VENEDİK TACİRİ W. SHAKESPEARE
Shakespeare’i tetkik edenler
eserlerini başlıca dört devreye ayırırlar, bu devrin dramatik olgunluk
bakımından olduğu kadar lisan cihetinden de birtakım hususi vasıfları vardır.
Hamlet’in sırrına eren, Macbeth’in zehrini tadan, Lear’in kahrını duyan
dinleyiciler, Yanlışlıklar Komedisi’ni, Yaz Dönümü Gecesi Rüyasını On İkinci
Gece’yi görünce irkiliyor, aktörün, rejisörün Shakespeare’i anlayamadığını, o
büyük sanatkârı yaşatamadığını iddiaya kalkıyor. On İkinci Gece’in bizde
ilk temsilinde, yanımdaki locayı dolduran seyirciler, “Shakespeare böyle mi
oynanır? Bu ne saçma şey? Orta oyunu mu bu?” diye oynanan oyunu bir türlü
beğenemiyor, yüksek felsefi sözlü Şair Shakespeare in bu eserde bu kadar hafif
olabileceğini bir türlü aklına sığdıramıyor, Olivia’da Lady Macbeth’in
ihtirasını, Malvolio’da Polonius’un
bunak felsefesini, Sir Toby'da
Kral Lear
in inadını bulamadıkları için kabahati aktöre, rejisöre, hattâ belki de
mütercime yüklüyorlardı.
Buna benzer sözleri, Şarkın,
hele bilhassa garbın kültürüyle bağdaşmış, tiyatro edebiyatıyla az çok temasa
gelmiş münevverlerimizin birçoğundan duydum Yunan klâsiklerinin kaidelerini
bellemiş, Fransız üslûpçularının zaman mekân vahdetine bel bağlamış kimseler
Shakespeare’in bütün bağlardan kurtulmuş kendi âleminde, kendi dünyasında,
kendi halkıyla haşir neşir olan, şimdi felsefenin en yüksek şâhikalarına çıkan,
şimdi cehaletin en âdi emeklemelerini önümüze döken, şimdi bir deliyi, şimdi
bir katili, şimdi bir küstahı dile getiren, coğrafyanın sınırlarını keyfine
göre bir kalemde değiştiren, tarihin dünyayı kasıp kavuran simalarına hükmeden
Shakespeare’in sırrına eremezler.
Onun her sözünü, her gecesini
inceliye inceliye kılı kırk yaran şanlı şöhretli âlimlerden acaba hangisi düşünüşünün
içini kavrayabilmiştir?
O âlim değil ki âlim gözüyle
tetkik edilsin, onun ruhunu, ancak sanatını duyabilen anlar.
Cümlelerini eksik zannedip tamamlamak
için ömür tüketenler o yanlışları kasden yaptığını niçin aklına getirmezler?
Launcelot gibi her işittiğini
öğrenip yerli yersiz sarf eden papağan hevesli bir soytarıdan retorik hocasının
belâgatini istemeye ne hakkımız var?
Yanlış Shakespeare’in değil,
Launcelot'un; eğer Launcelot’un sözlerinin seri bünü olsaydı, Shakespeare’den
bu Shakespeare çıkmaz, o da adı sanı unutulan Elizabeth devri tiyatro
muharrirlerinden herhangi birinden başka bir şey olamazdı. Her sözde, her
satırda, her şahısta kendini gösteren bir tiyatro muharriri sanatkâr değildir,
eserindeki bütün fikirler onun kendi fikirleri değildir. Ancak on dokuzuncu
asrın sonunda kitaba geçen bu hakikat, üç yüz bu kadar senedir dünyanın en
büyük tiyatro muharriri olarak Shakespeare'i ayakta tutan kuvvetin ta
kendisidir; sanatkâr kendi kendisini tekrar etmemelidir. O halde onun
eserlerini, karakterlerini, sözlerini bir kalıpta görmediğimiz için
şaşmamalıyız. Asıl o devirde bu sırra nasıl erebildiğine hayret etmeliyiz.
Yarattığı yüzlerce tipten hiçbirinin benzerini diğer eserinde bulmanın imkânı
yoktur. Elbette güzel söz söylemesi icabedenin sözleri güzel, cahilin lâfları
çirkindir ve yanlıştır. Niçin hatip Antonius’un
sözleri kitaba tesadüfen yanlış geçmiyor da cahil bir soytarının, İngilizcesi
bozuk olan Shylock’un sözlerinde mürettip hatası oluyor? Bunlar tesadüf müdür? Kaldı
ki tabilerin(“I remember the players often mentioned it as an honour to
Shakespeare that in his writing, whatsoever he penned, he never blotted a Üne.
My answer had beenn would he had blotted a thousand! which they told a
malevolent speech.” Discoveries by Ben Johnson.) onun müsveddelerinde
yanlış bir noktanın, çizilmiş bir kelimenin bulunmadığnı söyledikleri tarihe
geçmiş hâkikattir. Hattâ Klâsik mektebin zavallı çömezi Ben Jonson, eserlerini
ilk defa oynamak suretiyle kendisini ortaya çıkaran bu büyük tiyatro tanrısı hakkında
söylenen bu sözler için, “Keşke birçoklarını çizseydi.” demek
anlayışsızlığını ortaya vurmak gafletinde bulunuyor. Geçici modalara, klâsik
nizamlara, hizip anlayışlarına bağlı kalmadığı için bir sanatkâra kıymet
vermeyen kalem sahipleri, “Yüce sahnesini daha kaç asır henüz doğmamış
memleketlerde, daha bilinmeyen dillerde tekrar oynatacak(Julius
Caesar, sahife 116 satır 7, Dünya Edebiyatından Tercümeler, İngiliz Klâsikleri
No. 1. Maarif Matbaası 1942.)” olan Shakespeare’in sayesinde ancak onun
adı zikredilirken yâd edilen isimlerini bize kadar yetiştirilebileceklerini
acaba akıllarına getirirler miydi?
Acaba “Azıcık Lâtincesi ve daha
az Yunancasından” dolayı Shakespeare ne kaybetti?
Ben Johnson mükemmel Lâtincesi,
üstün Yunancasıyla kafa tasının çukurunu dolduran toprakları(“Is this the
fine o his fines and the recovery of his recoveries to have his fine pates foll
of fine dirt?” Hamlet V.1.114.) boşaltabildi mi?
Âlimler Shakespeare’i
araştırmak arzusuna düşmeseydi onun bu sözlerini bizim öğrenmemize imkân olur
muydu?
Shakespeare'in noktalama
usullerine vâkıf olmadığım zannedenler gramer bilmediği için büyük harfleri
yersiz kullandığını farz edenler, bazı matbaalarda harf eksikliğinden dolayı
büyük harflerle küçük harflerin yersiz dizildiğini, nokta yerine soru
işaretleri konduğunu, görenler bunları kendi anlayışlarına göre düzeltmeye
kalkmışlardı. Bazı nüshaların bugün bile kaçınamadığınız birtakım matbaa
kusurlarıyla yanlış dizilmiş olması muhakkaksa da, nispeten daha itinalı
basılmış eserlerine bakılınca gramere uymayan bir noktalanmanın mevcut olduğu
göze çarpar. Jül Sezar'daki Antonius’un nutkunu Julius Caesar el
kitabında buna misal olarak göstermiştim: Brutus ve Caesar
kelimeleri aktörün bu şahıslara verdiği kıymete göre nutkun başından sonuna kadar
büyüyor, küçülüyor; insan bunu görünce âdeta Shakespeare'in bir okuma notası
çizdiğine hükmediyor. Eserlerinin birçoğunda (:) işareti durulmayacak bir nokta
mânasına kullanılmıştır, âdeta birinci cümlenin son kelimesini söylerken hemen
akla gelen ikinci bir cümleye başlamak heyecaniyle gösterilen aceleyi ifade
etmek için (:) işareti kullanılmıştır. Sonra birbirini gayet çabuk takibeden
küçük suallerin hecelerinde sual yükselişi olduğu halde, takibeden suale hemen
geçebilmek için sual işaretinden sonra küçük harf kullanması, bazı nidalardan
sonra gene küçük harfe geçilmesi elbette tesadüf eseri değildir. Bir suali
takibeden müspet bir cümlenin sonuna nokta koymak icabederken sual işaretinin
gelmesi, sual cümlesinin o cümleye tesir eden entonnasyonu içindir. Fransız
mütercimlerinden görebildilerim bu noktalamaya hemen hiç riayet etmemiş; belki
yaptıkları dil bakımından doğrudur. Fakat aktöre yardım için her halde aslına
benzemek daha faydalı olur.
Şimdi bu hakikatlar
meydandayken doğrusu böyle olacak diye içtihada kalkışmak Shakespeare’e yardım
etmek olamaz; bütün tenkidleri, bütün fikirleri okumak elbette faydalıdır;
hattâ lüzumludur, çünkü her şeyi öğrenmek hiç bilmemekten iyidir, fakat yalnız
öğrendiklerinin izine hapsolmak dünyanın en korkunç hapishanesinde kalmaktır.
Bütün bunlar gözümüzün
önündeyken ona tercüme yoluyla yaklaşmak ancak onun her devrini o devrenin
karakterine göre tercüme etmeye girişmekle kabil olur.
Shakespeare yirmi altı yaşından
otuz yaşına kadar nasıl bir inanışla, nasıl bir sanat sezişiyle yazı yazmıştı?
İlk devrenin eserlerindeki başlıca vasıflar
nedir?
Otuz yaşından sonra ikinci
devresinin eserlerindeki görüşü nedir?
Lisanı, düşünceleri, kelime
oyunları, nazmı, nesri, kafiyeleri cinasları, imaları, muhtelif karakterlerin
konuşma tarzları, vokabûlerleri, araştırmaya değer, dilimizde karşılanması
icabeden meselelerdir. İlk devirlerinde güzel cümleler, bol kafiyeler, tumturaklı
mısralar eserlerin dramatik vasfım örten edeb! süsler gibidir, âdeta edebiyat
endişesi tiyatronun eteğini çekmektedir. Onun için bu ilk iki devrin eserlerini
Jül Sezar lisaniyle tercüme etmek doğru olamaz, İkinci devrede kafiyeler
azalmıştır, fakat yer yer tumturaklı, tek kafiyeli manzumeler eserlerin
ötesine berisine serpiştirilmiştir(Venedik Tacirinde mahfazalardan çıkan
manzumeler; Yaz Dönümü Gecesi Rüyası’nda II. i. 1114II. ü. 1246; 7993; III. ü.
100124; beşinci perdedeki bütün oyun içindeki oyun ve epilog. AS You Like itte
. ii. 80146; IV. iii. 5064; V. iv. 102109; 130140. V. S. ). Hele her
sahnenin son üç dört beyti mutlaka kulağa çarpan kafiyelerle süslüdür, böyle
kafiyeli kuvvetli mısralar bazı sahnelerin ortalarında da vardır. Mensur
kısımlar uşakların, cahil halkın sözleriyle samimi hasbihaller ihtiraslar ve
hazırlıksızlığı gösteren konuşmalar mensurdur. Fakat bilhassa tiyatro bakımından
lâfız sanatlarıyla bol bol bezenmiş olan mühim parçalar kafiyesiz nazım
şeklindedir. Bunlar ölçüleri hissettirmeden, kulakları çınlatmadan
yükselişleri alçalışları esrarlı bir senfoni havası almak içindir. Shakespeare
gümbürtülü tiyatroculuktan hoşlanmaz, noktalara virgüllere itina etmeden
okuyan aktörle alay eder, inliye inliye goygoyculuk eden manzume
inşatçılarından nefret eder. Onun için nazım bir musiki eserinin ölçülerinden
başka bir şey değildir: Nasıl bir orkestra şefi fülütünün nefes gibi hafif
sesinden davulun gümbürtüsüne, kontrbasın en kalın telinden kemanın son
pozisyonuna kadar forte’den
piyano’ya
ağır’dan süratli’ye geçe
geçe altmış yetmiş sazın muhtelif vazifelerle bir ahenk halinde yarattığı senfoniyi
bize dört dörtlük veya altı sekizlik usulün tempolarım duyurmadan tattırıyorsa,
tiyatro nazmının, hattâ şiir nazmının heceleri, ölçüleri de gizlenmeli,
silinmeli, kelimelerin öz mânaları, renkleri, coşkunlukları, rikkatleri ön
plâna çıkmalıdır: bunları inşadeden, oynıyan aktör kelimelerin ifade ettiği
girift hisleri duymalı, yaşamalı ki sözleri de Shakespeare’in karakteri gibi
yepyeni, taptaze, hiç başka bir aktörü, başka bir rolü, başka bir kimseyi
hatırlatmayan bir duyuş doğuşiyle ilk defa doğan bir heyecanla çıksın.
İşte bu maksatla Shakespeare’in
kafiyesiz nazımla yazdığı en büyük kısmı kafiyesiz vezinle tercüme etmeyi ona
yaklaşmak için en doğru yol bulduk; yalnız okullarımızda nazım kuyu çıkrığı
takırtısiyle, yahut muayyen kararlı inlemelerle okunmasına, daha doğrusu
terennüm edilmesine meydan verilmemeli; vezin tertiplere nizam vermek için
yalnız yazanı alâkalandıran bir şeydir: Shakespeare’e yaklaşmak istiysen
vezinleri, kafiyeleri, takırdatmamalı, kelimelerin öz mânalarını yaşatmalıdır.
Sh:512
Kaynak: w. Shakespeare, VENEDİK TACİRİ,
Çeviren NURETTİN SEVİN, MEB. 1992, İstanbul
Çeviren NURETTİN SEVİN, MEB. 1992, İstanbul
VENEDİK
DUKASI.
MERAKEŞ
EMİRİ — ARRAGON
PRENSİ—Portiayı
istiyenler.
ANTONIO —
Venedikli bir tacir.
BASSANİO — Dostu.
GRATIANO—SALANIO—
SALARINO —Antonio’yla Bassanio nun dostları.
LORENZO —
Jessica’nın aşığı
SHYLOCK (ŞAYLOK) — Zengin
bir Yahudi.
TUBAL — Dostu bir
Yahudi.
LAUNCELOT
GOBBO —
Shylock’un uşağı, bir soytarı.
İHTİYAR
GOBBO —
Launcelot’un babası.
LEONARDO —
Bassanio’nun uşağı.
BALTASAR STEPHANO
Portia’nın uşaklan.
PORTIA — Miras
sahibi zengin bir kız.
NERISSA —
Nedimesi.
JESSICA —
Shylock’un kızı.
Venedik Cumhuriyeti erkânı,
Mahkeme memurları, Zindancı, Portia’nın hizmetine bakanlar ve başka maiyet
adamları.
SAHNE — Kâh
Venedik’te, kâh Portia’nın kıta üzerindeki ikamet yeri olan Belmont’ta.
(Not: 1931Mehmet Şükrü çevirisi. hzl)
Venedik. Bir sokak
ANTONYO,
SALARİNO ve SOLANYO girerler
ANTONYO — Doğrusu, niye
böyle kederli olduğumu ben de bilmiyorum. Bu hem beni, hem de dediğiniz gibi
sizi üzüyor. Bu hüzün bana nereden geldi, onu nasıl kazandım, sebebi ne, nasıl
şey, bunu hâlâ öğrenemedim. Bu keder beni öyle budala yaptı ki, kendimi tanımak
İçin güçlük çekiyorum.
SALARİNO — Aklınız,
dalgaların asil ve zengin efendisi gibi, ufak ticaret gemilerinin ketenden
kanatlarüe eğilip selâmladıkları, muhteşem yelkenli gemilerinizle beraber engin
denizlerde dolaşıyor.
SOLANYO — İnanınız, eğer
ben de böyle bir işe girişmiş olsaydım, düşüncelerimin çoğu ümitlerimle beraber
gezerdi. Günlerimi, rüzgârın ne taraftan estiğini anlamak için yerden ot
koparıp havaya savurmak; harita üzerinde limanları, rıhtımları, yolları tetkik
etmek ile geçirir, ve beni endişeye düşürebilecek her ihtimali düşünerek
kederlenir idim.
SALARİNO — Çorbamı
soğutmak için üflerken, büyük bir rüzgârın denizde yapabileceği felâketleri
hatırlıyarak, titrerdim. Bir kum saatine bakarken, deniz altındaki kumları ve
sığ yerleri gözümün önüne getirir, zengin Andre [gemi] min, mezarını kucaklamak
ister gibi, büyük direğini omurgasından daha aşağılara eğerek, oraya
gömüldüğünü görür gibi olurdum. Nazik gemime çarpınca, baharatımı dalgalara
saçıp, ipek kumaşlarımı azgın sulara giydirecek, hulâsa servetimi bir anda
mahvedecek olan tehlikeli kayaları hatırlamadan, kiliseye gidip, bu mukaddes
taş binanın manzarasını görebilir miydim? Bunların yalnız düşüncesi bile beni
müteessir edebilir idi. Şu halde ısrar etmek faidesiz. Antonyo’nun kederi hiç
şüphesiz gemileri ve malları yüzünden.
ANTONYO — İnanınız ki
hayır. Çok şükür benim ümit ve taliim ne yalnız bir gemiye inhisar ediyor, ne
de yalnız bir sefere. Servetim bu senenin tesadüflerinden müteessir olamaz.
Beni kederli eden gemilerim ve eşyam değil.
SOLANYO — Öyle ise,
âşıksınız!
SOLANYO — Öyle ise,
âşıksınız!
SOLANYO — Âşık değil
misiniz? O halde, şen olmadığınız için kederlisiniz diyelim; gülüp sıçramak ve
kederli olmadığınız için şen olduğunuzu söylemek te elinizde. İki yüzlü Janus
hakkı için tabiatin garip mahluklar vücude getirdiği bir za mandayız. Bazüarı gayda
çalan birini görünce, papağanlar gibi, mütemadiyen gülerle, bazıları ise, çatık
bir çehre takınarak, Nestor’un bile gülünç olduğunu teslim ettiği bir lâtifeye
gülümseyip, dişlerinin ucunu göstermezler.
(BASANYO, LORENZO ve
GRAÇYANO girerler)
SOLANYO — İşte asü
akrabanız Basanyo, Graçyano ve Lorenzo ile beraber geliyor. Allaha ısmarladık,
sizi daha sevgili arkadaşlarınızla bırakıyoruz.
SALARİNO — En aziz
dostlarınız gelmemiş olsaydı, yüzünüzdeki bulutları dağıtmaya kadar burada
kalırdım.
ANTONYO — Çok teşekkür
ederim. Ben, işleriniz var da fırsattan istifade ediyorsunuz diyeceğim.
SALARİNO — Bonjur, asil
efendilerimiz.
BASANYO — Sevgili
efendilerim, ne vakit güleceğiz? Söyleyiniz, nevakit? Gittikçe
acayipleşiyorsunuz. Bu hep böyle mi gidecek?
SALARİNO — Müsait
vakitlerimizde emrinize amadeyiz.
(SALARİNO üe SOLANYO
çıkarlar)
LORENZO — Senyör
Basanyo, mademki Antonyo ile buluştunuz, artık sizi bırakıyoruz. Öğle
yemeğinden sonra buluşacağımızı unutmayınız.
BASANYO — Hayır unutmam.
GRAÇYANO — Keyifsiz
görünüyorsunuz, senyör Antonyo. Dünya işlerile çok uğraşıyorsunuz. Bu kadar
gaile mukabilinde kazanmak kaybetmekten başka bir şey değil. İnanınız,
şaşılacak kadar değişmişsiniz.
ANTONYO — Ben dünyaya
ancak lâyık olduğu kadar ehemmiyet veririm, Graçyano. O herkesin kendi rolünü
oynıyacağı bir tiyatrodur: Benimki kederli olmak.
GRAÇYANO — Öyle ise
benimki de delilik olsun. Ben ihtiyarlık buruşuklarını eğlence ve kahkahalarla
kazanmak isterim. Kalbimi hazin iniltilerle soğutacağıma, bağrımı şarapla
kızdırırım daha iyi! Kanı kaynıyan bir adam, neden dedesinin alçıdan heykeli
gibi hareketsiz kalsın? Neden uyanık iken uyusun? Niçin benzini hırçınlıkla
soldursun? Dinle Antonyo, ben seni severim, söyleten de muhabbetimdir. Yüzleri
durgun sular gibi kabuk bağlamış bazı adamlar vardır ki, akıllı, vekarlı ve
derin görünmek için kendilerini daimî bir hareketsizlik ve sükûne mahkûm
etmişlerdir. «Efendi, ben mucizeyim, ağzımı açtığım vakit, dikkat ediniz, köpek
havlamasın!» Demek ister gibidirler. Ah, Antonyocuğum. Hiç bir şey söylemedikleri
için adları akıllı çıkan bu adamları ben bilirim. Bir şey .söylemiş olsalar,
eminim ki kendilerine deli muamelesi etmeğe mecbur olacaklarından dolayı
dinleyenleri cehennemlik ederlerdi. Başka vakit daha uzun söylerim. Şimdilik,
melankoli salyangozile budalaların tatlı su balığı olan bu türlü şöhret
avlamaktan çekin. Hadi, sevgili Lorenzo. Allaha ısmarladık.. Vazımı yemekten
sonra bitiririm
LORENZO — Öğle yemeğine
kadar sizden ayrılıyoruz. Mademki Graçyano bana söz bırakmıyor, benim de dilsiz
akıllılardan olmam icap edecek.
GRAÇYANO — Ne âlâ. İki
sene daha benimle arkadaşlık et, kendi sesini tanıyamazsın.
ANTONYO — Uğurlar olsun.
Beni de geveze etmek istiyor.
GRAÇYANO — Daha iyi ya!
Sükût, pişmiş sığır dilüe, henüz el değmemiş kızlara yakışır.
(GRAÇYANO ile LORENZO
çıkarlar)
ANTONYO — Bunlar da lâf
mı?
BASANYO. — Graçyano
Venediğ’in en çalçene adamıdırSözlerinde işe yarıyan noktalar, iki ölçek saman
arasındaki iki buğday tanesine benzer. Bütün bir gün ararsınız, bulduğunuz
vakit te, zahmetinize değmez.
ANTONYO — Çok doğru.
Şimdi, söyleyiniz bakalım, kendisine gizli ziyaret vadettiğiniz genç kız kim?
Bugün anlatacağınıza söz vermiştiniz.
BASANYO — Antonyo,
olduğundan fazla görünmek için servetimi israf ettiğimi biliyorsunuz. Bu
debdebe ve ihtişamı devam ettiremeyeceğime değil; israf neticesi olarak, mühim
borçlarımı namuskârane bir surette ödeyemeyeceğime müte essirim. dostluk
hususunda olduğu gibi para cihetinden de en ziyade borçlu olduğum sizsiniz,
Antonyo; bununla beraber, bütün borçlarımı ödemeğe müsait projelerimi size
anlatmak suyetile, yine sizin dostluğunuza iltica ediyorum.
ANTONYO — Aziz Basanyo,
rica ederim, bu projeleri benden gizlemeyiniz. Onlar da sizin gibi hürmete
lâyık ise, emin olunuz, kesem, şahsım ve bütün emvalim emrinize amadedir.
BASANYO — Mektebe
giderken, okumun birisini kaybettiğim vakit, gözümü iyice açarak, ayni
istikamete bir ok daha atar ve bu suretle ekseriya ikisini birden bulurdum.
Çocukluğumun bu misalini zikrediyorum, çünkü söyleyeceğim şeyler masumanedir.
Size çok borcum var. Ve hevesatma tabi delikanlıların ekseriya başlarına
geldiği gibi, aldıklarımın hepsini kaybettim. Fakat, ilk attığınız ok
istikametinde bir ok daha, atmayı göze alırsanız, düştüğü yeri gözden
kaçırmıyarak, ikisini birden bulacağıma eminim. Hiç olmazsa, birincisi için
müteşekkir ve sadık bir borçlunuz kalmakla beraber, İkincisini getireceğime
şüphe etmiyorum.
ANTONYO — Beni pek iyi
bilirsiniz, dostluğumu tahrik lüzumunu hissetmekle vakit kaybetmiş oluyorsunuz.
Fedakârlığımı mevzuu bahsetmek, bütün elimdekilerini israf etmekten ziyade beni
mütessir eder. Sizin için ne yapabileceğimi söyıeyiniz, kâfi; elimden geleni
yapmakta bir an bile tereddüt etmem. Söyleyiniz.
BASANYO — Belmon da
güzel, bu kelimenin anlatamıyacağı derecede güzel ve bulunmaz faziletlere sahip
zengin bir kız var. Vaktile bakışları bana tatlı ümitler vermişti. Adı,,
Porçıya. Katonun kızı ve Brütüsün Porçıyasmdan hiç aşağı değil. Değerini bütün
dünya biliyor; dört taraftan esen rüzgârlar her memleketten kendisine namdar
âşıklar getiriyor. Saçları, altın kıvrımlarla şakaklarına dökülüyor, ve bu
Belmonu bir Colchos haline koyup, bir çok Jazonları perestişkârları araşma
c^kuyoı*. Ah Antonyocuğum, bir kere onlarla müsabakaya girebilsem, içimde bir
his pek çabuk beğenilip, ona sahip olacağımı söylüyor.
ANTONYO — Bütün
servetimin deniz üzerinde olduğunu biliyorsun. Hazır param olmadığı gibi böyle
mühim bir meblâğı derhal bulmak ihtimali de yok.. O halde, her yere baş vur, ve
itibarımın Venedikte neler yapabileceğini tecrübe et. Belmona, güzel Porçiyanın
yanma, muhteşem bir alayla gidebilmen, için son akçeye kadar sarfedeceğim.
Hadi, nerede para varsa öğren; ben de ararım. Şahsım ve itibarım sayesinde bunu
bulacağımıza emin ol.
Belmon Porçiyanın evi
PORÇİYA
ile NERİSA girerler
PORÇİYA — İnan olsun,
Nerisa, benim küçücük vücudüm, şu koca dünyadan usandı.
NERİSA — Sevgili
hanımcığım, ya mihnet ve sefaletiniz servet ve saadetiniz kadar çok alsaydı ne
yapardınız! Bununla beraber, görüyorum ki açlık nasıl öldürüyorsa, çok
beslenmek te insanı hasta ediyor. Saadetin sırrı orta halli olmaktadır. Refah
saçları çabuk ağartıyor, ihtiyaç ise uzun bir hayat temin ediyor.
PORÇİYA — İyi ifade
edilmiş hakimane sözler!
NERİSA — İstifade edilse
daha iyi olurdu!
PORÇİYA — Eğer yapmak
yapılması icap edeni bilmek kadar kolay olsaydı, küçük mabetler kiliseye ve
fakir kulübeleri prens
saraylarına tahavvül
ederdi. En iyi vaiz, söylediklerini yapandır. Ben kolaylıkla, yirmi kişiye,
nasıl hareket etmeleri icap ettiğini anlatabilirim de, bu nasihatleri tutan
yirmiden biri olamam. Dimağ, beyhude yere coşkun kanları cezalandırmak için
kanunlar tertip ediyor; hararetli bir mizaç soğuk emirlerin üstünden sıçrar.
Çılgın gençlik, iyi nasihatler tuzağından aşan bir tavşandır... Fakat koca
intihabı zamanında bu türlü düşünceler münasip değil. İntihap etmek! Heyhat! Ne
istediğimi intihap edebilirim, ne de nefret ettiğimi red! Yaşıyan bir kızın
arzusu ölü bir babanın emri önünde iğilmeye mecbur. Berikini seçip, öbürünü red
edememek korkunç değil mi, Nerisa?
NERİSA — Babanız melek
gibi bir zattı. İyi adamlar öleceklerine yakın mes’ut ilhamlara mazhar olurlar.
Altın, gümüş ve kurşundan üç sandıkla kur’a tertip edip, arzusu dairesinde
intihap edenin size malik olacağını söylemek suretile kızına iyi bir koca
hazırlamanın yolunu bildiğinden emin olunuz. Bu gelen üç prensten birine karşı
hususî bir temayül hissediyor musunuz?
PORÇİYA — İsimlerini
söyle, sen söylerken ben de tasvirlerini yaparım; bu sana hissiyatım hakkında
bir fikir verebilir.
NERİSA — Evvelâ,
Napolili prens.
PORÇİYA — Yalnız atından
bahseden ve onu bizzat nallamakla iftihar eden bir tay! korkarım, annesi bir
nalbantla kabahat işlemiş olmasın!
NERİSA — Kont Palaten.
PORÇİYA — «Beni
istemiyorsanız, söyleyiniz» diyecekmiş gibi, daima kaşları çatık. Şen
hikâyeleri hiç gülümsemeden dinler. Gençliğindeki somurtkanlığına bakılacak
olursa, ihtiyarlayınca göz yaşları döken bir feylesof olacak. Kemik ağızlı bir
ölü kafasile evlenmeyi onlarla evlenmeye tercih ederim. Allah beni ikisinden de
muhafaza buyursun!
NERİSA — Fransız Senyörü
Mösyö Löbona ne dersiniz?
PORÇİYA — Eğer Allah
yaratmış olmasaydı, insan olduğundan şüphe ederdim! İstihzanın günah olduğunu
biliyorum, fakat ne yapayım! Napolilinin atından daha iyi atı var, ve kaşlarını
Prens Palatinden daha ziyade çatıyor. Bir adam bile olamadığı halde bir çok
adam. Ardiç kuşu ötecek olsa, yerinden sıçrar! Gölgesile kavga eder! Onunla
evlenen yirmi kocaya varmış sayılır. Bana hakaret etse affederdim, çünkü beni
çıldırasıya sese bile, asla karşılığını göremezdi.
NERİSA — Genç İngiliz baronu
folkonbriç hakkında ne düşünüyorsunuz?
PORÇİYA — Onun hakkında
ne düşünebilirim? Ne o beni anlar ne ben onu. Ne lâtince bilir, ne fransızca,
ne de İtalyanca. Sen de benim iki paralık İngilizce bilmediğime, gidip, mahkeme
huzurunda yemin edebilirsin. Bu güzel bir delikanlı tasviri. Fakat dilsiz bir
resimle konuşulmaz ki. Sonra pek garip giyiniyor. Zannedersem, mantosunu
İtalyadan, potorunu Fransadan, şapkasını Almanyadan ve tavırlarını her yerden
almış.
NERİSA — Ya komşusu
İskoçya’lı Lord?
PORÇİYA — Komşuları için
çok merhametli; İngiliz’den bir tokat yedi ve elinden geldiği vakit iade
edeceğine yemin etti. Zannederim, Fransız da kefil olarak, bir başkasını iade
etmeyi üzerine aldı.
NERİSA — Dük Dösaksm
yeğeni genç Alman nasıl?
PORÇİYA — Sabahleyin,
kahve altı ederken sevimsiz, öğleden sonra sarhoş olunca iğrenç, en iyi
vaktinde, insandan biraz aşağı, en fena vektinde ise hayvandan biraz yukarıdır.
Başıma gelecek felâket ne olursa olsun, ondan kurtulmanın yolunu bulabileceğimi
ümit ederim.
NERİSA — Taliini dener
ve doluyu seçerse, babanızın arzusuna muhalefet mi edeceksiniz?
• PORÇİYA — Böyle bir
felâkete uğramamak için, boş sandıklardan birinin üzerine, bir bardak Ren
şarabı koy. Eğer içinde şeytan olana rast gelirse, iğvası da üzerinde olduğu
için, eminim ki onu intihap eder. Bir süngerle evlenmekten ise her şeyi gözüme
alırım, Nerisa!
NERİSA — Korkmayınız, bu
efendilerin hiç birisile evlenmeyeceksiniz. Onlar, size malik olmak için, bu
sandık usulünden başka bir çare yoksa, sizi daha fazla rahatsız etmeyip,
memleketlerine dönmiye karar verdiklerinden beni haberdar ettiler.
PORÇİYA — Sibil kadar
çok yaşasam bile, Diyan gibi bakir olarak öleceğim; fakat babamın tertip ettiği
şekil haricinde
kat’iyyen
evlenmeyeceğim. Taliplerimin böyle bir firaset göstermelerine memnunum.
İçlerinden biri yok ki, Tanrı’ya yal vararak, kendisine hayırlı yolculuklar
temenni etmiş olmıyayım.
NERİSA — Efendim, daha
babanız sağ iken, Markiz Dömon Ferra ile beraber gelen malûmaltlı ve cesur
Venedikli zabiti hatırlıyor musunuz?
PORÇİYA — Evet, evet,
Basanyo; adı böyle idi zannederim.
NERİSA — Evet, madam.
Benim mütevazi nazarlarımı celbeden delikanlılar arasında güzel bir kadına en
lâyik olanı o.
PORÇİYA — Unutmadım;
medihlerine lâyik olduğunu hatırlıyorum.
CBir hizmetçi girer)
Ne o, ne haber?
HİZMETÇİ — Dört ecnebi
veda etmek için sizi arıyorlar. Bir beşinci yani Merakeş hâkimi tarafından
gönderilen haberci de, efendisinin bu akşam burada olacağını söyliyor.
PORÇİYA — Dördünü teşyi
ettiğim huzurla beşincisine sefa geldiniz diyebilseydim, gelmesine
sevinecektim. Eğer bir veli ahlâkma ve bir şeytan rengine malik ise, benimle
evleneceğine günahlarımı çıkarsın daha iyi. Gel Nerisa. (Hizmetçiye) git
karşıla, serseri. Biz âşıkların birine kapıyı kaparken, öbürü çalıyor!
Venedik. Umumî bir meydan.
BASANYO ile SHYLOCK girerler
SHYLOCK — Üç bin altın
iyi.
BASANYO — Evet, üç ay
vade ile.
SHYLOCK — Üç ay vade
ile, iyi.
BASANYO — Dediğim gibi,
Antonyo da kefil olacak.
SHYLOCK — Antonyo kefil,
iyi.
BASANYO — Bu iyiliği
yapıp, beni sevindirebilir misiniz? Lütfen bir cevap veriniz.
SHYLOCK — Üç bin altın,
üç ay vade ile, Antonyo da kefil.
BASANYO — Cevabınız?
SHYLOCK — Antonyo
namuslu bir adam.
BASANYO — Aksini
söyliyeni duydunuz mu?
SHYLOCK — Yok, hayır,
hayır! Namuslu bir adam demeklekefaletinin kâfi olduğunu söylemek istedim. Amma
onun zenginliği talie bağlı. Trablus yolunda bir gemisi, Hint yolunda başka bir
gemisi var. Üçüncüsünün Meksika, dördüncüsünün İngiltere, ötekilerinin de
uzaklarda olduğunu Riyalto’da duymuştum. Gemiler tahta parçası, gemiciler insan
parçası. Kara faresi var, deniz faresi var, kara hırsızln var, deniz hırsızları
var. Yani korsan demek isterim. Deniz tehlikeleri, rüzgârlar, kayalar var.
Böyle olmakla beraber sağlam bir adam. Üç bin altın! Kefil olduğuna senet verecek,
değil mi?
BASANYO — Buna emin
olunuz.
SHYLOCK — Ya, ben de
emin olmak isterim, eıhin olmak için de düşünmeli. Antonyo’nun kendisile
görüşebilir miyim?
BASANYO — Akşam yemeğine
gelir misiniz?
SHYLOCK — Domuz koklamak
için! İçinde şeytanın gizlendiği pis hayvanın etini yemek için! Sizinle alış
veriş ederim, konuşurum, gezinirim, bu türlü işlerde bulunurum. Fakat sizinle
yemek, içmek,yahut ta dua etmek! Bu olur iş mi? Riyalto’dan ne haber? O gelen
kim?
BASANYO — Sinyor
Antonyo.
SHYLOCK — (Ortaya)
Mürai, hrekes kendini ne de iyi gösterir! Ondan nefret ediyorum, Çünkü
hıristiyandır; alçak bir sadelik içinde kârsız ödünç para verir, bu suretle
Venedik’te faizi düşürür. Bir kere çengele takabilsem, eski kısgançlığın
acısını çıkarırım! Mukaddes kabilemizden nefret eder; tacirlerin toplandıkları
yerlerde bana, alış verişime, kendisinin faiz diye tahkir ettiği helâl
kazancıma karşı ağzına geleni söyler. Eğer onu affedersem, kabileme lânet
olsun!
BASANYO — SHYLOCK
işitiyor musunuz?
SHYLOCK — Sermayemi
düşünüyorum, çabucak üç bin altınlık akçeyi nasıl bulacağım, bunun zorluğunu
hesap ediyorum. Zararı yok! Bizim kabileden Tubal isminde zengin bir İbranî
var; üst tarafını o tamamlar. Amma durun, yavaş yavaş kaç ay vade ile
istiyordunuz? (Arıtonyo’ya) Allah ömürler versin, efendim. İyiliklerinizden
bahsediyorduk. ~
ANTONYO — SHYLOCK, ben
şimdiye kadar ne faizle para aldım, ne de para verdim, arkadaşımın âcil
ihtiyaçlarını temin için bu sefer itiyadımı bozacağım. (Basanyoya) ne
istediğinizi biliyor mu?
SHYLOCK — Evet, evet, üç
bin altın.
ANTONYO — Üç ay vade
ile.
SHYLOCK — Unutmuştum...
Üç ay mı dediniz. Kefalet senedini yapın... Göreyim. Beni dinleyin. Şimdiye
kadar faizle para alıp vermediğinizi söylediniz, sanırım.
ANTONYO — Evet, asla.
SHYLOCK — Yakup amcası
Laban’m sürülerini otlatırken. Bu Yakup bizim Hazreti İbrahim’den sonra üçüncü
peygamberdir. Evet, evet, üçüncü, tam üçüncü.
ANTONYO — Ne münasebetle
ondan bahsediyorsunuz? Faizle para mı verirdi?
SHYLOCK — Hayır, faizle
para vermezdi. Yani sizin bildiğiniz gibi faizle para vermezdi. Yakup şöyle
yapardı. Laban ile aralarında, doğacak kuzulardan benekli ve alaca olanlarının
ücret mukabili Yakuba ait olmasını kararlaştırdüar, güz sonunda, koyunlar
toplanarak koçlara • katıldı, bu yünlü hayvanlar tarafından neslin bakası için
lâzım olan muamele yapılırken, kurnaz çoban ne yaptı bilir misiniz? Değneklerin
kabuklarını soyarak, koyunların önlerine koydu. Onlar da bu suretle gebe kalıp,
vakti gelince, hep Yakuba ait olan alaca kuzu doğurdular. Bu bir kazanç yolu
idi; Yakup takdis edildi. Demek isterim ki, çalmadıktan sonra, insanların bütün
ka zandıkları helâldir.
ANTONYO — Yakup çok
tehlikeli bir işe girişmiş; Allahın yapacağı bir işi yapmak onun haddine mi
düşmüş. Bu faizin helâl olduğunu gösterebilir mi? Sizin altınlarınız,
paralarınız, koyun ve koç mu?
SHYLOCK — Bunu diyemem;
amma onları bu kadar çabık doğurturum. İyi dinleyiniz, senyör...
ANTONYO — (Basanyo’ya)
bak, Basanyo, iblis, kitabı nasıl işine geldiği gibi tefsir ediyor. Mukaddes
misallerden istifade eden bir şeytan ruhu, yakışıklı, mütebessim fakat kalbi
çürümüş bir caniye benzer. Güzel bir vücut bazan ne iğrenç hileler saklıyor!
SHYLOCK — Üç bin altın!
Toparlak bir para! Yüzde on
iki faizle üş ay
için!... Biraz da kâra bakalım.
ANTONYO — Söyleyiniz
SHYLOCK, bize bu iyiliği edecek misiniz?
SHYLOCK — Senyör
Antonyo, kaç defa beni, Riyaltoda, param ve faizim için azarladınız? Ben
bunlara omuz kaldırarak tahammül ettim; çünkü sabır bizim kabilemizin! en
birinci alâmetidir. Malımı istediğim gibi kullandığım için, bana, dinsiz,
köpek, yankesici dediniz, Yahudi Sakomun üzerine tükürdünüz. Bugün, yardımıma
muhtaçsınız, gelmiş: «SHYLOCK, para isteriz.» Diyorsunuz. Evet, böyle
söyliyorsunuz, siz ki burnu nuzu sakalıma siler ve beni kapınızın önünde oturan
yabancı bir köpek gibi tekme ile koğardmız, şimdi para için yalvarıyorsunuz.
Size ne cevap vereyim? «Köpekte para olur mu? Bir köpek üç bin altın ödünç
verebilir mi?» Diye mi cevap ve reyim; yoksa, yerlere kadar eğilerek nefes bile
almadan, bir köle gibi, korkak mırıltılarla: «Sevgili efendim, geçen cumartesi
üstüme tükürdünüz; başka bir gün ayağınızla tekme vurdunuz, başka bir gün de
köpek dediniz, bütün bu iyiliklerinize karşı, size istediğiniz kadar para
verebilirim.» mi diyeyim?
ANTONYO — Şimdi gene
köpek diye haykırır, suratına yeniden tükürür, ayağımla da tekmelerim! Bize
ödünç para vereceksen, bir dost gibi değil, (çünkü pis bir maden üzerine
dostluk ihtikârı yapılmaz.) Bir düşman gibi ver. Sözünde durmazsa, daha çok
sevinir, kendisini cezaya çarptırırsın.
SHYLOCK — Amma kuzum, ne
de çabuk hiddetleniyorsunuz! Ahbap olasınız diye ben size iyilik etmek,
derdinize çare bulmak, ve sizden hiç faiz almamak istiyordum. Siz beni
dinlemiyorsunuz bile! Teklifim! o kadar iyi.
ANTONYO — İyiliğin
kendisi!
SHYLOCK — Size delilini
de göstereceğim. Benimle beraber notere gelin, kefalet senedinizi hazırlayın ve
şaka olarak, eğer borcunuzu müddeti bitince, filân mahalde ödeyemezseniz,
vücudünüzün istediğim yerinden kesilip alınmak şartile, bana kendi etinizden
bir okka et vermeyi taahhüt edin.
ANTONYO — İnan olsun,
ben razıyım! Böyle bir senedi derhal imzalar ve bundan sonra, Yahudilerin
içinde de iyi adamlar varmış derim.
BASANYO — Benim için
kat’iyyen böyle bir taahhüde girmeyeceksiniz! Ben zaruret içinde kalmayı tercih
ederim.
ANTONYO — Korkma,
azizim. Ben imzamın şerefini muhafaza ederim. İki aya kadar, yani mühlet
bitmezden bir ay evvel, bu taahhüdün dokuz mislini ele geçireceğime eminim.
SHYLOCK — Ah babamız
İbrahim! Ben bu hıristiyanları pek iyi bilirim! Kalplerinin fesatlığı, onları,
başkalarının niyetlerinden şüphe ettirir! Söyleyiniz bana, eğer vaktinde parayı
ödeyemezse ben bundan ne kazanacağım? Bir okka insan eti o ağırlıkta koyun,
sığır yahut keçi eti kadar para eder mi? .Sırf ahbaplığını kazanmak için, bu
iyiliği yapıyorum. İşinize gelmezse, uğurlar olsun. Güzel hatırınız için beni
daha ziyade üzmeyiniz!
ANTONYO — SHYLOCK, ben
senedini imzalarım.
SHYLOCK — Öyle ise çabık
notere gidiniz, bu şakacıktan .senedin içindekileri tasdik ettiriniz;
altınlarınız hazır. Ben zevzek bir uşağın muhafazasına bıraktığım evime gidip,
bir göz gezdireyim,, biraz sonra gelir sizi bulurum.
(Çıkar)
ANTONYO — Çabuk ol,
sevgili Yahudi! Bu İbrani hıristiyan olacak. Epey terakki var.
BASANYO — Ben bir
alçağın tatlı sözlerine itimat ede miyorum.
ANTONYO — Bunda korkacak
hiç bir şey yok. Mühletten bir ay evvel gemilerim limana gelmiş bulunacak.
(Çıkarlar)
BİRİNCİ
PERDENİN SONU
SAHNE I.
Belmon. Porçiya nın evi.
Nefir
sesleri. Maiyetile beraber MERAKEŞE HÂKİMİ,
PORÇİYA, NERİSA ve
tevabii girerler.
MERAKEŞ HÂKİMİ —
Komşumuz olan ve altında doğup büyüdüğümüz yakıcı güneşin kararttığı rengimden
çekinmeyiniz. Febüsün ateşlerile ancak buzlarını eritebildiği şimal ço
cuklarımn en güzelini getiriniz, şerefinize, vücutlarımızı birer çizgi ile
kanatalım, onun kanı mı, yoksa benimki mi daha kırmışı görürsünüz. Güzelim, bu
renk cesurları korkuttu, diyebilirim. Sevgimin üzerine yemin ederim ki,
diyarımızın en namdar kızları onu sevdiler! Ben rengimi, sizin teveccühünüzden
başka hiç bir şeyle değişmeye razı olmam, güzel melikem!
PORÇİYA — İntihap benim
genç kız gözlerime bırakılmış değildir. Taliimin kur’ası, beni kendi arzumla
intihaptan menediyor. Eğer babam intihabımı kendi anlayışı ile tahdit etmemiş
olsaydı; eğer söylediğim tarzdan başka suretle bir kimsenin karısı
olabilseydim, namdar Prens, buraya gelenlerin hepsinden ziyade, muhabbetime siz
lâyık görülürdünüz.
MERAKEŞ HÂKİMİ —
Minnettar olmama bu kadarı kâfi. Öyle ise, rica ederim, taliimi denemek için,
beni sandıklara götürünüz. Sofi ile bir Acem şehzadesini öldüren, Sultan
Süleymana karşı çıkmaya cesaret eden şu şimşir hakkiçin, sizi elde edebilmek
ümidile, en cür’etkâr bakışları ve en cesur kalpleri istihfaf ederdim; ayı
yavrularını annelerinin memelerinden ayırır, şikârının ardmdan gürleyen
arslanlara meydan okurdum! Fakat, heyhat! Her gül ile Lihas, hangisinin daha
kuvvetli olduğunu anlamak için zar atacak olurlarsa, tesadüf zayıf olana yardım
edince Alsit [1] uşağına mağlûp olabilir! Bunun jibi ben de kör talie esir
olarak, daha liyakatsiz birinin kazanacağını kaybetmek suretile kederimden
ölebilirim.
PORÇİYA — Taliinize
atılmaya mecbursunuz. Ya intihaptan vaz geçecek, yahut ta intihaptan evvel,
istediğinizi seçeme diğiniz takdirde, bir daha izdivaçtan bahsetmeyeceğinize
yemin edeceksiniz. İyi düşününüz.
MERAKEŞ HÂKİMİ —
Düşünmeyeceğim. Hadi, beni taliime kavuşturunuz.
PORÇİYA — Evvelâ, mabede
gidelim. Taliinizi yemekten 3onra denersiniz.
MERAKEŞ HÂKİMİ — Tali
yardımcım olsun! Ya insan larm en bahtiyarı yahut ta en bedbahtı olacağım!
(.Nefir sesleri, çıkarlar)
Venedik. Bir sokak.
LANSELOT
GOBO girer
LANSELOT — Hiç şüphesiz,
vicdanım beni yahudi efendimin evinden kaçıracak. Şeytan iki yanımdan: «Gobo,
Lanselot Gobo, iyi Lanselot, yahut iyi Gobo, yahut ta iyi Lanselot Gobo, hadi
bacaklarını aç, tüy» Diye fısıldıyarak beni kandırmağa çalışıyor. Öbür taraftan
vicdanim: «Hayır, dikkat et, namuslu Lanselot; dikkat et, namuslu Gobo» yahut
deminki gibi «namuslu Lanselot Gobo, kaçma, zillet te arkadan gelir.» Diyor.
Bunun üzerine habis ruhların er, cesuru, piliyi pırtıyı topla diye beni
sıkıştırıyor. Habis ruh: «Haydi!» Diyor. Habis ruh: «daha ne duruyorsun, Allah
aşkına, cesaretini topla, kendini kurtar.» Diyor.
O vakit, vicdanım,
kalbimin boynuna sarılarak, akıllıca: «namuslu dostum Lanselot, sen namuslu bir
adamın oğlusun...» Diyor. Yahut daha doğrusu namuslu bir kadının... Çünkü,
babam... Nasıl söyliyeyim... Bazı zevkler... Yani bir nevi iptilâ... Ne ise,
vicdanım «kımıldama Lanselot» diyor. Şeytan «kımılda»
[I] Hergülün öbür adı
diye dürtükliyor.
Vicdanım «kımıldama» diyor. Ben de «vicdan, doğru söylüyorsun» diyorum.
«Şeytan, sen de doğru söylüyorsun» diyorum. Vicdanımı dinliyecek olursam,
(Allah taksiratımı affetsin) bir nevi şeytan olan efendimin yanında kalmalıyım.
Yahudiden kurtulmak için de (sözüm meclisten dışarı) iblisin ta kendisi olan
habis ruhun sözünü dinlemeliyim. Ama, hiç şüphesiz yahudi de şeytanın tecessüm
emiş bir şekli, Vicdanen düşünecek olursak, benim vicdanım adî bir vicdan.
Yahudinin yanında kalmamı istiyor. Habis ruhun nasihati daha ahpapça. Öyle ise,
ben de kaçacağım, habis ruh; tabanlarım emrine amade; ben de kaçacağım.
(Bir sepetle ihtiyar
GOBO girer)
GOBO — Genç efendi, rica
ederirp., söyleyiniz, zengin yahudinin evine giden yol hangisidir?
LANSELOT — (ortaya) aman
yarabbi! Benim öz babam! Gözlerinde kum hastalığı olduğu için beni tanıyamadı!
Dur onu bir tecrübe edeyim.
GOBO — Genç centilmen,
rica ederim, zengin yahudinin evine giden yol hangisi?
LANSELOT — İlk dönemeçte
sağa saparsınız; sonra en yakın dönemeçte sola dönersiniz; daha sonra asü
dönemeçte ne sağa saparsınız, ne sola saparsınız, doğruca yahudinin evine
inersiniz.
GOBO — Süphanallah! Bu
hayli uzun bir yol! Zengin yahudinin yanında çalışan Lanselot isminde birinin
gene orada olup olmadığını bana söyliyebilir misiniz??
LANSELOT — Genç
centilmen Mösyö Lanselottan mı bahsediyorsunuz? (Ortaya) dikkat ediniz, suyu
bulandıracağım... (Yüksek sesle) Genç centilmen Mösyö Lanselottan mı
bahsediyorsunuz?
GOBO — Centilmen değil,
fakir bir adamın oğlu; babası, dediğim gibi her ne kadar fakir ise de gayet
namuslu bir adamdır. Ve allaha çok şükür hâlâ yaşıyor.
LANSELOT — Babası canı
nasıl isterse öyle olsun, biz genç Mösyö Lanselottan bahsedelim.
GOBO — Kölenizin ismi,
kısaca Lanselot, efendim.
LANSELOT — Binaenaleyh,
ihiyar, ria ederim, binaenaleyh istirham ederim, genç mösyö Lanselottan mı
bahsediyorsunuz?
GOBO — Müsaadenizle,
sade Lanselot, Mösyö.
LANSELOT — Binaenaleyh,
Mösyö Lanselot. Baba artık Lanselottan bahsetmeyiniz, çünkü genç centilmen
(taliine, mukadderatına ve daha buna benzer acip tabirata itaat ederek, üç
hemşireler ve ilmin üç şubesi gibi) vefat etti; yahut sözün kısası, ahirete
gitti!
GOBO — Allah esirgesin!
Bu çocuk benim ihtiyarlığımın direği, benim biricik desteğim idi!
LANSELOT — Baksana,
benim hiç direğe, bastona, desteğe benzer yerim var mı? Tanıdın mı beni baba?
GOBO — Heyhat! Sizi
tanıyamadım, genç centilmenim. Fakat, rica ederim, oğlum (Allaha emanet) sağ
mı, yoksa öldü mü?
LANSELOT — Beni
tanımıyor musunuz, baba?
GOBO — Heyhat, gözlerim
bozuktur, sizi tanımıyorum.
LANSELOT — Doğrusu,
gözleriniz olsa da, beni daha fazla tanıyamazdınız. Akıllı baba oğlunu tanımaz.
İhtiyar, oğlunuzdan haber alacaksınız. Bana hayır dua ediniz. Hakikat er geç
tenevvür etmelidir. Bir cinayet uzun müddet saklı kalamaz. Adam oğlu bunu yapabilir;
fakat nihayet hakikat meydana çıkar.
GOBO — Rica ederim ayağa
kalkınız. Eminim ki siz benim oğlum Lanselot değilsiniz.
LANSELOT — Rica ederim,
bu hususta artık budalaca şeyler söylemeyiniz de, bana hayır dua ediniz. Ben
sizin dün çocuğunuz, bugün oğlunuz, yarın da evlâdınız Lanselotum.
GOBO — Oğlum olduğunuza
inanamıyorum.
LANSELOT — Ben de neye
inanacağımı bilmiyorum, fakat ben yahudinin hizmetçisi Lanselotum, ve eminim ki
karınız Margerit te annemdir.
Gobo — Sahi adı Margerit
idi! Eğer Lanselot isen, yemin ederim ki sen benim öz etimden ve öz
kanundansın! Tanrıma çok şükür! Bu sakal ne böyle! Yüzünde, arabaya koştuğum
Dobenin kuyruğundaki kıllardan daha fazla kıl var!
LANSELOT — Anlaşılan,
Dobenin kuyruğu tersine büyüyor. Eminim ki, son görüşümde, kuyruğunda,
yüzümdekinden daha fazla kıl vardı.
GOBO — Senyör, ne kadar
değişmişsin! Efendin ile nasıl geçiniyorsun? Ona bir hediye götürüyorum. Şu
saatte aranız nasıl?
LANSELOT —İyi, iyi.
Fakat ben artık kaçmaya ve iyi bir sokak başı buluncıya kadar durmamaya karar
verdim. Efendim tam bir yahudi. Ona hediye götürmek mi! Kendini boğmak için bir
urgan götür daha iyi! Hizmetinde açlıktan ölüyorum; parmaklarınızla
kaburgalarımı sayabilirsiniz! Baba, geldiğinize ne iyi ettiniz. Hediyenizi bana
veriniz, muhteşem kıyafetli yeni hizmetçiler alan Basanyo ismindeki centilmene
takdim edeceğim. Eğer onun hizmetine giremezsem, Allah ne kadar yer yarattı ise
o kadar uzaklara kaçacağım. Bulunmaz tesadüf! İşte kendisi geliyor. Hadi baba,
ilerleyiniz, zira daha ziyade yahudiye hizmet edecek olursam, ben de yahudi
olacağım.
(BASANYO, LEONARDO ve
diğer hizmetçilerle girerler)
BASANYO — Dediğim gibi,
bunları yaparsınız. Mümkün olduğu kadar sür’atle... Yemek nihayet bir saate
kadar hazır nima.ii Bu mektupları göndermeyi de unutmayınız. Uşakları yollar,
Graçyanoya, derhal evime gelmesini rica edersiniz.
(Bir hizmetçi çıkar)
LANSELOT — Yanaş, baba.
GOBO — Allah efendimize
uzun ömürler versin!
BASANYO — Teşekkür
ederim. Bir şey mi istiyorsunuz?
GOBO — İşte oğlum, fakir
bir çocuk...
LANSELOT — Fakir bir
çocuk değil, zengin yahudinin hizmetçisi, ve babamın söylemek istediği gibi...
GOBO — Hani dedikleri
gibi çalışmak için adeta kaşınıyor..
LANSELOT — Filhakika,
velhasıl, yahudiye hizmet ediyorum, ve babanım söylemek istediği gibi...
GOBO — (Sözüm ona)
yahudi ile aralarında, dördüncü derecede bile bir karabet yok.
LANSELOT — Hulâsa,
hakikaten, yahudi bana hakaret ettiğinden, ben de.. İhtiyar babamm izah etmek
istediği gibi...
GOBO — Efendimize
takdim, etmek arzusunda bulunduğum bir çift güvercinim var, ve şunu rica
ediyorum ki...
LANSELOT — Söylemek
haddim değilse de, efendimizin ihtiyar, fakir ve fazla olarak ta babam olan şu
namuslu ihtiyardan öğrenecekleri gibi...
BASANYO — Yalnız biriniz
söyleyiniz. Ne istiyorsunuz?
LANELOT — Hizmetinize
girmek, efendim.
GOBO — İşte işin kötüsü
de bu ya.
BASANYO — Seni pek iyi
tanırım. İstediğine nail olacaksın. Efendin SHYLOCK demin bana bundan
bahsetmişti. Eğer zengin bir yahudiyi bırakıp ta, benim gibi fakir bir
centilmenin hizmetine girmek bir terakki ise, bu terakkiyi sana vadediyorum.
LANSELOT — Eski bir
atalar sözü SHYLOCK ile size pek yakışır. Siz Allahın lütfüne mazharsmız, o ise
mallarınmkine.
BASANYO — İyi söyledin.
Baba, sen, de oğlunla beraber git... — Eski efendine veda et ve evimin nerede
olduğunu öğren. (Hizmetçilere) ona arkadaşlarımnkinden daha şık bir hizmetçi
elbisesi veriniz, ve hiç bir şey esirgemeyiniz.
LANSELOT — Hadi gidelim,
baba. Ah! İş istemenin yolunu hiç bilemiyorum, hayır, işte gördünüz, başımda
dilim yok. (avucunun içine bakarak) bütün İtalyada, elini açıp İncil üzerine
yemin edenler arasında benimkinden daha güzle bir avucu olan varsaTaliim ne
açıkmış; bakınız, işte hayat çizgisi. Alay alay karım olacak! On beş kadın, hiç
bir şey değil. On biri dul, dokuzu kız; adam olmak için iyi bir başlangıç!
Boğulma tehlikesinden üç defa uzaklaşmış bulunacağım. Tehlike hayatımı kuş
tüyünden bir yatakta tehdit edecek. Pek korkulacak bir şey değil. Eğer tali bir
kadın ise, bu hiç şüphesiz güzel bir kızdır. Geliniz baba. Göz açıp kapaymcıya
kadar yahudi ile vedalaşalım.
(LANSELOT ile GOBO
çıkarlar.)
BASANYO — Kahraman
Leonardom, rica ederim, iyi dikkat et. Bu söylediklerimi alıp, yerleştirdikten
sonra, çabuk, gel beni bul. Bu gece en sevgili arkadaşlarıma ziyafet veriyorum.
Hadi, çabuk ol.
LEONARDO — Elimden gelen
her şeyi yapacağım.
(GRAÇYANO girer)
GRAÇYANO — Efendin
nerede?
LEONARDO — Şurada
geziniyor.
(LEONARDO çıkar)
GRAÇYANO — Senyör
Basanyo...
BASANYO — Graçyano!
GRAÇYANO — Sizden bir
şey rica edeceğim.
BASANYO — Buyurunuz.
GRAÇYANO — Bunu benden
esirgemeyeceksiniz. Belmona giderken benim de sizinle beraber gelmem icap
ediyor.
BASANYO — Madem; icap
ediyormuş, peki! Fakat dinle, Graçyano, sen çok vahşi, çok sertsin, sözlerin de
pek amirane... Bu sana oldukça yakışıyor, ve bizim gözümüze kusur gibi
görünmüyor. Fakat seni tanımayanlar için bunlar biraz serbest tavırlardır.
Gideceğim yerde, tavırlarının huşuneti, fena tefsir edilerek, bana ümitlerimi
kaybettirmemek için, rica ederim, garabetini bir kaç tevazu damlasile tadil
etmeğe çalış.
GRAÇYANO — Beni
dinleyiniz, SinyorBasanyo. Eğer vakarlı bir tavır takınarak, hürmetkârane
konuşmazsam; arasıra yemin edip, cebimde bir dua kitabı taşımaz, Tanrının lütuf
lanndan bahsolunurken, içimi çekip amin diye mırıldanarak, gözlerimi şöyle
şapkamla örtmezsem bir daha hiç bir sözüme inanmayınız. Haminnesinin hoşuna
gitmek için vakur tavırlar takınmayı öğrenmeye çalışan adamlar gibi, ne kadar
zarafet kaidesi varsa hepsini tetkik edeceğim.
BASANYO — Peki. Nasıl
hareket edeceğini görürüz.
GRAÇYANO — Fakat bu gece
müstesna. Bu akşam yapacaklarımıza bakarak hüküm vermeyeceksiniz.
BASANYO — Yok, bu
felâket olurdu. Btt’akis bu gece her vakitten daha şen olmanı isteyeceğim.
Nöş’e ümit eden davetlilerimizi eğlendirmeliyiz. Bunun üzerine; Allaha
ısmarladık. Benim bitirilecek bazı işlerim var.
GRAÇYANO — Ben de gidip,
Lorenzo ile arkadaşlarını bulayım; yemek vakti ziyaretinize geliriz.
Venedik. SHYLOCKun evi.
JESİKA
ile LANSELOT girerler
JESİKA — Babamın
yanından ayrıldığına çok müteessirim. Evimiz cehennem, şen şeytan, bu sıkıntılı
havayi sen biraz neş’e ile dağıtıyordun. Hadi, Allah selâmet versin. Al sana
bir de altın. Şimdi gidip, yeni efendinin misafiri olan Lorenzoyu, yemekte
görür, şu mektubu, gizlice kendisine verirsin. Uğurlar olsun, babanım seninle
görüştüğümü görmesini istemiyorum.
LANSELOT — Allaha
ısmarladık!... Benim yerime göz yaşlarım söylesin!... Allaha ısmarladık, güzel
kâfir.. Sevgili yahudi!... Eğer seni ele geçirmek için bir hristiyan çapkm
sergüzeştlere atılmazsa, ben de hiç bir şey bilmiyorum. Allaha ısmarladık!
Türlü hislerle göz yaşlarına garkoluyorum. Allaha ısı marladık!
(Çıkar)
JESİTA — Uğurlar olsun,
yiğit Lanselotum! Babamın kızı olduğuma kızarmakla kim bilir ne büyük bir günah
işliyorum! Fakat onun kanından ve onun kızı olsam da, huyum onunkine hiç
benzemiyor. Ah Lorenzo, vadinde durursan, artık bu mücadeleye nihayet verecek;
ve hristiyanlığı kabul ederek, senin sevgili karın olacağım.
(Çıkar.)
Yine Venedik. Bir sokak.
GRAÇYANO,
LORENZO, SALARİNO ve SOLANYO girerler
LORENZO — Yemek
yenirken, sıvışıp, bizim evde kıyafetimizi değiştirdikten sonra, bir saate
kadar yine geliriz.
GRAÇYANO —Biz
hazırlanmadık.
SALARİNO —
Meş’alecilerden hiç bahsetmedik.
SOLANYO — İyi idare
edilmezse, bu pek tatsız oluyor. Bana kalırsa, en iyisi, ondan vaz geçelim.
LORENZO — Saat daha
altı, iki saatimiz var.
(LANSELOT, elinde bir
mekupla girer)
Ne o, dostum Lanselot,
ne haber?
LANSELOT — Lütfen zarfı
açarsanız, öğrenirsiniz.
LORENZO — Yazıyı
tanıdım. İnan olsun, güzel bir yazı. Yazan elise yazılan kâğıttan daha beyaz.
GRAÇYANO — Eminim ki,
aşk haberleri.
LANSELOT — Müsaadenizle,
efendim.
LORENZO — Nereye
gidiyorsun?
LANSELOT — Eski yahudi
efendimi, yeni hristiyan efendimin bu akşamki ziyafetine davet etmeğe.
LORENZO — Dur. Al,
şunu... Güzel Jeskaya, vadimde kusur etmeyeceğimi söyle... Ama yanında kimse
olmasm...
(.LANSELOT çıkar)
Efendiler, bu geceki
maskara alayına hazırlanmak istiyor musunuz? Ben bir meş’aleci buldum.
SALARİNO — Sahi, ben
gidiyorum.
SOLANYO — Ben de.
LORENZO — Bir saate
kadar gelip, Graçyanonun evinde, bizi bulursunuz.
SALARİNO — En iyisi bu.
(.SALARİNO ile SOLANYO
çıkarlar)
GRAÇYANO — Mektup, güzel
Jesikadan değil mi?
LORENZO — Her şeyi sana
anlatmalıyım. Bana babasının evinden kendisini kaçırmanın yolunu öğretiyor;
yanma alacağı altınlardan, mücevherattan ve kaçmak için hazırladığı hizmetçi
elbisesinden bahsediyor. Babası cennet yüzü görürse, hiç şüphesiz sevimli kızı
hürmetinedir. Talisizlik, kâfir bir yahudinin kızı olmaktan başka bir behane üe
ona yaklaşmaya cesaret edemez. Hadi, gel. Yolda mektubu okursun. Güzel Jesika
benim meş’alecim olacak.
Yine Venedik. SHYLOCKun evi.
SHYLOCK — Peki, görürsün
sen; ihtiyar SHYLOCK ile Basanyo arasındaki farkı anlarsın... Hey, Jesika!...
Evimdeki gibi patlayıncıya kadar yiyemezsin... Hey, Jesika!... Uyuyamazsın,
horlayamazsın, elbiselerini yırtamazsın! Jesika!
LANSELOT — Hey, Jesika!
SHYLOCK — Onu çağır diye
sana kim söyledi? Ben öyle bir şey demedim.
LANSELOT — Bana,
ekseriya, söylemeden bir şey yapmazsın diye darılırdınız da!
JESİKA — Beni mi
çağırdınız? Ne istiyorsunuz?
SHYLOCK — Ben ziyafete
davetliyim, Jesika. İşte anahtarlarım; Fakat neye gidecekmişim? Onlar beni
dostluklarından çağırmadılar; bana eziyet etmek istiyorlar! Gideceğim, ama
düşmanlıkla ve müsrif bir hristiyanın yemeklerini yemek için gideceğim! Jesika,
kızım, eve iyi dikkat et... Canım hiç te gitmek istemiyor... Rahatımı bozmak
için bazı fena teşebbüsler var, bu gece rüyamda para torbaları gördüm!
LANSELOT — Rica ederim,
gidiniz, yeni efendim sabırsızlıkla inmenizi bekliyor.
SHYLOCK — Ben de
onunkini bekliyorum.
LANSELOT — Hep
kararlaştırdılar... Bir maskara alayı göreceğinizi söylemek istemiyorum; fakat
onlardan birini görürseniz, paskalyanın son salısının saat altısında burnumun
kanamasının boş olmadığını anlarsınız; dört sene evvel Sandr yortusunun
cumartesisinde de, öğlen üzeri gene böyle kanamıştı.
SHYLOCK — Nasıl! Maske
de mi var? İşitiyor musunuz, Jesika. Kapıları kapayınız. Eğer trampete, yahut
kıvrık boyunlu düdüklerin çığırtkan sesini duyacak olursanız, merak edip te,
yüzünü gözünü boyamış çügın hristiyanları görmek için, pençereden eğilmeyiniz.
Evimin kulaklarını, pençerelerini demek isterim, dahasıkı kapayınız. Bu kuru
gürültülerin, sessiz evimin sükûnetini bozmasına müsaade etmeyiniz... Yakubun
asası hakkiçün, bu gece şu ziyafete gitmeyi hiç te canım istemiyor!.. Ama
gideceğim... Git haber ver, zevzek! Gideceğim, diyorum.
LANSELOT — Ben de haber
vermeğe gidiyorum’ (ortaya) hanımcığım, pencereden bakmayı unutmayınız:
Musevi gözüne lâyık Bir
hristiyan gelecek.
(LANSELOT çıkar)
SHYLOCK — Bu Hacer
neslinden budala ne dedi.
JESİKA — «Allaha
ısmarladık, hanımcığım» dedi. Başka bir şey değil.
SHYLOCK — Bu şapşal fena
oğlan değil, ama obur, ve bir kaplumbağa kadar ağır, yaban faresi gibi bütün
gün uyur. Eşek arasının benim kovanımda işi yok. Ondan ayrılıyorum, Ödünç
aldığı parayı daha çabuk bitirmesini istediğim bir adama bırakmak için, ondan
ayrılıyorum. Hadi içeriye, Jesika. Ben belki de hiç durmadan dönerim. Dediğim
gibi, üzerine kapıları kapamayı unutma. «Eyi sakla, eyi bul.» tutamaklı adamlar
için eskimez bir darbi meseldir.
(Çıkar)
JESİKA — Uğurlar olsun.
Eğer talih ters gitmezse, ben bir baba kaybedeceğim, sen de bir kız.
(Çıkar)
Yine orası.
Maskeli
olarak GRAÇYANO ve SALARİNO girerler
GRAÇYANO — İşte Lorenzonun
beklememizi söylediği yol.
SALARİNO — Vakit
geçiyor.
GRAÇYANO — Bu kadar
gecikmesi şaşılacak şey, çünkü âşıklar daima saatinden evvel gelirler.
SALARİNO — Venüsün
güvercinleri yeni bir aşkın bağlarını dokumak için, edilmiş vaitleri
hatırlatmaktan on kat daha sür’atle uçarlar.
GRAÇYANO — Kim bir
ziyafetten, sofraya otururken duyduğu iştiha ile kalkar? Geçtiği sarp yoldan,
gittiği hızla dönen at nerede? hiç bir şeyde takip ederken duyduğumuz harareti
nail olduktan sonra duyamayız. Donanmış bir halde limandan çıkıp, nevazişkâr
rüzgârların kucağına atılan bir gemi toy bir delikanlıya veya bir deliye ne
kadar benzer! Sonra, bir de onun müsrif bir çocuk gibi, kaburgaları fırtınadan
delik deşik, yelkenleri yırtık, harap, berbat, ve serseri rüzgârlarla yıpranmış
bir halde limana dönüşünü görünüz!
(.LORENZO girer)
SALARİNO — İşte Lorenzo
geliyor, bundan başka vakit gene bahsederiz.
LORENZO — Aziz
dostlarım, geciktiğim için beni mazur görünüz. Sizi bekleten ben değilim,
işlerimdir. Kadın hırsızlığına kalktığınız vakit ben de sizi böyle beklerim.
Yaklaşalım. Yahudi kaynatamın oturduğu yer işte burası. Hey! Kim var orada?
(Uşak elbisesile JESİKA
pencereden görünür)
JESİKA — Kimsiniz?
Sesinizden tanımış olduğuma yemin etsem büe, daha ziyade emin olmak için kim olduğunuzu
söylemelisiniz.
LORENZO — Lorenzo,
sevgilin.
JESİKA — Lorenzo, doğru;
sevgilim, hiç şüphe yok. çünkü onun kadar kimi seviyorum? Ve Lorenzo yu
sevdiğimi ondan başka kim biliyor?
LORENZO — Sevgilim
olduğuna gök yüzü ve kalbin de şahit.
JESİKA — Şu çekmeceyi
alınız. Ettiğiniz zahmete değer. Bereket versin, gece de, beni görmüyorsunuz,
kılığımdan utanıyorum. Fakat aşk kördür, ve âşıklar, yaptıkları güzel
çılgınlıkların farkında olmazlar. Yoksa uşak kıyafetine girdiğimi görse,
Küpidonun kendisi bile kızarırdı.
LORENZO — Hadi in
aşağıya, benim meş’alecim olacaksın.
JESİKA — Nasıl kendi
hacaletimi kendim mi aydınlatacağım? Ah, yemin ederim ki, benim için, o zaten
aydınlık! sevgilim, nasü, ben kendimi gizlemek için karanlıklar ararken, siz
beni meş’aleci mi yapmak istiyorsunuz?
LORENZO — Siz bu güzel
uşak elbiseniz altında, karanlıktasınız, cicim. Hadi, gece geçmeye başladı;
Basanyonun ziyafetinde bizi bekliyorlar.
JESİKA — Kapüarı
kapayıp, yanıma bir kaç altın daha aldıktan sonra, sizinim.
CPencereden çekilir)
GRAÇYANO — Külâhım
hakkiçün, bu yahudi değil, yahudiden başka her şey.
LORENZO — Ne derseniz
diyiniz, onu bütün kalbimle seviyorum! Eğer anlıyabiliyorsam, akıllı; gözlerim
beni aldatmıyorsa, güzel; ve bir çok delillerini gösterdiği gibi sadıktır.
Akıllı, güzel ve sadık bir kız olarak ebediyen gönlümde yaşıyacak!
(JESİKA girer)
Geldin mi? Efendiler,
hadi gidelim. Arkadaşlarımız ve maskara alayı bizi bekliyor.
(JESİKA ve SALARİNO ile
beraber çıkar)
(ANTONYO girer)
ANTONYO — Kim o?
GRAÇYANO — Senyör Antonyo?
ANTONYO — Allah
müstahkım versin, Graçyano! Ötekiler nerede? Saat dokuz, arkadaşlar bizi
bekliyor. Bu akşam maskara alayı yapılmıyacak. Rüzgâr çıktı, Basanyo gemiye
biniyor. Sizi aramağa belki yirmi kişi gönderdim.
GRAÇYANO — Çok iyi! Bu
gece yelken açıp, enginlere açılmaktan başka hiç bir arzum yok.
(Çıkarlar)
Belmon Porçiyanın evi.
Nefir sesleri. PORÇİYA
ile MEAKEŞ HÂKİMİ ve maiyetleri girerler
PORÇİYA — Hadi,
perdeleri çekip, sandıkları bu asil prense gösteriniz... Buyurunuz, intihap
deiniz.
MERAKEŞ HÂKİMİ — Evvelâ,
altın sandık; üzerinde şöyle yazıyor: «Beni seçen, bir çok kimselerin arzu
ettiğini kazanır.» Sonra, gümüş sandık, üzerinde şu vait var: «Beni seçen,
lâyık olduğuna nail olur.» Nihayet, madeni kadar kaba bir ifade ile kurşun sandık:
«Beni seçen, bütün elindekilerini verir, tehlikeye koyar.» Verir. Niçin? Kurşun
için mi? Kurşun içinmi tehlikeye koyar? Bu sandık korkutuyor. Elindekilerini
tehlikeye koyanlar, bunu büyük bir kâr ümidile yaparlar. Altın bir kalp, işe
yaramaz bir madenin iğfaline kendini kaptırmaz. Öyle ise. ben de kurşun için
hiç bir şey vermeyecek, ve hiç bir şeyimi tehlikeye koymayacağım. Gümüş sandık,
bakir rengile ne diyor? «Beni seçen, lâyık olduğuna nail olur.». Lâyık
olduğuna. Merakeşli, bir dakika düşün, ve insaflı bir el ile neye lâyık
olduğunu tart. Eğer kendi liyakatlerini göz önüne getirecek olursan, oldukça
meziyet sahibisin; fakat bu meziyetlerinin, bu kadını elde etmeğe kâfi olduğunu
söyliyemezsin. Bununla beraber liyakatimden şüphe etmek, kadrimi kendi elimle
tenzil etmek olur. «Lâyık olduğuna!» Yani bu kadına. Asaletim, servetim,
cazibem, tahsil ve terbiyem, ve nihayet aşkımla ben bu kadına lâyıkım. Daha
fazla tereddüt etmeden, gümüş sandığı intihap etsem, ne olur? Altın sandığın
üzerinde ne yazılı idi. Bir daha bakalım. «Beni seçen, bir çok kimselerin arzu
ettiğini kazanır.» Yani kadını. Herkes onu arzu ediyor. Dünyanın dört
köşesinden bu aziz vediayi ve burada yaşıyan mukaddes faniyi öpmek için
koşuyorlar. Hirkani yaylaları ile, geniş Arabistanın ıssız çölleri şimdi, güzel
Porçiyayi görmeğe koşan prensler için birer büyük cadde. Gökyüzüne saldıran
engin denizlerin kudreti yabancı talipleri durduramıyor. Güzel Porçiyaya
kavuşmak için onu bir dere gibi geçiyorlar, ,3u üç sandıktan biri onun semavî
tasvirini ihtiva ediyor. Bunun kurşun sandık olması hiç yakışık alır mı? Böyle
bir ihtimali düşünmek bile kendini hüsrana mahkûm etmektir. Bu kaba madeni,
mezar karanlıkları içinde, onun muattar naşını ihtivaya lâyık görmek bile büyük
bir hakarettir. Kıymeti saf altından on kat daha az olan gümüşte olmasını
farzedebilir miyim? Ah ne ayıp düşünce! Bu kadar kıymetli bir pırlanta, hiç
altından daha değersiz bir madene konulur mu? İngiltere’de bir melek tasvirini
ihtiva eden altın bir para var; faka resim onun üstünde, halbuki burada, melek,
altın bir yatakta dinleniyor. Veriniz anahtarı, ne olursa olsun, ben şu altın
sandığı intihap ettim.
PORÇİYA — Alınız, prens;
eğer tasvirim çıkarsa, sizinim.
(Altın sandığı açar)
MERAKEŞ HAKİMİ — Eyvah!
Cehennem! Bu ne? Göz çukurunda bir kâğıt tomarı bulunan bir iskelet! Okuyalım.
Her parlayan altın
değil,
Bunun pek çok işittin.
Dışa bakan pek çokları,
Tatlı candan oldular;
Kurt doludur, altın
mezar!
Vücudün genç, fikrin
ihtiyar,
Cesaretin kadar aklın
olaydı,
Bulduğun cevap başka olurdu.
Uğurlar olsun, ümidin
bitti.
Doğrusu, iyi bitti. O
kadar zahmetler boşa gitti! Öyle ise, uğurlar olsun aydınlık! Soğuk karanlık,
sen gel! Allaha ısmarladık, Porçiya! Sizinle uzun uzun vedalaşmıyacak kadar
kederliyim. Kaybedenler böyle giderler.
(Çıkar)
PORÇİYA — İyi kurtulduk!
Çekiniz perdeleri. Onun renginde olanlar böyle intihap etsinler!
(Çıkar)
Venedik. Bir sokak.
SALARİNO ile SOLANYO
girerler
SALARİNO — Evet,
Basanyonun yelken açtığım gördüm. Graçyano da onunla beraber gitti, fakat, eminim
ki yanlarında Lorenzo yoktu.
SOLANYO — zevzek Yahudi
yaygaralarile düku uyandırıp, onunla beraber Basanyonun gemisini aramıya
gitmiş.
SALARİNO — Geç kalmış;
gemi demir almıştı. Fakat Lorenzo ile sevgilisi Jesikayı bir gonolda görenler
var. Esasen Antonyo da onun Basanyo ile beraber gemide olmadığını Düke
söylemişti.
SOLANYO — Ben şimdiye
kadar Yahudinin sokaklarda kopardığı yaygara gibi karışık, garip, şiddetli
mütehavvil bir hiddet görmedim: Kızım! — Ah altınlarım! — Ah kızım! bir
hıristiyan kaçırdı! Ah benim, hıristiyan altınlarım! Adalet! Kanun! Altınlarım
ve kızımj! Kızımın çaldığı bir torba altın, benim ikilik altınlarım!
Mücevherlerim! iki taş, iki bulunmaz ve kıymettar taş! Adalet! Kızımı bulunuz!
Üstünde taşlar, altınlar
SALARİNO — Venediğin bütün
yaramaz çocukları kızım, altınlarım, taşlarım, diye bağırarak, arkasından
koşuyorlardı.
SOLANYO — Mert Antonyo,
vadesinde parayı veremezse, korkarım acısını ondan çıkarır.
SALARİNO — Hakkınız var!
Dün bir Fransızla konuşuyordum. Fransa ile İngiltere’yi ayıran boğazda bizim
memlekete ait zengin hamuleli bir gemi battığını söylüyordu. O söylerken aklıma
Antonyo geldi. Ve içimden «Allah verede onun gemisi olmasa dedim.
SOLANYO — Bunları
Antonyoya da söyleseniz pek iyi edersiniz. Fakat fazla müteessir etmemek için
birdenbire söylemeyiniz.
SALARİNO — Yer yüzünde
ondan daha iyi bir adam yokur. Basanyo ile Antonyoyu ayrılırlarken gördüm.
Basanyo (Çabuk dönmeğe gayret edeceğini) söylerken, Antonyo şöyle cevap
veriyordu: (Basanyo sakın acele edipte, benim için işlerinizi bozmayınız, ne
kadar icap ederse o kadar kalınız.. Yahudinin senedine gelince, sizin âşık
ruhunuz onunla hiç meşgul, olmasın. Neş’eli olunuz, ve bütün düşüncelerinizi,
beğenilmeğe ve muvaffakiyete götürecek yollarla aşkınızı izhara sarfediniz.) Bu
esnada gözleri yaşlarla dolu, yüzünü çevirip, elini arkaya uzatarak, müşfik bir
muhabbetle Basanyonun elini sıktı ve ayrıldılar.
SOLANYO — Dünyayı onun
için seviyor, denilebilr. Hadi, reca ederim, kendisini bulup, bazı eğlencelerle
kederini tadile çalışalım.
SALARİNO — Evet, hadi!
(Çıkarlar)
Belmon. Porçiyanın evi
NERİSA bir hizmetçi
kadın ile girer
NERÎSA — Çabuk, çabuk,
rica ederim, perdeyi çek. Aragon prensi yeminini etti, intihaba geliyor.
(Nefir sesleri. ARAGON
PRENSİ, PORÇİYA ve maiyetleri girerler)
PORÇİYA — Asil prens,
işte sandıklar burada. İçinde tasvirim bulunanı seçerseniz derhal izdivacımız
tes’it edilecek; fakat, aldanacak olursanız, bir kelime söylemeden hemen burayi
terketmelisiniz.
ARAGON PRENSİ —
Yeminimle üç şeye riayet etmeyi taahhüt ettim. Birincisi, intihap ettiğim
sandığı hiç kimseye söylememek; İkincisi, istediğim sandığı bulamazsam, bir
daha hiç bir kıza izdivaç teklifinde bulunmamak, üçüncüsü de, doluyu intihap
edemezsem derhal çekilip gitmek.
PORÇİYA — Lâyık değilsem
de, taliini denemezden evvel herkes bu şartların ifasına yemin eder.
ARAGON PRENSİ — Ben
hazırım. Tali ümitlerimin yardımcısı olsun! Altın, gümüş ve adi kurşun. «Beni
seçen, bütün elindekilerini verir, tehlikeye koyar.» Senin için her şeyimi
verip tehlikeye koymazdan evvel daha cazip bir görünüşün olmalı idi! Bakalım,
altın sandık ne diyor? «Beni seçen, bir çok kimselerin arzu ettiğini kazanır.»
Bir çok kimselerin arzu ettiğini. Bu «Bir çok kimseler» görünüşe aldanan,
kamaşmış gözlerinin kendisine gösterdiğinden ötesini göremiyen, ve dağ
kırlangıcı gibi yuvasını tehlikeli yollarda, rüzgârlara karşı, duvar yüzlerine
yapan budala kalabalığı kastedebilir. Ben bir çok kimselerin arzu ettiği ni
intihap etmeyeceğim. Adî ruhlu kaba insanlara karışmak istemem. Gümüş define,
sıra sana geldi. «Beni seçen, lâyık olduğuna nail olur.» Çok doğru. Liyakati
olmadan, talii aldatıp, şeref sahibi olmayı kim istiyebilir? Hiç kimse lâyık
olmadığı bir şerefle örtünebileceğini zannetmesin! Eğer mal, mevki, unvan ve
memuriyetler haksız yollarla ele geçirilemeyip, şeref ve itibar yalnzı haiz
olanın liyakatile kazanılmış olsaydı, ne kadar çıplaklar örtülür, ne kadar
amirler emir altına girerdi! Büyüklükte ne küçüklükler, küçüklükte ne
büyüklükler keşfedilirdi! Kulübe ve harabeler altında gizlenmiş ne liyakatler
bulunup, yeni bir şaşaa ile parıldardı! İntihabımıza gelelim. «Beni seçen,
lâyık olduğuna nail olur» Ben lâyık olduğumu anlamak istiyorum. Bana bu
sandığın anahtarını veriniz, daha ziyade gecikmeden taliimin kapısını açayım.
PORÇİYA — Orada
bulacağınıza göre çok bile beklediniz.
ARAGON PRENSİ — Bu ne?
Göz kırparak, bir kâğıt uzatan bir deli tasviri. Porçiyaya ne kadar da az
benziyorsun! Ümit ve liyakatimden ne kadar başkasın! «Beni seçen, lâyık
olduğuna nail olur.» Ben deli kafasından başka bir şeye lâyık değil miyim?
Lâyık olduğum bu mu? Bundan daha iyisine liyakatim yok mu?
PORÇİYA — Kabahat
yapmakla, hükmetmek başka başka ve hatta birbirine zıt şeylerdir.
ARAGON PRENSİ — Bakayım
üstünde ne yazılı?
Ateş bunu yedi defa
denedi;
Bir hüküm de, yanılmamak
isterse,
Yedi defa tecrübeden
geçmeli.
Bazıları gölgeleri
kucaklar;
Buldukları: Saadetin
gölgesi.
Benim gibi gümüş ile
örtülü Milyonlarca budala var yaşıyan.
Yatağına istediğin kızı
al;
Şunu bil ki, her zaman,
Benim başım sana lâyık
olan baş.
Anladın mı? Hadi arş!
Burada daha fazla
kalacak olursam, daha ziyade deliye benzeyeceğim. Taliimi denemeye bir deli
başı ile geldim, iki deli başı ile gidiyorum. Allaha ısmarladık, güzel sevgili!
Yeminimde durup, felâketime sabırla tahammül edeceğim
(ARAGON PRENSİ maiyetile
beraber çıkar)
PORÇİYA — Mum pervaneyi
yaktı! Ah! Bu akıllı deliler! intihap ederken, her şeyi düşünerek kaybetmek
dirayetini gösteriyorlar.
N ERİ S A — Eski atalar
sözü pek te yanlış değildir: Asılmak ta, evlenmek te baht işi.
PORÇİYA — Perdeyi indir,
Nerisa.
(Bir hizmetçi. girer)
HİZMETÇİ — Madam nerede?
PORÇİYA — Buradayım.
Efendimiz yine ne emrediyorlar?
HİZMETÇİ — Madam,
kapınıza genç bir Venedikli indi. Size kıymettar hediyelerle beraber, manidar
selâmlar yani ruhnüvaz fısıltılar takdim edecek olan efendisinin vürudunu haber
veriyor. Ben ömrümde onun kadar güzel bir aşk elçisi görmedim. Hiç bir nisan
günü muhteşem' yazın vürudunu, efendisinin gelmekte olduğunu haber veren bu
müjdeci kadar hoş bildirememiştir.
PORÇİYA — Yeter, rica
ederim; bu kadar methettiğine bakılacak olursa, korkarım, sonunda, akrabamdır
diyeceksin. Gel, Nerisa. Bu kadar güzel bir alayla gelen aşk habercisini görmek
için sabırsızlanıyorum.
NERİSA — Ah aşk, ya bu
Basanyo ise!
(Çıkarlar)
İKİNCİ PERDENİN SONU
*****
Venedik bir sokak
SOLANYO ile SALARİNO
girerler.
SOLANYO — Riyaltodan ne
haber?
SALARİNO — Antonyo nun,
boğazda zengin hamuleli bir gemi kaybettiği söylendiği halde, hiç bir taraftan
tekzip edilmiyor. Bir çok gemi enkazlarının gömülü bulunduğu Godvin ismindeki
tehlikeli ve meş’um sığlıkda batmış olacak. Eğer şayia, yalan söylemez namuslu
bir kadın ise, işte haber bu.
SOLANYO— Bu haberin,
zencefil çiğneyen, yahut komşularını üçüncü kocasının ölümüne ağladığına
inandırmaya çalışan kadınlar gibi yalancı olmasını temenni ederim! Fakat uzun
lâfla vakit kaybetmemek, ve her şeyi olduğu gibi, kaçamaksız söylemek lâzım
gelirse, şu bir hakikat ki, iyi Antonyo, namuslu Antonyo... İsmile beraber
zikredecek münasip bir tabir bulamıyorum!
SALARİNO — Peki, sonra?
SOLANYO — Hi..m!.„ Ne
diyorsun? Sonu şu ki gemisini kaybetmiş.
SALARİNO — Barı bundan
başka zararı olmasaydı.
SOLANYO — Şeytan sözümü
kesmeden, dur âmin diyeyim, çünkü işte Yahudi kıyafetinde geliyor...
(.SHYLOCK girer)
Ne. o SHYLOCK? Tüccar
arasında ne hevadis var?
SHYLOCK — Kızımın
kaçtığını siz herkesten iyi bilirsiniz.
SALARİNO — Bu muhakkak.
Bana sorsan, ben onun
uçtuğu kanatları yapan
terziyi bile tanırım.
SOLANYO — Kendisine
gelince, SHYLOCK ta kuşun bütün tüyleri yerinde olduğunu, ve bu hale gelince,
onların yuvayı „j terketmeleri tabiatları iktizasından olduğunu bilir.
SHYLOCK — Cehenneme
kadar yolu var!
SALARİNO — Hükmeden
şeytan olursa, çok doğru.
SHYLOCK Benim öz etim,
öz kanım bana böyle isyan , + etsin!
SALARİNO — Böyle
söyleme, ihtiyar tirit! Senin yaşında J mı isyan edeceklerdi?
SHYLOCK — Kızım, etim ve
kanimdir, demek istiyorum.
SALARİNO — Onun etile
seninki arasında kara cam ile fil dişi; senin kanınla onunki arasında da,
kırmızı şarapla Ren şarabı arasındaki farktan daha çok fark var. Söyle bakalım,
Antonyonun denizde hiç bir zarara uğradığını duydun mu?
SHYLOCK — İşte bana ağır
bir muşta daha! Müflis, müsrif herifin biri! Çarşıda her gün zarafet taslıyan
bir dilenci!... Senedini iyi gözetsin!... Bana müıabahacı demeyi adet etmişti.
Senedini gözetsin!...Hıristiyanlık merhametile ödünç para verirdi!... Senedini
gözetsin!
SALARİNO — Borcunu
ödeyemezse, eminim ki etini almazsın, ne işine yarar ki?
SHYLOCK — Balık yemi
yapmaya! Başka şeyi beslefiıese bile hiç olmazsa kinimi besler! İtibarımı
düşürdü, beni yatım milyon dolandırdı, zararlarıma güldü, kârımla eğlendi,
milletimi tahkir etti, dostlarımı soğuttu, düşmanlarımı kışkırttı!
Sebebi ne? Çünkü ben
Yahudiyim! Yahudinin gözleri yok mü?
Elleri yok mu? Yahudinin
azası, boyu bosu, duyguları, sevgi leri, arzuları yok mu? Aynı gıda ile
beslenmez mi?
Aynı silâh ile
yaralanma/ miı? Aynı hastalıklara tutulup, aynı ilâçlarla iyi olmaz mı? O da
bir hıristiyan gibi yaz gelince ısınıp, kış gelince üşümez mi? Batırsanız,
kanamaz mıyız? Gıdıklasanız, gülmez miyiz? Zehirleseniz plmeft miyiz? Hakaret
etseniz öc almaz mıyız? Mademki her şeyde sizin gibiyiz, bunda da size
benzeyeceğiz. Bir Yahudi bir hıristiyana hakaret etse bu hıristiyan nfe yapar?
İntikam almaz pil?
Bir Hıristiyan bir
Yahudiye hakaret edince, misal meydanda iken, nasıl tahammül edebilir? Bana ne
öğretti iseniz, ben de onu yapacağım. Öğrettiklerinizi geçmezsem, yazıklar
olsun bana!
(Bir hizmetçi girer.)
HİZMETÇİ — Efendiler,
Senyör Antonyo, evinde, ikinizle de görüşmek istiyor.
SOLANYO — Biz de onu
arıyorduk.
(TÜBAL girer)
SALARİNO — İşte
kabilesinden biri daha. Onların cinsinden bir üçüncüsü zor bulunur; meğer ki
şeytan Yahudi kılığına gire.
(SOLANYO, SALARİNO ve
hizmetçi çıkarlar)
SHYLOCK — E, Tübal,
Ceneveden ne haber? Kızımı buldun mu?
TÜBAL — Çok yerde
lakırdısını işittim, amma kendisini ele, geçiremedim.
SHYLOCK — Oh! Oh! Oh!
Frangfortta bana iki bin altına malolan elmasımı götürdü! Kabilemizin üzerine
şimdiye kadaî musibet çökmemişti! Onun tesirini bu güne kadar duymamıştım. Bir
taşta iki bin altın! Öbürleri de başka! O kıymetli mücevherleri! Kulaklarındaki
elmaslarla ayaklarıma düşüp geberemedi! Kefeninde altınlarla, gözümün önünde
yerin dibine gömülemedi! Hiç haber yok ha! Onları aratmak için de kim bilir ne
kadar masraf edeceğim? Zarar zarar üstüne! Hırsız o kadar götürdü, hırsızı
bulmak için de bu kadar gidecek! Sonra ortada ne sevinilecek bir .haber var, ne
de intikam! Bütün felâketler benim omuzlarımda, bütün hıçkırıklar benim
boğazımda, ve bütün göz yaşları benim gözlerimde!
TÜBAL — Başka adarhlarm
başında da felâket var. Cenevrede işittiğime göre Antonyonun...
SHYLOCK — Nasıl, nasıl,
nasü? Bir felâket mi, bir felâ ket mi? "
TÜBAL — ...Gemilerinden
biri Trablusgarptan gelirken batmış...
SHYLOCK — Şükürler
olsun! Allaha şükürler olsun! Sahimi? Sahi mi?
TÜBAL — Kazadan kurtulan
gemicilerin bir haçile görüştüm.
SHYLOCK — Sağ olasın,
sevgili tübal. İyi havadis! İyi havadis! Oh, oh! Nerede? Cenevede mi?
TÜBAL — Cenevede
kızınızın bir gecede seksen altın harcadığını da duymuştum.
SHYLOCK — Bana hançer
saplıyorsun! Paralarımı bir daha göremeyeceğim! Bir gecede seksen altın! Seksen
altın!
TÜBAL — Venediğe,
Antonyonun bir çok alacaklıları ile beraber geldim; hepsi de, iflâstan başka
çaresi kalmadığını söylüyorlar.
SHYLOCK — Çok iyi. Ona
eziyet edeceğim! İşkence edeceğim! Buna çok memnun oldum!
TÜBAL — İçlerinden biri,
bana bir sjizük gösterdi, bir maymun vererek kızından almış.
SHYLOCK — Allah belâsını
versin! Bana işkence ediyorsun, Tübal! Bu benim firuzem idi; onu daha çocukken
Liyadan almıştım! ben onu maymun dolu bir ormanla değişmezdim.
TÜBAL — Fakat, şüphe yok
Antonyo mahvoldu.
SHYLOCK —f Oh! Bu
muhakkak; bu muhakkak. Tübal, bir zaptiye memuru bulup, bir hafta evvel
haberdar et. Parayı vermezse, yüreğini çıkaracağım. Bir kere Venedik vücudünden
kurtuldu mu, istediğim gibi alış verişime bakarrm. Koş, Tübal, sonra bizimı
sinagogda gel beni bul. Hadi, sevgili Tübal. Sinagogda, Tübal.
(Çıkarlar)
Belmon. Porçiyanın evi
BASANYO, PORÇİYA,
GRAÇYANO, NERİSA ve maiyetleri girerler
PORÇİYA — Rica ederim,
kalınız. Kendinizi tesadüfe terketmezden evvel, bir iki gün burada oturunuz.
Çünkü iyi seçemezseniz refakatinizi kaybetmiş olacağım. Onun için bir müddet
bekleyiniz. Bir şey (lâkin aşk de ğil.) sizi kaybettiğime müteessif olacağımı söylüyor.
Bu türlü tahminleri kinin ilham edemeyeceğini siz de bilirsiniz. Maksadımı
yanlış anlamanızdan korkarak (çılgın bir kız söylediğinden daha iyi düşünür)
taliinizi denemezden evvel, sizi bir iki ay burada alıkoymak isterdim. Size iyi
intihap etmenin yollarını öğretirdim, fakat o vakit yeminimi bozmuş olurdum,
hayır bunu yapamam. Böyle olunca, intihabınızda yanılabilirsiniz, ve beni
kaybedecek olursanız, yeminimi bozmak günahını işlemediğime beni pişman
edersiniz. Kabahat, beni böyle şaşırtıp, ikiye bölen gözlerinizde.
Mevcudiyetimin yarısı sizin, öbür yarısı da sizin... Yani benim demek
istiyorum. Fakat, benim ise sizin demektir, ve bu suretle tamamen sizinim! Ah
sahiplerile malları arasına set çeken fena asır! Görüyorsunuz'ya, sizin olduğum
halde, sizin olamıyorum. Ma' dem ki böyle, benim yerime taliim cehenneme
gitsin! Çok söyliyorum, fakat, vakti uzatmak, sürüklemek, intihap saatinizi
geciktirmek için.
BASANYO — Bırakınız,
intihap edeyim. Zira, şu dakikada azap içindeyim!
PORÇİYA — Azap içinde
mi, Basanyo? Öyle ise aşkınıza hiyanet karıştığını itiraf ediniz?
BASANYO — Aşkıma nail
olacağım anda beni titreten korkunç itimatsızlıktan başka hiç bir hiyanet!
Karla ateş dostolup bir arada yaşayabilirler, fakat aşkım ile hiyanetin sevişip
bir arada yaşadıklarını göremezsiniz!
PORÇİYA — Evet, amma,
sakın size bunları söyleten çek tifiniz azap olmasın.
BASANYO — Bana hayat
vadediniz, size hakikati itiraf edeyim.
PORÇİYA — Peki. İtiraf
ediniz ve yaşaymız.
BASANYO — İtiraf ediniz
ve seviniz demiş olsaydınız, itirafımı hulâsa etmiş olurdunuz. Sevgili
cefakârım, bana halâs cevaplarını öğretecek olduktan sonra azap saadettir!
Bırakınız, taliimi deneyip, sandığımı intihap edeyim.
PORÇİYA — Peki öyle ise,
onların birinde ben varım. Eğer beni seviyorsanız, onu bulursunuz. Nerisa, siz
hepiniz bir kenara çekilniz. O intihap ederken musikî çalsın. Kaybederse, bu,
nağmelerde can veren kuğu kuşunun ihtizarı olacak. Teşbihin daha tam olması
için, gözlerimden akan seller ona göz yaşlarımdan bir ölüm, yatağı
hazırlıyacak. Ya kazanırsa? O vakit musiki ne olur? O vakit musiki, yeni tetviç
olunan bir hükümdarı hürmetle selâırflıyan sadık tebaanın sevinç seslerine
tahavvül eder. Sabahın ilk ışıkları arasında, rüyalara dalmış bir nişanlının
ruhuna sokulup, kendisini gelin olmaya davet eden tatlı nağmeler gibi sihirli
bir şey olur. İşte, ağlıyan Truvayı, deniz ejderine verdiği bakire vergisinden
kurtarmıya giden genç Alsit gibi asil bir tavır fakat ondan daha büyük bir
aşkla ilerliyor. Ben kurban .edilmeye hazırlanan bakireyi temsil ediyorum;
ötekiler de, uzaktan bu teşebbüsün neticesini görmek için, yaşlı gözlerle sûr
haricine koşan Truva kadınlarını... Haydi Hergül! Sen yaşarsan, ben de
yaşıyacağım. Yaptığın mücadeleyi ben senden daha büyük bir endişe ile takip
edeceğim.
(.Musiki, BASANYO
sandıkları tetkik ederken terennüm olunur) Şarkı
Söyle,
sevgi nerde yaşar,
Gönülde
mi, başta mı?
Nasıl
doğar, beslenir?
O,
gözlerde doğarak,
Bakışlarla
beslenir;
Ve
orada can verir.
Aşkın
ölüm çanına Başlayınız. Ding, dong.
Hepsi
Ding,
dong çalınız!
BASANYO — İşte böyle,
dışından parlak görünenler, çok defa görünldükleri gibi çıkmıyorlar. Dünya,
tezyinata aldanıyor. Mahkeme huzurunda, teveccühe mazhar biri tarafından
müdafaa edilince, daha iyi görünmeyecek kadar fena ve iğrenç dava varıdır?
Dinde, zahit bir sima tarafından müdafaa edilip, kitapta yeri gösterilerek,
çirkinliği güzel sözlerle gizlenen hangi kabahat günah addolunur? Yanlış bir
tevil ile fazilete benzetilemeyecek hiç bir fenalık yoktur. Kumdan basamaklar
kadar çürük kalpleri ve süt kadar beyaz kara ciğerlerile Hergül sakalı taşıyan,
yahut Mars gibi kaşlarını çatan ne kadar korkaklar vardır? Korkunç görünmek
için, dışarıya verdikleri palavradan başka hiç bir cesaret ve kıymetleri
yoktur. Güzelliğe bakınız, ağırlıkları nisbetinde kıymetleri olduğunu anlar, ve
tabiatin şu mucizesini görürsünüz: en ziyade parlıyanlar en hafif olanlardır.
Yılan gibi kıvrılıp, geçici bir güzellik üstünde açık saçık uçuşan bu altın saç
büklümleri de, ekseriya mezarda olan bir başka başa aittir. Böyle süsler,
tehlikeli bir denizin aldatıcı kıyılarına benzer; basma güzelliğini örten atlas
parlaklığı. Bir kelime ile, bu en akıllıları tuzağa düşürmek için hilekâr bir
devri örten sahte bir hakikattir. Velhasıl, parıldıyan altın sandık, Midasm
sert gıdası, seni istemiyorum. Ne de, insanlar arasında mübadele vasıtası olan
soluk ve adi maden, seni. Zavallı kurşun, ben seni seçeceğim. Vaitten ziyade
tehdit ediyorsun, fakat senin sadeliğin beni belâgatten daha fazla tehyiç
ediyor, sonu saadet olsun!
PORÇİYA — Kararsız
düşünceler, çılgın ümitsizlikler, titretici korkular ve yeşil gözlü kıskançlık,
bütün bu ihtiraslar havada nasıl dağılıyor. Ah aşk vecdü neşveni biraz tadil
et, biraz teskin et, neş’eni yavaş yavaş boşalt, lûtfünü biraz azalt!
Bahtiyarlığını çok duyuruyorsun, onu biraz tahfif et ki altında ezilip mah
volmıy ayım!
BASANYO — (Kurşun
sandığı açarak) ah, ne görüyorum? Güzel Porçiyamn tasviri! Hangi mahir
san’atkâr aslına bu kadar yaklaşabilir? Bu gözler kımıldıyorlar mı? Yoksa,
bebeklerinde benimkilerin aksini gördüğüm için mi onları kımıldıyor
zannediyorum? İşte, aralarından tatlı bir nefes intişar eden yarı açık
dudakları. Böyle sevgili dostları, hiç bir vakit bundan daha tatlı bir mania
ayırmamıştır. Ressam, saçlarında, örümceği taklit ederek, altın büklümler
dokumuş; örümcek ağlarının sinekleri yakaladığmdan daha çabuk, insan kalplerini
avlasın diye. Ya gözler! Onları resmederken nasıl bakabilmiş? Bana öyle geliyor
ki, birincisini bitirince ötekini resmedemeyecek kadar gözleri kamaşmış olmalı.
Bakınız, medihlerimin kifayetsizliği şu gölgeyi nasıl gücendiriyorsa, bu resim
de hakikat karşısında o kadar soluklaşıyor. İşte tali imin hulâsasını ihtiva
eden parşömen tomarı.
Görünüşe
aldanmıyan, intihabın kutlu olsun!
Bu
talie mazhar olan, başka bir şey aramaz.
Neticeden
memnun isen,
Eğer
buysa beklediğin saadet,
Hanımına
dönerek
Bir
buseyle kendisini talep et.
Ne şirin kâğıt! Güzel
hanım, müsaadenizle, (öper) yazı elimde, onu vermeye ve almaya geliyorum. Umumî
takdir nidaları duyunca, mübarezesile halkı memnun ettiğini düşünen, ve bu
alkışların kendisine ait olup olmadığını anlamak için, baş dönmeleri arasında
bir an duruksayan bir cirit oyuncusu gibi, ben de, üç defa güzel kadın, bu
sevinçli hâdisenin tarafınızdan tekit, imza ve tasdikine intizaren, şu
gördüğümün hakikat olup olmadığım bilemiyerek, endişe içinde bekliyorum.
PORÇİYA — Senyör
Basanyo, ben nasıl görünüyorsam öyleyim. Kendim için, bundan daha güzel olmak
arzusunu fazla bir hırs telâkki ederdim; fakat, sizin için, olduğumdan yirmi
defa daha değerli, bin defa daha güzel, on bin defa daha zengin olmayı ister;
ve takdirinizi daha ziyade celbedebilmek için sayısız faziletlere,
güzelliklere, zenginliklere ve doslara malik olmayı arzu ederdim.Fakat
heyhat!Benim size verebileceğim şeylerin hepsi, tahsili az, tecrübesiz, basit
bir kızdan ibaret. İyisi şu ki öğrenebilmek için henüz gencim, muvaffak olmak
için de oldukça zekâm vardır; daha iyisi muti ruhumu, bir efendi, bir müdür,
bir hükümdar gibi idare etmeniz için, iradenize teslim edeceğim. Artık ben ve
benim olanların hepsi sizindir. Biraz evvel bu güzel evin sahibesi,
hizmetçilerimin hanımı ve kendimin melikesi idim; Bundan sonra, bu ev, bu
hizmetçiler, ve bizzat ben, hepimiz size aidiz. Şu yüzükle beraber her şeyi
size veriyorum. Onu iyi muhafaza ediniz. Eğer kaybeder, yahut birisine verecek
olursanız, bu aşkımızın mahvına delâlet edecek, ve bundan dolayı size gücenmiye
hakkım olacak.
BASANYO — Madam, size
cevap vermek kuvvetini benden aldınız. Size yalnız damarlarımdaki kanım cevap
verebilir: Sevgili bir Prensin asil nutkundan sonra, meşhur bir kalabalığın
sevinç ifade eden karışık fısıltıları gibi varlığımın bütün kudretleri müphem
bir hareketle kımıldıyorlar. Bu yüzüğe gelince, parmağımdan ayrıldığı gün,
hayatın da beni terkettiğine emin olarak, Basanyonun öldüğünü söyliyebilirsiniz!
NERİSA — Efendimiz ve
hanımefendimiz, arzularımızın tahakkukunu görmek saadetine eren bizlerin,
sizleri, tebrik edip «büyük sevinç» diye bağırmamızın zamanı! Büyük sevinçler
ve saadetler efendilerimiz!
GRAÇYANO — Senyör
Basanyo ve nazik madam. Sizin için bütün arzu edebileceğiniz saadetleri temenni
ederim; çünkü, bundan hiç bir şey kaybetmeyeceğimi biliyorum. Efendilerimizin
şerefli izdivaç merasimi tes’it edilirken, benim de evlenmeme müsaadenizi rica
edeceğim.
BASANYO — Memnuniyetle.
Bir kadın ayırabilirsiniz.
GRAÇYANO — Efendimize
teşekkürler ederim,; ben bir tane buldum. Benim gözlerim de, efendimizinkiler
gibi çeviktirler. Siz hanımını gördünüz, ben nedimesine baktım. Siz
seviyordunuz, ben de sevdim. Çünkü ben de sizin gibi işi uzatmaktan hoşlanmam.
Sizin saadetiniz şu sandıklara bağlı idi, hâdisatın isbat ettiği gibi, benim de
öyle idi. Ben burada terleyinciye kadar kur yaptım. Ve damağım kuruyuncıya
kadar aşk yeminleri ettim. Nihayet, eğer vadinde duruyorsa, ben de şu güzeli
elde ettim. Hanımını kazanmanız şartile, bana aşkın vedetti.
PORÇİYA — Öyle mi,
Nerisa?
NERİSA — Evet madam,
razı olursanız.
BASANYO — Ya siz
Graçyano, sözünüzde duruyormuşu nuz?
GRAÇYANO — Evet,
efendimiz.
BASANYO — Öyle ise,
düğünümüz sizinkile bir kat daha güzelleşecek.
GRAÇYANO — Bin altına
bahse girişelim, bakalım daha evvel kimin oğlu olacak.
NERİSA»— Nasıl. Para da
mı yatıracaksınız?
GRAÇYANO — Hayır, bu
oyunda yalnız para yatırmakla kazanılmaz. Fakat, bu gelen kim? Lorenzo ile
gâvurcuğu mu? Ne o! Eski dostum Venedikli Saleryo!
(LORENZO, JESİKA ve
SALERYO girerler)
BASANYO — Lorenzo,
Saleryo, henüz pek yeni olan vaziyetim bana böyle bir temennide bulunmak
salâhiyetini veriyorsa, bu eve safa geldiniz. Sevgili Porçiya, dostlarım ve
hemşehrilerime, müsaadenizle safa geldiniz, temennisinde bulunuyorum.
PORÇİYA — Ben de öyle
diyeceğim, efendimiz. Hepsi safa geldiler.
LORENZO — Teşekkürler
ederiz. Efendim, ben buraya gelip sizi görmek niyetinde değilim. Yolda
Paleryoya rasgeldim, kendisine refakat etmem için ısrar etti, ben de
reddedemedim.
SALERYO — Evet,
efendimiz; çünkü sebebi vardı.(Basanyoya bir mektup vererek) Senyor Antonyo
size vaziyetini anla, tıyor.
BASANYO — Mektubu
açmazdan evvel, söyleyiniz, sevgili dostum nasıl, iyi mi?
SALERYO — Hasta ise
yalnız ruhu hasta efendimiz; iyi ise yalnız manen iyi. Bu mektup vaziyetinden
sizi haberdar eder.
GRAÇYANO — Nerisa, bu
yabancıları iyi karşıla ve kendilerine iyi muamele et. Elinizi verdiniz
Saleryo. Venedikten ne haber? Tacirler kralı iyi Antonyo nasıl?
Muvaffakiyetimize sevineceğine eminim. Biz Jazonlar altın postu kazandık.
SALERYO — Onun
kaybettiği altın postu kazanabilir misiniz?
PORÇİYA — Bu mektubun
içinde bazı fena haberler olmalı ki, Basanyonun yanakları soldu. Hiç şüphesiz
sevgili bir arkadaşın ölümü. Böyle metin bir adamın vaziyetine, dünyada başka
hiç bir şey, bu derece tesir edemez. Nasıl! Daha mı fena! Müsaade ediniz,
Basanyo ben sizin yarinizim; teklifsizce, bu mektubun ihtiva ettiklerini
sizinle paylaşmalıyım.
BASANYO — Ah sevgili
Porçiya, şimdiye kadar hiç bir kâğıdı bunlardan daha hazin kelimeler
kirletmemiştir! Size aşkımdan ilk bahsettiğim vakit, açıkça, bütün servetimin
damarlarımda dolaştığını ve bir centilmen olduğumu söylemiştim. O vakit bu
hakikat idi. Sevgili hanım, size hiç olduğumu söylemekle kendimi ne kadar
methetmiş olduğumu şimdi göreceksiniz. Malî vaziyetimin hiçe indiğini
söyledikten sonra, bunun hiçten daha aşağı olduğunu da ilâve etmeli idim. Para
tedarik etmek için, kendimi sevgüi bir dostuma, dostumu da en insafsız bir
düşmanına karşı taahhüt altına sokmuştum. İşte mektup, madam. Bu kâğıt, her
kelimesi, hayat kanı sızan ağzı açık bir yarayı temsil eden, dostumun
vücududur. Fakat, sahi mi, Saleryo? Bütün gemileri battı mı? Nasü! Hiç birisi
gelmedi mi? Trablus garpta, Meksika’da, İngiltere’de, Libanda, Berberistan ve
Hintteki gemilerinden hiç birisi tacirlerin mezarı olan meş’ura kayalardan
kendini kurtaramadı mı?
SALERYO — Hiç biri,
efendimiz. Bundan başka, Antonyonun senedi ödeyecek parası olsa bile, yahudi
almak istemeyecek' gibi görünüyor. Ben şimdiye kadar bir insana eziyet etmeyi
bu kadar seven insan şeklinde bir mahlûk görmedim. Sabah akşam Dükü taciz
ediyor; adalet icra edilmediği takdirde, hükümetin emniyetini mevzuu
bahsediyor. Yirmi tacir, bizzat Dük, Venediğin bütün büyükleri kendisini o
kadar kandırmaya çalıştılar, fakat hiç birisi onu, verilmiş söz ve edilmiş bir
taahhüde istinat eden bu cinayete benzer davadan vaz geçiremediler.
JESİKA — Ben yanında
iken, hemşehrileri Tübal ile Cüs’e Antonyonun etini, ödünç verdiği paranın
yirmi misline tercih ettiğine yemin ederken işittim. Eğer kanun ve hükümet mâni
olmazsa zavallı Antonyonun işi çok fena.
PORÇİYA — Ve bu
sıkıntılı vaziyette olan sizin aziz dostunuz?
BASANYO — En aziz
dostum, insanların en iyi ve en asil kalplisi. İyilik etmekten en ziyade zevk
duyan ve eski Roma'şerefini, bugün İtalya’da yaşıyanların hepsinden daha ziyade
temsil eden bir zat!
PORÇİYA — Yahudiye ne
kadar borcu var?
BASANYO — Benim için üç
bin altın.
PORİÇYA — Ne!
Hepsi bu kadar mı? Altı bin veriniz, senedi kurtarınız. Böyle bir dostun,
Basanyo yüzünden bir kılma bile halel gelmeden altı binin iki mislini, üç
mislini veriniz. Evvelâ kiliseye gidip, bana zevcem diye hitap ediniz, sonra,
derhal Venediğe koşup dostunuzu bulunuz. Porçiyanm yanında muztarip bir ruhla dinlenmenizi
istemiyorum. Size bu küçük borcu yirmi defa ödemeğe kâfi altın vereceğim.
Gelirken fedakâr dostumuzu da beraber getiriniz. Bu müddet zarfında Nerisa ile
ben bakireler yahut dullar gibi yaşıyacağız. Hadi, düğün gününüz de olsa bile
gene gideceksiniz. Dostlarınıza iyi muamele edip, güler yüz gösteriniz. Bana
gelince, pahalıya mal olduğunuz için, sizi çok seveceğim. Fakat, arkadaşınızın
mektubunu okusanız a.
BSANYO — (Okuyarak)
svgili Basanyo, bütün gemilerim battı; alacaklılarım insafsız oldular; vaziyetim
ümitsizdir. Yahudiye olan senedi vaktinde ödiyemedim, ödeyecek olsam, yaşamama
imkân yok. Ölmezden evvel sizi görebilseydim, Aramızdaki bütün borçlar
silinirdi. Bununla beraber, arzu ettiğiniz gibi hareket ediniz. Gelmek
isterseniz bunun saiki, mektubumdan ziyade dostluğunuz olsun.
PORÇİYA — Ah
sevgilim, işimizi çabuk bitirelim de, gidiniz.
BASANYO —
Mademki müsaade ediyorsunuz, acele edeceğim. Buraya dönünciye kadar, hiç bir
yatak beni geciktirmekle itham edilemeyecek ve hiç bir istirahat aramıza
giremeyecek.
(Çıkarlar)
Venedik,
bir sokak.
SHYLOCK,
ANTONYO, SALERYO ve bir zindancı girerler ,
SHYLOCK —
zindancı, onu iyi gözetiniz... bana merhametten bahsetmeyiniz... Bedava ödünç
para veren budaladır.. Zindincır onu iyi gözetiniz
ANTONYO — İyi
SHYLOCK, bir kelime daha...
SHYLOCK —
Senedim ödenmeli. Senede karşı söz söylemeyiniz Senedimi ödemeğe yemin ettim.
Hiç hakkınız yok iken, bana köpek diyordunuz. Mademki köpek mişim, azı
dişlerimden sakınınız.. Dük istediğim adaleti icra edecek... Zevzek zindancı,
senin de ondan yana çıkmak beyinsizliğinde bulunmana şaşıyorum..
ANTONYO — Rica
ederim, beni dinleyiniz.
SHYLOCK —
Senedimin ödenmesini istiyorum! Başka şey dinliyemem.. Senedimin ödenmesini
istiyorum! Fazla lâf dinliyemem. Hıristiyan yalvarmalarına kanıp ta, merhametle
kafa sallıyan, mağmum gözlü, yufka yürekli budalalardan olamam. Arkamdan
gelme. Başka sözüm yok. Senedim ödenmeli.
(SHYLOCK
çıkar)
SOLANYO —
İnsanlar arasında yaşıyan köpeklerin en duygusuzu!
ANTONYO — Birak
gitsin. Beyhude yalvarmalarla, arkasına düşmeyeceğim. Hayatımı istiyor.
Sebebini de pekâlâ biliyorum Borçlulardan çoğunu, yardım edip, elinden
kurtardım.
O vakittenberi bana garez oldu.
SOLANYO — Dük,
böyle bir taahhüdün icrasına asla razı olamaz.
ANTONYO — Dük, kanundan
dışarıya çıkamaz.. Ecnebilerin Venedik’te müstefit oldukları kolaylıklar
tahdit edilecek olursa, devlet mutazarrır olur. Memleketin ticaret ve serveti
bütün milletlerin burada bulacakları emniyete bağlıdır. Ne olacak is olsun!
Kederlerim ve zararlarım beni o derece bitirdi ki, yarın, kanlı alacaklıma
vermek için ancak bir okka etim kalacak. Zindancı, hadi gidelim. Borcunu
öderken Basanyo orada bulunsun, başka bir şey istemem.
(Çıkarlar)
Belmon.
Porçiyanın evi
PORÇİYA,
NERİSA, LORENZO, JESİKA ve BALTAZAR girerler)
LORENZO — Mâdam,
zevcinizin gaybubetine böyle tahemmül edebilmeniz için dostluğu pek asil ve
yüksek bir tarzda telâkki eden müstesna bir kalp sahibj olduğunuzu huzurunuzda
söylememe müsaade ediniz. Fakat bu iyiliği kime yaptığınızı, yardım ettiğiniz
zatin ne âlicenap bir centilmen olduğunu ve zevcinizi ne kadar fedakâr bir
muhabbetle sevdiğini bilseniz, hareketinizden, alelade bir iyilikten daha
ziyade bir iftihar duyardınız
.PORÇİYA —
Ettiğim iyiliklerin hiç birisine nadim olmadım, bugün de pişman olacak değilim.
Her gün bir arada yaşayıp, kalpleri ayni muhabbet boyunduruğunu zevkle taşıyan
arkadaşların ruh, fikir ve tabiat itibarile birbirlerine uyğun olmaları icap
eder. Antonyonun kocamı sevmesi için ona benzemesi lâzımdır. Böyle olunca,
sevgilime bu kadar benziyen bir zatı böyle elim bir vaziyetten kurtarmak için
verdiğim pek ehemmiyetsiz bir şeydir! Fakat bu kendimi methetmek gibi oluyor,
artık bundan bahsetmiyelim. Şimdi dinleyiniz. Lorenzo efendimin avdetine kadar,
evimin idare ve neza jetini size bırakıyorum. Nerisa ile beraber, kocalarımız
gelinciye kadar, dua veibadetle vakit geçirmeğe ahdettik. Buraya iki mil
mesafede bir manastır var, oraya iltica edeceğiz. Dostluğumun ve vakayiin
lüzum gösterdiği bu vazifeyi reddetmemenizi rica ederim.
LORENZO —
Maalmemnuniye madam, emirlerinizin ifasına, her vakit hazırım.
PORÇİYA —
Kararımdan haberdar olan adamlarım, Senyör Basanyo ile bana olduğu gibi size ve
Jesikaya itaat edecekler. Tekrar buluşuncıya kadar afiyetle kalınız.
LORENZO — Güzel
düşünceler ve mes’ut saatler arkadaşınız olsun.
JESİKA —
Efendimize gönül şenlikleri temenni ederim.
PORÇİYA — Çok
tşekkür eder, ben de sizin için ayni te mennide bulunurum. Uğurlar olsun,
Jesika
(.JESİKA
ile LORENZO çıkarlar.)
Baltazar, seni şimdiye kadar
namuslu ve fedakâr bir hizmetçi olarak tanıdım; bundan sonra da öyle görmek
isterim, şimdi çabuk paduya gidip, şu mektubu kendi elinle amcazadem doktor
Bellâriyoya ver. Sana teslim edeceği kâğıtlarla elbiseleri alınca, mümkün
olduğu kadar sür’atle Venediğe giden gemilere binilecek yere getir. Lâkırdı ile
vakit kaybetme. Ben senden evvel orada bulunacağım
BALTAZ.AR —
Elimden geldiği kadar sür’atle, emirlerini» ifaya çalışacağım, madam.
(çıkar.)
PORÇİYA — Dinle
Nerisa, yapmak istediğim işten senin riaha haberin yok. Hiç ümit
etmedikleri bir zamanda gidip, kocalarımızı göreceğiz.
NERİSA —
Onlarda bizi göreceklerini?
PORÇİYA — Evet,
fakat bizde olmıyan bir şeyi var zanettiren bir elbise altında. İstediğin şeye
bahsederim ki, delikanlılar gibi giyindiğimiz vakit, hançerimi öyle gösterişli
bir zarafetle takacağım ki, bu iki güzel süvariden en yakışıklısı ben
olacağım. Erkekle çocuk sesi arasında ahenktar bir sesle konuşacak, ve küçük
adımlarımı erkek adımlarına benzeteceğim. Genç bir farfara gibi, muharebelerden
bahsederek, bir çok güzel yalanlar uyduracağım! Yüksek mevki sahibi bir çok
kadınların bana vurulup yüz bulmadıkları için, hastalandıklarım, ve hatta
kederlerinden öldüklerini söyleyeceğim! Hepsini birden memnun edemezdim ya!
Sonra pişman olacak, onları bu suretle öldürdüğüme teessüf edeceğim. Nihayet,
o kadar çok yalan söyleyeceğimki, erkekler, daha mektepten çıkalı on iki ay
bile olmadığına yemin edecekler. Gençlerimizde gördüğüm bunun gibi daha milyonlarca
tavurların hepsini tecrübe edeceğim.
NERİSA — Nasıl,
erkekmi olacağız?
PORÇİYA—Hadi
oradan! Sorduğu şeye bak! Ya bunu ters mana veren biri duysaydı! Daha başka
düşüncelerim de var. Gel bahçe kapısında bizi bekliyen arabaya binelim, hepsini
anlatırım. Hadi çabuk. Bugün yirmi mü yol alacağız.
Yine orası. Bir bahçe
LANSELOT
ile JESİKA girerler.
LANSELOT
— Evet, ciddi söyliyorum, inanınız bana, ba baların günahları çocuklarının
omuzlarına çöker. Ben doğrusu sizin için korkuyorum. Size karşı daima açık
davrandım; ak lıma ne gelirse hepsini söyledim. Bu husustaki endişelerimi de
gizlemeyeceğim. Metin olunuz; çünkü ne yalan söyliyeyim ben sisin cehennemlik
olduğunuzu zannediyorum. Sizi kurtarabilecek yalnız bir ümit var, amma o da
piç bir ümit.
JESİKA — Nasıl
bir ümit, rica ederim?
LANSELOT —
Babanızın, yani bir yahudinin kızı olma manız ümidi.
JESİKA —
Hakikaten piç bir ümit. Ama o vakit te annemin günahlarını yüklenirdim.
LANSELOT —
Korkarım hem babanız hem anneniz tarafından iki kat cehennemlik olurdunuz.
Babanız Scylla’dan kaçarken, anneniz Charybde’e düşüyorum. İki taraftan da kaybediyorsunuz.
JESİKA — Kocam
kurtarır, beni hıristiyan etti
LANSELOT —
Kabahatin büyüğü de onda ya. Biz hıristiyanlar, tam birbirimizle rahat
geçinecek kadardık. Bu hıristiyan etme gayreti domuz fiatını artıracak! Hepimiz
domuz yiyicilerden olursak, yakında domuz kızartacak para bulamıyacağız!.
.(LORENZO
girer.).
JESİKA —
Lanselot, söylediklerini kocama anlatacağım. İşte geliyor.
LORENZO — Karımı
böyle gizli köşelere çekecek olursanız, yavaş yavaş sizi kıskanmıya
başlıyacağım, Lanselot.
JESİKA —
Korkacak bir şey yok, Lorenzo. Lanselot ile geçinemiyoruz. Yüzüme karşı, Yahudi
kızı olduğumdan dolayı, ahirette benim için kurtuluş ümidi olmadığını söylüyor.
Siz de Yahudileri hristiyan ederek, domuz fiatını yükselttiğiniz için fena bir
vatandaşmışsınız.
LORENZO — Ben
herkese karşı, sizin habeş karıcının karnını şişirmenizden daha
kolaylıkla haklı olduğumu isbat edebilirim. Kara kız sizin marifetinizle gebe
kalmış, Lanselot.
LANSELOT —
Fazilete gebe kalsa daha iyi ederdi. Namuslu bir kadından aşağı olsa da,
zannettiğimden fazladır. [Kelime oyunu, ]
LORENZO — Bir
deli, ne kadar kolaylıkla kelime oyunları yapabiliyor! Bundan sonra, akıllı
adamlara diksen susmaktır. Belâğat yalnız papağanlara kalacak. Haydi zevzek,
git, içeriye söyle, yemeğe hazırlansınlar.
LANSELOT —
Hazırdırlar, efendim. Hepsinin karnı aç.
LORENZO — Allah,
allah! Ne patlak körük bu Böyle! Gidip söyleyiniz, yemeği hazulasmlar.
LANSELOT — O da
hazır, efendim. Sofrayı kursunlar mı demek istiyorsunuz?
LORENZO — Lütfen
sofrayı kurar mısınız, efendim?
LANSELOT
— Hayır,
mösyö. Beh iğimi bilirim, [1]
LORENZO — Şimdi
bir de kelime kavgası! bir anda zekânın bütün servetini mi göstermek
istiyorsun? Öyle ise, rica, ederim, basit bir adamın sözlerini basit olarak
anlayınız. Arkadaşlarını bul, söyle: Sofrayı kursunlar, yemekleri
hasırlasınlar, yemek yemiye ineceğiz.
LANSELOT — Scîra
hazırlanacak, yemekler kurulacak, yimek bahsine gelince, canınız ve keyfiniz
nasıl isterse öyle olsun.
(LANSELOT
çıkar.)
LORENZO — Ne
zekâ! Şu budalalar nasıl da birbirlerine benzerler! Salak ayak üstünde bir alay
kelimenin belini büktü Bunun gibi kelime kumkuması, mühim mevkiler işgal eden
bir çok budalalar bilirim ki, onları kullanabilmek için musahabe^ nin
zeminini değiştirirler. Mes’utmusun, Jesika? Cicim söyle" bakayim;
Basanyonun karısını nasıl buluyorsun?
JESİKA — Bütün
tabirlerin fevkinde! Senyör Basanyo bulunmaz bir hayat geçirecek. Böyle bir
kadına malik olmak saadetine ererek, yer yüzünde cennetin bütün nimetlerHe
îîiütelezziz olacak; kıymetini bilmezse, bunları bir daha cennete bile istemiye
hakkı olamaz. Semavî bir bahis için, ortaya, dünya kadınlarından ikisihi
koysalar, bunlardan biri de Porçiya olsa, İkincisine bir çok şeyler ilâve etmek
icap ederdi, Çünkü su fakir ve kaba dünyada onun bir eşi daha bulunamaz.
LORENZO — O
nasıl bir karı ise, ben de öyle bir kocayım.
JESİKA — Bu
husustaki fikrimi öğrenmek istec misiniz?
LORENZO —
Elbette, fakat evvelâ yemeğe gidelim fi I Kelime ovunu.
JESİKA — Hazır
iştiham varken, bırakınız sizi methedeyim.
LORENZO — Hayır,
rica ederim, bunu sofraya bırakalım. Ne söylerseniz hepsini fazlasile
hazmederim.
JESİKA — Peki, ben de o vakit söylerim.
(Çıkarlar.)
ÜÇÜNCÜ PERDENİN SONU
***
Venedik. Bir mahkeme.
DÜK,
VENEDİK BÜYÜKLERİ, ANTONYO, BASANYO, GRAÇYANO, SALARİNO, SOLANYO ve başkaları
girerler
DÜK —
Antonyo burada mı?
ANTONYO —
Hazırım, efendimiz.
DÜK — Senin
için çok müteessirim. Taş yürekli, insandan başka her şeye benziyen, ve bir
paralık duygusu olmıyan bir hasım karşısmdasm!
ANTONYO —
Hakkmdaki şiddetli takibatın tahfifi için, efendimizin pek çok zahmetler
ihtiyar buyurduklarını işittim. Madamki inadında ısrar ediyor ve madamki beni
onun ki ninden kurtaracak meşru bir vasıta yoktur, tehevvürüne sa bırla
mukabele edeceğim. Zulüm ve ihanetine müsterih bir taîple tahammül etmek için
icap eden cesaretle müsellâhım.
DÜK —
Yahudiyi mahkeme huzuruna çağırınız.
SOLANYO — Kapıda
bekilyor, efendimiz; işte geliyor.
(SHYLOCK
girer.)
DÜK — Yol veriniz, karşımıza
geçsin. SHYLOCK, herkes .gibi ben de, maksadının son dakikaya kadar bir
muziplik yapmaktan ibaret olduğunu zannediyorum. Bu görülmemiş insafsızlığından
daha garip olarak, nihayet lütuf ve merhamet göstermeni bekliyoruz. Şu zavallı
tacirin bir okka etini isteyeceğin yerde, yalnız bundan vaz geçmek değil,
insanlık şefkat ve muhabbetinin tesirile, büyük bir taciri mahvedebilecek
zayiatını nazarı itibara alarak, taşa tesir edip, tunçtan kalpleri açındıran
haliıie hürmeten, ana borcun da yarısını terkedeceğini ümit ediyoruz.
SHYLOCK — Ben
kararımı efendimize söyledim. Senedde şart küınmış olan taahhüdü icra ettirmek
için mukaddes Sebt günümüze yemin ettim. Eğer bu hakkımı vermek istemezseniz,
hanedanınıza ait imtiyazlar ile beldenizin hürriyetini ^tehlikeye koymuş
olursunuz! Niçin bir okka ölü etini üç bin altına tercih ettiğimi soruyorsunuz.
Buna cevap verecek de ğilim. Yalnız: «Keyfim öyle istiyor.» Diyeceğim. Bu cevap
oldu mu? Bir fare evimi altüst etmiş olsaydı, onu zehirletmek için üç bin
altın vermez mi idim? Bu cevap ta oldu mu?
Bazı adamlar vardır ki, bir
domuzun esnediğini görmek istemezler; bazüarı da bir kedi görünce çıldırırlar;
bir çokları da, gaydanm hımhım sesini duyunca, çişlerini tutamazlar. Duygularımıza
hâkim olan mizacımızdır. Bize beğendirip nefret ettiren odur. Cevabıma geleyim.
Berikinin ağzı açık bir domuzdan, ötekinin kedi gibi zararsız bir hayvandan,
öbürlerinin de şişmiş bir gaydadan nefret etmelerinin sebepleri akılla izah
edilemez. Gene bunun gibi, önüne geçemediğiniz bir hisle, size tecavüz edene
siz de tecavüz edersiniz. Böyle masraflı bir davada inadımı izah için, ben de,
kökleşmiş bir garezden ve Antonyoya karşı duyduğum yenilmez bir nefretten başka
bir sebep göstermeyeceğim. Göstermek niyetinde de değilim. Nasıl beğendiniz mi
bu cevabı?
BASANYO —
Kalpsiz herif, bu cevap gaddarlığını mazur gösteremez.
SHYLOCK — Hoşuna
gidecek tarzda cevap vermiye mec bur mıyım?
BASANYO — Herkes
sevmediği şeyi öldürür mü?
SHYLOCK — Bir
adam öldürmek istemediğinden nefret eder mi?
BASANYO — Her
tecavüzü doğuran kin değildir.
SHYLOCK — Bir
yılanın seni iki defa sokmasını ister misin?
ANTONYO — Rica
ederim, bir Yahudi ile münakaşa ettiğinizi unutmayınız. Deniz kenarına gidip,
dalgalara sükûnet bulmalarını söyliyebilirsinis; Kurda koyunjı yavrusunun ar
dından neye bağırttığını sorabilirsiniz; dağ çamlarından gök yüzünün
fırtmalarile kamçılandığı vakit, korkunç hışırtılarla tepelerini
sallamamalarını istiyebilirsiniz, bunlar gibi bir çok güç teşebbüslerde
maksadınıza erebilirsiniz; fakat bir yahudi kalbini (ondan katı ne var?)
merhamete getiremezsiniz! çok rica ederim, artık teklif ve münakaşaları
bırakıp, derhal hükmünüzü veriniz, Yahudi de maksadına ersin.
BASANYO — Üç bin
altın yerine işte sana altı bin.
SHYLOCK — Bu altı
bin altının her biri altı parçaya bölünüp te, her parça bir altın olsa, gene
istemem, ben senedim dekini isityorum.
DÜK — Kendin
merhamet etmedikten sonra, nasıl merhamet ümit edebilirsin?
SHYLOCK —
Kabahatim olmadıktan sonra, hangi hüküm den korkacakmışım? Sizin bir çok
esirleriniz var; para ile satm aldık diye, zavallıları eşekler, köpekler,
katırlar gibi en âdi işlerde kullanıyorsunuz. Ben kalkıp ta size, onlara da
hürri yet veriniz, kızlarınızla evlendiriniz, dedim mi? onları niye yük altında
terletiyorsunuz, onları da kendi yataklarınız gibi yumuşak yataklarda
yatırınız, onların, ağızlarını da, yediğiniz etle lezzetlendiriniz, dedim mi?
Bana: «Bu esirler bizim malımız.» Diye cevap verecektiniz. Şimdi ben de size
ayni cevabı vereceğim. İstediğim bir okka et bana pahalıya maloldu, o benimdir,
istiyorum. Reddedecek olursanız, kanunlarınıza lânet olsun! Demek Venedik
senatosunun iradelerinin hiç kuvveti yokmuş. Hükmünüzü bekliyorum. Söyleyiniz,
hakkımı vere cek misiniz?
DÜK —
Bellaryo isminde âlim bir doktora mes’eleyi tetkik edip, mahkemeyi tenvir
etmesi için adam göndenniştim, o gelinciye kadar mahkemeyi dağıtmıya
salâhiyettarım.
SALARİNO —
Efendimiz, Padudan, doktor Bellaryonun mektubunu getiren bir haberci kapıda
bekliyor.
DÜK —
Mektubu getiriniz, haberciyi de çağırınız.
BASANYO — Merak
etme, Antonyo! Cesur ol! Sen benim için bir damla kanını kaybetmeden, Yahudi
benim etimi, kanımı, kemiğimi her şeyimi alabilir!
ANTONYO —
Sürünün içinde, ölmesi en münasip hasta koyun benim. Zayıf yemişler daha evvel
düşer; bırakınız ben . de düşeyim.
Basaııyo, siz benim sergüzeştimi yazmak için yaşa
yınız.
(.Avukat
kâtibi kıyafetinde NERİSA girer) ’
DÜK —
Padodan, Bellaryo tarafından mı geliyorsunuz?
NERİSA — Evet,
efendimiz, (bir mektup vererek) Bella ryo, zati asilânelerine arzı hörmet
ederler.
BAS AN YO — Böyle
telâşla bıçağını niye biliyorsun?
SHYLOCK — Bu
müflisten payımı kesmek için.
GRAÇYANO —
Bıçağını kösele tabanında değil, yüreğinin üstünde bile! Hiç bir şey, cellât
satırı bile, gayzınm yarısı kadar keskin değildir. Sana hiç rica tesir etmez
mi?
ŞAYI^K — Hayır.
Tesirlisini bulacak kafa sende yok.
GRAÇYANO — Yerin
dibine gir, merhametsiz köpek! Senin yaşaman adalet namına bir zül! Nerede ise
itikadımı bozacaksın. Fisagor ile beraber ben de hayvan ruhunun insan vücu
düne girebileceğine inanacağım. Senin köpek ruhunu idare eden insan öldürdüğü
için asılmış bir kurt olsa gerek. Onun darağacında verdiği canı, anlaşılan,
kâfir ananın karnında iken, sen yuttun. Onun içinkalbinde kanlı ve yırtıcı bir
kurt arzusu yar.
SHYLOCK — Senetten
imzayı silemedikten sonra, böyle | i yaygara ile, nafile yere ciğerlerini
yoruyorsun. Aklını başına devşir, delikanlı; kaçırırsan bir daha ele geçmez.
Ben burada adalet bekliyorum, fc. Dük
— Bellaryo’nun bu mektubu mahkemeye genç ve âlim bir doktor tavsiye ediyor.
Kendisi nerede?
NERİSA —
Burada, efendimiz, kabul etmenizi bekliyor.
DÜK —
Memnuniyetle. İçinizden üç dört kişi karşılayıp hürmetle buraya getiriniz. Bu
esnada mahkemei aliyeleri de Bellariyo’nun mektubunu dinler.
NERİSA —
Okuyarak:
Zatı asilâneîerinin
mektuplarım aldığım zaman hasta idim, memurun vürudunda, yanımda, ziyaretile
müşerref olduğum, Baltazar isminde Roma’lı genç bir doktor bulunuyordu. Tacir
Antonyo
ile Yahudi arasındaki davanın hususiyetini kendilerine anlattım. Beraberce pek
çok kitap karıştırdık; müşterek bulunduğumuz fikri, şahsî tetebbularile (ihatalarını
tariften acizim.) Daha mütekâmil bir hale getirerek, rica ve İsrarım üzerine,
sorulan mes’eleye, benim yerime cevap vermek için, oraya gitmeyi kabul ettiler.
Gençliklerinin, lâyık olduktan hürmet ve itibarı görmelerine mani olmamasını
rica ederim, hürmetkârımz şimdiye kadar böyle genç bir vücutte bu derece olgun
bir baş görmedim. Bu vesile ile liyakatlerini efendimize göstereceklerinden
emin olarak kendilerini zatı asilânelerine takdim ederim
DÜK —
Bellariyo’nun yazdıklarını duydunuz mu? Zannedersem, işte doktorda geliyor.
(Tabibi
adlî kıyafetinde PORÇİYA girer)
Elinizi veriniz. İhtiyar
Bellariyo tarafından mı geliyorsunuz?
PORÇİYA — Evet,
efendimiz.
DÜK — Safa
geldiniz. Yerinize oturunuz. Mes’eleyi biliyor musunuz?
PORÇİYA — Hepsini
biliyorum. Hani, tacir ile Yahudi neredeler?
DÜK —
Antonyo, ihtiyar SHYLOCK, ikinizde yaklaşınız.
PORÇİYA — Adınız
SHYLOCK değil mi?
SHYLOCK
— Adım, SHYLOCK.
PORÇİYA —
Giriştiğiniz dava pek garip bir mahiyette. Böyle olmakla beraber, Venedik
kanunu, sizi ondan menedemez.
(Antonyo’ya) Siz de
hasmısımz değil mi?
ANTONYO — Evet,
öyle diyor.
PORÇİYA — Senedi
taniyor musunuz?
ANTONYO —
Tanıyorum.
PORÇİYA — O
halde Yahudi merhamet etmeli.
SHYLOCK —
Söyleyiniz, bana bunu zorla kim yaptırabilir?
PORÇİYA — Zorla
merhamet olmaz. O gökten yağan rahmet gibi hükmettiği yere damla damla düşer.
Hem veren, hem de alan için iyi olduğundan dolayı iki kat hürmete lâyıktır. Kudretini
kudretli olanlar arasında gösterir. Tahtında oturan birhükümdarı tacmdan daha
ziyade tezyin eder; eğer hükümdarlık asası cismanî kudreti temsil ediyor,
korku ve ihtişama delâlet ediyorsa, tahtını hükümdarların kalplerinde kuran
afıtda bizzat Allahı hatırlatan iyi sıfatlardan biridir. Adalet af ile tai dil edildiği zaman fanî kudretler
ezeliyetinkini andırır. Yahudi, her nekadar kanun talebine hak veriyorsa da,
düşün ki: Hiç birimiz yalınız adalet ile selâmete eremeyiz; hepimiz affe nail
olmak için yalvarıyoruz, ettiğimiz dua bize merhametli olmayı öğretmeli. Bütün
bu söylediklerim icrasını istediğin adaletin tadili içindir. Israr edecek
olursan, Venedik mahkemesi tacir aleyhine hükmünü verecek.
SHYLOCK — Vebali
boynuma olsun! Ben kanunun tatbikini ve senetteki şartın ifasını istiyorum.
PORÇİYA — Para
vermek imkânsız mıdır?
BASANYO —
Mahkeme huzurunda, parasının iki mislini vermeyi teklif ediyorum. Bu kâfi
gelmiyorsa, ellerimi, başımı, kalbimi rehin koyarak, on mislini vermeyi taahhüt
ediyorum! Bu da yetişmiyorsa, onu, böyle namuslu adamlara saldırmaya sevkeden
hissin suiniyet olduğu meydana çıkar. Çok rica ederim, büyük bir adalet icrası
için, bir dafacık kanunun ruhuna muhalefeti göze aldırınız. Ufak bir
adaletsizlik yaparak, şu gaddar ifritin kanlı arzusunun önüne geçiniz!
PORÇİYA — Bu
olamaz. Teessüs etmiş bir kanunu değiştirebilecek, Venedik’te, hiç bir kuvvet
yoktur. Bu fena bir misal olur, ve ileride bir çok suiistimallere yol
açar. Hayır, bu olamaz.
SHYLOCK — Davamıza
hükmetmek için gelmiş yeni bir Dan yel! Evet, bir Danyel! Ah, genç ve akıllı
hâkim, seni ne kadar tebcil ediyorum!
PORÇİYA — Rica
ederim, müsaade edinizde, bir defa se nedi göreyim.
SHYLOCK — İşte,
pek muhterem doktor, işte.
PORÇİYA —
SHYLOCK, sana, bu paranın üç mislini veriyorlar.
SHYLOCK — Yemin
ettim! Allaha karşı ahdettim! Vicda nıma karşı ettiğim yemini bozayım mı?
Hayır, bütün Venedik için bile bunu yapamam!
PORÇİYA — Mühlet
geçmiş, onun için, kanunen, yahudi, kendi elile tacirin kalbine en yakın
yerinden keseceği bir okka eti istiyebilir. Merhametli ol! Paranın üç mislini
kabul ederek, şu senedi yırtmama müsaade et.
SHYLOCK —
İçindeki şart ifa edilsin, o zaman. Liyakatli bir hâkim olduğunuz anlaşılıyor.
Siz kanunu bilirsiniz, davayı herkesten iyi anladınız Size, kanun namına,
hüküm vermenizi ihtar ediyorum. Tatlı canıma yemin ederim ki, hiç bir insan
dili beni kararımdan döndüremez. Ben yalınız senedimde yazılı olanı istiyorum.
ANTONYO —
Kalbimin bütün samimiyetile, mahkemenin derhal bir karar vermesini rica
ediyorum.
PORÇİYA — Pek
âlâ. Öyleyse, göğsünüzü bıçağına uzat maya hazırlanınız.
SHYLOCK — Ah
asil hâkim! Ah bulunmaz delikanlı!
PORÇİYA — Çünkü
kanunun ruh ve maksadı, senette şart kılınmış olan cezayi istemenize tamamen
müsaittir.
SHYLOCK — Çok
doğru. Ah akıllı .ve adaletli hâkim! göründüğünden ne kadar tecrübelisin!
PORÇİYA — Hadi,
göğsünüzü açınız!
SHYLOCK — Evet,
göğsünü. Senette böyle yazüı. Öyle değil mi, asil hâkim? Kalbine en yakın
yerinden; senette aynen böyle yazıyor
PORÇİYA — Doğru.
Eti tartmak için teraziniz var mı?
SHYLOCK — Hazır.
PORÇİYA —
Beraber bir de cerrah getirdiniz mi, SHYLOCK ? Yarayı bağlasın da, öldürecek
derecede kanamasın.
SHYLOCK — Bu
senette var mı?
PORÇİYA — Hayır,
senette yok. Fakat ne olur? Merhameten öyle yapsanız daha iyi.
SHYLOCK — Ben hiç
o fikirde değilim. Senette öyle bir şart
yok.
PORÇİYA — Tacir,
yaklaşınız. Söyleyecek sözünüz var mı?
ANTONYO — Pek
az. Sabırla müsellâh ve’ tamamen hazırım. Veriniz elinizi, Basanyo. Allaha
ısmarladık. Sizin için düştüğüm felâkete müteessir olmayınız; çünkü bu suretle,
tali her vakitkinden daha merhametli davranıyor. O ekseriya, betbahtları,
servetlerini kaybettikten sonra, çukur gözler ve bu ruşuk bir alınla, fakir
bir, ihtiyarlıkta bırakmak adetindedir. Beni böyle bir sefaletin sürekli
işkencesinden kurtarıyor. Muhterem zevcene benden bahset, Antonyo davasının
nasıl bittiğini, ve nasıl öldüğümü tamamile hikâye et; seni nekadar sevdiğimi
söyle, hikâyeni bitirdiğin vakit Basanyo’nun nekadar sevildiğini anlasın. Böyle
bir sebeple arkadaşınızı kaybettiğinize hiç müteessir olmayınız, çünkü o
borcunuzu bu suretle ödediği ne lıat’iyyen nadim değildir. Yahudi bıçağını
istediğim kadar de rinlere batırabilirse, onu o anda bütün kalbimle ödeyeceğim.
BASANYO — Hayatım aziz bir kadınla evlendim; fakat
hayatım, karım, dünyada hiç bir şey, nazarımda senin vücudun kadar kıymetli
değildir. Seıii kurtarmak için bunların hepsini kaybetmiye, hepsini şu ifrite
feda etmiye razıyım.
PORÇİYA —
Refikanız teklifinizi işitmiş olsaydı, size pek az teşekkür ederdi.
GRAÇYANO — Bir
zevcem var, yemin ederim ki çok sevi yorum. Fakat şu Yahudi köpeğinin fikrini
değiştirebileceğini bilsem, gökyüzünde olmasını arzu ederdim.
NERİSA — Bereket
versin bunu yanında söylemiyorsunuz, yoksa bu temenniniz evinizin rahatını
bozabilirdi.
SHYLOCK — (Ortaya) İşte
hınstıyan kocalar hep böyle ! Bir kızım var hırıstıyan ile evleneceğine Baraba
soyundan birile evlensin daha iyi! (Yüksek sesle) vaktimizi
israf ediyoruz. Rica öderim, hükmü icra ettir.
PORÇİYA — Bu
tacirin etinden bir okkası senin. Mahkeme hükmediyor ve kanun bunu sana
veriyor.
SHYLOCK — Ah
hâkimlerin en âdili!
PORÇİYA — Ve bu
eti göğsünden keseceksin. Kanun müsaittir, mahkeme de hükmediyor.
SHYLOCK — Ah,
hâkimlerin en âlimi! İşte hüküm verildi. Hadi, hazırlanınız?
PORÇİYA — Dur
biraz. Daha bitmedi Bu senet sana bir damla kan vermiyor. İbare aynen: «Bir
okka et» diyor. Hakkın olan bir okka etini al. Fakat onu keserken, bir damla
hıristiyan kam dökecek olursan, arazi ve emvalin,Venedik kanunu mu
cibince, hükümet tarafından müsadere edilecek.
GRAÇYANO — Ah
hâkimlern en adili! Yahudi, iyi dinle. Ah hâkimlerin en âlimi!
SHYLOCK — Kanun
böyle mi?
PORÇİYA —
İbareyi görebilirsin. Mademki adalet istiyorsan, istediğinden ziyadesine nail
olacağına emin ol.
GRAÇYANO — Ah,
âlim hâkim! İyi dinle yahudi. Âlim bir hâkim!
SHYLOCK — Öyle
ise teklifi kabul ediyorum. Senedimin üç mislini versinler, hıristiyan
kurtulsun.
BASANİYO — İşte
para .
PORÇİYA — Yavaş!
Yahudi, tam bir adalete mazhar olacak. Acele etmiyelim. Senedile hak ettiğinden
başka bir şey görmeyecek.
GRAÇYANO
—
Hâkimlerin en âdili! Âlim bir hâkim!
PORÇİYA — Hadi,
eti kesmiye hazırlan. Bir damla kan dökmeyeceksin. Bir okkadan ne az n£ de çok
gesmeyeceksin. Bir okkadan az veya çok keser, muayyen miktardan, bir gramı»
yirmi de biri kadar eksik veya ziyade koporacak olursan, eğer terazinin gözü
kıl kadar ağnarsa, kendini ölmüş, bütün emvalini de müsadere edilmiş bil.
GRAÇYANO — Bir
Danyel, Yahudi, ikinci bir Danyel! Kâfir seni şimdi yakaladım!
PORÇİYA — Ne
duruyorsun, Yahudi? Hadi, alacağını al.
SHYLOCK — Paramı
veriniz, gideyim.
BASANYO — Hazır
işte, al.
PORÇİYA —
Mahkeme huzurunda onu reddetti. Yalnız senedindekine ve adalete nail olacak.
GRAÇYANO —
Diyorum ya, bir Danyel! İkinci bir Danyel! Eksik olma Yahudi, bu kelimeyi bana
öğrettin.
SHYLOCK — Nasıl!
verdiğim parayı da alamıyacak mıyım?
PORÇİYA —
Payından ve zarar ve ziyanı kendine ait olmak üzere hakkından başka bir şey
alamıyacaksın, Yahudi.
SHYLOCK — Pek
âlâ. Borcu da senedi de şeytanın olsun! Artık burada kaybedecek vaktim yok!
PORÇİYA — Dur,
Yahudi. Kanunla aranızdaki hesap daha bitmedi. Venedik kanunlarına göre, bir
ecnebinin doğrudan doğruya veya bilvasıta vatandaşlardan birinin hayatına
kastetmek istediği sabit olursa, tehdit edilen vatandaş, o ecnebinin emvalinin
yansını zabtetmek hakkına maliktir. Diğer yarısı da hükümetin hâzinesine kalır.
Mütecavizin hayatı yalınız asaletli Dük Hazretlerinin iradelerile kurtulabilir.
Şimdi sen bu vazıyette bulunuyorsun. Çünkü bilvasıta, hatta doğrudan doğruya
müddeaaleyhin hayatına kasdettiğin meydanda. Bu suretle söylediğim cezayi hak
etmiş oluyorsun. Diz çök de, Dükten affını dile.
GRAÇYANO — Evet
gidip kendini aşabilmen için affini iste! Fakat, bütün servetin hükümete ait,
bir ip alacak paran bile yok! Bu sebepten hükümet masrafüe asılsan daha iyi!
DÜK — Ahlâkımız
arasındaki farkı anlaman için, sen daha istemeden, hayatını bağışlıyorum.
Servetine gelince, yarısı Antonyo’ya diğer yarısı da hükümete ait olacak; fakat
nedametin bu müsadereyi cezayi nakdiye tahvil edebüir.
PORÇİYA — Yalnız
hükümete ait olanı, Antonyo’ya ait olam değil.
SHYLOCK —
Hepsini alm, canımı da beraber, hiç merhamet etmeyin! Evimin direğini
alıyorsunuz, kendisini de alın! Yaşayacak şey bırakmıyorsunuz, canımı da alın!
PORÇİYA —
Kendisine nasıl bir lütufta bulunulmasını istiyorsunuz, Antonyo?
GRAÇYANO — İnan
olsun, bedava bir ip veriniz, başka şey istemez!
ANTONYO — Asaletti
Dük Hazretleri ve mahkemei aliye leri tensip buyururlarsa, emvalinin nısfı
cezayı nakdisiz kendisine iade edilsin. Diğer nısfını, ölümünden sonra, kızım
kaçıran centilmene ait olmak üzere, faizle bana ikraz etmesine razıyım. Bunun
için iki şartım var: Birincisi, hıristiyan olacak, İkincisi, öldükten sonra
bütün servetinin kızı ile damadı Lorenzoya kalacağına dair, mahkeme huzurunda,
bir hibename tanzim edecek.
DÜK — Evet
bunu yapmalı; yoksa deminki affimi geri alırım.
PORÇİYA —
Razımısın, Yahudi? ne diyorsun?
SHYLOCK —
Razıyım.
PORÇİYA — Kâtip
efendi, bir hibename tanzim ediniz.
SHYLOCK —
Gözünüzü seveyim, bırakınız da artık gideyim. Üzerime fenalık geliyor. Senedi
gönderiniz, imza edeyim.
DÜK — Hadi
git, fakat imzayı unutma.
GRAÇYANO —
Vaftizinde iki babalığın olacak. Eğer hâkim ben olaydım, seni vaftiz
kurnalarına değil, on babalıkla sehpaya gönderirdim. [Tarihi bir vakaya
telmih]
(SHYLOCK
çıkar)
DÜK — Rica
ederim doktor, yemeği bizde yiyelim.
PORÇİYA —
Efendimizin aflerini istirham ederim, bu akşam Paduya avdet etmek
mecburiyetindeyim. Onun için derhal yola çıkmalıyım.
DÜK —
Vaktimizin müsait olmadığına müteessirim. — Antonyo, bu centilmene teşekkür
ediniz, zannedersem, kendilerine çok borçlusunuz.
(DÜK,
VENEDİK BÜYÜKLERİ ve maiyetleri çıkarlar.)
BASANYO — Pek
asil centilmen! Ben ve arkadaşım bu gün, zekânız sayesinde büyük cezalardan
kurtulduk. Yahudiye borcumuz olan şu üç bin altını lütfen kabul buyurunuz.
Bizi minnettar bırakan iyiliklerinize mukabil bunu size takdim edebilmekle
mes’uduz.
ANTONYO — Bundan
başka, size ebediyen medyunu şükran kaldığımızı unutmıyacağız.
PORÇİYA — Memnun
olan, ücretini almış demektin Size yardım edebildiğime memnunum; bu suretle
ücretimi almış oluyorum. Şimdiye kadar hiç ücret için çalıştığımı bilmiyorum.
Sizden yalınız karşılaştığımız vakit beni tanımanızı rica ederim. Sağlığınızı
diliyerek, müsaadenizi istirham ederim.
BASANYO — A?i?
efendim, çok rica ediyorum, bir ücret olarak değil, minnettarlık borcu ve bir
hediye gibi kabul buyurunuz. Sizden iki şey rica ediyorum: Reddetmeyiniz ve
beni mazur görünüz.
PORÇİYA — O kadar
İsrar ediyorsunuz ki, kabule mecbur oluyorum. (Antonyo'ya) Eldiveninizi
veriniz, sizin bir hatıranız olmak üzere saklıyacağım. (BasWı&/o’ya)
Dostluğumuzun alâmeti olmak üzere, sizden de şu yüzüğü alacağım. Elinizi çekmeyiniz,
başka şey istemem, bunu benden esirgemezsiniz zannederim.
BASANYO — Bu
yüzük... Ah! bu size lâyık değil.Size böyle bir hediye vermiye utanırım.
PORÇİYA — Başka
şey istemem, şimdi onu daha ziyade arzu ettiğimi hissediyorum.
BASANYO — Bu
yüzüğün manevi kıymeti benim için maddi değerinden çok büyüktür. Size
Venediğin en güzel yüzüğünü buldurup, takdim edeyim. Fakat bunun için lütfen
beni mazur görünüz.
PORÇİYA —
Görüyorum ki, yalınız vadetmekte cömertsiniz. Bana istemeyi öğrettiniz, şimdi
de istiyene nasıl cevap verilir onu öğrediyorsunuş.
BASANYO —
Sevgili efendim, bu yüzüğü bana karım verdi, parmağıma takarken de, hiç bir
vakit satmayacağıma, kimseye vermeyeceğime, ve kaybetmeyeceğime yemin ettirdi.
PORÇİYA — Bu,
hediye vermek istemiyen bir çok kimselerin işine yarıyan bir mazerettir.
Karınız deli değilse, bu yadigâra nekadar lâyık olduğumu öğrenince, onu bana
verdiğinizden dolâyı size kat’iyen gücenmez. Hoşça kalınız.
(.PORÇİYA
ile NERİSA çıkarlar.)
ANTONYO — Senyör
Basanyo, ver şu yüzüğü; ettiği iyiliklerle, dostluğum birazda karınızın
emirlerine galebe çalsın.
BASANYO — Koş,
Graçyano, arkasından yetişip, şu yüzüğü kendisine ver; ve muvaffak olursan,
Antonyo’nun evine davet et. Hadi çabuk.
(GRAÇYANO
çıkar.)
Artık biz de gidelim. Yarm sabah
ikimiz de Belmona uçacağız. Geliniz, Antonyo.
( Çıkarlar.)
Venedik.
Bir sokak.
(PORÇİYA
ile NERİSA girerler)
PORÇİYA —
Yahudinin evini öğrenip, şu senedi kendisine imza ettir. Bu akşam hareket
edeceğiz, kocalarımızdan bir gün evvel Belmon’da bulunmalıyız. Bu senet
Lorenzcyu kim bilir nekadar sevindirecek.
(GRAÇYANO
girer)
GRAÇYANO — İyi ki
sizi bulabildim. Efendim Basanyo bir çok düşündükten sonra şu yüzüğü yolladı ve
sizi yemeğe davet etti.
PORÇİYA — Yemeğe
gitmeme imkân yok. Fakat yüzüğü memnuniyetle kabul ediyorum; bunu kendisine
söyleyiniz. Birde, rica ederim, şu delikanlıya ihtiyar SHYLOCKun evini
gösteriniz.
GRAÇYANO — Baş
üstüne.
NERİSA — Mösyö,
size bir şey söylemek istiyordum. (Por çiya’ya) Bakayım, ben de onun
yüzüğünü alabilir miyim?
PORÇİYA — Temin
ederim ki, alırsın. Onlar bize bu yüzükleri erkeklere verdiklerini söyliyerek,
bir çok yemin edecekler; biz de aksini iddia ederek, onlara kafa tutacağız.
Hadi, çabuk ol. Seni nerede bekleyeceğimi biliyorsun.
NERİSA — Hadi
efendim, lütfen şu evi gösteriniz.
(Çıkarlar)
DÖRDÜNCÜ PERDENİN
SONU
******
Belmon Porçiyanın evine giden bir
yol.
LORENZO
ile JESİKA girerler
LORENZO — Ay
parıldıyor. Hafif bir rüzgârın, ağaçları sessiz buselerle okşadığı böyle bir
gecede, Troilüs, Truva surları üzerine çıkıp, Kresidanm dinlendiği Yunan
çadırlarına ruhunun tahassürlerini göndermişti!
JESİKA—Böyle
bir gecede korkak Tizbe şebnemler üzerinde kayarken arslandan evvel gölgesini
görerek, çılgın gibi kaçmıştı!
LORENZO — Böyle
bir gecede, Didon, elinde bir söğüt dalı, coşkun bir denizin ıssız sahilinde
durarak, sevgilisini işaretle kartacaya çağırmıştı!
JESİKA — Böyle
bir gecede Mede, ihtiyar Ezonu gençleştiren sihirli otlar toplamıştı!
LORENZO — Böyle
bir gecede Jesika, zengin Yahudinin evini bırakıp müsrif bir âşıkla,
Venedik’ten Belmona kaçmıştı!
JESİKA — Gene
böyle bir gecede, genç Lorenzo ona âşkını »adetmiş, ve hiç birisi ciddî olmıyan
sadakat yeminlerile kalbini çalmıştı.
LORENZO — Gene
böyle bir gecede, güzel Jesika, küçük bir yaramaz gibi, kendisini affeden
âşıkma iftira etmişti!
JESİKA —
Kimsenin gelmeyeceğini bilsem, sizi bütün gece burada tutardım. Dinleyiniz, bir
ayak sesi duyuyorum.
(Bir
hizmetçi girer.)
LORENZO —
Gecenin sessizliği içinde böyle hızlı hızlı gelen kim? ^
HİZMETÇİ — Bir
dest..
LORENZO — Bir
dost mu? Nasıl dost? Rica ederim, dostum, adınız?
HİZMETÇİ — Adım,
Stefano, size bir şey söyleyeceğim. Gün doğmadan, hanımım Belmon’da olacak.
Civarda, mukaddes putlar önünde, diz çöküp, izdivacının hayırlı ve mes’ut
olmasını temenni ederek, dolaşıyor.
LORENZO —
Yanında kim var?.
HİZMETÇİ —
Muhterem rahip ile, nedimesinden başka kimse yok. Rica ederim, söyleyiniz, efendimiz
geldiler mi?
LORENZO — Hayır;
kendisinden henüz bir haber yok. Jesika, haydi içeriye gidip, evin hanımını
hürmet ve merasimle karşılamağa hazırlanalım.
(LANSELOT
girer.)
LANSELOT — Sel,
la! Sol, la! Hey! Sol, la!
.LORENZO
— Kim bu?
LANSELOT — Sol,
la! Lorenzo ile hanımını gördünüz mü? Hey! Sol, la..
LORENZO — Kes,
şu sollayi. Burada işte.
LANSELOT — Sol,
la! Nerede? Hani?
LORENZO —
Burada.
LANSELOT —
Efendimiz tarafından, külahı iyi haberlerle dolu bir haberci geldiğini
söyleyiniz. Efendim sabahtan evvel burada bulunacak.
(Çıkar)
LORENZO — Hadi
yavrum, içeriye gidip, bekliyelim. Hayır, rahatımızı niçin bozalım? — Dostum
Stefano, rica ederim, köşke gidip, hanımınızın gelmek üzere olduğunu haber veriniz.
Musikişinaslara da söyleyiniz, bahçede çalsınlar.
(Hizmetçi
çıkar)
Ay aydınlığı şu sıranın üzerinde
ne tatlı oyuyor! Şuraya oturalım, musiki nağmeleri, kulaklarımıza girsin.
Sessizlik ve gece, tatlı bir musikinin, ruhu okşıyan nağmelerine ne kadar
yakışıyor. Otur, Jesika.. Bak, gök yüzü nasıl mukades altın vazolarla
işlenmiş. Şu gördüğün kürreler arasmda, bir tanesi yoktur ki, genç gözlü
kerûbilerin konserine İlâhî bir terennüm ile iştirak etmesin! Bu musikiyi
yalnız lâyemut ruhlar duyar, ruhlarımız, şu kaba ve katı balçık kap içinde
mahpus bulundukça, biz, onu işitemeyiz.
(Musikişinaslar
girerler.)
Haydi, Diyani uyandıracak bir
kaside terennüm ediniz! Hanımınızın kulağını en tatlı nağmelerle okşayıp,
kendisini, musikinizin sihrile evine cezbediniz.
(Musiki)
JESİKA — Ben,
güzel bir musiki dinlerken; hiç neş’eli •lamam.
LORENZO — İnce
bir ruhunuz va;r da, ondan. Vahşi ve şen sürülere, yahut, insan eli
değmemiş, genç aygırlara bakınız; kanları kaynadığı için, çılgınca sıçrıyarak,
büğürür ve kişnerler.. Tesadüfen bir boru sesi işitirlerse, yahut kulaklarına
her hangi bir ahenk ilişecek olursa, derhal durduklarını, ve vahşî gözlerinin
tatlı bir ifade aldığını görürsünüz. Onun için şairler, Orfenin ağaçları,
taşları ve dalgaları teshir ettiğini tehayyül ğ etmişlerdir; çünkü tabiatta, mûsikinin zamanla değiştiremiye
ceği kadar duygusuz, sert ve kaba
hiç bir şey yoktur. Ruhunda musikiye bir incizap hissetmiyen, nağmelerin tatlı
ahenginden müteessir olmıyan bir insan hiyanete, hile ve fesada maildir; ruhu,
gece kadar karanlık, duygulan gayya kadar korkunçtur. Öyle bir adama asla
itimat etmeyiniz. Musikiyi dinliyelim.
(PORÇİYA
ile NERİSA girip, uzakta dururlar.)
PORÇİYA — Şu
gördüğümüz ışık, bizim evde yanıyor. Bu küçük meş’ale, ne kadar uzakları
aydınlatıyor! Mütefessih bir dünyada, iyi bir iş te böyle parlar.
N ERİ S A — Ay
aydınlığı varken, meş’aleyi göremiyorduk. PORÇİYA — Büyük bir şöhret,
kendinden küçüğünü göl
gede bırakır. Hükümdar
görününciye kadar, vekili bir hükümdar gibi parlar, fakat yanına hükümdar
gelince, veküin şaşaası, engin denizlere karışan bir dere gibi kaybolur. Dinle!
Musiki!.
NERİSA — Sizin
musikiniz, madam, bakınız, sizin evden geliyor.
PORÇİYA — Her şeyi
güzelleştiren, bulunduğu hale uygunluğudur. Bu musiki bana, gündüzünkinden
daha ahenkli geliyor.
NERİSA — Ona bu
sihri veren sessizliktir, madam.
PORÇİYA — Dikkat
edilmezse, karganın ötüşü de, çayır kuşununki kadar güzeldir; eğer bülbül de
gündüzün, kazlar ka kırdaşırken, ötmüş olsaydı, çalı kuşundan daha mahir bir musikişinas
sayılmazdı. Bir çok şeyler, güzelliklerinden mühim bir kısmını muhitlerine
borçludurlar. Sus!. Ay, Andimyon ile uyuyor, uyandırmıyalım.
(Musiki
durur.)
LORENZO — Bu
Porçiyanın sesi, yahut bana öyle geliyor.
PORÇİYA —
Körlerin kuğu kuşunu tanıdığı gibi, o da beni çirkin sesimden tanıdı.
LORENZO —
Sevgili efendimiz, evinize sefa geldiniz.
PORÇİYA —
Kocalarımızın saadeti için duâ ettik. Dualarımız belki avdetlerini tesrî
etmiştir. Geldiler mi?
LORENZO — Daha
gelmediler, madam. Fakat bir haberci gelmek üzere olduklarını söyledi..
LORENZO — Hadi
git, Nerisa, gaybubetimize dair kimseye bir şey söylememelerini hizmetçilerime
tenbih et. Bundan siz de bahsetmezsiniz, Lorenzo; siz de Jesika.
(Boru
sesleri)
LORENZO —
Zevciniz uzakta değil, boru sesi işitiyorum. Gevezelik etmeyiz, madam, hiç
korkmayınız.
PORÇİYA — Bu
gece, hasta bir güne benziyor; yalnız ondan biraz daha soluk. Güneşin
gizlendiği günleri andırıyor. İBASANYO, ANTONYO, GRAÇYANO ve maiyetleri
girerler.)
BASANYO — Güneş
olmadığı zamanlar siz böyle görünecek olursanız, dünyanın öbür cihetindekilerle
beraber, bize de gündüz olur.
PORÇİYA —
Aydınlatayım, ama hafif olmıyayım. Çünkü hafif bir kadın, kocasını
ağırlaştırır! Basanyonun benim yüzümden böyle olmasını hiç istemem! Allah
iyilikler versin! Evinize sefa geldiniz, efendimiz.
BASANYO —
Teşekkür ederim, madam. Arkadaşımı iyi karşılayınız. İşte Antonyo, işte
kendisine o kadar borçlu olduğum adam..
PORÇİYA —
Hakikaten kendilerine her itibarla borçlusunuz. Çünkü sizin için pek mühim
teahhütler altına girdiklerini işitmiştim.
ANTONYO —
Ödenilmeyecek derecede mühim değil.
PORÇİYA — Senyör,
evimize büyük sefalar geldiniz. Bunu size sözden başka suretle ispat etmek
istediğimden, hatırnüvazlık nutuklarını kısa keseceğim!
(GRAÇYANO
ile NERİSA yavaşça bir kenarda konuşurlar.)
GRAÇYANO Şu gök
yüzündeki aya yemin ederim ki, haksızsınız. İnan olsun, onu hâkimin kâtibine
verdim. Sevgili ruhum, mademki bu kadar üzülüyorsunuz, dilerim, şu oğlân hadım
olsun!
PORÇİYA — Ne o,
daha şimdiden kavgaya mı başladınız? Zorunuz ne?.
GRAÇYANO
— Bir
altın halka, geçen gün verdiği, bıçakların üstündeki, bıçakçı şiirleri gibi,
herkese hitaben: «Sev beni, bırakma» yazılı, ehemmiyetsiz bir yüzük.
NERİSA —
Yazısından yahut kıymetinden bahseden var mı? Onu size verdiğim vakit, ölünciye
kadar taşıyacağınıza ve hattâ mezarınıza bile beraber götüreceğinize yemin
etmiştiniz. Bana değilse bile, yemininize‘olsun hürmet edip, onu saklamalı
idiniz.. Hâkimin kâtibine vermiş! Bu kâtibin çenesinde sakal biteceğini hiç
zannetmem.
GRAÇYANO — Erkek
olacak kadar yaşarsa, pek âlâ biter!
NERİSA — Bir
kadın, çok yaşamakla erkek olsa!
GRAÇYANO — Elim
hakkı için, onu bir delikanlıya... Nasıl söyliyeyim, ufak, tefek, sen boyda,
çelimsiz bir çocuğa, hâkimin kâtibine verdim; çıtır pıtır bir çocuk, zahmetine
mukabil ; onu istedi. Benim de reddetmeğe vicdanım razı olmadı.
PORÇİYA —
Doğrusunu isterseniz, karınızın ilk hediyesini, yeminlerle parmağınıza takıp,
bir sadakat remzi olmak üzere etinize gömülmüş böyle bir hediyeyi, kendi
elinizle başkasına verdiğiniz için, çok çirkin bir harekette bulunmuş
oluyorsunuz! i Ben de sevgilime bir yüzük verip, hiç bir zaman yanından
ayırmıyacağmı vâdettirdim. İşte kendisi, onun yerine ben yemin edebilirim ki,
dünyanın bütün hâzinelerini verseler, onu parmağmdan çıkarmaz. İnan olsun,
Graçyano, karınızı pek ziyade müteessir ettiniz, onun yerinde ben olsam,
çıldırırdım.
BASANYO — Keşke
sol elimi kesse idim de, yüzüğü müdafaa ederken kaybettiğimi söylese idim.!
GRAÇYANO — Sinyor
Basanyo, yüzüğünü, bir hatıra olmak üzere bunu istiyen ve hakikaten lâyik ta
olan hâkime vermişti. O vakit, küçüğü, bir çok yazılar yazmak zahmetine katlanan
kâtibi de, benim yüzüğümü istedi. Efendisi olsun, kâtibi olsun, bu iki yüzükten
başka hiç bir şey kabul etmediler.
PORÇİYA — Nasıl
bir yüzük verdiniz, efendimiz? Ümit
ederim ki, benden aldığınız
değil.
BASANYO —
Kabahatime bir de yalan ilâve edebilseydim, inkâr ederdim. Fakat işte
görüyorsunuz, parmağımda yüzük yok
PORÇİYA — Öyle
se, kalbinizde de sadakat! Tanrı hakkı için, yüzüğümü görmedikten sonra,
yatağınıza girmeyeceğim!
NERİSA — Ben de
kendiminkini görmedikten sonra, yatağınıza girmeyeceğim!
BASANYO —
Sevgili Porçiya,' yüzüğü kime verdiğimi, niçin verdiğimi, başka bir şey kabul
etmeyeceğini söylediği vakit, yüzükten ne kadar istemiyerek ayrıldığımı
bilseydiniz, hiddetinizi biraz teskin ederdiniz.
PORÇİYA — Siz
de, yüzüğün tılısımını, yüzüğü verenin kıymetini ve yüzüğü muhafaza etmenin,
sizin için nasıl bir namus
meselesi olduğunu bilseydiniz,
hiç bir vakit bu yüzükten ayrılmazdınız. Reddettiğiniz halde, sizden mukaddes
bir vediaya benzeyen böyle bir şeyi ısrarla isteyecek kadar akılsız ve vicdansız
bir adam tasavvur olunabilir mi? Nerisa, söyle şimdi ne yapayım? Eğer yüzüğümü
alan kadınsa, ben ölürüm!.
BASANYO —
Namusum hakkı için madam, hayatım hakkı için, kadm değil, üç bin altını
reddedip, benden yalnız yüzüğü istiyen, namuslu bir doktor. Evvelâ, reddettim,
hattâ arkadaşımın hayatını kurtardığı halde, gönlü kırık olarak, ayrıldığını
görmek metanetini gösterdim! Daha ne söyliyeyim, sevgili güzelim! Hicap ve
minnettarlık hisleri altında ezilerek, bunu, kendisine göndermeğe mecbur oldum;
namusum üzerinde böyle kara bir nankörlük lekesi bırakmak istemedim. Beni
affediniz, sevgili karıcığım! Gecenin mukaddes meşaleleri şahidim olsun ki, siz
orada olsaydınız, bu yüzüğü asil doktora vermemi kendiniz benden
isteyecektiniz.
PORÇİYA — Bu
doktor, benim evime yaklaşmasın! Mademki, aşkım için muhafazasına yemin
ettiğiniz âziz mücevherim ondadır, kendisine karşı, size olduğu kadar cömert
davranmağa mecburum. Elimden gelen hiç bir şeyi, evet, ne vücudümü, hattâ ne
de kocamın, yatağını ondan esirgiyemem! Hiç şüphesiz onu tanıyacağım. Size,
geceleri dışarda geçirmemenizi, ve bir Argüs gibi beni nezaret altında
bulundurmanızı tavsiye ederim; bunda kusur eder ve beni yalnız bırakacak
olursanız, henüz benim olan namusum hakkı için, bu doktoru kendime yatak
arkadaşı yaparım!.
NERİSA — Ben de
kâtibini! Evet, yalnız bırakacak olursanız, benim yapacağım da bu!
GRAÇYANO
— Siz,
istediğinizi yapınız, fakat yok mu, kâtibi bir ele geçirecek olursam,
alimallah kalemini kıracağım!
ANTONYO — Bu
kavganın talisiz müsebbibi benim.
PORÇİYA — Siz
hiç müteessir olmayınız, efendim. Siz her halde sefa geldiniz.
BASANYO —
Porçiya, Lstemiyerek yaptığım bu kabahatten dolayı beni affet, bütün
dostlarımın huzurunda, bebeklerinde kendimi gördüğüm, güzel gözlerine yemin
ederim ki
PORÇİYA İyi
dikkat ediniz. İki gözümde, iki görünüyorsunuz; her birinde bir Basanyo.
Yemininizi her ikisi için ederseniz, daha sağlam olur.
BASANYO — Beni
dinle. Kabahatimi affet; hayatım hakkı için, bundan sonra yeminimi hiç
bozmıyacağım!.
ANTONYO — (Porçiyaya)
Arkadaşımın talii için, vücudumu rehin koymuştu Zevcenizin yüzüğünü alan zat
olmasaydı, şimdi dünyada yoktum. Bu sefer de, kocanızın hiç bir vakit kendi
ihtiyarile yeminini bozmıyacağına ruhumu rehin veriyorum
PORÇİYA — Peki.
Öyle ise, kefili sizsiniz. Şu yüzüğü kendisine verip, ötekinden daha iyi
muhafaza etmesini tembih ediniz..
ANTONYO — Senyör
Basanyo, bu yüzüğü saklıyacağnıza yemin ediniz.
BASANYO — İnan
olsun, bu, benim doktora verdiğim yüzük!.
PORÇİYA — Ondan
aldım. Affet beni, Basanyo! Bu yüzüğü vermek için, doktor geceyi benimle
geçirdi!
NERİSA — Beni
mazur gör, sevgili Graçyanom! Hâkimin kâtibi, o çelimsiz oğlan da, şu yüzük
için dün gece benimle yattı.
GRAÇYANO
— Henüz
sağlamken, yazın, büyük caddeleri de böyle tamir ederler! Nesil!. Daha lâyik
olmadan boynuzlu mu olduk?
PORÇİYA — Böyle
kaba şeyler söylemeyiniz. Hepiniz şaşırıp kaldınız. Şu mektubu alın, boş
zamanınızda okursunuz. Bellâriyonun imzasile Padudan geliyor. Göreceksiniz ki,
Porçiya doktor, Nerisa da kâtibi imiş. Lorenzoya sorunuz, sizin arkanızdan
derhal ben de hareket ettim. Döneli de pek az oldu. Daha eve bile girmedim.
Antonyo, gözünüz aydın. Size İliç ummadığınız iyi haberler getirdim. Şu
mektubu açınız; göreceksiniz ki, gemilerinizden üçü, zengin hâmülelerile
beraber limana girmek üzere. Bu mektubu, ne garip bir tesadüfle ele geçirdiğimi
tasavvur edemezsiniz.
ANTONYO — Ne diyeceğimi şaşırdım.
BASANYO — Doktor
sizdiniz de, ben tanıyamadım, ha?
GRAÇYANO — Siz de
beni boynuzlu yapacak kâtiptiniz, | eyle mi?
NERİSA — Evet,
fakat erkek olacak kadar yaşamadıktan [ sonra, böyle bir şeyi, hiç akima
getirmiyen kâtip.
BASANYO —
Sevimli doktor, yatak arkadaşım olacak, bulunmadığım zamanlar da, karımla
beraber yatacaksınız.
ANTONYO — Aziz
madam, bana hem hayat, hem de hayatımı temin edecek şeyler verdiniz. Bu
mektup, hakikaten gemilerimin limana vâsıl olduklarını haber veriyor.
PORÇİYA — Lorenzo,
kâtibimde, sizi de memnun edecek haberler var.
NERİSA — Hem de
müjdesini istemeden söyleyeceğim. İşte, size, zengin Yahudinin öldükten sonra,
bütün servetini kızı ile damadına terkettiğine dair imzaladığı senet.
LORENZO — Güzel
hanımlar, aç insanların yollarına, gökten maideler yağdırıyorsunuz.
PORÇİYA — Nerede
ise sabah olacak. Eminim ki, bu vak’aların hikâyesine, daha tamamile
kanmadınız. İçeriye girelim, orada siz sorarsınız, biz de her şeyi olduğu gibi
anlatırız.
GRAÇYANO — Pek
âlâ. Nerisaya ilk sualim, tâ akşama kadar beklemeği mi, yoksa, hazır gün
doğalı daha iki saat bile olmamış iken, derhal yatmağa gitmeği mi, tercih
ettiğini sormak olacak. Bana gelince, eğer gündüz sayılıyorsa, doktorun f kâtibi ile yatabilmek için, ortalığın çabuk
kararmasını dileyerek adaklar adayacağım. Evet, ömrüm oldukça, Nerisa’nın şu
yüzüğünü muhafaza edememek kadar hiç bir şeyden korkmayacağım.
(Çıkarlar.)
BEŞİNCİ PERDENİN
SONU
trc:
Mehmet Şükrü
Haziran
1308 (1930)
Cumhuriyet
Matbaası1931
THE
MERCHANT OF VENİCE- Venedik Taciri (2004)
Yönetmen: Michael Radford
Senaryo: William Shakespeare, Michael Radford
Ülke: ABD, İtalya, Lüksemburg, İngiltere
Tür: Dram, Romantik
Rating:7.1
Vizyon Tarihi: 12 Mayıs 2006 (Türkiye)
Süre: 138 dakika
Dil: İngilizce
Müzik: Jocelyn Pook
Nam-ı Diğer: The Merchant of Venice |
William Shakespeare's The Merchant of Venice
Oyuncular: Al Pacino, Jeremy Irons, Joseph Fiennes, Lynn Collins, Zuleikha Robinson
Özet
1700'lerin Venedik'inde, genç Bassanio
güzeller güzeli Portia'nın kalbine giden yolu fethetmeye kararlıdır. Ama talibi
çok olan bu genç hanımı elde etmek için çıkacağı yolculukta ona para lazımdır.
Bunun üzerine tacir dostu Antonio'ya gider. Oysa iyi niyetli adam tüm parasını
seyahatteki gemilerine bağlanmıştır.
Dostuna yardım etmeye kararlı olan Antonio,
faizsiz borç verdiği için nefretini kazanmış olduğu Yahudi tefeci Shylock'a
başvurmak zorunda kalır. İntikam vaktinin geldiğini anlayan Shylock belki de
hayatında ilk kez faiz işletmeden borç vermeyi kabul eder ama eğer parayı
zamanında geri alamazsa her gecikme için Antonio'nun etinden bir parça almak
üzere anlaşır.
Shakespeare'in her yaştan okur için
unutulmaz bir olay örgüsü sunan ve -her zaman olduğu gibi- insan ruhunda
-karanlık kıyılarını da ihmal etmeksizin- başarıyla gezinen eserinden uyarlanan
filmde Al Pacino ve Jeremy Irons gibi güçlü isimler var. |
Filmden
“Venedik 1596" Yahudi karşıtlığı,
16'ncı yüzyılda, Avrupa'nın en güçlü ve en liberal şehir devleti olan
Venedik'te bile mevcuttu. Yasalara göre, Yahudiler şehrin Getto denilen, etrafı
duvarla çevrili bölümünde yaşamak zorundaydı. Güneş battıktan sonra Getto'nun
kapısı, nöbetçi Hıristiyanlar tarafından kilitlenirdi. Gündüzleri, Getto'dan
çıkan herkes Yahudi olduğunu belirten kırmızı bir şapka takmak zorundaydı.
**
! Tefeci! Taşınmaz mal edinmesi yasak olan
Yahudiler bu yüzden çoğunlukla tefecilik yapardı ve bu da Hıristiyan inancına
aykırıydı. Eğitimli Venedikliler bu durumu görmezden gelirken Yahudilerden
nefret eden dinci fanatikler için durum farklıydı. "Bir insan dürüstse
sadece doğru olanı yapıyorsa " " asla tefecilik yapmamış faiz
almamışsa " " kendini bütün günahlardan arındırmışsa " "
yasanın emrettiği doğrultuda bir yaşam sürüyorsa " " haksız kazanç
sağlamamışsa ve buna tanıklık eden
" " kimse varsa, o zaman aramızda yaşayabilir." "Ama
tefecilik yapmış ve faiz almışsa " " yaşama hakkı var mı?
" "Hayır, yaşama hakkı yoktur. Bu
günahlardan herhangi birini " " işlemişse, ölmesi gerekir. Rabbimiz
böyle emrediyor." Ama her gün hırsızlık yaparak günah işliyorsunuz.
**
Üç bin duka mı?
Evet. Sadece üç ay için. Sadece üç ay mı?
- Aslında
- Söylediğim gibi Antonio kefilim olacak.
Demek Antonio kefil olacak Pekâla Yardım edecek misiniz?
İsteğimi kabul edecek misiniz?
Cevabınızı bekliyorum. 3 bin düka 3 ay vadeli
ve Antonio kefil. Cevabınız nedir?
Antonio iyi biridir. Bunun aksini söyleyen
birini mi duydunuz?
Yo
yo yo yo yo. Onun hakkında iyi demekteki amacım piyasada iyi kredisi olduğu
anlamındaydı. Ancak mali durumu şüpheli. Bir gemisi Tripoli'ye, diğeri doğuya
gidiyor. Duyduğum kadarıyla bir gemisi Rialto'dan Meksika'ya diğeri de
İngiltere'ye hareket etmek üzereymiş. Daha önce gemileri başarılı yolculuklar
yaptı. Ama gemiler sonuçta tahtadır gemiciler de insan. Kara fareleri vardır,
su fareleri vardır. Kara hırsızları, deniz hırsızları Yani korsanlar. Deniz tehlikeli bir yerdir.
Rüzgar, kayalar Ama yine de Antonio
güvenilir bir adam. 3 bin düka Kefil
olmasını kabul ediyorum.
- Pişman olmayacaksınız.
- Antonio ile konuşabilir miyim?
İsterseniz bizimle yemek yiyebilirsiniz.
Hayır. Domuz eti kokar. Nasıralı peygamberinizin içinden şeytanı kovduğu
yaratığı yiyorsunuz. Sizinle iş yaparım, alışveriş yaparım, yürüyüş yaparım,
sizinle konuşurum. Ancak sizinle yemek yemem, içki içmem ve dua etmem. Buraya
doğru gelen kim?
Bu
Signior Antonio. Antonio! Antonio. Çok saygın bir vatandaşa benziyor. Shylock!
Shylock, duyuyor musunuz?
Şu
andaki para durumumu hesaplıyorum. Eğer yanılmıyorsam, üç bin dükanın tamamını
bir anda temin etmem sanırım mümkün değil. Ama Tubal, benim oymağımdan zengin
bir Yahudi kalanı tamamlar. Benjamin. Git Tubal'ı çağır. Kaç ay vadeli
demiştik?
Rahat olun sayın bayım. Sizin peygamberiniz
bizim soyumuzdan geliyor.
- Ne kadar vereceğini kararlaştırdı mı?
- Evet
3 bin düka. 3 ay vadeli. Ah, unutuyordum
Üç ay dediniz değil mi?
Ama
önce faizle para alıp vermediğinizi söylememiş miydiniz?
- Asla tefeciden borç almam.
- Evet. 3 bin düka. Yuvarlak bir rakam.
Launcelot. Faizler. 3 ay 12'den Oranlara bir bakalım. Evet, Shylock Demek
sana borçlandık?
Signior Antonio Rialto'da birçok defa beni
aşağıladınız. Tefecilik yaptığım için suçladınız. Ama her seferinde, omuz
silkip geçtim. Çünkü biz Yahudiler, zulüm görmeye alışığız. Bana inançsız
diyebilirsiniz fırsatçı diyebilirsiniz. Yahudi olduğum için üstüme
tükürebilirsiniz ama şimdi bende olana ihtiyacınız var. Evet, yardımıma ihtiyacınız
var. Bana gelip Shylock, diyorsunuz, "Bize biraz para ver." Bunu
söylerken, aslında bana karşı duygularınız hâlâ aynı. Ben sizin kapınıza
gelseydim, yüzüme bakmadan kovardınız. Tek derdiniz para. Şimdi ne demem
gerekiyor?
Şöyle mi demeliyim?
"Köpeğin parası var mıdır?
" "Bir köpekten 3 bin düka para
istenir mi?
" Ya da önünüzde eğilip bir köle
edasıyla yavaşça fısıldamam mı gerekiyor?
"Efendim, geçen Çarşamba günü bana
tükürdünüz " " aynen daha önce de yaptığınız gibi. Ayrıca bana köpek
de demiştiniz." "Bu iyiliğinizin karşılığı olarak size istediğiniz
parayı vereceğim." Sana yine köpek diyeceğim, yine üstüne tükürüp
aşağılayacağım. Eğer borç vereceksen, sakın dostlarına verme. Çünkü en büyük
kazık, dost kazığıdır öyle değil mi?
Düşmanlarına borç ver. Böylece geri
ödemezlerse, cezasını çekebilirler. Ne kadar da öfkelisiniz! Sizinle dost
olabilirim. Sizi sevebilirim. Beni aşağıladığınızı bile unutmaya çalışabilirim.
Size istediğinizi verebilir, verdiğim borçtan hiçbir faiz istemem. Ama yine de
beni dinlemezsiniz. Size iyilik sunuyorum.
- Size iyilik yapıyorum.
- Hayır
Bu bir iyilik. Size göstereceğim. Birlikte notere gidelim. Aramızda bir
antlaşma yapalım. Eğer sözleşmede belirtilen günde bana olan borcunuzu
belirtildiği miktarda ödemezseniz karşılığında bir kilo etinizi bana
vereceksiniz. Vücudunuzun istediğim kısmından bir bölüm kesip alacağım. Kendime
güveniyorum. Anlaşmayı yapacağım. Diğerleri gibi iyi kalpli bir Yahudi. Benim
için böyle bir anlaşma yapamazsın. Yokluk içinde yaşamayı tercih ederim. Üzülme
dostum. Hiçbir şey olmayacak. İki ay içinde, yani sözleşmenin bitimine bir ay
kala aldığım borcu üç kat fazlasıyla ödeyebileceğimden eminim. Oh yüce İbrahim,
şu Hıristiyanlar inanılmaz. Kendi kötülükleri yüzünden herkesin iyi niyetinden
şüphe ediyorlar. Yalvarıyorum, söyleyin. Eğer parayı ödemezse sözleşmenin
şartlarına uyarak ne elde edeceğim?
Bir
insandan alınmış bir kilo insan etin, ne değeri var ki?
Hiç
para etmez. Dana eti, kuzu ya da keçi değil. Banan güvenmesini istiyorum, onun
dostluğunu istiyorum. Kabul ediyorsa, tamam
Etmiyorsa, elveda Bir tek şey
için dua ediyorum, beni utandırmasın. Shylock
Sözleşmeye sadık kalacağım.
**
- Duyduğuma göre Antonio'nun içi kargo dolu
gemisi boğazı geçerken batmış. Sanırım yerin adı Goodwins imiş. Çok tehlikeli
bir kayalık olduğunu söylediler. Orada bir sürü gemi batmış Ne diyorsun?
Bence bu kayıp onun sonu olabilir. Shylock ne
olacak?
Tâcirlerden bir haber var mı?
Kızımın kaçtığını biliyordunuz. Bu hiç iyi
değil. Onun gittiğini biliyordunuz. Shylock bir gün kuşun yuvadan uçacağını
biliyordu ama böyle bir şeyin olacağına asla inanmak istemiyordu. Bunun için
onu lanetliyorum. Söylesene Antonio'nun gemisinin batıp batmadığı hakkında bir
şey duydun mu?
Öyleyse sözleşmeyi okusun. Bana tefeci
olduğumu söylemişti. Sözleşmeye baksın. Tefeciliğin Hıristiyan ahlakına uygun
olmadığını söylemişti. Şimdi sözleşmeye baksın. Merhaba, Yahudi! Borcunu
ödeyemezse etini almayacaksın değil mi?
Eti
ne işine yarar ki?
Balıklara atacağım. Hiçbir işe yaramasa bile
intikam duygumu tatmin edecek. Beni aşağıladı defalarca bana küfretti
kayıplarımla alay etti. Ulusuma hakaret etti. İşime burun kıvırdı dostlarımı
beğenmedi, düşmanlarımı alkışladı. Bunları neden mi yaptı?
Yahudi olduğum için! Yahudinin gözleri yok
mudur?
Yahudinin
elleri yok mudur?
Organları, mantığı duyguları, sevgileri,
tutkuları?
Aynı
yemeği yiyoruz. Aynı silahlarla vuruluyoruz. Aynı hastalıklara yakalanıyoruz.
Aynı ilaçlarla iyileşiyoruz. Hıristiyanlarla aynı kışlarda üşüyüp, aynı
yazlarda terliyoruz. Etimizi kesseniz kanamaz mı?
Gıdıklasınız gülmez miyiz?
Zehirleseniz ölmez miyiz?
Ve
haksızlık yapsanız intikam almaz mıyız?
Diğer konularda aynıysak bu konuda da aynıyız
demektir. Bir Yahudi Hıristiyana haksızlık yapsa cezası ne olur?
İntikam mı?
Bir Hıristiyan
Yahudiye kötülük yapsa?
Onun
cezası ne olmalı?
İntikam. Sizden öğrendiğim kötülüğü size
yapacağım. Gerekeni yapacağım; ama daha da ileri gideceğim.
**
"Sevgili Bassanio bütün gemilerimi
kaybettim. Alacaklılar peşimde. "Yahudiyle yaptığımız sözleşme
bağlayıcı." "Eğer borcumu ödersem, artık yaşamam imkânsız."
"Ama bana karşı hiçbir borcun olmadığını bilmelisin." "Ölmeden
önce seni son kez görmek isterim." "Ama gelmek için lütfen kendini
zorlama. Eğer dostluğumuz " " gelmen için yeterli değilse bu mektup
da olmamalı." Oh hayır! Bütün işinizi bırakıp hemen gidin. Ama önce
kiliseye gidip benimle evlenin. Sonra Venedik'e dostunuzun yanına dönün. Çünkü
ruhunuz huzur bulmadan, Portia ile asla mutlu olamazsınız. Borcunuzu ödemek
için gerekenden 20 kat fazla altınınız olacak. Ödedikten sonra arkadaşınızı da
alıp geri dönün. Bu arada ben ve Nerissa, dul eşler olarak yaşayacağız. Ama
geri dönün çünkü eşlerinizi düğün gününüzde yalnız bırakıyorsunuz. Gardiyan ona
bak. Sakın merhamet isteme. Parasını etrafa saçan aptal bu işte. Ona bak
gardiyan. Shylock'un sözlerine kulak ver. Sözleşme yaptık. Sözleşmeye uymak
zorundasın. Sözleşme koşullarını yerine getireceğime yemin ettim. Bana köpek
dedin oysa hiçbir neden yoktu. Ama köpek olduğuma göre dişlerime dikkat et. Dük
adaleti yerine getirecek. Neden bu kadar neşeli olduğunuzu anlamıyorum şeytan
gardiyanlar.
- Yoksa ondan yana mısınız, söyleyin!
- Yalvarıyorum beni dinle. Elimde sözleşme
var. Konuşmak istemiyorum. Elimde sözleşme var. O yüzden konuşman boşuna. Hıristiyan
zalimlerin her sözüne boyun eğen, iç çekip kabullenen aptallar gibi
davranmayacağım. Seninle konuşacak bir şeyimiz yok. Elimde sözleşme var. Zulme
zulümle karşılık verirsen, eline bir şey geçmez. Onu rahat bırak. Fikrini
değiştirmesi için sadece dua edeceğim. Hayatımı istiyor. Ve onu anlıyorum.
Dükün sözleşme şartlarını uygulamayacağından eminim! Dük yasanın gerektirdiğini
yapmak zorunda. Venedik'te mülk alan yabancılar yasanın korumasında adalet
yerini bulmazsa, devletin prestiji sarsılır. Git artık. Oh! Oh Yaşadığım kayıplar ve acılar beni öylesine
tüketti ki yarına kadar borcumu ödemek için bir kilo etim bile kalacağını
sanmıyorum.
**
Antonio ve ihtiyar Shylock, ikisi de öne
çıksın.
- İsminiz Shylock mu?
- Shylock, ismim bu. İddianız şimdiye kadar
alışılmadık bir durum. Ancak Venedik yasalarına göre, bunu yapmaya hakkınız
var.
- Hayatınız onun kararına bağlı, değil mi?
- Öyle söylüyor.
- Sözleşme yaptığınızı kabul ediyor
musunuz?
- Evet. Öyleyse Yahudi merhamet göstermeli.
Neden merhamet göstermeliyim?
Açıklayın. Merhamet yoruma açık bir kavramdır.
Göklerden düşen bereketli yağmur gibi aşağıdakileri ıslatır. İ ki kez
kutsanmıştır. Merhamet göstereni kutsar, göreni de kutsar. En yüce varlık ve de
insan Bazılarıysa kraldan çok kralcı
olur. Onların ibresi geçici güçten yana kayar. Oysa gerçek kralı gördüklerinde
korkudan sinerler. Ancak gerçek merhamet, her şeyden üstündür. Kralların
yüreğinde taht kurmuştur. Ve Tanrı'nın özü merhamettir zaten. Dünyevi güçler
ancak merhamet adaletle birleşince, güç olur. Bu nedenle Yahudi adalet istemene
rağmen şunu düşün. Adaleti sağlamak uğuruna, hiçbirimiz merhametsiz
davranmamalıyız. Merhamet için dua ediyoruz. Ve bu dualarımız her birimizin
yüreğini merhametle doldurmalı. Sözlerimin amacı, adalet istemendeki haksızlığı
vurgulamaktır. Eğer fikrini değiştirmezsen, Yüce Venedik mahkemesi orada oturan
tâcir aleyhinde karar vermek zorunda kalacak. Ben kararımı çoktan verdim.
Adalet istiyorum! Sözleşemedeki ceza yerine getirilmelidir.
- Cezasının karşılığını parayla ödeyemez
mi?
-
İşte, burada. Cezanın bedelini iki kat fazlasıyla ödemeye hazırım. Eğer bu da
yeterli olmazsa, bedelin on katını ellerimle ruhumla ve yüreğimle ödemeye
hazırım. Bu da yeterli değilse o zaman amaç adalet değil sadece intikam peşinde
koşmaktır. Size yalvarıyorum yetkilerinizi kullanarak, büyük bir yanlışı
önleyin ve doğru olanı yapın. Bu acımasız şeytanın isteğine boyun eğmeyin. Bu
imkânsız. Venedik'te bir sözleşmenin kararını değiştirebilecek hiçbir güç yok.
Eğer sözleşme hükümlerine karşı gelirseniz, devletin yüce adaleti, bundan böyle
kendini yanlışlar selinden kurtaramaz.
- Bu yapılamaz.
- Adeta Davut peygamber konuşuyor. Evet,
bir Davut. Oh bilge yargıç, önünüzde saygıyla eğiliyorum Lütfen izin verin de
sözleşmeye bakayım. Saygıdeğer doktor, işte burada. Shylock, sana paranın iki
katı teklif ediliyor. Yemin, yemindir. Tanrı adına yemin ettim. Yeminimden
dönüp cehenneme mi gideyim?
Hayır. Venedik için olmaz. Bu sözleşme
bağlayıcı ve Yahudi karşı tarafın etinden bir kilo kesmeyi talep edebilir.
Tâcirin yüreğine yakın bir yerden. Merhamet et. Paranın iki katını al,
sözleşmeyi yırtalım. Ancak sözleşme koşulları yerine getirildiğinde. Yüce
mahkemeye adaletli davranması için yalvarıyorum. Öyleyse karar verildi.
Göğsünüzde onun bıçağını hissetmeye hazır olun. Oh asil yargıç, saygıdeğer
delikanlı. Yasaların başlıca hedef ve amacı gerekli cezanın verilmesidir.
Böylece sözleşme şartları yerine getirilecek. Çok doğru. Oh yüce ve adil
yargıç Yaşınızdan çok daha deneyimli ve
bilgesiniz.
- Bu durumda göğsünüzü açın.
- Evet, göğsü. Sözleşme böyle demiyor mu
saygıdeğer yargıç?
Yüreğine yakın yerden.
- Aynen böyle yazıyor.
- Evet. Eti tartmak için teraziler hazır
mı?
Evet
getirdim işte. Bir cerrah hazır olsun Shylock, ücretini sen ödeyeceksin. Çünkü
yarası tedavi edilmezse kanamadan ölebilir. Sözleşmede böyle bir madde var mı?
Hayır bu madde yok. Ama ne farkeder?
Bu
kadar iyilik yapabilirsin. Hayır yapamam. Sözleşmede yazmıyor. Siz tâcir,
söyleyeceğiniz bir şey var mı?
Çok
az. Başıma geleceklere hazırım. Bana elini ver, Bassanio. Elveda dostum. Başıma
gelenler için sakın kendini suçlama. Senin kaderinin benimkinden daha güzel
olması için dua ediyorum sevgili dostum. Sevgili eşine saygılarımı ilet. Ona
Antonio'nun nasıl öldüğünü anlat. Seni sevdiğini söyle. Beni hep iyi hatırla.
Eşine her şeyi anlattıktan sonra
Bassanio'nun nasıl bir dostu olduğuma bırak o karar versin. En iyi
arkadaşını kaybedeceğin için, kendimi suçluyorum. Ancak senin diyetini ödediğim
için kendini suçlama. Çünkü Yahudi yeterince derin keserse bedeli hemen,
yüreğimle ödeyeceğim. Antonio, ben bir kadınla evlendim ve karım benim için
hayat kadar değerli. Ancak hayat, karım ve tüm dünya benim için senin hayatın
kadar değerli olamaz Bütün bu
saydıklarımı, bu iblis seni öldürürse kaybedeceğim. Çok sevdiğim bir karım var.
Eğer bu lanet Yahudi, onun hayatını bağışlarsa karşılığında karımı cennete feda
edebilirim. Bir kızım vardı! Bir Hıristiyanla evleneceğine Barabbas'ın soyundan
gelen biriyle evlenmesini yeğlerim. Vakit kaybediyoruz, yalvarıyorum. Ceza
gerçekleştirilsin. Devam edebilirsiniz. Sözkonusu tâcirin bir kilo eti
senindir. Mahkeme izin veriyor. Yasalar izin veriyor. Doğru söylediniz efendim.
Ve sen bu eti onun göğsünden kesmek zorundasın. Hem mahkeme hem de yasalar izin
veriyor. Saygıdeğer yargıç. Karar verildi. Haydi. Hazır ol.
- Durun biraz!
- Aah! Bir şey daha var. Sözleşme sana kan
akıtma hakkı vermiyor. Burada sadece bir kilo et yazıyor. Şartları yerine getir
ve bir kilo eti kes. Ama keserken, bir damla Hıristiyan kanı akarsa bile
Venedik yasasına göre toprakların ve tüm malların Venedik devletinin olacaktır.
Oh yüce yargıç! Evet Yahudi. Bilge yargıç! Yasa böyle mi?
Sonuçlarına katlanmak zorundasın. Adalet için
ısrar ediyorsun. Öyleyse aynı adalet sana da uygulanacaktır. Öyleyse teklifi
kabul ediyorum. Bedelin iki katını ödeyin ve Hıristiyan kurtulsun.
- İşte istediğin para.
- Durun. Yahudi adalet istiyordu değil mi?
Acele etmeyin. Artık tek seçeneği cezayı
uygulamaktır. O yüzden, eti kesmeye hazır ol. Ama hiç kan akmayacak! Ve sadece
bir kilo et olacak, ne eksik ne de fazla. Eğer bir kilodan az ya da çok
kesersen İsterse bir kilodan bir gram az
olsun veya bir kilodan bir gramın yirmide biri kadar fazla olsun farketmez.
Çünkü terazi bir saç telini bile tartabilir. Öleceksin ve bütün mallarına el
konulacak. Davut peygamber gibi! Hadi hain, şimdi konuş da duyalım! Yahudi
neden konuşmuyor?
Sadece parayı almam mümkün değil mi?
Vazgeçersen, alabileceğin tek şey cezadır.
Böyle olmasını kendin istedin Yahudi. Şeytanın tâcirden yana olduğu
anlaşılıyor.
- Öyleyse davadan vazgeçiyorum.
- Dur, Yahudi. Yasanın henüz seninle işi
bitmedi. Venedik yasasında açıkça belirtilmiştir ki eğer bir yabancı, isteyerek
veya istemeyerek bir Venedik vatandaşının canına kastederse bu eylemi gerçekleştirdiği
kişi onun mallarının yarısını alır. Diğer yarıysa o andan itibaren artık
devletin malı olur. Ve davacının hayatı artık Dük'ün merhametine kalmıştır. Son
karar onundur. Bu koşullarda sana tek önerim şudur. Alçak gönüllü ol ve Dükün
merhametine sığın. Yalvar da asil dük kendini asmana izin versin. Seninle
aramızdaki farkı anlayabilmen için sen yalvarmadan hayatını bağışlıyorum. Mal
varlığının yarısı Antonyo'nun olacak Diğer yarısınaysa, devlet tarafından el
konulacak. Hayır hayatımı alın ama mallarıma el koymayın. Çünkü mallarıma el
koyarsanız zaten yaşamam imkânsız. Hayatımı alın çünkü mallarımı benden
alırsanız hayatım biter. Ona merhamet göstermeniz mümkün mü Antonio?
Tanrı aşkına ona merhamet göstermeyin.
Yalvarıyorum, saygıdeğer dük ve yüce mahkeme
mallarının yarısını kendim için istemiyorum. Diğer yarısının da bir
fonda toplanıp Yahudi öldükten sonra kızını elinden alan beyefendiye
verilmesini rica ediyorum. Bir talebim daha var. Kendi iyiliği için Hıristiyan
olmasını talep ediyorum. Talep yerine getirilecek. Yoksa az önce gösterdiğim
hoşgörüyü bir daha göstermem. Şimdi mutlu musun Yahudi?
Ne
diyeceksin?
Ah
Mutluyum. Mübaşir bağış antlaşmasını hazırla. Lütfen mahkemeden gitmem
için izin verin efendim. Ah İyi değilim.
Antlaşmayı sonradan gönderirseniz imzalarım. Öyleyse gidebilirsin; ama imzala.
Mahkeme sona erdi. Saygıdeğer beyefendi arkadaşım ve ben bugün mahkemede
sergilediğiniz bilge davranışla hayatını kurtardığınız için Yahudiye vermek
için hazırladığımız üç bin dükayı izin verirseniz size sunmak istiyoruz. Size
olan borcumuz, parayla ödenmez. Sonsuza kadar hizmetinizdeyiz. Alınan iyi bir
sonuç, en iyi ücrettir. Sizi kurtarmakla iyi bir sonuç aldığım için ücretimi
ödenmiş kabul ediyorum. Hoşçakalın
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar