaştığında ailesinin durumunu öğrenmek istemiş. “Anan, baban öldüler”. “Haklarına riayette kusur etmek endişesinden kurtuldum”. “Kız kardeşin de vefat etti”. “İnsanlık hali, kendisinden bir fenalık çıkar da ailemizi mahcup edebilir endişesinden kurtuldum”. “Erkek kardeşin de öldü”. “Eyvâh, şimdi kolum-kanadım kırıldı”. “Oğlun da vebâya kurban gitti”. “Şimdi yüreğim yandı, ciğerim parçalandı”, diyerek ağlamağa başlamış. [31, 270, 271]
32.      Lokmân bir gün kuşları toplayarak, Cennet ve Cehennem arasındaki can suyundan getirene beş yüz yıl ömür vereceğiini söylemiş. Akbaba, istenilen suyu getirmiş, fakat gagasındaki suyu verirken dökmüş ve bir damlasını da yutmuş. Bundan dolayıdır ki akbaba uzun ömürlüdür. [31]
33.      İshale yakalanan Lokmân, tedavilere rağmen rahatsızlığını giderememiş, bitkin düşmüş ve umudunu yitirmiş. Talebelerini toplayarak, “öldüğümde hamamda vücudumu hamur gibi yoğurun ve şu kalıba yerleştirin. Sonra, raftaki Uç şişenin birincisini göbeğime, İkincisini başıma, üçüncüsünü de göğsüme dökün. Bu deney başarılı sonuçlanırsa ebedî hayatın sırrını bulmuş olacağız” demiş. Ölümün arkasından öğrencileri hocalarının dediklerini aynen uygulamışlar. İlk iki şişeyi döktükten sonra Lokmân Hekim canlanmaya başlamış. O heyecanla öğrenciler üçüncü şişeyi göğsüne dökerlerken şişe ellerinden düşüp kırıldığından canlanma mümkün olmamış. Bundan dolayıdır ki “Lokmân bile ecele çâre bulamadı” sözü kültürümüze yerleşmiştir. [31]
34.      Lokmân Hekim, ölümü karşı baş su, orta su ve son su adını verdiği üç su bulmuş. Daha sonra kendi vücuduna göre bir kalıp yaptırıp, çırağına kendisini kesip parçalamasını, parçalan bir kalıba dökmesini sonunda da sırasıyla döktüğünde canlanacağım söylemiş. Çırağı söylediklerini yerine getirmiş. Birinci su etleri toparlamış, ikinci su canlılık verir gibi olmuş, ama çırak tam üçüncü suyu dökeceği sırada, Tanrı şişeyi düşürtüp kırmış ve sular arpa tarlasına akmış. Arpa suyu bu yüzden şifalıymış. [ 156,245,252]
35.      Gençleşmek arzusuyla baş vuran kadına, Lokmân Hekim, “Çaresi yok”, demiş. Bir süre sonra genç ve dinç olarak üstadın karşısına dikilerek “Hani gençleşmeye çâre yoktu” deyince, Lokmân, “Evlendiğin genç delikanlı ne oldu?” demiş. Kadın “öldü” deyince, “ben gencin hayatını senin gençleşmek arzuna tercih etmiştim” cevabını vermiş. [265, 263, 267]
36.      Efendisi, yemeği önce Lokmân’a yedirir, sonra kendisi yer ve bundan büyük zevk alırmış. Bir gün Lokmân. efendisine bir karpuz hediye getirmiş. Efendisi de Lokmân’a karpuzdan bir dilim vermiş. Lokmân da kapuz dilimi şeker, bal yer gibi zevk ile yemiş. Bu durum efendisinin hoşuna gitmiş ve bir dilim karpuz kalıncaya kadar Lokmân’a yedirmiş. Son dilimi de kendisi yemiş fakat acılığından dili yanmış, dudakları uçuklamış. Lokmân’a, “A benim canım, böylesine zehiri nasıl oldu da şerbet gibi içtin; bu kahrı nasıl lütuf sandın. Bu ne sabırdır, niçin buna sabrettin. Yoksa canına düşman mısın” dedi. Lokmân da, “Sizin nimetler bağışlayan elinizden o kadar nimetler yedim ki utancım iki kat oldu. Elinden, bir de acı bir şey yememek ayıp geldi bana. Şekerler bağışlayan elindeki tad, bu karpuzda acılık bırakır mı hiç?” der. [9i, 220,237]
37.      Lokmân, Hz. Dâvud’un demirden zırh yaptığı sırada yanına varır. Daha önce böyle bir şeyi görmediği için, ne yaptığını sormak isterse de susmayı tercih eder. Dâvud işini bitirdikten sonra, “Bu, savaş için zırh oldu” deyince Lokmân, “Sükût hikmettir, fakat susmasını bilenler azdır” der. [92,93,209]
38.      Efendisi, Lokmân’la arkadaşlarını bahçeye meyve toplamaları için göndermiş. Tarladaki bütün meyveleri yiyip bitiren arkadaşları efendilerinin yanına eli boş dönerek, bütün meyveleri Lokmân’ın yediğini söylemişler. Bunun üzerine Lokmân efendisine, gerçeğin, herkese sıcak su içirilerek ortaya çıkacağını söyler. Efendileri hepsine sıcak su içirtip ata bindirip koşturur. İçleri bulanan hizmetçilerin ağzından bütün yedikleri, Lokmân’dan ise sadece sıcak su çıkar. Lokmân, “Behey gafiller, yarın Allah’ın huzurunda ben etmedim, ben demedim, ben yapmadım demeyle kurtulamazsınız, orada sıcak su içirir koştururlarsa her şey açığa çıkar” der. [ 45.93]
39.      Sarhoş olduğu bir an bütün denizi içeceğini bahse giren efendisi, daha sonra Lokmân’dan bu iddiadan nasıl kurtulacağını sorar.
O da bahse girenlere önce nehirlerin denize dökülmelerinin engellenmesinin gerektiğini, çünkü efendisinin elbette dökülen nehirleri değil, yalnız denizin suyunu içmekle öğündüğünü söyleyerek, efendisini kurtarır. [93]
40.      Lokmân Mısır karalarından idi. Bir gün mevlâsına bir koyun boğazladı, mevlâsı eyitti: “Bu koyunun eyüce yirinden iki para et getür”. Pes Lokmân dahi koyunun dili ile kalbin alııp getiirdi. Mevlâsı hayli zaman tefekkür itdi. Bir koyun daha boğazlatdı ve eytdi: “Yaramaz yirinden iki para etin yabana bırak”. Lokmân dilin ve yüreğin yabana bırakdı. Çün mevlâsı gördi, eytdi: “Kim ne acab işi işledin, eyüsin istedüm dilin ve yüreğin getiirdün, yaramazı bırak didüm yine dilin ve yüreğin bırakdun didi” didi. Lokmân eytdi: “Dilden ve yürekden tayyib yokdur, kaçan tayyib olsalar; ve bunlardan habis dahi yokdur, kaçan habis olsalar. [227]
41.      Lokmân, efendisinin bir koyun kesip, en iyi iki parçasını getirmesini isteği üzerine, dil ve kalbi getirmiş. Bir süre sonra yine ayni işlemi yaptırıp en kötü iki parça getirmesini istemesi üzerine yine dil ve kalbini getirmiş. Efendisi, “Sana en iyi iki parça getirmeni söyledim, dili ve kalbi getirdin. Sonra kötü iki parça getir dedim, yine dili ve kalbi getirdin?”. Lokmân da, “Onlar iyi olursa onlardan daha iyisi; kötü olursa da daha kötüsü olamaz” demiş. [93,267]
42.      Lokmân bir cemâ’at ile hikınetden söz söylerdi. Bir gişi geldi. Meğer Lokmân’ı bilürdi, çytdi: “Sen ol değül misin ki benümle fülân yiıde koyun güder idik?” Eytdi: “Beli, olam”. Eyitdi: “Pes bu mertebeye neden irüşdün?”. Eyitdi: “Andan irişdüm ki söylesem, gerçek söyler idim ve gerekmez söz söylemez idim”. Lokmân çok söylemezdi ve dâyım tefekkür içinde idi, ve derin nazarlu idi ve gündüz uyumazdı ve adam gördügi yirde bevl itmez idi ve ayblu iş işlemezdi ve çok gülmezdi ve oğlancıklarından nicesi âhırata intikal itdi, Lokmân Hakîm sabr idüb ağlamadı, anun sözlerinden ki kur’ân’da hikâyet olınur. Ba’zısı oldur kim oğluna nasihat itdi. [227]
43.      Lokmân, tarlaya susam ekmesini isteyen efendisine rağmen arpa ekmiş. Baharda tarlada susam yerine arpa filizlendiğini gören efendisi, “Ben sana tarlaya susam ekmeni söylemiştim, sen ise arpa ekmişsin” deyince Lokmân, “Arpa ekmiştim, susam bitmiş” demiş. Efendisi, “Nasıl olur” diye hayretini ifade edince, “Efendim, nasıl olur da bu dünya tarlasına kötülük eken âhrette iyilik biçer? Sen bu dünyada kötülük ekiyorsan, âhrette nasıl iyilik biçip cennete girebilirsin?!” demiş. [93. 263. 267]
44.      Bir gün Lokmân gündüz ortasında ııyurıdı, gökten bir ün geldi kim, “Yâ Lokmân, dilermisin kim, Tanrı seni bir yiizinde halife kıla kim, âdemiler içinde adi eyesin ve hak buyurasın”. Pes Lokmân ol    üne cevap virdi ve eyitti: “Eğer Tanrım beni erklü kılursa sağlığı ihtiyâr kılam ve belâyı kabul kılmayam”. Pes, ferişteler bir tinile Lokmân’a işittüre eyittiler kim, “Yâ Lokmân, kadılığı niçin kabul kılmazsın? Lokmân eyitti: “Anun içün kim, halife ve hakîm yollarım düşvarırağına yürür ve menzilleriin katırağı içündedür; her kim dünyayı âhiret üzerine yiğlerse dünya elinden çıka ve ahiret dahi eline girmeye. [190.263]
45.      Lokmân’a, “Allah’ın vekili olarak yeryüzünde hükmetmek ister misin? demişler. “Allah bu hususta beni kendi halime bırakırsa başıma belâ alamam. Eğer emrederse başüstüne derim” demiş. [263]
46.      Lokmân, hastasını muayenesi sırasında, raflardaki şişelerden içinde zehir olan kaynamağa başlamış. Lokmân, “Zehiri hastaya versem ölür, canını almaya benim ne hakkım var” diye düşünerek, “Senin derdinin dermanı yok” demiş. Buna üzülen hasta şehri terk ederek bir mağaraya sığınmış. O sırada mağaraya giren bir yılanın kustuğunu görmüş. Hasta, “Nasıl olsa öleceğim, hiç olmazsa bunun zehiri ile hayatıma son vereyim” düşüncesiyle yılanın çıkardığı kusmuğu yemiş, uykuya dalmış. Uyandığında hastalığından hiçbir iz kalmamış. Şehre dönerken karşılaştığı çobana olayı anlatmış. Çoban koyunlardan birini sağarak sütünü adama içirmiş. Hasta Lokmân Hekim’e başından geçenleri anlatmış. Lokmân, belirli miktarda alınan zehrin ilâç olabileceğini, arkasından içilen sütün ise ona panzehir olduğunu söylemiştir. [239]
Bütün vücudu çıbanlarla dolan biri tedavilerden fayda görmeyince Lokmân Hekim’e gitmiş. Lokmân, “Senin derdinin çaresi yok” demiş. Çaresiz kalan hasta kendini öldürmeye karar vermiş. Mezarlıktan geçerken kapağı açık bir mezarın içine girip uzanacağı sırada çürümüş bir yılan görmüş. Ölmek arzusuyla yılanı yemiş ve kendinden geçmiş. Uyandığında iyileşmiş. Şehre döndüğünde Lokmân Hekim’e giderken onu uzaktan gören Lokmân, “Yılanı yedin iyileştin” demiş. Adam da “Madem çareyi biliyordun neden söylemedin” deyince, “O zaman sana mezardaki yılanı ye deseydim, yemezdin” demiş. [Özbekistanlı Burhaneddin Semer- kantlı’dan]
47.      Lokmân Hekim hazırladığı ilaçları şişeler içinde rafa dizermiş. Bir hasta geldiği zaman da hangisinin faydalı olacağını ilaçlara sorarmış. Faydalı olanın şişesi sallanırmış. Bir gün bir hasta geldiğinde Lokmân ilaçlara sormuş. Ama şişelerin hiçbiri sallanmamış. Bunun üzerine Lokmân Hekim, “Senin hastalığının devası yok elimden bir şey gelmez” demiş. Hasta ümitsiz bir şekilde oradan çıkmış, kendini dağlara vurmuş, öleceğim diye dağlarda deli gibi dolaşmaya başlamış. Bu arada bir taş üzerinde beyaz renkte peynir gibi bir şey görmüş. Nasıl olsa öleceğim diye hiç düşünmeden yemiş. Ama günden güne iyi olmaya başlamış, çünkü derdinin ilacı yediği o şeymiş. İyi olunca da Lokmân Hekim’in yanma gelmiş ve “Bak sen derdimin ilacı yok diyordun, kırlarda dağda yediğim bir şeyle iyi oldum” demiş. Lokmân da “Ben nerede bulayım kara yılanı, kara koyunun sütünü. Kara yılan kara koyununu sütünü emsin, taş üstüne kussun, sen de onu yiyesin, iyi olasın” demiş. [238]
48.      Lokmân Hekim bir gün bir hastası için ilâç yapmak üzere kırda çiçeklerle konuşurken, bir çiçek dile gelmiş: “Aradığın ilaç bendedir. O ilaç olarak falanca eczanededir” demiş. Lokmân Hekim bunu işitir işitmez hemen belirtilen eczaneye koşmuş. İçeri girer girmez raflara bakmış. İçinde çiçeğin söylediği ilaç olan kutu sallanmış. Lokmân sallanan kutuyu alarak, hastasını şifaya kavuşturmuş. [267]
49.      Lokmân Hekim, tedavi için gelen hastaları muayene etmez, raflarda bulunan şişelerine bakar, hastanın derdine derman olan ilacın bulunduğu şişeler titreyerek kendini belli edermiş. [267]
50.      Yaz günü tarlada kan-ter içinde çalışan köylüleri gören Lokmân Hekim, bunların hastalanıp kendisine başvuracaklarını düşünürken, köylülerin işe ara verip yoğurt yediklerini görünce, “Bunların neden hasta olmadıklarını anladım, yoğurt yiyerek hastalıklardan korunuyorlar” demiş. [239, 267]
51.      Dünyadaki bütün bitkiler Lokmân’a “Falan derde çâreyim, ben şu illete iyi gelirim” diye konuşurlarmış. Bu yolla öğrendiği ilaç formüllerini defterine kaydetmiş. Eksik bir şey kalmasın diye okurken Azrail, Allah’ın irâdesine aykırı olduğu gerekçesiyle bir kanat vuruşuyla defteri yakınış. Lokmân’ın elinde yanık birkaç sayfa kalmış. Şimdi insanlığın elindeki tıp bilgisi diye ne varsa o birkaç sayfadan ibâretmiş. [120]
52.      Lokmân Hekim bütün hastalıkların ve ölümün çaresini bulunca bunlardan bir kitap oluşturmuş. Adana'da Misis veya Amasya’da Kunç Köprüsü’nden geçerken Cebrail gelmiş. Kitaba vurarak ölümün çaresinin yazılı olduğu sayfayı suya düşürmüş ve “Artık ölüme çare bulamayacaksın” diyerek uzaklaşmış. Bu yüzden ırmağın suladığı arpa tarlaları, şifalı sayılır ve arpa suyu da şifa niyetine içilirmiş. [1 I, 156, 234. 244. 246]
53.      Lokmân Hekim ab-ı hayatı ve hayatın sırrını bulmuş ve bunları bir kitaba kaydetmiş. Bir gün bir köprüden geçerken Cenabı Hak Cebrail’e, “Git bunun kitabını Fırat nehrine at”, de- iniş. Cebrail emri aldı ya, hemen Lokmân’ın yanma vararak köprüde “Ya Hakim, sen hekimsin. Cebrail şimdi nerededir? Sualine Lokmân hesaplamış ve düşünmüş, “Cebrail ya benim veya sen, derken Cebrail kolunun altındaki kitaba vurmuş. Fırata düşürmüş ve Hakkın emri yerini bulmuş. [263]
54.      Lokmân her gün yaptığı tecrübeleri bir kitaba yazar, not edermiş. Bir çok araştırmalar sonunda ölümün de çaresini bulmuş ve sırlarını deniz kenarında bir kayanın üstüne oturup defterine kaydetmeye başlamış. Fakat eser tam biteceği zaman Allah tarafından bir rüzgâr çıkmış, defteri denize uçurmuş. İhtiyar Lokmân ancak birkaç yaprağı kurtarabilmiş. İşte bugünkü hekimlerin hekimliği de orada yazılı imiş. [133, 263]
55.      Lokmân Hekim ölümsüzlüğe çareyi bulmuş. Bunu bukağıda yazmış, ancak nehir kenarından geçerken suya düşürmüş. Bu su arpa tarlalarını sulamış. Bunun için arpa suyu içmek sıhhî sayılmakta ve faydası görülmekteymiş. [263]
56.      Lokmân ihtiyarlığında kitabım alıp bir kayığa binip, ölüme çare aramaya giderken yanı başında bir adam peyda olur. Lokmân, “Bu yaşta tek başına nereye gidiyorsun?”. “Ölüme çare aramaya”. “Ölüme çare var mı?”. “Yok, yok! Ama aramak ta mı yok?”. “Bak hele şu kitabına ne kadar ömrün kaldı?” Yoksa sen Azrail misin?” der demez Azrail, bir kanat darbesiyle kayığı devirir, Lokmân boğulur, kitap suya düşer. Dalgalar kitabın ancak birkaç sayfasını sahil-i selâmete ulaştırabilir ki bütün hekimliğimiz de orada yazılı imiş. [135]
57.      Bir gün Lokmân Hekim kırlarda dolaşırken bir bitki ona seslenmiş, “Ey Lokmân, bende ölümsüzlüğün sırrı var” deyince bitkinin yanına gitmiş, suyunu çıkarıp bir şişeye doldurmuş. Sonra “Ölümsüzlük sırrını elimde bulunduruyorum. Bunu ben mi içsem, yoksa başka birine mi içirsem? Acaba bir başkasına içirecek olsam, insanlığın hayrına bir iş yapmış olur muyum? Ben içecek olsam, dünya ve insanlık benden ne fenalık görebilir? Kendim kadar güvendiğim biri var mı ki?” diye düşünürken ölümsüzlük sırrım bizzat kendisi içmeye karar vererek, şişeyi eline almış. Tam bu sırada, o zamana kadar görmediği bir kuş meydana çıkmış, şişeyi Lokmân Hekimin elinden kapıp bir ağaç üzerine konmuş. Ölümsüzlük sırrını içmek ve sonsuz hayata kavuşmak isteyen kuş; şişeyi gagasıyla kırmış, yudumlamak isterken, boğazı delinmiş ağaçtan düşmüş, şişede kalan sıvı da dökülmüş. Lokmân Hekim kuşu yerden aldığı zaman, boğazının delinmiş olduğun görmüş ve ölümsüzlük suyunun kaybolduğunu anlamış.
58.      Lokmân Hekim ölüme çare bulmak için kitaplarını alarak dağlara çiçek toplamaya giderken, önüne çıkan köprünün üzerinden geçerken, Cenâb-ı Hak Cebrail, “Lokmân Hekim ölüme çare bulmak için köprünü üzerinden geçiyor. Hemen git elindeki bütün kitapları suya at” diye emreder. Cebrail hemen köprü üzerinde Lokmân Hekim’in önünü keserek, “Dur nereye gidiyorsun? “Ecel derdine derman buldum, şu karşı ki dağdan çiçeklerini toplamaya gidiyorum”. “Öyleyse şu anda Cebrail nerede bulunuyor, bil bakalım?”. Lokmân Hekim cevap verir, “Gökleri aradım, göklerde bulamadım. Yerleri aradım, yerlerde bulamadım. Yerle gök arasında su üzerinde kurulmuş bir köprü üzerinde bir insanlar konuşurken buldum. Öyle ise Cebrail sensin” demesi ile Cebrail hemen kolunu vurarak Lokmân Hekim’in bütün kitaplarını suya düşürmüş. Lokmân Hekim’in elinde sadece birkaç yaprak kalmış. Başka bir rivayete göre; Lokmân Hekimin elinde bulunan ölümsüzlük formülünü, bir balık kaparak sulara karıştırmış. Ölümsüzlük suyunu gagasında getiren bir karga, ağzını açarak, arpa tarlasına düşürmüş. Karganın boğazında kalan bir damla su yüzünden, ömrü uzun olmuş. [267]
59.      Hükümdarın hastalanan kızına yapılan tedaviler fayda vermeyince, son çare olarak Lokmân’a baş vurmuşlarsa da o bir sonuç alamamış. Saraydan ayrılırken hükümdara, “Kızınız temiz havalı bir yerde yıllanmış üç şeyin bir araya gelmesiyle iyileşebilir” demiş. Bahar geldiğinde çaresiz kalan baba hasta kızını Haruniye'de ki Düldül Dağı’nın tepesine Tanrı’nın lûtfuna bırakılmasını kabul etmiş. Ertesi gün, dağda sürüsünü otlatan bir çoban kızı baygın bir halde görmüş, acıdığından orada bulduğu bir kaplumbağanın kabuğu içine yaşlı keçisinden sağdığı sütü koyarak uzaklaşmış. Bir yılan gelerek sütün bir kısmını içmiş, arta kalana da zehirini akıtıp kaybolmuş. Bir ara uyanan kız yanındaki sütü içmiş ve kısa zamanda iyileşmeye başlamış. Çoban, her sabah kızın uykuda olduğu sıralarda oradan sürüsüyle geçerken süt bırakıyormuş. Yaptığından pişman olan hükümdar dağdan kızını almaya gittiğinde kızının sapasağlam bir halde görünce sevinçten ne yapacağını şaşırmış. Kız olayları anlattığı sırada çoban oradan geçiyormuş. Sütü kendisinin bıraktığını söyleyince hükümdar kızıyla onu evlendirmiş. Lokmân Hekim’e kızının iyileştiğini söylediğinde Lokmân, “Temiz dağ havası, yüz yıllık kaplumbağanın kabuğu, yüz yaşındaki keçinin sütü ile şifalı yılanın zehirini ben nereden bulayım?” demiş, [i i]
60.      Lokmân Hekim’ le Bergama’daki büyük doktor/gavur doktor (Galenos) hangisinin dünyanın en büyük hekimi olduğu konusunda iddialaşmışlar. Lokmân demiş ki, “İkimiz de birer zehir ve panzehir hazırlayalım. Herkes hasırımın verdiği zehiri kendi panzehiri ile önlemeğe çalışsın” demiş. Lokmân, Büyük doktora “önce senin hazırladığın zehiri ben içeyim” demiş. Gavur doktor “Hazırlığı yok” deyince? “O halde önce ben hazırlayacağım zehri sana vereyim” demiş. Hemen havanda kırınızı bir maddeyi dövüp bir kese içine koyup bir dala asarak kırk gün beklemesini söylemiş. Her gün oradan geçen Gavur doktor kesedeki zehirin ne olduğunu düşünürmüş. Zehiri içeceğine birkaç gün kala korkusundan ölmüş. Lokmân Hekim keseyi boşalttığında kiremit tozu olduğu görülmüş. O zaman Lokmân demiş ki: “Dünyada en büyük öldürücü zehir vehimdir. Evhamın ölümden başka çaresi yoktur. [Mestan Yapıcı’dan derlenmiştir]
61.      Lokmân’ın, daracık bir odası vardı. Bütün gece azap ve ıstıraplar içinde kıvranırdı. Öğle sıcağında da gider güneşe yatardı. Aptalın biri “bu iki ayak basımı kadar küçük olan bu oda sana nasıl kâfi geliyor diye sordu. O da ah çekerek ve ağlayarak: “bu ölecek bir insan için çok bile” diye cevap verdi. [67]
62.      Bir gün Lokmân Hekim, Oltu'dan Ardanuç'a doğru giderken Dikmede iri yarı tunç gibi doksanlık bir ihtiyara rastlar. Lokmân Hekim memleketinizde doktor var mı? siz hep böyle dinç misiniz? diye sorar. İhtiyar cevap olarak: Biz yazın yaşa, kışın taşa oturmayız. Yazın dere suyu, kışın pınar suyu içmeyiz. Kızılcık çorbası ile pancar aşı yer, sırt üstü yatarız” demiş. [139]
63.      Lokmân günün birinde ölümsüzlüğün çaresini bulma sevdasın kapılmış. Dağları aşa aşa, kırları dolaşa dolaşa, diyar diyar gezerek yolu Diyarbakır’a düşmüş. Urum (Urfa) kapısından içeri girmiş, zerzevatçılar (sebzeciler) meydanına gelmiş. Orada, gözü yığın yığın duran patlıcanlara değince, “Hayret” demiş, “Bu patlıcanları yiyen halk, nasıl oluyor da hastalanmıyor?” Biraz daha yürümüş, dağlar gibi üst üste yığılı karpuzları görünce “Ha”, demiş, “Yemekten sonra bu karpuzlardan bol bol yiyorlar, sebebi bu” demiş. [39.94]
64.      Lokmân Hekim Allah’tan ölümün çaresini sormuş. O da söylemiş. Ama Allan demiş ki: Bu ilaçlarla insanları diriltirsin ama rızkını vereceksin, rızkı veren benim. Dirilttiklerinin karnını nasıl doyuracaksın? O da demiş ki: “Ben dirilteyim gerisi kolay.” Lokmân Hekim deniz kıyısına gitmiş. Boğulan adamları diriltmiş. Yanındaki adamlara demiş ki kazanlarla yemek yapın, bunların karının doyurayım” yemekler pişmiş. Dirilttiği kimselere yiyecek verecekken bir balık denizden başım uzatmış. Lokmân’dan yiyecek istemiş. O da yanındakilere bir kepçe çorba vermelerini söylemiş. Balığa çorba vermişler, biraz sonra balık tekrar başını uzatıp çorba isteyince yine vermişler, üç kazan yemek bitmiş balığın karnını doyuramamışlar, bunun üzerine Lokmân Hekim hatasını anlamış, “Aman Allah’ım, ben hata ettim. Rızk vermek sana mahsustur. [238]
65.      Lokmân’ın oğlu hastalanmış, Lokmân çaresini bulamamış, oğlu ölmüş, hastalığını merak eden Lokmân oğlunun cesedini yararak, midesinden bir ur çıkartmış. Bunu oğlundan bir yadigar düşünerek cebinde taşımış, bir dere kenarında otururken, oradaki yarpuzlardan (Yabani nane) cebindeki urun eriyerek yok olduğunu görmüş ve nanenin şifalı etkisi o zamandan beri bilinmekteymiş (Doğu Türkistan’da). [238]
66.      Lokmân Hekim’in babası da hekimdi. Ölmeden karısına bir defter vererek, “Doğacak çocuğumuz büyük bir hekim ve bilgin olacak. Bu defteri zamanı gelince ona verir” der. Bir süre sonra kadının bir oğlu olur ve adını Lokmân koyar. Okuma çağında bir türlü okuma-yazmayı sökemez. Evin geçimin sağlamak amacıyla odunculuk yapar. Bir gün yine odunlarını satmış, yorgun argın eve dönerken kırda bir inleyen insan başlı, ak yılan gövdeli bir yaratık görür. Çok korkar. Yılan, “Ey insanoğlu, benden korkma. Ben yılanların padişahıyım, bana yardım edersen bir gün bunun karşılığını mutlak öderim” der. Lokmân, onu kucağına alır, tarif ettiği yerlerden geçerek bir mağara önüne götürür. Yılanın mırıldandığı bazı sözlerden sonra mağaranın kapısı açılır. Eşsiz güzellikte olan bu mağarayı bekleyen karayılan Şahmeran’ı sarayına götürür. Kısa bir tedaviden sonra iyileşir. Kırk gün sonra Lokmân eve dönmek isteğini söyleyince Şahmeran, gördüklerini kimseye söylememesini tembihler ve “Ölümümün insan elinden olacağını biliyorum. Öldüğümü duyduğunda sana yapacaklarını anlatayım. Sakın unutma dediklerimi aynen yapacaksın” der. Meresinin hangi hastalığa iyi geleceğini, ilâçların nasıl hazırlanacağını bir bir anlatır. Lokmân eve döndükten sonra bambaşka bir insan olmuştur. Bütün zamanım okumaya, yazmaya ve öğrenmeye ayırmaktadır. Aradan uzun bir süre geçer. Şahmeran sarayındaki billur suda evreni izlerken, birden gözü Tarsus beyinin güzeller güzeli kızına takılır. Ona tutulur, yamadan içmeden kesilmiştir. Günün birinde de, kızın hamama gittiğini görür ve hemen hamama gider. İslak mermerler üzerinden kayıp düşer. Hamamcı ve kızın hizmetkârları Şahmeran’ı göbek taşında öldürürler. Şahmeran’ın öldürüldüğünü duyan Lokmân Tarsus’a gelir. Bu sırada Tarsus beyi çâresiz bir hastalığa yakalanmıştır. Vezirinin baktığı fala göre, Bey, Şahmeran’ın gözlerini ve ciğerini yerse iyileşecektir. Vezir, Şahmeran’ın olağanüstü gücünü bildiğinden, bey olmak amacıyla ilâcı kendisi hazırlamak ister. Lokmân da ilâç hazırlamak isteyince Bey bu işi ona verir. Şahmeran’ın dedikleri aynen yaparak, önce onu üçe bölerek kaynatır. Parçalar kaynarken, her biri, hangi hastalığa iyi geleceğini söylemektedir. Bu sırada, Lokmân’ın yanına gelen vezir hasta olduğunu söyleyerek, insanlara olağanüstü güçler veren parçanın suyunu ister. Hangi parçanın hangi hastalığa iye geleceği konusunda yanlış bilgiler verir. Lokmân kötü niyetini anlar ve kuyruk suyundan vererek onu öldürür. Gövdenin ikinci suyunu kendi içer. Hazırladığı ilâçla Bey’i iyileştirir. Lokmân saraydan ayrılıp, kırda yürürken birden bitkiler dile gelerek hangi hastalığa şifa olduklarım söylemeğe başlar. O da duyduklarını defterine kaydeder. Ünlü Hikmetü’l-Lokmân kitabı böyle meydana gelir. [9. 11.47, 158. 196, 226]
67.      Dağdan topladıkları odunları şehirde satan üç arkadaş, bir gün ormanda içi balla dolu ağzı taşla kapatılmış bir kuyu bulmuşlar. Balı bitirinceye kadar her gün bir miktar şehre getirip satmışlar. Sonunda, kuyunun dibindeki balı alması için aşağıya indirdikleri ineni diğer arkadaşları parayı üçe taksim etmemek için orada bırakmışlar. Dışarıya çıkamayan delikanlı yorgunluktan uyuya kalmış. Rüyasında anahtarla bir kapıyı açtığını görmüş. Uyandığında gerçekten de orada bir anahtar ve kapı varmış. Anahtarla kapıyı açmış. Yer altındaki bütün hayvanat orada imiş. Yılanların oğlanı öldüreceği sırada Şahmeran yılanları durdurmuş ve yanına almış. Yedi sene yer altında yaşayan çocuk, annesini özlediği için Şahmeran’dan izin istemiş. Şahmeran, “Oğlum, benim ölümüm senin elinden olacak, bu sebepten seni bırakamam” demişse de çocuğun yalvarmalarına dayanamayıp kabul etmiş ve bir yüzük vererek, “sıkıştığında bu deliğin ağzına gelerek yüzüğü yala” demiş. Bir süre sonra, çaresiz derde tutulan devrin hükümdarına hekimler bir şey yapamamış. Sonunda bir hekim tedavi edebileceğini söylemiş ve herkesin soyunup sarayın önünden geçmesini istemiş. Bu isteği yerine getirilmişse de hekim aradığını bulamamış ve başka gelmeyen olup olmadığını sormuş. Yedi senedir evinden uzak kalmış birinin olduğu söylenince hemen onu bulup elbisesini çıkarttığında çocuğun yılanlarla yedi sene beraber olmaktan sırtının yılan alası görünce, “Sen padişahımızın derdine deva bulacaksın. Sana kırk gün müsaade” demiş. Otuz dokuz gün bir şey yapamayan delikanlı nihayet kuyunun başına gelip yüzüğü yalamış. Şahmeran peyda olmuş, “Demedim mi oğlum, ölümüm senin elinden olacak. Neyse, kader böyleymiş. Beni kesin, belimi kaynatıp suyunu padişaha içirin. Sakın kuyruğumu hiçbir şey yapmayın, o zehirlidir. Kafamı da kimseye verme, kaynatıp suyunu sen iç” demiş. Oğlan Şahmeran’ın dediklerini aynen yapmış, padişah iyileşmiş; oğlan da yılanın kafasını kaynatıp suyunu içtikten sonra herkesin bildiği meşhur hekim Lokmân olmuş. [42]
68.     
69.     
70.      Lokmân Hekim oğluna, “Ormanda veya ağaçlık altına yatıp uyuma, ekmeğini şekerle ye, büyüklerin sözlerini dinle”, demiş. Bir zaman sonra, oğlan uzun bir yolculuğa çıkmış. Yolda yaşlı bir zat ile tanışmış ve seyahati beraberce yapmaya karar vermişler. Ağaçları sık bir ormana geldiklerinde, yaşlı zat, çok yoruldukları için, “Oğlum şu ağacın altına yatarak biraz dinlenelim” demiş O sırada oğlanın aklına babasının, “Ağaç altında yatıp uyuma” nasihati gelmiş. Dedeye dönerek, “Babam ağacın altında yatma derdi”, demiş. “Baban sadece bunu mu sana nasihat etti oğlum. Büyüklerinin sözlerini dinle, ekmeğini şekerle ye de demiştir, ben senin büyüğünüm, neden ağacın altında yatmıyorsun?” Bu söz karşısında delikanlı, ağacın altında yatmaya mecbur olmuş. Biraz sonra ağaçtan inen bir yılan uyumuş oğlanı tam ısıracakken, dede ile atılarak yılanı öldürmüş. Oğlan uyandığında yanında ölü yılanı görünce, “Gördün mü dede, babam ağaç altında yatma demişti. Ben daha ağaç altında yatmam” demiş. Yolculuktan geri döndükten sora başından geçenleri babasına anlatmış. Babasının diğer nasihati olan “Ekmeğini şekerle ye” sözünden bir şey anlamamış ki, babasına sormuş, “Her zaman şekeri ben nereden bulayım da ekmekle yiyeyim baba?”. Lokmân Hekim gülerek, “Oğlum ben sana şekerle ekmek ye demiyorum. Yemek yiyeceğin zaman iyice karnın acıksın. Acıktığın zaman sadece ekmek yesen bile, sana şeker gibi gelir. Karnının doyduğunu da hissedince, hemen sofradan kalk. Karnını tam doyurma”, demiş. [267]
71.      Bir gün Lokmân Hekim oğluna bir çuval buğdayı teslim ederek değirmene götürmesini ve yolda çuval düşerse oradan geçen adamlara seslenerek Lokmân Hekim’in oğlu olduğunu, yardım etmelerini söylemesini tembihlemiş. Bir süre gittikten sonra hakikaten çuval eşeğin sırından düşmüş. Çocuk oradan geçen bir adama seslenmiş, “Amca ben Lokmân Hekim’in oğluyum, yardım edin de şu çuvalı eşeğe yükleyelim”. Adam, “Ben Lokmân Hekim, mekim tanımam, yazın dere suyu, kışın göze suyu içmem. Senin çocıık hatırın için yardım ederim, demiş ve yere düşen çuvalı eşeğin sırtına yüklenmesine yardımcı olmuş. Oğlan değirmenden dönünce, babası sormuş, “Yolculuk nasıl geçti?’-. “Çuval eşeğin üzerinden yere düştü. Oradan geçen bir adama bana vardım etmesini söyledim. Adam, ben Lokmân Hekim, mekim tanımam, yazın dere suyu, kışın göze suyu içmem dedi”. Lokmân Hekim gülümseyerek, “Oğlum ben Lokmân Hekim'im ama. o adam benden daha Lokmân Hekim imiş”. [267]
72.      Lokmân, ömründe karısı ile bir defa cinsi ilişkide bulunmuş ve bir çocuğu olmuş. Kocasının bu durumuna tahammül edemeyen karısı, bir gün oğlunu yanma çağırarak, “Git babanın yanına de ki, bana bir kardeş yap ne olur babacığım”. Çocuk babasının yanına giderek annesinin söylediğini aynen söyler. İsteğin karısından geldiğini anlayan Lokmân Hekim, oğluna. “Oğul, sana kardeş lâzımsa, bana da can lâzım ”. 1267]
73.      Adamın biri nefes darlığına tutulmuş. Lokmân Hekim’e koşmuş: “Göğsüm tutuluyor, ne yapayım?” demiş. Lokmân da, “Arpayı kaynatarak suyunu iç”. Lokmân’ın tavsiyelerini uygulayan hastanın hemen göğsü açılmış. [267]
74.      İhtiyar bir kadının tek oğlunun gözleri kör olmuş. Gözlerinin açılması için Lokmân Hekim’e gitmelerini isteyen çocuk, “Gözlerimin kör olduğunu Lokmân Hekim’e aktardığında, onun ilk söylediğini aklında tutmasını istemiş. Oğlunun isteği üzerine ihtiyar anne Lokmân Hekime giderek, durumu anlatmış. Lokmân Hekim, “Ah o elleri olmasaydı” demiş. Eve dönen ihtiyar kadın, Lokmân Hekim’in söylediği ilk sözü oğluna aktarınca çocuk annesine ellerini sıkıca bağlamasını söylemiş. Bir hafta sonra çocuğun gözleri açılmış ve gözünün yaralan iyi olınıış. [267]
75.      Bir gün adamın biri Lokmân’a. “Senin oğlun neden altına işiyor? Madem sen büyük bir hekimsin, neden bunun önüne geçemiyorsun?” demiş. Lokmân Hekim, “Ben oğluma ata binme dediğim ve defalarca ikaz ettiğim halde yine binmeye devam etti. Başa çıkamayacağımı anlayınca, sidiğin nerede gelirse orada atından in ve ihtiyacını gider dedim. Yine sözümü dinlemedi, at üzerinde iken sidiği geldiğinde inat edip işemiyor ve sidik damarları düğümleniyor. Yatağa yattığı zaman altına ıslıyor. [267]
76.      Lokmân Hekim bir gün hastalanmış. Ailesine kendisini pamuklara sarmalarını söylemiş, bunun üzerine bütün vücudunu pamuklara sarmışlar. Yüz sene pamuklar içersinde kalmış. Sonra Allah’ın emri ile Cebrail, Lokmân Hekim’e can \ imiş. Bir daha hiç hastalanmadan yıllarca yaşamış. [267]
77.      Lokmân Hekim bir gün bağ sulamaya gitmiş. Karşısına bir adam çıkarak, su vermemek istemiş. Lokmân Hekim’e ileri - geri kötü sözler söylemesi üzerine, “Allah senin belânı versin” diye beddua etmiş. Hastalanıp, yataklarına düşen adam uzun zaman tedavi edilememiş. Nihayet Lokmân Hekim’e götürmüşler. Hastayı tanıyan Lokmân, “Seni affettim, Allah şifanı versin” demiş. Aradan birkaç gün geçtikten sonra hasta iyileşerek ayağa kalkmış ve bir daha başkalarının kötülük yapmamaya yemin ederek, Lokmân Hekimden özür dilemiş. [267]
78.      Lokmân Hekim arkadaşlarıyla birlikte bir gün bir hamamın önünden geçiyorlarmış. Hamamdan gebe bir kadın çıkmış. Lokmân yanında bulunan arkadaşlarına, “Yarım saat sonra bu kadın ölecek” demiş. Arkadaşları şaşırmışlar. Gerçekten yarım saat sonra gebe kadın ölerek, cenazesini kaldırmak için tellallar bağırmaya başlamışlar. Lokmân Hekim ile arkadaşları kadının evine gitmişler. Lokmân, hastanın karnına çuvaldızı batırır ve biraz sonra kadın canlanır, ayağa kalkar. Lokmân Hekim, kadının ölmediğini söyleyerek. “Hamile hamamda çok fazla kaldığından, çocuğu içeride bunalmış. Bu yüzden anasının ciğerine el atmış. Nefesi kesilen da kadın bayılmış. Çuvaldızı kadının boşluğundan çocuğun eline soktum. Eli acıyan çocuk elini anasının ciğerinden çektiğinden anne rahatlayarak kendine geldi” demiş. Gebe kadınların hamamda fazla kalması doğru değildir. [267]
79.      Devrin padişahın güzel bir kızı varmış. Kızını hiç dışarı çıkarmazmış. Kız günlerini pencere önünde yoldan geçenleri seyrederek geçirirmiş. Bir gün yoldan geçen bir delikanlıya aşık olmuş, günden güne erimeye başlamış. Kızının bu hale gelmesi padişahı çok üzmüş, Lokmân Hekim’i getirterek, kızın derdine bir çare istemiş. Muayenede Lokmân. kızın sevdalandığı için bu hale düştüğünü tespit etmiş. Bir kuzu kestirip güzelce kızarttırdıktan sonra sofraya koymuş. Bu sırada kız, “Ben Dal Yusufa yandım, sen niye böyle yandın ay kuzu” der. Böylece kızın, Dal Yusuf adlı birine aşık olduğunu anlar. Padişaha bu durum aktarılınca, kızın sevgilisinin yanma gitmesine izin verir. İki gün sonra Dal Yusuf un babası, oğluna haber yollayarak, oğlunu kendi seçtiği bir kız ile evlendireceğini bildirince delikanlı ülkesine gitmeye mecbur olur. Kız sevdiğinin yerini tespit eder. Ve gerdek gecesi, oğlanın evinin bahçesindeki servi ağacına saçlarından kendini asar. Sevgilisinin aşkına dayanamayan Dal Yusuf da sevgilisinden habersiz kendisini başka bir ağaca asar. İki sevgili sabaha kadar ağaçlar üzerinde ölümle pençeleşirler. Sabah, onların durumunu görenler padişaha haber verirler. Ağaçlardan indirilen sevgililer Lokmân Hekim’e götürerek tedavi ettirilir. Aileler yaptıklarına pişman olurlar ve bu iki genci evlendirirler. [267]
80.      Lokmân’ın babası ölümünden sonra yapılmasını istediği bazı şeyleri oğluna vasiyet eder. Babasının ölümünden sonra Lokmân Hekim kırlarda babasının istediği çiçekleri toplayarak bir terkip hazırlayarak babasının vücuduna döker. Lokmân Hekim döktükçe, mezarın içerisinden “Dök!, dök!” diye bir ses işitilmiş. Bu ameliyatın yapılmasından birkaç hafta sonra Lokmân Hekimin babası dirilmiş. [267)
81.      Lokmân ölürken talebesine vasiyet etmiş: “Ben ölünce vücudumu iyice ufak parçalara ayır ve bir kavanoza doldur, üzerime şu sudan dök ve bir gübreliğe göm. Dokuz ay sonra çıkarırsınız”. Ölünce, talebesi vasiyetini yerine getirmiş. Lokmân’ın karısı da çok sabırsızmış. Her gün gübreliğin etrafında dolaşır, talebesine daha kaç gün var diye sorarmış. Aradan yedi sekiz ay geçmiş, bir gün sabrı tükenen kadın fırsatını bulup kavanozu gübreden çıkarmış. Lokmân’ın uzvu teşekkül etmiş vaziyetteymiş. Kadın kavanozun ağzını açınca Lokmân’ın şu sözleri işitilmiş: “Biraz daha! Biraz daha!”. [133j
82.      Lokmân’ın oğlu bir gün at üzerinde çarşıdan geçerken çişi gelmiş. Kalabalık yanında attan inerek bir kenara idrarım boşaltmış. Bu durumu görenler Lokmân Hekim’e giderek, oğlunun densizliğinden dert yanmışlar. Lokmân Hekim gülerek, “Ben oğlumun yerinde olsam atan inmeden işerdim” demiş [267]
83.      Lokmân’a “Bu kadar uzun süren hayatında dünyayı nasıl gördün? Diye sorduklarında, “Dünyayı iki kapalı han olarak gördüm. Birisinden girdim, birisinden çıktını” demiş. [2671
84.      Lokmân Hekim etrafında bulunan kimselere dört öğütte bulunmuş, “bunlardan ikisini unutacak, ikisini de unutmayacaksınız. Unutmayacaklarından biri Allah’ın var olduğu, diğeri ise ölümün varlığıdır. Unutacaklarınız ise, başkaları tarafından sana yapılan kötülükler ve başkalarına yaptığınız iyiliklerdir. [2671
85.      Bir adam çok ağır hasta imiş. Bütün hekimlere bakıldığı halde, tedavi olamamış. Sonunda Lokmân Hekim”e gelmiş. Lokmân, ameliyatla hastanın karnından bir kurt çıkarmış. Hekimlerin daha önce hastaya verdikleri bütün ilaçları kurda yedirmiş ve kurt iyice büyümüş. Daha sonra kurdun üzerine limon sıkmaya başlamış. Limon sıkılan kurt erimiş. “Şimdiye kadar çektiğin bütün çileleri boşuna çekmişsin. Hekimlere verdiğin paralar ve aldığın ilaçlar boşuna gitmiş. Devamlı olacak limon yese idin, hemen iyi olurdun” demiş [2671
86.      Lokmân Hekim zamanında büyük bir kuraklık olmuş. Ekinler kurumuş, dağlar çıplak kalmış, sular kesilmiş, toprak susuzluktan çatlamış. Bütün hayvanlar kuraklık yüzünden çeşitli hastalıklara tutularak ölmüşler. Halktan da ölenler olmuş. Halk yağmur yağması için günlerce beklemiş. Nihayet Lokmân Hekim’e gitmeye karar vermişler. Lokmân Hekim, gelenlerden bir miktar zeytinyağı istemiş. Zeytinyağlarını fıçılara dolduran Lokmân Hekim bir meydanda oturarak “Yağ, yağ” diye bağırarak halka dağıtmış. O, “Yağ” dedikçe, yağmur yağmaya başlamış. Zamanla yağmur sel halini almış. Yağmur isterken sellere kapılan halk, bu sefer de yağmurun durması için Lokmân Hekim’e “durdur şıı mübareği” demiş. Bu sefer de torbasının içini fındık ve fıstıkla doldurup, sokakta oynayan çocuklara “Yağma, yağma, yağma!” diye bağırarak dağıtmaya başlamış. Biraz sonra yağmur kesilmiş. [267]
87.      Öleceğine yakın Lokmân Hekim kızını yanma çağırarak, “Kızım, ben öldüğümde, vücudumun ağırlığının üç misli sarımsak alarak iyice ezin. Etimi kemiğimden ayırarak, oynak yerlerime ezdiğiniz sarımsağı iyice doldurun. Bütün vücudumu da sarımsak ezmesi ile kapatın. Öldüğümü kimseye sakın söylemeyin. Allah’ın izni ile yirmi dört saat sonra dirileceğim, der ve ölür. Vasiyeti üzerine kızı, babasının dediklerini aynen yapar. Biraz sonra kapı vurularak Cebrail insan kılığında içeriye girer, Lokmân Hekim’in nerede olduğunu sorar. Kızı babasının evde olmadığını söyler. Cebrail, kızı doğru söylemesi için çok sıkıştım'. Sonunda kız. babasının öldüğünü itiraf eder. O anda Cebrail ortadan kaybolur. Bir gün sonra dirileceğini söyleyen Lokmân’ın dediği çık- ınamış. Eğer kızı, babasının öldüğünü Cebrail’e söylemeseymiş, dediği saatte dirilecekmiş. [267]
88.      Lokmân Hekim zamanında, bir suçluyu yer altı hapsine mahkûm ederler. Durumuna dayanamayan mahkuma Lokmân Hekim’i götürürler. Lokmân Hekim hükümlünün bulunduğu zindana gider. Ölüm halinde bulunan mahkûmun önüne her gün bir tane haşlanmış koyun kellesi asılmasını söyler. Bir ay sonra Lokmân Hekim tekrar hükümlünün bulunduğu kuyu önüne gelerek hastanın durumunu gözden geçirir. Kuyuya bu anda bir ip sarkıtılır. Hükümlünün bu ipten tutunarak dışarı çıkması söylenir. İpten tutmaya çalışan mahkumun gücünün olmadığı görülür. Lokmân Hekim, fazla miktarda pamuk getirmelerini söyler. Hemen pamuk getirilir. Hükümlünün sağına ve soluna pamuk doldurulur. Bu işlem devamlı tekrarlanarak mahkum kuyudan çıkarılır. Pişirilmiş koyun kellesi kırk gün daha hükümlünün önüne asılır. Kırk gün sonra hükümlü ayağa kalkar. Bundan sonra, koyun kellelerinin bir çok derde deva olduğu söylenir. [2671
89.      Lokmân Hekim’e hastalar geldiğinde, raflardaki ilaç dolu şişelerden hangisi hastaya iyi gelecekse sallanmaya başlarmış. Bir gün, hastayı muayene sırasında, içinde zehir bulunan şişe sallanmış. Zehir şişesinin sallandığını gören Lokmân Hekim, hastayı tedavi edemeyeceğini belirterek evine yollamış. Her muayene ayni şeyler olunca, “Bu hastanın çaresi budur” diyerek zehri hastaya verir. Hasta tamamıyla iyi olur. O zaman Lokmân Hekim, “Zehir de bir ilaçtır” demiş. [267]
90.      Lokmân Hekim öldükten sonra, oğlu babasının bu nasihatlerini dinlemek ister. Bir zaptiyeyi dost edinen oğlu, cemiyetin nefret ettiği alçak bir adamdan bir miktar borç para alır. Bir kuzuyu parçalayıp kızarttıktan sonra bir çuvala bırakır, evine getirerek bir adam öldürdüğünü karısına söyler ve beraberce cesedi gömerler. Bir süre sonra oğlu karısını döver. Hiddete gelen karısı kocasının bir adam öldürerek evlerine gömdüğünü ihbar eder. Dost zaptiye çocuğu kadıya götürürken, alacaklısı yolunu keserek parasını ister, mahkeme idama mahkum eder. Babasının nasihatlerinin doğruluğunu gören Lokmân, son isteği olarak evinde gömülü cesedin çıkarılmasın talep eder. İsteği kabul edilerek evine gidilir. Bir torba içerisinde ceset yerinde, kızartılmış kuzu çıktığını gören ilgililer çocuktan özür dilerler. Babasının nasihatlerinin doğruluğunu gördüğünden bir daha insanlara güvenmez, inanmaz olur. [267]
91.      Bir iftira yüzünden, devrin padişahı Lokmân Hekim ile oğlunu zindana atar. Bir torba badem çekirdeği veya bir torba fındıkla yüz sene zindanda günlerini geçirir. Lokmân Hekim vasiyetlerini geyik derisi üzerine yazarak, zindanın bir duvarına asar. Bu vasiyetler arasında yüz sene sonra kendisini ilk önce badem yağı ile yıkamalarını, pişmiş koyun kellesi koklatılmasını ve on yedi yaşlarında üç kız ile sarılmasını ister. Lokmân Hekim zindan içerisinde sığabileceği kadar oyuk açarak buraya yerleşir ve badem tanelerin yiyerek günlerini geçirir. Bu çileye oğlu dayanamayarak birkaç sene sonra ölür. Aradan yıllar geçer. Devirler değişir. Padişahların biri gelir, biri gider. Lokmân Hekim zindanda unutulur. Zamanın birinde devrin padişahının boğazında bir ur çıkar. Baş vurmadıkları hekim ve ilaç kalmaz bu illetin ortadan kalkması için. Padişah bu hastalığı her geçen gün biraz daha fazlalaşır. Ülkenin bütün tabipleri bu illete çare bulamazlar. Saray kişilerinden birkaçı “Ah Lokmân Hekim, şimdi senin yerindi. Sen olsaydın padişahımızın bu illeti iyi olurdu.” diye söylenirler. Lokmân Hekimin zindanda olduğu öğrenilince, hemen zindana koşulur, Lokmân Hekimin sağ, fakat kalbi yavaş yavaş attığı görülür. Vasiyetindeki işlemler yapıldığında Lokmân Hekim canlanarak padişahın huzuruna çıkarılır. Padişahın boğazındaki illeti gören Lokmân Hekim, tedavisinin, “Padişahın on beş yaşındaki oğlunu kesilerek kanından boğazındaki bu illete sürerseniz hemen iyi olur.” der. Lokmân Hekimin bıı teklifine ilk önce üzülen padişah, canının sağlığı ve ülkesinin selâmeti için oğlunun kesilmesine razı olur. Saray ortasında ayrı bir yer hazırlanarak, Padişahın oğlu kesilmek üzere getirilir. Lokmân Hekim padişahın genç oğlunun yanma sokularak, kendisini kesmeyeceğini, korkmamasını ve bıçağın arkasına boynuna sürdüğü zaman gücü yettiği kadar bağırmasını gizlice söyler. Feryat ve figanlar sarayın duvarlarından yankı yapmaya başlar. O anda oğlunun kesildiğini zanneden padişahın boğazında şiddetli bir acıma feryadı yükselir. Feryadın arkasından, yıllardan beri çekilen ve bir türlü çaresi bulunamayan illetin dışarı çıktığı görülür. “Derdim boğazımdan dışarı çıktı, oğlumu kesmeyin” diye bağırır. Lokmân Hekim ile padişahın oğlunun karşılıklı olarak oturdukları görülür. Bu sahneyi bilerek hazırladığını ileri süren Lokmân Hekim, “Padişah bu şekil feryat etmeseydi, boğazında bulunan ur dışarı çıkmazdı” der. Lokmân Hekim padişah tarafından mükafatlandırılır. Uzun yıllar padişahın yanında kalır. Hastalarını şifaya kavuşturur. [267]
92.      Lokmân Hekim ailesine bir sandık bırakarak, “Ben öldükten sora bu sandığı açmadan satın” demiş. Lokmân’ın ölümünden sonra sandığı satın alan kişi kapağını açtığında, içinde bir kemik üzerinde yazılı şu ibareyi bulmuş: Ayağını sıcak tut başını serin, kendine bir iş bul düşünme derin [252,263, 267]
93.      Lokmân Hekim’e kör ve sağır biri Lokmân Hekim’e çırak olur. Aradan günler, aylar ve yıllar geçer. Bir gün Lokmân Hekim ameliyat yaparken, çırağı hocasının kusurunu görerek nasıl yapılması gerektiğini anlatır. Daha sonra evine giderek bir çanak süte kör gözleri ile bakar. O anda çanaktaki sütün bir küçük derya olduğunu ve daha büyük deryaları aramasının şart olduğunu gaipten gelen ses fısıldar. Çırak, memleketinden ayrılarak başka ülkelerde tecrübesini artırır. Nihayet memleketine dönerek, hocası olan Lokmân Hekimle imtihan olmak ister. Lokmân Hekim çeşitli otlardan zehir yaparak, çırağına içirir. Çırak ta daha önceden hazırladığı panzehirle zehirin etkisini giderir. Böylece birbirlerinin büyük hekim olduklarını etraflarına daha ispat ederler. Çırak, geçmişte yaptığı densizlikten dolayı, Lokmân Hekimden af diler. Lokmân Hekim gururlanan çırağının bu hareketini affeder. [267]
94.      Süleyman peygamber Lokmân’dan hikmet dersleri alırken merak ettiğinden, “Uzun yaşamanın sırları nedir?” diye sormuş. Lokmân da “Uzun yaşamanın beş şartı vardı: Az taam, az kelâm, az intikam ve çok sabırdır. Hz. Adem, Nuh ve diğer peygamberler bin yaşın üstünde yaşadılar. Bu kadar çok yaşamak arzu ettiler, ölüm korkusu akıllarına bile gelmedi. Ben bile bugün bin yaşın üstündeyim. Az yemek yerim, hiçbir zaman tıka basa karnımı doldurmam, gözüm sofrada kalkarım. Vücudumun hücrelerini yemekle zehirlemem. Dişlerimle mezarımı kazmam. Az konuşur öz konuşurum. Boş yere nefes tüketmem. Az selâmdan murat nefse hâkim olmaktır. Karıma bile ancak yılda bir selâm verir, ona bir evlât bağışlarım. Boş yere selâm vermem. İntikama gelince: Bana kötülük edenlere kin beslemem, tanrı onların cezasını verir, intikam ateşi beni hiçbir zaman yakmamıştır. Sabır etmeğe gelince, herhalde benden sabırlı bir kimse yoktur. Baban Davut her gün örsün başında demir döver zincir yapardı, ben altı ay onu seyrettim, ne yapıyorsun diye sormadım. Bir gün gördüm ki o zincirlerden kendine bir zırh yapmış ve onunla harp meydanına indi. O vakit ne yaptığını anladım. Uzun yaşamanın sırlarını Lokmân'dan öğrenen Süleyman Peygamber bu sayede yüz beş yaşma kadar yaşadı, kocamadı, bunamadı. Ölüm korkusu içine düştüğü zaman bir mağaraya çekildi ve orada öldü. [136]
95.      Diyâr-ı Rûm’da, içinde Lokmân’ın da bulunduğu bir kervan soyulur. Kervandakiler, Lokmân'a “Soygunculara biraz nasihat etsen belki mallarımızın bir kısmını geri verirler” demişler.
O         da cevaben, “Mallardan ziyâde bunlara israf edilecek nasihate yazık” demiş. [93, 263, 267]
96.      Lokmân Hekim her uzvun bir huyu olduğunu pek iyi bilirmiş. Lokmân Hekim ameliyat yaparak hastasının karnındaki derdini keser ve o esnada dışarı çıkan bağırsaklara, “Haydi içeri girin” der. Onlar da Lokmân’ın sözüne, “Peki” diyerek sükûnetle girerler. Lokmân yarayı diker ve hastasını da ayağa kaldırır. Bu ameliyatı öğrenen talebesinden bir muavini, hocasını Lokmân Hekim’in bulunmadığı bir sırada yine böyle bir hastasının karnını açar, derdini çıkarır. O sırada dışarı çıkan bağırsaklara: “İçeri giriniz” der. Bir türlü girmezler, tıpkı ustası Lokmân Hekim'in söylediği gibi söyler, lâkin onun sözünü dinlemezler. Barsaklar da dışarıda dururken hocası Lokmân Hekim gelir. Muavini böyle şaşalamış görünce ne yaptığını sorar. O da: “Tıpkı sizin gibi açtım. Açtım, hastanın kamındaki derdi çıkardım. Dışarı çıkan barsaklara tıpkı sizin dediğiniz gibi içeri giriniz dedim. Girmediler. Tekrarladım, lâkin o taraflı olmadılar. Ben sokayım dedim, dinlemediler.” cevabını verir. Lokmân barsaklara sert bir dil ile “Haydi bakayım, çabuk içeri girin” deyince barsaklar bu emri dinleyerek içeri girerler. Yardımcısı, bunu görünce şaşırır. Sonra Lokmân Hekim, “Geçen gün benim ameliyat ettiğim hastanın barsakları söz dinleyen takımdandı. Bu seninkiler söz dinlemeyecek kadar aksi, onu iyi anladığımdan benimkiler tatlı dil ile dediğimi yaptılar, bu da ancak sert bir dil ile mutavaat gösterdi. Tedavi ettiğin her bir uzvun böyle bir huyu vardır. Onu da anlamak lazımdır.” der. [263]
97.      Lokmân Hekim ölüme karşı üç su bulur. Baş, orta, son. Kendi vücuduna göre kalıp yaptırır ve çırağına beni kesip parçalayacaksın, kalıba dökeceksin. Bu suları sıra ile kullanarak beni tecessüm ettireceksin diyor. Çırağı da bunu yapıyor. Eti döküyor, kalıba koyuyor. Fakat üçüncü su dökülüp gidiyor. Allah bu suyun kullanılmaması için şişesini düşürterek kırdırıyor. İşte bu su arpa tarlasına aktığından arpa suyunu şifalı sayarlar. Lokmân Hekime otlar ben filan hastalığa yararım diye söylerlermiş. Sütleğenin sıtmayı kestiğini bulmuş. [2451
98.      Lokmân Hakîm'in zamanında puta tapan bir padişah hüklim sürmede. Bıınun Sâdık ve Sâduk adlı iki veziri var. İkisi de inanmış kişi. Padişah, bunların inancını duyunca onlardan kurtulmak için, ikisini de Lokmân’a gönderiyor. Bir müşkülüm var, gidin, sorun; cevabını getirin diyor. Bunlar Lokmân’a gidip padişahın sorusunu arz ediyorlar. Cevabını Padişaha bildirmek üzere döndükleri zaman Padişahın emriyle bunları sınırdan içeriye sokmuyorlar. Onlar da dönüp Lokmân’a gidiyorlar. Lokmân, onlara yıldız bilgisini, rüya yormayı, hastalara ilaç yapmayı vs. öğretiyor. Gidin diyor, meydana bir sayvan (gölge yapan şey) kurun, kitaplarınızı koyun, halka ilaç satın, rüyalarını yorun, yıldızlara bakın, buna karşılık da para alıp hayatınızı idâme ettirin.” [2131
99.      Lokmân her gün yaptığı tecrübeleri bir kitaba yazar, not edermiş. Bir çok araştırmalar sonunda ölümün de çaresini bulmuş ve sırlarını deniz kenarında bir kayanın üstüne oturup defterine kaydetmeğe başlamıştır. Fakat eser tüm biteceği zaman Allah tarafından bir rüzgar çıkmış, defteri denize uçurmuş, ihtiyar Lokmân ancak birkaç yaprağını kurtarabilmiş.
100.    Lokmân Hekimlikte o kadar ilerlemiş ki hastasını görmeden kapıdan uzattığı bir iple muayene etmeğe başlamış. Gelen hasta ipi koluna bağlar Lokmân da içeride telin hareketine göre teşhisini kor ve ilacını gönderirmiş. Halk vaziyetten şüphe etmeğe başlamış ve Lokmân’ı imtihana karar vermişler. Bir gün hasta yerine aç bir kedinin ayağını tele bağlamışlar. Lokmân içeriden bağırmış. “Buna sıçan eti yedirin!”. [133. 263. 2671
101.    Lokmân’ın hocası bir gün mühim bir ameliyat yapmak üzere bir hamamı hazırlatmış, hastası ile beraber içeri girmiş fakat Lokmân'ı içeri almamış. Merakını yenemeyen Lokmân da hamamın kubbesinden ameliyatı seyretmeğe karar vermiş. Hocası hastanın kafatasını açmış, beyin zarları arasındaki bir böceği oynaşır durur ve hastayı rahatsız eder bir şekilde görmüş. Hoca, böceğin çengelli ayaklarıyla zara sıkıca tutunduğunu görünce böceği almakta tereddüde düşmüş. Kafatasını kapatmak üzereyken, Lok- mân yukarıdan bağırmış: “Ateş ister! Ateş göster!”. Hocası denile- ni yapınca, ateşten korkan böcek kaçmış. Hasta da kurtulmuş. [133]
102.    Hz. Süleyman, Lokmân’dan hikmet dersleri alırken merak edip sordu:
-          Uzun yaşamanın sırları nedir?
-          Uzun yaşamanın beş şartı vardır: Az taam, az kelâm, az selâm ve çok sabır.
-          Bunlar nasıl olur?
-          Hz. Adem, Hz. Nuh ve diğer peygamberler bin yaşın üstünde yaşadılar. Bu kadar çok yaşamak arzu ettiler. Ölüm korkusu akıllara gelmedi. Ben bile bugün bin yaşın üstündeyim. Az yemek yerim. Hiçbir zaman tıka basa karnımı doldurmam, gözüm sofradan kalkarım. Vücudumun hücrelerini yemekle zehirlemem. Dişlerimle mezarımı kazmam Az konuşur öz konuşurum. Boş yere nefes tüketmem. Az selâmdan murat nefse hâkim olmaktır. Karıma bile ancak yılda bir selâm verir, ona bir evlât bağışlarım. Boş yere selâm vermem. İntikama gelince: Bana kötülük edenlere kin beslemem, Allah onların cezasını verir, intikam ateşi beni hiçbir zaman yakmamıştır. Sabır etmeğe gelince, benden sabırlı kimse yoktur. Baban Davud her gün örsün başında demir döver zincir yapardı, altı ay onu seyrettim, ne yapıyorsun diye sormadım. Bir gün gördüm ki o zincirlerden kendine bir zırh yapmış ve onunla harp meydanına indi. O vakit ne yaptığını anladım. Benim bütün tecrübelerim sabır ile elde edilmiştir. Bir hikmet söyleyebilmek için bazan bir yılda binlerce tecrübe yaparım.
Uzun yaşamanın sırlarını Lokmân’dan öğrenen Süleyman Peygamber, bu sayede yüz beş yaşına kadar yaşadı, kocamadı, bunamadı. Ölüm korkusu içine düştüğünde bir mağaraya çekildi ve orada öldü. [134]
104.    Hz. Süleyman bir gün Lokmân olmak sevdasına düşmüş. Adamları ona çölün ortasında bir kale tarif etmişler, orada ancak hekimlik sırrını öğrenirsin demişler. O da kalkmış kaleye gitmiş, fakat içerde hiç kimseyi bulamamış. Nihayet bir siyah yılana rast gelmiş ve sormuş, “Lokmân olmanın sırrı nedir?” Yılan da, “Şu taşı kaldır görürsün”, demiş. Süleyman taşı kaldırmış, esmer ve beyaz olmak üzere iki küme un görmüş, bunları alarak dönmüş. Fırıncısına ikisinden de ayrı ayrı ekmek yapmasını söylemiş. Ekmekler pişmiş, tam o anda kapıya bir fakir gelmiş ve dilenmiş. Fırıncı bu adama acımış. Süleyman esmer ekmeği ne yapacak diye hepsini dilenciye yedirmiş, beyazlan da götürmüş. Biraz sonra dilenci şehirden uzaklaşmış, amma yürüdüğü yollardaki otlar dile gelmiş ve biz şu derdin devasıyız diye konuşmaya başlamışlar. Fakir Lokmân oluvermiş. Süleyman ise vaziyeti öğrenince Lokmân’ı yanma alınış, ne yapalım Allah hekimliği bize kısmet etmedi demiş. [133]

Kaynak: Prof. Dr. Ali Haydar BAYAT,  Türk Kültüründe Lokman Hekim, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı İstanbul - 2000

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar