TÜRKLER VE YAHUDİLER-TARİHÎ, SİYASÎ TETKİK
Hzl: Avram GALANTİ
Bu
kitap eski Arap harfleriyle 1928 de, bazı ilâvelerle Fransızca tercümesi de
1932 senesinde basılmıştır. Bu defa, yeni ilâveler ve yeni Türk harfleriyle
basılmıştır. Eserin yazılışındaki maksat, tarihi aydınlatmaktır.
Muharrir
Bu
eserin ismi yeni değildir, eskidir.
1914
- 1918 Cihan Harbi senelerini takip eden Mütareke esnasında, İstanbul ve
Türkiyenin bir kısmı, İtilâf devletleri tarafından işgal edilmişti. O zaman,
İstanbulda Türkçe, Musevice - İspanyolca gazetelerden başka çıkan gazeteler,
Türkiyede sâkin kurtulmamış unsurlardan ve onların kurtuluşu lüzumundan bahs ve
bu unsurlar meyanına Musevî unsurunu idhal etmişlerdi. Bu neşriyattan maksat,
işgalin lüzumunu teyid etmek ve haklı göstermek idi. Gazetelerde gördüğüm bu neşriyat üzerine “Türkiye,
kurtulmamış Yahudilerin sığınağı” namiyle bir makale yazarak, (21 Mart 1337/1921 tarihli ve 118
numaralı “Vakit” gazetesi.) tarihten alınma on iki misal ile Musevilerin
Türkiyede tamamiyle rahat yaşadıklarını ve Türkiye dışında bulunan Musevilerin
de, Türkiyeye bir “Sığınak” nazariyle baktıklarını isbat ettikten sonra aynen
şunu yazdım: “Ben bunu (on iki misali) hissiyatın tesiri altında yazmıyorum.
Ben ilim adamıyım ve o sıfatla daima hakikati ararım, ister ise o hakikat
aleyhime çıksın. Yazdığım şeylerde hakikate mugayir hiç bir cihet yoktur. Zaten
böyle mühim meseleler, bir makale ile tetkik edilemez. Ahval inkişaf ettiği
vakit “Türkler ve Yahudiler” adiyle bir eser yazıp bu iki unsurun mütekabil
hizmetlerini tarihî vesikalara dayanarak sayacağım. Museviler, bu memleketin
yükselmesi için çok faydalı bir unsurdur. Ben, Türklerin terakki yolundaki
satvetli [Ezici
kuvvet. Hışım ve şiddetle kavrayıp almak. Birisinin üzerine şiddetle sıçramak
ve hamle etmek. * Zorluluk] adımlarına kaniim. Kanaatim de Tabiat kanunları ve İçtimaî
seviyelerine müstenittir. Türklerin bu terakki ve yükselme hizmetlerine
Museviler dahi iştirâk etmişlerdir. İstihdaf edilen gaye de istikbale yardım
etmektir”.
Bugün,
bu eseri yazmağa beni sevdeken âmil nedir?
Bu
âmil, 1926 ve 1927 yıllarında zuhur eden iki hâdisedir.
Birinci
hâdise — 1926 senesi Şubat ayı içinde, İstanbul gazetelerinin bir kısmı,
Kristof Kolomb’un dört yüzüncü yıldönümünün kutlanması münasebetiyle, gûya
İstanbul ve İzmir Musevilerinden mürekkep üç yüz kişinin İspanyaya bir telgraf
çektiklerini yazmışlardı. Bu neşriyat üzerine Hükümet tahkikat yapmış ve
tahkikat hiçbir müsbet netice vermemişti. O sırada İstanbul Musevi cemaati
“yeni gayeler dairesinde cemaatin idare tarzı hakkında Hükümetin emir ve
mütalâalarını telâkki etmek ve her zaman vatanın pek samimî evlâtları bulunmuş
olup bütün hayat müddetlerince ona bağlılıkları muhakkak olan Musevilerin bazı
ricalarını mübeccel Hükümetimize arzetmek vazifesiyle” Ankaraya bir heyet
gönderdi. Tüccardan Beneberit reisi Hanri Soriano, dâva vekili Şimon Levi
efendiler ile bu eserin muharririnden mürekkep olan bu heyet, Başvekâlete
hitaben 16 Şubat 1926 tarihli bir ariza hâmil idi.
Heyet
25 Şubat 1926 da - Başvekil İsmet Paşa seyahate çıkmak üzere olduğu için -
Dahiliye Vekili Cebil Bey tarafından kabul olunarak, ariza kendisine takdim
edilmiştir.
Heyet
maruzatında, Musevilerin, dünya işleri din işlerinden ayrıldığı cihetle, Hahamhanenin
Cumhuriyet umdeleri dairesinde sureti idaresinin tesbitine lüzum gördüklerini,
mekteplerinde resmî ve ana lisanı Türkçe olarak kabul edeceklerini, mekteplerin
idaresini mahallî heyetlere terk ve hayır müesseselerinin, özel bir heyet
tarafından idaresini, Hahamhaneden tamamen alâkasını kesmeğe karar verdiklerini
söyledikten sonra, İspanyaya çekilen telgrafı bahis mevzuu ederek,, Türkiye
Musevilerinin vatanlarına olan sarsılmaz bağlılıklarından bahsetti. Vekil Bey
cevaben, İspanya telgrafı meselesini gazetelerde okuduğunu ve Türkiye’nin
Madrid sefareti nezdinde yaptırdığı tahkikatta “İspanyol Musevileri” tarafından
böyle bir telgrafın çekildiğini söyledi. Heyet, Cenubî Amerika’da müteaddit
İspanyol Musevileri cemaatleri bulunduktan başka Birleşik Amerika
cumhuriyetlerinde, Merakeşte, Pariste, Viyana’da, Sırbıstanda, Bulgaristanda da
müteaddit cemaatler bulunduğunu ve İspanyol Musevilerinin tâbiri gayet müphem
bir tâbir olduğunu ve zaten Türkiye Musevileri tarafından “üç yüz imzalı” bir
telgraf keşide edilmişse de, imzalarının behemehal telgrafhanede mahfuz
olacağını cevaben söyledi. Cemil Bey, Türkiye Madrid sefareti vasıtasiyle
tahkikatı derinleştireceğini beyan etti. Heyet gördüğü hüsnü kabulden dolayı
kendisine teşekkür ederek ayrıldı.
İkinci
hâdise: — 1927 yılında, Osman Ratıp Bey adında bir kimse sevdiği Elza Niyego
isminde bir Musevi kızını, Galata Bankalar sokağında öldürerek, ertesi gün
cenazesi kalabalık bir halk kütlesi tarafından kaldırılmıştır. Cinayetin sureti
vukuu ve öldürülen genç kızın yaşı, galeyan fazlalığı getiren ruhî
âmillerdendir. Bu galeyan fazlalığı, Hükümete karşı bir nümayiş mahiyetinde
telâkki etmiş olan bazı gazeteler, meseleyi büyütmüşler ve adliye buna vaz’ı
yed ederek, dokuz Museviyi maznun sıfatiyle muhakeme ettikten sonra
beraetlerine karar vermiştir.
Muhakeme
cereyan ettiği sıralarda, tanıdıklarım, bu mesele hakkın da ne düşündüğümü
sordular. Ben cevaben: “Bu işte kasıt yoktur, Hükümet aleyhine mürettep
nümayiş yoktur ve olamaz. Bu, olsa olsa ânı bir teessürün galeyanıdır”
dedim.
Ben,
bu sözleri, bu eserde göstereceğim gibi, tarihî vesikalara istinaden söyledim.
Yine bu vesikalardan anlaşılacağı veçhile, Türkiye Musevileri, değil Türkiye
aleyhine nümayiş tertip etmek, o nümayişin gölgesini bile düşünmeği hatırlarına
bile getirmezler. Türk Musevileri, yine vesikalardan anlaşılacağı üzere, her
vakit bu memleketin iyiliklerini büyük nimetşinaslık ve minnettarlıkla hatırlar
ve buna da Musevi cihanı dahi iştirâk eder.
Eski İmparatorluğun enkazından çıkan yeni Türkiye için yeni Türk
Musevi lâzımdır. Bu cihet de ayrıca eserimizde tetkik ediliyor.
Son
bölümden gayri, baştan aşağı bir vesika mecmuası olan bu eser. Türkiye
tarihinin bir parçasıdır. Bu eserin metninde, Türkiye tarihine ait olup,
şimdiye kadar meçhul kalan bazı vakalar vardır. Bunlar bilhassa İbrânice
eserlerden alınmıştır. 1492 de Türkiye’ye gelen Museviler Türkiye’ye matbaa
getirmişler ve o zamandan itibaren tab ettikleri eserlerde, Türkiye hakkında
pek mühim malûmat vermişlerdir.
Bundan
altı sene evvel ismini düşündüğüm ve vatanım Türkiyeye hizmet etmek arzusiyle
yazdığım bu eseri neşretmekle bahtiyarım.
Sene: 1928
Profesör Avram Galanti
Yahudiler ve İslâmlar — Türklerin Yahudilerle olan ilk temasları
Yahudiler ve İslâmlar:
Ahdi
atîk mucibince, İbrahimin iki çocuğu vardı. Biri, Mısırlı cariyesi Hagar’dan
doğan İsmail, diğeri, karısı olan Sara’dan doğan İshak’tır Bir gün Sara,
İshaktan on dört yaş büyük olan İsmail’in oynadığını ve eğlendiğini görerek
kocasına “Bu cariye ile oğlunu kov, zira bu ca
riyenin oğlu, oğlun İshak ile miras yemeyecektir” demişti. İbrahim
bundan teessür duymuşsa da, Allah kendisine “Eşinin sözlerinden dolayı
kederlenme, ikisi de çocuğundur. İkisinin zürriyetini de büyük kılacağım” dedi. İbrahim, cariyesi
ile oğlunu uzaklaştırmış ve (Biiri Seb’) sahrasına gitmişlerdir. Bunun gibi
Ahdi atîk, İsmail’in on iki oğlunun isimlerini sayıyor ve bunların arazisinin
hududunu çiziyor. Bu hududun çizilmesinden oğullarının sayısı değil, haritada
yerleri gösterilen on iki kabile olduğu anlaşılır.
Yahudiler, Ahdi atîk’in bu rivayetini şu suretle tefsir ederler:
İsmail ve İshak kardeştirler. Babaları İbrahim’dir. İsmail Arap kabilelerinin
babasıdır. İslâm peygamberi İsmail gibi Arap olduğundan, ona mensup olduğu
gibi, İslâmiyeti kabul etmiş olan ve Arap olmıyan milletlerin dahi İsmaile
mensup oldukları addolunur.
İshakın oğlu Yâkub ve bilâhara kendisine verilen isim “İsrail”
olduğundan, Beni İsrail namiyle mâruf olan Yahudiler, İshaka ve dolayısiyle
İsmaile, ve kezalik dolayısiyle Yahudiler ile bütün İslâmlar ve İslâm ailesine
mensup olan Türkler ile kardeştirler. Bu,
eski dinî İbrani edebiyatında böyle kabul olunduğu gibi halk indinde de kabul
olunmuştur. İbrânicede Türkiyeye “Türkiye memleketi” dendiği gibi “İSMAİL
MEMLEKETİ” de denir. Mektep
görmemiş Yahudiler indinde İslâm olan Mısırlılar, Cezayirliler, Afganlar ilâh.
Türktürler. Tarih bakımından İbrâniler ve Araplar Sami, lisanları Sâmi, örf ve
âdetleri hemen hemen birdir. İkisinin de dinleri Allah’ın birliği esasına
dayanmaktadır. İkisinde de namaz, kurban, oruç, taharet ilâh, hemen hemen
birdir. Siyasî bir maksatla farz kılınan Hac, her ikisi için emrolunmuştur.
Görülüyor ki Beni İsmail ile Beni İsrail arasında, iman ve din ihtilâfı yoktur.
İslâm’ın Kelime-i şehadeti olan “Lâilâh illâllah”, İbrânicenin,
“Allahtan başka Allah kimdir” tâbirinin Aramca
tercümesinin de “Lâilâhe illallâh” ın aynıdır.
Talmud, “Rüyasında Ismaili gören kimsenin duası kabul olunur”
diyor .
Hz. Muhammed, Müslümanların eline düşen Yahudi reislerin den birinin kızı
“Safiye” yi serbest bırakmış ve onunla evlenmiştir.
Yahudiler,
İslâm memleketlerinde himaye görmüşlerdir. Milâdın 640 senesinde İskenderiyeyi
fethetmiş olan Halife Ümer-ül-Fâruk bu şehirde kırk bin Musevi bularak himayesi
altına almıştır. Hülefâyi Abbasiyeden Ebu Câfer-ül-Mansur ve Harun-el-Reşid,
Yahudilerin hizmetlerinden fevkalâde istifade etmişlerdir. Endülüs hülefasından
Üçüncü Abdürrahman’ın dışişleri bakanı, Ebu Yusuf Hasday adında bir Musevi idi.
Mısır hülefasından Hafızeddin Allahın hususî hekimi Ebu Mansur Şemoil bin
Hananya ve Salâheddin Eyyübinin özel hekimi meşhur filozof Doktor Meymunî
idiler. Yahudiler Araplarla beraber çalışarak bu iki unsur, zamanın ilim ve
fenlerine, ticaretine büyük ölçüde yardım etmişlerdir. Aşağıda kendilerinden
bahsedilecek olan Türkiye Musevileri, bu memlekette en geniş ve en hararetli
bir himayeye mazhar olmuşlardır. İslâm
devletlerinin eskiden beri Yahudilere karşı olan bu himayesi, Musevi âlemince
büyük takdir ve minnettarlıkla yâd ve zikredilir.
İstanbul’un
mâruf Türk doktorlarından biri, bir gün Viyanada iken bir toplantıya dâvet
edildiğini ve orada bir Musevi bulunduğunu, ve Musevinin, bir Türkün içtimada
hazır bulunduğunu haber alması üzerine yanına gelerek kemali hararetle ve gûya
eskiden beri dost imiş gibi konuşmağa başladığını ve aralarında ânî ve samimî
bir dostluk peyda olduğunu bana söyledi. Doktor, iki tarafın bu ânî ısınmasının
sebebini Museviye sorduğu vakit o da, dinleri hemen bir olan iki unsurun her
zaman tazyik görmelerinden dolayı husule gelen tabiî bir tesanütten ileri,
geldiğini söyledi.
1907 de Kahire’de iken, bir gün bir dostumun evinde oturuyordum,
ihtiyar, sofu, okuması az bir adam olan babası Manisa’nın “Kasaba” şehri
ahalisinden olduğunu ve iş için köylere gittiği vakit, ibadet için “cami” ye
gittiğini söyledi. Bu
adamın sofuluğunu bildiğim için nasıl olur d», camide ibadet ettiğini sorduğum
zaman: “Ne olur! Türkler Beni Ismail den değil
mi? İsmail İshakın kardeşi değil mi? İkisi de İbrahimin oğulları değil mi?
İbrahim de Yahudi değil mi? Köylerde bulunan Yahudiler, böyle yaparlar. Camiler
açık, girer, ibadet ederiz, hiç kimse bir şey demez” diye babası
cevap verirdi, dedi.
Türklerin Yahudilerle olan ilk temasları:
Asur
hükümdarı Tiglat Falasar istimlâk ve tehcir siyasetini tatbike başladığı vakit,
İsrail devletinden nefiedilen esir Musevileri Asur memleketinin muhtelif
yerlerine dağıtmıştı. Sonra bu usul, İkinci Buhtanasar tarafından tahrip edilen
Yehuda devleti esirlerine dahi, Babilin muhtelif yerlerine dağıtılmak
suretiyle, tatbik edilmişti. Gerek İsrail, gerek Yehuda devletlerinin
inkırazını müteakip, Musevi ahalisinin bir kısmı Mısıra giderek orada birtakım
koloniler teşkil etmişlerdi. Keyhusrev, Babilin istiklâline nihayet verdikten
sonra, Beni İsrailin, memleketlerine dönmelerine ferman çıkarmış, halkın bir
kısmı Filistine avdet etmiş ve bir kısmı da bulundukları yerlerde kalmağı
tercih etmişlerdir. Zamanla Filistine avdet etmiyen bu aileler, civar yerlere
giderek, kâh mevcudiyetlerini muhafaza, kâh içlerinde yaşamış oldukları
cemaatlere, - örf ve âdetleriyle dinî merasimini muhafaza etmek suretiyle -
kısmen yahut küliiyen karışarak ileri Asyanın yani Küçük Asyanın muhtelif
yerlerinde yerleşmişlerdir.
Milâdın
70 senesinde Kudüs, Roma İmparatoru Titus’ün eline düştüğü vakit, binlerce
Musevi esirler, Romalıların hesabına çalışmak üzere Mısıra gönderilmiş ve
binlercesi memleketlerinden kovulmuşlardır. Bu esirleri, ihtiyarî muhacirleri, ve
kovulanları sonra müteaddit yerlerde ve meselâ Anadolu’nun sahillerinde
görüyoruz.
Sahillerde
Musevî cemaatlere tesadüf olunuyorsa da, İleri Asyadf: Türklerle beraber
temasta bulunan Musevî izlere de tesadüf olunuyor. Irak Türkleri,
zannolunduğundan daha eski zamanda o taraflarda bulunuyorlardı. Yukarıda adı
geçen Talmutta anbar, küpe, küfe gibi Türkçe kelimeleri görüyoruz ki, bu
kelimelerin, Museviler ile Irak Türkleri arasındaki temas neticesi olarak,
Ibrâniceye girmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Selçuk Türkleri arazisinde
Museviler vardı.
1326
da Sultan Orhan Bursayı zaptettiği vakit, orada bir Musevî cemaati bulmuştur.
Şehrin zaptından sonra bütün ahali şehri terketmiş ise de, bilâhara Museviler
şehre avdet etmişler ve bir müddet sonra, civar şehirlerde sâkin diğer
Museviler de Bursaya gelmişlerdir. Orhanın oğlu Süleyman Paşa, Geliboluyu
zaptettiği vakit, orada bir Musevi cemaati bulmuştur. Sultan Murat, Ankara’yı
aldığı vakit, orada eski ve küçük ve Edirneyi aldığı vakit, büyük bir Musevi
cemaati vardı.
Gerek
Edirne’de, gerek Trakyanın diğer şehirlerinde bulunan Museviler muhtelif
devletlerin tahtı idaresinde zulüm görmüşlerdir. Bir Musevî tarihçi o zamanki
vaziyeti şu suretle tasvir ediyor: “Türklerin
gelişi, bir sülâlenin değişmesi değil, onlar (Yahudiler) için bir vaziyetin
değişmesi idi. Yahudiler zulmetten nura, esaretten hürriyete kavuşmuşlardır. Yahudiler
Türklere yalnız galip ve toprağın efendileri nazariyle değil, kendi dinleriyle
yakınlığı olan kardeş nazariyle bakmışlardır. Bilmukabele Türkler dahi,
Hıristiyanların kendilerine ve dinlerine karşL olan husumetini bilerek,
Yahudilere muhabbet bağlamışlardır. Türklerin Yahudilere itimat ve emniyetleri
vardı. Çünkü onlarda (Yahudiler- de) Yahudiliği İslamiyet’e yaklaştıran sünnet,
oruç, ibadethanelerdeki sadelik, gibi âdetlerin mevcut olduğunu görmüşlerdir.
Manisanın
yanı başında bulunan Kasaba şehrine 1904 yılında vuku- bulan seyahatim
esnasında, oranın Musevi mezarlığında 1391 tarihli bir İbranice kitabe buldum.
Bu kitabenin eskiliğinden Musevilerin, Osmanlı Türklerin Kasabayı almazdan
evvel orada bulundukları anlaşılmıştır.
1416
da Şeyh Bedreddin’in İçtimaî inkılâbına iştirâk ile İslâmiyet! kabul eden Torlak
Kemal adındaki Musevi Manisalı idi. Bu, o zaman Manisada bir Musevi
cemaati olduğuna delâlet eder.
1429
da, Selânik şehri Türklerin eline düştüğü zaman, Selânik Musevileri iki mâbede
mâlik idiler. Yanyada bir Musevi cemaati vardı.
1453
de, İstanbul fethedildiği vakit, İstanbulda biri Rabbani, diğeğeri Karaî olmak
üzere, iki Musevî cemaati vardı .
Sh:
3-9
Kaynak:
AVRAM GALANTİ, Türkler ve Yahudiler-Tarihî, Siyasî Tetkik, İlaveli İkinci
Baskı, 1947 Tan Matbaası İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar