TÜRK MİLLETİNE YETİŞİR MİSİN "YÂ FAKİH AHMED!"
İkinci Murâd Hanın vefâtı ile
Osmanlı tahtına çıkan genç pâdişâh Sultan Mehmed, İstanbul'un fethi
hazırlıklarını tamamladıktan sonra şehre doğru hareket ederken, Allah
adamlarının da ordusunda bulunmasını istedi. Bu dâvet üzerine Akşemseddîn,
Akbıyık Sultan, Molla Fenârî, Molla Gürânî, Şeyh Sinân gibi meşhûr âlim ve
velîler, talebeleriyle birlikte orduya katıldılar. Yine orduya katılan
Aydınoğlu, Karamanoğlu, İsfendiyaroğlu kuvvetleri gibi gönüllü birlikler,
İstanbul'un fethinin, bütün Türk-İslâm âlemince mukaddes bir gâye kabûl
edildiğini dile getirdiler. Bilhassa talebeleriyle birlikte orduya katılan
Akşemseddîn hazretleri ve diğer âlim ve evliyâ zâtlar, askerlere ayrı bir şevk
ve azim veriyorlardı. Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul önlerinde ordugâhını
kurduktan sonra, düşmana önce İslâmı tebliğ etti. İslâmiyetin emri olan
hususları bildirdi. Fakat, Bizanslılardan red cevabı alınca, şehri kuşatmaya
başladı. Kuşatmanın uzaması ve bir netice elde edilememesi bâzı devlet
adamlarını ümitsizliğe düşürdü. Bunlar şehrin alınamayacağını, üstelik bir
Haçlı ordusunun Bizans'ın imdâdına koşacağını sanıyorlardı. Bütün bu olumsuz
propagandalara karşı orduda pâdişâhı ve askeri fethe karşı gayrete getiren bir
din büyüğü vardı; Akşemseddîn. O, şeyhi Hacı Bayram-ı Velî'nin;
"İstanbul'un fethini şu çocukla bizim köse görürler!" sözünü biliyor
ve tahakkuk edeceğine kalpten inanıyordu.
Muhâsaranın devâm ettiği bir sırada
Avrupa'dan asker ve erzak getiren gemiler, Osmanlı donanmasının müdahalesine
rağmen şehre girmeye muvaffak oldu. Kâfirler görülmemiş şenlikler yaparken,
Müslümanlar üzüntülü idi. Pâdişâha gelen bâzı devlet adamları;
"Bir sofunun (Akşemseddîn)
sözüyle bu kadar asker kırdırdın ve bütün hazîneyi tükettin. İşte Frengistan'dan
kâfire yardım geldi. Fethetmek ümidi kalmadı." dediler.
Bunun üzerine Sultan Mehmed Han,
veziri Veliyüddîn Ahmed Paşayı Akşemseddîn'e göndererek;
"Şeyhe sor, kal'a feth olmak ve
düşmana zafer bulmak ümidi var mıdır?" dedi. Buna Akşemseddîn hazretleri
şöyle cevap verdi:
"Ümmet-i Muhammed'den bu kadar
müslüman ve gâziler bir kâfir kâlesine doğru hücum ederse, inşâallahü teâlâ
feth olur."
Sultan Mehmed Han, umûmî cevapla
yetinmeyip, Veliyüddîn Ahmed Paşayı tekrar Akşemseddîn'e gönderip;
"Vaktini tâyin etsin."
dedi. Akşemseddîn murâkabeye daldı. Başını eğip, Allahü teâlâya yalvardı.
Mübârek yüzü terledi. Sonra başını kaldırarak;
"İşbu senenin Cemâziyelevvel
ayının yirminci günü, seher vaktinde, inanç ve gayretle filan taraftan
yürüsünler. O gün feth ola. Kostantiniyye'nin içi ezan sesiyle dola!"
dedi. Ayrıca genç pâdişâha bir mektup gönderdi. Mektubunda;
"Kul tedbir alır, Allahü teâlâ
takdir eder kaziyesi, delili sâbittir. Hüküm Allahü teâlânındır. Velâkin kul,
elinden geldiği kadar gayret göstermekte kusur etmemelidir. Resûlullah'ın ve
Eshâbının sünneti budur." diyordu.
Böylece Akşemseddîn hazretleri bir
taraftan İstanbul'un fethi hakkında yeni müjdeler veriyor, diğer yandan da ne
şekilde davranılması husûsunda pâdişâha tavsiyelerde bulunuyordu.
Nihâyet Akşemseddîn hazretlerinin
tâyin eylediği gün ve saat doldu. Sultan Mehmed Han ordunun başına geçerken,
hocası Akşemseddîn'den okumak için bir duâ istirham etti. Bunun üzerine
Akşemseddîn;
"Yâ Fakih Ahmed!" diyerek himmet taleb eyle!.. Onu vesile
kılarak Allahü teâlâya tazarru ve niyâz eyle." buyurdu. Sonra çadırına giren
Akşemseddîn hazretleri yanına hiç kimseyi koymamalarını istedi ve kapılarını
iyice kapattırdı.
Yeniçeriler, azablar, dalkılıçlar,
serdengeçtiler, akıncılar, gönüllüler, erenler, evliyâlar Sultan Mehmed Hanın
buyruğuyla İstanbul üzerine akıyorlardı. Mehmed Han bu sırada hocası
Akşemseddîn'in yanında olmasını arzuladı ve haber gönderdi. Gelmeyince
Akşemseddîn'in bulunduğu çadıra gitti. Çadırın her tarafı iyice kapatılmıştı.
Fâtih Sultan Mehmed Han çadıra yaklaşıp, hançerini çıkardı. Hançerle çadırdan
biraz keserek, içerisinin görülebileceği kadar bir delik açtı. İçeri bakınca,
hocası Akşemseddîn hazretlerini kuru toprak üzerinde secdeye kapanmış, başından
sarığı düşmüş, ak saçı ve ak sakalı nûr gibi parlıyor gördü. Ak saçını ve ak
sakalını toprağa sürüp, saçını sakalını toprak içinde bırakmıştı. Bu hâli ile
İstanbul'un fethinin gerçekleşmesi için Allah Teâlâ’ya yalvarıp duâ ediyor,
gözyaşı döküyordu. Fâtih Sultan Mehmed Han, hocası Akşemseddîn'in Allah
Teâlâ’ya yalvarıp, duâ etmekte olduğu bu yüksek hâlini görünce, doğruca yerine
döndü. Kaleye bakınca surlara tırmanan İslâm askerinin yanında ve önünde ak
abalı bir topluluğun da hisara girmekte olduğunu gördü. Az sonra fethin askeri
de surları geçip şehre girdi. Böylece İstanbul'un fethi ve Peygamber
efendimizin büyük mûcizesi gerçekleşti.
Akşemseddîn, fetih ordusu İstanbul'a
girdikten sonra, İslâmiyet'in harp ile ilgili hukûkunun gözetilmesini genç
pâdişâha tekrar hatırlattı. Buna uygun hareket edilmesini bildirdi.
İstanbul sabah sekiz sıralarında
fethedilmişti. Fâtih Sultan Mehmed ise şehre öğle saatlerinde Topkapı'dan
girdi. Beyaz bir at üzerinde idi. Muhteşem bir alayla ve alkışlar içinde
ilerleyerek, Ayasofya'ya doğru yol aldı. Zulümden ve haksızlıktan bıkmış olan
Bizans halkı yeni bir bekleyişin içinde idi. Fâtih geçtiği sokakları,
caddeleri, evleri dikkatle gözden geçiriyordu. Yanında ileri gelen
kumandanlarıyla vezirlerinden başka, Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Akşemseddîn
veAkbıyık Sultan gibi âlimler ve velîler topluluğu da bulunuyordu. Yerli halk
yolları doldurmuştu. Fâtih Sultan Mehmed çok genç olduğu için, herkes
Akşemseddîn'i pâdişâh sanıyordu. Ona, demet demet çiçek veriyorlardı.
Akşemseddîn'in, genç pâdişâhı göstererek;
"Sultan Mehmed ben değilim,
odur." sözüne karşılık;
Sultan Mehmed de;
"Gidiniz, yine ona gidiniz.
Sultan Mehmed benim, ama o benim hocamdır. Şehrin mânevî fâtihidir."
diyordu.
Fâtih Sultan Mehmed Han İstanbul'a
girdikten sonra, hocası Akşemseddîn üç gün gözden kayboldu. Bütün aramalara
rağmen bulamadılar. Üç gün sonra, Edirnekapı yakınlarında vîrâne bir yerde
ibâdetle meşgûl olarak buldular. O zamandan beri bu yere, onun ismine izâfeten
"Akşemseddîn" mahallesi denildi. Fâtih Sultan Mehmed Han, fethin
üçüncü günü Ayasofya'ya gidip, orayı câmiye çevirdi. Ayasofya'yı câmiye
çevirmesi, Bizanslılar ile yapılan bir anlaşmaya bağlanmıştı. Burada ilk
hutbeyi, Akşemseddîn okudu. Okmeydanı'nda bir zafer alayı tertiplenmişti. Orada
Akşemseddîn de vardı. Akşemseddîn gâzîlere bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında;
"Ey gâzîler, bilin, âgâh olun
ki; cümleniz hakkında, âhir zaman Peygamberi ol Server-i kâinât; "Onlar ne
güzel askerdir." buyurmuştur. İnşâallah cümlemiz affedilmiş oluruz. Fakat
gazâ malını isrâf etmeyip, İstanbul içinde hayr-ü-hasenâta sarf ve pâdişâhımıza
itâat ve muhabbet ediniz." diye nasîhatte bulundu. Sonra, Fâtih Sultan
Mehmed Hanın başına iki çatal ablak sorguç takıp;
"Pâdişâhım, bütün Âl-i Osman'ın
âb-ı rûyu oldun. Hemen mücâhid-i fî sebîlillah ol!.." diyerek, Gülbank-i
Muhammedî çekti.
Akşemseddîn hazretlerine;
"İstanbul'un fethedileceği zamânı nasıl bildin?" diye sorulunca,
şöyle cevap verdi;
"Kardeşim Hızır ile, ilm-i
ledünniyye üzere İstanbul'un fetih vaktini çıkarmıştık. Kale fethedildiği gün,
Hızır'ın, yanında evliyâdan bir cemâatle hisara girdiğini gördüm. Kale
fetholunduktan sonra da, Hızır kardeşimi kalenin üzerine çıkmış oturur hâlde
gördüm."
Fâtih Sultan Mehmed Han, fetihden
sonra hocası Akşemseddîn'e, son taarruzun başladığı sırada; "Yâ Fakîh
Ahmed" diyerek Fakîh Ahmed'den himmet taleb etmesini söylediğini
hatırlatarak;
"Fakîh Ahmed kimdir ki; tazarru
ve niyâz eyledim? Himmetini istedim? Allah Teâlâ’yı tazarru etmiş olsa idim
evlâ değil mi idi?" diyerek, sebebini sordu. Hocası Akşemseddîn bu suâle;
"O sırada Fakîh Ahmed, kutb, sâhib-i tasarruf idi." cevâbını vererek, Allah Teâlâ’nın
yardımını, onun vâsıtasıyla ve onun bereketi ile gönderdiğini ve onun da himmet
ettiğini söylemiştir. Akşemseddîn hazretlerinin "Fakîh Ahmed"
dediği kendisi idi. Fakat tevâzuunun çokluğundan şöhretten kaçıp, kendisini
gizleyerek böyle konuşmuş, gâyet ârifâne bir tavır takınmış olduğu rivâyet
edilmiştir.
· Eflâkî'nin "Menâkıbü'l-
ârifîn" adlı eserinde ve Hacı Bektaş Velî Menâkıb-nâmelerinde (Fakıyh
Ahmed) O'nun isminden övgüyle bahsedilmiştir.
· Ahmed Fakîh'in isminin zikredildiği
diğer önemli eserler arasında:
* Seyyîd-i Hârun-ı Velî'nin
Menâkıb-nâmesi
* Kirdeci Ali'nin "Kesikbaş
Destânı" adlı eseri ve bir de
* Şeyh Evhâüddin Kirmânî'nin
Menâkıb-nâmesi'ni saymak mümkündür.
Ali İhsan Yurt Hocamızın hazırladığı kapsamlı AKŞEMSEDDIN
isimli eserinde bu konuya birçok kere değinmiştir. Mesela:
Fâtih Mehmed Hana şeyhi
Akşemseddîn'in bu uyanlarım han o an kabul ile itirâz etmediği hâlde kale
açıldıktan sonra belki de fethin kendisine müyesser olmasında büyük himmeti
olan kişinin Âkşemseddîn'den başka kim olabileceğini öğrenmek için “kal'a fetih olundukdan sonra
sultân Mehemmed şeyhe suâl eyledi ki
“
fakîh Ahmed kimdür ki tazarru' ve niyâz eyledim Allâhu ta'âlâya tazarru' itmiş
olsam evlâ degülmiydi” didi şeyh cevâb virdi ki
“ol
hînde fakîh Ahmed kutub sâhib-i tasarruf idi didi” dediğini ve
şeyhin de ona görüldüğü gibi cevâp verdiğini ENÎSÎ'den öğrenmekteyiz. Bu
Fâtih'in öğrenmek hususundaki çabasını göstermektedir. Akşemseddîn'in de utanca
ve övünce düşmemek için takındığı pek bilgecene tavrı göstermektedir.
Sh: 97- Ali İhsan YURT, AKŞEMSEDDIN [ 1 3 9 0 - 1 4 5 9 ]-
Hayatı – Eserleri, Düzeltme ve eklemelerle yayma sunan Dr. Mustafa S. KAÇALİN,
Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi
Vakfı Yayınları, 1994, İstanbul
İlm-i ledün ihtiva eden eserlerde, genelde içinden çıkılmaz
meselelerde meczubîn kutupların tasarruflarının çok kuvvetli olması bahs
olunur. Bu nedenle “Fakîh Ahmed”in, Akşemseddin kaddesellâhü sırrahu’l azîz
Hazretlerinden başkası olması daha doğrudur. Yorum yapanların kaçırdığı nokta
zamanın kutbunu tanımak o seviyeye yakınlığa işarettir. Mesela; Emir Sultan
kaddesellâhü sırrahu’l azizin, zamanın kutbu Somuncubaba hazretlerini tanıması
gibi. Halkın içinde bulunan ehl-i kemal fazla icraatte bulunması mümkün
değildir. Çünkü beşeren bir yakınlığı vardır. Tasarruf ehli genellikle gizli
ricâlde bulunur. Bunun yine en güzel misali Hızır ve Musa aleyhisselâm
arasındaki durum gibi. Çünkü Hızır aleyhisselâmın öldürdüğü çocuğu Musa
aleyhisselâm hiçbir şekilde işleyemezdi. Velevki makam olarak Hızır’dan üstün
olsa da.
Fakih Ahmed’in Hızır aleyhisselâm gibi ruhâniyundan olup
beşeriyete temessül eden velide olabilir. Bu velilerin tasarrufları Hakk
katında beşeri sorumluluklarıda bulunmaz. Çünkü bizatihi Allah Teâlâ’dan emir
alan ricallerdendir.
Aşağıda Ahmed Fakih ile benzeşen diğer bilgiler içeren pdf
ler bırakacağız. Bu meyanda Fakih Ahmed’in insanların kabullenmediği/bilmediği
vasıflara haiz kişi bir veli oluşuna işaret sayılabilir. Şeyh Şerafeddin Bingöl
kaddesellâhü sırrahu’l azîz hazretlerinin Kurtuluş savaşında Gazi Mustafa
Kemal’e yardım edişi. Yine bu meyanda Göynük ve Güneyköy gibi yerler kendine
ait sırları olan yerler oluşu da bir işarettir. Misalleri artırabiliriz.
Bu yorumdan sonra yine hakikati Akşemseddin kaddesellâhü
sırrahu’l azîz bilir deriz.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar