Print Friendly and PDF

TÜRK YURDU DERGİSİ VE PARVUS’UN YAZILARI



Ekonomiyi gerçekten bildiğini yaşam ve işlevliğiyle kanıtlayan bir yazarımız, geçen hafta yayınladığı bir broşürde «bir tüccarın en önemli zamanının yıl sonu bilanço zamanı “olması gibi, bir ulusun bireyleri de en çok ülke ekonomisiyle ilgilenmelidir... Çünkü geleceğin hesap bilançocu oradadır» diyordu.
Türk Yurdu'nun en çek önem vermek istediği konulardan birisi, ülkenin ekonomik durumunu ortaya sermek, çeşitli çözüm yollan öner­mektir. Bununla birlikte, dergimiz, ancak esnafın durumundan söz eden bir makale yayınlıyabilmiştir şimdiye değin.
...Türk yurdu, bu eksikliği gidermek amacıyla, ülkenin tanınmış iktisatçılarına başvurmuş. Ancak onlardan vaatten başka bir şey ala­mamış; bu bakımdan Türk değilse de, Türklere sempati duyan, ve ülkemizin ekonomik- durumunu sağlam, bir yöntem ve etkin bir bakış­la inceliyen birinin sayın Parvus Efendi’nin yardımım sağlamıştır.
Sayın yazarın Tanin ve Jeune Turc’teki makaleleri bilim ve yete­neğini açıkça göstermiş olduğundan, okuyucularımızın, kendisini ya­zarlarımız arasına katmamızdan gönenç (memnunluk) duyacaklarını umuyoruz.
Parvus Efendi’nin ekonomik ve toplumsal görüşlerinin kimi önem­li noktalarına Türk Yurdu katılmazsa da, halkı sevmek ve elinden gel­diğince yoksul halka yardımcı olmak gibi önemli bir temelde, yazarla uzlaşmaktadır.
Şimdi sözü Sayın Yazara bırakıyoruz:
Sh:221
Türk Yurdu, Mart 1913
Bugün Türkler, başkaları üzerinde egemenlik kurmak için değil, varlıklarını korumak için savaşmak zorunda. Bu gerçeği, uzun uzadı­ya açıklamağa ve kanıtlamağa gerek var mı?
Eğer siz, ülkenizin, kanının son damlasını akıtmakta bulunduğu­nu duymuyor ve başkentinizin kapıları önüne yaklaşmakta olan top sesleriyle sarsılmıyorsanız, eğer siz, yağı (düşman) yönünden çevrilmiş ve bir av hayvanı gibi sıkıştırılmış olduğunuzu farketmivorsanız size bir makale hacmi içinde ne söylenebilir?
Amerika'da mahvedilen yerli halk gibi ortadan kaldırmak istiyorlar sizi. Bu karşılaştırmayı, gökçeyazınsal (edebî) bir karşılaştırma veya benzetme saymayınız. Acı bir gerçektir bu. Eğer onu anlamıyorsanız, pek fena bir orunda (mevkide) bulunduğunuzu onurunuz size söylet­mediğinden anlamıyorsunuz.
Köyleriniz yakılıp yıkılmakta, her köşede insanlar kütle halinde öldürülmekte, işkenceye alınmakta, böylece halka dehşet salınmakta­dır. Sonuçta, bir zamanlar, Amerika yerlilerinin Avrupalılardan kaç­ması gibi, bugün de Türk köylüsü, hiç denebilecek denli az mal ve servetini sırtına vurarak Avrupa «uygarlıkçıları»ndan kaçmaktadır. Dahası, toprağına el koyabilmek için halka baskı yapılmaktadır.
Aynı işlem vaktiyle, Amerika'nın yerli halkına da reva görülmüş­tür.
İşte, yurttaşlarınız göçüyor. Zavallı göçmenler. Artık, Boğaz’ın öte yakasına geçip, Anadolu çölünün yolunu tuttular.
«Uygarlıkçılar» size. Doğu Anadolu, Mısır ve Suriye yörelerinden de sokulmaktadır. Bütün yollarınızı kapamış ve kuşatmış durumdalar. Eğer yerlerinizde tutunamayacak ve çağa uygun ekonomik bir güç kazanamayacak olursanız dağılır gidersiniz.
Büyük devletlerin yıkılışına değgin pek çok örnek veriyor tarih. Devletlerin çöküşü, ulusların mahvolması demek değildir. Lehliler, dev­letlerinin bağımsızlığını yitirmediler mi? Bununla birlikte uluslarını korumadılar mı? Sizdeyse tersine. Devletinizi iyi kötü koruyabildiğiniz halde, halkınızın mahvolmasına göz yumuyorsunuz.
Bunun başlıca nedeni iktisat sorunu. Ekonominizin güçsüzlüğü, askeri yenilginize yol açmıştır. Askeri yenilgiler, ülke ekonomisini da­ha da batırmıştır.
Son dakikalar gelip çatıyor. Elinizde kalan toprağı koruyamayacak, ekonomik çıkarınızı savunamayacak olursanız, sonra ne yapsanız boş. Ne yapılabilecekse, şimdi yapılacak, sonra, iş işten geçecektir.
Ancak, yağıya (düşmana) askeri araçlarla baskı yapmağa yiğitçe çalıştığınız halde, ekonomi konusunda, son derece kayıtsız, aciz ve bilgisiz görünüyorsunuz.
Yağının işgal ettiği yerlerden kopup gelen yüzbinlerce Türk göç­meni, Anadolu'ya gönderildikten sonra, adeta unutuldu. Acaba, bu Türk köylülerinin, öteden beri malik bulundukları toprağın geleceği düşünüldü mü?
Osmanlı devletinin, bugün, işgal edilmiş topraklar üzerindeki hak­kı sadece yönetimsel bir haktır. Bu hak, halkın, toprak üzerindeki mül­kiyet hakkını ihlal edemez. Ancak, siz, göçmenlerin eski topraklar üze­rindeki mülkiyet haklarını kanıtlama ve koruma hususunda ne gibi önlemler aldınız? Bu yerler, Türk köylülerinin mülkiyet hakkını kanıtlayacak belgelerin korunmasını düşünmediğinizden yitirilecektir.
Avrupa'daki topraklarınızın son parçası için didiniyorsunuz. An­cak, Türk köylülerinin Avrupa’dan göçmesiyle, zeminin ayağınızın al­tından kaydığını anlamıyorsunuz.
Göçmenlerin, eski yurtlarına dönmeleri ve ellerindeki toprakları korumaları için çok çalışmalısınız. Tersi durumda, Avrupa’yı bütünüy­le bırakıp, Anadolu'ya sıkışmak zorunda kalacaksınız.
Kişisel girişimlerle, göçmenlerin toprak üzerindeki mülkiyet hakkının korunması yolunda pek çok şey yapılabilirdi. Bu amaçla, göç­menler hakkında inceleme yapılarak, onların adı, adresi ve yağı eline düşen hayvan ve eşyası hakkında eksiksiz listeler hazırlanabil irdi pek âlâ.
Acaba içinizde, bunları düşünecek kimse neden çıkmadı?
Çünkü sizin usunuz ve düşünceniz, askeri harekat ve diplomasiyle uğraşmakta, halkın çıkarma aldırış etmemektedir.
Devletiniz, vaktiyle demokratik bir devletti. Nitekim Osmanlılar eski güç ve etkilerini bu yapılarından almışlardı. Fakat, Bizans'ın etkisiy­le yönetiminizin esasları değişti. Artık devlet, halkın gerekim ve çıkar­larını düşünmüyor. Halkın sırtına yük oluyor. Devlet bugün, kimi (bazı) kişi ve grupların, halkı ezmek için kullandığı bir araç.
Bu kişi ve grupların serveti arttıkça artıyor. Halk da yoksulluk ve yoksunluğa düştükçe düşüyor. Derletin asıl görevinin, ulusa hizmet etmek olduğunu kimse usuna getirmiyor.
Meşrutiyet yöntemini kabullendiniz. Ancak, halkın isteklerini teş­his edemediniz. Siz aydınlar, ulustan uzaklaşmışsınız. Kendi ulusunuzu tanımıyorsunuz.
Siz ulusu, imgenizde, yiğitlik heyulası kılığına sokarak ya övüyor, ya da bilgisizlik ve tutuculuğu nedeniyle yeriyorsunuz. Ancak, ulusun yaşamını yaşamıyorsunuz. Ulusun duygularıyla, sizin duygularınız arasında ortak bir nokta yok. Dolayısıyla, ulusunuzun onatiyle (refahiyle) uğraştığınızda, gerçekte imgelerinize (hayalinize) bağlı kalıyorsunuz.
Örneğin Tarım Bakanlığınız, orman yetiştirmek için bir bürokra­tik önerge hazırlamış. Her şey, kâğıt üzerinde ölçümlendiği gibi gider de, köylüler ağaç dikerse ve eğer ağaçlar, çocuklar ve köylülerce kesilmeyip de ormana dönüşürse, 30 yıl sonra, serin bir gölgelik doğacak demektir. Bu gölgelik, Tarım Bakanlığınızın yüreğine, daha şimdiden se­rinlik serpiyor.
Siz, gölgeli ormanlar üzerine imgelere daldığınız halde, savaş ne­deniyle harab olan yerlerde, özellikle, Türkiye'nin, Osmanlı Devleti yönetiminde kalacak bölümündeki Türk köylülerinin, tarlalarını ekmek için gereksindikleri hayvan ve tohumları nereden sağlayacağını maale­sef hiç düşünmüyorsunuz.
Mebuslar Meclisi’nin kapalı oluşundan yararlanarak çabuk çabuk yasalar çıkarılıyor. Bu arada, emlak yönetmeliğinde değişmeler yapıldı. Yararlı bulunan bu yöntemin, tamamlanıp bütünlenecek kimi yanları vardır.
Köy ve kentlerdeki emlak sahiplerinin ellerindeki malı korumaları ve tarımsal işlevliklerini sürdürebilmeleri için, düşük faizli kredi ve­recek bir malî örgüt kurulması zorunluğu vardır. Böyle bir örgüt ku­rulmadığı takdirde, emlak yönetmeliğinin değiştirilmesi, sadece Türk halkının mahvını istemek demek olacaktır.
Bu değiştirmeyle, miri arazi bankaların, anonim şirketlerin eline geçecektir.
Bu tehlikeleri Tanin’de, Türk Yurdu’nda, Jeune Turc’te çok açık­ladım.
İstanbul’un Türklerce yerleşilen semtlerinde bugün, yangınlar ne­deniyle sadece kül yığınları gözleniyor. Nasılsa bir köşeye sığınmış olan halk, son derece büyük yoksulluk ve yoksunluk içindedir. Savaş, bu zavallıların sıkıntısını daha da arttırmıştır.
Bu durumda bulunan insanların elindeki araziyi satın almak çok kolaydır. Bankalar, kısa zamanda, böyle yerleri alarak, mağazalar, apart­manlar dikecektir. O zaman İstanbul, bütünüyle değişecek, her yan elektrikle aydınlatılacak, elektrikle devinen tramvaylar bütün İstan­bul'u dolduracaktır.
Fakat o yerlerde, Türk-müslüman halkından iz kalmıyacaktır.
Arsa sahiplerinin torunları eski evlerinin yerinde yapılacak yaban­cı konutlarda bir kapıcılık bulurlarsa ne ala. (Bu sözler abartım sa­yılmasın. Beyoğlu’nu bir düşünün.)
Öte yandan, bankalar, köylülerin mal ve toprağına da el uzatacak
Yineliyorum: Emlak yönetmeliğinin değiştirilmesi son derecede zorunludur. Ancak, halka düşük faizle kredi sağlayacak kredi kurum­ları kurumayacak ve halk, Avrupa yöntemlerince, bu kurumlardan yararlanmayacak olursa Türk halkı, yönetmelik değişimiyle perişan ola­caktır.
Ülkede sanayiin gelişimi, günün en önemli gerekimi ve emelidir. Büyük sanayiin, büyük servetler doğuracağından hiç kuşku yoktur. Burada önemli bir sorun varsa, o da servetlerin kimin eline geçeceği, daha doğrusu, servetin, yerli halka mı, yabancı bankalara mı aktarılacağı sorunudur.
Örnek olarak, geçenlerde verilen metro ayrıcalığı sorununu ana­yım, Basma ulaşan haberlere göre, ayrıcalık alan şirket, daha başlan­gıçta, bu girişimden iki milyon lira kazanacağını ummaktadır. Pekiyi Belediye ne alacaktır?
öğrendiğimize göre, Belediye'nin kazancı 3500 lira, (80 bin frank) olacaktır. O da hattın bitiminden sonra. Halbuki, hat tamamlanınca, ayrıcalık sahibi şirketin geliri daha da artacaktır.
Kent nüfusu ne denli artarsa artsın, Belediye’nin kilometre ba­şına alacağı kazanç değişmeyecektir. Gerçekteyse, yapılacak tünel ge­liri o ölçüde artmış olacaktır.
Dolayısıyla, sözleşmede nüfus artışı da dikkate alınmalıydı.
Metronun, yararlı bir girişim olduğundan kuşku yoktur. Öte yan­dan, kentin gelire ve devletin vergiye gerekimi vardır. Sanayiin geliş­mesiyle, bu gerekim daha da artacaktır. Bugünü düşünerek vermiş olduğunuz ayrıcalıklardan ilerde pek az yararlanacaksınız.
Parlamentonuz kapalı olduğundan, bakanlıklarınız her türlü dene­timden yoksundur. Yapılan işlerde, kamu oyu hiç dikkate alınmamak­ta, basın susmaktadır. Gazeteler, ya kapital yönünden satın alınmış­tır ya da olup bitenlerin iç yüzünden haberli değildir. Verilen ayrıcalık­lar, her şey olup bittikten sonra basma yansımaktadır. Dahası, ayrı­calık sözleşmelerinin çok yanı gizli kalmaktadır.
Kimi kez, yanlış haberler de yansıyor gazetelere. Sözün gelişi, met­ro sözleşmesinin, iki milyonluk bir avans sorununa bağlı olduğu ha­beri yayılmıştır. Bu haberle kim kandırılıyor? Basın mı, hükümet mi?
Sözleşme imzalanmadan size banka kaimeleri gösterildi. İmzadan sonra, kaimeler yine ceplere indi. Sadece avans alabildiniz.
Sizi daha büyük tehlikeler karşısında bırakan, devletin malî yö­nüdür. Bu makaleyi uzatmamak için, işin mâliyeyi ilgilendiren yönünü gelecek yazıya bırakıyorum. O yazıda, çeşitli yörelere ararlı olacak özel uygulama ve girişimlere değineceğim (O yazı, 2 Mayıs 1913  gönlü Türk Yurdu’nda çıkmış,).
Geçmekte olan zaman son derecede tehlikelidir. Göz açmak, işe sarılmak zamanıdır. Daha sonra her şey bitmiş olacaktır.
Sh: 259-262
İNGİLİZ EMPERYALİZMİ OSMANLI İMPARATORLUĞU (Özet Olarak)
Osmanlı imparatorluğunun, gücünü ve atılımını körelten tarihsel etmenlerin başlıcası şimdiye değin Rusya’ydı. Kendisine Boğazlara doğru yol açmak için yüzyıllarca inatla çalışmış olan Rusya, eğer bu kez Almanya ve Avusturya'nın direncini kırmayı başarırsa ötedenberi göz diktiği Karadeniz'e el uzatacaktır.
Genel savaşın çıkışından önce, Rusya’nın, Boğazları hiç gereksin­mediği, ara sıra işitildi. Gerçekten Rusya, Boğazlara sahip olmaksızın da pekâlâ işini yürütebildi. Bu yoksunluğa karşın, gerek sınai, gerek­se siyasal açıdan büyük gelişmeler sağladı.
Boğazların Rusya'ya gerekmediği kuramıyla birlikte, toprağının iyi­ce büyümüş olması nedeniyle, merkezsel yönetim gücünü yitirme teh­likesiyle karşı karşıya bulunduğu ve dolayısıyla, artık yeni fetihler ar­dında koşamayacağı görüşü ortaya atıldı. Ancak bu görüş, uzun bir barış dönemi var sayımına dayanıyordu.
Halbuki Rusya şimdi büyük bir savaşa atılmış bulunuyor. Hem de bu savaşı, sınırlarını genişletmek için yapıyor. Bu olup bitenler, Rusya’ya, yeni yerler ele geçirmesinin tehlikeli olacağı kuramını çü­rütüyor. Boğazlar sorununu yeniden ortaya çıkarıyor.
Rusya için. Boğazların pek büyük bir değer taşıdığı yadsınamaz.
Trablus savaşında, Çanakkale Boğazı'nın kapatılmasına tanık ol­duğumuz gibi, bu kapanma nedeniyle Karadeniz ticaretinin felce uğ­radığını da gördük.
Bugün Marmara Denizinde birkaç Göben zırhlısı dolaşsa, Rusya’ nın Karadeniz donanması ve Rus kıyıları büyük tehlikeler karşısında kalır. Dolayısıyla, Rusya’nın, şu sıra, Türkiye’nin yansızlığına verdiği önem yanında, Türkiye’yle çıkacak savaşta Boğazların her halde kapatılacağı görüşü, üzerinde dikkatle durmağa değer iki noktadır.
Boğazlardan ticaret gemilerinin geçmesi şimdiden bir takım güç­lüklerle karşılaştığından ve Rusya’yla bir anlaşmazlık çıktığında, İs­tanbul limanındaki Rus gemileriyle onların yüküne el konması belkili (Muhtemel) olduğundan, Karadeniz limanlarındaki alış veriş, şimdiden sınırlamaya tabi tutulmuştur.
Göz yumulamayacak olaylardır bunlar. Bu belirtiler, uygun bir fır­sat çıkar çıkmaz, Ruslar'ın Boğazlara el koymağa çalışacağını göste­rir. Rusya’nın çıkarı, Osmanlı devletine bir ölüm darbesi indirmek­tedir.
Ancak, Rusya'nın bağlaşıkları (müttefikleri) razı olacaklar mıdır buna? Özellikle, bir zamanlar, Türkiye'yle birlikte Rusya’ya karşı sa­vaşmış olan İngiliz ve Fransızlar, Çarlığın Türkiye’yi hedef tutan gaspedici bir devinisine ses çıkarmıyacak mıdır?
Bu sorulara yanıt verebilmek için, önce, Fransız ve İngiliz hükü­metlerinin, güttükleri doğu siyasasının niteliğini anlamak gerekir.
İngiltere’nin Türkiye'ye karşı göstermiş olduğu dostça ilgi, Kırım savaşından sonra bir süre epey soğumuştu. Bu kayıtsızlık, sadece res­mî mahfillerde değil, malî ve ticari mahfillerde de söz konusuydu.
Türkiye’nin ilk borç sözleşmeleri İngiltere’yle yapıldı. Kırım sa­vaşından önce, Türkiye'den en büyük çıkarı olan devlet İngiltere’ydi. Fakat 1870’ten itibaren, İngiliz para piyasasısası Türkiye’ye kapanma­ğa başladı. Bu çekingenlik günümüze değin sürdü.
Resmi adı Bonque Impériale Ottomane olan resmî Osmanlı ban­kasının atası, Banque Ottomane, aslında bir İngiliz sarraf kurumuydu. 1856’da kurulmuştu. Fakat, daha 1863'te, İngilizler oradaki orunlarını (mevkilerini) Fransızlara bıraktılar. Fransızlar, bu kurumu düzenlemek bahanesiyle, yeni bir takım ayrıcalıklar aldılar. O sırada İngiltere, devletin iç işlerine de ilgisiz davranmaya başladı. Dikkatini daha çok Mısır'a çevirmişti. Süveyş kanalının kazımı sorunu, büsbütün arttırdı bu ilgiyi.
Bununla birlikte, İngiltere'nin Mısır'a karşı göstermiş olduğu te­veccüh ve iyi niyet, Türkiye'nin yansızlığını (tarafsızlığı) korumak bi­çiminde değil, Mısır'da İngiliz mandası kurulması biçiminde kendini gösterdi.
Rusya, 1877-78 yıllarında, Türkiye'yi baltalamağa koyulunca, İngil­tere buna kayıtsız ve seyirci kaldı. Ancak, son dakikada, Rus orduları Ye­şilköy’e girince İngiltere Almanya’yla birlikte uyandı. Onların işe karışmasıyla, Bismarck'ın başkanlığında toplanan Berlin kongresi, aşırı Rus isteklerini, usal (makul) bir sınıra indirdi. İşte o zaman Almanya’ nın varlığını korumasının ve çıkarının, Türkiye'nin yaşamasında ol­duğu anlaşıldı.
Türkiye 1878'de, yağılarına (düşmanlarına) Balkan dağlan sınırını bırakmak zorunda kalmakla, varlığını sürdürme olanağından yoksun edilmişti. İngiltere’yse, buna örtük olarak (zımnen) razı oldu.
Bununla birlikte, şurasını da belirlemek gerekir: 1860 yılından başlayarak, yüzyılın sonuna değin uzanan zaman süresi içinde, İngiltere’­nin sadece Türkiye'ye karşı değil, bütün dünya politikası çekingen ve olumsuzdu.
1860'tan Önceki yıllardaysa, gerek yakın gerekse uzakdoğuda, daha saldırgan bir politika izlemişti. Kırım ve Çin seferleri bunun en canlı ör­neğidir. O yıllar, İngiltere’nin, büyüklüğünün doruğuna tırmandığı dö­nemdir. Onun büyüklüğü, atılımı ve saygınlığından, böyle bir dönemde kuşku duymak kimin haddineydi? İngiliz sanayiiyle, bir ulusun rekabet edeceği düşünülebilir miydi?
İngiliz sömürgeleri o denli geniş, yer yüzünde İngiliz çıkarları o denli dağınıktı ki, İngiltere bir övünç (gurur) duygusuyla rahat rahat yaşıyordu. Bu rahat yaşamanın sadece tek koşulu vardı: İngiltere dı­şındaki ülkelerin yavaş yavaş gelişmesi. Bunun içindir ki, İngiltere'nin geri ülkelerdeki politikası tutucu, dahası gerici bir görünümdeydi.
Dolayısıyla, Çin'in ve Türkiye’nin geri kalması isteniyordu. Ama o,          ülkelerde istibdat halkın kemiklerine işlemiş, ama o ülkelerde de­miryolu yokmuş, tecim (ticaret) gelişmemişmiş, bunlardan İngiltere’ye ne? Bu ülkeler ne denli geriyse, İngiltere için o denli verimli bir pazardı. İngiliz fabrikaları işsiz kalmıyordu ya...
İngilizlerin, kurdukları hegemonya dolayısıyla, kendilerine güven­leri öylesine artmıştı ki, Avrupa’nın egemeni, öbür Avrupalılardan yük­sek bir ırkın üyeleriymişçesine davranıyorlardı.
İngiltere, tecim özgürlüğünden yanaydı. Çünkü bir gün, başka ulus­ların kendilerine rakip olabileceğini uslarına bile getirmiyorlardı. Öbür ülkelerin sanayi gelişimini daha beşikteyken boğmak ve bitimsizce (ebe­diyen) dünyanın fabrikatörü kalabilmek amacıyla öneriyorlardı bağımsız tecimi. Böylelikle, İngiliz uygarlığının, İngiliz fabrikalarının, İngiliz kurumlarının ve İngiliz hükümetinin sonsuza değin sönmeyeceği inanan­daydılar.
Almancada «insan çöküşüne yakın, büyüklüğe kapılır» anlamında bir ata sözü vardır. İngiltere’nin durumu ona uymuştur.
Alman sanayiinin, son zamanlarda ulaştığı gelişme, bilisiz İngiliz bencilliğine vurulan bir darbe olmuştur.
Almanlar, zamanla, gerek Avrupa, gerekse Amerika'da, İngilizlerin en gözde tecim (ticaret) alanlarında, onlara karşı başarı kazanmışlar­dır. Alman mamulleri, İngiliz sömürgelerine bile, direnç görmeksizin girebilmiştir. İngiliz tüccarları bu tehlike karşısında yaygarayı basmış­lardır. Onların kendilerine güveni o denli büyüktü ki, Alman rekabeti­nin, Alman sanayi ve teciminin üstünlüğünden ileri geldiğini bir türlü anlayamıyorlardı.
İngilizler sanıyorlardı ki, Almanlar kendi mallarını, İngiliz fabri­kalarından çıkmış gibi göstererek tüketicilerin ilgisini çekiyor. Bu ba­kımdan halk, İngiliz ve Alman mamulleri arasındaki ayrım görürse ar­tık Alman malına yüz vermez. Sonuçta, Almanya’dan gelen malların üzerine «made in Germany» damgasının basılmasına karar verildi.
Yabancı bir ülkenin tecimini (ticaretinin) önlemek için alman bu önlemi anımsayanlar, bugün gülmekten kendilerini alamıyorlar. Ancak, daha yirmi yıl öncesine değin, İngiliz devlet adamları, bu önlemle, sö­mürgelerdeki Alman rekabetini kırabileceklerini düşünüyorlardı.
Gerçek tam tersi oldu. «Made in Germany», Alman mamulleri için tam bir reklam aracı oldu. Daha etkili önlemler araştırılması, İngiliz emperyalizmi denen görünümün (fenomen) ortaya çıkışına yol açtı.
Arlık, İngiltere'nin genel dış politikasında başlıca etken, emperya­lizm düşünce ve kuramı olacaktır. Artık siyasal bir davranış kuralı olan emperyalizm’in ne tür tecimsel çıkarlardan güç aldığını burada incele­meyi gerekli bulmaktayız.
Emperyalizm Öğretisinde başlıca erekler şunlardır:
1.              Sömürgeler üzerinde, İngiltere’nin etkinlik ve egemenliğini des­teklemek ve sömürgeler arası ilişkileri, açıklıktan ve güvenden yoksun kılacak bütün etmenleri ortadan kaldırmak.
2.              Sömürgelerle yönetimsel ilişkiyi yoğunlaştırmak.
3.               Yabancı mallara karşı, İngiliz mallarını koruyucu bir gümrük tarifesinin kabulü ve uygulanması. Bu dış alım vergisi İngiliz malları­nın daha ucuz satılmasını sağlayacak biçimde koyulacaktır.
Aşırı emperyalist düşünce sahipleri. İngiltere'de de bu tip vergiler konulmasını ve sömürgelerden gelecek ürün ve mamullere öncelik ta­nınmasını istemektedir. Bu tasarıları gerçekleştirmek kabil olursa, İn­giltere, sömürgeleriyle birlikte gerçekten bir imparatorluk olurdu.
İngilizleri endişeye düşüren, Almanların, tecimsel rekabetlerinden ayrı olarak sömürgecilikte gösterdikleri başarılı çalışmaydı. Almanya’nın, büyük bir donanma yapımına başlaması İngilizlerin asıl büyük endişesine yol açıyordu. Korku, özellikle Güney Afrika’ya uzanıyordu. Boer’Ierin dirençleri hesaba katılıyordu. Hızla gelişen Boer Cumhuri­yetlerinin, günün birinde Cap sömürgesiyle birleşip İngiltere'den ko­pacağı düşünülüyordu.                                                                                    ,
Avrupa’da durum, buyken, uzak doğuda, etkenlik ve gücünü gün geçtikçe arttıran bir ülke, Japonya doğuyordu. Çin’e karşı açtığı 1894 seferi, Japonya’nın, sanayi ülkeleri arasında yer almakta olduğunu sap­tamıştı. Uzak Doğu politikasını, Çin’in mışıl mışıl uyumasına göre ayar- lıyan İngiltere, bu seferden sonra erinçsizliğe (huzursuzluğa) kapıldı.
Öte yandan, Sibirya içinden Okyanus’a değin uzana demiryolunu tamamladıktan sonra, Mançurya’yı topraklarına katan, Port Arthur ve Kore’yi işgal için hazırlığa girişen Rusya da Büyük Britanya üzerine kara bulutları çekmişti.
Almanya, Kiau-Tsehau bölgesini tasarruflarına almakla Çin'de sö­zünü geçirir olmuştu. Buna seyirci kalamazdı, İngiltere. Nitekim her yerde, etken bir politika izlemeye başladı.                                                                                                 .
İlk sonuç, Güney Afrika savaşıdır.
Büyük Britavna, bütün güney Afrika'yı kendi egemenliğine almak amaciyle giriştiği bu savaşta, amacını gerçekleştirdi.
Güney Afrika savaşını, doğuş ve başarı koşulları çok önceden Lond­ra’da tezgahlanan Rus-Japon savaşı izlemiştir. İngiltere’nin, Rusya’yl?, yapılacak savaşta, Tokyo hükümetine yardım vaat ettiği, artık bilinen bir gerçektir. Almanya’nın, o ara Anadolu'da sağladığı başarı, Alman- İngiliz ilişkilerini gerginleştirdi. Anadolu demiryolu ayrıcalığım ele geçirene değin, Almanya epey güçlükle karşılaşmıştı. İngiltere, yukarda özetlediğimiz olumsuz poli­tikası ve kayıtsız politikası nedeniyle bu ayrıcalığı elde edememiştir. Yoksa, onun için böyle bir olanak, işten bile değildi.
Anadolu hattının parlak işlerden olduğu ve şimdiye değin büyük kazançlar bıraktığını söylemek yanlış olur. O hat, gelecekte daha kazanç­lı olacaktır. Yolun en büyük yararı, Anadolu'yu dalmış olduğu gaflet uykusundan uyandırmak olacaktır. (İngiltere'nin o zamana değin böy­le bir girişimde bulunmayışı, işin ilk ağızda büyük kazanç bırakmayışı ve demiryolunun, Anadolu'yu uyandırmasından çekinmesi olmuştur. M.S.)
Almanlar, Bağdat Hattı yapımını da üstlenince, İngilizlerin telaşı arttı. Halbuki Ingiliz mühendisleri, Irak ve El-Cezire’yi Karadeniz’e bağlayacak ve yapımı, Konya’dan geçecek yoldan daha kolay ve ucuz olacak bir hat tasarısı hazırlamışlar. Fakat İngiliz kapitalistleri (na­sılsa kolay kazandıkları gerekçesiyle M.S.) bu tasarıları bir yana at­mışlardı.
Bağdat hattının yapımına başlanınca, İngilizler, Almanların Hind Okyanusuna doğru açıldığını ayırt ederek, korkularından titremeye baş­lamışlardı. Hattın yapımını engellemek için, İngiltere’nin bütün yap­tıklarım anlatmaya yerimiz yok. Ancak, onun asıl yumruğu Türkiye’nin sırtına indirdiğim ve Almanya'yı dolaylı olarak zarara sokmak istedi­ğini belirteceğiz.
Rus-Japon savaşı, Rusya'nın ezilmesiyle bittikten ve iç olaylarla Rusya iyice yıprandıktan sonra, İngiltere, Almanya'yla daha kolay uğ­raşabilecekti. Orta Asya ve İran sorunlarını çözüme bağlayan sözleşme­yi Petersburg hükümetiyle imzaladıktan ve Rusya'yı bağlaşıkları ara­sında aldıktan sonra Fransa'yı da bağlaşıma kattı.
Üçlü bağlaşı, Avrupa’nın barış ve esenliği için imzalanmış gibi gös­teriliyordu. Gerçekteyse, tam bir saldırganlık paktıydı. (Amaç, İngil­tere'nin, orta ve yakın doğu politikasında, Almanya’ya karşı bütünüyle bağımsız kalmasıydı. M.S.)
Bağlaşık (müttefik) devletlerle uzlaşık (itilafçı) devletler, son Bal­kan Savaşında, savaşmaksızın boy ölçüştü.
İtalya’nın, Trablus Savaşında tek başına bir yol tutması, bağlaşı­mın biçimsel olduğunu daha o zaman anlamıştır. İtalya’nın, bu yan\ çizmesinden sonra yalnız kalan, Almanya, Avusturya-Macaristan, üçlü uzlaşım (itilaf) politikacılarının baskısına dayanamadılar. İki devletin, baş eğişi, Macaristan'da açıkça kendini gösterdi. Bunun üzerine, üçlü uzlaşımcılar Avrupa siyasetini ellerine aldı.
Bir yanın üstünlük ve yenginliğinin (galipliğinin) öbür yanın aşağılanma ve yenilgisi alamına gelen siyasal bir durum doğmuş ve o du­rum, gösterdiği güçsüzlük ve dirençsizlikten dolayı, Almanya’yla açık­tan açığa alay edilmesine yol açmıştı. Siyasal dengenin, Avusturya ve Almanya aleyhine dönmesi sonucunda, OsmanI) Devleti, mülkünü, ya­ğılarına (düşmanlarına) bırakmak zorunda kaldı. Halbuki savaştan ön­ce (Balkan Savaşı M.S.) Türkiye'nin toprak bütünlüğü cafcaflı sözlerle güvenceye alınmıştı. (Dostlarından çözge (çare) gelmeyince, Osmanlı hü­kümeti, varlığını, yağıya bıraktı ister istemez.)
Türkiye’nin Avrupa’daki mülküne el konurken, İngiltere açıktan açığa ve zoralıma (gaspa) öncülük eden Rusya’yı tutmuştur. Üçlü uz­laşmacıların (itilafçıların) ilk büyük başarısı budur. Şimdiyse, uzlaş­macıların yüzünden çıkan bir Avrupa savaşıyla karşı karşıyayız.
Varsın, İngiliz Başbakanı lord Asquith, müşterisine dil dökerek bozuk mal satmağa savaşan bir tüccar havasıyla, savaşa, sadece Belçika’nın yansızlığım koruma ereğiyle girdiğini söyleyedursun. İngilizler arasında bu laflara inanacak safdil çıkar mı bilmeyiz. Bu savaşın uzun süredenberi İngiltere, yönünden tezgahlandığını bütün dünya anlamış­tır. Erek, Almanya’nın dünya ticaretini yıkmak, Alman donanmasını denizlerden silmek, Alman siyasal etkinliğini (nüfuzunu) yıkmak, işin bu yanı çözümlenince, emperyalist emelleri gerçekleştirmek, etkinlik bölgelerini sömürgeye çevirerek, sağlam bir örgütle İngiltere’ye bağ­lamaktı.
Basra Körfezi çevresiyle, Irak kıtasının, İngiltere için birer etkin­lik alanı olduğu, son yıllarda iyice öğrenildi. İngiltere, Irak’a, sağlam ve sürekli biçimde yerleşebilmek için Küveyt şeyhini, daha şimdiden bir aygıt gibi kullanmaktadır. Basra-Bağdat çevresine el konulması yolunda ilk adımı çoktan atmış olan İngiltere, şimdi bir adım daha atmak isteyecektir.                     "
Basra Körfezi'yle Irak çevresi, İngiltere’nin Hindistan üzerindeki mülkiyet savı ve egemenliği açışından çok önemlidir. Hind Okyanusu’ na çıkan yollar, böylece denetim altına alınacağı gibi, ilerde petrolü açısından çok önemli bir orun (mevki) kazanacak Irak da elden kaçırılmamış olacaktır.
İngiliz topraklarında yoktur petrol. Sömürgelerinde de yoktur.  Halbuki sürümü çok yüksek bir aydınlatma ve ısıtma aracıdır o. Savaş gemilerinde kömür yerine kullanılmaya başladığı andanberi en değerli yakacak olmuştur.
Petrol kaynaklarına bizzat malik olmak istiyen Ingiltere, onları Irak’tan başka bir yerde bulamayacağını biliyor. Dolavısiyle, uzlaşımcıların utku ve yenginliği (zafer ve galipliği) durumunda, Osmanlı pet­rol kaynaklarının bulunduğu yöreye, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü bozacak bir saldırı belkiliğini (itimalini) düşündürecek ciddi nedenler vardır. Osmanlı devletini bölme ve dağıtma yolundaki ilk saldırının İngiltere’den geleceği düşünülmelidir.
Osmanlı devletinin bölüşümünde Rusya, İngiltere'den daha sabırlı olabilir. Avusturya-Macaristan bir kez bölündükten, Almanya’nın gücü hiçe indirgendikten sonra, yörenin tek egemeni olacak Rusya, pençe­sini Osmanlı devletine istediği zaman uzatabilecektir.
Eğer bir gün, Boğazların uluslararası denetime verilmesi söz ko­nusu edilirse, Rusya kuşkusuz, onların Türkiye’nin elinde bırakılma­sını yeğ tutacaktır. Bu yeğleme, Türkiye'nin güçsüz ve aciz kalacağı varsayımına dayandırılacaktır. Türkiye’nin, tahnit edilmiş bir ceset gi­bi Boğazların çevresinde yer almasına, Rusya biraz daha katlanacaktır.
Bu savaşta İngiltere'nin, Rusya’nın emellerine hizmet eder biçim­de davrandığı yadsınamaz. Zaten İngiliz muhalefeti, bunu her gün dev­letlerinin yüzüne çarpıp duruyor.
İngiltere, üçlü uzlaşımın yenginliği (galipliği) durumunda Rusya'nın bir atılım ve güç kazanacağını, Çar’ın, Avrupa’yı kendi hegemonyasına alacağını bilmektedir. Yer yüzündeki hükümdarlar arasında. Moskof çarları denli buyruk vermesini bilen kimse yoktur.
İngiltere, şu noktayı da iyice kavramıştır: Rus imparatorluğunun etkinliğinin ve yenginliğinin etkisi, savaşta sonra, sadece Avrupa’da de­ğil, Asya'da da duyulacaktır. İngiltere’yle Rusya arasında, doğuda ol­sun merkezsel Asya’da olsun rekabet canlanacaktır. Çarlık, geçmiş ye­nilgilerini hiç bir zaman unutmayacaktır. Dolayısıyla, İngiltere’nin ne­den olduğu, Rus-Japon savaşında, uğradığı yitimlerin acısını çıkara­caktır. Rusya, düşmanlarını ezmeyi başardığında da sınırlarım alabil­diğine genişletecektir.
Bu nedenlerle şu inançtayım: Savaşın bitişi ardından, İngiltere Doğuda, kesin siyasal bölünmede yandaş çıkacaktır. Ana yurdunu, sö­mürgelerle kaynaştırıp bütünleştirecek, sömürgelerini, dünyanın öbür kesimlerinden yalıtmaya çalışacaktır.
İngiliz bayrağının dalgalandığı bölgeler, bugün, kimi halkaları ek­sik büyük bir zincire benzetilebilir. Eksik halkalar arasında, Osmanlı İmparatorluğuyla Mısır da vardır. İngiltere halkayı tamamlamağa ka­rar vermiştir.
İngiliz sanayii, dünya sanayiine üstünken, İngiltere’nin çıkan, dün­yanın çıkarı sayılabilirdi. Şimdiyse, sorun bütünüyle değişmiştir. İn­giltere şimdi, ulusların çıkarım, kendi çıkarma hizmet eder duruma ge­tirmek arzusundadır. Büyük Britanya'yı mücadeleye atılmaya götüren, dünya pazarında, Alman sanayii önünde uğradığı yenilgidir.
İngiltere’de emperyalist düşünce ve taşanları destekleyen, körükleyen ve ülkenin yazıtını elinde bulunduran entrikacı güruhun, her şey­den önce ulaşmaya çalıştığı erek. Alman kuşaklarının çalışması ve Al­man bilim ve tekniğinin katkısiyle oluşan Alman sanayiinin köküne kib­rit suyu ekmektir. «Madem ki Almanya en güzel gemileri yapıyor. O halde biz o gemileri ya çekip almalıyız, ya delip batırmalıyız.» İşte İngiliz emperyalistlerinin mantığı.
Bu savaş, köhne İngiliz geleneği içinde yıpranmış İngiliz tecimine (ticaretine) karşı Almanya'nın getirdiği modem kural ve örgütlenmeyi ortadan kaldırmak için açılmıştır. Bu savaş, verimsiz İngiliz işletme* ciliği, geri İngiliz sanayii adına açılmıştır. Almanya’nın getirdiği ileri kredi sistemi karşısında bir fosil gibi duran İngiliz sarraflığını yaşat­mak için açılmıştır (1914’te yayınlanan 32 sayfalık bu risalenin özgün adı, “Umumi Harbin Neticelerinden: İngiltere Galip Gelirse”dir).
Osmanlı imparatorluğu, savaştan ne yolda yararlanacaktır?
Bab-ı Âli'nin siyasal ekolünü incelemek ve eleştirmek konu dışı. Ancak Avus­turya ve Almanya'nın yenginliğiyle (galipliğiyle) bitecek savaşın. Doğu politikasına ne getireceği, yazımızın amacı.
Kuşku yok, savaştan sonra Almanya ve Avusturya’nın tutumu dost Türkiye’ye karşı tutumu dostça olacaktır. Alman imparatorluğunu, Avusturya’nın varlığını güvenceye almak, bütün Alman soydaşlarını bir­leştirmek amacıyla Rusya’yla savaşmak zorunda kalması gibi bırakan nedenlerin aynı, Osmanlı imparatorluğuna da güvence ve gelişim ola­nakları sağlamağa götürecektir. (Almanya'yı, Rusya’yla savaşmaya götü­ren, Rus Çarlığının, günden güne artan atılım ve gücüdür.)
Rusya yenik düşerse, doğallıkla, hem süel (askeri) açıdan, hem de arazice uğrıyaçağı yitim yüzünden epey güçsüz kalacaktır. Böyleyken de yaşayacaktır Rusya. Kırım Savaşından sonra yaptığı gibi kendini yeni­den toplayacak ve Almanya için yeniden bir korkutma aracı olacaktır.
Yitirdiği topraklar yüzünden, 10-15 milyon azalsa bile, Rusya'nın nüfusu savaştan sonra 150 milyon gibi büyük bir sayıdan aşağı düşmeyecektir. Savaş sonunda, Rusya'nın yenik düşme olanağı varsa da, Çar hükümetinin, ulusu tutsak ve bilisiz (cahil) ve sefil tutması ve böylece ulusal gücün gelişimini kendi eliyle engellemesi gibi nedenlerden doğ­maktadır bu. Bununla birlikte, Rusya'nın yönetim biçimi ergeç kesin­likle değişecektir. İşte o zaman Rus ulusunda içkin olarak var olan, si­yasal ve ekonomik güç kendini gösterecektir.
Rusların yatkınlık ve yeteneğinin gelişmesi sonucunda ve nüfusun öbür ülkelerin nüfusu üstüne çıkışıyla Rusya, değil yalnız Cermen hü­kümetlerinin, bütün Avrupa'nın bile baş edemeyeceği bir güç olacaktır.
içinde bulunduğumuz savaşla Rus tehlikesi geçiştirilmeyeceğinden, Almanya, bu tehlikeyi daha etkili ve kesin biçimde göğüslemek amacıyla, birtakım önlemler alacaktır.
Bütün bunlar dikkate alınınca, Türkiye’nin Almanya için taşıdığı olağanüstü önem derhal açığa çıkar.
Karadeniz’e yol veren tek kapının açkılan (anahtarları) Türkiye'­nin elinde. Ancak Türkiye'ye Almanya’nın gözünde daha bir önem ka­zandıran, Türkiye’nin tuttuğu, değişimci, yenileşmeci yolla, bir gün, Ka­radeniz kıyılarından, Edirne’den ta Basra Körfezi’ne değin, büyük ve güçlü bir İslam imparatorluğuna dönüşme belkiliğidir (ihtimalidir). Böyle bir imparatorluk, Almanya ve Avusturya'nın Rusya’ya karşı gi­riştikleri dövüşte, yam başlarında doğal bir bağlaşık bulmaları demek olurdu, (Rusya’ya sınır komşusu olmaları dolayısıyla, Almanva ve A­vusturya ve Osmanlı İmparatorluğunun çıkar birliğine gireceklerine de­ğiniyor Parvus. M.S.).
Bu konuda Almanya ne Anadolu’da ne de El Cezire ve Irak’ta Tür­kiye'nin yerini tutabilir. Olsa olsa, oralarda tam bir sömürge kurulabi­lir. Almanya'nın, kendi başına Asya'da bir hükümet olması imgedir (ha­yaldir).
Türkiye’de gelecektir bir hükümet kurulacaksa, bu hükümet sadece Türk hükümeti olabilir. Türkiye, yeni ve modern bir hükümet kuracak yeterliğe sahip olur da o yeterliği iyi kullanırsa, tarihsel bir görev yap­mış ve Rusya’nın, Asya'daki hegemonyacı girişimlerini engellemiş olur. İlerlemekte olan Uzak Doğu halklarının da bu konuda yardımı doku­nacaktır.                                                                                   .
Ancak Türkiye, ileri adım atmazsa, şimdiki topraklar üstünde sö­mürgeler görmeye katlanacak, sömürgelerin siyasal önemiyse pek yüksek olmayacaktır. Halbuki bu yerlerin çok güçlü bir hükümetin yöneti­minde olması Almanya için koşuldur (şarttır).
Almanya'ya koşut (paralel) bir tutum izleyen Avusturya’nın, Osman­lı hükümetine karşı dostça bir tutum izlemesini gerektirecek başka ne­denler de bulunmaktadır. Bir kez, savaştan yengin (galip) çıksa bile, Almanya, İngiltere’nin deniz üstünlüğüne son veremez. Almanya, Av­rupa'da siyasal egemenliğini kurduktan sonra, Alman emperyalistleri, kuşkusuz, bütün çabalarını, İngiltere’nin deniz üstünlüğünü yıkmaya ayıracaklardır.
Almanya’nın yenilgiye uğratacağı ülkelerden alacağı büyük savaş giderimi (tazminatı), her halde onun, çok ulusu geride bırakacak güçte’ donanma yapmasına elverecektir. Almanya, bunu başarsa bile, Cebelit - Tarık ve Mısır gibi büyük stratejik noktalar İngiltere’de kaldıkça, de­niz üstünlüğü sorununu yine de çözümleyemeyecektir.
Savaş, Almanya’nın Okyanus ulaşımını hemen bütünüyle kesintiye uğratmış ve Bağdat Hattının önemini bir kat daha arttırmıştır.
Söylediklerimizden de önemlisi, Mısır’da İngiliz egemenliğine son vermektir. Türkiye'nin güçlenmesi yolunda, Almanya'nın yapacağı iş­lerden biri de, Mısır’da İngiliz egemenliğine el çektirmektir.
Almanya’nın doğu politikası, savaştan önce, barış ve esenlik gerekçe­leriyle zorunlu olarak güçsüzlüğe uğramış bulunuyordu. Rus İmpara­torluğunun atılımını endişeyle izleyen Almanya o zaman, Rusya'nın dostluğunu korumaya çalıştı. Hohenzollem hanedanıyla, Romanof hanedanı arasında pek eski bir dostluk vardı. Eğer Avusturya, Kırım Savaşı sırasında, Rusya’ya kılıç çekmemişse bu, Prusya'nın kesin direnişi nedeniyle olmuştur. Buna karşılık Rusya'nın, 1866-70 tarihlerinde sür­dürdüğü yansızlık politikası nedeniyle, Prusya, önce Avusturya'yı, son­ra Fransa'yı ezmeyi başarmıştır. Rusya’nın o savaşa seyirci kalmasının başlıca nedeni, Kırım Savaşının açmış olduğu yaralan henüz kapatamamış oluşudur. Öte yandan, Avusturya'nın güçsüz, düşüşünde Rusya’nın çıkarının oluşu, Rusya'ya 1866’da yansızlık politikasını kabul ettiren belli başlı nedenlerdendir.
Balkan savaşına değin Almanya, Rus-Fransız bağlaşımına (ittifakı­na) karşın, Rusya'yla barış içinde yaşamanın olanaklı olduğunu sanmış­tı. Savaş ilânına birkaç gün kala Almanya, İngiltere’nin yansızlığını ko­ruyacağı umudundaydı. Savaş, bütün çekince (tereddüt) ve imgelere (hayallere) son verdi. Karşılıklı çıkarlar çarpışmaya başladı. Bunlar, ba­rışçıl amaçlarla uyuşturulamaz çıkarlardı.
Bu nedenle, Almanya’nın, hasımlarıyla başa çıkabilmesi olanaklı o­lursa, Doğu politikasına bir devini ve işlevlik getireceğinden kuşku du­yulmamalı (1914’de yayınlanan 24 sayfalık bu risalenin özgün adı «Umumi Harbin Neticelerinden: Almanya Galip Gelirse »dir.).
Sh:269-279
Kaynak: TÜRKİYE'NİN MALİ TUTSAKLIĞI / Parvus Efendi - Muammer Sencer, 1. Basım - Aralık 1977, İstanbul
**
Sabah yazarı Engin Ardıç, Parvus’un “Alman ajanı ve silah taciri” olduğunu yazarken, Akşam yazarı Atılgan Bayar, “Bolşevik devriminin lideri Lenin’i finanse ettiğini ve mason olduğunu” kaleme aldı. İstanbul/ Milliyet
20. Yüzyılın en renkli entelektüel simalarından birisidir. Kendisi devrim tüccarı olarak bilinir. Toplumsal dönüşüm anlarının hemen öncesinde ya da sonrasında Almanya, Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunmuştur. Devrimler ve savaşlar üzerine yaptığı spekülasyonlarla dünyanın en zengin insanlarından biri olarak ölmüştür. Asıl adı Alexander İsrael Helphand’dır.
Devrimciliğe ilk olarak 1905 Rus devriminin liderlerinden biri olarak başlamıştır. Bu dönemde sonradan Troçkistlerin benimseyeceği "sürekli devrim" modelini geliştirmiştir. Sonraları Almanya’ya geçip oradaki sosyal demokrat çevrelerle ilişkiye girmiştir. Ancak Gorki'nin kitaplarını telif hakkı vermeden izinsiz yayımladığı için bu çevrelerden dışlanmıştır. 1910'da Türkiye’ye gelir.
1908 devrimi (2. Meşrutiyet) sonrası ittihat Terakki’nin iktisat politikasını belirleyen kişilerden biri olur. Sonraları "milli iktisat" adını alacak ve cumhuriyet döneminde de kısmen uygulanacak tezlerin kurucusudur. Ayrıca Marksizm’in kapitalizmin ilerici rolünü yaptığı vurguya kapitalize olan ama ilerlemeyen Osmanlı örneği ile eleştirir.
1. Dünya savaşına kadar Türkiye’de yaşar. Savaşa girilmesinde kısmen etkili olur. Savaş spekülatörlüğü ile milyoner olur. Ancak kazandığı parayı bu sefer Bolşevik ihtilali için harcar. Lenin ve Zinovyev'in trenle Rusya’ya gizlice girmelerini sağlar.
Devrim başarıya ulaşınca Rusya’ya dönmek ister ama Lenin yeni bir devrim yapacağı korkusuyla girmesine izin vermez ama sonraları oğlu Rusya’ya girecek ve dışişleri bakanı olacaktır. Parvus efendi 1924'te dünyanın en zengin adamlarından biri olarak ölür.
https://eksisozluk.com/parvus-efendi--676674
http://www.milliyet.com.tr/kim-bu-parvus-efendi-/yasam/haberdetay/08.10.2009/1147719/default.htm 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar