UNUTULAN HAKİKAT- KÖTÜLÜK OLGUSU
Çeviri: Latif BOYACI
Grilfin'e göre ezelî hikmet sadece
biçimsel, mantıksal bagdaşıksızlıkları değil aynı zamanda gerçeklere uymaması
dolayısıyla materyal olarak da tutarsızlıktan sorumludur. “Gerçekliğe
kesinlikle uygun değildir.” (19.3).'Griffin bir başka yerde üzerinde durmadığı
diğer gerçeklikler olarak zaman ve bağımsızlığa işaret eder, fakat bu noktada
kötülük üzerinde yoğunlaşır. Eşyanın nihaî veya mutlak mahiyetlerinde her
açıdan mükemmel olduğunu ileri sürecek cürete - veya cesarete, küstahlığa
(ismini kendiniz seçin) - sahip bir görüş (ezelî) başlıca itiraz olarak kötülük
olgusuyla yüzyüze gelmelidir.
Bu meydan okumanın Griffin’in olağan
tecrübeye ve ona hakim olan mantığa yakın duran değerlendirme çerçevesinde
karşılanması mümkün değildir. Gerçekte Tanrı orada ya mutlak güç sahibi ya
da mutlak iyidir, her ikisi değil. Griffin Tanrının iyiliğini tercih eder.
Böyle yaparken tarihi karşısına alır, zira tarih insanların erdemden çok güce
tapındığını gösterir; fakat burada konu dışına çıkmak istemiyorum. Burada
üzerinde duracağımız mesele mükemmel olan Tanrının Griffin’in ayırıcı bakış
açısından mutlak güç sahibi de olamayacağıdır.
Tanrıya her iki sıfatı da sadece
daha geniş bir değerlendirme çerçevesi verebilir; ben ise onun güç ve iyiliğin
uyum içerisinde hareket ettiği ontolojik bir hiyerarşi sıfatıyla gerçeklik
fikrini reddi göz önüne alındığında, ona bunun mümkünlüğünü göstermek hususunda
ümitsizim. Griffin “varlık dereceleri ve bu derecelerin iyilikle ilişkili
olduğu biçiminde düşünmeyi” “garip bir fikir” olarak görür. Acaba böyle
midir? Rüyaları gerçek hayattan, ağaçların sudaki akislerini ağaçların
kendilerinden daha az gerçek, televizyon dramalarını “gerçek hayattakilerden”
daha az anlamlı bulmamız tamamıyla doğaldır: Bütün bu örneklerde gerçeklik önem
ve değer kavramlarıyla kaplanmıştır. O halde bu gibi imaları benimseyerek
varlığın kendisini Eflatun gibi karşılaştırmalı olarak dereceli görmek neden
tuhaf olsun? Bu şekilde davranmamak metafiziksel bir hata olarak görünse de
burada acil olarak vurgulanması gereken nokta böyle bir ontolojik hiyerarşi
olmadan ezelî te- odise üzerinde odaklanma imkanının söz konusu olamayacağıdır.
Hiyerarşi gözönüne alındığında bu
sağlanabilir mi?
Perennial Felsefe ya da Perennializm, (Daimicilik)
evrensel hakikat ilkelerinin tüm insanlar ve kültürlerde ortak olarak mevcut
olduğuna dair felsefi düşünüş. 16. yüzyıl teologu Augustine Steuch tarafından De perenni philosophia libri X (1540)
kitabında "theosophia
perennis" şeklinde kullanılmış ve "düşüş"ten sonra unutulmuş ve
tarihte parçalı olarak ortaya çıkan vahyedilmiş mutlak hakikate işaret etmekte
kullanılmışsa da Latince "philosophia perennis" terimine popüler kullanımını
17.yüzyıl filozofu Leibniz kazandırmıştır. Yirminci
yüzyılda ise terimin literatürdeki kullanımı 1945 yılında "The Perennial
Philosophy" adındaki kitabıyla Aldous Huxley'a borçludur.
Perennialistlere göre kötülük
hiyerarşimizin sonunda açıkça gerçektir. “Tenha bir
gölge arayıp bulalım, ve orada/ağlayalım, kederli yüreklerimizi boşaltalım....
Her yeni sabah/Yeni dullar matem tutacak, yeni yetimler ağlayacak; yeni acılar/
Kaderi yüze çarpacaktır.” (Macbeth)
Biz insanların hiyerarşinin alı
ucunda oturarak yapabileceği en büyük hala, bu bağlamı: dokunmuş olduğu
kötülükle birlikte ciddiye almamızdır. Ahlakî acıdan kötülüğe "şeytanla
mücadele et, bu sayede dostun olur" prensibine göre karşı
çıkılmalıdır. Onunla mücadele etmeyip ona karşı çıkmamak, takım hocasına göğüs
göğüse ilişme oyununu uygulamayacağım çünkü bunun futbol olmadığını ve hatta
gerçek bir oyun bile sayılamayacağını söyledikten sonra takımda kalmayı ummaya
benzer. Toplayabildiğimiz bütün enerjiyle kötülüğün karşısına çıkıp onunla
mücadele etmede başarısız olduğumuz derecede eşyanın genel düzenindeki yerini
içeren mahiyetini anlamadığımızı gösteririz/Bu başarısızlık nedeniyle sadece
beşerî isteklerimize erişememekle kalmayıp yanlış anlamalar neticesi ortaya
çıkan cezalara da müstahak oluruz - kanun önünde cehalet bir özür değildir.
Eğer kötülük unsuru hakkında söyleyeceğim başka hususlar bu başlangıç
noktasının ortasını buluyorsa kişi okumayı bırakmalıdır, zira yanlış
anlaşılmadığım sürece uzlaşmalar, söylediğimin yanlış olduğunu gösterecek
kanıtlardır. Bu Dalai Lama’mn görüşüydü; bir defasında şöyle demişti: “Eğer
kendini Sunyata (boşluk) ve karma arasında seçim yapma zorunluluğunda
hissedersen karmayı seç..” Vivekananda’nın görüşü ise şöyledir: “Vedantik görüş
kötülüğümüzün iyiliğimizden daha az değeri olmadığını söyler. Bunu, bilerek
sabırla çalışın. Eğer
doktrinle ilgili herhangi birşey sizi çalışmayı kesmeye, buradaki anlamıyla
kötülükle mücadeleyi durdurmaya, iterse doktrin zararlı demektir. Tabiî ki yine
doğru biçimde anlaşıldığını kabul ediyorum
Kötülüğün bu ciddî durumunda anlamlı
bir şekilde daha eksik olacak bir bütüne katkıda bulunduğunu ileri sürerken bu
çok önemli husus yerinde korunabilir mi? Burada tartışmaların çok az önemi
vardır, dolayısıyla düzenli olarak benzetmeler yapılır. Bir resmin değersiz -
ve hatta tek başına nahoş olan - parçaları bir bütün olarak resme katkıda
bulunurlar. Veya yine bir oyundaki kötü rol oyun yazarının güttüğü amaca hizmet
eder. Bu ikinci benzetme Tanrıyı yüce oyun yazarı yaptığından uluhiyetin
insanın acı çekmesini kendi seyri, ilahi zevki için kullanmasının zalimce
olduğunu îma edebilir, ancak bu yorum benzetmedeki diğer noktalan gözden
kaçıracaktır. Aktörler kendilerine trajik veya kötü roller verildiğinde oyun
yazarını veya rol dağıtımım kötülemezler; oyunda yer alacaklarından dolayı
memnundurlar. Benzer şekilde, insanlar her ne kadar kimi zaman hiç doğmamış
olmayı arzu etliklerini söyleseler dc gerçekten bunu mu kastettiklerini merak
edebiliriz.
Bu hilkatin genel olarak cömert bir
eylem olduğunu ve esse qua esse bönüm est: "Varlık, varlık olarak güzeldir” prensibini ima eder. Benzetmeyi son
bir kere daha kullanacak olursak; oyun bittikten sonra dinlenme odasında kimin
hangi rolü oynadığı meselesi kalmamıştır, zira oyuncular temsili bir bütün
olarak düşünüyorlardır.(Ezelî teodise her nefsin sergüzeşt-i hayatını “yüz
yüze” gördüğü zaman onu kozmik değerlendirme makalelerinde de okuma imkanına
sahip olacağını savunur.
Ezelî teodisenin benzetmelere dayandığı
zaman hareket tarzı aşağı yukarı böyledir, fakat eğer onun temel tezini görmek
istersek şununla karşılaşırız: Uluhiyet mümkün olan en mükemmel, bütün mümkün varlık
tabakalarını içermesi gereken dünyayı yaratmasaydı, mutlak güç ve iyiliğin
ikisine de sahip ölmazdı - diye ısrar eder perennialist.
Bu, Yeni-Eflatunculuğun Büyük Varlık Zinciri’ndeki “mükemmellik ilkesi” dir.
Aziz Augustine de bize “artık daha iyi bir dünya istemiyordum, zira
mahlukatı bir bütün olarak düşünüyordum; bu daha net ayrımın ışığında üst
tabakadaki varlıkların alttakilerden daha iyi olmakla beraber bütün mahlukatın
toplamının tek başına üst tabakadaki şeylerden daha iyi olduğunu görür
olmuştum” dediğinde bunu ifade eder
Sadece Augustine’in “bütün
mahlukatın toplamı” net
olarak görünüyorsa, gezegenimizde kesin biçimde kötü olan şevler eşyanın genel
düzeni içerisinde uygun olarak onaylanabilir. Büyük Sufî Rabiâ, bu tasdikin
özünü nakleder:
Process ilahiyatçıları eğer
Tanrı’nın saadeti (beatitude) safsa Tanrının ya yaralarımızdan haberi olmadığı
ya da bunları önemsemediği iddiasında bulunurlar. Fakat durum gerçekten böyle
midir acaba? Hepimiz arkadaşlarımızın bir film hakkında “harikaydı. Film
boyunca ağladım" dediklerini işitmişizdir; nitekim Shelly Skylark
mda en güzel şarkıların en acı düşüncelerden söz edenler” olduğunu ileri sürer.
Akşam üzeri gerçek bir trajedi olan Oedipus Rex’te Judith Anderson u seyrettim,
tiyatroyu büyük bir heyecan içinde terk ettim. Process
felsefesinin “uyumlu biçimde bir araya gelen ve yoğun biçimde hissedilen
güçlü çelişkilerin yaşanması” olarak değer anlayışı, acılarımızı hisseden
fakat onları olduğu gibi kabul eden bir Tanrı için gerekli şeyleri sağlıyordu
neredeyse. Kötülüğün neden olduğu güçlü çelişkiler olmadan
Tanrının hissedişi bu kadar yoğun olur muydu?
Sh:
238-241
Kötülükte iyilikte mükemmellik
prensibinin gereğidir.
Hatalı görüşlerimin “zararlı”
etkilerini sınıflandırırken güç toplayan bir kısmı okurken Griffin’in birçok
hatamın altında “doğru bir sezgi” yattığı şeklindeki sonuç taviziyle
bozuldum. Sezgi şudur:
Dünyanın kötülükleri gerçekten ve nihaî anlamda kötü olmakla
birlikte bir bütün olarak iyi olan bir sürecin parçalarıdır; süreçteki iyilik
kötülüğün mümkünlüğü ve fiilî kaçınılmazlığı olmadan mümkün değildir; açıkça
beşerî kötülükler sonunda bütün katılımcıların yolda çekilen sıkıntıların değer
olduğu görüşünü paylaşacakları derecede büyük ve evrensel bir iyiliğe neden
olacak Uzun bir süreçte vuku bulmaktadır; süreçle - yani Tanrıyla - ilgili
uygun bir bakış açısına sahip kişi kötülüğü (yaratıkların acılarını bizim vücut
azalarımızın acısını hissetmemize benzer şekilde hissetse bile) huzur içinde
kötülük olarak tecrübe edecektir (263-264).
Bu formulasyonu benimseyip
benimsemediğim ve dolayısıyla Griffin’le birlikte “gerçekliğin her açıdan
mükemmel olduğunun geç modern inkarına karşı birleşik bir cephe oluşturmada”
safları sıklaştırıp sıklaştırmadığım sorulursa cevabım “genel maksatla ilgili
olarak memnuniyetle” olacaktır. Fakat yakından incelendiğinde -Griffin’in bir
paragrafa sıkıştırılmış felsefesi olarak görünen- bu formulasyonun benim değer
verdiğim şeyleri hiçe saydığı görülür. “Dünyanın kötülüklerinin gerçekten ve
nihaî olarak kötü olduğu” görüşünü paylaşmıyorum. Oysa Griffin dünyayı bir
bütün olarak çok iyi görmektedir, ben onu mükemmel olarak alıyorum. Griffin’in
“süreçteki iyiliğin .... kötülüğün mümkünlüğü ve fiilî kaçınılmazlığı olmadan
mümkün olmadığı” iddiasını “kötülüğün kesinliği olmadan” anlamına gelecek
şekilde pekiştireceğim. Griffin’in “sürecinin” yerine de baştan başa zamanı
zamandan bağımsız bir şekilde kapsayan ezelî ve sonsuz Mutlağımı koyacağım.
Bu kısımda, mesele bu dört
farklılığın İlahî mükemmellik konusunda nasıl yakınsadığı olacaktır; Griffin de
doğru bir biçimde “mükemmel gücü ... uygun biçimde anlamada ihtilaf
ettiğimizi belirtir” (257). Geleneksel Tanrının hem daha mükemmel hem de daha
güçlü olduğu sonucunu çıkarmamış olsaydım süreç Tanrısından klasik teizmin
Tanrısına geri dönmezdim. Daha güçlüdür, çünkü var olan herşeyin ilk sebebidir,
oysa Griffin’in Tanrısı kendi mahsulü olmayan vergilerle - yaratıcılık, ezelî
objeler, gerçek olaylar çatısı- çalışmak zorundadır. Daha mükem-
meldir zira - Tanrının tek başına
sorumlu olduğu - herşey tamamıyla olması gerektiği şekildedir. Bu sınırsız,
somut mükemmellik yine Griffin’in onaylamadığı birşeydir.
Bu nedenle ben ilahı mükemmellik ve
dünyevî kötülük meselesi hakkında Tanrının mükemmelliğine Griffin’den daha
güçlü, dünyanın kötülüğüne ise daha zayıf bir atıfta bulunurum; bunun sonucu
benim dünyamın (bana göre) ikisinin üstü olarak ortaya çıkmasıdır. Benim
dünyamda, Tanrının mutlak gücüne sıkı sıkıya bağlı mükemmelliği ikinci
dereceden herhangi bir olayın mümkünlüğüne izin vermez - vuku bulan hiçbir şey
başka türlü olması durumunda daha iyi olamaz. Böyle bir dünyayı her köşede geri
dönülmez hataların hücum ettiği bir dünyaya tercih ederim ve ayrıca onun
yaratıcısına böyle bir dünyayı etkilemekten aciz bir Tanrıdan daha çok saygı
duyarım.
Griffin kendi Tanrısının böyle bir
dünyayı etkilememesinin nedeni olarak söz konusu dünyanın mantıksal bir
imkansızlık taşımasını gösterir ve kanıt olarak tutarlılık ve bağdaşıklık
ölçütlerini bana yöneltir: Eğer silinmez hataların mümkünlüğü ortadan
kaldırılırsa insan özgürlüğü de aynı vuruşta silinir. Fakat önceki kısımdaki
hedef Griffin’in tutarlılık ve bağdaşıklığın varsaydığı gibi tarafsız hakemler
olmadığıdır. Mantıklar birden fazladır.
Daha makul anlarda benim anladığım
şekilde gerçek olan - yinelemek gerekirse insanların muktedir olduğu bütün
tepkileri uyandıran ve bütün mukavemeti ortadan kaldıran - kötülüğü Tanrının
böyle bir kötülüğü katışıksız iyiliğe tahvil etme kudretiyle telif etmenin
oldukça mümkün olduğunu görürüm.
Nasıl mı?
Kimi zamanlar bunun nasıl olduğunu
ne söyleyebiliriz ne de anlayabiliriz - Fakat Griffin Tanrının gizemini
kaldırmak isterse bu onun kutsallığını da kaldırır ve ben de ilgimi kaybederim.
Fakat bizi gökkuşağının ufuk çizgisine nerede dokunduğunu - bu noktanın kendisi
görünmese bile - varsaymamızı sağlayacak kadar sağlam mantıksal bir yörünge
çizebiliriz.
Bu mantıksal yörünge, çok yakından
tutulduğunda bulanık görünen şeylerin perspektife yerleştirildiğinde berraklık
kazandığı kıyaslar yoluyla tesis edilir. Bir karakter özelliği olarak
bakıldığında Iago’nun kötülüğü aşağılık birşeydir, fakat Sheakspeare onu Othello'nun
içeriğinde iyi biçimde kullanır. Griffin’in benim tiyatroya atıfta bulunmamı
reddi gözönüne alındığında bunu tekrar sunmak akıllıca olmaz, fakat Griffin
benim benzetmeme yanlış taraftan yaklaşır. Eğer sahnede gerçek bir acı yoksa o
zaman sahnede gerçek bir çözüm de yoktur; dolayısıyla bu yoruma göre oyun
sadece “oyun” olmakla, Griffin'in üstelediği gibi, hiçbir gerçek etkiye sahip
olmamalıdır. Bu gibi benzetmelerin amacı duyguların karmaşık olabileceğini
göstermektir; ve böyle bir amaç (derinlik psikolojisi çağında olduğumuz şu
sıralar) gizli olmamalıdır. Çelişki açık bir örnektir, ama sadece başlangıçtır.
Futbolda topu elinden kaçırmak tribünlerden homurtuların yükselmesine neden
olur, fakat heyecan da ekleyebilir ve eğer top yeniden tutulursa, rutin bir
oyun heyecanlı bir oyuna döner. Bir çift bu yakınlarda bana kanserliler
koğuşunda yatan çocuklarıyla yaşadıklarını anlattı. Onun kemoterapıde
çektiği acı vasıtasıyla çektikleri acı bu gibi tedavi metodlarının günümüzde
mevcut olmasından duydukları minnettarlık ve hatta övünçle hiçe inmişti.
Tanrının hissizliği şeklindeki ortaçağ doktrinini hassasiyetsizdik şeklinde
anlamıyorum. Bu daha ziyade Tanrının kötülüğü huzur ve saadetini (ananda)
kaybetmeden kötülük olarak tecrübe etme kapasitesine karşılık gelir. İki,
görüşümüz arasındaki farklılıklar devam etmektedir, zira kişi bir talihsizliğin
ortaya çıkmamış olmasını isterken onunla ilgili olarak huzurunu koruyabilir.
Süreç Tanrısı da böyle istediğinden saadeti geleneksel Tanrınınkinden daha az
olacaktır. Fakat burada belirtilmesi gereken husus Griffin’in bütün teodise
rotalarının bu en çok kat edilenini, kötülüğü bir sonuncusu yelkenleri
şişirinceye kadar gittikçe genişleyen bağlamlara yerleştiren yolu çok iyi
bildiğidir. O sadece son virajın ardında kötülüğün tamamıyla unutulmasıyla elde
edilen iyiliğin tasdikinin yattığının farkına varmayarak benden önce kamp
kurar:
.....Sonunda
Göklerin yaptığı gibi yap, kötülüğünü unut
Onlarla birlikte kendini affet.
(Sheakspeare, The Winter’s
Telle)
Unut, ama kötülüğü aklından
çıkararak değil, “sonunda” kesinlikle böyle olmadığını görerek, böylece
affetmek dahi gerekmez. Griffin bir ateisti Tanrının
huzur ve saadetinin “insanların AIDS’ten öldüğünü görmeye, kanlı bir savaşı
seyretmeye veya ölüm kamplarında katledilen binlerce insanın kemiklerini
izlemeye” karşı uygun tepkiler olduğunu ikna etmede, benim onu savunduğum
benzerliğe ikna etmede zorlandığım kadar zorlanacaktır. Fakat onun - kötülüğü
perspektife yerleştiren daha geniş bağlamları takdim ederek - oluşturduğu kanıt
zinciri benim kullandığımdan farklı değildir.
Bununla beraber Griffin’in görüşünün
kavramsal olarak benimkinden daha erişilebilir olduğunu kabul ediyorum;
herhangi birinin felaketler karşısında huzurunu korumasını tasavvur etmek onun
bu felaketlerin ortaya çıkmamış olmasını arzu ettiğini düşünmekten daha
kolaydır. Hatta Griffin’in benim görüşümün ahlakî tehlikeler taşıdığı fikrine
bile katılıyorum. Kadim Hristiyanlar ve Müslüman metinleri şöyle söyleyen
bir havari veya sahabeyi zikrederler:
“Eğer bütün bildiklerimi size
anlatsaydım beni taşlardınız.”
Dinin gittikçe bayağılaştığının endişe verici
işaretlerinden biri de, kimi hakikatların tehlikeli olduğu ve yenilerden
saklanması gerektiği kanaatıyla birlikte zahirî/batınî ayrımının kaybolmasıdır. Ben Griffin in ortaya çıkardığı bu
tartışmaya girişmeyeceğim.
Önceki kısım gibi bu kısım da kabul
edilebilir sınırları aşma tehlikesi içindedir, fakat Griffin’in karşı
cevabındaki temel meseleler önce yüzeye çıkarlar. Dolayısıyla beni aynen
(önceki kısımda ele alman) Whitehead’in tutarlılık ve bağdaşıklık şeklindeki
mantıksal ölçülerinin sözde tarafsızlığı hakkındaki epistemolojik ve dinî
meseleler gibi Griffin’den ayıran başlıca Fenomenolojik mesele olarak dünyevî
kötülüğe dönmek istiyorum.
Griffin, kendinin de vurguladığı
gibi, gerçek kötülüğü “bütün her-şey gözönüne alındığında evrenin,
yokluğunda daha iyi olacağı birşeydir” şeklinde tanımlar ve “hiç
kimsenin onu tutarlı biçimde inkar edemeyeceğini , zira sözle inkar edilse bile
“uygulamada önceden varsayılacağını” ileri sürer (258-259). Buna itirazımı
zaten kaydettim. Uygulamada kaçınılmaz olarak varsayılanın dünyada kötülük
olarak adlandırılan, kınanması, nefret edilmesi ve toplayabildiğimiz bütün
enerjiyle -Auschıvitz’in zikrinin uyandırdığı bütün olumsuz hisler- bir X
olduğunu ileri sürerim. Fakat bu hislerin (ve evet, kurbanların bu hisleri
uyandıran acılarının) İlahî tasarrufta hiçbir yapıcı rol oynamaması -bu
metafiziksel açıklama- uygulamada varsayılmaz. Hangi ileri görme -diğer
insanların bilinçlerinin en hücra köşelerine inme- gücü Griffin’e hiç kimsenin
herşeyin mutlak doğruluğunu (sadece kavramsal olarak değil o andaki belli
hislerin aksine bütün varlığıyla) onaylarken aynı zamanda normal olarak sorumlu
bir hayat (uygulama Griffin’in sözcüğüdür) yaşayabileceğini söyleme hakkı
verir? Tor Andre’nin In the Garden of Murtles'ındaki
bir değerlendirme yazısı
der. Griffin’in süreç (proces) ilahiyatçılarının
hareketlerini çoğu son derece aktif bir hayat yaşayan mistiklerin veya
Buda’nınkılerle boy ölçüştürmek isteyip istemediğini bilmiyorum. Benim kişisel
olarak söyleyebileceğim süreç kampım terk ettiğimden beri kendi hayatımdaki
moral yorgunluk açısından herhangi bir artışın farkında olmayışımdır (yine de
bu ilk intibaya veya kendini kandırmaya bağlanabilir. Bunu bilmiyorum).
Tanrının mutlak kudreti ve lekesiz
saadetiyle birlikte olmaya muktedir olduğum gibi moral inisiyatifleri nasıl
telif ettiğimi ilk sıramda belirtmiştim. Fakat burada tekrar edeyim. Bunu
Küçükler Liginde oynayan bir çocuğun ailesinin kendinden ve gelişmekte,
olgunlaşma olmasından duydukları gururun kafasındaki en büyük sorunla
-takımının kazanacak mı kaybedecek mi olduğu- etkilenmediğini farketmesine
benzer şekilde yaparım. Küçük futbolcunun o andaki işi top oynamak, elinden
geleni yapmaktır. Ya yapmazsa? Fakat burada benzetmeyi terkedeyim. Ahlaken en
iyisine göre yaşamazsam ne olur? Griffin’in yüz- yüze geldiği bütün muhtemel
cezalar beni de bekler: Toplumsal tepkiler, kendini ayıplama - kötülüğün
disiplin edici rolünün bütün mekanizması 'harekete geçmeye ve kendini
hissettirmeye hazır bekler. Fakat Griffin bu kendine yönelik mülahazaların
yeterli olmadığını söylemek ister; eğer eylemlerim Tanrıyı etkilemiyorsa ahlakilik kesilir. Tarihin onu burada teyid edip
etmediğini soracak kadar metafizikçiyim -ateistler her şeyi göz önünde tutarak
teistlerden daha mı kötü davranırlar- zira ben de temel bakış açılarının
davranışları etkilediğine inanıyorum. Onun kaçış tünelinin (“Tanrıya
inanmadıklarını söyleyebilirler ama hareketleri sözlerini yalanlar”) benimkilerden biriyle eşleştiğinin
de farkına varırım (“perennializmi teskin edici bir tembellik olarak nitelendirenler
onu yanlış yorumluyorlardır.”)
Nihaî ve tahminî mülahazaların
davranışları etkilediğine ikimiz de inanıyoruz. Peki bu bizi nereye götürür?
Griffin gibi ben de hayatımın Tanrı için önemli olduğuna inanıyorum; Tanrı
bensiz sonsuz olmazdı. Fakat Tanrının mükemmel iyi haline döndüremeyeceği
birşeyler olduğuna inanmıyorum; Mezmurlar’da geçen bir ifadenin batım yorumu
aynen şöyledir:
Kötülük hakkında söyleyeceğim iki
şey daha var. Güdülenme meselesine geri dönersek, kötülük, özgürlük ve benlik
gibi şeylerin aynı gruba ait olarak ele alınabileceğini görmek önemlidir.
Kendimi ayrı bir benlik olarak kabul ettiğim derecede -ki kim bunun aksini
yapıyor?- özgürlük ve kötülüğü de eşit derecede gerçek saymalıyım, aksi türlü
davranmak Zen şairi Gary Snyder’in aldatma dediği şey olur.
Bu ölümlü dünyada kişinin, sonlu benliği Ruh’la tamamıyla
tebdil edip etmediği mesele değildir. Değinilmesi gereken nokta benlik/kötül
ük/özgürlük üçgenini korumaktır. Bu üçlü kendimizi tahminde ilerleyip geri
çekileceklerse bunu beraberce yapmalıdırlar.
Son olarak belirtilmesi gereken
nokta Griffin’in uygun biçimde sorduğu bir sorudur. Eğer kişi “mükemmellik
prensibinin” varlığın sonsuzluğun bütün değer basamaklarının tahakkuk
ettirildiği bir dünyayı gerektirdiği şeklindeki görüşünü izleyecekse her türün
kusurlu örneklerini (düşmüş melekler, kanserli hücreler) nasıl açıklayacağız?
Güzel bir soru; bana bu tür
tartışmalarda kişinin emin olmadığı şeyler olduğunu itiraf etmenin mümkün olup
olmadığını merak ettirecek kadar güzel?
Mantıksal olarak, mükemmellik
prensibine atfımı yineleyip bunun sadece mümkün her tür eğiminin içerilmesini gerektirmekle
kalmayıp her türdeki derecelerin de görünmesini şart kıldığını söyleyebilirim.
Perennializm bunu kendi Tanrı doktrininde (Herşeye Kadir Tanrı) açıklar,
fakat ben kendi tasvirimin buna eş olmadığını kabul ediyorum. Ben onun
dışavurumlarının sadece en zayıf önsezilerine sahibim ve şu Kur’anî deyişe
sığınırım: “Allah için bu kolaydır.”
Sh:341-346
Kaynak: Huston Smith & David
Rey Griffin, Unutulan Hakikat, Forgotten Truth - Primordial Truth And
Postmodern theolagy, çeviri, Latif BOYACI, insan yayınları: 236, mart 1998, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar