Print Friendly and PDF

TÜRK SİNEMASINDA İSLAMIN TEMSİLİ: “TAKVA”





Doç. Dr. Dilek İmançer
Ege Üniversitesi, İletişim Fakültesi, 
Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümü

Çoğunluğun Müslüman olduğu Türk toplumunda, dini kuralların kamusal alanda etkinliğini azaltmaya yönelik düşünce ve uygulamalar batılılaşma olarak nitelendirilir. “OsmanlI’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne Batılılaşma serüveninde gelinen noktada sonuç olarak modernizm inşa edilememiş, geleneksel Ve modern karşıtlığı, iç içeliği yaşanan bir durum ortaya çıkmıştır” (Yücel, 2007:37-38). Başka bir deyişle 1923 de kurulan Cumhuriyetin Türk kimliğine Oturtmaya çalıştığı Batılı değerler, gelenekten kopuşu sağlayamamıştır. Batıcılığı savunan seçkinler ve gelenekçi halk karşıtlığını doğurmuştur. Böylece Türkiye’nin modernleşme serüveni geleneksel ve modern çatışması üzerine kurulmuştur.
Günümüzde Türk modernleşme süreci, yeni sağ ideoloji ekseninde şekillenen küreselleşme ile birlikte post modernleşme sürecinin parçası olmuştur. Bu süreçte modern - geleneksel ilişkisi yerel- küresel ilişki bağlamında yeniden inşa edilmiştir. Zira yerelleşme olgusu küreselleşmenin içeriğini belirleyen başlıca öğelerden birisidir. Yerel değerler referans alınarak küresel formatlarla biçimlenerek yeniden sunulmaktadır. Önceden Dallas gibi dizilerde Teksaslı petrol milyarderlerinin yaşadığı entrikaları anlatan diziler pazarlanırken, küresel düzende dizi formatı pazarlanarak içeriği yerel motiflerle biçimlenmiştir. Artık Amerikalı petrol milyarderleri yerine Doğu’da aşiret reisi olan ve aynı zamanda Amerika’da öğrenim görmüş, yerel geleneklerin temsilcisi büyük toprak ağalarının entrikalarını izliyoruz. Bu bağlamda yerele ait olgular, ‘modern’ olarak nitelenen bir formata sokularak modernleştirilmektedir.
“Küreselleşme ile birlikte yaşanan parçalanma, değer yitimi ve hayatın bütünlüklü olarak algılanmasına ilişkin ortaya çıkan karmaşa dini-geleneksel referansların güçlenmesine neden olmuştur. Bütün dünyada geleneğin geri dönüşü olarak ifade edilecek bu durum klasik geleneksel- modern karşıtlığını değil, aksine iç içeliğini ifade etmektedir” (Yücel, 2007:53). Bu bağlamda muhafazakârlığında etkinliğini artırdığı din olgusu günümüzde toplumların önemli bir gerçeği olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda radikal İslami hareketlerin yükselişe geçmesi sorgulanırken çeşitli nedenler sıralanmaktadır. Başlıca nedenlerden biri soğuk savaş döneminde ABD’nin “yeşil kuşak” projesi bağlamında Sovyetler Birliği’ne karşı dinsel hareketleri desteklemesidir. Diğer önemli neden ise dini kamusal alandan bireysel inanç düzeyine çekmeye çalışan modernist düşünceyi aşındıran küreselleşme politikaları mistizmi ön plana çıkaran postmodern anlayışlara prim vererek dinin siyasal alanda. yeniden etkinlik kazanmasına neden olmasıdır.
Küreselleşme politikaları muhafazakârlaşmanın artmasına neden olurken özellikle 11 Eylül olayı dikkatlerin din olgusuna özellikle de İslam’a odaklanmasına neden olmuştur. Bu olay sonrası Doğu ve Batı arasında ayrımlar keskin kutuplaşmalara dönüşmüştür. “Amerika başta olmak üzere Batı medyası tarafından Müslümanların şeytani ve insanlık dışı, Batıkları, çoğunlukla da Amerikalıları da bu şeytani teröristleri yok eden kahramanlar olarak göstermeyi hedefleyen geniş çaplı, bir yanlı film akımı baş göstermiştir. Delta Force (Delta Harekatı 1985) ile başlayan bu akım Indiana Jones destanıyla ve Müslümanların birer şeytan, zorba ve daha önemlisi katil olarak gösterildiği sayısız televizyon dizileriyle devsin etmiştir. Doğu’yu konu alan Hollyvvood filmlerinde artık aşk ve cazibeden çok, sayısız kara maskeli Doğulu ninjaya karşı savaşan kahraman Amerikalı tarzında sahnelere yer veriliyor”(Said, 2000: 28). İslamiyet’ olgusu batı medyasında radikalleşen oryantalist[1] bir söyleme doğru kayma gösterirken, bizim gibi hem batı medeniyeti ekseninde kalmış, aynı zamanda da çoğunluğun Müslüman olduğu bir ülkede İslamiyet olgusunun bizim medyamızda nasıl temsil edildiği araştırması gereken bir alandır. Bu bağlamda Özer Kızıltan’ın yönetmenliğini yaptığı “Takva[2]” (2006) filmi dindar bir Müslüman karakterin hikayesini anlatması ve aynı zamanda yabancı dilde en iyi film dalında Oscar aday adayı olarak Türkiye'yi temsil edecek film olarak seçilmesi dolayısıyla araştırmamıza uygun bir örneklem oluşturmuştur.
Bu çalışmada “Takva” filminin içeriğinin odak noktası olan din olgusunu kültürel olarak algılama ve anlamamıza yardımcı olan kavramsal yapılan ortaya çıkarmak ve bu bağlamda İslamiyet’in temsil biçimini tespit edebilmek için antropolog Levi-Strauss’un yapısalcı yaklaşımından yararlanılacaktır. Levi-Strauss dil kuramı üzerine yaptığı incelemeler sonucu anlamların üretildikleri kültüre özgü olduğunu, ancak bunları üretme biçimleri tüm insanlar için evrensel olduğunun sonucuna varır. “Ona göre, bir sistem içinde kavramsal kategoriler inşa etmek, anlam yaratmanın özüdür ve bu sürecin kalbinde ikili karşıtlık (binary opposition) diye nitelendirdiği bir yapı vardır. İkili karşıtlık, en saf biçimiyle evreni oluşturan birbiriyle ilişkili iki kategori sistemidir” (Fiske,1996:152,153). Yapısalcı çözümlemenin dizisel analiz olarak tanımladığı bu yaklaşımın amacı metnin görünen içeriğinin altında yer alan hayata yön veren bilgi ve deneyimler ile başkalarına kazandırılmaya çalışılan değerler dizisini tanımlamayı amaçlamaktadır. Araştırma yöntemi olarak ikili karşıtlıklar, bir metnin özünü anlamada ve en ince ayrıntılarını ortaya çıkarmada bize yardımcı olmaktadır. Bu tür bir listeleme metnin içerdiği mitlerin, ideolojilerin, görüşlerin çözümlenmesine ve temaların tanınmasına katkıda bulunmaktadır (Aktaran: Seyide Parsa, A. Fatoş Parsa, 2002: 156-157).Bu-çalışmada “Takva” filminde ikili karşıtlıkların neler olduğu tespit edilerek, bu karşıtlıkların hangi psikolojik ve sosyal değerlere sahip olduğu incelenecektir. “Takva”yı incelemeye geçmeden önce Batı sinemasında Türkiye imajı ve Türk sinemasında din olgusunun temsili adlı başlıklar atında yazılanlar araştırmamızın tarihsel ardalanı konusunda yol gösterici olacaktır.
Batı sinemasında Türkiye açısından oryantalist söylemin temsil biçimlerini sinema tarihçisi Scognamillo’nun “Batı sinemasında Türkiye ve Türkler” (1996) adlı kitabından şöyle özetlemek mümkündür: Sinemanın başlangıcından 30’lu yıllara kadar Türkiye hakkında yapılan filmler yıkılmakta olan Osmanlı İmparatorluğunun şarkiyatıdır. Bu şarkiyatçılığın kalıplan ise, sultanlar, paşalar, saraylar, haremler, gül bahçeleri, camiler, esir pazarlan, değerli halılar, fesler, kavuklar, entariler, göbekçiler, esmer güzeller, dilenciler, hırsızlar, tehlikeli aşıklar, tehlikeli ve genelde güvenilmez Türkler, kalabalık, ilkellik ve bunlardan çıkan “Doğu romantizmi”dir. 10’Iu ve 20’li yıllan kapsayan filmlerin ortak kalıplan gizem, macera, tehlike duygularıyla beslenen sömürge nostaljisini yansıtmaktadır. Türkiye’yi simgeleyen İstanbul kenti diğer doğulu kentler gibi (Mısır, Arabistan, Fas, Tunus, v.b.) romantik bir yaklaşımla ilginç, çekici, maceralarla dolu, egzotik, yabancılar için tekin olmayan bir kenttir. Oysa 20’li yıllar Batı için Birinci Dünya savaşını izleyen yıllardır. Türkiye için ise Kurtuluş Savaşı yıllarıdır, “egzotik” sayılan Türkiye’nin bağımsızlığı ve özgürlüğü için mücadele ettiği yıllardır. Osmanlı saltanatına, kapitülasyonlara, harem, fes, doğulu görkem gibi olgulara alışık olan Batı bu değişimleri izliyor; fakat sinemasında, işine gelmeyen bu “yeni olayları yansıtmaya yanaşmıyor. Başta “düşler fabrikası” Hollywood olmak üzere Batı sineması, kendi seyircisini tatmin etmek ve eğlendirmek amacıyla bilinçli olarak kalıplarını sürdürür. 30’lu yılların İngiliz ve Fransız sinemaları hala Abdülhamit’ten ve kanlı saray entrikalarından vaz geçmezlerken, Türkiye’de ise Cumhuriyet inkılâplarının gerçekleştirildiği ve buna bağlı düzeninin kurulmaya çalışıldığı yıllar yaşanmaktadır. 60’h yılların sonuna dek Türkiye ve Türkler konusunda düşünülenlerin ve bilinenlerin pek değişmediğini görürüz. Türkiye’nin modern yüzü asla yaşayan gerçek, otantik Türklerin yer almadığı, gizemli, çekici, maceralarla dolu, her tür uyuşturucunun pazarlandığı merkez olarak İstanbul lüks oteller, boy boy camiler, kalabalık caddeler, çarşılar, hamamlar ve yalıların yer aldığı bir kent olarak egzotizmi zorunlu olarak çağdışı bırakır ve yapay bir panoramik anlatımla gösterilir. Scognamillo’ya göre Alan Parker’in “Midnight Express (1978)” filmi de bir geleneğin ürünüdür, başından beri “yabancılar” için “tehlikeli” diye sunulan bir Türkiye’nin, bu kez gerçek bir olaya dayanan, yorumların daha çarpıcı bir devamından başka bir şey değildir. Filmin gerçek gibi sunulan öyküsünde olaylar ve kişiler bilinen şablonlara oturtulmaktadır. Türkiye ikinci dünya savaşında tarafsız kalmayı başarıyorsa da, soğuk savaş döneminde de gerçekten pek uzak olmayan bir sinemasal değerlendirme ile casusların cirit attığı, uluslar arası komploların kurulduğu bir mekandır. İstanbul kenti ise bu oyunların şaşmaz merkezidir. 70’lerde ajan furyası sona ermesiyle birlikte İstanbul tümden out olmasa da farklı konuların mekânı olur. 80’li yılların sonlarında İstanbul casusların ajanların çarpıştığı kent değilse bile, halen gizemli kadınların uğrağıdır. Artık egzotik olma vasfını yitirmiş, olsa olsa Batı sinemasında ya geçmişi ele alınır ya da elverişli mekan gibi kullanılmaktadır.
Batı sinemasında Türkiye temsilleri oryantalist söyleme uygun-olarak gelişim gösterirken, Türkiye’de ise Kemalist reformlarla batılılaşma çabalan içinde ülkenin özellikle ekonomik alanda geri kalmışlığının sebebi olarak doğuya özgü dini değerler görülmüş ve bu bağlamda oryantalist bir söylem gelişmiştir. Ülkede batılılaşma çabalan devlet kanalıyla desteklenirken, uygulamada halkın batılı değerleri kabullenmesi kolay olmamış, geleneksel yapılar da etkinliğini sürdürmüştür. Bir yandan batılı değerleri olumlamaya yönelik doğuyu geri olarak dışlayıcı oryantalist söylem benimsenirken, diğer yandan toplumun ahlaki yozlaşmasının sebebi olarak batılı değerleri gören oksidentalist [batıcı] bir söylem de oluşmuştur. Bu iki söylem biçiminin paralel olarak geliştiği bir ülkenin sinemasında doğuya özgü geri kalmışlığın başlıca unsuru olarak görülen din olgusunun temsil biçiminin nasıl bir gelişim gösterdiği “Takva” filmini anlamaya yönelik araştırmamıza katkı sağlayacaktır.
Türk sinemasında ilk dini çağrışımlı film 1956 yılında Hicri Akbaşlı tarafından tasavvuf şairi Mevlana Celaleddin Rumi’nin yaşam öyküsünü konu edinen “Aşıklar Kabesi Mevlana” filmiyle yapılmıştır. Bu filmden sonra yine geçmişe ait dinsel kişilik kahramanlarının hayat hikayesini anlatan, onları aşırı derecede abartarak tanıtmayı amaçlayan, ilkel düzeyde ahlak dersi veren ve bu güne ait bir referanstan olmayan tecimsel filmler yapılmaya devam etmiştir: “Hazreti Ömer’in Adaleti” (1961/Yön: Nejat Saydam), Hazreti İbrahim (1964/ Yön: Asaf Tengiz), Hac Yolunda Hazreti Yahya (1965/ Yön: Muharrem Gürses), Hazreti Ayşe (1966/ Nuri Akıncı), Hazreti Süleyman ve Saba Melikesi/1966/ Yön: Muharrem Gürses), Hacı Bektaş Veli (1967/ Yön: Muharrem Gürses), Hazreti Ali (1969/Yön:Tunç Başaran) v.s. (Evren, 2007:48) Bunların dışında Yeşilçam filmleri Batı sinemasını örnek alan ve taklit etmeye çalışan melodram tarzı içinde dini unsurları (cami, namaz, türbe gibi) kullanırken, “dindar” temsili konusunda toplumun kalkınmasını engelleyici unsur olarak “çember ve takma sakallı, yobaz köy imamı” klişesini sık kullanır. Yeşilçam melodramları bir yandan resmi ideolojinin oryantalist söylemine uygun olarak toplumsal geri kalmışlığın sebebi olarak yobaz dindarlığı tasvir ederken, diğer yandan gelenekselcilikten kaynaklanan oksidentalist [batıcı] söyleme uygun olarak batılı değerlerin yozlaşmışlığına kendini kaptırmış kentli karakteri doğulu, dürüst anonim değerlerini kaybetmemiş karakterin aşkıyla ıslah eden öyküleri konu edinir. Bu öykülerin temelinde başlıca iki görüş hakimdir. Birincisi toplumsal kültürel ve ekonomik alanda bocalamamızın sebebini Batılılaşma çabalarına dayandırarak kendi öz değerlerimize dönmemiz gerektiğini savunan görüştür. İkincisi ise çağdaş medeniyetler düzeyine ulaşabilmek için Batı norm ve kuramlarının benimsenmesini ön görerek Batıyı bir arzu nesnesi olarak tescil etmektedir. Oryantalist söylemin bu iki uçlu yaklaşımının izdüşümünü N. Erdoğan Türk sinemasında şöyle açıklar:
“Belli bir varyasyonda, arzu nesnesi gösterilen sınıf, aynı zamanda “Batılı” özellikleriyle kurgulanır. Amerikan arabaları, açık saçık giysiler, çılgın partiler, alkol, yoz ilişkiler, toplumsal sorumsuzluk vb., ile çatılan Batı ikonografisi, ya köyden ya da alt sınıftan gelen ve genelde kadın olan kahramanın yalınlık, güzellik, dürüstlük ve sadakat gibi erdemleriyle bir zıtlık ilişkisi içinde verilir. Birçok örnekte, kadın kahraman zaten sevmekte olduğu erkek tarafından tecavüze uğrayıp terk edilir, ardından bir şekilde (genellikle şarkıcı olarak) sınıf atlar ve sevdiği erkek pişman olarak geri dönmek ister ama kadının gururu kavuşmayı erteler (Sana Dönmeyeceğim, 1969, Ayşem, 1968, Kınalı Yapıncak, 1969). Kırsal kesimden kente gelen kız, kendisini hor gören erkeğin karşısına yeni bir görünümle çıkar (Dağdan İnme, 1973). Taşradan kente gelen kızın “gerçek baba”sının yanında kaldığı akrabası olduğu ortaya çıkar (Taşralı Kız, 1974). Bu noktada üst sınıfın kadın kahramana ve erdemlerine duyduğu ihtiyacın vurgulanmasına dikkat çekmek istiyorum: kendi ayakları üstünde durabilmesini sağlayacak, moral değerlerden yoksun batılı kent soylu sınıf, alt sınıfların erdemleriyle yeniden güç kazanabilecektir. Tabi, bu mesajın alt sınıfın ve kırsal kesimin özneleri için kodlandığını düşünüyorum. Kadın seyirciye sunulan özdeşleşme olanakları moral değerleri kullanarak, batılı/kentsoyluya yönelik arzuyu ve onun tarafından arzulanmak fantezisini meşrulaştırır” (Erdoğan, 1995: 188).
Yeşilçam sinemasının klişelerine tepki olarak da muhafazakar dini kültürü savunan Yücel Çakmaklı, Salih Diriklik, Mesut Uçakan, İsmail Güneş gibi yönetmenlerin yaptıkları filmler ise kültürel olarak Batı taklitçiliğine eleştirel bakan, kendi dini kültürümüzün önemini vurgulama amacı edinir. Bu yönetmenlerin temel gayesi İslam’ı doğru yaşama bağlamında ideal Müslüman olmanın tariflerini yapma, Batılı laik anlayışa kendini kaptırmış dinin gereklerini yapmayan şuursuz Müslümanların gözünü açma misyonuyla İslam dininin belirlediği yaşam anlayışına karşı duyarlılık oluşturmaktır. Fakat İslami duyarlıklı filmlerin anlatı yapısı sınıf farklılıklarını yalnızca yozlaşma olarak indirgeyici, dinsizlikten inanca, ahlaksızlıktan ahlaka, yozlaşmışlıktan huzura kavuşma dönüşümleri dinsel temalar, öğütler, yönlendirmelerle şematik bir biçimde yansıtırlar. Toplumun kendi kökünden kopması, yabancılaşması ve giderek kendi değerlerini yadsıyarak yozlaşmanın tezadı olarak kendini arama ve gerçeği keşfederek huzur bulma didaktik bir anlatımla verilir. Bu anlayışa uygun filmlerde ise “dindar” temsili “az önce gökyüzünden yeryüzüne inmiş yan-melek dindar insan” tipiyle karakterize etmek mümkündür.
Islami duyarlıklı filmler (“Birleşen Yollar” 1971, “Gençlik Köprüsü” 1975, “Rahmet ve Gazap” 1982, “Minyeli Abdullah I, II” 1989, 1990, “Yalnız Değilsiniz” 1990, “Müslüman’ın 24 saati” 1991, “Çizme” 1991, “Sürgün” 1992, “DanimarkalI Gelin” 1993, “İskilip’li Atıf Hoca” 1993, “Bize Nasıl Kıydınız” 1994, “Beşinci Boyut” 1993, v.b) Yeşilçam filmlerinin de vazgeçilmez çelişkisi olan Doğu / Batı çelişkisi üzerinden öykülerini inşa ederler. Yeşilçam filmlerinde Batılı olarak temsil edilen kentli, uçan, içki içen, kumar oynayan, danslı partilere katılan tiplerken, Doğulu olarak temsil edilen tiplerse mert, namuslu, kırsal kesimden gelen ve gerektiğinde aşkı için Batılı değerlere de uyum gösterebilendir. Islami duyarlıklı filmlerde Doğu / Batı çelişkisi daha keskin hatlarla ayrıştırılmıştır. Bu filmlerde Batı yaşam tarzını benimseyenler yine kadınlı erkekli partilere katılan içki içen, açık giyinen, kumar oynayan, apartman ya da gösterişli konaklarda oturan, ahlaki değerleri zayıf insanlarken, Doğulu temsiller İslamiyet’le özdeşleştirilip, kapalı giyinen, dürüst, namaz kılan, kitap okuyan, kadın ve erkeğin birbirinden ayrı oturduğu sohbet toplantılarına katılandır ve asla kendi değerlerinden taviz vermesi söz konusu değildir, bilakis bilinçsiz Müslümanları bilinçlendirme misyonunu üstlenmiştir. İslami filmlerdeki karakterler “Saf bir Müslüman” olma arayışı çerçevesinde hikayelerini daima bu ikili karşıtlık içinde yaşarlar. “Özenilesi karakterler tebliğ görevlerini yerine getirip, diğer karakterleri aydınlatırlar, aydınlatılmış karakterler de böylece eski hayatları içindeki bütün aidiyetleri geride bırakıp özenilesi karakterler gibi “Saf Müslümanlık” mertebesine ulaşırlar, ama pek çok filmde aynı şekilde yaşanan bu hikaye, İslami karakterleri “gerçek bir karakter” olmaktan çıkararak, bir figür haline getirmiş, adeta nesneleştirmiştir. İslami kahramanlar “Saf Müslüman” olmayı başarsalar da öznelliklerini kazanmayı başaramamışlardır... İlahi birliğin parçalanması mümkün olmayacağına göre “Saf Müslüman” karakterin kendisiyle ve taşıyıcısı olduğu kolektif kimlikle bir sorunu, bir çelişkisi de olmayacaktır, hatta o bir karakter bile değildir artık, bir tebliğcidir, yegâne özelliği de “Saf Müslüman” olarak kurgulanmasıdır. Bundan sonra sinema seyircisine anlatabilecek, kendine ait bir hikayesi yoktur” (Maktav, 2005: 1005). Maktav’ın saptadığı İslami duyarlıklı filmlerin şablonik karakter yapısından farklı olarak, inceleme konusu olarak seçtiğimiz “Takva” filminin “Saf Müslüman” karakterinin kendine ait bir hikayesi ve bu hikayenin gelişimi içinde taşıyıcısı olduğu kolektif kimlikle sorunları olmuştur.
Takva filmi, kendini Allah sevgisi ve dine adayan bir insanın öyküsüne odaklanır. Bu film diğer İslami duyarlıklı yaklaşımlı filmlerden farklı olarak içinde yaşanılan sosyo-kültürel çevrenin şematik olarak ne olduğunu ve de nasıl olması gerektiği konusunda didaktizm tuzağına düşmeksizin, kendini dine adamış, dindar bir insanın kendi yaşam dünyası içinde dünyayı nasıl anlamlandırdığını ve günümüz kapitalist koşullar içinde düştüğü çelişkileri seyirciye anlatmaktadır. Filme karşı iki perspektifli eleştiriler olmuştur. Bunlardan birisi gericiliğe yol açan tarikatları hoş göstermekle eleştirilmektedir, İkincisi ise objektifmiş gibi yaparken alttan alta oryantalist söylemle İslam’ı kötülediğidir.
“Takva” filmi Kuran-ı Kerimden alınmış bir ayetle başlar, ardından herkesin uyuduğu sabahın alaca karanlık saatinde ezan sesinin duyulduğu yan yana iki katlı, cumbalı, ahşap evler görünür. Jenerik akarken orta yaşlı sakallı olan filmin kahramanı Muharrem (Erkan Can) ezan sesi arka fonda duyulurken yatağından kalkıp alışkanlıktan kaynaklanan seri hareketlerle abdest alır, namaz kılar ve tekrar yatağına yatarak uyur. Bu eylemleri gerçekleştirdiği mekan olan ahşap evin duvarında aile büyüklerinin eskimiş resimleri asılıdır, eski geleneksel mobilyalar, kömür sobası, eski mermer lavabo ve kurna tipi musluk gibi eşyalar onun dindar ve muhafazakarlığına dair ilk ip uçları vermektedir. Jenerikten sonra gelen ilk sahnede loş aydınlatmanın olduğu yüksek tavanlı tarihi bir binada olduğu anlaşılan bir salona sakallı siyah uzun cübbe ve siyah takke giymiş bir adam açık olan ağır demir kapıdan girer. Adamın elleri önünde birbirine bağlanmış çekingen, başı öne eğiktir, karşısında yanmakta olan yan yana iki şöminenin önünde ortada bir koltukta oturmuş, sakallı, siyah uzun cübbe giymiş, siyah takke takmış, başını önünde çekmekte olduğu tespihe eğmiş, yanında bir baston bulunan yaşlı adama yaklaşır fakat, rahatsız etmekten çekinen bir tavırla geri geri geldiği yöne doğru yönelir. Yaşlı adam (Meray Ülgen) (daha sonra Yaşlı adamın dergahın Şeyhi olduğunu öğreniriz) gözünü tespihten ayırmayarak, diğer adama gelmesini baba otoritesiyle “Gel Rauf evladım” diyerek söyler. Rauf (Güven Kıraç) yaşlı adamın önüne diz Çöker, onun sağ tarafında eteğini öper. Yaşlı adam bir eliyle onun başını yana ittirip, sol yanında yerde serilmiş olan postun üzerine oturması için telkin eder. Rauf, postun üstüne diz üstü oturur, ellerini saygılı bir şekilde dizlerinin üstüne koyar, kaçamak çekingen bakışlarla yaşlı adama bakar. Yaşlı adam elindeki tespihi iki elini birleştirerek avuçlarının arasında ovalar ve tespihi üfleyerek yanma koyar. Rauf dininden ve imanından şüphesi olmadığım açıkladığı bir adamın verecekleri işi yapabileceğinden şüphesi vardır. Yaşlı adam onun bu işi yapabileceğini şu sözlerle dile getirir:
—Muharrem efendi gençliğinden beri buraya gelir, zikri aksattığına hiç şahit olmadım. Gönlü açık, imanı tamdır. Lâkin ilmi zayıftır. Allah herkesi çeşit çeşit yaratmıştır her mahlûkatın bir hikmeti, her insanın bir hizmeti vardır, onun gönül kapısı açık Rauf. Dünya işlerini yapmak için zihin açıklığı değil, kalp açıklığı gerekir. Zihin açıklığıyla yapılan işlere şeytanı bulaştırırsın. Sen ona yardımda kusur etme senin aklın onun yapacaklarına yeter. O işini yaparken sen de ilmine iyice dal. Şimdi ona sıradanlığının sıra dışı olduğunu öğretmek lazım. Bu konuda da ona en yakın arkadaş, bana da en büyük yardımcı sensin.
Yaşlı adam sözü bitince yerinden kalkmak isterken, Rauf’un uzanıp yardım etmesini reddederek, bastonuna dayanarak oturduğu koltuktan ayağa kalkar, yere diz çöker. Postun üstünde elleri dizlerinin üstünde saygıyla kenetlenmiş, diz üstü bekleyen Rauf a "gel bakıyım gel şüpheni alıyım” diye seslenerek yanına çağırır. Rauf ayağa kalkmadan dizlerinin üstünde yürüyerek yaşlı adamın önünde durur. Yaşlı adam alnını Rauf un alnına dayar, elleri birbirinin eline kenetlenir, Rauf tepkisiz beklerken yaşlı adam dua etmektedir.
Filmin ilk birkaç dakikası filmin anlatısının temelini oluşturacak ikili karşıtlık yapılarını inşa etmiştir. Başlangıçta ahşap ev, ezan sesi, kahramanın abdest alıp namaz kılması, dergahta şeyh ve müridinin konuşması domestik alan ile kamusal alan, sevap ile günah, yeni ile eski, bilgelik ile cehalet, otorite ile itaat gibi soyut karşıtlıkların somutlaştırımını sağlama işlevini üstlenir.
Filmin geriye kalan kısmında Şeyh tarafından seçilen Muharrem, tarikatın mali işlerini üstlenir. Muharrem, Dede yadigârı evde yaşayan, eski bir handa çuval alıp satan tüccar Ali Bey'in (Settar Tannöğen) yanında babadan kalma işi ile rızkını temin eden, kendi halinde münzevi ve mütevazı bir hayat sürerken aptesini, namazını ve üyesi bulunduğu dergâhın zikirlerini aksatmayan orta yaşlı bir adamdır. Dünyalık endişesine düşmeden, gece gündüz ibadet ederek, nefsi arzulardan uzak durmaktadır. Muharrem’in istemeden gerçekleştirdiği tek günah ise rüyasında bir kadınla devamlı cinsel ilişkiye girerek boşalmasıdır. Bu rüyalara karşı Muharrem 'tövbe' kalkanı ile hayatına devam eder. Muharrem’in hayatı dergâha bağlı sayısız mülkünün kiralarını toplama, tamir işlerini yaptırma ve dergâhın elektrik su faturalarını yatırma görevlerini üstlenmesi ile değişmeye başlar. Artık çuvalcı dükkânında tüm esnafın saygı ile itaat ettiği şeyh tarafından onun için patron Ali Bey’den dergâhın işlerini yapmak üzere öğleden sonraları izin alınmıştır. Evinden dergâha taşınmıştır. Dergâhın zenginliğinin ve dolayısıyla bereketinin (pahalı saat, kalem, tespih, cep telefonu, laptop, takım elbiseler, lüks araba ve şoför gibi) göstergelerini taşıma görevi ona verilmiştir. İş yerinde kendi patronu bile ona saygı göstermeye başlamış, daha önce Muharrem’in yaptığı ayak işlerini yaparak ona yardım edecek Muhittin (Erman Saban) adında bir çırak daha almıştır. Muharrem para ile bağlantılı işlerle birlikte gelen prestij ve sorumlulukla kendi içinde çelişkiler yaşamaya başlar. Dergah’ın kiralarım toplarken bir yanda dergah dükkanlarından birinde düzenli kira ödeyen, fakat içki içen kiracıyı dükkandan çıkarmak istemesi, diğer yanda hastalanarak yatağa düşen kocasını ve üç küçük çocuğunu bırakıp temizliğe gidemez duruma gelerek parasız kalmış, kira ödeyemeyen çaresiz kalan kadına yardım etme isteği Şeyh ve Rauf tarafından hoş karşılanmaz. Muharrem kira ödeyemeyen kadından kira almazsa dergahta parasız eğitim gören fakir aile çocuklarından birinin eğitimine son verip, ailesine geri gönderme seçimini yapmak zorunda kalacaktır. Şeyh kendi kızıyla evlendirmek ister Muharrem’i, fakat Muharrem Şeyh’in kızı olduğunu bilmeksizin, dergaha geliş sebebinin evlenmek değil, “yüz sürmek” olduğu gerekçesiyle teklifi ret eder. Bu arada sürekli hep aynı kadınla cinsel ilişki kurduğunu rüyasında görmesi, Muharrem’i tedirgin etmektedir. Çuvalcı dükkanında da yanlış hesap sonucu bir müşteriye fazla fiyat söyler ve bu yanlışı telafi edemez. Şeyh’le konuşmak ister, ama şeyh kırk gün “halvet”*e girmiştir ve kimseyle görüşmesi mümkün değildir. Muharrem içsel çelişkileriyle tek başına mücadele etme durumunda kalırken, istemeden kazıkladığı adam yanında başka arkadaşlarıyla gelip aynı maldan tekrar almak ister. Zaten fazla fiyat söylemiş olmanın vicdani sıkıntısını atlatamayan Muharrem, şuursuzca dışarı çıkar, sokaklarda, çarşılarda dolaşır. Kapalı çarşıda bir kuyumcuda rüyalarına giren kadını görür, takip eder, onun şeyhin kızı olduğunu öğrenir ve dergahın kapısında yağmur altında yere düşerek kendinden geçer. Muharrem’in maddi ve manevi değerler arasındaki çelişkilerle baş edemeyerek hastalanması dergahta şeyh tarafından “ermişlik” olarak nitelendirilir. Filmin son sahnesinde Muharrem yatağa bağlanmış şuursuz yatmaktadır, şeyhin kızı da onun bakımını üstlenmiştir.
“Takva”nın ikili karşıtlıklar çerçevesinde yapısal çözümlemesi her ne kadar filmdeki verilerden hareketle yapılacaksa da, İslamiyet hakkındaki üretilen diğer mitler hakkındaki bilgilerimize de bağımlıdır. Elbette filmin İslamiyet’le ilgili tüm mitlere gönderme yapması beklenemez. İkili karşıtlıklar yapısı dört temel guruba ayrılmıştır. Birincisi, filmdeki somut gösterilen öğelerdir. İkincisi, İslamiyet’e ilişkin öğelerdir. Bunlar birinci grubun öğelerine kültüre özgü anlamlar vermektedir. Üçüncü grup, evrensel ve dolayısıyla doğal değerler sistemine ait olan değerleri içermektedir. Dördüncüsü ise, film anlatımına anlamsal katkı sağlayan temel sinemasal tekniklerin oluşturduğu karşıtlıklarıdır: Filmin bütünün de ise kültürel olarak derin biçimde yapılandırılmış temel karşıtlık, İslam inancı ile kapitalist değerler arasındadır. Bu karşıtlıklardan türetilen anlamlar Müslüman doğu toplumlarına özgü anlamlardır:
Domestik alan / Kamusal alan
Kadın / Erkek
Şeyh / Mürit
Taht / Post
Tarikat / Birey
Dini Ayin / Seks
İşveren / İşçi
Türk parası / Dolar
Bekar / Evli
Dini kıyafet / Modern kıyafet
Bilgi / Cehalet
Yeni / Eski
Zengin / Yoksul
Muhafazakâr / Modern
Günah / Sevap
Rüya / Gerçek
Helal / Haram
Haklı / Haksız
Gönüllü / Görevli
Ermek / Ermemek
Maddi / Manevi
Ölüm/Yaşam
Dürüst / Sahtekâr

Savaş / Barış
insanlık / Zalimlik
İyi / kötü

Alt açı / Üst açı
Doğal aydınlatma / Yapay aydınlatma
“Takva” nın ikili karşıtlık şemasında birinci gurubun yorumu ikonik olarak kendi nesnesiyle benzerlik ilişkisinden kaynaklanmaktadır. İkinci gruptakiler ise, kültüre özgü değerler içinde algılanarak doğallaştırılmaya çalışılan değerlerdir. Üçüncü grup ise kültürel olmakla birlikte, kültür yerine doğanın bir parçası olarak doğalaştırılmıştır. Kültürel olanın numunesi olarak filmin içindeki ikili karşıtlıklar soyutu somutun, kültüreli doğalın içine temellendirirler. “Biz anlatıdaki nesnelerin, insanların ve olayların (bilinçli olmasa da) ne anlama geldiklerini biliriz ve anlatıdan aldığımız hazlarm önemli bir bölümü, bildiğimiz şeylerin içine dahil edildikleri yapının (ve dolayısıyla anlam sisteminin) farkında olmamızdan kaynaklanmaktadır. Öyleyse yapıda, somut ile Şpyut, yüzey ile derinlik arasında gidip gelen sürekli bir iki yönlü hareket söz konusudur. Bu tüm mitsel anlatıların bir özelliğidir” (Fiske, 1996: 165). Bu bağlamda miti okumak toplumsal değerleri okumaktır. Aşağıda Türk toplusunun temel karşıtlığını (İslam inancı ile batılı kapitalist değerler) oluşturan anlamları “Takva” filminde ikili karşıtlıklar çerçevesinde araştıracağız.
Domestik alan / Kamusal alan: Filmin başında Muharrem’in domestik iteni dededen kalma ahşap evidir. Kamusal alanı ise çalıştığı çuvalcı dükkânı üyesi bulunduğu dergahtır. Muharrem için domestik alan yemek yenen, Ulunan, erotik rüya görülen ve en önemlisi ibadet edilen yerdir. Kamusal alanda ise babadan devralman işte yükselme hırsı ya da hiçbir maddi çıkar görmeksizin, kanaatkar olarak çalışmaktadır. Sosyalleşme açısından tek yapılı dergahta aksatmadan devam ettiği toplu ibadet ve zikirlere katılmaktır. Bu sayede tanıdığı bir çevresi vardır. Daha sonra Şeyh tarafından fark edilerek, dergahın kira toplama işleriyle vazifelendirildikten sonra dergaha taşınır. Bundan sonra dergah Muharrem için hem kamusal hem de domestik alan olmuştur. Dergah kamusal alan olarak toplanan kiraların, ödenen faturaların hesabının verildiği ticari işletmeyken, domestik alan olarak yine yemek yenen, erotik rüya görülen ve ibadet edilen yerdir. Bu bağlamda dergah Muharrem’e ikili bir perspektif kazandırmıştır. Bir yanda dini değerleri domestik alan ile sınırlanamazken, diğer yandan kamusal alanda kapitalist değerlerin farkındalığı süreci başlamıştır. Zira Muharrem başlangıçta kendi yalıtılmış dünyasında (hiç evlenmemiş, ailesi ölmüş, dededen kalma evde kira ödemeden yaşamakta, yine iş bulmak gibi sorunu olmadan babasının işini devralmış v.s.) içinde yaşadığı toplumun beşeri ilişkilerinin sorumluluklarını taşımak durumunda kalmadığı dönemlerde hem kamusal alanda hem de domestik alanda inancının gereklerini yerine getirmekte sorunsuzdur. Dergah’ın ona yüklediği sorumluk sayesinde kendi kabuğundan çıkmak durumunda kalmış ve dergahın her ne kadar manevi açıdan dini bir misyon üstlense de, maddi açıdan ayakta kalmasının kapitalist değerlerle mümkün olduğunu görmüştür. Böylece Muharrem’in başlangıçta hem kamusal alanında hem de domestik alanında yaşamaya çalıştığı dini değerler, kapitalist ilişkilerin egemen olduğu kamusal dünyaya katılımıyla sarsılmak durumunda kalmıştır.
Kadın / Erkek: Kadın ve erkek karşıtlığı filmin kahramanı Muharrem’in karşı cinse karşı eylemlerinde açığa çıkar. Muharrem evli değildir, evlenmek gibi de bir niyeti yoktur. Karşı cins onun rüyalarında cinsel tatmin aracını üstlenendir. Başka bir deyişle kadın öncelikle rüyalarında cinsel ilişki kurduğu cinsel haz nesnesidir. Ayrıca bu kadın oldukça frapan, makyajlı, saçı açık modern olandır. Kamusal hayatta ise Muharrem kadın cinsiyeti ile oldukça mesafeli yaşamaya dikkat etmektedir. Örneğin, Muharrem dolmuşta yanma oturan başı açık modern kadına değmekten titizlikle sakınır. Yine filmin sonlarına doğru başka bir sahnede Muharrem binmek istediği bir taksiden yine açık bir kadın indiği için binmekten vaz geçer. Muharrem için modern kadın mağaza vitrinlerini süsleyen cansız çıplak mankenlere benzer bir biçimde açık saçık ve cinsel haz nesnesidir. Yine filmin başka bir sahnesinde Muharrem rüyasında modern spor giysiler içinde yan çıplak elbiseler giydirilmiş cansız mankenlerin arasından ilerleyerek pencere kenannda dekolte giyimli, makyajlı kadınla cinsel ilişki kurar. Başka bir rüyasında ise yine kadın aynı zamanda şeytan rolü üstlenerek kendi bedeninin cinsel cazibesini kullanarak Muharrem’in gerçek hayatta inançlarına ters olduğu için asla içmeyi kabul etmeyeceği içkiyi kendi göbek çukuruna dökerek içirendir. Başka bir deyişle Muharremin bastırılmış duyguları ve arzulan rüyada dışa vurur. Bu aynı zamanda “Yasak Elma” prototipine de bir göndermedir. Modern kadın ve para olgusu da insanı baştan çıkarıcı şeytanın araçları olarak özdeş bir biçimde gösterilir. Filmde kadın erkek ikili karşıtlığı aynı zamanda modern ve dindar kadın ikili karşıtlığını da içinde barındırmaktadır. Dindar kadınlar başları kapalı uzun, bol elbiseler içinde dergahta erkeklerden ayrı bir bölmede oturarak erkeklerin zikir yapmasını izlemektedir. Bu bağlamda zikir aracılıyla ibadet etmede asıl aktörler erkek cinsiyetidir. Kapalı kadınlarda babaya ve evlenilecek erkeğe karşı kusursuz bir itaatle hizmet etme, doğallaştırılmış bir terbiye biçimi olarak kadınların davranışlarında içselleştirilmiş olarak yansır. Baba figürü olan Şeyh’e kızı da tarikatın müritlerine benzer bir biçimde mutlak bir itaat ve saygı içinde davranmaktadır. Şeyh kızının itaatinden ve saygısından o kadar emindir ki kızının kendi seçtiği bir adamla evleneceği konusunda hiç tereddüdü yoktur. Filmde şaşırtıcı olan ise Muharrem’i rüyalarında baştan çıkaran kadın, Şeyh’in kapalı giysiler içinde dergaha gidip gelirken görülen, fazla dikkat edilmeyen, fakat nedense bilinç altında rüyaların kışkırtıcı erotik kadınına dönüşendir.
Şeyh / Mürit: Manevi bir hiyerarşi içinde Şeyh mutlak otorite sahibidir, Hiürit ise mutlak sadakat göstererek itaat edendir. Bu itaat ve sadakatin en belirgin göstergesi de Rauf un Şeyh’in huzuruna çıktığında diz çöküp onun eteğini üç kez öpmesidir. Başka bir deyişle hiyerarşi ast, üst ilişkisi bağlamında mutlak itaat anlayışı üzerine kurulmuştur. Şeyh tekamülün üst noktasına varmış, bilgili, yaşlı, tecrübeli, hep güçlü ve kontrollü karizmatik lider kişiliği sembolize etmektedir. Müritler Şeyhe göre cahil, sadakat, karar ve talimatlara eIeştirisiz uyum gösterendir. Örneğin filmin başında Rauf, Şeyh’in tarikatın mali işlerini yürütmesi için Muharrem’i seçmesini kendi içinden onaylamadığı her ne kadar açığa vurmaya çalışsa da yine de Şeyh’e mutlak itaat ilkesine uyum göstererek onun kararını desteklemek durumunda kalır. Muharrem ise kendinden üstün gördüğü ve saygı duyduğu Şeyh’le göz teması kurmaktan Çekinmekte ya da tedirgin, kaçamak olarak göz teması kurmaktadır. Tarikatın üyesi olmadığı halde Muharrem’in patronu Ali Bey’in de Şeyh’in karşısında saygı ve hürmet göstermesi, Şeyh’in tarikat dışında da tanınmış ve güç sahibi biri olduğunu göstermektedir. Şeyhi gören herkes onun karşısında ellerini önerinde birbirine bağlayarak, başlarını aşağı eğerler. Bu duruş otoriteye karşı saygı, ezik ve uysallık olarak yorumlanabilir. Muharrem Şeyh’in avuç içini öper. Şeyh’in iş yerine gelmesiyle Ali Bey işyerinin bereketinin artacağını söyler. Yine Fatih Cami’sine giderken en önde yürüyen Şeyh’in arkasında Rauf onunla arkasından da Ali Bey ve Muharrem yürümektedir. Şeyh Muharrem’e “ arkada kalma” diye seslenerek, kendi arkasında yürüyen Rauf un yanma çağırır. Muharrem hiyerarşik sıralamada patronu Ali Bey’i geçmiş, camide namaz sırasında da en önde Şeyh ve Rauf ile birlikte saf tutarken, Ali Bey arkada kalmıştır. Namaz sonrası bu statü değişikliğini fark eden Ali Bey, Muharrem’e “Muharrem Efendi” demeye başlar. Ancak henüz bu statü değişikliğine alışamayan Muharrem bu nitelendirmeyi kabul etmez, ona duyduğu minneti “siz benim veli nimetimizsiniz” diyerek dile getirir. Beden dili açısından başrol oyuncusu Muharrem’in omuzlan hafif kalkık başı öne doğru düşük, elleri içe doğru kapalı, iki eli önünde birbirine bağlayarak bir eli diğer elinden destek almaktadır. Muharrem’in beden dili onun uysal, itaatkâr ve tedirgin görünümüne katkı sağlamaktadır. Şeyh’in başı ise yukarı doğru kalkık olması öz güven ve otoritesini göstermektedir. Şeyh genelde diğerlerinden yüksek bir koltukta oturmakta, yanında oturanlara dönerek konuşmamakta, düz oturuş pozisyonunu bozmayarak el kol hareketlerini konuya uygun açıklayıcı şekilde kullanmaktadır.
Taht / Post: Bu karşıtlık tarikat içindeki hiyerarşik düzenin göstergelerinden biridir. Ortada konumlanan tahtta yani yüksek konumda Şeyh oturmakta, onun iki yanında yere serilmiş postlarda manevi olarak Şeyh’den daha alt konumda olan müritİer diz üstü elleri dizlerinin üstünde, başları önlerine eğilmiş, saygılı oturmaktadır.
Dini Ayin / Seks: Dini ayin olarak zikir, tasavvufi olarak Allah aşkıyla dolu dünyevi düşüncelerden arınma ve Allah’tan başkasını unutup, Allah aşkı ile bütünleşme cabası olarak tanımlanır. Filmde dergahta yapılan zikir töreni ortada oturan ve zikri y öneten kişinin dua okumasıyla başlar. Zikri yönetenin etrafında diz üstü oturmuş ellerini dizlerine koymuş farklı yaşlardan bir grup erkek, yönetenin tempo tutmasıyla ilahiler eşliğinde giderek artan bir ritimle, gözleri kapalı, bedenlerini öne doğru sağa sola kendilerinden geçercesine sallamaktadır. Bu görüntülerin arkasından filmin kahramanı Muharrem ile bir kadınının sonradan rüya olduğunu anladığımız cinsel ilişki kurduğu sahneye geçilir. Arka arkaya gelen bu iki sahnede zikir manevi aşkı simgelerken, diğeri dünyevi bedensel aşkı simgelemektedir. Aynı zamanda zikir ibadet etme biçimiyken, seks her seferinde tövbe edilmesi gereken günah olarak temsil edilmektedir. Zikir ruhsal olarak tanrıyla bütünleşme arzusuyken, cinsel ilişki jki cinsin dünyevi bedensel birleşme arzusudur. Filmde aşka dair bu iki bütünleşme biçiminin de ortak özelliği hayali olmasıdır, zira ikisinde de somut olarak yaşanmışlık yoktur.
İşveren / İşçi: Filmde çalışanlar işverene karşı saygı ve itaatkar bir tutum sergilerken, işveren ise “velinimet” olarak manevi baba rolü üstlenmektedir.
Türk parası/ Dolar: “Takva” da birkaç sahnede Türk parası yerine dolar kullanımı, ülkedeki ekonomik istikrarsızlık ve yüksek enflasyon dolayısıyla ülke parasının kredibilitesinin düşüklüğünün belirtileri hakkında referanslar vermektedir. Örneğin Muharrem çuvalcı dükkanında yanlış hesaplama sonucu bir müşteriden fazla para alır ve paranın Türk lirası yerine dolar olduğu görülmektedir. Yine Muharrem, rüyasında kadınla sevişirken üstlerinden kâğıt dolarlar dökülmektedir. Kapalı çarşıda bir kuyumcuda alış veriş yapan, sonradan şeyhin kızı olduğunu anlayacağımız kadın alış veriş yaptıktan sonra ödemeyi sarrafa dolarla yapmaktadır.
Bekar / Evli: Filmin baş kahramanı Muharrem hiç evlenmemiştir ve karşı •cinse karşı cinsel dürtüleri rüyalar aracılığıyla açığa çıkmaktadır. Kendisine dergahta Şeyh’in yardımcısı Rauf aracılığı ile Şeyhin kızıyla olduğu açıklan- -maksızın evlilik önerildiğinde “biz buraya yüz sürmeye geldik, evlenmeye de- <ğil” diyerek ret eder. Muharrem’e evlilik önerisini ileten Rauf için evlilik, bedenin ihtiyacını giderme ve zinaya düşmemek için helaldir. Muharrem için Onu rüyalar aracılığıyla rahatsız eden cinsel dürtülerine rağmen, evlilik dine .ite ibadete kendini adamakta feragat edilmesi gereken bir olgudur.
Dini kıyafet / Modern kıyafet “Takva”da dini kıyafet olarak cübbe ve takke dergah içinde şeyh tarafından kendine özgü giyilirken, müritler tek tip giyinmektedir. Cübbe ve takke giyim açısından dindarlığın ve dindarlıkta belli seviyeye ulaşmışlığın simgesel göstergesidir. Zira Muharrem, Şeyh tarafından dergah’ın mali işlerinde görevlendirildikten sonra sıradan müritlikten daha üst bir seviyeye çıkmıştır ve kendisine dergahta zikir esnasında giymesi için Rauf "tarafından verilen takke ve cübbeyi öpüp alnına koyarak giysinin manevi delerine karşı saygısını ifade eder. Modernliğin simgesi takım elbise ise dini eylemlerin söz konusu olamayacağı kamusal alanda dergahın mali işlerini takip etmesi sırsında giymesi için yine Rauf tarafından Muharrem’e verilir. Birisi dinsel manevi dünyaya aitken, diğeri maddi ilişkilerin hakim olduğu batılı kapitalist kamusal dünyasının giysisidir. Filmde kadınlar açısından modern ve dindar olmak üzere iki farklı tarzda giyinen kadın tipi vardır. Dini çağrışımlı kıyafet olarak kadınla!' bileklerine kadar uzun bol giysiler ve sadece yüzü görünecek biçimde saçlarını tamamıyla örten giyim tarzı içindedir. Modern kadın giysisi ise dekolte ve başı açıktır.
Tarikat / Birey: Genel olarak tarikat tanımı altında manevi bir kurtuluş yolu arama, tasavvuf ve tarikat geleneğine bağlı olarak, zikir, rabıta[3] gibi unsurlarla hareket etme söz konusudur. Aynı zamanda Kuran’ı, dini, manevi değerleri öğretmeyi amaçlayan bir eğitim kurumu, dini duygulan yaşama, sosyal sığınma, yardımlaşma gibi toplumsal işlevleri de yerine getiren, üyelerin bağışlarıyla gelirini temin eden din eksenli bir toplumsal oluşumdur. Filmde tarikat içinde zikir esnasında ayrı bir bölmede her ne kadar kadınlar görülse de daha çok bir erkek cemaatidir. Tarikat olgusunun bireyle düştüğü çelişki filmde, Muharrem’in dinin manevi değerlerini yaşama mekanı olarak gördüğü dergahın maddi yüzünü keşfetmesiyle oluşmaktadır. Dergah Muharrem için kapı tokmağını üç kere Öptüğü kutsal bir mekandır. Muharrem’in bunalımlarının ve çelişkilerinin temel meselesi, mensubu olduğu tarikatın kapitalist anlayışa uygun kar ve kazanç anlayışıyla yüzleşmesinden sonra artmıştır. Oysa ondan beklenen aklını kullanmadan sadece paralan toplamasıdır, Muharrem ise kendi değerleriyle karşılaştığı çelişkiler karşısında akıl yürütmeye başlamıştır. Örneğin Muharrem tarikatın mülklerinin kiralarını toplarken kirasını düzenli ödeyen fakat ikindi vakti içki içen kiracıyı dükkandan çıkarmak isterken, yine kirasını ödeyemez duruma düşmüş fakir bir aileden kira almayarak ya da dergah üyelerinden toplanan zekat ve fitrelerden bu aileye yardım etmek istemiştir. Fakat Muharrem’in bu istekleri kendi üyeleri içinde dayanışma ön- celikliliğine dayanan bir işletme olarak ticari açıdan Şeyh ve onun yardımcısı Rauf tarafından olumlu karşılanmaz. Aynı zamanda tarikat kendi mensuplan içinde dayanışmaya öncelik vermekte, kirada olan mülklerin tamiri sıradan bir tamirci yerine yine üye olan bir tamirci tarafından yapılmak durumundadır.
Muharrem yine herkesin sıra beklediği elektrik, su faturası yatırma kuyruklarında tarikatın nüfusu sayesinde sıra beklemeden kendisine ayrıcalık tanınmasından rahatsız olur, bunu “kul hakkı” olarak görür. Herkes için eşit olması gereken dinin evrensel ahlaki ve manevi değerlerine inanmış bir insan olarak Muharrem’in düşünceleri ya da benimsediği değerlerle, tarikat üyesi olmanın öncelikleri çelişkilidir. Bu bağlamda birey hiyerarşik ilişkilerin dayattığı koşulsuz itaat çemberi içinde kendi yaşam deneyimlerinden kaynaklanan çelişkileriyle çıkışsız kalmakta ve ruhsal bunalıma girmektedir.
Bilgi / Cahillik: Bilgelik, ilmi tam, yani başka bir deyişle dini bilgileri kuvvetli, özgüvenli, sakin, huzurlu, doğru kararlar alabilme yetisi olan, çevresinde güven ve saygı uyandıran, nefsini terbiye etmesini (kırk gün bir odada tek başına inzivaya çekilerek) bilen, kendinden emin olma hali ile Şeyh’in bünyesinde temsil edilir. Cehalet ise, Tarikatın müritlerinden olan Rauf ve Muharrem’in bünyesinde kendinden emin olmayan, şeyhe akıl danışan, saygılı, itaatkar, ibadet eden olarak temsil edilir. Şeyh, Muharrem’in cehaletini "gönlü açık, imanı tam, lâkin ilmi zayıf’ olarak tanımlamaktadır.
Yeni / Eski: Muharrem eski cumbalı bir evde yaşamaktadır. Yine dergahın Öldüğü bina da tarihi bir yapıdır. Filmde kahramanın ibadet etme, barınma gibi kişisel ve manevi dünyasını simgeleyen mekanlar eski tarihi yapılarken, maddi dünyaya ait yapılar yüksek katlı apartmanlar, alışveriş merkezleridir. Muharrem’in babadan kalma iş yeri ise hem maddi hem de manevi unsurları öir arada barındıran ara bir kategoridedir. Çuvalcı dükkanı yine tarihi bir binadadır, fakat bu iş kapitalist dünyanın rekabet ortamının ağırlığının hissedildiği, geleneksel babadan oğula işin aktarıldığı, hatır gönül işlerinin geçerliliğini kaybetmediği ilişkilerle gösterilir.
Zenginlik (bereket) / Yoksulluk: Filmde zenginlik, tarikatın bereketinin Yani mal varlığı ve gelirlerinin göstergesi olarak tanımlanır. Bu göstergelerin pahalı saat, kalem, tespih, cep telefonu, dizüstü bilgisayarı, takım elbiseler, 'faks araba ve şoför gibi) taşıyıcısı da Muharrem’ dir. Muharrem kendisinin bu ^enginlik göstergelerini Dergahın en üst seviyede temsilcisi olan Şeyh tarafından temsil edilmemesini yadırgar. Rauf ona “Bahçemizin halinden baharı kıyasla” diyerek maddi zenginliklerin gelip geçici ve emaneten verildiğini açıklar. Şeyh ve onun temsil ettiği inanca göre önemli olan maddi zenginlikten ziyade ilim irfan sahibi olarak kalıcı olan gönül zenginliğidir. Muharrem’e verilen saat, tespih, ve kalem simgesel olarak kapitalist değerlerle dini değerlerin örtüşmesinin göstergesidir. Saat kapitalist düzende zamanın önemi, kalem iş gücü, tespih de Allah’a olan bağlılığın devam ettirilmesi gerektiğini hatırlatıcı simgesel nesnelerdir. Muharrem aynı zamanda zenginliğin göstergeleri olan bu nesneleri taşırken kendi görüntüsünün buna uygun düşmesi bağlamında sakalım keserek daha modern ve bakımlı bir görünüm kazanmıştır. Artık geleneksel muhafazakar olmaya dair sakallı görünüm terk edilerek daha modern bir yüz tıraşı tercih edilmiştir. Aynı zamanda sakalla simgelenen muhafazakarlık ve dindarlık daha fakir ve kanaatkarlıkla temsil edilirken, maddi zenginlik daha modern görünümle temsil edilmektedir. Yoksulluk ise maddi yardıma muhtaç, ailesinin geçimini sağlayıp kirasını ödeyemeyen aile, ülkenin farklı bölgelerinden gelerek dergahta eğitilen öksüz, yetim, ailesi biçare çocuklar, sokakta dilenci kadın, Çuvalcı dükkanında Muhar- rem’e yârdım etmesi için alınan Muhiddin’in para yardımı toplamaya çalıştığı Kosava’da savaşın yıkımını yaşamış yakınlarıdır.
Muhafazakar / Modern: “Takva” da geleneksellik ve muhafazakarlık çerçevesinde açığa çıkan, doğuya ait olan dini değerlerdir. Filmin kahramanı Muharrem babasından kalan ahşap ev ve iş ile atadan kalma geleneksel yaşantısını herkesin birbirini tanıyıp selam verdiği bir dergaha üyelikle birlikte sürdürmektedir. İbadetini eksiksiz yerine getirmenin yanı sıra bir dergaha üye olarak saygı ve itaate dayanan geleneklerinin de sıkı takipçisi olmuştur. Muharrem kadına karşı, kadın ve erkeğin birbirinden tecrit olmasına yönelik düşünce ve davranış biçimleriyle muhafazakardır. Batılı modern değerler ve unsurlar ise para kazanmanın insani değerlerden daha ön planda tutulduğu, kadınların cinsel haz nesnesi olarak dekolte giyimli ve erkekten sakınmasız tavırları, yüksek apartmanlar, lüks alışveriş merkezleri, birbirine yabancılaşan ve birbirini tanımayan insanların oluşturduğu kalabalık caddelerdir.
Günah / Sevap: “Takva” da günah olarak tanımlanan olguların başında rüyada bir kadınla cinsel ilişkiye girmek ve içki içmektir. Başlangıçta Şeyh, Muharrem’ e maddi imkanlar sağlayacak görevi verirken onun “zihin açıklığında söz konusu olabilecek maddi olanakları kendi çıkan yönünde kullanma yetisinin olmadığını düşünmüştür. Ona göre Muharrem kalp gözü açık bir insandır ve maddi zenginlikler onu kolay kolay değiştiremeyecektir. Zira Şeyh’in telkiniyle Muharrem bilir ki Allah her yerdedir, bu dünyanın nimetlerine kendini kaptınp günah işlerse, Allah onu mutlaka görecektir. Aynca Şeyh kendi günahlarından arınmak için kırk gün halvete girmiştir, Muharrem onunla sorunları hakkında acil görüşmek istemektedir, bu isteğini Rauf’a Şeyh’in “bütün günahını ben alsam” da onunla görüşsem olmaz mı diye sorar. Rauf ise böyle bir müdahalenin imkansız olduğunu söyler. Filmde başka bir günahla ilgili yaklaşım biçimi ise, Muharrem’in dergahın işleriyle görevlendirilerek itibar kazandıktan sonra patronu Ali Bey’in ona eskisi gibi çay söyletmenin günah olup olmayacağı konusunda şüpheye düşmesidir. Zira kırk yıllık çırak birden dergahta önemli bir adam olmuştur. Yine günah olgusu Muharrem’e çuvalcı dükkanında yardımcı olarak alman Muhittin’in selam vermeden onunla direk konuşmaya başlamasını; "önce Allah’ın selamını ver oğlum günahtır” sözleriyle karşılar. Kosova’da savaşta yakınları ve çocukların öldüğünü gören Muhittin; “Hepsi de Allah’tan yardım istedi, kendi kanımızla yüzlerimizi yıkattılar. Nerdeydi?” diye Allah’a isyankar konuşması karşısında Muharrem ona tokat atarak cevap verir:
“Sus (tokat atar). Günaha girme beni de günaha sokma (birkaç tokat daha atar), şimdi gebertirim seni sus. Sana ev verdik, iş verdik, yatacak yer verdik, sen hala isyan ediyorsun sus. Gebertirim seni sus. Sadece güle ve dikenine şükretmek yeterli değil, kul gül olmadan da şükredendir... Günahın çirkin olmayan tek yanı ona edilen tövbedir. Tövbe et beni de yabana atma”.
Filmdeki bu diyaloglarda Muharrem ve temsil ettiği dergah dinsel açıdan kendilerini Allah ile kul arasında bilirkişi olarak konumlandırmayla günah olgusunu tanımlayıp tepkisel davranmaktadır. Filmde sevap olgusu Allah’ın her yerde olduğunu bilerek davranma, ibadet etme, fitre ve zekat verme, dergahın çatısı altında yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmek ve işlenen günahlara karşı tövbe edip ibadet etmektir. Örneğin Muharrem müşterisinden aldığı haksız parayı dergaha sokamaz, günahını oraya yakıştıramaz ve evine götürüp saklar. Bu günahtan ancak Allah’a sığınıp ibadet ederek kurtulabilir.
Helal / Haram: Filmde Rauf tarafından dile getirilen dergah anlayışına göre bir kişinin evlenmesi bedenin ihtiyacını giderme ve zinaya düşmemek iÇin helal bir olgudur. Yine Çuvalcı dükkanının sahibi tüccar Ali Bey’e göre bir kişi fitre ve zekatını veriyorsa haksızda olsa fazla para kazanmasının bir jakıncası yoktur ve helaldir. Muharrem ise yanlış hesap sonucu haksız kazancı haram para olarak görür ve bu parayı kutsal bir mekan olarak gördüğü dergaha götürmez, kendi evine pişmanlık ve üzüntü içinde saklar. Yine Muharrem bankalarda sıra beklemek ya da sırada bekleyen insanların önüne geçmeyi önleyici bir çözüm olarak faturaları banka talimatıyla ödeme düşüncesi Rauf tarafından banka faizi haram olduğu gerekçesiyle reddedilir. Muharrem ise bankada sıra bekleyen insanların önüne geçtiği için “kul hakkı” yediğini düşünmekte ve bu kendi dini inancına göre haramdır. Bu konudaki duyduğu rahatsızlığı dile getirdiğinde Şeyh ve Rauf tarafından dergaha hizmet de Allah’a hizmet etmenin bir parçası ve bu bağlamda onun zamanının kıymetli olduğu telkin edilir. Sonuçta Muharrem haram olarak gördüğü olguları istemese de kabullenmek durumunda kalır.
Rüya / Gerçek: Filmin kahramanı Muharrem sık sık rüya görmektedir ve bu rüyalar cinsel fanteziler, para, içki gibi günah olana dair göstergelerle kodlanmaktadır. Hem rüyada, hem de içinde yaşadığı gerçek dünyada kapitalist değerler ve göstergeler Muharrem’in kendi nefsini kontrolünü kaybetmesine neden olan şeytani olgulardır. Şeyh ise bir rüyasında Muharrem’in Allah tarafından kendisine dergaha hizmet etmek için gönderilmiş bir hediye olarak müjdelendiğini söyler. Bu bağlamda rüya ilahi bir boyut üzerinden gerçekle ilişkiye geçmenin bir aracıdır ve insana bağışlanmış bir aydınlanma anıdır.
Haklı / Haksız: “Takva”nm öykülediği dünyada her zaman hiyerarşik ilişkilere göre üst seviyede (Şeyh, İşveren v.b.) bulunan, doğal olarak daima en doğru karar verme yetisine sahip ve haklı olandır. Bu bağlamda daima Şeyh müritlerine, Şeyh’in yardımcısı Rauf, Muharrem’e, işveren Ali Bey, Muharrem’e, Muharrem yardımcısı Muhittin’e göre daima haklı konumdadır.
Gönüllü / Görevli: Dergah üyeliği ve dergaha yardım etme gönüllülük esasına dayanan bir olgudur, fakat bu gönüllülük esasına dayanan kuruluşun idaresi Allah tarafından kullarına emaneten verilen bir görev olarak tanımlanır. Zira dergah insanlara iş vermekle, eğitmekle, beslemekle insanlığa hizmet etmektedir. Yine Kosova savaşı mağdurlan için dergahdan bağımsız, gönüllü olarak yardım etme ve yardım toplama işini gönüllü olarak Muhittin görev edinmiştir.
Ermek / Ermemek: “Takva” nın sonunda kahraman dini değerleri ve kapitalist değerler arasındaki çelişkilerin üstesinden gelemeyerek ruhsal bunalıma düşer. Onun bu bunalımı şeyh tarafında ermişlik ile ermemişlik arasıda kalma olarak değerlendirilir. Onu bu düşünceye şevke eden ise Muharrem’ in dergaha bir hediye olduğu rüyasında müjdelenmiş olmasıdır. Şeyh, Muharrem’e evlenmesi için kızını teklif etmiş, fakat Muharrem Şeyh’in kızıyla evlenmeyi ret edecek kadar kendini tamamıyla dine, dolayısıyla dergaha hizmete adamış birisidir. Muharrem onun bu değerlendirmesini sessiz, gözyaşlarıyla dinler. Filmin son sahnesi Muharrem’in bakıma muhtaç bir biçimde yatağa düşmüş halde görürüz. Bu bir taraftan Muharrem’in kendisine yüklenmeye çalışılan manevi değerin altında ezilmişliği olarak yorumlamak mümkünken, diğer taraftan gerçekten inanan ve dinin gereklerini yapmaya çalışan bir insanın jnodern kapitalist koşulların hakim olduğu dünyada sağlıklı bir insan olarak yaşam başarısının imkansız olduğuna dair gönderme olarak da okunabilir.
Maddi / Manevi: Maddi ve manevi açıdan dergah ve onun temsilcisi Şeyh ikili bir işlev taşımaktadır. Bir yandan Şeyh insanlara Allah yolunda kılavuzluk yapan, hakikatin ve saf iyiliğin temsilcisi olarak kutsal adına fikirlerini şöyleyip iyiliğe teşvik edici olarak manevi lider konumundadır. Diğer yandan ise dergah maddi sorumlulukları olan bir işletme ve bu işletmenin kapitalist anlayışa uyum sağlayan idarecisi olarak Şeyh, dünyevi unsurları da kendi jjünyesinde barındırmaktadır. Aynı zamanda başkentten gelen önemli misaller için rutin dışında zikir düzenlenmesi dergahın iktidarla içli dışlılığın ipuçlannı vermektedir. Muharrem’in çelişki yaşamasının temel nedenlerinden piri de birbiriyle taban tabana zıtlıklar taşıyan kapitalist anlayışla İslami yaşam anlayışının örtüştürülme biçimlerini görmesinden kaynaklanmaktadır.
Ölüm / Yaşam: Filmin kahramanı Muharrem ölümden sonra yaşayacağına inandığı dünya ya hazırlanmak için yaşadığı dünyada dinin gereklerine göre davranışlarını kontrol altına almaya çalışmakta ve ölüm korkusuyla yaşadığı hayatı şekillendirir. İbadetini eksiksiz yapar, yalandan, içkiden, kadından kısacası haram olarak nitelediği olgulardan uzak durmaya çalışır, istemi dışında İşlediği günahları için tövbe eder. Adeta bu dünya ölümden sonraki dünya için yaşanması gereken yerdir, fakat içinde yaşadığı kapitalist ilişkilerin hakim olduğu dünya onun bu ideali gerçekleştirmesine olanak vermez.
Dürüst / Sahtekar: Muharrem çuvalcı dükkanında yanlış hesap sonucu bir Müşterisinden fazla para alır ve patronuna aldığı parayı doğru söylemeyerek |ir kısmını kendine ayırır. Bu bağlamda Muharrem hem patronuna hem de Müşteriye dürüst davranmaz. Muharrem’in kendisinden haksız kazanç sağladığı müşteri ise büyük olasılıkla Muharrem’in tarikattaki çevresinden yararılanma ya da onun aracılığıyla tarikatın ticari zincirine girme ya da kara para aklama gibi çıkarsal niyetle yakınlık kurmaya çalışmaktadır. Müşteri bu nn yetini “Sizinle tanışabilmek bile benim için büyük bir ihsan Muharrem Efenda Çuval işin latif esi önemli olan sizinle tanışıp hasbıhal etmek” sözleriyle ifade eder. Müşteri için çuval satın almanın Muharrem ile yakınlık kurmak için bil gerekçe olduğunu anlarız. Zira tarikattaki konumu nedeniyle Muharrem’in çevresi genişlemiştir. Belediyeye üstü aranmadan girer, belediye başkanı ild direk görüşebilmektedir. Tarikatın dışarı ile ticari bağlantısını sağlayan bir numaralı adamına dönüşmüştür. Bu anlamda ona çıkar için yaklaşan müşteri de dürüst değildir. Tüm bunlara rağmen Muharrem kendi inancına göre sahtekarlık yaptığının bilincindedir ve harama el uzattığı için pişman olmuştur. Patron Ali Bey ise bu satıştan memnundur ve “Müslümanlıkta fırsatları değerlendirmek gerektiğini, üstelik de fitre ve zekâtını ödediğini söyleyerek ne kazandıksa helalimdir” der. Böylece Muharrem’in istemeden de olsa yaptığı sahtekarlık Ali Bey tarafından hafifletici sebep olarak fitre ve zekatı gerekçe göstererek dürüst ve haklı bir eylemmiş gibi yorumlanır.
Savaş / Barış: “Takva”da savaş olgusu Kosova savaşı ile gündeme gelmektedir. Çuvalcı dükkanına Muharrem’e yardım etmesi için işe alman yeni çırak Muhittin Kosovalıdır ve oradaki savaşın vahşetini görmüştür. Muhittin, Kosava’da savaş mağduru yakınları için para yardımı toplamaktadır, onun bu çabası Muharrem tarafından olumlu karşılanmaz. Zira Muharrem’e göre artık Muhittin Türkiyeli olmuştur, onun ülkesi burasıdır ve ona verilen ev ve işe şükretmelidir. Muharrem, savaş mağdurları için maddi yardımdan ziyade manevi yardımın daha önemli olduğunu düşünmektedir ve bu düşüncesini “gavurun zulmünden kurtarmak için, sizleri kurtarmak için kaç gece ben dya ettim biliyor musun sen? ” sorusuyla dile getirir. Bu soru aynı zamanda onun açıklamasını ikna edici bulmayan, fakat hiyerarşik olarak kendinden daha alt konumda çalışan Muhittin’e karşı kendini haklılaştırma cabası içinde sorulur. Fakat Muhittin için savaşta kadın erkek çocuk demeden insanların kanı akarken, barış ortamında yaşayan Muharrem’in savaşın dehşetini yaşamış insanlara somut yardımdan ziyade manevi desteğin önemini savunması ikna edici olmaktan uzaktır. Muharrem kendi görüşünü savunmaya “hayır da şer de Allah’tandır” sözüyle devam eder ve bu bağlamda ona göre hastalara şifa, ölülere rahmet dilemekten başka alternatif yoktur. Cevapsız sorulan insanın kendine sorması çok anlamlı değildir onun için. Bu bağlamda filmin kahramanı kaderci bir yaklaşımla içinde bulunduğu dünyadaki olumsuzlukları sorgulamaksızın kabul etmeye eğilimlidir. Filmde yine savaş kavramı ironik bir biçimde Muharrem’in çalıştığı handa cay ocağı işleten genç adam tarafından kullanılır. Muhittin bu çay ocağı işleten adamdan da savaş mağdurları için para ister, fakat adam “Bizde savaştayız be oğlum, ekmek savaşı ” diyerek, geçinmek için para kazanmaya dair ekonomik zorluklara gönderme yaparak, Muhittin’in yardım talebini reddeder.
İnsanlık / Zalimlik: Zalimlik Kosova’da Müslümanların çocuk, genç, kadın, yaşlı demeden katledilmelerinin Muhittin tarafından dile getirilmesidir. Bunun karşıtı insanlık olarak da bu savaş mağdurlarına Muhittin aracılığıyla para toplanması ve yardım çabasıdır. Muhittin’in bu çabası iş yeri çevresinde başta Muharrem olmak üzere fazla ilgi görmez. Zira Muarrem’e göre Muhittin’e yatacak yer, iş vererek insanlık yapılmıştır. Muhittin kendisine yapılan bu insanlığın değerini bilmeli ona kucak açıp barınmasını sağlayan bu ülkeyi geçmişini unutarak vatanı olarak görmelidir.
İyi / Kötü: Muharrem iyi insan olamaya dair kendi yaşam tecrübesini şöyle aktarır:
Yaradan’ın korkusu beni düzene sokar sandım. Ben sadece iyi bir insan olmak istedim. Yaradan her zaman her yerde var. Onun dediklerini yaparsan, onun istemediklerini yapmazsan bu dünyada iyi bir insan olursun hem de öbür dünyada rahat edersin. Ama olmadı, olmuyor. Şeytan her zaman var. Belki de şeytan dediğimiz bizzat kendimiziz.
Bu bağlamda filmde Allah yolunda olan, ibadet eden, onun emir ve yasaklarına uyan, ondan korkan iyi olandır. İbadet etmemek, Allah’tan korkmamak, günah işleyip tövbe etmemek, isyan etmek, hırsızlık yapmak kötü olandır. Ayrıca Muharrem ve onun üyesi olduğu dergah anlayışına göre dünyevi zevklere kapılmak insana kötülük getirecek, onu yaratandan uzaklaştıracaktır. Dünyadaki mal mülk 'sadece Allah’ın insana emaneti olarak tanımlanarak yine Allah yolunda hizmet için kullanılması gerekendir. Allah yolunda olup, nefsine hakim olabilen Muharrem, huzurlu bir hayata sahip, iyi insanken, para ve kadın onun nefsine hakim olmasını engelleyici kötü unsurlar olarak tasvir edilmiştir.
Alt açı / Üst açı: “Takva” filminin tamamında Şeyh’in gösterildiği çekimler onun saygı duyulan biri olarak onu yüceltmeye yönelik olarak alt açı kullanılmıştır. Şeyh ile konuşurken Muharrem ve Rauf daha alt pozisyonda bulunduklarını destekleyici olarak üst açıdan gösterilmektedir. Yine Şeyh camiye girdiğinde herkes onun elini öpmeye çalıştığında Şeyh’in büyüklüğünü göstermek için bu davranış alt açı ile gösterilir. Başka bir örnekte ise Muharrem kendisini rahatsız eden onu günahkarlığa davet eden rüyasının etkisinden kurtulmanın yolu olarak inzivaya çekilmiş Şeyh ile görüşmek ister, fakat onun içinde bulunduğu odanın kapısını açmaya, onu rahatsız etmeye cesaret edemeden geri döner, duvarın köşesine gider büzüşerek diz çöker. Kamera onun duvar dibinde başı bedenine eğilmiş, diz üstü, bedenini ikiye katlanmış halde üst açıdan göstererek psikolojik açıdan zayıflığını vurgular.
Doğal aydınlatma / Yapay aydınlatma: Işık ve gölgelerin estetize edildiği yapay aydınlatma dergah iç çekimlerinde kullanılmıştır. Bu aydınlatma ile dergahın manevi gizemi vurgulanmak istemiştir. İş yeri gibi manevi değer ya da kutsal değer atfedilmeyen mekanlarda doğal aydınlatma kullanılmıştır.
Muharrem’in iç çatışmalarını anlatan “Takva” filmi İslami yaşam tarzı ile kapitalist anlayışın örtüşmeleri, geleneksel ile modern çatışması çerçevesinde izleyiciyi aynı zamanda bir sistem sorgulamasına sürükler. “Takva”nın karakteri bir çözüm üretemese de inanç ile kapitalist dünya düzeni arasındaki çelişkilere aracılık yapar.
Modernlik ile gelenek Türk toplumunda tarihsel gelişim içinde belli sosyal olgular hakkında üretilmiş, o olgulara yakıştırılmış kavramlardır. “Takva” da geleneksel olarak kodlanan dini değerler ve modern olarak kodlanan kapitalist değerler filmin kahramanının eylemleri çerçevesinde açığa çıkmaktadır. Buna göre gelenek ve muhafazakarlık para ve yükselme hırsı olmasızın, kanaatkar, verili yaşam koşullarına gönül rızasıyla uyum gösteren, kendi başına karar alıp hayatına yön vermekten ziyade, itaat ettiği otoritenin bilgisine tam güven ve itaat gösteren, ibadetini aksatmayan, kadınla erkeğin birbirinden tecrit yaşaması gerektiğine yönelik düşünce ve davranışları benimseyen, istemeden işlediği günahlarına tövbe etmesini bilen olarak temsil edilmektedir. Geleneğin yaşatılmasını mümkün kılan mekan ise eski cumbalı evlerin yan yana dizildiği sokaktır. Modernlikte ise en önemli değer para kazanmaktır. Bundan başka kadınlar erkeklerle bir arada, erkekten sakınmasız yaşayan cinsel haz nesneleridir. Yüksek apartmanlar, lüks alışveriş merkezleri ve birbirine yabancı insanların dolaştığı kalabalık caddelerin olduğu kentsel mekanlar da, modernliğin göstergeleridir. Geleneksel değerler eski ile, modern değerler ise yeni ile temsil edilmektedir.
Günümüzde modernlikten tamamıyla bağımsız bir geleneğin varlığından ya da gelenek idrakinden söz etmek imkansız hale gelmiştir. Bir başka deyişle modern dönemde yaşayan insanlar olarak bizler “Takva” nın kahramanı Muharrem’in yapmaya çalışıp da başaramadığı gibi geleneği modernleşme öncesinde “olduğu gibi” anlama, kabul etme, benimseme şansına bütünüyle sahip değiliz. Zira günümüz postmodernist eklektizminin hakim olduğu toplumsal koşullar içinde gelenek ile modernliği birbirine karşıt şeyler olarak konumlandırmak ve karşıt kategoriler olarak kurmak mümkün değildir. Zira Kapitalizmin ürünlerinin dünyanın her tarafında kapitalist bir pazarın işleyişi ile tüketicilerini bulması, bu modernliğin yayılışını gösteren en önemli işaretlerdendir. “Takva” nın geleneksel değerlere sıkı tutunmaya çalışan kahramanının da kapitalizmin ürünlerinin (cep teflonu, diz üstü bilgisayar, saat, araba v.b) tüketicisi olmasının kaçınılmazlığı onun baht dönüşünü hazırlar. Muharrem yaşadığı dünyadaki konjonktürü anlamak yerine Batı’ya ait modernliği Islami gelenek adına dışlamaya çalıştıkça, yaşanmakta olan değişimin boyutlarını ve bu değişimin muhtemel bir İslam fıkhına nasıl bir yansımasının olabileceğini yeterince takdir edememe durumuna düşmüştür. Muharrem’in yaşadığı zamanı ve koşullan anlamaktan ah koyan Müslüman zihniyet yapısını Aktay’ın “MODERNLEŞME VE GELENEK BAĞLAMINDA DİNİ BİLGİ VE OTORİTENİN DÖNÜŞÜMÜ” başlıklı makalesinde aktardığı Mısır’lı İslami teorisyen Hasan Hanefin görüşleriyle açıklamak mümkündür: “Müslümanların çağımızda geri kalmışlığının önemli bir sebebi doğrudan teolojik bir sorundur. Allah’la ilgili tasavvurlarındaki bir geri kalmışlık sorunudur. Allah’ı durağan, salt metafizik ve aşkın bir sabitlik olarak düşündükçe, onun yaşanan dünyanın dinamiklerine yerinde ve zamanında çözümler üretmesi düşünülemez. Kaldı ki yaşanan sorunlar her zaman aynı değildir. Bazen sömürgeden kaynaklanan sorunlar yaşanır, bazen salt ekonomik ve içsel sınıf ayrımcılığından kaynaklanan sorunlar yaşanabilir. Tanrı kavramının her duruma uygun olarak pozitif, yani halkın çıkarlarını ön- celeyen bir noktadan yeniden üretilmesi gerektiği halde, İslam kelamcıları her durumda yani dondurulmuş, sabit tanrı kavramının geçerliliğinde ısrar etmişler, çoğu kez bu tann kavramının yaşanan gerçeklerle ilgili hiçbir mesajı olmamış, salt kendisini ilgilendiren sorunları zaten bin bir türlü sorunla yüz yüze olan insanlara dayatmıştır” (Aktay, 2005: 374-375). Hanefi’nin dini bize seslenen bir öğüt olmaktan çıkarıp, modern insanın her şeyi kendi hizmetinde gören insan merkezci teknolojik isteminin ifadesini “Takva” nın alt okumasında keşfetmek mümkündür. Zira filmde Muharrem kapitalist değerlerle dini değerler arasındaki çatışmasının üstesinden gelecek çözümü sahip olduğu tanrı kavramıyla üretemez. O sadece içinde yaşadığı sosyal sorunları edilgin bir biçimde sorgulamaktan uzak, kaderci bir yaklaşıma sığınmıştır. Böylece kendisini Allah’a teslim etmiş ve yaşamı boyunca aileden ve dergahtan aldığı ezbere bilgilere dayanan din algılamasıyla, cemaatin kendisine rehber olmasını doğal bir olgu olarak kabullenmiştir.
“Takva” filminin İslami ve dolayısıyla Doğuya özgülüğe dayanan Türk temsil biçiminin oryantalist söylemle birebir örtüştüğünü söylemek abartılı olmayacaktır. Bu bağlamda filmde ikili karşıtlıklar çerçevesinde saptadığımız verilerden çıkan sonuçlar şöyledir: Dindar birey ölümden sonra var olduğuna inandığı dünya için yaşadığı hayatı biçimlendirmeye çalışır; dini lidere ve işverene karşı mutlak otorite ve itaat anlayışı söz konusudur; bilgi otorite sahibine aittir, itaat edenler cahildir. Cahil olana otorite sahibinin uygun bulmasıyla geçici olan maddi zenginlik emanet edilirken, ilim irfan sahibi olarak kalıcı olan manevi zenginlik ise otorite sahibinindir; birey hiyerarşik ilişkilerin dayattığı koşulsuz itaat çemberi içinde kendi yaşam deneyimlerinin muhakeme gücünden yoksundur; rüya bir yandan Allah tarafından kula gönderilmiş sinyaller olarak gerçek yaşam deneyimleri kadar önemli ve aynı zamanda kişinin eylemlerine yön verici bir olguyken, diğer yandan insanın kendi nefsine yenik düşmesini sağlayıcı şeytanın aracı rolünü de üstlenmektedir; modern kadın rüyada dekolte giyinen cinsel haz nesnesi, baştan çıkarıcı şeytanken, gerçek hayatta mesafeli durulması gerekendir; dindar kapalı giyimli kadın erkeklerden tecrit bir hayat biçimi içinde babaya ve evlendiği erkeğe karşı itaatkâr ve hizmet edendir; kıyafet kadın ve erkek açısından dindarlığın önemli göstergelerindendir; filmin kahramanı için evlilik, dine ve ibadete kişinin kendini adaması için feragat edilmesi gereken bir olgudur.
“Takva”nın kahramanı Muharrem için kendi geleneksel dini alışkanlıkları ve yaşam tarzının dışına çıkmak aynı zamanda dinden uzaklaşmayı da beraberinde getirmektedir. Başka bir deyişle kapitalist değerlere boyun eğmenin bedeli dini değerlerden feragat etmeyi gerektirmektedir. Diğer taraftan Muharrem’in din ve geleneğe bağlı kalması kendini geliştirmeye ve değişime kapalı, mevcut hantal statik yapının ve şartların devamını gerektirmektedir. Kendi içine kapalı değişime ve ilerlemeye kapalı dini anlayış aynı zamanda Türk toplumunun geri kalmışlığının nedeni olarak görülen ve batılılaşmaya yönelik geliştirilen oryantalist söylemin temel dayanak noktasıdır. Bu oryantalist söylemle gelişen bir başka söylem biçimi de, kapitalist sosyal ilişkiler sonucu Muharrem’in filmin sonunda dini değerlerinin sarsılmasıyla içine düştüğü ruhsal bunalımla somutlaşan oksidentalist [batıcı] söylemdir. Bu söylem biçimi gerçek Müslüman bireyin dinden uzaklaşma ve batılı değerlere yaklaşmasıyla ahlaki ve ruhsal çöküntüye uğramasının kaçınılmaz olduğunu imler. Bu bağlamda “Takva” filmi Türk toplumunun batılılaşma çabalarıyla gelişen oryantalist ve oksidentalist söylemin sınırları içinde kalmaktadır.
Sonuçta “Takva” filminde kahramanın olaylara dinci anlayışla yaklaşması, otoriteye itaati ve yeniliğe karşı muhafazakar tutumu ile açığa çıkan olgular oryantalist söylemi destekler niteliktedir. Bu bağlamda oryantalist söylem açısından “Takva” filmi alternatif bir söylem geliştirecek dil kuramayarak, doğuya ait temsilleri destekler biçimdedir.
AKTAY, Yasin (2005), “Modernleşme ve Gelenek Bağlamında Dini Bilgi ve Otoritenin Dönüşümü” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce. İslamcılık, İst.: İletişim Yayınları, Sa: 6, s. 345-393.
AYDIN, Mustafa (2005), “Süleymancılık”, Modern Türkiye’de Siyasi düşünce. İslamcılık, İletişim'Yayaılan, Cilt:6, İst.: İletişim Yayınlar, s. 308-322.
ÇIRAKMAN, Aslı (2002), “Oryantalizmin Varsayımsal Temelleri: Fikri Sabit İmgelem ve Düşünce Tarihi” Doğu Batı Dergisi, Sa: 20.
ERDOĞAN, Nezih (1995), “Ulusal Kimlik, Kolonyal Söylem ve Yeşilçam Melodramı”, Toplum ve Bilm Dergisi, Sa: 66., s. 178-198.
EVREN Burçak (2007), “Türk Sinemasında Dinsel Yaklaşımlar: Yeşilçam ve İnanç Sineması”, Sinematürk Dergisi: 9-10, s. 45-51.
FİSKE, John (1996), İletişim Çalışmalarına Giriş, Ank.: Ark Yayınlan.
MAKTAV, Hilmi (2005), “Kuran’dan Kuram’a İslami Sinema”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce. İslamcılık, Sa.6, İst.: İletişim Yayınları, s. 989-1019.
PARSA, Seyide, PARSA, A. Fatoş (2002), Göstergebilim Çözümlemeleri, İzmir: Ege Üniversitesi Yayınlan.
SAID, W. Edward (2004), Şarkiyatçılık Batı’nın Şark Anlayışları, Çev: Berna Ünler, İst.: Metis Yayınları.
SAID, W. Edward (2000), Haberlerin Ağında İslam, İst.: Babil Yayınlan. SCOGNAMILLO, Giovanni (1996), Batı Sinemasında Türkiye ve Türkler, İst.: İnkılap Kitabevi.
YEĞENOĞLU, Meyda (1996), “Peçeli Fanteziler: Oryantalist Söylemde Kültürel ve Cinsel Fark”, Fuat Keyman, Mahmut Mutman, Meyda Yeğenoğlu, Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark, İst.: İletişim Yayınlan.
YÜCEL, Elif (2007), “Geleneksel ile Modern; Küresel ile Yerel Arasında Türkiye’nin Kültürel Kodlan”, Yeniden Devrim, s. 33-54.
Kaynak: FİLM ÇÖZÜMLEMELERİ, Prof. Dr. Seyide Parsa/ Yayınlayan: Multilingual/ Baskı: Matbaa 70 Ltd. Şti., 2. Matbaacılar sitesi, Topkapı, 2008 İstanbul.


[1] Oryantalizmi bir söylem olarak kavramsallaştırmamızı sağlayan olgu onun öncelikle metinsel bir ilişkiden ibaret olduğudur. Yani doğuyla ilgili metinler aslında doğuyu yaratır. Bu nedenle Said gerçekliğin bizim düşüncelerimizden bağımsız bir şekilde var olmadığını ve söylemsel olduğunu varsaymaktadır. Böyle bir akıl yürütme sonucunda Said, Oryantalist söylemin, metinsel ilişkilerin yaratmış olduğu pratikleri de içerdiğine inanmaktadır. Said doğunun öncelikle metinsel bir varlık olduğunu varsaydığından, ona göre batının siyasi pratikleri de kaçınılmaz olarak bu metinlerin doğruluk iddialarıyla şekillenmiştir. Yani belli bir dönem ve yerde algılanabilir gerçekliği olan doğunun varlığıyla değildir. Bu şekilde sistematik bir bilgi birikimi olduğu iddia edilen Oryantalizm sadece doğuyu yanlış anlamakla kalmaz, aynı zamanda batıkların üzerinde düşündüğü, araştırdığı ve yönettiği genel kabul görmüş doğruları da yaratır: “doğu despotizmi”, “doğu karakteri” gibi. Said Oryantalist söylemin yaratabileceği imgelerin tek tip olduğunu düşünür. Bu imgeler özellikle stereotipik, değişmez ve tarihsizdir (ahistoric). Oryantalist iktidar biçimini kavramak ve metinler ile somut siyasi pratikler arasındaki ilişkileri ortaya koymak için Said Foucault’nun iktidar/bilgi kavra. mini irdeler. Said’e göre Doğu ile Batı ayrımı çağlar boyu yapıla gelmiş istence dayalı bir ayrımdır ve bu iktidar / bilgi istenci 18. yüzyılın sonunda tam anlamıyla yerleşmiştir. Batılı Özne’nin doğu ile ilişkisini yapılaştıran doğulu toplumların gelenek, ekonomi, kültür, sosyoloji, politika, askeri bilgilerle sınırlı olmadığını aynı zamanda bilinç dışı alanda yani fanteziler, rüyalar, hayaller, saplantılar ve korkulara dayanmaktadır. £i Bu bağlamda “Said’in oryantalizm terimi ile anlatmak istediği şey aynı zamanda hem , sistematik bilgi üretimi hem de bilinçdışının alanı, yani arzu ve fantezinin mekaniz- " masıdır; böylece Said, Doğu’nun nasıl hem bilgi nesnesi, hem de arzu nesnesi olduğunu işaret etmek ister” (Ayrıntılı bilgi için bknz: Said (2004), Çırakman (2002), ,=vYeğenoğlu, (1996)).
Takva: Allah korkusu ile günahlardan korunmak, Allah’ın emir ve yasakları konusun da titizlik göstermek.
[3] Rabıta: kişisel olarak, uygun bulunan herhangi bir zamanda dua ve istiğfarlarla, dünyevi düşünceleri atarak, bir tefekkür ve tasavvur haline girerek gönlün Allah’a bağlanması şeklinde gerçekleşmektedir. Ayrıntılı bilgi için bknz: Aydın, Mustafa (2005), “Süleymancılık”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt:6, İletişim Yayınları, İstanbul.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar