VARLIKTAN YOKLUĞA
Gavs-ı âzam
ihramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi Hazretleri bu konuda buyurur ki;
Nâci denilen fırka sizlersiniz.
Bakarsınız bazı kişiler tarîkata giriyorlar. Çok geçmeden acayipten garaipten
bahsetmeye kalkışıyorlar. Kendilerinin bir adam olduklarını zannediyorlar.
Fakat büyük kim, küçük kim, o sonra belli olur.
Bizim tarîkatımıza gelen kimse uzun yıllar çalışır. Ancak kendi
küçüklüğünü (yokluğunu) fark eder. Yetmez mi bu fark. Çünkü keramet (varlık)
kulu Allah Teâlâ’dan uzaklaştırmaya yarar.[1]
İnsan, Ahlak-ı Muhammedi ile ahlaklanmalı kuldan istenen budur. İnsan ile ebedi âleme gidecek kazanç da
budur.[2]
“Bir gün bize iki kimse geldi.
“İsmail Efendi, sen bu şeyhliği buldun
mu? Çaldın mı? Aldın mı? Dediler.
“Bende
onlara; ne buldum, ne çaldım, ne de aldım. Hini sabâvetimden beri, kendimi bir
yokluk içinde ve yok bilirim; dedim.” Onlar;
----
Kaynak:
İlm-i Ledün Sırları
[1] Ebû Saîdi’l-Kurâşî’den rivayet edildiğine
göre, şöyle demiştir:
“Nebilerin uğradıkları musibet, vahyin kesilmesi;
Evliyaların uğradıkları musibet, kendilerinden keramet zuhur etmesi; müminlerin
musibetleri ise, ibadetlerinde kusur etmeleridir.” (KARABULUT, Ali Rıza,
Kayseri’de Meşhur Mutasavvıflar, Kayseri, 1984, s.61)
[2]
Yokluk, Ahmed Âmiş kuddise sırruhu’l-azîz Efendinin buyurduğu gibi;
“Şeriatı tut (mak), hakikati yut (mak)” tır.
Üstat Abdülâziz Mecdi kuddise sırruhu’l-azîz Efendi
derdi ki; Bir gün mürşidim Ahmed Amiş kuddise sırruhu’l-azîz Efendi:
“Mecdi, sakın sırrı fâş (açığa vurma) etme!” dedi.
‘Acaba bir şey mi yaptım?’ Diye
korktum. Benim korkumu gidermek ve bir hakikati bildirmiş olmak için buyurdular
ki;
“Edemezsin ki, edilemez ki! Ruhunu ortaya at, fâş
et, anlat bakalım. Edemezsin.
İşte O da öyledir.”
Bununla ilgili olarak Abdülâziz Mecdi kuddise
sırruhu’l-azîz Efendi demiştir ki;
“Cenabı Hak sırr-ı vahdetin gizlenmesini ister ve bu
işi sayısı sınırlı kullarıyla idare eder. İrşat (hidayet)ve idlâl (dalâlet) hep
kendisindendir.” (ERGİN, a.g.e.
s. 238–239)
Allah Teâlâ yolunun taliplerinden
biri, bir velîye yalvarır:
“Ne olur, bana tasavvufu öğret! Ne
olur, bana marifetullahı anlat!”
Rabbin velîsi tebessüm eder:
“Peki, ama önce sen bir aksır!” der. Adam şaşkınlıkla cevap verir:
“Aksırmam gelmedi ki, nasıl
aksırayım?..”Velî sükûnetle cevap verir:
“İşte nasıl aksırman gelmeden
aksıramazsan, Marifetullah da Hakk
tarafından kula verilmedikçe
anlaşılamaz, sözle Öğrenilemez. Bunun için
“şeriatı tut hakikati yut”
demişler.” (BURGAY, Hasan, Hazreti
Muhammed (s.a.v.)’in Varisleri, Ankara, 1994, s.5)
[3] Bu olaya benzer bir rivayette şu şekildedir.
Efendi
Hazretleri buyurdu ki;
Eve biri
gelerek;
"Efendi
Hazretleri sizi Meydan Camiinden bekliyorlar." Dedi. Efendi Hazretleri;
"Üstümü
giyinip geliyorum" dedim ama kapıya tekrar geldiğim zaman o zat
orada yoktu. Bende Meydan Camiine vardım. Çağıran zat kapıda nöbet tutuyordu o
gece karanlığında camiinin içi bembeyaz bir nur gibi parlıyordu. Bana;
"İçerde
seni bekliyorlar" denildi, içeri girdim, bütün meşâyih-i izam ve
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem dâhil olmak üzere oradaydı. Bana şunu
sordular:
“Senin
için kutup mutup diyorlar, ne diyorsun?”
“Efendim
ben kendimi yoklukta buldum”
deyince:
“Tamam,
şimdi gidebilirsin imtihanı kazandın”
demişler. Efendi Hazretleri bu olayı anlatırken "ya bana dervişlikten
sorsalardı, ne cevap verirdim."
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar