Tutunmayan Diyalog
DOST GÖRÜNEN DÜŞMAN
Dost
görünen düşman, düşmanların en tehlikelisidir. Ve bu çeşit düşmanın ferdîsi de
millisi de ayni derecede tehlikelidir. Biri ocak söndürür, biri yurt yıkar.
Fakat dost görünen düşmanların en kötüsü vicdan düşmanıdır. Çünkü bir ferdi,
bir 'milleti değil, milletleri birbirine düşürür.
Açık
düşman, en basit düşman, belki en iyi düşmandır. Çünkü ona karşı tedbir almak
ve ondan korunmak çok kolaydır.
Fakat dost görünen düşmanla ve bu düşmanın hileleriyle uğraşmak çok güçtür.
Beşeriyet, hayatının her safhasında bu düşmanla karşılaşmış ve bu düşmanla
mücadelede zorluk çekmiştir. Dost görünen düşman, bir muamma değildir. Belki
beşeriyetin bir za’fıdır. Çünkü beşeriyetin merhametine hitap eder ve merhameti
istismar eder, insanın merhametine hitab eden bir düşman seçmenin zorluğu,
merhametin yalnız acımak isteme sindedir. Bu yüzden dost görünen her düşman,
mutlaka bu hissi istismar ederek bir şahsı tepelemeyi, bir memleketin
istilâsını kolaylaştırmayı, yahut vicdanları avlayarak beşeriyeti birbirine
düşürmeyi gözetler. “Ömer Rıza DOĞRUL”
Yazan:
Herodot
Babil,
Irana karşı isyan etmiş ve muhasaraya dayanmak için hazırlanmıştı.
Dârâ,
isyandan haber alır almaz kuvvetlerini topladı Ve Babile karşı yürüyerek şehri
muhasara etti.
Fakat
Babil halkı, muhasaradan korkmadılar ve zerre kadar yılmadılar. Bunlar,
surlarını taçlayan kulelere çıkarak Dârâya ve ordusuna hakaret yağdırıyorlardı.
Günün birinde de içlerinden biri, İranlılara karşı şu sözleri söylemişti:
«Ey
İranlılar! Burada niçin duruyor ve biran önce yurtlarınıza dönmüyorsunuz?
Katırlar yavrulamadıkça sizin şehrimizi zaptetmenize imkân yok!»
Bunu
söyleyen Babil hemşerisi katırın asla doğurmayacağını sanıyordu.
Muhasaranın
üzerinden bir sene yedi ay geçmiş, Dâranın ordusu fena halde yıpranmış, fakat
şehri zaptedememişti. Dârâ ile kumandanları, her çareye başvurmuşlar, türlü
türlü hilelerden istifade etmişler, fakat bunların biri de kâr etmemişti.
Kurus’un, daha önce şehri zapt için kullandığı vasıtaların hepsi de
kullanılmış, fakat bundan da bir netice alınamamıştı. Babil ahalisi daima
uyanıktılar ve kendilerine karşı kullanılan her çareye mukabele ediyorlardı.
Muhasaranın
yirminci ayında İranlıların en ileri gelen ulularından olan Megabuzusoğlu
Zopyrus, olağanüstü bir hâdise ile karşılaştı. Çünkü katırlarından biri
doğurmuştu.
Hâdise
o kadar garipti ki Zopyrus da inanmadı ve ancak yavruyu gözleriyle gördükten
sonra inanmaktan başka çare bulamadı. Bunun üzerine Zopyrus hâdisenin kimseye
bildirilmemesi için adamlarına kesin emirler vermiş ve sonra vaziyeti kendi
kendine düşünmüştü: Muhasaranın başladığı Sırada Babil ehalisinden biri
«katırlar yavrulamadıkça» şehrin zaptedilemiyeceğini söylemişti. Zopyrus bu
sözü hatırlıyarak şehrin düşmek üzere olduğuna hükmetti. Demek bu sözleri
söyleyen adam, İlâhî bir ilhamın tercümanı olmuştu. Kendi katırlarından birinin
doğurması da bunun böyle olduğunu göstermişti.
Zopyrus,
Babil’in sukut etmek üzere olduğunu hissettikten sonra Dârâ’ya giderek Babilin
zaptına büyük bir değer verip vermediğini sordu ve onun bu şehri zapta en büyük
değeri verdiğini görerek bu işi başarmağa ve bu başarıyı kendi adına bağlamağa
karar verdi. Şerefli başarılar İranda fevkalâde tebcile lâyık görülür ve
bunları başaranları, en yüksek mevkilere vardırırdı. Zopyrus de böyle bir işi
başarmayı düşünerek Babil’i zapt için baş vurulacak çareleri göz önüne
getirmiş, ve bunlardan birini seçmişti. Bu çare onun şahsını feda etmesini ve
kendini korkunç bir kılığa sokmasını gerekleştiriyordu. Fakat Zopyrus her şeyi
göze almağa karar vermişti. Onun için tereddüt etmeden kalkmış, burnunu ve
kulağını kesmiş, saçlarını kırkmış, eline bir kırbaç alarak kendini döğe döğe
gövdesini yara, bere içinde bırakmış ve bu hal ile Dârâ’nın yanına girmişti.
En
yüksek mevkili adamlarından birini bu hal üzere görmek şehinşahı fena halde
üzmüştü. Dârâ, tahtından sıçrayarak yüksek bir sesle bağırdı ve Zopyrus’u kimin
bu hale soktuğunu, bu hale sokmak için ne yaptığını sordu.
_
Zopyrus cevap verdi:
«Yer
yüzünde beni bu hale sokabilecek bir tek adam vardır. O da sizsiniz. Bana bir
yabancı el dokunmadı. Bütün bunları kendim yaptım ve kendimi bu kılığa soktum.
Çünkü
Asurilerin İranlılara gülmelerine tahammül edemiyorum...»
Dârâ
hayret etti ve:
—
Zavallı adam. Dedi, en çirkin hareketi en güzel duyguya izafe ediyorsun. Senin
kendine bu işkenceyi reva görmen muhasarayı mı sıklaştıracak? Yoksa senin
burunsuz ve kulaksız kalman, düşmanın teslim olmasını mı çabuklaştıracak? Kendini
bu hale sokarken her halde aklını oynatmış olacaksın!
Zopyrus
anlattı:
'— Neler
düşündüğümü ve neler tasarladığımı anlatırsam, beni muahaze etmezsiniz. Fakat
ben plânlarımı gizli tuttum ve ona göre hazırlandım. Artık sizin tarafınızdan
bir muvaffakıyetsizlik baş göstermezse, Babili zaptedeceğiz. Ben bugün, bu
halimle düşman tarafına kaçacağım. Onların şehirlerine gireceğim ve sizin beni
bu hale koyduğunuzu söyliyeceğim. Sözlerime inanacaklarını ve bana bir
kumandanlık vereceklerini sanıyorum. Siz firarımın onuncu gününü bekleyiniz.
Sonra Semiramis kapısının önüne kaybetmekten perva etmeyeceğiniz bin askeri
gönderiniz. Sonra yedi gün bekleyiniz ve Ninova kapısına iki binlik bir kuvvet
gönderiniz. Sonra yirmi gün bekleyiniz ve Geldanîler kapısına dört bin asker
gönderiniz. Bütün bu askerler, kılıçlarından başka silâh taşımasınlar. Yirmi
gün geçtikten sonra bütün orduya her taraftan taarruz için emir veriniz. Ve
Belian ile Cissian kapıları önünde iki kuvvet bulundurunuz. Ben o zamana kadar
Babil’e ummadığı zaferler kazandırmış olacağım için herşey hattâ kalelerin
anahtarları dahi benim elimde bulunacak. İşin gerisi bana ve benim İranlı
askerlerime aittir.
Zopyrus
bütün bu talimatı bıraktıktan sonra Babilin kapılarına doğru bir kaçak gibi
hareket etti. Takip olunmaktan korkuyormuş gibi ikide birde arkasına bakıyor ve
kaçak olduğunu karşı tarafa hissettirmek için her şeyi yapıyordu. Babil
kulelerinde duran ve etrafı gözetlemekle meşgul olan nöbetçiler onu görerek
aşağı indiler; kapılardan birini aralayarak kim olduğunu ve niçin geldiğini
sordular. O da Zopyrus olduğunu ve İranlılar tarafından kaçarak Babil tarafına
katılmak istediğini söyledi. Kapıcılar onu içeri aldılar ve kumandanlarının
yanma götürdüler. Zopyrus bunlara kim olduğunu anlatarak başından geçmiş
felâketleri izah etti. Ve Dârânın onu bu hale soktuğunu, biricik sebebin
muhasaravı kaldırmak ve geri dönmek lehinde bulunmak olduğunu bildirdi. Sonra
devam etti:
— Sizin tarafınıza katılmam, sizin için en
büyük bir kazançtır, fakat Dârâ ile İranlılar için en büyük kayıptır. Beni bu
hale sokan kimseyi cezasız bırakmıyacağım. Çünkü onların bütün düşüncelerine ve
plânlarına vakıf bulunuyorum.
Babil
büyükleri, İranlılar arasında çok yüksek mevki sahibi olan bu zatı bu tüyler
ürperten vaziyette, burnu ve kulakları kesik, gövdesi kanlar içinde görmüşler,
sözlerine inanarak onun kendilerine yardım için geldiğini sanmışlar, onun her
istediğini yapmağa hazırlanmışlardı. Onun bütün dileği bir kumandanlık olduğu
için ona bir miktar asker verdiler. O da bu askerleri ele alarak önceden
verdiği kararlar dairesinde harekete başlamış, firarından on gün sonra
askerlerini alarak, Dârânın gönderdiği bin askeri kuşatmış ve hepsini kılıçtan
geçirmişti. Babil halkı Zopyrus’un sözü gibi özünün de doğru olduğunu görerek
sevinmişler ve ona daha fazla güvenmeğe başlamışlardı.
Zopyrus
ikinci vâdenin hululünü bekleyerek kumandası altındaki askerlerle bir kere daha
taarruza geçmiş ve Dârâ’nm gönderdiği iki bin askeri de kılıçtan geçirmeğe
muvaffak olmuştu. Bu ikinci zaferden sonra bütün Babilde onu methetmeyen
kalmamıştı. Herkes onun Babile gelmesini, umulmayan bir nimet sayıyor ve ona
karşı en derin şükran borcunu hissediyordu.
Zopyrus
bir müddet daha bekledikten sonra üçüncü vâdenin hulûlü üzerine dört bin
İranlının bulunduğu yere hücum ederek bunları da aynı şekilde kılıçtan
geçirmeğe muvaffak olmuş ve bu zafer onu dilediği mevkie yükseltmeğe yardım
etmişti. Babil halkı ona bütün varlığı ile emniyet ediyor ve güveniyordu. Bütün
orduların kumandası ona emanet edilmiş ve şehrin anahtarları da ona teslim
olunmuştu.
Dârâ
kararlaştırılan plân dairesinde hareket ederek her taraftan taarruza geçtiği
zaman Zopyrus da işin gerisini tamamlamıştı. Babil halkı surlarının üzerinde
toplanıyor ve İranlılara mukavemet için ellerinden geleni yapıyorlarken
Zopyrus, Cissian ve Belian kapılarını açmış ve düşmanı içeri almıştı. Babil
halkından hıyanete uğradıklarını anlayanlar Ba’l mâbedine sığındılar.
Hıyanetini anlamayanlar dövüşmeğe devam ettiler, sonunda onlar da teslim
olunduklarını anladılar.
Babil
zaptolunmuştu. Babil yerlilerinden üç bin kişi seçilmiş ve haça gerilmişti.
Zopyrus’a
gelince, Dârâ onun eski yeni bütün İranlılara üstün bir iş başardığına
inanıyordu. Hikâyenin gelişine göre Dârâ “yirmi
Babil’e hâkim olmayı Zopyrus’un burnuna ve kulaklarına değişmeyeceğini”
söylemiş, onu fevkalâde taziz etmiş, ona her yıl İranlılarca en muteber
hediyeleri vermiş, onu vergiden affederek Babil’in başına geçirmiş ve daha
birçok ihsanlarda bulunmuştu.
Herodot,
üçüncü kitap: Fıkra 160 (5)
Sh:7-11
Kaynak: Dost Görünen Düşman, Yazanlar :Herodot — Beydeba — Celâleddini
Rumî; Arapçadan, Farsçadan, İngilizceden Türkçeye çeviren: Ömer Rıza
DOĞRUL,1944, İstanbul
Eskimiş bir haber ,
fakat hatırlayalım.
Dünyayı sarsan çifte rezalet
Yeni Şafak | | 21 Şubat 2010
Yeni Şafak | | 21 Şubat 2010
İspanya ve İngiltere'de
yaşanan iki ayrı skandal dünyayı ayağa kaldırdı. İspanyol Merino'nun üst üste
ibadet eden Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi'den oluşan heykeli infiale yol
açarken, İngiliz sanatçı Elton John'un Hz. İsa hakkındaki hakaret içeren
sözlerine tepki yağdı
İspanya'da sergilenen
skandal heykel, dünyayı ayağa kaldırdı. İspanyol sanatçı Eugenio Merino'nun üst
üste ibadet eden Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi'den oluşan heykeli dünya
çapında büyük tepkilere yol açtı. İspanya'nın başkenti Madrid'deki ARCO Çağdaş
Sanat Fuarında yer alan İspanyol sanatçı Eugenio Merino'nun 'Cennete giden
merdiven' adını verdiği heykel,
üst üste ibadet eden Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi'den oluşuyor. Heykelde dikkat çeken bir başka özellik ise
papazın elinde Tevrat, hahamın elinde Kur'an-ı Kerim olması ve secde eden
Müslüman'ın alnını koyduğu yerin yanında da İncil'in bulunması.
50
BİN EURO'YA SATILDI
Heykelin yanında ise
makineli bir silahın namlusunun ucuna geçirilmiş Museviliğin sembollerinden
olan yedi kollu şamdan bulunuyor. Heykel fuarın ilk günüde 50 bin Euro
karşılığında Belçikalı bir sanat koleksiyoncusuna satıldı. Merino
"çalışmasını üç büyük dinin bir arada olmasını göstermek amacıyla"
yaptığını savundu.
SKANDAL
HEYKELE HER KESİMDEN KINAMA
Hem
Müslüman hem de Hıristiyan dünyasında tepkilere yol açan heykelle ilgili olarak
Madrid'deki İsrail Büyükelçiliği de sert açıklamalarda bulundu.
Büyükelçilik, heykelin Yahudiliğe, İsrail'e ve aynı zamanda diğer dinlere
yapılan bir saldırı olduğunu söyleyerek protesto ettiğini bildirdi.
http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=NanFmRsnGOo
--
Nereden icap etti, bu
heykel meselesi?
Dindârların kafasını
karıştıran bir şeyi gündeme getirmek.
Unutmayalım ki, bakışın
iyisini bulmak için arkaplandaki yapıyı irdelemek gerekir. Bir sanatçı bir
konuyu işleyip servis ederken bir kitleyi (burada Ehl-i Kitap ve Müslümanların
inançlı kesimi) rahatsız edeceğini bile bile bir eserini paylaşıyor. Bunu yaparken,
her olumsuz durumu düşünmüş olması gerekir. Bu gibi durumların yalnızca para
için yapıldığını zannetmek düşünen insana biraz aptalca gelir. Bu nedenle
heykeli üstün körü yorumlamaya çalışırsak hataya düşüyoruz. Yanlış yok mu var,
niye ilk etapta tepki verebilecek bir durumu varda ondan..
Sanatçının birinci şartı
insanlara düşünmediğini hatırlatacak imajı ilk defa sunabilen olmak ve hareketini sağlamaktır.
Bu
heykelden kimse memnun olmadı.
Şimdi buradan sözü
heykeli çözümlemeye çevirirsek;
secde ettiği halde
Müslümanların Hristiyanlaştığı,
Hristiyan dünyanın
Yahudileri nasıl kullandığını ve Müslümanları nasıl sömürdüğünü,
Yahudilerinde eline
Kur’ân-ı Kerimi ele aldığında yani uyduğunda tabi olduğunda bütün milletlerin
hâkimi olacağını ve altın çağı yakalayacağını;
anlatmak istiyor
diyebiliriz. (bu yorum bizim)
Bu heykeli yapan diyalog
çağrışımı yapıyorum telaşına düşmüş olabilir. Ancak farkında olmadan geleceği
gördüğü düşünüyoruz. Gelecekte olacağı bahsedilen Hz. İsa’nın Nüzülü, Deccal’in
öldürülmesi ve Hz. Mehdi nin gelişine, bu çerçeveden bakınca; bu olayların
çilesini Müslümanlar çekeceğine heykelde ima da var. Fakat her şeyden önemlisi Yahudilerin Kur’an-ı Kerim’e dönüşü dünyayı
değiştirecek olduğudur. Çünkü Yahudiler her şekilde dışlanmışlığın verdiği
acılar ve sonsuz araştırmaları ve gayretleri sonucu hakikate erişecekler
görünüyor. Bu fikir günümüz için biraz basit veya alelâde gelebilir. Ancak
gelecek budur ve hakikattir.
İnsanlar geleceği
görebilir. Ancak kabullenmekte zorlanırlar.
Bu tür fikirsel ve sanatsal eylemsel eserler doğasında birçok sırrı
barındırabilir.
Sonuçta bu heykel dinler
arası diyalog heykeli değildir. Çünkü dinler arası diyalog aklın ve mantığın
kabul etmeyeceği bir husustur. Bunu bilgi sahibi olan her insan bilir.
Sonuç olarak bu heykel “gerçek geleceğin” günümüzdeki
rahatsızlığının dışa vurumudur.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar