TÜRK YURDU DERGİSİ VE PARVUS’UN YAZILARI
Ekonomiyi gerçekten bildiğini yaşam ve işlevliğiyle kanıtlayan bir
yazarımız, geçen hafta yayınladığı bir broşürde «bir tüccarın en önemli
zamanının yıl sonu bilanço zamanı “olması gibi, bir ulusun bireyleri de en çok
ülke ekonomisiyle ilgilenmelidir... Çünkü geleceğin hesap bilançocu oradadır»
diyordu.
Türk Yurdu'nun en çek önem vermek istediği konulardan birisi, ülkenin
ekonomik durumunu ortaya sermek, çeşitli çözüm yollan önermektir. Bununla
birlikte, dergimiz, ancak esnafın durumundan söz eden bir makale
yayınlıyabilmiştir şimdiye değin.
...Türk yurdu, bu eksikliği gidermek amacıyla, ülkenin tanınmış
iktisatçılarına başvurmuş. Ancak onlardan vaatten başka bir şey alamamış; bu
bakımdan Türk değilse de, Türklere sempati duyan, ve ülkemizin ekonomik-
durumunu sağlam, bir yöntem ve etkin bir bakışla inceliyen birinin sayın
Parvus Efendi’nin yardımım sağlamıştır.
Sayın yazarın Tanin ve Jeune Turc’teki makaleleri bilim ve yeteneğini
açıkça göstermiş olduğundan, okuyucularımızın, kendisini yazarlarımız arasına
katmamızdan gönenç (memnunluk) duyacaklarını umuyoruz.
Parvus Efendi’nin ekonomik ve toplumsal görüşlerinin kimi önemli
noktalarına Türk Yurdu katılmazsa da, halkı sevmek ve elinden geldiğince
yoksul halka yardımcı olmak gibi önemli bir temelde, yazarla uzlaşmaktadır.
Şimdi sözü Sayın Yazara bırakıyoruz:
Sh:221
Türk Yurdu, Mart 1913
Bugün Türkler, başkaları üzerinde egemenlik kurmak için değil, varlıklarını
korumak için savaşmak zorunda. Bu gerçeği, uzun uzadıya açıklamağa ve
kanıtlamağa gerek var mı?
Eğer siz, ülkenizin, kanının son damlasını akıtmakta bulunduğunu duymuyor
ve başkentinizin kapıları önüne yaklaşmakta olan top sesleriyle
sarsılmıyorsanız, eğer siz, yağı (düşman) yönünden çevrilmiş ve bir av hayvanı
gibi sıkıştırılmış olduğunuzu farketmivorsanız size bir makale hacmi içinde ne
söylenebilir?
Amerika'da mahvedilen yerli halk gibi ortadan kaldırmak istiyorlar sizi. Bu karşılaştırmayı, gökçeyazınsal (edebî) bir karşılaştırma veya benzetme
saymayınız. Acı bir gerçektir bu. Eğer onu anlamıyorsanız, pek fena bir orunda
(mevkide) bulunduğunuzu onurunuz size söyletmediğinden anlamıyorsunuz.
Köyleriniz yakılıp yıkılmakta, her köşede insanlar kütle halinde
öldürülmekte, işkenceye alınmakta, böylece halka dehşet salınmaktadır.
Sonuçta, bir zamanlar, Amerika yerlilerinin Avrupalılardan kaçması gibi, bugün
de Türk köylüsü, hiç denebilecek denli az mal ve servetini sırtına vurarak
Avrupa «uygarlıkçıları»ndan kaçmaktadır. Dahası, toprağına el koyabilmek için
halka baskı yapılmaktadır.
Aynı işlem vaktiyle, Amerika'nın yerli halkına da reva görülmüştür.
İşte, yurttaşlarınız göçüyor. Zavallı göçmenler. Artık, Boğaz’ın öte
yakasına geçip, Anadolu çölünün yolunu tuttular.
«Uygarlıkçılar» size. Doğu Anadolu, Mısır ve Suriye yörelerinden de
sokulmaktadır. Bütün yollarınızı kapamış ve kuşatmış durumdalar. Eğer
yerlerinizde tutunamayacak ve çağa uygun ekonomik bir güç kazanamayacak
olursanız dağılır gidersiniz.
Büyük devletlerin yıkılışına değgin pek çok örnek veriyor tarih.
Devletlerin çöküşü, ulusların mahvolması demek değildir. Lehliler, devletlerinin
bağımsızlığını yitirmediler mi? Bununla birlikte uluslarını korumadılar mı?
Sizdeyse tersine. Devletinizi iyi kötü koruyabildiğiniz halde, halkınızın
mahvolmasına göz yumuyorsunuz.
Bunun başlıca nedeni iktisat sorunu. Ekonominizin güçsüzlüğü, askeri
yenilginize yol açmıştır. Askeri yenilgiler, ülke ekonomisini daha da
batırmıştır.
Son dakikalar gelip çatıyor. Elinizde kalan toprağı koruyamayacak, ekonomik
çıkarınızı savunamayacak olursanız, sonra ne yapsanız boş. Ne yapılabilecekse,
şimdi yapılacak, sonra, iş işten geçecektir.
Ancak, yağıya (düşmana) askeri araçlarla baskı yapmağa yiğitçe çalıştığınız
halde, ekonomi konusunda, son derece kayıtsız, aciz ve bilgisiz görünüyorsunuz.
Yağının işgal ettiği yerlerden kopup gelen yüzbinlerce Türk göçmeni,
Anadolu'ya gönderildikten sonra, adeta unutuldu. Acaba, bu Türk köylülerinin,
öteden beri malik bulundukları toprağın geleceği düşünüldü mü?
Osmanlı devletinin, bugün, işgal edilmiş
topraklar üzerindeki hakkı sadece yönetimsel bir haktır. Bu hak, halkın, toprak üzerindeki mülkiyet
hakkını ihlal edemez. Ancak, siz, göçmenlerin eski topraklar üzerindeki
mülkiyet haklarını kanıtlama ve koruma hususunda ne gibi önlemler aldınız? Bu
yerler, Türk köylülerinin mülkiyet hakkını kanıtlayacak belgelerin korunmasını
düşünmediğinizden yitirilecektir.
Avrupa'daki topraklarınızın son parçası için didiniyorsunuz. Ancak, Türk
köylülerinin Avrupa’dan göçmesiyle, zeminin ayağınızın altından kaydığını
anlamıyorsunuz.
Göçmenlerin, eski yurtlarına dönmeleri ve ellerindeki toprakları korumaları
için çok çalışmalısınız. Tersi durumda, Avrupa’yı bütünüyle bırakıp,
Anadolu'ya sıkışmak zorunda kalacaksınız.
Kişisel girişimlerle, göçmenlerin toprak üzerindeki mülkiyet hakkının
korunması yolunda pek çok şey yapılabilirdi. Bu amaçla, göçmenler hakkında
inceleme yapılarak, onların adı, adresi ve yağı eline düşen hayvan ve eşyası
hakkında eksiksiz listeler hazırlanabil irdi pek âlâ.
Acaba içinizde, bunları düşünecek kimse neden çıkmadı?
Çünkü sizin usunuz ve düşünceniz, askeri harekat ve diplomasiyle
uğraşmakta, halkın çıkarma aldırış etmemektedir.
Devletiniz, vaktiyle demokratik bir devletti. Nitekim Osmanlılar eski güç
ve etkilerini bu yapılarından almışlardı. Fakat, Bizans'ın etkisiyle
yönetiminizin esasları değişti. Artık devlet, halkın gerekim ve çıkarlarını
düşünmüyor. Halkın sırtına yük oluyor. Devlet bugün, kimi (bazı) kişi ve
grupların, halkı ezmek için kullandığı bir araç.
Bu kişi ve grupların serveti arttıkça artıyor. Halk da yoksulluk ve
yoksunluğa düştükçe düşüyor. Derletin asıl görevinin, ulusa hizmet etmek
olduğunu kimse usuna getirmiyor.
Meşrutiyet yöntemini kabullendiniz. Ancak, halkın isteklerini teşhis edemediniz.
Siz aydınlar, ulustan uzaklaşmışsınız. Kendi ulusunuzu tanımıyorsunuz.
Siz ulusu, imgenizde, yiğitlik heyulası
kılığına sokarak ya övüyor, ya da bilgisizlik ve tutuculuğu nedeniyle
yeriyorsunuz. Ancak, ulusun yaşamını yaşamıyorsunuz. Ulusun duygularıyla, sizin
duygularınız arasında ortak bir nokta yok. Dolayısıyla, ulusunuzun onatiyle
(refahiyle) uğraştığınızda, gerçekte imgelerinize (hayalinize) bağlı
kalıyorsunuz.
Örneğin Tarım Bakanlığınız, orman yetiştirmek için bir bürokratik önerge
hazırlamış. Her şey, kâğıt üzerinde ölçümlendiği gibi gider de, köylüler ağaç
dikerse ve eğer ağaçlar, çocuklar ve köylülerce kesilmeyip de ormana dönüşürse,
30 yıl sonra, serin bir gölgelik doğacak demektir. Bu gölgelik, Tarım
Bakanlığınızın yüreğine, daha şimdiden serinlik serpiyor.
Siz, gölgeli ormanlar üzerine imgelere daldığınız halde, savaş nedeniyle
harab olan yerlerde, özellikle, Türkiye'nin, Osmanlı Devleti yönetiminde
kalacak bölümündeki Türk köylülerinin, tarlalarını ekmek için gereksindikleri
hayvan ve tohumları nereden sağlayacağını maalesef hiç düşünmüyorsunuz.
Mebuslar Meclisi’nin kapalı oluşundan yararlanarak çabuk çabuk yasalar
çıkarılıyor. Bu arada, emlak yönetmeliğinde değişmeler yapıldı. Yararlı bulunan
bu yöntemin, tamamlanıp bütünlenecek kimi yanları vardır.
Köy ve kentlerdeki emlak sahiplerinin ellerindeki malı korumaları ve
tarımsal işlevliklerini sürdürebilmeleri için, düşük faizli kredi verecek bir
malî örgüt kurulması zorunluğu vardır. Böyle bir örgüt kurulmadığı takdirde,
emlak yönetmeliğinin değiştirilmesi, sadece Türk halkının mahvını istemek demek
olacaktır.
Bu değiştirmeyle, miri arazi bankaların, anonim şirketlerin eline
geçecektir.
Bu tehlikeleri Tanin’de, Türk Yurdu’nda, Jeune Turc’te çok açıkladım.
İstanbul’un Türklerce yerleşilen semtlerinde bugün, yangınlar nedeniyle
sadece kül yığınları gözleniyor. Nasılsa bir köşeye sığınmış olan halk, son
derece büyük yoksulluk ve yoksunluk içindedir. Savaş, bu zavallıların
sıkıntısını daha da arttırmıştır.
Bu durumda bulunan insanların elindeki araziyi satın almak çok kolaydır.
Bankalar, kısa zamanda, böyle yerleri alarak, mağazalar, apartmanlar
dikecektir. O zaman İstanbul, bütünüyle değişecek, her yan elektrikle
aydınlatılacak, elektrikle devinen tramvaylar bütün İstanbul'u dolduracaktır.
Fakat o yerlerde, Türk-müslüman halkından iz kalmıyacaktır.
Arsa sahiplerinin torunları eski evlerinin yerinde yapılacak yabancı
konutlarda bir kapıcılık bulurlarsa ne ala. (Bu sözler abartım sayılmasın.
Beyoğlu’nu bir düşünün.)
Öte yandan, bankalar, köylülerin mal ve toprağına da el uzatacak
Yineliyorum: Emlak yönetmeliğinin değiştirilmesi son derecede zorunludur.
Ancak, halka düşük faizle kredi sağlayacak kredi kurumları kurumayacak ve
halk, Avrupa yöntemlerince, bu kurumlardan yararlanmayacak olursa Türk halkı,
yönetmelik değişimiyle perişan olacaktır.
Ülkede sanayiin gelişimi, günün en önemli gerekimi ve emelidir. Büyük
sanayiin, büyük servetler doğuracağından hiç kuşku yoktur. Burada önemli bir
sorun varsa, o da servetlerin kimin eline geçeceği, daha doğrusu, servetin,
yerli halka mı, yabancı bankalara mı aktarılacağı sorunudur.
Örnek olarak, geçenlerde verilen metro ayrıcalığı sorununu anayım, Basma
ulaşan haberlere göre, ayrıcalık alan şirket, daha başlangıçta, bu girişimden
iki milyon lira kazanacağını ummaktadır. Pekiyi Belediye ne alacaktır?
öğrendiğimize göre, Belediye'nin kazancı 3500 lira, (80 bin frank)
olacaktır. O da hattın bitiminden sonra. Halbuki, hat tamamlanınca, ayrıcalık
sahibi şirketin geliri daha da artacaktır.
Kent nüfusu ne denli artarsa artsın, Belediye’nin kilometre başına alacağı
kazanç değişmeyecektir. Gerçekteyse, yapılacak tünel geliri o ölçüde artmış
olacaktır.
Dolayısıyla, sözleşmede nüfus artışı da dikkate alınmalıydı.
Metronun, yararlı bir girişim olduğundan kuşku yoktur. Öte yandan, kentin
gelire ve devletin vergiye gerekimi vardır. Sanayiin gelişmesiyle, bu gerekim
daha da artacaktır. Bugünü düşünerek vermiş olduğunuz ayrıcalıklardan ilerde
pek az yararlanacaksınız.
Parlamentonuz kapalı olduğundan,
bakanlıklarınız her türlü denetimden yoksundur. Yapılan işlerde, kamu oyu hiç dikkate
alınmamakta, basın susmaktadır. Gazeteler, ya kapital yönünden satın alınmıştır
ya da olup bitenlerin iç yüzünden haberli değildir. Verilen ayrıcalıklar, her
şey olup bittikten sonra basma yansımaktadır. Dahası, ayrıcalık
sözleşmelerinin çok yanı gizli kalmaktadır.
Kimi kez, yanlış haberler de yansıyor gazetelere. Sözün gelişi, metro
sözleşmesinin, iki milyonluk bir avans sorununa bağlı olduğu haberi
yayılmıştır. Bu haberle kim kandırılıyor? Basın mı, hükümet mi?
Sözleşme imzalanmadan size banka kaimeleri gösterildi. İmzadan sonra,
kaimeler yine ceplere indi. Sadece avans alabildiniz.
Sizi daha büyük tehlikeler karşısında bırakan, devletin malî yönüdür. Bu
makaleyi uzatmamak için, işin mâliyeyi ilgilendiren yönünü gelecek yazıya
bırakıyorum. O yazıda, çeşitli yörelere ararlı olacak özel uygulama ve
girişimlere değineceğim (O yazı, 2 Mayıs 1913 gönlü Türk Yurdu’nda çıkmış,).
Geçmekte olan zaman son derecede tehlikelidir. Göz açmak, işe sarılmak
zamanıdır. Daha sonra her şey bitmiş olacaktır.
Sh:
259-262
İNGİLİZ EMPERYALİZMİ OSMANLI İMPARATORLUĞU (Özet
Olarak)
Osmanlı
imparatorluğunun, gücünü ve atılımını körelten tarihsel etmenlerin başlıcası
şimdiye değin Rusya’ydı. Kendisine Boğazlara doğru yol açmak için yüzyıllarca
inatla çalışmış olan Rusya, eğer bu kez Almanya ve Avusturya'nın direncini
kırmayı başarırsa ötedenberi göz diktiği Karadeniz'e el uzatacaktır.
Genel
savaşın çıkışından önce, Rusya’nın, Boğazları hiç gereksinmediği, ara sıra
işitildi. Gerçekten Rusya, Boğazlara sahip olmaksızın da pekâlâ işini
yürütebildi. Bu yoksunluğa karşın, gerek sınai, gerekse siyasal açıdan büyük
gelişmeler sağladı.
Boğazların
Rusya'ya gerekmediği kuramıyla birlikte, toprağının iyice büyümüş olması
nedeniyle, merkezsel yönetim gücünü yitirme tehlikesiyle karşı karşıya
bulunduğu ve dolayısıyla, artık yeni fetihler ardında koşamayacağı görüşü
ortaya atıldı. Ancak bu görüş, uzun bir barış dönemi var sayımına dayanıyordu.
Halbuki
Rusya şimdi büyük bir savaşa atılmış bulunuyor. Hem de bu savaşı, sınırlarını
genişletmek için yapıyor. Bu olup bitenler, Rusya’ya, yeni yerler ele
geçirmesinin tehlikeli olacağı kuramını çürütüyor. Boğazlar sorununu yeniden
ortaya çıkarıyor.
Rusya
için. Boğazların pek büyük bir değer taşıdığı yadsınamaz.
Trablus
savaşında, Çanakkale Boğazı'nın kapatılmasına tanık olduğumuz gibi, bu kapanma
nedeniyle Karadeniz ticaretinin felce uğradığını da gördük.
Bugün
Marmara Denizinde birkaç Göben zırhlısı dolaşsa, Rusya’ nın Karadeniz donanması
ve Rus kıyıları büyük tehlikeler karşısında kalır. Dolayısıyla, Rusya’nın, şu
sıra, Türkiye’nin yansızlığına verdiği önem yanında, Türkiye’yle çıkacak
savaşta Boğazların her halde kapatılacağı görüşü, üzerinde dikkatle durmağa
değer iki noktadır.
Boğazlardan
ticaret gemilerinin geçmesi şimdiden bir takım güçlüklerle karşılaştığından ve
Rusya’yla bir anlaşmazlık çıktığında, İstanbul limanındaki Rus gemileriyle
onların yüküne el konması belkili (Muhtemel) olduğundan, Karadeniz
limanlarındaki alış veriş, şimdiden sınırlamaya tabi tutulmuştur.
Göz
yumulamayacak olaylardır bunlar. Bu belirtiler, uygun bir fırsat çıkar çıkmaz,
Ruslar'ın Boğazlara el koymağa çalışacağını gösterir. Rusya’nın çıkarı,
Osmanlı devletine bir ölüm darbesi indirmektedir.
Ancak,
Rusya'nın bağlaşıkları (müttefikleri) razı olacaklar mıdır buna? Özellikle, bir
zamanlar, Türkiye'yle birlikte Rusya’ya karşı savaşmış olan İngiliz ve
Fransızlar, Çarlığın Türkiye’yi hedef tutan gaspedici bir devinisine ses
çıkarmıyacak mıdır?
Bu
sorulara yanıt verebilmek için, önce, Fransız ve İngiliz hükümetlerinin,
güttükleri doğu siyasasının niteliğini anlamak gerekir.
İngiltere’nin
Türkiye'ye karşı göstermiş olduğu dostça ilgi, Kırım savaşından sonra bir süre
epey soğumuştu. Bu kayıtsızlık, sadece resmî mahfillerde değil, malî ve ticari
mahfillerde de söz konusuydu.
Türkiye’nin
ilk borç sözleşmeleri İngiltere’yle yapıldı. Kırım savaşından önce,
Türkiye'den en büyük çıkarı olan devlet İngiltere’ydi. Fakat 1870’ten itibaren,
İngiliz para piyasasısası Türkiye’ye kapanmağa başladı. Bu çekingenlik
günümüze değin sürdü.
Resmi
adı Bonque Impériale Ottomane olan
resmî Osmanlı bankasının atası, Banque Ottomane, aslında
bir İngiliz sarraf kurumuydu. 1856’da kurulmuştu. Fakat, daha 1863'te, İngilizler
oradaki orunlarını (mevkilerini) Fransızlara bıraktılar. Fransızlar, bu kurumu
düzenlemek bahanesiyle, yeni bir takım ayrıcalıklar aldılar. O sırada
İngiltere, devletin iç işlerine de ilgisiz davranmaya başladı. Dikkatini daha
çok Mısır'a çevirmişti. Süveyş kanalının kazımı sorunu, büsbütün arttırdı bu
ilgiyi.
Bununla
birlikte, İngiltere'nin Mısır'a karşı göstermiş olduğu teveccüh ve iyi niyet,
Türkiye'nin yansızlığını (tarafsızlığı) korumak biçiminde değil, Mısır'da
İngiliz mandası kurulması biçiminde kendini gösterdi.
Rusya,
1877-78 yıllarında, Türkiye'yi baltalamağa koyulunca, İngiltere buna kayıtsız
ve seyirci kaldı. Ancak, son dakikada, Rus orduları Yeşilköy’e girince
İngiltere Almanya’yla birlikte uyandı. Onların işe karışmasıyla, Bismarck'ın başkanlığında
toplanan Berlin kongresi, aşırı Rus isteklerini, usal (makul) bir sınıra
indirdi. İşte o zaman Almanya’ nın varlığını korumasının ve çıkarının,
Türkiye'nin yaşamasında olduğu anlaşıldı.
Türkiye
1878'de, yağılarına (düşmanlarına) Balkan dağlan sınırını bırakmak zorunda
kalmakla, varlığını sürdürme olanağından yoksun edilmişti. İngiltere’yse, buna
örtük olarak (zımnen) razı oldu.
Bununla
birlikte, şurasını da belirlemek gerekir: 1860 yılından başlayarak, yüzyılın
sonuna değin uzanan zaman süresi içinde, İngiltere’nin sadece Türkiye'ye karşı
değil, bütün dünya politikası çekingen ve olumsuzdu.
1860'tan
Önceki yıllardaysa, gerek yakın gerekse uzakdoğuda, daha saldırgan bir politika
izlemişti. Kırım ve Çin seferleri bunun en canlı örneğidir. O yıllar,
İngiltere’nin, büyüklüğünün doruğuna tırmandığı dönemdir. Onun büyüklüğü,
atılımı ve saygınlığından, böyle bir dönemde kuşku duymak kimin haddineydi?
İngiliz sanayiiyle, bir ulusun rekabet edeceği düşünülebilir miydi?
İngiliz sömürgeleri o denli geniş, yer
yüzünde İngiliz çıkarları o denli dağınıktı ki, İngiltere bir övünç (gurur)
duygusuyla rahat rahat yaşıyordu. Bu rahat yaşamanın sadece tek koşulu vardı:
İngiltere dışındaki ülkelerin yavaş yavaş gelişmesi. Bunun içindir ki,
İngiltere'nin geri ülkelerdeki politikası tutucu, dahası gerici bir
görünümdeydi.
Dolayısıyla,
Çin'in ve Türkiye’nin geri kalması isteniyordu. Ama o, ülkelerde istibdat halkın kemiklerine işlemiş, ama o
ülkelerde demiryolu yokmuş, tecim (ticaret) gelişmemişmiş, bunlardan İngiltere’ye
ne? Bu ülkeler ne denli geriyse, İngiltere için o denli verimli bir pazardı.
İngiliz fabrikaları işsiz kalmıyordu ya...
İngilizlerin,
kurdukları hegemonya dolayısıyla, kendilerine güvenleri öylesine artmıştı ki,
Avrupa’nın egemeni, öbür Avrupalılardan yüksek bir ırkın üyeleriymişçesine
davranıyorlardı.
İngiltere,
tecim özgürlüğünden yanaydı. Çünkü bir gün, başka ulusların kendilerine rakip
olabileceğini uslarına bile getirmiyorlardı. Öbür ülkelerin sanayi gelişimini
daha beşikteyken boğmak ve bitimsizce (ebediyen) dünyanın fabrikatörü
kalabilmek amacıyla öneriyorlardı bağımsız tecimi. Böylelikle, İngiliz
uygarlığının, İngiliz fabrikalarının, İngiliz kurumlarının ve İngiliz
hükümetinin sonsuza değin sönmeyeceği inanandaydılar.
Almancada «insan çöküşüne yakın,
büyüklüğe kapılır» anlamında bir ata sözü vardır. İngiltere’nin durumu ona
uymuştur.
Alman
sanayiinin, son zamanlarda ulaştığı gelişme, bilisiz İngiliz bencilliğine
vurulan bir darbe olmuştur.
Almanlar,
zamanla, gerek Avrupa, gerekse Amerika'da, İngilizlerin en gözde tecim
(ticaret) alanlarında, onlara karşı başarı kazanmışlardır. Alman mamulleri,
İngiliz sömürgelerine bile, direnç görmeksizin girebilmiştir. İngiliz
tüccarları bu tehlike karşısında yaygarayı basmışlardır. Onların kendilerine
güveni o denli büyüktü ki, Alman rekabetinin, Alman sanayi ve teciminin
üstünlüğünden ileri geldiğini bir türlü anlayamıyorlardı.
İngilizler
sanıyorlardı ki, Almanlar kendi mallarını, İngiliz fabrikalarından çıkmış gibi
göstererek tüketicilerin ilgisini çekiyor. Bu bakımdan halk, İngiliz ve Alman
mamulleri arasındaki ayrım görürse artık Alman malına yüz vermez. Sonuçta,
Almanya’dan gelen malların üzerine «made in Germany» damgasının basılmasına
karar verildi.
Yabancı
bir ülkenin tecimini (ticaretinin) önlemek için alman bu önlemi anımsayanlar,
bugün gülmekten kendilerini alamıyorlar. Ancak, daha yirmi yıl öncesine değin,
İngiliz devlet adamları, bu önlemle, sömürgelerdeki
Alman rekabetini kırabileceklerini düşünüyorlardı.
Gerçek
tam tersi oldu. «Made in Germany», Alman mamulleri için tam bir reklam aracı
oldu. Daha etkili önlemler araştırılması, İngiliz emperyalizmi denen görünümün
(fenomen) ortaya çıkışına yol açtı.
Arlık,
İngiltere'nin genel dış politikasında başlıca etken, emperyalizm düşünce ve
kuramı olacaktır. Artık siyasal bir davranış kuralı olan emperyalizm’in ne tür
tecimsel çıkarlardan güç aldığını burada incelemeyi gerekli bulmaktayız.
Emperyalizm Öğretisinde başlıca erekler
şunlardır:
1.
Sömürgeler üzerinde,
İngiltere’nin etkinlik ve egemenliğini desteklemek ve sömürgeler arası
ilişkileri, açıklıktan ve güvenden yoksun kılacak bütün etmenleri ortadan
kaldırmak.
2.
Sömürgelerle yönetimsel
ilişkiyi yoğunlaştırmak.
3.
Yabancı mallara karşı, İngiliz
mallarını koruyucu bir gümrük tarifesinin kabulü ve uygulanması. Bu dış alım
vergisi İngiliz mallarının daha ucuz satılmasını sağlayacak biçimde
koyulacaktır.
Aşırı
emperyalist düşünce sahipleri. İngiltere'de de bu tip vergiler konulmasını ve
sömürgelerden gelecek ürün ve mamullere öncelik tanınmasını istemektedir. Bu
tasarıları gerçekleştirmek kabil olursa, İngiltere, sömürgeleriyle birlikte
gerçekten bir imparatorluk olurdu.
İngilizleri
endişeye düşüren, Almanların, tecimsel rekabetlerinden ayrı olarak
sömürgecilikte gösterdikleri başarılı çalışmaydı. Almanya’nın, büyük bir
donanma yapımına başlaması İngilizlerin asıl büyük endişesine yol açıyordu.
Korku, özellikle Güney Afrika’ya uzanıyordu. Boer’Ierin dirençleri hesaba
katılıyordu. Hızla gelişen Boer Cumhuriyetlerinin, günün birinde Cap
sömürgesiyle birleşip İngiltere'den kopacağı düşünülüyordu. ,
Avrupa’da
durum, buyken, uzak doğuda, etkenlik ve gücünü gün geçtikçe arttıran bir ülke,
Japonya doğuyordu. Çin’e karşı açtığı 1894 seferi, Japonya’nın, sanayi ülkeleri
arasında yer almakta olduğunu saptamıştı. Uzak Doğu politikasını, Çin’in mışıl
mışıl uyumasına göre ayar- lıyan İngiltere, bu seferden sonra erinçsizliğe
(huzursuzluğa) kapıldı.
Öte
yandan, Sibirya içinden Okyanus’a değin uzana demiryolunu tamamladıktan sonra,
Mançurya’yı topraklarına katan, Port Arthur ve Kore’yi işgal için hazırlığa
girişen Rusya da Büyük Britanya üzerine kara bulutları çekmişti.
Almanya,
Kiau-Tsehau bölgesini tasarruflarına almakla Çin'de sözünü geçirir olmuştu.
Buna seyirci kalamazdı, İngiltere. Nitekim her yerde, etken bir politika
izlemeye başladı. .
İlk
sonuç, Güney Afrika savaşıdır.
Büyük
Britavna, bütün güney Afrika'yı kendi egemenliğine almak amaciyle giriştiği bu
savaşta, amacını gerçekleştirdi.
Güney
Afrika savaşını, doğuş ve başarı koşulları çok önceden Londra’da tezgahlanan
Rus-Japon savaşı izlemiştir. İngiltere’nin, Rusya’yl?, yapılacak savaşta, Tokyo
hükümetine yardım vaat ettiği, artık bilinen bir gerçektir. Almanya’nın, o ara
Anadolu'da sağladığı başarı, Alman- İngiliz ilişkilerini gerginleştirdi.
Anadolu demiryolu ayrıcalığım ele geçirene değin, Almanya epey güçlükle
karşılaşmıştı. İngiltere, yukarda özetlediğimiz olumsuz politikası ve kayıtsız
politikası nedeniyle bu ayrıcalığı elde edememiştir. Yoksa, onun için böyle bir
olanak, işten bile değildi.
Anadolu
hattının parlak işlerden olduğu ve şimdiye değin büyük kazançlar bıraktığını
söylemek yanlış olur. O hat, gelecekte daha kazançlı olacaktır. Yolun en büyük
yararı, Anadolu'yu dalmış olduğu gaflet uykusundan uyandırmak olacaktır.
(İngiltere'nin o zamana değin böyle bir girişimde bulunmayışı, işin ilk ağızda
büyük kazanç bırakmayışı ve demiryolunun, Anadolu'yu uyandırmasından çekinmesi
olmuştur. M.S.)
Almanlar, Bağdat
Hattı yapımını da üstlenince, İngilizlerin telaşı arttı. Halbuki Ingiliz
mühendisleri, Irak ve El-Cezire’yi Karadeniz’e bağlayacak ve yapımı, Konya’dan
geçecek yoldan daha kolay ve ucuz olacak bir hat tasarısı hazırlamışlar. Fakat
İngiliz kapitalistleri (nasılsa kolay kazandıkları gerekçesiyle M.S.) bu tasarıları bir
yana atmışlardı.
Bağdat
hattının yapımına başlanınca, İngilizler, Almanların Hind Okyanusuna doğru
açıldığını ayırt ederek, korkularından titremeye başlamışlardı. Hattın
yapımını engellemek için, İngiltere’nin bütün yaptıklarım anlatmaya yerimiz
yok. Ancak, onun asıl yumruğu Türkiye’nin sırtına indirdiğim ve Almanya'yı
dolaylı olarak zarara sokmak istediğini belirteceğiz.
Rus-Japon
savaşı, Rusya'nın ezilmesiyle bittikten ve iç olaylarla Rusya iyice
yıprandıktan sonra, İngiltere, Almanya'yla daha kolay uğraşabilecekti. Orta
Asya ve İran sorunlarını çözüme bağlayan sözleşmeyi Petersburg hükümetiyle imzaladıktan ve Rusya'yı bağlaşıkları
arasında aldıktan sonra Fransa'yı da bağlaşıma kattı.
Üçlü
bağlaşı, Avrupa’nın barış ve esenliği için imzalanmış gibi gösteriliyordu.
Gerçekteyse, tam bir saldırganlık paktıydı. (Amaç, İngiltere'nin, orta ve
yakın doğu politikasında, Almanya’ya karşı bütünüyle bağımsız kalmasıydı. M.S.)
Bağlaşık
(müttefik) devletlerle uzlaşık (itilafçı) devletler, son Balkan Savaşında,
savaşmaksızın boy ölçüştü.
İtalya’nın,
Trablus Savaşında tek başına bir yol tutması, bağlaşımın biçimsel olduğunu
daha o zaman anlamıştır. İtalya’nın, bu yan\ çizmesinden sonra yalnız kalan,
Almanya, Avusturya-Macaristan, üçlü uzlaşım (itilaf) politikacılarının
baskısına dayanamadılar. İki devletin, baş eğişi, Macaristan'da açıkça kendini
gösterdi. Bunun üzerine, üçlü uzlaşımcılar Avrupa siyasetini ellerine aldı.
Bir
yanın üstünlük ve yenginliğinin (galipliğinin) öbür yanın aşağılanma ve
yenilgisi alamına gelen siyasal bir durum doğmuş ve o durum, gösterdiği
güçsüzlük ve dirençsizlikten dolayı, Almanya’yla açıktan açığa alay edilmesine
yol açmıştı. Siyasal dengenin, Avusturya ve Almanya aleyhine dönmesi sonucunda,
OsmanI) Devleti, mülkünü, yağılarına (düşmanlarına) bırakmak zorunda kaldı.
Halbuki savaştan önce (Balkan Savaşı M.S.) Türkiye'nin toprak bütünlüğü
cafcaflı sözlerle güvenceye alınmıştı. (Dostlarından çözge (çare) gelmeyince,
Osmanlı hükümeti, varlığını, yağıya bıraktı ister istemez.)
Türkiye’nin
Avrupa’daki mülküne el konurken, İngiltere açıktan açığa ve zoralıma (gaspa)
öncülük eden Rusya’yı tutmuştur. Üçlü uzlaşmacıların (itilafçıların) ilk büyük
başarısı budur. Şimdiyse, uzlaşmacıların yüzünden çıkan bir Avrupa savaşıyla
karşı karşıyayız.
Varsın,
İngiliz Başbakanı lord Asquith, müşterisine dil dökerek bozuk mal satmağa
savaşan bir tüccar havasıyla, savaşa, sadece Belçika’nın yansızlığım koruma
ereğiyle girdiğini söyleyedursun. İngilizler arasında bu laflara inanacak
safdil çıkar mı bilmeyiz. Bu savaşın uzun süredenberi İngiltere, yönünden
tezgahlandığını bütün dünya anlamıştır. Erek, Almanya’nın dünya ticaretini
yıkmak, Alman donanmasını denizlerden silmek, Alman siyasal etkinliğini
(nüfuzunu) yıkmak, işin bu yanı çözümlenince, emperyalist emelleri
gerçekleştirmek, etkinlik bölgelerini sömürgeye çevirerek, sağlam bir örgütle
İngiltere’ye bağlamaktı.
Basra
Körfezi çevresiyle, Irak kıtasının, İngiltere için birer etkinlik alanı
olduğu, son yıllarda iyice öğrenildi. İngiltere, Irak’a, sağlam ve sürekli
biçimde yerleşebilmek için Küveyt şeyhini, daha şimdiden bir aygıt gibi
kullanmaktadır. Basra-Bağdat çevresine el konulması yolunda ilk adımı çoktan
atmış olan İngiltere, şimdi bir adım daha atmak isteyecektir. "
Basra
Körfezi'yle Irak çevresi, İngiltere’nin Hindistan üzerindeki mülkiyet savı ve
egemenliği açışından çok önemlidir. Hind Okyanusu’ na çıkan yollar, böylece
denetim altına alınacağı gibi, ilerde petrolü açısından çok önemli bir orun
(mevki) kazanacak Irak da elden kaçırılmamış olacaktır.
İngiliz topraklarında yoktur petrol.
Sömürgelerinde de yoktur. Halbuki sürümü
çok yüksek bir aydınlatma ve ısıtma aracıdır o. Savaş gemilerinde kömür yerine
kullanılmaya başladığı andanberi en değerli yakacak olmuştur.
Petrol
kaynaklarına bizzat malik olmak istiyen Ingiltere, onları Irak’tan başka bir
yerde bulamayacağını biliyor. Dolavısiyle, uzlaşımcıların utku ve yenginliği
(zafer ve galipliği) durumunda, Osmanlı petrol kaynaklarının bulunduğu yöreye,
Türkiye'nin toprak bütünlüğünü bozacak bir saldırı belkiliğini (itimalini)
düşündürecek ciddi nedenler vardır. Osmanlı devletini bölme ve dağıtma
yolundaki ilk saldırının İngiltere’den geleceği düşünülmelidir.
Osmanlı
devletinin bölüşümünde Rusya, İngiltere'den daha sabırlı olabilir.
Avusturya-Macaristan bir kez bölündükten, Almanya’nın gücü hiçe indirgendikten
sonra, yörenin tek egemeni olacak Rusya, pençesini Osmanlı devletine istediği
zaman uzatabilecektir.
Eğer
bir gün, Boğazların uluslararası denetime verilmesi söz konusu edilirse, Rusya
kuşkusuz, onların Türkiye’nin elinde bırakılmasını yeğ tutacaktır. Bu yeğleme,
Türkiye'nin güçsüz ve aciz kalacağı varsayımına dayandırılacaktır. Türkiye’nin,
tahnit edilmiş bir ceset gibi Boğazların çevresinde yer almasına, Rusya biraz
daha katlanacaktır.
Bu
savaşta İngiltere'nin, Rusya’nın emellerine hizmet eder biçimde davrandığı
yadsınamaz. Zaten İngiliz muhalefeti, bunu her gün devletlerinin yüzüne çarpıp
duruyor.
İngiltere,
üçlü uzlaşımın yenginliği (galipliği) durumunda Rusya'nın bir atılım ve güç
kazanacağını, Çar’ın, Avrupa’yı kendi hegemonyasına alacağını bilmektedir. Yer
yüzündeki hükümdarlar arasında. Moskof çarları denli buyruk vermesini bilen
kimse yoktur.
İngiltere,
şu noktayı da iyice kavramıştır: Rus imparatorluğunun etkinliğinin ve
yenginliğinin etkisi, savaşta sonra, sadece Avrupa’da değil, Asya'da da
duyulacaktır. İngiltere’yle Rusya arasında, doğuda olsun merkezsel Asya’da
olsun rekabet canlanacaktır. Çarlık, geçmiş yenilgilerini hiç bir zaman
unutmayacaktır. Dolayısıyla, İngiltere’nin neden olduğu, Rus-Japon savaşında,
uğradığı yitimlerin acısını çıkaracaktır. Rusya, düşmanlarını ezmeyi
başardığında da sınırlarım alabildiğine genişletecektir.
Bu
nedenlerle şu inançtayım: Savaşın bitişi ardından, İngiltere Doğuda, kesin
siyasal bölünmede yandaş çıkacaktır. Ana yurdunu, sömürgelerle kaynaştırıp
bütünleştirecek, sömürgelerini, dünyanın öbür kesimlerinden yalıtmaya
çalışacaktır.
İngiliz bayrağının dalgalandığı bölgeler,
bugün, kimi halkaları eksik büyük bir zincire benzetilebilir. Eksik halkalar
arasında, Osmanlı İmparatorluğuyla Mısır da vardır. İngiltere halkayı
tamamlamağa karar vermiştir.
İngiliz
sanayii, dünya sanayiine üstünken, İngiltere’nin çıkan, dünyanın çıkarı
sayılabilirdi. Şimdiyse, sorun bütünüyle değişmiştir. İngiltere şimdi,
ulusların çıkarım, kendi çıkarma hizmet eder duruma getirmek arzusundadır.
Büyük Britanya'yı mücadeleye atılmaya götüren, dünya pazarında, Alman sanayii
önünde uğradığı yenilgidir.
İngiltere’de
emperyalist düşünce ve taşanları destekleyen, körükleyen ve ülkenin yazıtını
elinde bulunduran entrikacı güruhun, her şeyden önce ulaşmaya çalıştığı erek.
Alman kuşaklarının çalışması ve Alman bilim ve tekniğinin katkısiyle oluşan
Alman sanayiinin köküne kibrit suyu ekmektir. «Madem ki Almanya en güzel
gemileri yapıyor. O halde biz o gemileri ya çekip almalıyız, ya delip
batırmalıyız.» İşte İngiliz emperyalistlerinin mantığı.
Bu
savaş, köhne İngiliz geleneği içinde yıpranmış İngiliz tecimine (ticaretine)
karşı Almanya'nın getirdiği modem kural ve örgütlenmeyi ortadan kaldırmak için
açılmıştır. Bu savaş, verimsiz İngiliz işletme* ciliği, geri İngiliz sanayii
adına açılmıştır. Almanya’nın getirdiği ileri kredi sistemi karşısında bir
fosil gibi duran İngiliz sarraflığını yaşatmak için açılmıştır (1914’te
yayınlanan 32 sayfalık bu risalenin özgün adı, “Umumi Harbin Neticelerinden:
İngiltere Galip Gelirse”dir).
Osmanlı
imparatorluğu, savaştan ne yolda yararlanacaktır?
Bab-ı
Âli'nin siyasal ekolünü incelemek ve eleştirmek konu dışı. Ancak Avusturya ve
Almanya'nın yenginliğiyle (galipliğiyle) bitecek savaşın. Doğu politikasına ne
getireceği, yazımızın amacı.
Kuşku
yok, savaştan sonra Almanya ve Avusturya’nın tutumu dost Türkiye’ye karşı
tutumu dostça olacaktır. Alman imparatorluğunu, Avusturya’nın varlığını
güvenceye almak, bütün Alman soydaşlarını birleştirmek amacıyla Rusya’yla
savaşmak zorunda kalması gibi bırakan nedenlerin aynı, Osmanlı imparatorluğuna
da güvence ve gelişim olanakları sağlamağa götürecektir. (Almanya'yı, Rusya’yla
savaşmaya götüren, Rus Çarlığının, günden güne artan atılım ve gücüdür.)
Rusya
yenik düşerse, doğallıkla, hem süel (askeri) açıdan, hem de arazice uğrıyaçağı
yitim yüzünden epey güçsüz kalacaktır. Böyleyken de yaşayacaktır Rusya. Kırım
Savaşından sonra yaptığı gibi kendini yeniden toplayacak ve Almanya için
yeniden bir korkutma aracı olacaktır.
Yitirdiği
topraklar yüzünden, 10-15 milyon azalsa bile, Rusya'nın nüfusu savaştan sonra
150 milyon gibi büyük bir sayıdan aşağı düşmeyecektir. Savaş sonunda, Rusya'nın
yenik düşme olanağı varsa da, Çar hükümetinin, ulusu tutsak ve bilisiz (cahil)
ve sefil tutması ve böylece ulusal gücün gelişimini kendi eliyle engellemesi
gibi nedenlerden doğmaktadır bu. Bununla birlikte, Rusya'nın yönetim biçimi
ergeç kesinlikle değişecektir. İşte o zaman Rus ulusunda içkin olarak var
olan, siyasal ve ekonomik güç kendini gösterecektir.
Rusların
yatkınlık ve yeteneğinin gelişmesi sonucunda ve nüfusun öbür ülkelerin nüfusu
üstüne çıkışıyla Rusya, değil yalnız Cermen hükümetlerinin, bütün Avrupa'nın
bile baş edemeyeceği bir güç olacaktır.
içinde
bulunduğumuz savaşla Rus tehlikesi geçiştirilmeyeceğinden, Almanya, bu
tehlikeyi daha etkili ve kesin biçimde göğüslemek amacıyla, birtakım önlemler
alacaktır.
Bütün
bunlar dikkate alınınca, Türkiye’nin Almanya için taşıdığı olağanüstü önem
derhal açığa çıkar.
Karadeniz’e
yol veren tek kapının açkılan (anahtarları) Türkiye'nin elinde. Ancak
Türkiye'ye Almanya’nın gözünde daha bir önem kazandıran, Türkiye’nin tuttuğu,
değişimci, yenileşmeci yolla, bir gün, Karadeniz kıyılarından, Edirne’den ta
Basra Körfezi’ne değin, büyük ve güçlü bir İslam imparatorluğuna dönüşme
belkiliğidir (ihtimalidir). Böyle bir imparatorluk, Almanya ve Avusturya'nın
Rusya’ya karşı giriştikleri dövüşte, yam başlarında doğal bir bağlaşık
bulmaları demek olurdu, (Rusya’ya sınır komşusu olmaları dolayısıyla, Almanva
ve Avusturya ve Osmanlı İmparatorluğunun çıkar birliğine gireceklerine değiniyor
Parvus. M.S.).
Bu
konuda Almanya ne Anadolu’da ne de El Cezire ve Irak’ta Türkiye'nin yerini
tutabilir. Olsa olsa, oralarda tam bir sömürge kurulabilir. Almanya'nın, kendi
başına Asya'da bir hükümet olması imgedir (hayaldir).
Türkiye’de
gelecektir bir hükümet kurulacaksa, bu hükümet sadece Türk hükümeti olabilir.
Türkiye, yeni ve modern bir hükümet kuracak yeterliğe sahip olur da o yeterliği
iyi kullanırsa, tarihsel bir görev yapmış ve Rusya’nın, Asya'daki hegemonyacı
girişimlerini engellemiş olur. İlerlemekte olan Uzak Doğu halklarının da bu
konuda yardımı dokunacaktır. .
Ancak
Türkiye, ileri adım atmazsa, şimdiki topraklar üstünde sömürgeler görmeye
katlanacak, sömürgelerin siyasal önemiyse pek yüksek olmayacaktır. Halbuki bu
yerlerin çok güçlü bir hükümetin yönetiminde olması Almanya için koşuldur
(şarttır).
Almanya'ya
koşut (paralel) bir tutum izleyen Avusturya’nın, Osmanlı hükümetine karşı
dostça bir tutum izlemesini gerektirecek başka nedenler de bulunmaktadır. Bir
kez, savaştan yengin (galip) çıksa bile, Almanya, İngiltere’nin deniz
üstünlüğüne son veremez. Almanya, Avrupa'da siyasal egemenliğini kurduktan
sonra, Alman emperyalistleri, kuşkusuz, bütün çabalarını, İngiltere’nin deniz
üstünlüğünü yıkmaya ayıracaklardır.
Almanya’nın
yenilgiye uğratacağı ülkelerden alacağı büyük savaş giderimi (tazminatı), her halde
onun, çok ulusu geride bırakacak güçte’ donanma yapmasına elverecektir.
Almanya, bunu başarsa bile, Cebelit - Tarık ve Mısır gibi büyük stratejik
noktalar İngiltere’de kaldıkça, deniz üstünlüğü sorununu yine de
çözümleyemeyecektir.
Savaş,
Almanya’nın Okyanus ulaşımını hemen bütünüyle kesintiye uğratmış ve Bağdat
Hattının önemini bir kat daha arttırmıştır.
Söylediklerimizden
de önemlisi, Mısır’da İngiliz egemenliğine son vermektir. Türkiye'nin
güçlenmesi yolunda, Almanya'nın yapacağı işlerden biri de, Mısır’da İngiliz
egemenliğine el çektirmektir.
Almanya’nın
doğu politikası, savaştan önce, barış ve esenlik gerekçeleriyle zorunlu olarak
güçsüzlüğe uğramış bulunuyordu. Rus İmparatorluğunun atılımını endişeyle
izleyen Almanya o zaman, Rusya'nın dostluğunu korumaya çalıştı. Hohenzollem
hanedanıyla, Romanof hanedanı arasında pek eski bir dostluk vardı. Eğer
Avusturya, Kırım Savaşı sırasında, Rusya’ya kılıç çekmemişse bu, Prusya'nın
kesin direnişi nedeniyle olmuştur. Buna karşılık Rusya'nın, 1866-70 tarihlerinde
sürdürdüğü yansızlık politikası nedeniyle, Prusya, önce Avusturya'yı, sonra
Fransa'yı ezmeyi başarmıştır. Rusya’nın o savaşa seyirci kalmasının başlıca
nedeni, Kırım Savaşının açmış olduğu yaralan henüz kapatamamış oluşudur. Öte
yandan, Avusturya'nın güçsüz, düşüşünde Rusya’nın çıkarının oluşu, Rusya'ya
1866’da yansızlık politikasını kabul ettiren belli başlı nedenlerdendir.
Balkan
savaşına değin Almanya, Rus-Fransız bağlaşımına (ittifakına) karşın, Rusya'yla
barış içinde yaşamanın olanaklı olduğunu sanmıştı. Savaş ilânına birkaç gün
kala Almanya, İngiltere’nin yansızlığını koruyacağı umudundaydı. Savaş, bütün
çekince (tereddüt) ve imgelere (hayallere) son verdi. Karşılıklı çıkarlar
çarpışmaya başladı. Bunlar, barışçıl amaçlarla uyuşturulamaz çıkarlardı.
Bu
nedenle, Almanya’nın, hasımlarıyla başa çıkabilmesi olanaklı olursa, Doğu
politikasına bir devini ve işlevlik getireceğinden kuşku duyulmamalı (1914’de
yayınlanan 24 sayfalık bu risalenin özgün adı «Umumi Harbin Neticelerinden:
Almanya Galip Gelirse »dir.).
Sh:269-279
Kaynak: TÜRKİYE'NİN MALİ TUTSAKLIĞI /
Parvus Efendi - Muammer Sencer, 1. Basım - Aralık 1977, İstanbul
**
Sabah yazarı
Engin Ardıç, Parvus’un “Alman ajanı ve silah taciri” olduğunu yazarken, Akşam
yazarı Atılgan Bayar, “Bolşevik devriminin lideri Lenin’i
finanse ettiğini ve mason olduğunu” kaleme aldı. İstanbul/ Milliyet
20.
Yüzyılın en renkli entelektüel simalarından birisidir. Kendisi devrim tüccarı
olarak bilinir. Toplumsal dönüşüm anlarının hemen öncesinde ya da sonrasında
Almanya, Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunmuştur. Devrimler ve savaşlar
üzerine yaptığı spekülasyonlarla dünyanın en zengin insanlarından biri olarak
ölmüştür. Asıl adı Alexander İsrael Helphand’dır.
Devrimciliğe
ilk olarak 1905 Rus devriminin liderlerinden biri olarak başlamıştır. Bu
dönemde sonradan Troçkistlerin benimseyeceği "sürekli devrim" modelini
geliştirmiştir. Sonraları Almanya’ya geçip oradaki sosyal demokrat çevrelerle
ilişkiye girmiştir. Ancak Gorki'nin kitaplarını telif hakkı vermeden izinsiz
yayımladığı için bu çevrelerden dışlanmıştır. 1910'da Türkiye’ye gelir.
1908
devrimi (2. Meşrutiyet) sonrası ittihat Terakki’nin iktisat politikasını
belirleyen kişilerden biri olur. Sonraları "milli iktisat"
adını alacak ve cumhuriyet döneminde de kısmen uygulanacak tezlerin
kurucusudur. Ayrıca Marksizm’in kapitalizmin ilerici rolünü yaptığı vurguya
kapitalize olan ama ilerlemeyen Osmanlı örneği ile eleştirir.
1.
Dünya savaşına kadar Türkiye’de yaşar. Savaşa girilmesinde kısmen etkili olur.
Savaş spekülatörlüğü ile milyoner olur. Ancak kazandığı parayı bu sefer
Bolşevik ihtilali için harcar. Lenin ve Zinovyev'in trenle Rusya’ya gizlice
girmelerini sağlar.
Devrim
başarıya ulaşınca Rusya’ya dönmek ister ama Lenin yeni bir devrim yapacağı
korkusuyla girmesine izin vermez ama sonraları oğlu Rusya’ya girecek ve
dışişleri bakanı olacaktır. Parvus efendi 1924'te dünyanın en zengin
adamlarından biri olarak ölür.
https://eksisozluk.com/parvus-efendi--676674
http://www.milliyet.com.tr/kim-bu-parvus-efendi-/yasam/haberdetay/08.10.2009/1147719/default.htm
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar