TÜRK KÜLTÜRÜNDE LOKMAN HEKİM
Hzl: Prof.
Dr. Ali Haydar BAYAT
1. Lokmân’a, “Âlim kimdir?” demişler:
“Zamanın muhalefetinden gönlü daralmayandır” demiş. [239.263,267]
2. Lokmân’a, “Hikmet sahibi kimdir?”,
demişler, “âhiret nimetini, dünyaya tercih edendir” demiş. [239].
3. Lokmân’a, “Zengin kimdir?” demişler.
“Aklı başında olan” demiş. [239]
4. Lokmân’a, “Tadına bakanı en çok
cezbeden şerbet hangisidir?” demişler: “Şehvet” cevabını vermiş. [239.263,267]
5. Lokmân’a, “Hangi ateş, onu tutuşturanı
yakar?” diye sormuşlar. “Haset” demiş. [239,263. 267]
6. Lokmân’a, “Hangi bina hiçbir zaman
harap olmaz?” demişler. “Adalet” cevabını vermiş. [239,263,267]
7. Lokmân’a, “Öncesi acı, sonu tatlı olan
şey nedir?” diye sorduklarında “Sabır” demiş. [239, 263,265, 267]
8. Lokmân’a, “Öncesi tatlı sonu acı olan
şey nedir?” diye sorduklarında, “Telâş ve acelecilik” cevabını vermiş. [239]
9. Lokmân’a, “Hangi hastalığın tedavisinde
tabipler aciz kalır?” diye soruldukta, “Aptallık ve budalalık” demiş. [239,
267]
10. Lokmân’a,“Edebi kimden öğrendin” dediler.
“Edepsizlerden!” diye cevap verdi. “Çünkü bana bunların neleri hoş görünmediyse
onları yapmaktan kaçındım”. [93, 209, 263]
11. Lokmân’a, “Yüzün kadar çirkin!” demişler.
“Nakşı mı ayıplıyorsunuz, yoksa nakkaşı mı?”, demiş. [93]
12. Lokmân oğluna, “Daima tatlı ye” demiş.
Oğlu da, “Babacığım her zaman ben tatlıyı nerede bulayım?” deyince, “Az ye de
tatlı olsun” demiş [931.
13. Lokmân’a, nasıl hakîm olduğu sorulduğunda,
“Doğru konuşmak, emâneti yerine vermek ve kendimi ilgilendirmeyen şeyleri terk
ederek” demiş. [87,931.
14. Lokmân’a, “Hikmeti kimden öğrendin?” diye
sordular. “Körlerden, çünkü emin olmadan adım atmazlar”. [93.209]
15. Lokmân’a, dediler: “Hastalanmışam”. Dedi,
“get bağa yarpağının yanına”. [122]
16. Lokmân, yağla şorun kıymeti ayni olan
şehirden kaçınış. [97] '
17. Lokmân, her gün bir avuç fındık yiyende
dert aramış da bulamamış [20i],
18. Lokmân’a, “Hastaya ne yedirelim?” denmesi
üzerine, “Acı söz yedirmeyin de ne yedirirseniz yedirin” demiş. [205]
19. Lokmân’a, “Fakirin biri ne yiyeyim de
olmayayım?”, sorusuna “Gam yeme de ne yersen ye” demiştir. [238.242.244]
20. Lokmân’a, sormuşlar, “En büyük nimet
nedir?”. “İyi huylu olmak”. “En hayırlı mal nedir?, “Sağlık” cevabını vermiş.
[31.274]
21. Lokmân’a, “İnsanın en acı ve en tatlı
organı hangisidir?” demişler. “Yürek ve dil” demiş. “Bunlar sahibinin iyi
olmasıyla tatlı, sahibinin fena olmasıyla acı olur.” [311
22. Lokmân oğluna “Ben ihtiyarladım, sana
üç şey vasiyet edeceğim, hükümet adamları ile dost olma, sonradan görmüşlerle
alış veriş etme, karına sırlarını söyleme. [2381
23. Bir gün
Lokmân’a Davut Peygamber, “Nasılsın?”, demiş? O da, “Ben başka bir kuvvetin
tasarrufu altındayım” cevabını vermiş. [263]
24. Lokmân’a, zenci,
kalın dudaklı kaba saba biri olduğu halde nasıl hikmetli sözler söylediğini
sorduklarında, “Yüzüm siyah olsa da kalbim aktır. Dudağım kalın olsa da ondan
çıkan sözler incedir” demiş. [93J
25. 'Lokmân’a, “İnsanların alçak ve en rezili
kimdir diye sorduklarında, “Halk arasında kepazelik edip de kendisine utanma ve
sıkılma gelmeyendir” demiş. [93,263,265]
26. Dostlarının, “Niye yalnız oturuyorsun?
Topluma karışıp kaynaşsan daha iyi olmaz mı?” diye sorduklarında Lokmân,
“Yalnızlık,-tefekkür için daha uygundur. Tefekkür, insanı cennet yoluna sokar
demiş. [93]
27. Lokmân Hakîm’e sordular kim, “Halkın
hangisi hayırlıdır?”. Eytdi: “Ganî”. Dediler. “Mal ile mi gani?”. Eytdi: “Yok,
belki gani oldur ki onun katında hayr isteseler buluna ve illâ nefsi müstağni
kıla”, ve dediler: “Halkın şerlisi kimdir?”, “Ol kimsedir ki halk onu yaramaz
iş üzerinde görse kayırmaya ve gam yemeye. [227]
28. Süleyman Peygamber Lokmân’dan hikmet
dersleri alırken merak edip sormuş: “Uzun yaşamanın sırları nedir?”. Lokmân “Beş
şartı vardır, az taam, az kelam, az selam, az intikam ve çok sabır” demiş.
[238]
29. Lokmân Hekim, “Uzun yaşadım, ama iki şeye
akıl erdiremedim: birisi sıcak suyun ölüleri diriltmediğine, diğeri ise ikindi
ile akşam arasında uyuyanların kalktıklarında mecnun olmadıklarına” demiş.
[239] _
30. Otların, hayvanların padişahı olan Lokmân,
bir gün yakınlarından birinin kızının sayrı olduğunu öğrenmiş. Otlardan bütün
dertlerin şifasını öğrenmiş. Lokmân, bu kez bir çare bulamaz. Bar zaman sonra
kızın iyileştiğini öğrenince nasıl şifa bulduğunu sorar. Ayvanın suyundan şifa
buldu dereler. Ayvanın kendisinden gizini sakladığını kızıp: “Suyun kurusun”
der. O gün bugündür ayva susuz ve kurudur. [31,238]
31. Uzun bir seyahatten köyüne dönen Lokmân,
yolda kölesiyle karşılaştığında ailesinin durumunu öğrenmek istemiş. “Anan,
baban öldüler”. “Haklarına riayette kusur etmek endişesinden kurtuldum”. “Kız
kardeşin de vefat etti”. “İnsanlık hali, kendisinden bir fenalık çıkar da
ailemizi mahcup edebilir endişesinden kurtuldum”. “Erkek kardeşin de öldü”.
“Eyvâh, şimdi kolum-kanadım kırıldı”. “Oğlun da vebâya kurban gitti”. “Şimdi
yüreğim yandı, ciğerim parçalandı”, diyerek ağlamağa başlamış. [31, 270, 271]
32. Lokmân bir gün kuşları toplayarak, Cennet
ve Cehennem arasındaki can suyundan getirene beş yüz yıl ömür vereceğiini
söylemiş. Akbaba, istenilen suyu getirmiş, fakat gagasındaki suyu verirken
dökmüş ve bir damlasını da yutmuş. Bundan dolayıdır ki akbaba uzun ömürlüdür.
[31]
33. İshale yakalanan Lokmân, tedavilere rağmen
rahatsızlığını giderememiş, bitkin düşmüş ve umudunu yitirmiş. Talebelerini
toplayarak, “öldüğümde hamamda vücudumu hamur gibi yoğurun ve şu kalıba
yerleştirin. Sonra, raftaki Uç şişenin birincisini göbeğime, İkincisini başıma,
üçüncüsünü de göğsüme dökün. Bu deney başarılı sonuçlanırsa ebedî hayatın
sırrını bulmuş olacağız” demiş. Ölümün arkasından öğrencileri hocalarının
dediklerini aynen uygulamışlar. İlk iki şişeyi döktükten sonra Lokmân Hekim
canlanmaya başlamış. O heyecanla öğrenciler üçüncü şişeyi göğsüne dökerlerken
şişe ellerinden düşüp kırıldığından canlanma mümkün olmamış. Bundan dolayıdır
ki “Lokmân bile ecele çâre bulamadı” sözü kültürümüze yerleşmiştir. [31]
34. Lokmân Hekim, ölümü karşı baş su, orta su
ve son su adını verdiği üç su bulmuş. Daha sonra kendi vücuduna göre bir kalıp
yaptırıp, çırağına kendisini kesip parçalamasını, parçalan bir kalıba dökmesini
sonunda da sırasıyla döktüğünde canlanacağım söylemiş. Çırağı söylediklerini
yerine getirmiş. Birinci su etleri toparlamış, ikinci su canlılık verir gibi
olmuş, ama çırak tam üçüncü suyu dökeceği sırada, Tanrı şişeyi düşürtüp kırmış
ve sular arpa tarlasına akmış. Arpa suyu bu yüzden şifalıymış. [ 156,245,252]
35. Gençleşmek arzusuyla baş vuran kadına,
Lokmân Hekim, “Çaresi yok”, demiş. Bir süre sonra genç ve dinç olarak üstadın
karşısına dikilerek “Hani gençleşmeye çâre yoktu” deyince, Lokmân, “Evlendiğin
genç delikanlı ne oldu?” demiş. Kadın “öldü” deyince, “ben gencin hayatını
senin gençleşmek arzuna tercih etmiştim” cevabını vermiş. [265, 263, 267]
36. Efendisi, yemeği önce Lokmân’a yedirir,
sonra kendisi yer ve bundan büyük zevk alırmış. Bir gün Lokmân. efendisine bir
karpuz hediye getirmiş. Efendisi de Lokmân’a karpuzdan bir dilim vermiş. Lokmân
da kapuz dilimi şeker, bal yer gibi zevk ile yemiş. Bu durum efendisinin hoşuna
gitmiş ve bir dilim karpuz kalıncaya kadar Lokmân’a yedirmiş. Son dilimi de
kendisi yemiş fakat acılığından dili yanmış, dudakları uçuklamış. Lokmân’a, “A
benim canım, böylesine zehiri nasıl oldu da şerbet gibi içtin; bu kahrı nasıl
lütuf sandın. Bu ne sabırdır, niçin buna sabrettin. Yoksa canına düşman mısın”
dedi. Lokmân da, “Sizin nimetler bağışlayan elinizden o kadar nimetler yedim ki
utancım iki kat oldu. Elinden, bir de acı bir şey yememek ayıp geldi bana.
Şekerler bağışlayan elindeki tad, bu karpuzda acılık bırakır mı hiç?” der. [9i,
220,237]
37. Lokmân, Hz. Dâvud’un demirden zırh yaptığı
sırada yanına varır. Daha önce böyle bir şeyi görmediği için, ne yaptığını
sormak isterse de susmayı tercih eder. Dâvud işini bitirdikten sonra, “Bu,
savaş için zırh oldu” deyince Lokmân, “Sükût hikmettir, fakat susmasını
bilenler azdır” der. [92,93,209]
38. Efendisi, Lokmân’la arkadaşlarını bahçeye
meyve toplamaları için göndermiş. Tarladaki bütün meyveleri yiyip bitiren
arkadaşları efendilerinin yanına eli boş dönerek, bütün meyveleri Lokmân’ın
yediğini söylemişler. Bunun üzerine Lokmân efendisine, gerçeğin, herkese sıcak
su içirilerek ortaya çıkacağını söyler. Efendileri hepsine sıcak su içirtip ata
bindirip koşturur. İçleri bulanan hizmetçilerin ağzından bütün yedikleri,
Lokmân’dan ise sadece sıcak su çıkar. Lokmân, “Behey gafiller, yarın Allah’ın
huzurunda ben etmedim, ben demedim, ben yapmadım demeyle kurtulamazsınız, orada
sıcak su içirir koştururlarsa her şey açığa çıkar” der. [ 45.93]
39. Sarhoş olduğu bir an bütün denizi
içeceğini bahse giren efendisi, daha sonra Lokmân’dan bu iddiadan nasıl
kurtulacağını sorar.
O
da bahse girenlere önce nehirlerin denize dökülmelerinin engellenmesinin
gerektiğini, çünkü efendisinin elbette dökülen nehirleri değil, yalnız denizin
suyunu içmekle öğündüğünü söyleyerek, efendisini kurtarır. [93]
40. Lokmân Mısır karalarından idi. Bir gün
mevlâsına bir koyun boğazladı, mevlâsı eyitti: “Bu koyunun eyüce yirinden iki
para et getür”. Pes Lokmân dahi koyunun dili ile kalbin alııp getiirdi. Mevlâsı
hayli zaman tefekkür itdi. Bir koyun daha boğazlatdı ve eytdi: “Yaramaz
yirinden iki para etin yabana bırak”. Lokmân dilin ve yüreğin yabana bırakdı.
Çün mevlâsı gördi, eytdi: “Kim ne acab işi işledin, eyüsin istedüm dilin ve
yüreğin getiirdün, yaramazı bırak didüm yine dilin ve yüreğin bırakdun didi”
didi. Lokmân eytdi: “Dilden ve yürekden tayyib yokdur, kaçan tayyib olsalar; ve
bunlardan habis dahi yokdur, kaçan habis olsalar. [227]
41. Lokmân, efendisinin bir koyun kesip, en
iyi iki parçasını getirmesini isteği üzerine, dil ve kalbi getirmiş. Bir süre
sonra yine ayni işlemi yaptırıp en kötü iki parça getirmesini istemesi üzerine
yine dil ve kalbini getirmiş. Efendisi, “Sana en iyi iki parça getirmeni
söyledim, dili ve kalbi getirdin. Sonra kötü iki parça getir dedim, yine dili
ve kalbi getirdin?”. Lokmân da, “Onlar iyi olursa onlardan daha iyisi; kötü
olursa da daha kötüsü olamaz” demiş. [93,267]
42. Lokmân bir cemâ’at ile hikınetden söz
söylerdi. Bir gişi geldi. Meğer Lokmân’ı bilürdi, çytdi: “Sen ol değül misin ki
benümle fülân yiıde koyun güder idik?” Eytdi: “Beli, olam”. Eyitdi: “Pes bu
mertebeye neden irüşdün?”. Eyitdi: “Andan irişdüm ki söylesem, gerçek söyler
idim ve gerekmez söz söylemez idim”. Lokmân çok söylemezdi ve dâyım tefekkür
içinde idi, ve derin nazarlu idi ve gündüz uyumazdı ve adam gördügi yirde bevl
itmez idi ve ayblu iş işlemezdi ve çok gülmezdi ve oğlancıklarından nicesi
âhırata intikal itdi, Lokmân Hakîm sabr idüb ağlamadı, anun sözlerinden ki
kur’ân’da hikâyet olınur. Ba’zısı oldur kim oğluna nasihat itdi. [227]
43. Lokmân, tarlaya susam ekmesini isteyen
efendisine rağmen arpa ekmiş. Baharda tarlada susam yerine arpa filizlendiğini
gören efendisi, “Ben sana tarlaya susam ekmeni söylemiştim, sen ise arpa
ekmişsin” deyince Lokmân, “Arpa ekmiştim, susam bitmiş” demiş. Efendisi, “Nasıl
olur” diye hayretini ifade edince, “Efendim, nasıl olur da bu dünya tarlasına
kötülük eken âhrette iyilik biçer? Sen bu dünyada kötülük ekiyorsan, âhrette
nasıl iyilik biçip cennete girebilirsin?!” demiş. [93. 263. 267]
44. Bir gün Lokmân gündüz ortasında ııyurıdı,
gökten bir ün geldi kim, “Yâ Lokmân, dilermisin kim, Tanrı seni bir yiizinde
halife kıla kim, âdemiler içinde adi eyesin ve hak buyurasın”. Pes Lokmân ol üne cevap virdi ve eyitti: “Eğer Tanrım beni
erklü kılursa sağlığı ihtiyâr kılam ve belâyı kabul kılmayam”. Pes, ferişteler
bir tinile Lokmân’a işittüre eyittiler kim, “Yâ Lokmân, kadılığı niçin kabul
kılmazsın? Lokmân eyitti: “Anun içün kim, halife ve hakîm yollarım
düşvarırağına yürür ve menzilleriin katırağı içündedür; her kim dünyayı âhiret
üzerine yiğlerse dünya elinden çıka ve ahiret dahi eline girmeye. [190.263]
45. Lokmân’a, “Allah’ın vekili olarak
yeryüzünde hükmetmek ister misin? demişler. “Allah bu hususta beni kendi halime
bırakırsa başıma belâ alamam. Eğer emrederse başüstüne derim” demiş. [263]
46. Lokmân, hastasını muayenesi sırasında,
raflardaki şişelerden içinde zehir olan kaynamağa başlamış. Lokmân, “Zehiri hastaya
versem ölür, canını almaya benim ne hakkım var” diye düşünerek, “Senin derdinin
dermanı yok” demiş. Buna üzülen hasta şehri terk ederek bir mağaraya sığınmış.
O sırada mağaraya giren bir yılanın kustuğunu görmüş. Hasta, “Nasıl olsa
öleceğim, hiç olmazsa bunun zehiri ile hayatıma son vereyim” düşüncesiyle
yılanın çıkardığı kusmuğu yemiş, uykuya dalmış. Uyandığında hastalığından
hiçbir iz kalmamış. Şehre dönerken karşılaştığı çobana olayı anlatmış. Çoban
koyunlardan birini sağarak sütünü adama içirmiş. Hasta Lokmân Hekim’e başından
geçenleri anlatmış. Lokmân, belirli miktarda alınan zehrin ilâç olabileceğini,
arkasından içilen sütün ise ona panzehir olduğunu söylemiştir. [239]
Bütün
vücudu çıbanlarla dolan biri tedavilerden fayda görmeyince Lokmân Hekim’e
gitmiş. Lokmân, “Senin derdinin çaresi yok” demiş. Çaresiz kalan hasta kendini
öldürmeye karar vermiş. Mezarlıktan geçerken kapağı açık bir mezarın içine
girip uzanacağı sırada çürümüş bir yılan görmüş. Ölmek arzusuyla yılanı yemiş
ve kendinden geçmiş. Uyandığında iyileşmiş. Şehre döndüğünde Lokmân Hekim’e
giderken onu uzaktan gören Lokmân, “Yılanı yedin iyileştin” demiş. Adam da
“Madem çareyi biliyordun neden söylemedin” deyince, “O zaman sana mezardaki
yılanı ye deseydim, yemezdin” demiş. [Özbekistanlı Burhaneddin Semer-
kantlı’dan]
47. Lokmân Hekim hazırladığı ilaçları şişeler
içinde rafa dizermiş. Bir hasta geldiği zaman da hangisinin faydalı olacağını
ilaçlara sorarmış. Faydalı olanın şişesi sallanırmış. Bir gün bir hasta
geldiğinde Lokmân ilaçlara sormuş. Ama şişelerin hiçbiri sallanmamış. Bunun
üzerine Lokmân Hekim, “Senin hastalığının devası yok elimden bir şey gelmez”
demiş. Hasta ümitsiz bir şekilde oradan çıkmış, kendini dağlara vurmuş,
öleceğim diye dağlarda deli gibi dolaşmaya başlamış. Bu arada bir taş üzerinde
beyaz renkte peynir gibi bir şey görmüş. Nasıl olsa öleceğim diye hiç
düşünmeden yemiş. Ama günden güne iyi olmaya başlamış, çünkü derdinin ilacı
yediği o şeymiş. İyi olunca da Lokmân Hekim’in yanma gelmiş ve “Bak sen
derdimin ilacı yok diyordun, kırlarda dağda yediğim bir şeyle iyi oldum” demiş.
Lokmân da “Ben nerede bulayım kara yılanı, kara koyunun sütünü. Kara yılan
kara koyununu sütünü emsin, taş üstüne kussun, sen de onu yiyesin, iyi olasın”
demiş. [238]
48. Lokmân Hekim bir gün bir hastası için ilâç
yapmak üzere kırda çiçeklerle konuşurken, bir çiçek dile gelmiş: “Aradığın ilaç
bendedir. O ilaç olarak falanca eczanededir” demiş. Lokmân Hekim bunu işitir
işitmez hemen belirtilen eczaneye koşmuş. İçeri girer girmez raflara bakmış. İçinde
çiçeğin söylediği ilaç olan kutu sallanmış. Lokmân sallanan kutuyu alarak,
hastasını şifaya kavuşturmuş. [267]
49. Lokmân Hekim,
tedavi için gelen hastaları muayene etmez, raflarda bulunan şişelerine bakar,
hastanın derdine derman olan ilacın bulunduğu şişeler titreyerek kendini belli
edermiş. [267]
50. Yaz günü tarlada kan-ter içinde çalışan
köylüleri gören Lokmân Hekim, bunların hastalanıp kendisine başvuracaklarını
düşünürken, köylülerin işe ara verip yoğurt yediklerini görünce, “Bunların
neden hasta olmadıklarını anladım, yoğurt yiyerek hastalıklardan korunuyorlar”
demiş. [239, 267]
51. Dünyadaki bütün bitkiler Lokmân’a “Falan
derde çâreyim, ben şu illete iyi gelirim” diye konuşurlarmış. Bu yolla
öğrendiği ilaç formüllerini defterine kaydetmiş. Eksik bir şey kalmasın diye
okurken Azrail, Allah’ın irâdesine aykırı olduğu gerekçesiyle bir kanat
vuruşuyla defteri yakınış. Lokmân’ın elinde yanık birkaç sayfa kalmış. Şimdi
insanlığın elindeki tıp bilgisi diye ne varsa o birkaç sayfadan ibâretmiş.
[120]
52. Lokmân Hekim bütün hastalıkların ve ölümün
çaresini bulunca bunlardan bir kitap oluşturmuş. Adana'da Misis veya Amasya’da
Kunç Köprüsü’nden geçerken Cebrail gelmiş. Kitaba vurarak ölümün çaresinin
yazılı olduğu sayfayı suya düşürmüş ve “Artık ölüme çare bulamayacaksın”
diyerek uzaklaşmış. Bu yüzden ırmağın suladığı arpa tarlaları, şifalı sayılır
ve arpa suyu da şifa niyetine içilirmiş. [1 I, 156, 234. 244. 246]
53. Lokmân Hekim ab-ı hayatı ve hayatın
sırrını bulmuş ve bunları bir kitaba kaydetmiş. Bir gün bir köprüden geçerken
Cenabı Hak Cebrail’e, “Git bunun kitabını Fırat nehrine at”, de- iniş. Cebrail
emri aldı ya, hemen Lokmân’ın yanma vararak köprüde “Ya Hakim, sen hekimsin.
Cebrail şimdi nerededir? Sualine Lokmân hesaplamış ve düşünmüş, “Cebrail ya benim
veya sen, derken Cebrail kolunun altındaki kitaba vurmuş. Fırata düşürmüş ve
Hakkın emri yerini bulmuş. [263]
54. Lokmân her gün yaptığı tecrübeleri bir
kitaba yazar, not edermiş. Bir çok araştırmalar sonunda ölümün de çaresini
bulmuş ve sırlarını deniz kenarında bir kayanın üstüne oturup defterine
kaydetmeye başlamış. Fakat eser tam biteceği zaman Allah tarafından bir rüzgâr
çıkmış, defteri denize uçurmuş. İhtiyar Lokmân ancak birkaç yaprağı
kurtarabilmiş. İşte bugünkü hekimlerin hekimliği de orada yazılı imiş. [133,
263]
55. Lokmân Hekim ölümsüzlüğe çareyi bulmuş.
Bunu bukağıda yazmış, ancak nehir kenarından geçerken suya düşürmüş. Bu su arpa
tarlalarını sulamış. Bunun için arpa suyu içmek sıhhî sayılmakta ve faydası
görülmekteymiş. [263]
56. Lokmân ihtiyarlığında kitabım alıp bir
kayığa binip, ölüme çare aramaya giderken yanı başında bir adam peyda olur.
Lokmân, “Bu yaşta tek başına nereye gidiyorsun?”. “Ölüme çare aramaya”. “Ölüme
çare var mı?”. “Yok, yok! Ama aramak ta mı yok?”. “Bak hele şu kitabına ne
kadar ömrün kaldı?” Yoksa sen Azrail misin?” der demez Azrail, bir kanat
darbesiyle kayığı devirir, Lokmân boğulur, kitap suya düşer. Dalgalar kitabın
ancak birkaç sayfasını sahil-i selâmete ulaştırabilir ki bütün hekimliğimiz de
orada yazılı imiş. [135]
57. Bir gün Lokmân Hekim kırlarda dolaşırken
bir bitki ona seslenmiş, “Ey Lokmân, bende ölümsüzlüğün sırrı var” deyince
bitkinin yanına gitmiş, suyunu çıkarıp bir şişeye doldurmuş. Sonra “Ölümsüzlük
sırrını elimde bulunduruyorum. Bunu ben mi içsem, yoksa başka birine mi
içirsem? Acaba bir başkasına içirecek olsam, insanlığın hayrına bir iş yapmış
olur muyum? Ben içecek olsam, dünya ve insanlık benden ne fenalık görebilir?
Kendim kadar güvendiğim biri var mı ki?” diye düşünürken ölümsüzlük sırrım
bizzat kendisi içmeye karar vererek, şişeyi eline almış. Tam bu sırada, o
zamana kadar görmediği bir kuş meydana çıkmış, şişeyi Lokmân Hekimin elinden
kapıp bir ağaç üzerine konmuş. Ölümsüzlük sırrını içmek ve sonsuz hayata
kavuşmak isteyen kuş; şişeyi gagasıyla kırmış, yudumlamak isterken, boğazı
delinmiş ağaçtan düşmüş, şişede kalan sıvı da dökülmüş. Lokmân Hekim kuşu
yerden aldığı zaman, boğazının delinmiş olduğun görmüş ve ölümsüzlük suyunun
kaybolduğunu anlamış.
58. Lokmân Hekim ölüme çare bulmak için
kitaplarını alarak dağlara çiçek toplamaya giderken, önüne çıkan köprünün
üzerinden geçerken, Cenâb-ı Hak Cebrail, “Lokmân Hekim ölüme çare bulmak için
köprünü üzerinden geçiyor. Hemen git elindeki bütün kitapları suya at” diye
emreder. Cebrail hemen köprü üzerinde Lokmân Hekim’in önünü keserek, “Dur
nereye gidiyorsun? “Ecel derdine derman buldum, şu karşı ki dağdan çiçeklerini
toplamaya gidiyorum”. “Öyleyse şu anda Cebrail nerede bulunuyor, bil bakalım?”.
Lokmân Hekim cevap verir, “Gökleri aradım, göklerde bulamadım. Yerleri aradım,
yerlerde bulamadım. Yerle gök arasında su üzerinde kurulmuş bir köprü üzerinde
bir insanlar konuşurken buldum. Öyle ise Cebrail sensin” demesi ile Cebrail
hemen kolunu vurarak Lokmân Hekim’in bütün kitaplarını suya düşürmüş. Lokmân Hekim’in
elinde sadece birkaç yaprak kalmış. Başka bir rivayete göre; Lokmân Hekimin
elinde bulunan ölümsüzlük formülünü, bir balık kaparak sulara karıştırmış.
Ölümsüzlük suyunu gagasında getiren bir karga, ağzını açarak, arpa tarlasına
düşürmüş. Karganın boğazında kalan bir damla su yüzünden, ömrü uzun olmuş.
[267]
59. Hükümdarın hastalanan kızına yapılan
tedaviler fayda vermeyince, son çare olarak Lokmân’a baş vurmuşlarsa da o bir
sonuç alamamış. Saraydan ayrılırken hükümdara, “Kızınız temiz havalı bir yerde
yıllanmış üç şeyin bir araya gelmesiyle iyileşebilir” demiş. Bahar geldiğinde
çaresiz kalan baba hasta kızını Haruniye'de ki Düldül Dağı’nın tepesine
Tanrı’nın lûtfuna bırakılmasını kabul etmiş. Ertesi gün, dağda sürüsünü otlatan
bir çoban kızı baygın bir halde görmüş, acıdığından orada bulduğu bir
kaplumbağanın kabuğu içine yaşlı keçisinden sağdığı sütü koyarak uzaklaşmış.
Bir yılan gelerek sütün bir kısmını içmiş, arta kalana da zehirini akıtıp
kaybolmuş. Bir ara uyanan kız yanındaki sütü içmiş ve kısa zamanda iyileşmeye
başlamış. Çoban, her sabah kızın uykuda olduğu sıralarda oradan sürüsüyle
geçerken süt bırakıyormuş. Yaptığından pişman olan hükümdar dağdan kızını
almaya gittiğinde kızının sapasağlam bir halde görünce sevinçten ne yapacağını
şaşırmış. Kız olayları anlattığı sırada çoban oradan geçiyormuş. Sütü
kendisinin bıraktığını söyleyince hükümdar kızıyla onu evlendirmiş. Lokmân
Hekim’e kızının iyileştiğini söylediğinde Lokmân, “Temiz dağ havası, yüz yıllık
kaplumbağanın kabuğu, yüz yaşındaki keçinin sütü ile şifalı yılanın zehirini
ben nereden bulayım?” demiş, [i i]
60. Lokmân Hekim’ le Bergama’daki büyük
doktor/gavur doktor (Galenos) hangisinin dünyanın en büyük hekimi olduğu
konusunda iddialaşmışlar. Lokmân demiş ki, “İkimiz de birer zehir ve panzehir
hazırlayalım. Herkes hasırımın verdiği zehiri kendi panzehiri ile önlemeğe
çalışsın” demiş. Lokmân, Büyük doktora “önce senin hazırladığın zehiri ben
içeyim” demiş. Gavur doktor “Hazırlığı yok” deyince? “O halde önce ben
hazırlayacağım zehri sana vereyim” demiş. Hemen havanda kırınızı bir maddeyi
dövüp bir kese içine koyup bir dala asarak kırk gün beklemesini söylemiş. Her
gün oradan geçen Gavur doktor kesedeki zehirin ne olduğunu düşünürmüş. Zehiri
içeceğine birkaç gün kala korkusundan ölmüş. Lokmân Hekim keseyi boşalttığında
kiremit tozu olduğu görülmüş. O zaman Lokmân demiş ki: “Dünyada en büyük
öldürücü zehir vehimdir. Evhamın ölümden başka çaresi yoktur. [Mestan
Yapıcı’dan derlenmiştir]
61. Lokmân’ın, daracık bir odası vardı. Bütün
gece azap ve ıstıraplar içinde kıvranırdı. Öğle sıcağında da gider güneşe
yatardı. Aptalın biri “bu iki ayak basımı kadar küçük olan bu oda sana nasıl
kâfi geliyor diye sordu. O da ah çekerek ve ağlayarak: “bu ölecek bir insan
için çok bile” diye cevap verdi. [67]
62. Bir gün Lokmân Hekim, Oltu'dan Ardanuç'a
doğru giderken Dikmede iri yarı tunç gibi doksanlık bir ihtiyara rastlar.
Lokmân Hekim memleketinizde doktor var mı? siz hep böyle dinç misiniz? diye
sorar. İhtiyar cevap olarak: Biz yazın yaşa, kışın taşa oturmayız. Yazın dere
suyu, kışın pınar suyu içmeyiz. Kızılcık çorbası ile pancar aşı yer, sırt üstü
yatarız” demiş. [139]
63. Lokmân günün
birinde ölümsüzlüğün çaresini bulma sevdasın kapılmış. Dağları aşa aşa, kırları
dolaşa dolaşa, diyar diyar gezerek yolu Diyarbakır’a düşmüş. Urum (Urfa)
kapısından içeri girmiş, zerzevatçılar (sebzeciler) meydanına gelmiş. Orada,
gözü yığın yığın duran patlıcanlara değince, “Hayret” demiş, “Bu
patlıcanları yiyen halk, nasıl oluyor da hastalanmıyor?” Biraz daha
yürümüş, dağlar gibi üst üste yığılı karpuzları görünce “Ha”, demiş, “Yemekten
sonra bu karpuzlardan bol bol yiyorlar, sebebi bu” demiş. [39.94]
64. Lokmân Hekim Allah’tan ölümün çaresini
sormuş. O da söylemiş. Ama Allan demiş ki: Bu ilaçlarla insanları diriltirsin
ama rızkını vereceksin, rızkı veren benim. Dirilttiklerinin karnını nasıl
doyuracaksın? O da demiş ki: “Ben dirilteyim gerisi kolay.” Lokmân Hekim deniz
kıyısına gitmiş. Boğulan adamları diriltmiş. Yanındaki adamlara demiş ki
kazanlarla yemek yapın, bunların karının doyurayım” yemekler pişmiş. Dirilttiği
kimselere yiyecek verecekken bir balık denizden başım uzatmış. Lokmân’dan
yiyecek istemiş. O da yanındakilere bir kepçe çorba vermelerini söylemiş.
Balığa çorba vermişler, biraz sonra balık tekrar başını uzatıp çorba isteyince
yine vermişler, üç kazan yemek bitmiş balığın karnını doyuramamışlar, bunun
üzerine Lokmân Hekim hatasını anlamış, “Aman Allah’ım, ben hata ettim. Rızk
vermek sana mahsustur. [238]
65. Lokmân’ın oğlu hastalanmış, Lokmân
çaresini bulamamış, oğlu ölmüş, hastalığını merak eden Lokmân oğlunun cesedini
yararak, midesinden bir ur çıkartmış. Bunu oğlundan bir yadigar düşünerek
cebinde taşımış, bir dere kenarında otururken, oradaki yarpuzlardan (Yabani
nane) cebindeki urun eriyerek yok olduğunu görmüş ve nanenin şifalı etkisi o
zamandan beri bilinmekteymiş (Doğu Türkistan’da). [238]
66. Lokmân Hekim’in babası da hekimdi. Ölmeden
karısına bir defter vererek, “Doğacak çocuğumuz büyük bir hekim ve bilgin
olacak. Bu defteri zamanı gelince ona verir” der. Bir süre sonra kadının bir
oğlu olur ve adını Lokmân koyar. Okuma çağında bir türlü okuma-yazmayı sökemez.
Evin geçimin sağlamak amacıyla odunculuk yapar. Bir gün yine odunlarını satmış,
yorgun argın eve dönerken kırda bir inleyen insan başlı, ak yılan gövdeli bir
yaratık görür. Çok korkar. Yılan, “Ey insanoğlu, benden korkma. Ben yılanların
padişahıyım, bana yardım edersen bir gün bunun karşılığını mutlak öderim” der.
Lokmân, onu kucağına alır, tarif ettiği yerlerden geçerek bir mağara önüne
götürür. Yılanın mırıldandığı bazı sözlerden sonra mağaranın kapısı açılır.
Eşsiz güzellikte olan bu mağarayı bekleyen karayılan Şahmeran’ı sarayına
götürür. Kısa bir tedaviden sonra iyileşir. Kırk gün sonra Lokmân eve dönmek
isteğini söyleyince Şahmeran, gördüklerini kimseye söylememesini tembihler ve
“Ölümümün insan elinden olacağını biliyorum. Öldüğümü duyduğunda sana
yapacaklarını anlatayım. Sakın unutma dediklerimi aynen yapacaksın” der.
Meresinin hangi hastalığa iyi geleceğini, ilâçların nasıl hazırlanacağını bir
bir anlatır. Lokmân eve döndükten sonra bambaşka bir insan olmuştur. Bütün
zamanım okumaya, yazmaya ve öğrenmeye ayırmaktadır. Aradan uzun bir süre geçer.
Şahmeran sarayındaki billur suda evreni izlerken, birden gözü Tarsus beyinin
güzeller güzeli kızına takılır. Ona tutulur, yamadan içmeden kesilmiştir. Günün
birinde de, kızın hamama gittiğini görür ve hemen hamama gider. İslak mermerler
üzerinden kayıp düşer. Hamamcı ve kızın hizmetkârları Şahmeran’ı göbek taşında
öldürürler. Şahmeran’ın öldürüldüğünü duyan Lokmân Tarsus’a gelir. Bu sırada
Tarsus beyi çâresiz bir hastalığa yakalanmıştır. Vezirinin baktığı fala göre,
Bey, Şahmeran’ın gözlerini ve ciğerini yerse iyileşecektir. Vezir, Şahmeran’ın
olağanüstü gücünü bildiğinden, bey olmak amacıyla ilâcı kendisi hazırlamak
ister. Lokmân da ilâç hazırlamak isteyince Bey bu işi ona verir. Şahmeran’ın
dedikleri aynen yaparak, önce onu üçe bölerek kaynatır. Parçalar kaynarken, her
biri, hangi hastalığa iyi geleceğini söylemektedir. Bu sırada, Lokmân’ın yanına
gelen vezir hasta olduğunu söyleyerek, insanlara olağanüstü güçler veren
parçanın suyunu ister. Hangi parçanın hangi hastalığa iye geleceği konusunda
yanlış bilgiler verir. Lokmân kötü niyetini anlar ve kuyruk suyundan vererek
onu öldürür. Gövdenin ikinci suyunu kendi içer. Hazırladığı ilâçla Bey’i
iyileştirir. Lokmân saraydan ayrılıp, kırda yürürken birden bitkiler dile
gelerek hangi hastalığa şifa olduklarım söylemeğe başlar. O da duyduklarını
defterine kaydeder. Ünlü Hikmetü’l-Lokmân kitabı böyle meydana gelir. [9. 11.47,
158. 196, 226]
67. Dağdan topladıkları odunları şehirde satan
üç arkadaş, bir gün ormanda içi balla dolu ağzı taşla kapatılmış bir kuyu
bulmuşlar. Balı bitirinceye kadar her gün bir miktar şehre getirip satmışlar.
Sonunda, kuyunun dibindeki balı alması için aşağıya indirdikleri ineni diğer
arkadaşları parayı üçe taksim etmemek için orada bırakmışlar. Dışarıya
çıkamayan delikanlı yorgunluktan uyuya kalmış. Rüyasında anahtarla bir kapıyı
açtığını görmüş. Uyandığında gerçekten de orada bir anahtar ve kapı varmış.
Anahtarla kapıyı açmış. Yer altındaki bütün hayvanat orada imiş. Yılanların
oğlanı öldüreceği sırada Şahmeran yılanları durdurmuş ve yanına almış. Yedi
sene yer altında yaşayan çocuk, annesini özlediği için Şahmeran’dan izin
istemiş. Şahmeran, “Oğlum, benim ölümüm senin elinden olacak, bu sebepten seni
bırakamam” demişse de çocuğun yalvarmalarına dayanamayıp kabul etmiş ve bir
yüzük vererek, “sıkıştığında bu deliğin ağzına gelerek yüzüğü yala” demiş. Bir
süre sonra, çaresiz derde tutulan devrin hükümdarına hekimler bir şey
yapamamış. Sonunda bir hekim tedavi edebileceğini söylemiş ve herkesin soyunup
sarayın önünden geçmesini istemiş. Bu isteği yerine getirilmişse de hekim
aradığını bulamamış ve başka gelmeyen olup olmadığını sormuş. Yedi senedir evinden
uzak kalmış birinin olduğu söylenince hemen onu bulup elbisesini çıkarttığında
çocuğun yılanlarla yedi sene beraber olmaktan sırtının yılan alası görünce,
“Sen padişahımızın derdine deva bulacaksın. Sana kırk gün müsaade” demiş. Otuz
dokuz gün bir şey yapamayan delikanlı nihayet kuyunun başına gelip yüzüğü
yalamış. Şahmeran peyda olmuş, “Demedim mi oğlum, ölümüm senin elinden olacak.
Neyse, kader böyleymiş. Beni kesin, belimi kaynatıp suyunu padişaha içirin.
Sakın kuyruğumu hiçbir şey yapmayın, o zehirlidir. Kafamı da kimseye verme,
kaynatıp suyunu sen iç” demiş. Oğlan Şahmeran’ın dediklerini aynen yapmış,
padişah iyileşmiş; oğlan da yılanın kafasını kaynatıp suyunu içtikten sonra
herkesin bildiği meşhur hekim Lokmân olmuş. [42]
68.
69.
70. Lokmân Hekim oğluna, “Ormanda veya ağaçlık
altına yatıp uyuma, ekmeğini şekerle ye, büyüklerin sözlerini dinle”, demiş.
Bir zaman sonra, oğlan uzun bir yolculuğa çıkmış. Yolda yaşlı bir zat ile
tanışmış ve seyahati beraberce yapmaya karar vermişler. Ağaçları sık bir ormana
geldiklerinde, yaşlı zat, çok yoruldukları için, “Oğlum şu ağacın altına
yatarak biraz dinlenelim” demiş O sırada oğlanın aklına babasının, “Ağaç
altında yatıp uyuma” nasihati gelmiş. Dedeye dönerek, “Babam ağacın altında
yatma derdi”, demiş. “Baban sadece bunu mu sana nasihat etti oğlum.
Büyüklerinin sözlerini dinle, ekmeğini şekerle ye de demiştir, ben senin
büyüğünüm, neden ağacın altında yatmıyorsun?” Bu söz karşısında delikanlı,
ağacın altında yatmaya mecbur olmuş. Biraz sonra ağaçtan inen bir yılan uyumuş
oğlanı tam ısıracakken, dede ile atılarak yılanı öldürmüş. Oğlan uyandığında
yanında ölü yılanı görünce, “Gördün mü dede, babam ağaç altında yatma demişti.
Ben daha ağaç altında yatmam” demiş. Yolculuktan geri döndükten sora başından
geçenleri babasına anlatmış. Babasının diğer nasihati olan “Ekmeğini şekerle
ye” sözünden bir şey anlamamış ki, babasına sormuş, “Her zaman şekeri ben
nereden bulayım da ekmekle yiyeyim baba?”. Lokmân Hekim gülerek, “Oğlum ben
sana şekerle ekmek ye demiyorum. Yemek yiyeceğin zaman iyice karnın acıksın.
Acıktığın zaman sadece ekmek yesen bile, sana şeker gibi gelir. Karnının
doyduğunu da hissedince, hemen sofradan kalk. Karnını tam doyurma”, demiş.
[267]
71. Bir gün Lokmân Hekim oğluna bir çuval
buğdayı teslim ederek değirmene götürmesini ve yolda çuval düşerse oradan geçen
adamlara seslenerek Lokmân Hekim’in oğlu olduğunu, yardım etmelerini
söylemesini tembihlemiş. Bir süre gittikten sonra hakikaten çuval eşeğin
sırından düşmüş. Çocuk oradan geçen bir adama seslenmiş, “Amca ben Lokmân
Hekim’in oğluyum, yardım edin de şu çuvalı eşeğe yükleyelim”. Adam, “Ben Lokmân
Hekim, mekim tanımam, yazın dere suyu, kışın göze suyu içmem. Senin çocıık
hatırın için yardım ederim, demiş ve yere düşen çuvalı eşeğin sırtına yüklenmesine
yardımcı olmuş. Oğlan değirmenden dönünce, babası sormuş, “Yolculuk nasıl
geçti?’-. “Çuval eşeğin üzerinden yere düştü. Oradan geçen bir adama bana
vardım etmesini söyledim. Adam, ben Lokmân Hekim, mekim tanımam, yazın dere
suyu, kışın göze suyu içmem dedi”. Lokmân Hekim gülümseyerek, “Oğlum ben Lokmân
Hekim'im ama. o adam benden daha Lokmân Hekim imiş”. [267]
72. Lokmân, ömründe karısı ile bir defa cinsi
ilişkide bulunmuş ve bir çocuğu olmuş. Kocasının bu durumuna tahammül edemeyen
karısı, bir gün oğlunu yanma çağırarak, “Git babanın yanına de ki, bana bir
kardeş yap ne olur babacığım”. Çocuk babasının yanına giderek annesinin
söylediğini aynen söyler. İsteğin karısından geldiğini anlayan Lokmân Hekim,
oğluna. “Oğul, sana kardeş lâzımsa, bana da can lâzım ”. 1267]
73. Adamın biri
nefes darlığına tutulmuş. Lokmân Hekim’e koşmuş: “Göğsüm tutuluyor, ne
yapayım?” demiş. Lokmân da, “Arpayı kaynatarak suyunu iç”. Lokmân’ın
tavsiyelerini uygulayan hastanın hemen göğsü açılmış. [267]
74. İhtiyar bir kadının tek oğlunun gözleri
kör olmuş. Gözlerinin açılması için Lokmân Hekim’e gitmelerini isteyen çocuk,
“Gözlerimin kör olduğunu Lokmân Hekim’e aktardığında, onun ilk söylediğini
aklında tutmasını istemiş. Oğlunun isteği üzerine ihtiyar anne Lokmân Hekime
giderek, durumu anlatmış. Lokmân Hekim, “Ah o elleri olmasaydı” demiş. Eve
dönen ihtiyar kadın, Lokmân Hekim’in söylediği ilk sözü oğluna aktarınca çocuk
annesine ellerini sıkıca bağlamasını söylemiş. Bir hafta sonra çocuğun gözleri
açılmış ve gözünün yaralan iyi olınıış. [267]
75. Bir gün adamın biri Lokmân’a. “Senin oğlun
neden altına işiyor? Madem sen büyük bir hekimsin, neden bunun önüne
geçemiyorsun?” demiş. Lokmân Hekim, “Ben oğluma ata binme dediğim ve defalarca
ikaz ettiğim halde yine binmeye devam etti. Başa çıkamayacağımı anlayınca,
sidiğin nerede gelirse orada atından in ve ihtiyacını gider dedim. Yine sözümü
dinlemedi, at üzerinde iken sidiği geldiğinde inat edip işemiyor ve sidik
damarları düğümleniyor. Yatağa yattığı zaman altına ıslıyor. [267]
76. Lokmân Hekim bir gün hastalanmış. Ailesine
kendisini pamuklara sarmalarını söylemiş, bunun üzerine bütün vücudunu
pamuklara sarmışlar. Yüz sene pamuklar içersinde kalmış. Sonra Allah’ın emri
ile Cebrail, Lokmân Hekim’e can \ imiş. Bir daha hiç hastalanmadan yıllarca
yaşamış. [267]
77. Lokmân Hekim bir gün bağ sulamaya gitmiş.
Karşısına bir adam çıkarak, su vermemek istemiş. Lokmân Hekim’e ileri - geri
kötü sözler söylemesi üzerine, “Allah senin belânı versin” diye beddua etmiş.
Hastalanıp, yataklarına düşen adam uzun zaman tedavi edilememiş. Nihayet Lokmân
Hekim’e götürmüşler. Hastayı tanıyan Lokmân, “Seni affettim, Allah şifanı
versin” demiş. Aradan birkaç gün geçtikten sonra hasta iyileşerek ayağa kalkmış
ve bir daha başkalarının kötülük yapmamaya yemin ederek, Lokmân Hekimden özür
dilemiş. [267]
78. Lokmân Hekim arkadaşlarıyla birlikte bir
gün bir hamamın önünden geçiyorlarmış. Hamamdan gebe bir kadın çıkmış. Lokmân
yanında bulunan arkadaşlarına, “Yarım saat sonra bu kadın ölecek” demiş.
Arkadaşları şaşırmışlar. Gerçekten yarım saat sonra gebe kadın ölerek,
cenazesini kaldırmak için tellallar bağırmaya başlamışlar. Lokmân Hekim ile
arkadaşları kadının evine gitmişler. Lokmân, hastanın karnına çuvaldızı batırır
ve biraz sonra kadın canlanır, ayağa kalkar. Lokmân Hekim, kadının ölmediğini
söyleyerek. “Hamile hamamda çok fazla kaldığından, çocuğu içeride bunalmış. Bu
yüzden anasının ciğerine el atmış. Nefesi kesilen da kadın bayılmış. Çuvaldızı
kadının boşluğundan çocuğun eline soktum. Eli acıyan çocuk elini anasının
ciğerinden çektiğinden anne rahatlayarak kendine geldi” demiş. Gebe kadınların
hamamda fazla kalması doğru değildir. [267]
79. Devrin padişahın güzel bir kızı varmış.
Kızını hiç dışarı çıkarmazmış. Kız günlerini pencere önünde yoldan geçenleri
seyrederek geçirirmiş. Bir gün yoldan geçen bir delikanlıya aşık olmuş, günden
güne erimeye başlamış. Kızının bu hale gelmesi padişahı çok üzmüş, Lokmân
Hekim’i getirterek, kızın derdine bir çare istemiş. Muayenede Lokmân. kızın
sevdalandığı için bu hale düştüğünü tespit etmiş. Bir kuzu kestirip güzelce
kızarttırdıktan sonra sofraya koymuş. Bu sırada kız, “Ben Dal Yusufa yandım,
sen niye böyle yandın ay kuzu” der. Böylece kızın, Dal Yusuf adlı birine aşık
olduğunu anlar. Padişaha bu durum aktarılınca, kızın sevgilisinin yanma
gitmesine izin verir. İki gün sonra Dal Yusuf un babası, oğluna haber
yollayarak, oğlunu kendi seçtiği bir kız ile evlendireceğini bildirince
delikanlı ülkesine gitmeye mecbur olur. Kız sevdiğinin yerini tespit eder. Ve
gerdek gecesi, oğlanın evinin bahçesindeki servi ağacına saçlarından kendini
asar. Sevgilisinin aşkına dayanamayan Dal Yusuf da sevgilisinden habersiz
kendisini başka bir ağaca asar. İki sevgili sabaha kadar ağaçlar üzerinde
ölümle pençeleşirler. Sabah, onların durumunu görenler padişaha haber verirler.
Ağaçlardan indirilen sevgililer Lokmân Hekim’e götürerek tedavi ettirilir.
Aileler yaptıklarına pişman olurlar ve bu iki genci evlendirirler. [267]
80. Lokmân’ın babası ölümünden sonra
yapılmasını istediği bazı şeyleri oğluna vasiyet eder. Babasının ölümünden
sonra Lokmân Hekim kırlarda babasının istediği çiçekleri toplayarak bir terkip
hazırlayarak babasının vücuduna döker. Lokmân Hekim döktükçe, mezarın
içerisinden “Dök!, dök!” diye bir ses işitilmiş. Bu ameliyatın yapılmasından birkaç
hafta sonra Lokmân Hekimin babası dirilmiş. [267)
81. Lokmân ölürken talebesine vasiyet etmiş:
“Ben ölünce vücudumu iyice ufak parçalara ayır ve bir kavanoza doldur, üzerime
şu sudan dök ve bir gübreliğe göm. Dokuz ay sonra çıkarırsınız”. Ölünce, talebesi
vasiyetini yerine getirmiş. Lokmân’ın karısı da çok sabırsızmış. Her gün
gübreliğin etrafında dolaşır, talebesine daha kaç gün var diye sorarmış. Aradan
yedi sekiz ay geçmiş, bir gün sabrı tükenen kadın fırsatını bulup kavanozu
gübreden çıkarmış. Lokmân’ın uzvu teşekkül etmiş vaziyetteymiş. Kadın kavanozun
ağzını açınca Lokmân’ın şu sözleri işitilmiş: “Biraz daha! Biraz daha!”. [133j
82. Lokmân’ın oğlu bir gün at üzerinde
çarşıdan geçerken çişi gelmiş. Kalabalık yanında attan inerek bir kenara
idrarım boşaltmış. Bu durumu görenler Lokmân Hekim’e giderek, oğlunun
densizliğinden dert yanmışlar. Lokmân Hekim gülerek, “Ben oğlumun yerinde olsam
atan inmeden işerdim” demiş [267]
83. Lokmân’a “Bu kadar uzun süren hayatında
dünyayı nasıl gördün? Diye sorduklarında, “Dünyayı iki kapalı han olarak
gördüm. Birisinden girdim, birisinden çıktını” demiş. [2671
84. Lokmân Hekim etrafında bulunan kimselere
dört öğütte bulunmuş, “bunlardan ikisini unutacak, ikisini de unutmayacaksınız.
Unutmayacaklarından biri Allah’ın var olduğu, diğeri ise ölümün varlığıdır.
Unutacaklarınız ise, başkaları tarafından sana yapılan kötülükler ve
başkalarına yaptığınız iyiliklerdir. [2671
85. Bir adam çok ağır hasta imiş. Bütün
hekimlere bakıldığı halde, tedavi olamamış. Sonunda Lokmân Hekim”e gelmiş.
Lokmân, ameliyatla hastanın karnından bir kurt çıkarmış. Hekimlerin daha önce
hastaya verdikleri bütün ilaçları kurda yedirmiş ve kurt iyice büyümüş. Daha
sonra kurdun üzerine limon sıkmaya başlamış. Limon sıkılan kurt erimiş.
“Şimdiye kadar çektiğin bütün çileleri boşuna çekmişsin. Hekimlere verdiğin
paralar ve aldığın ilaçlar boşuna gitmiş. Devamlı olacak limon yese idin, hemen
iyi olurdun” demiş [2671
86. Lokmân Hekim zamanında büyük bir kuraklık
olmuş. Ekinler kurumuş, dağlar çıplak kalmış, sular kesilmiş, toprak
susuzluktan çatlamış. Bütün hayvanlar kuraklık yüzünden çeşitli hastalıklara
tutularak ölmüşler. Halktan da ölenler olmuş. Halk yağmur yağması için günlerce
beklemiş. Nihayet Lokmân Hekim’e gitmeye karar vermişler. Lokmân Hekim, gelenlerden
bir miktar zeytinyağı istemiş. Zeytinyağlarını fıçılara dolduran Lokmân Hekim
bir meydanda oturarak “Yağ, yağ” diye bağırarak halka dağıtmış. O, “Yağ”
dedikçe, yağmur yağmaya başlamış. Zamanla yağmur sel halini almış. Yağmur
isterken sellere kapılan halk, bu sefer de yağmurun durması için Lokmân Hekim’e
“durdur şıı mübareği” demiş. Bu sefer de torbasının içini fındık ve fıstıkla
doldurup, sokakta oynayan çocuklara “Yağma, yağma, yağma!” diye bağırarak
dağıtmaya başlamış. Biraz sonra yağmur kesilmiş. [267]
87. Öleceğine yakın Lokmân Hekim kızını yanma
çağırarak, “Kızım, ben öldüğümde, vücudumun ağırlığının üç misli sarımsak
alarak iyice ezin. Etimi kemiğimden ayırarak, oynak yerlerime ezdiğiniz
sarımsağı iyice doldurun. Bütün vücudumu da sarımsak ezmesi ile kapatın.
Öldüğümü kimseye sakın söylemeyin. Allah’ın izni ile yirmi dört saat sonra
dirileceğim, der ve ölür. Vasiyeti üzerine kızı, babasının dediklerini aynen
yapar. Biraz sonra kapı vurularak Cebrail insan kılığında içeriye girer, Lokmân
Hekim’in nerede olduğunu sorar. Kızı babasının evde olmadığını söyler. Cebrail,
kızı doğru söylemesi için çok sıkıştım'. Sonunda kız. babasının öldüğünü itiraf
eder. O anda Cebrail ortadan kaybolur. Bir gün sonra dirileceğini söyleyen
Lokmân’ın dediği çık- ınamış. Eğer kızı, babasının öldüğünü Cebrail’e
söylemeseymiş, dediği saatte dirilecekmiş. [267]
88. Lokmân Hekim zamanında, bir suçluyu yer
altı hapsine mahkûm ederler. Durumuna dayanamayan mahkuma Lokmân Hekim’i
götürürler. Lokmân Hekim hükümlünün bulunduğu zindana gider. Ölüm halinde
bulunan mahkûmun önüne her gün bir tane haşlanmış koyun kellesi asılmasını
söyler. Bir ay sonra Lokmân Hekim tekrar hükümlünün bulunduğu kuyu önüne
gelerek hastanın durumunu gözden geçirir. Kuyuya bu anda bir ip sarkıtılır.
Hükümlünün bu ipten tutunarak dışarı çıkması söylenir. İpten tutmaya çalışan
mahkumun gücünün olmadığı görülür. Lokmân Hekim, fazla miktarda pamuk
getirmelerini söyler. Hemen pamuk getirilir. Hükümlünün sağına ve soluna pamuk
doldurulur. Bu işlem devamlı tekrarlanarak mahkum kuyudan çıkarılır. Pişirilmiş
koyun kellesi kırk gün daha hükümlünün önüne asılır. Kırk gün sonra hükümlü
ayağa kalkar. Bundan sonra, koyun kellelerinin bir çok derde deva olduğu
söylenir. [2671
89. Lokmân Hekim’e hastalar geldiğinde,
raflardaki ilaç dolu şişelerden hangisi hastaya iyi gelecekse sallanmaya
başlarmış. Bir gün, hastayı muayene sırasında, içinde zehir bulunan şişe
sallanmış. Zehir şişesinin sallandığını gören Lokmân Hekim, hastayı tedavi
edemeyeceğini belirterek evine yollamış. Her muayene ayni şeyler olunca, “Bu
hastanın çaresi budur” diyerek zehri hastaya verir. Hasta tamamıyla iyi olur. O
zaman Lokmân Hekim, “Zehir de bir ilaçtır” demiş. [267]
90. Lokmân Hekim öldükten sonra, oğlu
babasının bu nasihatlerini dinlemek ister. Bir zaptiyeyi dost edinen oğlu,
cemiyetin nefret ettiği alçak bir adamdan bir miktar borç para alır. Bir kuzuyu
parçalayıp kızarttıktan sonra bir çuvala bırakır, evine getirerek bir adam
öldürdüğünü karısına söyler ve beraberce cesedi gömerler. Bir süre sonra oğlu
karısını döver. Hiddete gelen karısı kocasının bir adam öldürerek evlerine
gömdüğünü ihbar eder. Dost zaptiye çocuğu kadıya götürürken, alacaklısı yolunu
keserek parasını ister, mahkeme idama mahkum eder. Babasının nasihatlerinin
doğruluğunu gören Lokmân, son isteği olarak evinde gömülü cesedin çıkarılmasın
talep eder. İsteği kabul edilerek evine gidilir. Bir torba içerisinde ceset
yerinde, kızartılmış kuzu çıktığını gören ilgililer çocuktan özür dilerler.
Babasının nasihatlerinin doğruluğunu gördüğünden bir daha insanlara güvenmez,
inanmaz olur. [267]
91. Bir iftira yüzünden, devrin padişahı
Lokmân Hekim ile oğlunu zindana atar. Bir torba badem çekirdeği veya bir torba
fındıkla yüz sene zindanda günlerini geçirir. Lokmân Hekim vasiyetlerini geyik
derisi üzerine yazarak, zindanın bir duvarına asar. Bu vasiyetler arasında yüz
sene sonra kendisini ilk önce badem yağı ile yıkamalarını, pişmiş koyun kellesi
koklatılmasını ve on yedi yaşlarında üç kız ile sarılmasını ister. Lokmân Hekim
zindan içerisinde sığabileceği kadar oyuk açarak buraya yerleşir ve badem
tanelerin yiyerek günlerini geçirir. Bu çileye oğlu dayanamayarak birkaç sene
sonra ölür. Aradan yıllar geçer. Devirler değişir. Padişahların biri gelir,
biri gider. Lokmân Hekim zindanda unutulur. Zamanın birinde devrin padişahının
boğazında bir ur çıkar. Baş vurmadıkları hekim ve ilaç kalmaz bu illetin
ortadan kalkması için. Padişah bu hastalığı her geçen gün biraz daha
fazlalaşır. Ülkenin bütün tabipleri bu illete çare bulamazlar. Saray
kişilerinden birkaçı “Ah Lokmân Hekim, şimdi senin yerindi. Sen olsaydın
padişahımızın bu illeti iyi olurdu.” diye söylenirler. Lokmân Hekimin zindanda
olduğu öğrenilince, hemen zindana koşulur, Lokmân Hekimin sağ, fakat kalbi
yavaş yavaş attığı görülür. Vasiyetindeki işlemler yapıldığında Lokmân Hekim
canlanarak padişahın huzuruna çıkarılır. Padişahın boğazındaki illeti gören
Lokmân Hekim, tedavisinin, “Padişahın on beş yaşındaki oğlunu kesilerek
kanından boğazındaki bu illete sürerseniz hemen iyi olur.” der. Lokmân Hekimin
bıı teklifine ilk önce üzülen padişah, canının sağlığı ve ülkesinin selâmeti
için oğlunun kesilmesine razı olur. Saray ortasında ayrı bir yer hazırlanarak,
Padişahın oğlu kesilmek üzere getirilir. Lokmân Hekim padişahın genç oğlunun
yanma sokularak, kendisini kesmeyeceğini, korkmamasını ve bıçağın arkasına
boynuna sürdüğü zaman gücü yettiği kadar bağırmasını gizlice söyler. Feryat ve
figanlar sarayın duvarlarından yankı yapmaya başlar. O anda oğlunun kesildiğini
zanneden padişahın boğazında şiddetli bir acıma feryadı yükselir. Feryadın
arkasından, yıllardan beri çekilen ve bir türlü çaresi bulunamayan illetin
dışarı çıktığı görülür. “Derdim boğazımdan dışarı çıktı, oğlumu kesmeyin” diye
bağırır. Lokmân Hekim ile padişahın oğlunun karşılıklı olarak oturdukları
görülür. Bu sahneyi bilerek hazırladığını ileri süren Lokmân Hekim, “Padişah bu
şekil feryat etmeseydi, boğazında bulunan ur dışarı çıkmazdı” der. Lokmân Hekim
padişah tarafından mükafatlandırılır. Uzun yıllar padişahın yanında kalır.
Hastalarını şifaya kavuşturur. [267]
92. Lokmân Hekim ailesine bir sandık
bırakarak, “Ben öldükten sora bu sandığı açmadan satın” demiş. Lokmân’ın
ölümünden sonra sandığı satın alan kişi kapağını açtığında, içinde bir kemik
üzerinde yazılı şu ibareyi bulmuş: Ayağını sıcak tut başını serin, kendine bir
iş bul düşünme derin [252,263, 267]
93. Lokmân Hekim’e kör ve sağır biri Lokmân
Hekim’e çırak olur. Aradan günler, aylar ve yıllar geçer. Bir gün Lokmân Hekim
ameliyat yaparken, çırağı hocasının kusurunu görerek nasıl yapılması
gerektiğini anlatır. Daha sonra evine giderek bir çanak süte kör gözleri ile
bakar. O anda çanaktaki sütün bir küçük derya olduğunu ve daha büyük deryaları
aramasının şart olduğunu gaipten gelen ses fısıldar. Çırak, memleketinden
ayrılarak başka ülkelerde tecrübesini artırır. Nihayet memleketine dönerek,
hocası olan Lokmân Hekimle imtihan olmak ister. Lokmân Hekim çeşitli otlardan
zehir yaparak, çırağına içirir. Çırak ta daha önceden hazırladığı panzehirle
zehirin etkisini giderir. Böylece birbirlerinin büyük hekim olduklarını
etraflarına daha ispat ederler. Çırak, geçmişte yaptığı densizlikten dolayı,
Lokmân Hekimden af diler. Lokmân Hekim gururlanan çırağının bu hareketini
affeder. [267]
94. Süleyman peygamber Lokmân’dan hikmet
dersleri alırken merak ettiğinden, “Uzun yaşamanın sırları nedir?” diye sormuş.
Lokmân da “Uzun yaşamanın beş şartı vardı: Az taam, az kelâm, az intikam ve çok
sabırdır. Hz. Adem, Nuh ve diğer peygamberler bin yaşın üstünde yaşadılar. Bu
kadar çok yaşamak arzu ettiler, ölüm korkusu akıllarına bile gelmedi. Ben bile
bugün bin yaşın üstündeyim. Az yemek yerim, hiçbir zaman tıka basa karnımı
doldurmam, gözüm sofrada kalkarım. Vücudumun hücrelerini yemekle zehirlemem.
Dişlerimle mezarımı kazmam. Az konuşur öz konuşurum. Boş yere nefes tüketmem.
Az selâmdan murat nefse hâkim olmaktır. Karıma bile ancak yılda bir selâm
verir, ona bir evlât bağışlarım. Boş yere selâm vermem. İntikama gelince: Bana
kötülük edenlere kin beslemem, tanrı onların cezasını verir, intikam ateşi beni
hiçbir zaman yakmamıştır. Sabır etmeğe gelince, herhalde benden sabırlı bir
kimse yoktur. Baban Davut her gün örsün başında demir döver zincir yapardı, ben
altı ay onu seyrettim, ne yapıyorsun diye sormadım. Bir gün gördüm ki o
zincirlerden kendine bir zırh yapmış ve onunla harp meydanına indi. O vakit ne
yaptığını anladım. Uzun yaşamanın sırlarını Lokmân'dan öğrenen Süleyman
Peygamber bu sayede yüz beş yaşma kadar yaşadı, kocamadı, bunamadı. Ölüm
korkusu içine düştüğü zaman bir mağaraya çekildi ve orada öldü. [136]
95. Diyâr-ı Rûm’da, içinde Lokmân’ın da
bulunduğu bir kervan soyulur. Kervandakiler, Lokmân'a “Soygunculara biraz
nasihat etsen belki mallarımızın bir kısmını geri verirler” demişler.
O da cevaben, “Mallardan ziyâde bunlara
israf edilecek nasihate yazık” demiş. [93, 263, 267]
96. Lokmân Hekim her uzvun bir huyu olduğunu
pek iyi bilirmiş. Lokmân Hekim ameliyat yaparak hastasının karnındaki derdini
keser ve o esnada dışarı çıkan bağırsaklara, “Haydi içeri girin” der. Onlar da
Lokmân’ın sözüne, “Peki” diyerek sükûnetle girerler. Lokmân yarayı diker ve
hastasını da ayağa kaldırır. Bu ameliyatı öğrenen talebesinden bir muavini,
hocasını Lokmân Hekim’in bulunmadığı bir sırada yine böyle bir hastasının
karnını açar, derdini çıkarır. O sırada dışarı çıkan bağırsaklara: “İçeri
giriniz” der. Bir türlü girmezler, tıpkı ustası Lokmân Hekim'in söylediği gibi
söyler, lâkin onun sözünü dinlemezler. Barsaklar da dışarıda dururken hocası
Lokmân Hekim gelir. Muavini böyle şaşalamış görünce ne yaptığını sorar. O da:
“Tıpkı sizin gibi açtım. Açtım, hastanın kamındaki derdi çıkardım. Dışarı çıkan
barsaklara tıpkı sizin dediğiniz gibi içeri giriniz dedim. Girmediler.
Tekrarladım, lâkin o taraflı olmadılar. Ben sokayım dedim, dinlemediler.”
cevabını verir. Lokmân barsaklara sert bir dil ile “Haydi bakayım, çabuk içeri
girin” deyince barsaklar bu emri dinleyerek içeri girerler. Yardımcısı, bunu
görünce şaşırır. Sonra Lokmân Hekim, “Geçen gün benim ameliyat ettiğim hastanın
barsakları söz dinleyen takımdandı. Bu seninkiler söz dinlemeyecek kadar aksi,
onu iyi anladığımdan benimkiler tatlı dil ile dediğimi yaptılar, bu da ancak
sert bir dil ile mutavaat gösterdi. Tedavi ettiğin her bir uzvun böyle bir huyu
vardır. Onu da anlamak lazımdır.” der. [263]
97. Lokmân Hekim ölüme karşı üç su bulur. Baş,
orta, son. Kendi vücuduna göre kalıp yaptırır ve çırağına beni kesip
parçalayacaksın, kalıba dökeceksin. Bu suları sıra ile kullanarak beni tecessüm
ettireceksin diyor. Çırağı da bunu yapıyor. Eti döküyor, kalıba koyuyor. Fakat
üçüncü su dökülüp gidiyor. Allah bu suyun kullanılmaması için şişesini
düşürterek kırdırıyor. İşte bu su arpa tarlasına aktığından arpa suyunu şifalı
sayarlar. Lokmân Hekime otlar ben filan hastalığa yararım diye söylerlermiş. Sütleğenin
sıtmayı kestiğini bulmuş. [2451
98. Lokmân Hakîm'in zamanında puta tapan bir
padişah hüklim sürmede. Bıınun Sâdık ve Sâduk adlı iki veziri var. İkisi de
inanmış kişi. Padişah, bunların inancını duyunca onlardan kurtulmak için,
ikisini de Lokmân’a gönderiyor. Bir müşkülüm var, gidin, sorun; cevabını
getirin diyor. Bunlar Lokmân’a gidip padişahın sorusunu arz ediyorlar. Cevabını
Padişaha bildirmek üzere döndükleri zaman Padişahın emriyle bunları sınırdan
içeriye sokmuyorlar. Onlar da dönüp Lokmân’a gidiyorlar. Lokmân, onlara yıldız
bilgisini, rüya yormayı, hastalara ilaç yapmayı vs. öğretiyor. Gidin diyor,
meydana bir sayvan (gölge yapan şey) kurun, kitaplarınızı koyun, halka ilaç
satın, rüyalarını yorun, yıldızlara bakın, buna karşılık da para alıp
hayatınızı idâme ettirin.” [2131
99. Lokmân her gün yaptığı tecrübeleri bir
kitaba yazar, not edermiş. Bir çok araştırmalar sonunda ölümün de çaresini
bulmuş ve sırlarını deniz kenarında bir kayanın üstüne oturup defterine
kaydetmeğe başlamıştır. Fakat eser tüm biteceği zaman Allah tarafından bir
rüzgar çıkmış, defteri denize uçurmuş, ihtiyar Lokmân ancak birkaç yaprağını
kurtarabilmiş.
100. Lokmân Hekimlikte o kadar ilerlemiş ki
hastasını görmeden kapıdan uzattığı bir iple muayene etmeğe başlamış. Gelen
hasta ipi koluna bağlar Lokmân da içeride telin hareketine göre teşhisini kor
ve ilacını gönderirmiş. Halk vaziyetten şüphe etmeğe başlamış ve Lokmân’ı
imtihana karar vermişler. Bir gün hasta yerine aç bir kedinin ayağını tele
bağlamışlar. Lokmân içeriden bağırmış. “Buna sıçan eti yedirin!”. [133. 263.
2671
101. Lokmân’ın hocası bir gün mühim bir ameliyat
yapmak üzere bir hamamı hazırlatmış, hastası ile beraber içeri girmiş fakat
Lokmân'ı içeri almamış. Merakını yenemeyen Lokmân da hamamın kubbesinden
ameliyatı seyretmeğe karar vermiş. Hocası hastanın kafatasını açmış, beyin
zarları arasındaki bir böceği oynaşır durur ve hastayı rahatsız eder bir
şekilde görmüş. Hoca, böceğin çengelli ayaklarıyla zara sıkıca tutunduğunu
görünce böceği almakta tereddüde düşmüş. Kafatasını kapatmak üzereyken, Lok-
mân yukarıdan bağırmış: “Ateş ister! Ateş göster!”. Hocası denile- ni yapınca,
ateşten korkan böcek kaçmış. Hasta da kurtulmuş. [133]
102. Hz. Süleyman, Lokmân’dan hikmet dersleri
alırken merak edip sordu:
- Uzun yaşamanın sırları nedir?
- Uzun yaşamanın beş şartı vardır: Az
taam, az kelâm, az selâm ve çok sabır.
- Bunlar nasıl olur?
- Hz. Adem, Hz. Nuh ve diğer
peygamberler bin yaşın üstünde yaşadılar. Bu kadar çok yaşamak arzu ettiler.
Ölüm korkusu akıllara gelmedi. Ben bile bugün bin yaşın üstündeyim. Az yemek
yerim. Hiçbir zaman tıka basa karnımı doldurmam, gözüm sofradan kalkarım.
Vücudumun hücrelerini yemekle zehirlemem. Dişlerimle mezarımı kazmam Az konuşur
öz konuşurum. Boş yere nefes tüketmem. Az selâmdan murat nefse hâkim olmaktır.
Karıma bile ancak yılda bir selâm verir, ona bir evlât bağışlarım. Boş yere
selâm vermem. İntikama gelince: Bana kötülük edenlere kin beslemem, Allah
onların cezasını verir, intikam ateşi beni hiçbir zaman yakmamıştır. Sabır
etmeğe gelince, benden sabırlı kimse yoktur. Baban Davud her gün örsün başında
demir döver zincir yapardı, altı ay onu seyrettim, ne yapıyorsun diye sormadım.
Bir gün gördüm ki o zincirlerden kendine bir zırh yapmış ve onunla harp
meydanına indi. O vakit ne yaptığını anladım. Benim bütün tecrübelerim sabır
ile elde edilmiştir. Bir hikmet söyleyebilmek için bazan bir yılda binlerce
tecrübe yaparım.
Uzun
yaşamanın sırlarını Lokmân’dan öğrenen Süleyman Peygamber, bu sayede yüz beş
yaşına kadar yaşadı, kocamadı, bunamadı. Ölüm korkusu içine düştüğünde bir
mağaraya çekildi ve orada öldü. [134]
104. Hz. Süleyman bir gün Lokmân olmak sevdasına
düşmüş. Adamları ona çölün ortasında bir kale tarif etmişler, orada ancak
hekimlik sırrını öğrenirsin demişler. O da kalkmış kaleye gitmiş, fakat içerde
hiç kimseyi bulamamış. Nihayet bir siyah yılana rast gelmiş ve sormuş, “Lokmân
olmanın sırrı nedir?” Yılan da, “Şu taşı kaldır görürsün”, demiş. Süleyman taşı
kaldırmış, esmer ve beyaz olmak üzere iki küme un görmüş, bunları alarak
dönmüş. Fırıncısına ikisinden de ayrı ayrı ekmek yapmasını söylemiş. Ekmekler
pişmiş, tam o anda kapıya bir fakir gelmiş ve dilenmiş. Fırıncı bu adama
acımış. Süleyman esmer ekmeği ne yapacak diye hepsini dilenciye yedirmiş,
beyazlan da götürmüş. Biraz sonra dilenci şehirden uzaklaşmış, amma yürüdüğü
yollardaki otlar dile gelmiş ve biz şu derdin devasıyız diye konuşmaya
başlamışlar. Fakir Lokmân oluvermiş. Süleyman ise vaziyeti öğrenince Lokmân’ı
yanma alınış, ne yapalım Allah hekimliği bize kısmet etmedi demiş. [133]
Kaynak:
Prof. Dr. Ali Haydar BAYAT, Türk Kültüründe
Lokman Hekim, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı İstanbul - 2000
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar