Print Friendly and PDF

VENEDİK TACİRİ W. SHAKESPEARE

Bunlarada Bakarsınız



Shakespeare’i tetkik edenler eserlerini başlıca dört devreye ayırırlar, bu devrin dramatik olgunluk bakımından olduğu kadar lisan cihetinden de birtakım hususi vasıfları vardır. Hamlet’in sırrına eren, Macbeth’in zehrini tadan, Lear’in kahrını duyan dinleyiciler, Yanlışlıklar Komedisi’ni, Yaz Dönümü Gecesi Rüyası­nı On İkinci Gece’yi görünce irkiliyor, aktörün, rejisörün Shakes­peare’i anlayamadığını, o büyük sanatkârı yaşatamadığını iddiaya kalkıyor. On İkinci Gece’in bizde ilk temsilinde, yanımdaki locayı dolduran seyirciler, “Shakespeare böyle mi oynanır? Bu ne saçma şey? Orta oyunu mu bu?” diye oynanan oyunu bir türlü beğenemi­yor, yüksek felsefi sözlü Şair Shakespeare in bu eserde bu kadar hafif olabileceğini bir türlü aklına sığdıramıyor, Olivia’da Lady Macbeth’in ihtirasını, Malvolio’da Polonius’un bunak felsefesini, Sir Toby'da Kral Lear in inadını bulamadıkları için kabahati aktöre, rejisöre, hattâ belki de mütercime yüklüyorlardı.
Buna benzer sözleri, Şarkın, hele bilhassa garbın kültürüyle bağdaşmış, tiyatro edebiyatıyla az çok temasa gelmiş münevverle­rimizin birçoğundan duydum Yunan klâsiklerinin kaidelerini bellemiş, Fransız üslûpçularının zaman mekân vahdetine bel bağlamış kimseler Shakespeare’in bütün bağlardan kurtulmuş kendi âleminde, kendi dünyasında, kendi halkıyla haşir neşir olan, şimdi felsefenin en yüksek şâhikalarına çıkan, şimdi cehaletin en âdi emeklemelerini önümüze döken, şimdi bir deliyi, şimdi bir katili, şimdi bir küstahı dile getiren, coğrafyanın sınırlarını keyfine göre bir kalemde değiştiren, tarihin dünyayı kasıp kavuran simalarına hükmeden Shakespeare’in sırrına eremezler.
Onun her sözünü, her gecesini inceliye inceliye kılı kırk yaran şanlı şöhretli âlimlerden acaba hangisi düşünüşünün içini kavrayabilmiştir?
O âlim değil ki âlim gözüyle tetkik edilsin, onun ruhunu, ancak sanatını duyabilen anlar.
Cümlelerini eksik zannedip ta­mamlamak için ömür tüketenler o yanlışları kasden yaptığını niçin aklına getirmezler?
Launcelot gibi her işittiğini öğrenip yerli yersiz sarf eden papağan hevesli bir soytarıdan retorik hocasının belâgatini istemeye ne hakkımız var?
Yanlış Shakespeare’in değil, Launcelot'un; eğer Launcelot’un sözlerinin seri bünü olsaydı, Shakespeare’den bu Shakespeare çıkmaz, o da adı sanı unutulan Elizabeth devri tiyatro muharrirlerinden herhangi birinden başka bir şey olamazdı. Her sözde, her satırda, her şahısta kendini gösteren bir tiyatro muharriri sanatkâr değildir, eserindeki bütün fikirler onun kendi fikirleri değildir. Ancak on dokuzuncu asrın sonunda kitaba geçen bu hakikat, üç yüz bu kadar senedir dünyanın en büyük tiyatro muharriri olarak Shakespeare'i ayakta tutan kuvvetin ta kendisidir; sanatkâr kendi kendisini tekrar etmemelidir. O halde onun eserlerini, karakterlerini, sözlerini bir kalıpta görmediğimiz için şaşmamalıyız. Asıl o devirde bu sırra nasıl erebildiğine hayret etmeliyiz. Yarattığı yüzlerce tipten hiçbirinin benzerini diğer eserinde bulmanın imkânı yoktur. Elbette güzel söz söylemesi icabedenin sözleri güzel, cahilin lâfları çirkindir ve yanlıştır. Niçin hatip Antonius’un sözleri kitaba tesadüfen yanlış geçmiyor da cahil bir soytarının, İngilizcesi bozuk olan Shylock’un sözlerinde mürettip hatası oluyor? Bunlar tesadüf müdür? Kaldı ki tabilerin(“I remember the players often mentioned it as an honour to Shakespeare that in his writing, whatsoever he penned, he never blotted a Üne. My answer had beenn would he had blotted a thousand! which they told a malevolent speech.” Discoveries by Ben Johnson.) onun müsveddelerinde yanlış bir noktanın, çizilmiş bir kelimenin bulunmadığnı söyledikleri tarihe geçmiş hâkikattir. Hattâ Klâsik mektebin zavallı çömezi Ben Jonson, eserlerini ilk defa oynamak suretiyle kendisini ortaya çıkaran bu büyük tiyatro tanrısı hakkında söylenen bu sözler için, “Keşke birçoklarını çizseydi.” demek anlayışsızlığını ortaya vur­mak gafletinde bulunuyor. Geçici modalara, klâsik nizamlara, hizip anlayışlarına bağlı kalmadığı için bir sanatkâra kıymet vermeyen kalem sahipleri, “Yüce sahnesini daha kaç asır henüz doğmamış memleketlerde, daha bilinmeyen dillerde tekrar oynatacak(Julius Caesar, sahife 116 satır 7, Dünya Edebiyatından Tercümeler, İngiliz Klâsikleri No. 1. Maarif Matbaası 1942.)” olan Shakespeare’in sayesinde ancak onun adı zikredilirken yâd edilen isimlerini bize kadar yetiştirilebileceklerini acaba akıllarına getirirler miydi?
Acaba “Azıcık Lâtincesi ve daha az Yunancasından” dolayı Shakespeare ne kaybetti?
Ben Johnson mükemmel Lâtincesi, üstün Yunancasıyla kafa tasının çukurunu dolduran toprakları(“Is this the fine o his fines and the recovery of his recoveries to have his fine pates foll of fine dirt?” Hamlet V.1.114.) boşaltabildi mi?
Âlimler Shakespeare’i araştırmak arzusuna düşmeseydi onun bu sözlerini bizim öğrenmemize imkân olur muydu?
Shakespeare'in noktalama usullerine vâkıf olmadığım zanne­denler gramer bilmediği için büyük harfleri yersiz kullandığını farz edenler, bazı matbaalarda harf eksikliğinden dolayı büyük harfler­le küçük harflerin yersiz dizildiğini, nokta yerine soru işaretleri konduğunu, görenler bunları kendi anlayışlarına göre düzeltmeye kalkmışlardı. Bazı nüshaların bugün bile kaçınamadığınız birtakım matbaa kusurlarıyla yanlış dizilmiş olması muhakkaksa da, nispe­ten daha itinalı basılmış eserlerine bakılınca gramere uymayan bir noktalanmanın mevcut olduğu göze çarpar. Jül Sezar'daki Antonius’un nutkunu Julius Caesar el kitabında buna misal olarak göstermiştim: Brutus ve Caesar kelimeleri aktörün bu şahıslara verdiği kıymete göre nutkun başından sonuna kadar büyüyor, küçülüyor; insan bunu görünce âdeta Shakespeare'in bir okuma notası çizdiğine hükmediyor. Eserlerinin birçoğunda (:) işareti durulmayacak bir nokta mânasına kullanılmıştır, âdeta birinci cümlenin son kelimesini söylerken hemen akla gelen ikinci bir cümleye başlamak heyecaniyle gösterilen aceleyi ifade etmek için (:) işareti kullanılmıştır. Sonra birbirini gayet çabuk takibeden küçük suallerin hecelerinde sual yükselişi olduğu halde, takibeden suale hemen geçebilmek için sual işaretinden sonra küçük harf kullanması, bazı nidalardan sonra gene küçük harfe geçilmesi elbette tesadüf eseri değildir. Bir suali takibeden müspet bir cümlenin sonuna nokta koymak icabederken sual işaretinin gelmesi, sual cümlesinin o cümleye tesir eden entonnasyonu içindir. Fransız mütercimlerinden görebildilerim bu noktalamaya hemen hiç riayet etmemiş; belki yaptıkları dil bakımından doğru­dur. Fakat aktöre yardım için her halde aslına benzemek daha faydalı olur.
Şimdi bu hakikatlar meydandayken doğrusu böyle olacak diye içtihada kalkışmak Shakespeare’e yardım etmek olamaz; bütün tenkidleri, bütün fikirleri okumak elbette faydalıdır; hattâ lüzum­ludur, çünkü her şeyi öğrenmek hiç bilmemekten iyidir, fakat yalnız öğrendiklerinin izine hapsolmak dünyanın en korkunç hapishanesinde kalmaktır.
Bütün bunlar gözümüzün önündeyken ona tercüme yoluyla yaklaşmak ancak onun her devrini o devrenin karakterine göre tercüme etmeye girişmekle kabil olur.
Shakespeare yirmi altı yaşından otuz yaşına kadar nasıl bir inanışla, nasıl bir sanat sezişiyle yazı yazmıştı?
 İlk devrenin eserlerindeki başlıca vasıflar nedir?
Otuz yaşından sonra ikinci devresinin eserlerindeki görüşü nedir?
Lisanı, düşünceleri, kelime oyunları, nazmı, nesri, kafiyele­ri cinasları, imaları, muhtelif karakterlerin konuşma tarzları, vokabûlerleri, araştırmaya değer, dilimizde karşılanması icabeden meselelerdir. İlk devirlerinde güzel cümleler, bol kafiyeler, tumtu­raklı mısralar eserlerin dramatik vasfım örten edeb! süsler gibidir, âdeta edebiyat endişesi tiyatronun eteğini çekmektedir. Onun için bu ilk iki devrin eserlerini Jül Sezar lisaniyle tercüme etmek doğru olamaz, İkinci devrede kafiyeler azalmıştır, fakat yer yer tumtu­raklı, tek kafiyeli manzumeler eserlerin ötesine berisine serpiştirilmiştir(Venedik Tacirinde mahfazalardan çıkan manzumeler; Yaz Dönümü Gecesi Rüyası’nda II. i. 1114II. ü. 1246; 7993; III. ü. 100124; beşinci perdedeki bütün oyun içindeki oyun ve epilog. AS You Like itte . ii. 80146; IV. iii. 5064; V. iv. 102109; 130140. V. S. ). Hele her sahnenin son üç dört beyti mutlaka kulağa çarpan kafiyelerle süslüdür, böyle kafiyeli kuvvetli mısralar bazı sahnelerin ortalarında da vardır. Mensur kısımlar uşakların, cahil halkın sözleriyle samimi hasbihaller ihtiraslar ve hazırlıksızlı­ğı gösteren konuşmalar mensurdur. Fakat bilhassa tiyatro bakı­mından lâfız sanatlarıyla bol bol bezenmiş olan mühim parçalar kafiyesiz nazım şeklindedir. Bunlar ölçüleri hissettirmeden, kulak­ları çınlatmadan yükselişleri alçalışları esrarlı bir senfoni havası almak içindir. Shakespeare gümbürtülü tiyatroculuktan hoşlan­maz, noktalara virgüllere itina etmeden okuyan aktörle alay eder, inliye inliye goygoyculuk eden manzume inşatçılarından nefret eder. Onun için nazım bir musiki eserinin ölçülerinden başka bir şey değildir: Nasıl bir orkestra şefi fülütünün nefes gibi hafif sesinden davulun gümbürtüsüne, kontrbasın en kalın telinden kemanın son pozisyonuna kadar forte’den piyano’ya ağır’dan süratli’ye geçe geçe altmış yetmiş sazın muhtelif vazifelerle bir ahenk halinde yarattığı senfoniyi bize dört dörtlük veya altı sekizlik usulün tempolarım duyurmadan tattırıyorsa, tiyatro naz­mının, hattâ şiir nazmının heceleri, ölçüleri de gizlenmeli, silinmeli, kelimelerin öz mânaları, renkleri, coşkunlukları, rikkatleri ön plâna çıkmalıdır: bunları inşadeden, oynıyan aktör kelimelerin ifade ettiği girift hisleri duymalı, yaşamalı ki sözleri de Shakespeare’in karakteri gibi yepyeni, taptaze, hiç başka bir aktörü, başka bir rolü, başka bir kimseyi hatırlatmayan bir duyuş doğuşiyle ilk defa doğan bir heyecanla çıksın.
İşte bu maksatla Shakespeare’in kafiyesiz nazımla yazdığı en büyük kısmı kafiyesiz vezinle tercüme etmeyi ona yaklaşmak için en doğru yol bulduk; yalnız okullarımızda nazım kuyu çıkrığı takırtısiyle, yahut muayyen kararlı inlemelerle okunmasına, daha doğrusu terennüm edilmesine meydan verilmemeli; vezin tertiple­re nizam vermek için yalnız yazanı alâkalandıran bir şeydir: Shakespeare’e yaklaşmak istiysen vezinleri, kafiyeleri, takırdatmamalı, kelimelerin öz mânalarını yaşatmalıdır.
Sh:512
Kaynak: w. Shakespeare, VENEDİK TACİRİ,
Çeviren NURETTİN SEVİN, MEB. 1992, İstanbul
VENEDİK DUKASI.
MERAKEŞ EMİRİ — ARRAGON PRENSİ—Portiayı istiyenler.
ANTONIO — Venedikli bir tacir.
BASSANİO — Dostu.
GRATIANO—SALANIO SALARINO —Antonio’yla Bassanio nun dostları.
LORENZO — Jessica’nın aşığı
SHYLOCK  (ŞAYLOK) — Zengin bir Yahudi.
TUBAL — Dostu bir Yahudi.
LAUNCELOT GOBBO — Shylock’un uşağı, bir soytarı.
İHTİYAR GOBBO — Launcelot’un babası.
LEONARDO — Bassanio’nun uşağı.
BALTASAR STEPHANO  Portia’nın uşaklan.
PORTIA — Miras sahibi zengin bir kız.
NERISSA — Nedimesi.
JESSICA — Shylock’un kızı.
Venedik Cumhuriyeti erkânı, Mahkeme memurları, Zindancı, Portia’nın hizmetine bakanlar ve başka maiyet adamları.
SAHNE — Kâh Venedik’te, kâh Portia’nın kıta üze­rindeki ikamet yeri olan Belmont’ta.

(Not: 1931Mehmet Şükrü çevirisi. hzl)
Venedik. Bir sokak
ANTONYO, SALARİNO ve SOLANYO girerler
ANTONYO — Doğrusu, niye böyle kederli olduğumu ben de bilmiyorum. Bu hem beni, hem de dediğiniz gibi sizi üzüyor. Bu hüzün bana nereden geldi, onu nasıl kazandım, sebebi ne, nasıl şey, bunu hâlâ öğrenemedim. Bu keder beni öyle budala yaptı ki, kendimi tanımak İçin güçlük çekiyorum.
SALARİNO — Aklınız, dalgaların asil ve zengin efendisi gibi, ufak ticaret gemilerinin ketenden kanatlarüe eğilip selâmladıkları, muhteşem yelkenli gemilerinizle beraber engin denizlerde dolaşıyor.
SOLANYO — İnanınız, eğer ben de böyle bir işe girişmiş olsaydım, düşüncelerimin çoğu ümitlerimle beraber gezerdi. Günlerimi, rüzgârın ne taraftan estiğini anlamak için yerden ot koparıp havaya savurmak; harita üzerinde limanları, rıhtımları, yolları tetkik etmek ile geçirir, ve beni endişeye düşürebilecek her ihtimali düşünerek kederlenir idim.
SALARİNO — Çorbamı soğutmak için üflerken, büyük bir rüzgârın denizde yapabileceği felâketleri hatırlıyarak, titrerdim. Bir kum saatine bakarken, deniz altındaki kumları ve sığ yerleri gözümün önüne getirir, zengin Andre [gemi] min, mezarını kucaklamak ister gibi, büyük direğini omurgasından daha aşağılara eğerek, oraya gömüldüğünü görür gibi olurdum. Nazik gemime çarpınca, baharatımı dalgalara saçıp, ipek kumaşlarımı azgın sulara giydirecek, hulâsa servetimi bir anda mahvedecek olan tehlikeli kayaları hatırlamadan, kiliseye gidip, bu mukaddes taş binanın manzarasını görebilir miydim? Bunların yalnız düşüncesi bile beni müteessir edebilir idi. Şu halde ısrar etmek faidesiz. Antonyo’nun kederi hiç şüphesiz gemileri ve malları yüzünden.
ANTONYO — İnanınız ki hayır. Çok şükür benim ümit ve taliim ne yalnız bir gemiye inhisar ediyor, ne de yalnız bir sefere. Servetim bu senenin tesadüflerinden müteessir olamaz. Beni kederli eden gemilerim ve eşyam değil.
SOLANYO — Öyle ise, âşıksınız!
SOLANYO — Öyle ise, âşıksınız!
SOLANYO — Âşık değil misiniz? O halde, şen olmadığınız için kederlisiniz diyelim; gülüp sıçramak ve kederli olmadığınız için şen olduğunuzu söylemek te elinizde. İki yüzlü Janus hakkı için tabiatin garip mahluklar vücude getirdiği bir za mandayız. Bazüarı gayda çalan birini görünce, papağanlar gibi, mütemadiyen gülerle, bazıları ise, çatık bir çehre takınarak, Nestor’un bile gülünç olduğunu teslim ettiği bir lâtifeye gülümseyip, dişlerinin ucunu göstermezler.
(BASANYO, LORENZO ve GRAÇYANO girerler)
SOLANYO — İşte asü akrabanız Basanyo, Graçyano ve Lorenzo ile beraber geliyor. Allaha ısmarladık, sizi daha sevgili arkadaşlarınızla bırakıyoruz.
SALARİNO — En aziz dostlarınız gelmemiş olsaydı, yüzünüzdeki bulutları dağıtmaya kadar burada kalırdım.
ANTONYO — Çok teşekkür ederim. Ben, işleriniz var da fırsattan istifade ediyorsunuz diyeceğim.
SALARİNO — Bonjur, asil efendilerimiz.
BASANYO — Sevgili efendilerim, ne vakit güleceğiz? Söyleyiniz, nevakit? Gittikçe acayipleşiyorsunuz. Bu hep böyle mi gidecek?
SALARİNO — Müsait vakitlerimizde emrinize amadeyiz.
(SALARİNO üe SOLANYO çıkarlar)
LORENZO — Senyör Basanyo, mademki Antonyo ile buluştunuz, artık sizi bırakıyoruz. Öğle yemeğinden sonra buluşacağımızı unutmayınız.
BASANYO — Hayır unutmam.
GRAÇYANO — Keyifsiz görünüyorsunuz, senyör Antonyo. Dünya işlerile çok uğraşıyorsunuz. Bu kadar gaile mukabilinde kazanmak kaybetmekten başka bir şey değil. İnanınız, şaşılacak kadar değişmişsiniz.
ANTONYO — Ben dünyaya ancak lâyık olduğu kadar ehemmiyet veririm, Graçyano. O herkesin kendi rolünü oynıyacağı bir tiyatrodur: Benimki kederli olmak.
GRAÇYANO — Öyle ise benimki de delilik olsun. Ben ihtiyarlık buruşuklarını eğlence ve kahkahalarla kazanmak isterim. Kalbimi hazin iniltilerle soğutacağıma, bağrımı şarapla kızdırırım daha iyi! Kanı kaynıyan bir adam, neden dedesinin alçıdan heykeli gibi hareketsiz kalsın? Neden uyanık iken uyusun? Niçin benzini hırçınlıkla soldursun? Dinle Antonyo, ben seni severim, söyleten de muhabbetimdir. Yüzleri durgun sular gibi kabuk bağlamış bazı adamlar vardır ki, akıllı, vekarlı ve derin görünmek için kendilerini daimî bir hareketsizlik ve sükûne mahkûm etmişlerdir. «Efendi, ben mucizeyim, ağzımı açtığım vakit, dikkat ediniz, köpek havlamasın!» Demek ister gibidirler. Ah, Antonyocuğum. Hiç bir şey söylemedikleri için adları akıllı çıkan bu adamları ben bilirim. Bir şey .söylemiş olsalar, eminim ki kendilerine deli muamelesi etmeğe mecbur olacaklarından dolayı dinleyenleri cehennemlik ederlerdi. Başka vakit daha uzun söylerim. Şimdilik, melankoli salyangozile budalaların tatlı su balığı olan bu türlü şöhret avlamaktan çekin. Hadi, sevgili Lorenzo. Allaha ısmarladık.. Vazımı yemekten sonra bitiririm
LORENZO — Öğle yemeğine kadar sizden ayrılıyoruz. Mademki Graçyano bana söz bırakmıyor, benim de dilsiz akıllılardan olmam icap edecek.
GRAÇYANO — Ne âlâ. İki sene daha benimle arkadaşlık et, kendi sesini tanıyamazsın.
ANTONYO — Uğurlar olsun. Beni de geveze etmek istiyor.
GRAÇYANO — Daha iyi ya! Sükût, pişmiş sığır dilüe, henüz el değmemiş kızlara yakışır.
(GRAÇYANO ile LORENZO çıkarlar)
ANTONYO — Bunlar da lâf mı?
BASANYO. — Graçyano Venediğ’in en çalçene adamıdırSözlerinde işe yarıyan noktalar, iki ölçek saman arasındaki iki buğday tanesine benzer. Bütün bir gün ararsınız, bulduğunuz vakit te, zahmetinize değmez.
ANTONYO — Çok doğru. Şimdi, söyleyiniz bakalım, kendisine gizli ziyaret vadettiğiniz genç kız kim? Bugün anlatacağınıza söz vermiştiniz.
BASANYO — Antonyo, olduğundan fazla görünmek için servetimi israf ettiğimi biliyorsunuz. Bu debdebe ve ihtişamı devam ettiremeyeceğime değil; israf neticesi olarak, mühim borçlarımı namuskârane bir surette ödeyemeyeceğime müte essirim. dostluk hususunda olduğu gibi para cihetinden de en ziyade borçlu olduğum sizsiniz, Antonyo; bununla beraber, bütün borçlarımı ödemeğe müsait projelerimi size anlatmak suyetile, yine sizin dostluğunuza iltica ediyorum.
ANTONYO — Aziz Basanyo, rica ederim, bu projeleri benden gizlemeyiniz. Onlar da sizin gibi hürmete lâyık ise, emin olunuz, kesem, şahsım ve bütün emvalim emrinize amadedir.
BASANYO — Mektebe giderken, okumun birisini kaybettiğim vakit, gözümü iyice açarak, ayni istikamete bir ok daha atar ve bu suretle ekseriya ikisini birden bulurdum. Çocukluğumun bu misalini zikrediyorum, çünkü söyleyeceğim şeyler masumanedir. Size çok borcum var. Ve hevesatma tabi delikanlıların ekseriya başlarına geldiği gibi, aldıklarımın hepsini kaybettim. Fakat, ilk attığınız ok istikametinde bir ok daha, atmayı göze alırsanız, düştüğü yeri gözden kaçırmıyarak, ikisini birden bulacağıma eminim. Hiç olmazsa, birincisi için müteşekkir ve sadık bir borçlunuz kalmakla beraber, İkincisini getireceğime şüphe etmiyorum.
ANTONYO — Beni pek iyi bilirsiniz, dostluğumu tahrik lüzumunu hissetmekle vakit kaybetmiş oluyorsunuz. Fedakârlığımı mevzuu bahsetmek, bütün elimdekilerini israf etmekten ziyade beni mütessir eder. Sizin için ne yapabileceğimi söyıeyiniz, kâfi; elimden geleni yapmakta bir an bile tereddüt etmem. Söyleyiniz.
BASANYO — Belmon da güzel, bu kelimenin anlatamıyacağı derecede güzel ve bulunmaz faziletlere sahip zengin bir kız var. Vaktile bakışları bana tatlı ümitler vermişti. Adı,, Porçıya. Katonun kızı ve Brütüsün Porçıyasmdan hiç aşağı değil. Değerini bütün dünya biliyor; dört taraftan esen rüzgârlar her memleketten kendisine namdar âşıklar getiriyor. Saçları, altın kıvrımlarla şakaklarına dökülüyor, ve bu Belmonu bir Colchos haline koyup, bir çok Jazonları perestişkârları araşma c^kuyoı*. Ah Antonyocuğum, bir kere onlarla müsabakaya girebilsem, içimde bir his pek çabuk beğenilip, ona sahip olacağımı söylüyor.
ANTONYO — Bütün servetimin deniz üzerinde olduğunu biliyorsun. Hazır param olmadığı gibi böyle mühim bir meblâğı derhal bulmak ihtimali de yok.. O halde, her yere baş vur, ve itibarımın Venedikte neler yapabileceğini tecrübe et. Belmona, güzel Porçiyanın yanma, muhteşem bir alayla gidebilmen, için son akçeye kadar sarfedeceğim. Hadi, nerede para varsa öğren; ben de ararım. Şahsım ve itibarım sayesinde bunu bulacağımıza emin ol.
Belmon Porçiyanın evi
PORÇİYA ile NERİSA girerler
PORÇİYA — İnan olsun, Nerisa, benim küçücük vücudüm, şu koca dünyadan usandı.
NERİSA — Sevgili hanımcığım, ya mihnet ve sefaletiniz servet ve saadetiniz kadar çok alsaydı ne yapardınız! Bununla beraber, görüyorum ki açlık nasıl öldürüyorsa, çok beslenmek te insanı hasta ediyor. Saadetin sırrı orta halli olmaktadır. Refah saçları çabuk ağartıyor, ihtiyaç ise uzun bir hayat temin ediyor.
PORÇİYA — İyi ifade edilmiş hakimane sözler!
NERİSA — İstifade edilse daha iyi olurdu!
PORÇİYA — Eğer yapmak yapılması icap edeni bilmek kadar kolay olsaydı, küçük mabetler kiliseye ve fakir kulübeleri prens
saraylarına tahavvül ederdi. En iyi vaiz, söylediklerini yapandır. Ben kolaylıkla, yirmi kişiye, nasıl hareket etmeleri icap ettiğini anlatabilirim de, bu nasihatleri tutan yirmiden biri olamam. Dimağ, beyhude yere coşkun kanları cezalandırmak için kanunlar tertip ediyor; hararetli bir mizaç soğuk emirlerin üstünden sıçrar. Çılgın gençlik, iyi nasihatler tuzağından aşan bir tavşandır... Fakat koca intihabı zamanında bu türlü düşünceler münasip değil. İntihap etmek! Heyhat! Ne istediğimi intihap edebilirim, ne de nefret ettiğimi red! Yaşıyan bir kızın arzusu ölü bir babanın emri önünde iğilmeye mecbur. Berikini seçip, öbürünü red edememek korkunç değil mi, Nerisa?
NERİSA — Babanız melek gibi bir zattı. İyi adamlar öleceklerine yakın mes’ut ilhamlara mazhar olurlar. Altın, gümüş ve kurşundan üç sandıkla kur’a tertip edip, arzusu dairesinde intihap edenin size malik olacağını söylemek suretile kızına iyi bir koca hazırlamanın yolunu bildiğinden emin olunuz. Bu gelen üç prensten birine karşı hususî bir temayül hissediyor musunuz?
PORÇİYA — İsimlerini söyle, sen söylerken ben de tasvirlerini yaparım; bu sana hissiyatım hakkında bir fikir verebilir.
NERİSA — Evvelâ, Napolili prens.
PORÇİYA — Yalnız atından bahseden ve onu bizzat nallamakla iftihar eden bir tay! korkarım, annesi bir nalbantla kabahat işlemiş olmasın!
NERİSA — Kont Palaten.
PORÇİYA — «Beni istemiyorsanız, söyleyiniz» diyecekmiş gibi, daima kaşları çatık. Şen hikâyeleri hiç gülümsemeden dinler. Gençliğindeki somurtkanlığına bakılacak olursa, ihtiyarlayınca göz yaşları döken bir feylesof olacak. Kemik ağızlı bir ölü kafasile evlenmeyi onlarla evlenmeye tercih ederim. Allah beni ikisinden de muhafaza buyursun!
NERİSA — Fransız Senyörü Mösyö Löbona ne dersiniz?
PORÇİYA — Eğer Allah yaratmış olmasaydı, insan olduğundan şüphe ederdim! İstihzanın günah olduğunu biliyorum, fakat ne yapayım! Napolilinin atından daha iyi atı var, ve kaşlarını Prens Palatinden daha ziyade çatıyor. Bir adam bile olamadığı halde bir çok adam. Ardiç kuşu ötecek olsa, yerinden sıçrar! Gölgesile kavga eder! Onunla evlenen yirmi kocaya varmış sayılır. Bana hakaret etse affederdim, çünkü beni çıldırasıya sese bile, asla karşılığını göremezdi.
NERİSA — Genç İngiliz baronu folkonbriç hakkında ne düşünüyorsunuz?
PORÇİYA — Onun hakkında ne düşünebilirim? Ne o beni anlar ne ben onu. Ne lâtince bilir, ne fransızca, ne de İtalyanca. Sen de benim iki paralık İngilizce bilmediğime, gidip, mahkeme huzurunda yemin edebilirsin. Bu güzel bir delikanlı tasviri. Fakat dilsiz bir resimle konuşulmaz ki. Sonra pek garip giyiniyor. Zannedersem, mantosunu İtalyadan, potorunu Fransadan, şapkasını Almanyadan ve tavırlarını her yerden almış.
NERİSA — Ya komşusu İskoçya’lı Lord?
PORÇİYA — Komşuları için çok merhametli; İngiliz’den bir tokat yedi ve elinden geldiği vakit iade edeceğine yemin etti. Zannederim, Fransız da kefil olarak, bir başkasını iade etmeyi üzerine aldı.
NERİSA — Dük Dösaksm yeğeni genç Alman nasıl?
PORÇİYA — Sabahleyin, kahve altı ederken sevimsiz, öğleden sonra sarhoş olunca iğrenç, en iyi vaktinde, insandan biraz aşağı, en fena vektinde ise hayvandan biraz yukarıdır. Başıma gelecek felâket ne olursa olsun, ondan kurtulmanın yolunu bulabileceğimi ümit ederim.
NERİSA — Taliini dener ve doluyu seçerse, babanızın arzusuna muhalefet mi edeceksiniz?
• PORÇİYA — Böyle bir felâkete uğramamak için, boş sandıklardan birinin üzerine, bir bardak Ren şarabı koy. Eğer içinde şeytan olana rast gelirse, iğvası da üzerinde olduğu için, eminim ki onu intihap eder. Bir süngerle evlenmekten ise her şeyi gözüme alırım, Nerisa!
NERİSA — Korkmayınız, bu efendilerin hiç birisile evlenmeyeceksiniz. Onlar, size malik olmak için, bu sandık usulünden başka bir çare yoksa, sizi daha fazla rahatsız etmeyip, memleketlerine dönmiye karar verdiklerinden beni haberdar ettiler.
PORÇİYA — Sibil kadar çok yaşasam bile, Diyan gibi bakir olarak öleceğim; fakat babamın tertip ettiği şekil haricinde
kat’iyyen evlenmeyeceğim. Taliplerimin böyle bir firaset göstermelerine memnunum. İçlerinden biri yok ki, Tanrı’ya yal vararak, kendisine hayırlı yolculuklar temenni etmiş olmıyayım.
NERİSA — Efendim, daha babanız sağ iken, Markiz Dömon Ferra ile beraber gelen malûmaltlı ve cesur Venedikli zabiti hatırlıyor musunuz?
PORÇİYA — Evet, evet, Basanyo; adı böyle idi zannederim.
NERİSA — Evet, madam. Benim mütevazi nazarlarımı celbeden delikanlılar arasında güzel bir kadına en lâyik olanı o.
PORÇİYA — Unutmadım; medihlerine lâyik olduğunu hatırlıyorum.
CBir hizmetçi girer)
Ne o, ne haber?
HİZMETÇİ — Dört ecnebi veda etmek için sizi arıyorlar. Bir beşinci yani Merakeş hâkimi tarafından gönderilen haberci de, efendisinin bu akşam burada olacağını söyliyor.
PORÇİYA — Dördünü teşyi ettiğim huzurla beşincisine sefa geldiniz diyebilseydim, gelmesine sevinecektim. Eğer bir veli ahlâkma ve bir şeytan rengine malik ise, benimle evleneceğine günahlarımı çıkarsın daha iyi. Gel Nerisa. (Hizmetçiye) git karşıla, serseri. Biz âşıkların birine kapıyı kaparken, öbürü çalıyor!
Venedik. Umumî bir meydan.
BASANYO ile SHYLOCK girerler
SHYLOCK — Üç bin altın iyi.
BASANYO — Evet, üç ay vade ile.
SHYLOCK — Üç ay vade ile, iyi.
BASANYO — Dediğim gibi, Antonyo da kefil olacak.
SHYLOCK — Antonyo kefil, iyi.
BASANYO — Bu iyiliği yapıp, beni sevindirebilir misiniz? Lütfen bir cevap veriniz.
SHYLOCK — Üç bin altın, üç ay vade ile, Antonyo da kefil.
BASANYO — Cevabınız?
SHYLOCK — Antonyo namuslu bir adam.
BASANYO — Aksini söyliyeni duydunuz mu?
SHYLOCK — Yok, hayır, hayır! Namuslu bir adam demeklekefaletinin kâfi olduğunu söylemek istedim. Amma onun zenginliği talie bağlı. Trablus yolunda bir gemisi, Hint yolunda başka bir gemisi var. Üçüncüsünün Meksika, dördüncüsünün İngiltere, ötekilerinin de uzaklarda olduğunu Riyalto’da duymuştum. Gemiler tahta parçası, gemiciler insan parçası. Kara faresi var, deniz faresi var, kara hırsızln var, deniz hırsızları var. Yani korsan demek isterim. Deniz tehlikeleri, rüzgârlar, kayalar var. Böyle olmakla beraber sağlam bir adam. Üç bin altın! Kefil olduğuna senet verecek, değil mi?
BASANYO — Buna emin olunuz.
SHYLOCK — Ya, ben de emin olmak isterim, eıhin olmak için de düşünmeli. Antonyo’nun kendisile görüşebilir miyim?
BASANYO — Akşam yemeğine gelir misiniz?
SHYLOCK — Domuz koklamak için! İçinde şeytanın gizlendiği pis hayvanın etini yemek için! Sizinle alış veriş ederim, konuşurum, gezinirim, bu türlü işlerde bulunurum. Fakat sizinle yemek, içmek,yahut ta dua etmek! Bu olur iş mi? Riyalto’dan ne haber? O gelen kim?
BASANYO — Sinyor Antonyo.
SHYLOCK — (Ortaya) Mürai, hrekes kendini ne de iyi gösterir! Ondan nefret ediyorum, Çünkü hıristiyandır; alçak bir sadelik içinde kârsız ödünç para verir, bu suretle Venedik’te faizi düşürür. Bir kere çengele takabilsem, eski kısgançlığın acısını çıkarırım! Mukaddes kabilemizden nefret eder; tacirlerin toplandıkları yerlerde bana, alış verişime, kendisinin faiz diye tahkir ettiği helâl kazancıma karşı ağzına geleni söyler. Eğer onu affedersem, kabileme lânet olsun!
BASANYO — SHYLOCK işitiyor musunuz?
SHYLOCK — Sermayemi düşünüyorum, çabucak üç bin altınlık akçeyi nasıl bulacağım, bunun zorluğunu hesap ediyorum. Zararı yok! Bizim kabileden Tubal isminde zengin bir İbranî var; üst tarafını o tamamlar. Amma durun, yavaş yavaş kaç ay vade ile istiyordunuz? (Arıtonyo’ya) Allah ömürler versin, efendim. İyiliklerinizden bahsediyorduk.     ~
ANTONYO — SHYLOCK, ben şimdiye kadar ne faizle para aldım, ne de para verdim, arkadaşımın âcil ihtiyaçlarını temin için bu sefer itiyadımı bozacağım. (Basanyoya) ne istediğinizi biliyor mu?
SHYLOCK — Evet, evet, üç bin altın.
ANTONYO — Üç ay vade ile.
SHYLOCK — Unutmuştum... Üç ay mı dediniz. Kefalet senedini yapın... Göreyim. Beni dinleyin. Şimdiye kadar faizle para alıp vermediğinizi söylediniz, sanırım.
ANTONYO — Evet, asla.
SHYLOCK — Yakup amcası Laban’m sürülerini otlatırken. Bu Yakup bizim Hazreti İbrahim’den sonra üçüncü peygamberdir. Evet, evet, üçüncü, tam üçüncü.
ANTONYO — Ne münasebetle ondan bahsediyorsunuz? Faizle para mı verirdi?
SHYLOCK — Hayır, faizle para vermezdi. Yani sizin bildiğiniz gibi faizle para vermezdi. Yakup şöyle yapardı. Laban ile aralarında, doğacak kuzulardan benekli ve alaca olanlarının ücret mukabili Yakuba ait olmasını kararlaştırdüar, güz sonunda, koyunlar toplanarak koçlara • katıldı, bu yünlü hayvanlar tarafından neslin bakası için lâzım olan muamele yapılırken, kurnaz çoban ne yaptı bilir misiniz? Değneklerin kabuklarını soyarak, koyunların önlerine koydu. Onlar da bu suretle gebe kalıp, vakti gelince, hep Yakuba ait olan alaca kuzu doğurdular. Bu bir kazanç yolu idi; Yakup takdis edildi. Demek isterim ki, çalmadıktan sonra, insanların bütün ka zandıkları helâldir.
ANTONYO — Yakup çok tehlikeli bir işe girişmiş; Allahın yapacağı bir işi yapmak onun haddine mi düşmüş. Bu faizin helâl olduğunu gösterebilir mi? Sizin altınlarınız, paralarınız, koyun ve koç mu?
SHYLOCK — Bunu diyemem; amma onları bu kadar çabık doğurturum. İyi dinleyiniz, senyör...
ANTONYO — (Basanyo’ya) bak, Basanyo, iblis, kitabı nasıl işine geldiği gibi tefsir ediyor. Mukaddes misallerden istifade eden bir şeytan ruhu, yakışıklı, mütebessim fakat kalbi çürümüş bir caniye benzer. Güzel bir vücut bazan ne iğrenç hileler saklıyor!
SHYLOCK — Üç bin altın! Toparlak bir para! Yüzde on
iki faizle üş ay için!... Biraz da kâra bakalım.
ANTONYO — Söyleyiniz SHYLOCK, bize bu iyiliği edecek misiniz?
SHYLOCK — Senyör Antonyo, kaç defa beni, Riyaltoda, param ve faizim için azarladınız? Ben bunlara omuz kaldırarak tahammül ettim; çünkü sabır bizim kabilemizin! en birinci alâmetidir. Malımı istediğim gibi kullandığım için, bana, dinsiz, köpek, yankesici dediniz, Yahudi Sakomun üzerine tükürdünüz. Bugün, yardımıma muhtaçsınız, gelmiş: «SHYLOCK, para isteriz.» Diyorsunuz. Evet, böyle söyliyorsunuz, siz ki burnu nuzu sakalıma siler ve beni kapınızın önünde oturan yabancı bir köpek gibi tekme ile koğardmız, şimdi para için yalvarıyorsunuz. Size ne cevap vereyim? «Köpekte para olur mu? Bir köpek üç bin altın ödünç verebilir mi?» Diye mi cevap ve reyim; yoksa, yerlere kadar eğilerek nefes bile almadan, bir köle gibi, korkak mırıltılarla: «Sevgili efendim, geçen cumartesi üstüme tükürdünüz; başka bir gün ayağınızla tekme vurdunuz, başka bir gün de köpek dediniz, bütün bu iyiliklerinize karşı, size istediğiniz kadar para verebilirim.» mi diyeyim?
ANTONYO — Şimdi gene köpek diye haykırır, suratına yeniden tükürür, ayağımla da tekmelerim! Bize ödünç para vereceksen, bir dost gibi değil, (çünkü pis bir maden üzerine dostluk ihtikârı yapılmaz.) Bir düşman gibi ver. Sözünde durmazsa, daha çok sevinir, kendisini cezaya çarptırırsın.
SHYLOCK — Amma kuzum, ne de çabuk hiddetleniyorsunuz! Ahbap olasınız diye ben size iyilik etmek, derdinize çare bulmak, ve sizden hiç faiz almamak istiyordum. Siz beni dinlemiyorsunuz bile! Teklifim! o kadar iyi.
ANTONYO — İyiliğin kendisi!
SHYLOCK — Size delilini de göstereceğim. Benimle beraber notere gelin, kefalet senedinizi hazırlayın ve şaka olarak, eğer borcunuzu müddeti bitince, filân mahalde ödeyemezseniz, vücudünüzün istediğim yerinden kesilip alınmak şartile, bana kendi etinizden bir okka et vermeyi taahhüt edin.
ANTONYO — İnan olsun, ben razıyım! Böyle bir senedi derhal imzalar ve bundan sonra, Yahudilerin içinde de iyi adamlar varmış derim.
BASANYO — Benim için kat’iyyen böyle bir taahhüde girmeyeceksiniz! Ben zaruret içinde kalmayı tercih ederim.
ANTONYO — Korkma, azizim. Ben imzamın şerefini muhafaza ederim. İki aya kadar, yani mühlet bitmezden bir ay evvel, bu taahhüdün dokuz mislini ele geçireceğime eminim.
SHYLOCK — Ah babamız İbrahim! Ben bu hıristiyanları pek iyi bilirim! Kalplerinin fesatlığı, onları, başkalarının niyetlerinden şüphe ettirir! Söyleyiniz bana, eğer vaktinde parayı ödeyemezse ben bundan ne kazanacağım? Bir okka insan eti o ağırlıkta koyun, sığır yahut keçi eti kadar para eder mi? .Sırf ahbaplığını kazanmak için, bu iyiliği yapıyorum. İşinize gelmezse, uğurlar olsun. Güzel hatırınız için beni daha ziyade üzmeyiniz!
ANTONYO — SHYLOCK, ben senedini imzalarım.
SHYLOCK — Öyle ise çabık notere gidiniz, bu şakacıktan .senedin içindekileri tasdik ettiriniz; altınlarınız hazır. Ben zevzek bir uşağın muhafazasına bıraktığım evime gidip, bir göz gezdireyim,, biraz sonra gelir sizi bulurum.
(Çıkar)
ANTONYO — Çabuk ol, sevgili Yahudi! Bu İbrani hıristiyan olacak. Epey terakki var.
BASANYO — Ben bir alçağın tatlı sözlerine itimat ede miyorum.
ANTONYO — Bunda korkacak hiç bir şey yok. Mühletten bir ay evvel gemilerim limana gelmiş bulunacak.
(Çıkarlar)
BİRİNCİ PERDENİN SONU
SAHNE I.
Belmon. Porçiya nın evi.
Nefir sesleri. Maiyetile beraber MERAKEŞE HÂKİMİ,
PORÇİYA, NERİSA ve tevabii girerler.
MERAKEŞ HÂKİMİ — Komşumuz olan ve altında doğup büyüdüğümüz yakıcı güneşin kararttığı rengimden çekinmeyiniz. Febüsün ateşlerile ancak buzlarını eritebildiği şimal ço cuklarımn en güzelini getiriniz, şerefinize, vücutlarımızı birer çizgi ile kanatalım, onun kanı mı, yoksa benimki mi daha kırmışı görürsünüz. Güzelim, bu renk cesurları korkuttu, diyebilirim. Sevgimin üzerine yemin ederim ki, diyarımızın en namdar kızları onu sevdiler! Ben rengimi, sizin teveccühünüzden başka hiç bir şeyle değişmeye razı olmam, güzel melikem!
PORÇİYA — İntihap benim genç kız gözlerime bırakılmış değildir. Taliimin kur’ası, beni kendi arzumla intihaptan menediyor. Eğer babam intihabımı kendi anlayışı ile tahdit etmemiş olsaydı; eğer söylediğim tarzdan başka suretle bir kimsenin karısı olabilseydim, namdar Prens, buraya gelenlerin hepsinden ziyade, muhabbetime siz lâyık görülürdünüz.
MERAKEŞ HÂKİMİ — Minnettar olmama bu kadarı kâfi. Öyle ise, rica ederim, taliimi denemek için, beni sandıklara götürünüz. Sofi ile bir Acem şehzadesini öldüren, Sultan Süleymana karşı çıkmaya cesaret eden şu şimşir hakkiçin, sizi elde edebilmek ümidile, en cür’etkâr bakışları ve en cesur kalpleri istihfaf ederdim; ayı yavrularını annelerinin memelerinden ayırır, şikârının ardmdan gürleyen arslanlara meydan okurdum! Fakat, heyhat! Her gül ile Lihas, hangisinin daha kuvvetli olduğunu anlamak için zar atacak olurlarsa, tesadüf zayıf olana yardım edince Alsit [1] uşağına mağlûp olabilir! Bunun jibi ben de kör talie esir olarak, daha liyakatsiz birinin kazanacağını kaybetmek suretile kederimden ölebilirim.
PORÇİYA — Taliinize atılmaya mecbursunuz. Ya intihaptan vaz geçecek, yahut ta intihaptan evvel, istediğinizi seçeme diğiniz takdirde, bir daha izdivaçtan bahsetmeyeceğinize yemin edeceksiniz. İyi düşününüz.
MERAKEŞ HÂKİMİ — Düşünmeyeceğim. Hadi, beni taliime kavuşturunuz.
PORÇİYA — Evvelâ, mabede gidelim. Taliinizi yemekten 3onra denersiniz.
MERAKEŞ HÂKİMİ — Tali yardımcım olsun! Ya insan larm en bahtiyarı yahut ta en bedbahtı olacağım!
(.Nefir sesleri, çıkarlar)
Venedik. Bir sokak.
LANSELOT GOBO girer
LANSELOT — Hiç şüphesiz, vicdanım beni yahudi efendimin evinden kaçıracak. Şeytan iki yanımdan: «Gobo, Lanselot Gobo, iyi Lanselot, yahut iyi Gobo, yahut ta iyi Lanselot Gobo, hadi bacaklarını aç, tüy» Diye fısıldıyarak beni kandırmağa çalışıyor. Öbür taraftan vicdanim: «Hayır, dikkat et, namuslu Lanselot; dikkat et, namuslu Gobo» yahut deminki gibi «namuslu Lanselot Gobo, kaçma, zillet te arkadan gelir.» Diyor. Bunun üzerine habis ruhların er, cesuru, piliyi pırtıyı topla diye beni sıkıştırıyor. Habis ruh: «Haydi!» Diyor. Habis ruh: «daha ne duruyorsun, Allah aşkına, cesaretini topla, kendini kurtar.» Diyor.
O vakit, vicdanım, kalbimin boynuna sarılarak, akıllıca: «namuslu dostum Lanselot, sen namuslu bir adamın oğlusun...» Diyor. Yahut daha doğrusu namuslu bir kadının... Çünkü, babam... Nasıl söyliyeyim... Bazı zevkler... Yani bir nevi iptilâ... Ne ise, vicdanım «kımıldama Lanselot» diyor. Şeytan «kımılda»
[I] Hergülün öbür adı
diye dürtükliyor. Vicdanım «kımıldama» diyor. Ben de «vicdan, doğru söylüyorsun» diyorum. «Şeytan, sen de doğru söylüyorsun» diyorum. Vicdanımı dinliyecek olursam, (Allah taksiratımı affetsin) bir nevi şeytan olan efendimin yanında kalmalıyım. Yahudiden kurtulmak için de (sözüm meclisten dışarı) iblisin ta kendisi olan habis ruhun sözünü dinlemeliyim. Ama, hiç şüphesiz yahudi de şeytanın tecessüm emiş bir şekli, Vicdanen düşünecek olursak, benim vicdanım adî bir vicdan. Yahudinin yanında kalmamı istiyor. Habis ruhun nasihati daha ahpapça. Öyle ise, ben de kaçacağım, habis ruh; tabanlarım emrine amade; ben de kaçacağım.
(Bir sepetle ihtiyar GOBO girer)
GOBO — Genç efendi, rica ederirp., söyleyiniz, zengin yahudinin evine giden yol hangisidir?
LANSELOT — (ortaya) aman yarabbi! Benim öz babam! Gözlerinde kum hastalığı olduğu için beni tanıyamadı! Dur onu bir tecrübe edeyim.
GOBO — Genç centilmen, rica ederim, zengin yahudinin evine giden yol hangisi?
LANSELOT — İlk dönemeçte sağa saparsınız; sonra en yakın dönemeçte sola dönersiniz; daha sonra asü dönemeçte ne sağa saparsınız, ne sola saparsınız, doğruca yahudinin evine inersiniz.
GOBO — Süphanallah! Bu hayli uzun bir yol! Zengin yahudinin yanında çalışan Lanselot isminde birinin gene orada olup olmadığını bana söyliyebilir misiniz??
LANSELOT — Genç centilmen Mösyö Lanselottan mı bahsediyorsunuz? (Ortaya) dikkat ediniz, suyu bulandıracağım... (Yüksek sesle) Genç centilmen Mösyö Lanselottan mı bahsediyorsunuz?
GOBO — Centilmen değil, fakir bir adamın oğlu; babası, dediğim gibi her ne kadar fakir ise de gayet namuslu bir adamdır. Ve allaha çok şükür hâlâ yaşıyor.
LANSELOT — Babası canı nasıl isterse öyle olsun, biz genç Mösyö Lanselottan bahsedelim.
GOBO — Kölenizin ismi, kısaca Lanselot, efendim.
LANSELOT — Binaenaleyh, ihiyar, ria ederim, binaenaleyh istirham ederim, genç mösyö Lanselottan mı bahsediyorsunuz?
GOBO — Müsaadenizle, sade Lanselot, Mösyö.
LANSELOT — Binaenaleyh, Mösyö Lanselot. Baba artık Lanselottan bahsetmeyiniz, çünkü genç centilmen (taliine, mukadderatına ve daha buna benzer acip tabirata itaat ederek, üç hemşireler ve ilmin üç şubesi gibi) vefat etti; yahut sözün kısası, ahirete gitti!
GOBO — Allah esirgesin! Bu çocuk benim ihtiyarlığımın direği, benim biricik desteğim idi!
LANSELOT — Baksana, benim hiç direğe, bastona, desteğe benzer yerim var mı? Tanıdın mı beni baba?
GOBO — Heyhat! Sizi tanıyamadım, genç centilmenim. Fakat, rica ederim, oğlum (Allaha emanet) sağ mı, yoksa öldü mü?
LANSELOT — Beni tanımıyor musunuz, baba?
GOBO — Heyhat, gözlerim bozuktur, sizi tanımıyorum.
LANSELOT — Doğrusu, gözleriniz olsa da, beni daha fazla tanıyamazdınız. Akıllı baba oğlunu tanımaz. İhtiyar, oğlunuzdan haber alacaksınız. Bana hayır dua ediniz. Hakikat er geç tenevvür etmelidir. Bir cinayet uzun müddet saklı kalamaz. Adam oğlu bunu yapabilir; fakat nihayet hakikat meydana çıkar.
GOBO — Rica ederim ayağa kalkınız. Eminim ki siz benim oğlum Lanselot değilsiniz.
LANSELOT — Rica ederim, bu hususta artık budalaca şeyler söylemeyiniz de, bana hayır dua ediniz. Ben sizin dün çocuğunuz, bugün oğlunuz, yarın da evlâdınız Lanselotum.
GOBO — Oğlum olduğunuza inanamıyorum.
LANSELOT — Ben de neye inanacağımı bilmiyorum, fakat ben yahudinin hizmetçisi Lanselotum, ve eminim ki karınız Margerit te annemdir.
Gobo — Sahi adı Margerit idi! Eğer Lanselot isen, yemin ederim ki sen benim öz etimden ve öz kanundansın! Tanrıma çok şükür! Bu sakal ne böyle! Yüzünde, arabaya koştuğum Dobenin kuyruğundaki kıllardan daha fazla kıl var!
LANSELOT — Anlaşılan, Dobenin kuyruğu tersine büyüyor. Eminim ki, son görüşümde, kuyruğunda, yüzümdekinden daha fazla kıl vardı.
GOBO — Senyör, ne kadar değişmişsin! Efendin ile nasıl geçiniyorsun? Ona bir hediye götürüyorum. Şu saatte aranız nasıl?
LANSELOT —İyi, iyi. Fakat ben artık kaçmaya ve iyi bir sokak başı buluncıya kadar durmamaya karar verdim. Efendim tam bir yahudi. Ona hediye götürmek mi! Kendini boğmak için bir urgan götür daha iyi! Hizmetinde açlıktan ölüyorum; parmaklarınızla kaburgalarımı sayabilirsiniz! Baba, geldiğinize ne iyi ettiniz. Hediyenizi bana veriniz, muhteşem kıyafetli yeni hizmetçiler alan Basanyo ismindeki centilmene takdim edeceğim. Eğer onun hizmetine giremezsem, Allah ne kadar yer yarattı ise o kadar uzaklara kaçacağım. Bulunmaz tesadüf! İşte kendisi geliyor. Hadi baba, ilerleyiniz, zira daha ziyade yahudiye hizmet edecek olursam, ben de yahudi olacağım.
(BASANYO, LEONARDO ve diğer hizmetçilerle girerler)
BASANYO — Dediğim gibi, bunları yaparsınız. Mümkün olduğu kadar sür’atle... Yemek nihayet bir saate kadar hazır nima.ii Bu mektupları göndermeyi de unutmayınız. Uşakları yollar, Graçyanoya, derhal evime gelmesini rica edersiniz.
(Bir hizmetçi çıkar)
LANSELOT — Yanaş, baba.
GOBO — Allah efendimize uzun ömürler versin!
BASANYO — Teşekkür ederim. Bir şey mi istiyorsunuz?
GOBO — İşte oğlum, fakir bir çocuk...
LANSELOT — Fakir bir çocuk değil, zengin yahudinin hizmetçisi, ve babamın söylemek istediği gibi...
GOBO — Hani dedikleri gibi çalışmak için adeta kaşınıyor..
LANSELOT — Filhakika, velhasıl, yahudiye hizmet ediyorum, ve babanım söylemek istediği gibi...
GOBO — (Sözüm ona) yahudi ile aralarında, dördüncü derecede bile bir karabet yok.
LANSELOT — Hulâsa, hakikaten, yahudi bana hakaret ettiğinden, ben de.. İhtiyar babamm izah etmek istediği gibi...
GOBO — Efendimize takdim, etmek arzusunda bulunduğum bir çift güvercinim var, ve şunu rica ediyorum ki...
LANSELOT — Söylemek haddim değilse de, efendimizin ihtiyar, fakir ve fazla olarak ta babam olan şu namuslu ihtiyardan öğrenecekleri gibi...
BASANYO — Yalnız biriniz söyleyiniz. Ne istiyorsunuz?
LANELOT — Hizmetinize girmek, efendim.
GOBO — İşte işin kötüsü de bu ya.
BASANYO — Seni pek iyi tanırım. İstediğine nail olacaksın. Efendin SHYLOCK demin bana bundan bahsetmişti. Eğer zengin bir yahudiyi bırakıp ta, benim gibi fakir bir centilmenin hizmetine girmek bir terakki ise, bu terakkiyi sana vadediyorum.
LANSELOT — Eski bir atalar sözü SHYLOCK ile size pek yakışır. Siz Allahın lütfüne mazharsmız, o ise mallarınmkine.
BASANYO — İyi söyledin. Baba, sen, de oğlunla beraber git... — Eski efendine veda et ve evimin nerede olduğunu öğren. (Hizmetçilere) ona arkadaşlarımnkinden daha şık bir hizmetçi elbisesi veriniz, ve hiç bir şey esirgemeyiniz.
LANSELOT — Hadi gidelim, baba. Ah! İş istemenin yolunu hiç bilemiyorum, hayır, işte gördünüz, başımda dilim yok. (avucunun içine bakarak) bütün İtalyada, elini açıp İncil üzerine yemin edenler arasında benimkinden daha güzle bir avucu olan varsaTaliim ne açıkmış; bakınız, işte hayat çizgisi. Alay alay karım olacak! On beş kadın, hiç bir şey değil. On biri dul, dokuzu kız; adam olmak için iyi bir başlangıç! Boğulma tehlikesinden üç defa uzaklaşmış bulunacağım. Tehlike hayatımı kuş tüyünden bir yatakta tehdit edecek. Pek korkulacak bir şey değil. Eğer tali bir kadın ise, bu hiç şüphesiz güzel bir kızdır. Geliniz baba. Göz açıp kapaymcıya kadar yahudi ile vedalaşalım.
(LANSELOT ile GOBO çıkarlar.)
BASANYO — Kahraman Leonardom, rica ederim, iyi dikkat et. Bu söylediklerimi alıp, yerleştirdikten sonra, çabuk, gel beni bul. Bu gece en sevgili arkadaşlarıma ziyafet veriyorum. Hadi, çabuk ol.
LEONARDO — Elimden gelen her şeyi yapacağım.
(GRAÇYANO girer)
GRAÇYANO — Efendin nerede?
LEONARDO — Şurada geziniyor.
(LEONARDO çıkar)
GRAÇYANO — Senyör Basanyo...
BASANYO — Graçyano!
GRAÇYANO — Sizden bir şey rica edeceğim.
BASANYO — Buyurunuz.
GRAÇYANO — Bunu benden esirgemeyeceksiniz. Belmona giderken benim de sizinle beraber gelmem icap ediyor.
BASANYO — Madem; icap ediyormuş, peki! Fakat dinle, Graçyano, sen çok vahşi, çok sertsin, sözlerin de pek amirane... Bu sana oldukça yakışıyor, ve bizim gözümüze kusur gibi görünmüyor. Fakat seni tanımayanlar için bunlar biraz serbest tavırlardır. Gideceğim yerde, tavırlarının huşuneti, fena tefsir edilerek, bana ümitlerimi kaybettirmemek için, rica ederim, garabetini bir kaç tevazu damlasile tadil etmeğe çalış.
GRAÇYANO — Beni dinleyiniz, SinyorBasanyo. Eğer vakarlı bir tavır takınarak, hürmetkârane konuşmazsam; arasıra yemin edip, cebimde bir dua kitabı taşımaz, Tanrının lütuf lanndan bahsolunurken, içimi çekip amin diye mırıldanarak, gözlerimi şöyle şapkamla örtmezsem bir daha hiç bir sözüme inanmayınız. Haminnesinin hoşuna gitmek için vakur tavırlar takınmayı öğrenmeye çalışan adamlar gibi, ne kadar zarafet kaidesi varsa hepsini tetkik edeceğim.
BASANYO — Peki. Nasıl hareket edeceğini görürüz.
GRAÇYANO — Fakat bu gece müstesna. Bu akşam yapacaklarımıza bakarak hüküm vermeyeceksiniz.
BASANYO — Yok, bu felâket olurdu. Btt’akis bu gece her vakitten daha şen olmanı isteyeceğim. Nöş’e ümit eden davetlilerimizi eğlendirmeliyiz. Bunun üzerine; Allaha ısmarladık. Benim bitirilecek bazı işlerim var.
GRAÇYANO — Ben de gidip, Lorenzo ile arkadaşlarını bulayım; yemek vakti ziyaretinize geliriz.
Venedik. SHYLOCKun evi.
JESİKA ile LANSELOT girerler
JESİKA — Babamın yanından ayrıldığına çok müteessirim. Evimiz cehennem, şen şeytan, bu sıkıntılı havayi sen biraz neş’e ile dağıtıyordun. Hadi, Allah selâmet versin. Al sana bir de altın. Şimdi gidip, yeni efendinin misafiri olan Lorenzoyu, yemekte görür, şu mektubu, gizlice kendisine verirsin. Uğurlar olsun, babanım seninle görüştüğümü görmesini istemiyorum.
LANSELOT — Allaha ısmarladık!... Benim yerime göz yaşlarım söylesin!... Allaha ısmarladık, güzel kâfir.. Sevgili yahudi!... Eğer seni ele geçirmek için bir hristiyan çapkm sergüzeştlere atılmazsa, ben de hiç bir şey bilmiyorum. Allaha ısmarladık! Türlü hislerle göz yaşlarına garkoluyorum. Allaha ısı marladık!
(Çıkar)
JESİTA — Uğurlar olsun, yiğit Lanselotum! Babamın kızı olduğuma kızarmakla kim bilir ne büyük bir günah işliyorum! Fakat onun kanından ve onun kızı olsam da, huyum onunkine hiç benzemiyor. Ah Lorenzo, vadinde durursan, artık bu mücadeleye nihayet verecek; ve hristiyanlığı kabul ederek, senin sevgili karın olacağım.
(Çıkar.)
Yine Venedik. Bir sokak.
GRAÇYANO, LORENZO, SALARİNO ve SOLANYO girerler
LORENZO — Yemek yenirken, sıvışıp, bizim evde kıyafetimizi değiştirdikten sonra, bir saate kadar yine geliriz.
GRAÇYANO —Biz hazırlanmadık.
SALARİNO — Meş’alecilerden hiç bahsetmedik.
SOLANYO — İyi idare edilmezse, bu pek tatsız oluyor. Bana kalırsa, en iyisi, ondan vaz geçelim.
LORENZO — Saat daha altı, iki saatimiz var.
(LANSELOT, elinde bir mekupla girer)
Ne o, dostum Lanselot, ne haber?
LANSELOT — Lütfen zarfı açarsanız, öğrenirsiniz.
LORENZO — Yazıyı tanıdım. İnan olsun, güzel bir yazı. Yazan elise yazılan kâğıttan daha beyaz.
GRAÇYANO — Eminim ki, aşk haberleri.
LANSELOT — Müsaadenizle, efendim.
LORENZO — Nereye gidiyorsun?
LANSELOT — Eski yahudi efendimi, yeni hristiyan efendimin bu akşamki ziyafetine davet etmeğe.
LORENZO — Dur. Al, şunu... Güzel Jeskaya, vadimde kusur etmeyeceğimi söyle... Ama yanında kimse olmasm...
(.LANSELOT çıkar)
Efendiler, bu geceki maskara alayına hazırlanmak istiyor musunuz? Ben bir meş’aleci buldum.
SALARİNO — Sahi, ben gidiyorum.
SOLANYO — Ben de.
LORENZO — Bir saate kadar gelip, Graçyanonun evinde, bizi bulursunuz.
SALARİNO — En iyisi bu.
(.SALARİNO ile SOLANYO çıkarlar)
GRAÇYANO — Mektup, güzel Jesikadan değil mi?
LORENZO — Her şeyi sana anlatmalıyım. Bana babasının evinden kendisini kaçırmanın yolunu öğretiyor; yanma alacağı altınlardan, mücevherattan ve kaçmak için hazırladığı hizmetçi elbisesinden bahsediyor. Babası cennet yüzü görürse, hiç şüphesiz sevimli kızı hürmetinedir. Talisizlik, kâfir bir yahudinin kızı olmaktan başka bir behane üe ona yaklaşmaya cesaret edemez. Hadi, gel. Yolda mektubu okursun. Güzel Jesika benim meş’alecim olacak.
Yine Venedik. SHYLOCKun evi.
SHYLOCK — Peki, görürsün sen; ihtiyar SHYLOCK ile Basanyo arasındaki farkı anlarsın... Hey, Jesika!... Evimdeki gibi patlayıncıya kadar yiyemezsin... Hey, Jesika!... Uyuyamazsın, horlayamazsın, elbiselerini yırtamazsın! Jesika!
LANSELOT — Hey, Jesika!
SHYLOCK — Onu çağır diye sana kim söyledi? Ben öyle bir şey demedim.
LANSELOT — Bana, ekseriya, söylemeden bir şey yapmazsın diye darılırdınız da!
JESİKA — Beni mi çağırdınız? Ne istiyorsunuz?
SHYLOCK — Ben ziyafete davetliyim, Jesika. İşte anahtarlarım; Fakat neye gidecekmişim? Onlar beni dostluklarından çağırmadılar; bana eziyet etmek istiyorlar! Gideceğim, ama düşmanlıkla ve müsrif bir hristiyanın yemeklerini yemek için gideceğim! Jesika, kızım, eve iyi dikkat et... Canım hiç te gitmek istemiyor... Rahatımı bozmak için bazı fena teşebbüsler var, bu gece rüyamda para torbaları gördüm!
LANSELOT — Rica ederim, gidiniz, yeni efendim sabırsızlıkla inmenizi bekliyor.
SHYLOCK — Ben de onunkini bekliyorum.
LANSELOT — Hep kararlaştırdılar... Bir maskara alayı göreceğinizi söylemek istemiyorum; fakat onlardan birini görürseniz, paskalyanın son salısının saat altısında burnumun kanamasının boş olmadığını anlarsınız; dört sene evvel Sandr yortusunun cumartesisinde de, öğlen üzeri gene böyle kanamıştı.
SHYLOCK — Nasıl! Maske de mi var? İşitiyor musunuz, Jesika. Kapıları kapayınız. Eğer trampete, yahut kıvrık boyunlu düdüklerin çığırtkan sesini duyacak olursanız, merak edip te, yüzünü gözünü boyamış çügın hristiyanları görmek için, pençereden eğilmeyiniz. Evimin kulaklarını, pençerelerini demek isterim, dahasıkı kapayınız. Bu kuru gürültülerin, sessiz evimin sükûnetini bozmasına müsaade etmeyiniz... Yakubun asası hakkiçün, bu gece şu ziyafete gitmeyi hiç te canım istemiyor!.. Ama gideceğim... Git haber ver, zevzek! Gideceğim, diyorum.
LANSELOT — Ben de haber vermeğe gidiyorum’ (ortaya) hanımcığım, pencereden bakmayı unutmayınız:
Musevi gözüne lâyık Bir hristiyan gelecek.
(LANSELOT çıkar)
SHYLOCK — Bu Hacer neslinden budala ne dedi.
JESİKA — «Allaha ısmarladık, hanımcığım» dedi. Başka bir şey değil.
SHYLOCK — Bu şapşal fena oğlan değil, ama obur, ve bir kaplumbağa kadar ağır, yaban faresi gibi bütün gün uyur. Eşek arasının benim kovanımda işi yok. Ondan ayrılıyorum, Ödünç aldığı parayı daha çabuk bitirmesini istediğim bir adama bırakmak için, ondan ayrılıyorum. Hadi içeriye, Jesika. Ben belki de hiç durmadan dönerim. Dediğim gibi, üzerine kapıları kapamayı unutma. «Eyi sakla, eyi bul.» tutamaklı adamlar için eskimez bir darbi meseldir.
(Çıkar)
JESİKA — Uğurlar olsun. Eğer talih ters gitmezse, ben bir baba kaybedeceğim, sen de bir kız.
(Çıkar)
Yine orası.
Maskeli olarak GRAÇYANO ve SALARİNO girerler
GRAÇYANO — İşte Lorenzonun beklememizi söylediği yol.
SALARİNO — Vakit geçiyor.
GRAÇYANO — Bu kadar gecikmesi şaşılacak şey, çünkü âşıklar daima saatinden evvel gelirler.
SALARİNO — Venüsün güvercinleri yeni bir aşkın bağlarını dokumak için, edilmiş vaitleri hatırlatmaktan on kat daha sür’atle uçarlar.
GRAÇYANO — Kim bir ziyafetten, sofraya otururken duyduğu iştiha ile kalkar? Geçtiği sarp yoldan, gittiği hızla dönen at nerede? hiç bir şeyde takip ederken duyduğumuz harareti nail olduktan sonra duyamayız. Donanmış bir halde limandan çıkıp, nevazişkâr rüzgârların kucağına atılan bir gemi toy bir delikanlıya veya bir deliye ne kadar benzer! Sonra, bir de onun müsrif bir çocuk gibi, kaburgaları fırtınadan delik deşik, yelkenleri yırtık, harap, berbat, ve serseri rüzgârlarla yıpranmış bir halde limana dönüşünü görünüz!
(.LORENZO girer)
SALARİNO — İşte Lorenzo geliyor, bundan başka vakit gene bahsederiz.
LORENZO — Aziz dostlarım, geciktiğim için beni mazur görünüz. Sizi bekleten ben değilim, işlerimdir. Kadın hırsızlığına kalktığınız vakit ben de sizi böyle beklerim. Yaklaşalım. Yahudi kaynatamın oturduğu yer işte burası. Hey! Kim var orada?
(Uşak elbisesile JESİKA pencereden görünür)
JESİKA — Kimsiniz? Sesinizden tanımış olduğuma yemin etsem büe, daha ziyade emin olmak için kim olduğunuzu söylemelisiniz.
LORENZO — Lorenzo, sevgilin.
JESİKA — Lorenzo, doğru; sevgilim, hiç şüphe yok. çünkü onun kadar kimi seviyorum? Ve Lorenzo yu sevdiğimi ondan başka kim biliyor?
LORENZO — Sevgilim olduğuna gök yüzü ve kalbin de şahit.
JESİKA — Şu çekmeceyi alınız. Ettiğiniz zahmete değer. Bereket versin, gece de, beni görmüyorsunuz, kılığımdan utanıyorum. Fakat aşk kördür, ve âşıklar, yaptıkları güzel çılgınlıkların farkında olmazlar. Yoksa uşak kıyafetine girdiğimi görse, Küpidonun kendisi bile kızarırdı.
LORENZO — Hadi in aşağıya, benim meş’alecim olacaksın.
JESİKA — Nasıl kendi hacaletimi kendim mi aydınlatacağım? Ah, yemin ederim ki, benim için, o zaten aydınlık! sevgilim, nasü, ben kendimi gizlemek için karanlıklar ararken, siz beni meş’aleci mi yapmak istiyorsunuz?
LORENZO — Siz bu güzel uşak elbiseniz altında, karanlıktasınız, cicim. Hadi, gece geçmeye başladı; Basanyonun ziyafetinde bizi bekliyorlar.
JESİKA — Kapüarı kapayıp, yanıma bir kaç altın daha aldıktan sonra, sizinim.
CPencereden çekilir)
GRAÇYANO — Külâhım hakkiçün, bu yahudi değil, yahudiden başka her şey.
LORENZO — Ne derseniz diyiniz, onu bütün kalbimle seviyorum! Eğer anlıyabiliyorsam, akıllı; gözlerim beni aldatmıyorsa, güzel; ve bir çok delillerini gösterdiği gibi sadıktır. Akıllı, güzel ve sadık bir kız olarak ebediyen gönlümde yaşıyacak!
(JESİKA girer)
Geldin mi? Efendiler, hadi gidelim. Arkadaşlarımız ve maskara alayı bizi bekliyor.
(JESİKA ve SALARİNO ile beraber çıkar)
(ANTONYO girer)
ANTONYO — Kim o?
GRAÇYANO — Senyör Antonyo?
ANTONYO — Allah müstahkım versin, Graçyano! Ötekiler nerede? Saat dokuz, arkadaşlar bizi bekliyor. Bu akşam maskara alayı yapılmıyacak. Rüzgâr çıktı, Basanyo gemiye biniyor. Sizi aramağa belki yirmi kişi gönderdim.
GRAÇYANO — Çok iyi! Bu gece yelken açıp, enginlere açılmaktan başka hiç bir arzum yok.
(Çıkarlar)
Belmon Porçiyanın evi.
Nefir sesleri. PORÇİYA ile MEAKEŞ HÂKİMİ ve maiyetleri girerler
PORÇİYA — Hadi, perdeleri çekip, sandıkları bu asil prense gösteriniz... Buyurunuz, intihap deiniz.
MERAKEŞ HÂKİMİ — Evvelâ, altın sandık; üzerinde şöyle yazıyor: «Beni seçen, bir çok kimselerin arzu ettiğini kazanır.» Sonra, gümüş sandık, üzerinde şu vait var: «Beni seçen, lâyık olduğuna nail olur.» Nihayet, madeni kadar kaba bir ifade ile kurşun sandık: «Beni seçen, bütün elindekilerini verir, tehlikeye koyar.» Verir. Niçin? Kurşun için mi? Kurşun içinmi tehlikeye koyar? Bu sandık korkutuyor. Elindekilerini tehlikeye koyanlar, bunu büyük bir kâr ümidile yaparlar. Altın bir kalp, işe yaramaz bir madenin iğfaline kendini kaptırmaz. Öyle ise. ben de kurşun için hiç bir şey vermeyecek, ve hiç bir şeyimi tehlikeye koymayacağım. Gümüş sandık, bakir rengile ne diyor? «Beni seçen, lâyık olduğuna nail olur.». Lâyık olduğuna. Merakeşli, bir dakika düşün, ve insaflı bir el ile neye lâyık olduğunu tart. Eğer kendi liyakatlerini göz önüne getirecek olursan, oldukça meziyet sahibisin; fakat bu meziyetlerinin, bu kadını elde etmeğe kâfi olduğunu söyliyemezsin. Bununla beraber liyakatimden şüphe etmek, kadrimi kendi elimle tenzil etmek olur. «Lâyık olduğuna!» Yani bu kadına. Asaletim, servetim, cazibem, tahsil ve terbiyem, ve nihayet aşkımla ben bu kadına lâyıkım. Daha fazla tereddüt etmeden, gümüş sandığı intihap etsem, ne olur? Altın sandığın üzerinde ne yazılı idi. Bir daha bakalım. «Beni seçen, bir çok kimselerin arzu ettiğini kazanır.» Yani kadını. Herkes onu arzu ediyor. Dünyanın dört köşesinden bu aziz vediayi ve burada yaşıyan mukaddes faniyi öpmek için koşuyorlar. Hirkani yaylaları ile, geniş Arabistanın ıssız çölleri şimdi, güzel Porçiyayi görmeğe koşan prensler için birer büyük cadde. Gökyüzüne saldıran engin denizlerin kudreti yabancı talipleri durduramıyor. Güzel Porçiyaya kavuşmak için onu bir dere gibi geçiyorlar, ,3u üç sandıktan biri onun semavî tasvirini ihtiva ediyor. Bunun kurşun sandık olması hiç yakışık alır mı? Böyle bir ihtimali düşünmek bile kendini hüsrana mahkûm etmektir. Bu kaba madeni, mezar karanlıkları içinde, onun muattar naşını ihtivaya lâyık görmek bile büyük bir hakarettir. Kıymeti saf altından on kat daha az olan gümüşte olmasını farzedebilir miyim? Ah ne ayıp düşünce! Bu kadar kıymetli bir pırlanta, hiç altından daha değersiz bir madene konulur mu? İngiltere’de bir melek tasvirini ihtiva eden altın bir para var; faka resim onun üstünde, halbuki burada, melek, altın bir yatakta dinleniyor. Veriniz anahtarı, ne olursa olsun, ben şu altın sandığı intihap ettim.
PORÇİYA — Alınız, prens; eğer tasvirim çıkarsa, sizinim.
(Altın sandığı açar)
MERAKEŞ HAKİMİ — Eyvah! Cehennem! Bu ne? Göz çukurunda bir kâğıt tomarı bulunan bir iskelet! Okuyalım.
Her parlayan altın değil,
Bunun pek çok işittin.
Dışa bakan pek çokları,
Tatlı candan oldular;
Kurt doludur, altın mezar!
Vücudün genç, fikrin ihtiyar,
Cesaretin kadar aklın olaydı,
Bulduğun cevap başka olurdu.
Uğurlar olsun, ümidin bitti.
Doğrusu, iyi bitti. O kadar zahmetler boşa gitti! Öyle ise, uğurlar olsun aydınlık! Soğuk karanlık, sen gel! Allaha ısmarladık, Porçiya! Sizinle uzun uzun vedalaşmıyacak kadar kederliyim. Kaybedenler böyle giderler.
(Çıkar)
PORÇİYA — İyi kurtulduk! Çekiniz perdeleri. Onun renginde olanlar böyle intihap etsinler!
(Çıkar)
Venedik. Bir sokak.
SALARİNO ile SOLANYO girerler
SALARİNO — Evet, Basanyonun yelken açtığım gördüm. Graçyano da onunla beraber gitti, fakat, eminim ki yanlarında Lorenzo yoktu.
SOLANYO — zevzek Yahudi yaygaralarile düku uyandırıp, onunla beraber Basanyonun gemisini aramıya gitmiş.
SALARİNO — Geç kalmış; gemi demir almıştı. Fakat Lorenzo ile sevgilisi Jesikayı bir gonolda görenler var. Esasen Antonyo da onun Basanyo ile beraber gemide olmadığını Düke söylemişti.
SOLANYO — Ben şimdiye kadar Yahudinin sokaklarda kopardığı yaygara gibi karışık, garip, şiddetli mütehavvil bir hiddet görmedim: Kızım! — Ah altınlarım! — Ah kızım! bir hıristiyan kaçırdı! Ah benim, hıristiyan altınlarım! Adalet! Kanun! Altınlarım ve kızımj! Kızımın çaldığı bir torba altın, benim ikilik altınlarım! Mücevherlerim! iki taş, iki bulunmaz ve kıymettar taş! Adalet! Kızımı bulunuz! Üstünde taşlar, altınlar
SALARİNO — Venediğin bütün yaramaz çocukları kızım, altınlarım, taşlarım, diye bağırarak, arkasından koşuyorlardı.
SOLANYO — Mert Antonyo, vadesinde parayı veremezse, korkarım acısını ondan çıkarır.
SALARİNO — Hakkınız var! Dün bir Fransızla konuşuyordum. Fransa ile İngiltere’yi ayıran boğazda bizim memlekete ait zengin hamuleli bir gemi battığını söylüyordu. O söylerken aklıma Antonyo geldi. Ve içimden «Allah verede onun gemisi olmasa dedim.
SOLANYO — Bunları Antonyoya da söyleseniz pek iyi edersiniz. Fakat fazla müteessir etmemek için birdenbire söylemeyiniz.
SALARİNO — Yer yüzünde ondan daha iyi bir adam yokur. Basanyo ile Antonyoyu ayrılırlarken gördüm. Basanyo (Çabuk dönmeğe gayret edeceğini) söylerken, Antonyo şöyle cevap veriyordu: (Basanyo sakın acele edipte, benim için işlerinizi bozmayınız, ne kadar icap ederse o kadar kalınız.. Yahudinin senedine gelince, sizin âşık ruhunuz onunla hiç meşgul, olmasın. Neş’eli olunuz, ve bütün düşüncelerinizi, beğenilmeğe ve muvaffakiyete götürecek yollarla aşkınızı izhara sarfediniz.) Bu esnada gözleri yaşlarla dolu, yüzünü çevirip, elini arkaya uzatarak, müşfik bir muhabbetle Basanyonun elini sıktı ve ayrıldılar.
SOLANYO — Dünyayı onun için seviyor, denilebilr. Hadi, reca ederim, kendisini bulup, bazı eğlencelerle kederini tadile çalışalım.
SALARİNO — Evet, hadi!
(Çıkarlar)
Belmon. Porçiyanın evi
NERİSA bir hizmetçi kadın ile girer
NERÎSA — Çabuk, çabuk, rica ederim, perdeyi çek. Aragon prensi yeminini etti, intihaba geliyor.
(Nefir sesleri. ARAGON PRENSİ, PORÇİYA ve maiyetleri girerler)
PORÇİYA — Asil prens, işte sandıklar burada. İçinde tasvirim bulunanı seçerseniz derhal izdivacımız tes’it edilecek; fakat, aldanacak olursanız, bir kelime söylemeden hemen burayi terketmelisiniz.
ARAGON PRENSİ — Yeminimle üç şeye riayet etmeyi taahhüt ettim. Birincisi, intihap ettiğim sandığı hiç kimseye söylememek; İkincisi, istediğim sandığı bulamazsam, bir daha hiç bir kıza izdivaç teklifinde bulunmamak, üçüncüsü de, doluyu intihap edemezsem derhal çekilip gitmek.
PORÇİYA — Lâyık değilsem de, taliini denemezden evvel herkes bu şartların ifasına yemin eder.
ARAGON PRENSİ — Ben hazırım. Tali ümitlerimin yardımcısı olsun! Altın, gümüş ve adi kurşun. «Beni seçen, bütün elindekilerini verir, tehlikeye koyar.» Senin için her şeyimi verip tehlikeye koymazdan evvel daha cazip bir görünüşün olmalı idi! Bakalım, altın sandık ne diyor? «Beni seçen, bir çok kimselerin arzu ettiğini kazanır.» Bir çok kimselerin arzu ettiğini. Bu «Bir çok kimseler» görünüşe aldanan, kamaşmış gözlerinin kendisine gösterdiğinden ötesini göremiyen, ve dağ kırlangıcı gibi yuvasını tehlikeli yollarda, rüzgârlara karşı, duvar yüzlerine yapan budala kalabalığı kastedebilir. Ben bir çok kimselerin arzu ettiği ni intihap etmeyeceğim. Adî ruhlu kaba insanlara karışmak istemem. Gümüş define, sıra sana geldi. «Beni seçen, lâyık olduğuna nail olur.» Çok doğru. Liyakati olmadan, talii aldatıp, şeref sahibi olmayı kim istiyebilir? Hiç kimse lâyık olmadığı bir şerefle örtünebileceğini zannetmesin! Eğer mal, mevki, unvan ve memuriyetler haksız yollarla ele geçirilemeyip, şeref ve itibar yalnzı haiz olanın liyakatile kazanılmış olsaydı, ne kadar çıplaklar örtülür, ne kadar amirler emir altına girerdi! Büyüklükte ne küçüklükler, küçüklükte ne büyüklükler keşfedilirdi! Kulübe ve harabeler altında gizlenmiş ne liyakatler bulunup, yeni bir şaşaa ile parıldardı! İntihabımıza gelelim. «Beni seçen, lâyık olduğuna nail olur» Ben lâyık olduğumu anlamak istiyorum. Bana bu sandığın anahtarını veriniz, daha ziyade gecikmeden taliimin kapısını açayım.
PORÇİYA — Orada bulacağınıza göre çok bile beklediniz.
ARAGON PRENSİ — Bu ne? Göz kırparak, bir kâğıt uzatan bir deli tasviri. Porçiyaya ne kadar da az benziyorsun! Ümit ve liyakatimden ne kadar başkasın! «Beni seçen, lâyık olduğuna nail olur.» Ben deli kafasından başka bir şeye lâyık değil miyim? Lâyık olduğum bu mu? Bundan daha iyisine liyakatim yok mu?
PORÇİYA — Kabahat yapmakla, hükmetmek başka başka ve hatta birbirine zıt şeylerdir.
ARAGON PRENSİ — Bakayım üstünde ne yazılı?
Ateş bunu yedi defa denedi;
Bir hüküm de, yanılmamak isterse,
Yedi defa tecrübeden geçmeli.
Bazıları gölgeleri kucaklar;
Buldukları: Saadetin gölgesi.
Benim gibi gümüş ile örtülü Milyonlarca budala var yaşıyan.
Yatağına istediğin kızı al;
Şunu bil ki, her zaman,
Benim başım sana lâyık olan baş.
Anladın mı? Hadi arş!
Burada daha fazla kalacak olursam, daha ziyade deliye benzeyeceğim. Taliimi denemeye bir deli başı ile geldim, iki deli başı ile gidiyorum. Allaha ısmarladık, güzel sevgili! Yeminimde durup, felâketime sabırla tahammül edeceğim
(ARAGON PRENSİ maiyetile beraber çıkar)
PORÇİYA — Mum pervaneyi yaktı! Ah! Bu akıllı deliler! intihap ederken, her şeyi düşünerek kaybetmek dirayetini gösteriyorlar.
N ERİ S A — Eski atalar sözü pek te yanlış değildir: Asılmak ta, evlenmek te baht işi.
PORÇİYA — Perdeyi indir, Nerisa.
(Bir hizmetçi. girer)
HİZMETÇİ — Madam nerede?
PORÇİYA — Buradayım. Efendimiz yine ne emrediyorlar?
HİZMETÇİ — Madam, kapınıza genç bir Venedikli indi. Size kıymettar hediyelerle beraber, manidar selâmlar yani ruhnüvaz fısıltılar takdim edecek olan efendisinin vürudunu haber veriyor. Ben ömrümde onun kadar güzel bir aşk elçisi görmedim. Hiç bir nisan günü muhteşem' yazın vürudunu, efendisinin gelmekte olduğunu haber veren bu müjdeci kadar hoş bildirememiştir.
PORÇİYA — Yeter, rica ederim; bu kadar methettiğine bakılacak olursa, korkarım, sonunda, akrabamdır diyeceksin. Gel, Nerisa. Bu kadar güzel bir alayla gelen aşk habercisini görmek için sabırsızlanıyorum.
NERİSA — Ah aşk, ya bu Basanyo ise!
(Çıkarlar)
İKİNCİ PERDENİN SONU
*****
Venedik bir sokak
SOLANYO ile SALARİNO girerler.
SOLANYO — Riyaltodan ne haber?
SALARİNO — Antonyo nun, boğazda zengin hamuleli bir gemi kaybettiği söylendiği halde, hiç bir taraftan tekzip edilmiyor. Bir çok gemi enkazlarının gömülü bulunduğu Godvin ismindeki tehlikeli ve meş’um sığlıkda batmış olacak. Eğer şayia, yalan söylemez namuslu bir kadın ise, işte haber bu.
SOLANYO— Bu haberin, zencefil çiğneyen, yahut komşularını üçüncü kocasının ölümüne ağladığına inandırmaya çalışan kadınlar gibi yalancı olmasını temenni ederim! Fakat uzun lâfla vakit kaybetmemek, ve her şeyi olduğu gibi, kaçamaksız söylemek lâzım gelirse, şu bir hakikat ki, iyi Antonyo, namuslu Antonyo... İsmile beraber zikredecek münasip bir tabir bulamıyorum!
SALARİNO — Peki, sonra?
SOLANYO — Hi..m!.„ Ne diyorsun? Sonu şu ki gemisini kaybetmiş.
SALARİNO — Barı bundan başka zararı olmasaydı.
SOLANYO — Şeytan sözümü kesmeden, dur âmin diyeyim, çünkü işte Yahudi kıyafetinde geliyor...
(.SHYLOCK girer)
Ne. o SHYLOCK? Tüccar arasında ne hevadis var?
SHYLOCK — Kızımın kaçtığını siz herkesten iyi bilirsiniz.
SALARİNO — Bu muhakkak. Bana sorsan, ben onun
uçtuğu kanatları yapan terziyi bile tanırım.
SOLANYO — Kendisine gelince, SHYLOCK ta kuşun bütün tüyleri yerinde olduğunu, ve bu hale gelince, onların yuvayı „j terketmeleri tabiatları iktizasından olduğunu bilir.
SHYLOCK — Cehenneme kadar yolu var!
SALARİNO — Hükmeden şeytan olursa, çok doğru.
SHYLOCK Benim öz etim, öz kanım bana böyle isyan , + etsin!
SALARİNO — Böyle söyleme, ihtiyar tirit! Senin yaşında J mı isyan edeceklerdi?
SHYLOCK — Kızım, etim ve kanimdir, demek istiyorum.
SALARİNO — Onun etile seninki arasında kara cam ile fil dişi; senin kanınla onunki arasında da, kırmızı şarapla Ren şarabı arasındaki farktan daha çok fark var. Söyle bakalım, Antonyonun denizde hiç bir zarara uğradığını duydun mu?
SHYLOCK — İşte bana ağır bir muşta daha! Müflis, müsrif herifin biri! Çarşıda her gün zarafet taslıyan bir dilenci!... Senedini iyi gözetsin!... Bana müıabahacı demeyi adet etmişti. Senedini gözetsin!...Hıristiyanlık merhametile ödünç para verirdi!... Senedini gözetsin!
SALARİNO — Borcunu ödeyemezse, eminim ki etini almazsın, ne işine yarar ki?
SHYLOCK — Balık yemi yapmaya! Başka şeyi beslefiıese bile hiç olmazsa kinimi besler! İtibarımı düşürdü, beni yatım milyon dolandırdı, zararlarıma güldü, kârımla eğlendi, milletimi tahkir etti, dostlarımı soğuttu, düşmanlarımı kışkırttı!
Sebebi ne? Çünkü ben Yahudiyim! Yahudinin gözleri yok mü?
Elleri yok mu? Yahudinin azası, boyu bosu, duyguları, sevgi leri, arzuları yok mu? Aynı gıda ile beslenmez mi?
Aynı silâh ile yaralanma/ miı? Aynı hastalıklara tutulup, aynı ilâçlarla iyi olmaz mı? O da bir hıristiyan gibi yaz gelince ısınıp, kış gelince üşümez mi? Batırsanız, kanamaz mıyız? Gıdıklasanız, gülmez miyiz? Zehirleseniz plmeft miyiz? Hakaret etseniz öc almaz mıyız? Mademki her şeyde sizin gibiyiz, bunda da size benzeyeceğiz. Bir Yahudi bir hıristiyana hakaret etse bu hıristiyan nfe yapar? İntikam almaz pil?
Bir Hıristiyan bir Yahudiye hakaret edince, misal meydanda iken, nasıl tahammül edebilir? Bana ne öğretti iseniz, ben de onu yapacağım. Öğrettiklerinizi geçmezsem, yazıklar olsun bana!
(Bir hizmetçi girer.)
HİZMETÇİ — Efendiler, Senyör Antonyo, evinde, ikinizle de görüşmek istiyor.
SOLANYO — Biz de onu arıyorduk.
(TÜBAL girer)
SALARİNO — İşte kabilesinden biri daha. Onların cinsinden bir üçüncüsü zor bulunur; meğer ki şeytan Yahudi kılığına gire.
(SOLANYO, SALARİNO ve hizmetçi çıkarlar)
SHYLOCK — E, Tübal, Ceneveden ne haber? Kızımı buldun mu?
TÜBAL — Çok yerde lakırdısını işittim, amma kendisini ele, geçiremedim.
SHYLOCK — Oh! Oh! Oh! Frangfortta bana iki bin altına malolan elmasımı götürdü! Kabilemizin üzerine şimdiye kadaî musibet çökmemişti! Onun tesirini bu güne kadar duymamıştım. Bir taşta iki bin altın! Öbürleri de başka! O kıymetli mücevherleri! Kulaklarındaki elmaslarla ayaklarıma düşüp geberemedi! Kefeninde altınlarla, gözümün önünde yerin dibine gömülemedi! Hiç haber yok ha! Onları aratmak için de kim bilir ne kadar masraf edeceğim? Zarar zarar üstüne! Hırsız o kadar götürdü, hırsızı bulmak için de bu kadar gidecek! Sonra ortada ne sevinilecek bir .haber var, ne de intikam! Bütün felâketler benim omuzlarımda, bütün hıçkırıklar benim boğazımda, ve bütün göz yaşları benim gözlerimde!
TÜBAL — Başka adarhlarm başında da felâket var. Cenevrede işittiğime göre Antonyonun...
SHYLOCK — Nasıl, nasıl, nasü? Bir felâket mi, bir felâ ket mi?       "
TÜBAL — ...Gemilerinden biri Trablusgarptan gelirken batmış...
SHYLOCK — Şükürler olsun! Allaha şükürler olsun! Sahimi? Sahi mi?
TÜBAL — Kazadan kurtulan gemicilerin bir haçile görüştüm.
SHYLOCK — Sağ olasın, sevgili tübal. İyi havadis! İyi havadis! Oh, oh! Nerede? Cenevede mi?
TÜBAL — Cenevede kızınızın bir gecede seksen altın harcadığını da duymuştum.
SHYLOCK — Bana hançer saplıyorsun! Paralarımı bir daha göremeyeceğim! Bir gecede seksen altın! Seksen altın!
TÜBAL — Venediğe, Antonyonun bir çok alacaklıları ile beraber geldim; hepsi de, iflâstan başka çaresi kalmadığını söylüyorlar.
SHYLOCK — Çok iyi. Ona eziyet edeceğim! İşkence edeceğim! Buna çok memnun oldum!
TÜBAL — İçlerinden biri, bana bir sjizük gösterdi, bir maymun vererek kızından almış.
SHYLOCK — Allah belâsını versin! Bana işkence ediyorsun, Tübal! Bu benim firuzem idi; onu daha çocukken Liyadan almıştım! ben onu maymun dolu bir ormanla değişmezdim.
TÜBAL — Fakat, şüphe yok Antonyo mahvoldu.
SHYLOCK —f Oh! Bu muhakkak; bu muhakkak. Tübal, bir zaptiye memuru bulup, bir hafta evvel haberdar et. Parayı vermezse, yüreğini çıkaracağım. Bir kere Venedik vücudünden kurtuldu mu, istediğim gibi alış verişime bakarrm. Koş, Tübal, sonra bizimı sinagogda gel beni bul. Hadi, sevgili Tübal. Sinagogda, Tübal.
(Çıkarlar)
Belmon. Porçiyanın evi
BASANYO, PORÇİYA, GRAÇYANO, NERİSA ve maiyetleri girerler
PORÇİYA — Rica ederim, kalınız. Kendinizi tesadüfe terketmezden evvel, bir iki gün burada oturunuz. Çünkü iyi seçemezseniz refakatinizi kaybetmiş olacağım. Onun için bir müddet bekleyiniz. Bir şey (lâkin aşk de ğil.) sizi kaybettiğime müteessif olacağımı söylüyor. Bu türlü tahminleri kinin ilham edemeyeceğini siz de bilirsiniz. Maksadımı yanlış anlamanızdan korkarak (çılgın bir kız söylediğinden daha iyi düşünür) taliinizi denemezden evvel, sizi bir iki ay burada alıkoymak isterdim. Size iyi intihap etmenin yollarını öğretirdim, fakat o vakit yeminimi bozmuş olurdum, hayır bunu yapamam. Böyle olunca, intihabınızda yanılabilirsiniz, ve beni kaybedecek olursanız, yeminimi bozmak günahını işlemediğime beni pişman edersiniz. Kabahat, beni böyle şaşırtıp, ikiye bölen gözlerinizde. Mevcudiyetimin yarısı sizin, öbür yarısı da sizin... Yani benim demek istiyorum. Fakat, benim ise sizin demektir, ve bu suretle tamamen sizinim! Ah sahiplerile malları arasına set çeken fena asır! Görüyorsunuz'ya, sizin olduğum halde, sizin olamıyorum. Ma' dem ki böyle, benim yerime taliim cehenneme gitsin! Çok söyliyorum, fakat, vakti uzatmak, sürüklemek, intihap saatinizi geciktirmek için.
BASANYO — Bırakınız, intihap edeyim. Zira, şu dakikada azap içindeyim!
PORÇİYA — Azap içinde mi, Basanyo? Öyle ise aşkınıza hiyanet karıştığını itiraf ediniz?
BASANYO — Aşkıma nail olacağım anda beni titreten korkunç itimatsızlıktan başka hiç bir hiyanet! Karla ateş dostolup bir arada yaşayabilirler, fakat aşkım ile hiyanetin sevişip bir arada yaşadıklarını göremezsiniz!
PORÇİYA — Evet, amma, sakın size bunları söyleten çek tifiniz azap olmasın.
BASANYO — Bana hayat vadediniz, size hakikati itiraf edeyim.
PORÇİYA — Peki. İtiraf ediniz ve yaşaymız.
BASANYO — İtiraf ediniz ve seviniz demiş olsaydınız, itirafımı hulâsa etmiş olurdunuz. Sevgili cefakârım, bana halâs cevaplarını öğretecek olduktan sonra azap saadettir! Bırakınız, taliimi deneyip, sandığımı intihap edeyim.
PORÇİYA — Peki öyle ise, onların birinde ben varım. Eğer beni seviyorsanız, onu bulursunuz. Nerisa, siz hepiniz bir kenara çekilniz. O intihap ederken musikî çalsın. Kaybederse, bu, nağmelerde can veren kuğu kuşunun ihtizarı olacak. Teşbihin daha tam olması için, gözlerimden akan seller ona göz yaşlarımdan bir ölüm, yatağı hazırlıyacak. Ya kazanırsa? O vakit musiki ne olur? O vakit musiki, yeni tetviç olunan bir hükümdarı hürmetle selâırflıyan sadık tebaanın sevinç seslerine tahavvül eder. Sabahın ilk ışıkları arasında, rüyalara dalmış bir nişanlının ruhuna sokulup, kendisini gelin olmaya davet eden tatlı nağmeler gibi sihirli bir şey olur. İşte, ağlıyan Truvayı, deniz ejderine verdiği bakire vergisinden kurtarmıya giden genç Alsit gibi asil bir tavır fakat ondan daha büyük bir aşkla ilerliyor. Ben kurban .edilmeye hazırlanan bakireyi temsil ediyorum; ötekiler de, uzaktan bu teşebbüsün neticesini görmek için, yaşlı gözlerle sûr haricine koşan Truva kadınlarını... Haydi Hergül! Sen yaşarsan, ben de yaşıyacağım. Yaptığın mücadeleyi ben senden daha büyük bir endişe ile takip edeceğim.
(.Musiki, BASANYO sandıkları tetkik ederken terennüm olunur) Şarkı
Söyle, sevgi nerde yaşar,
Gönülde mi, başta mı?
Nasıl doğar, beslenir?
O, gözlerde doğarak,
Bakışlarla beslenir;
Ve orada can verir.
Aşkın ölüm çanına Başlayınız. Ding, dong.
Hepsi
Ding, dong çalınız!
BASANYO — İşte böyle, dışından parlak görünenler, çok defa görünldükleri gibi çıkmıyorlar. Dünya, tezyinata aldanıyor. Mahkeme huzurunda, teveccühe mazhar biri tarafından müdafaa edilince, daha iyi görünmeyecek kadar fena ve iğrenç dava varıdır? Dinde, zahit bir sima tarafından müdafaa edilip, kitapta yeri gösterilerek, çirkinliği güzel sözlerle gizlenen hangi kabahat günah addolunur? Yanlış bir tevil ile fazilete benzetilemeyecek hiç bir fenalık yoktur. Kumdan basamaklar kadar çürük kalpleri ve süt kadar beyaz kara ciğerlerile Hergül sakalı taşıyan, yahut Mars gibi kaşlarını çatan ne kadar korkaklar vardır? Korkunç görünmek için, dışarıya verdikleri palavradan başka hiç bir cesaret ve kıymetleri yoktur. Güzelliğe bakınız, ağırlıkları nisbetinde kıymetleri olduğunu anlar, ve tabiatin şu mucizesini görürsünüz: en ziyade parlıyanlar en hafif olanlardır. Yılan gibi kıvrılıp, geçici bir güzellik üstünde açık saçık uçuşan bu altın saç büklümleri de, ekseriya mezarda olan bir başka başa aittir. Böyle süsler, tehlikeli bir denizin aldatıcı kıyılarına benzer; basma güzelliğini örten atlas parlaklığı. Bir kelime ile, bu en akıllıları tuzağa düşürmek için hilekâr bir devri örten sahte bir hakikattir. Velhasıl, parıldıyan altın sandık, Midasm sert gıdası, seni istemiyorum. Ne de, insanlar arasında mübadele vasıtası olan soluk ve adi maden, seni. Zavallı kurşun, ben seni seçeceğim. Vaitten ziyade tehdit ediyorsun, fakat senin sadeliğin beni belâgatten daha fazla tehyiç ediyor, sonu saadet olsun!
PORÇİYA — Kararsız düşünceler, çılgın ümitsizlikler, titretici korkular ve yeşil gözlü kıskançlık, bütün bu ihtiraslar havada nasıl dağılıyor. Ah aşk vecdü neşveni biraz tadil et, biraz teskin et, neş’eni yavaş yavaş boşalt, lûtfünü biraz azalt! Bahtiyarlığını çok duyuruyorsun, onu biraz tahfif et ki altında ezilip mah volmıy ayım!
BASANYO — (Kurşun sandığı açarak) ah, ne görüyorum? Güzel Porçiyamn tasviri! Hangi mahir san’atkâr aslına bu kadar yaklaşabilir? Bu gözler kımıldıyorlar mı? Yoksa, bebeklerinde benimkilerin aksini gördüğüm için mi onları kımıldıyor zannediyorum? İşte, aralarından tatlı bir nefes intişar eden yarı açık dudakları. Böyle sevgili dostları, hiç bir vakit bundan daha tatlı bir mania ayırmamıştır. Ressam, saçlarında, örümceği taklit ederek, altın büklümler dokumuş; örümcek ağlarının sinekleri yakaladığmdan daha çabuk, insan kalplerini avlasın diye. Ya gözler! Onları resmederken nasıl bakabilmiş? Bana öyle geliyor ki, birincisini bitirince ötekini resmedemeyecek kadar gözleri kamaşmış olmalı. Bakınız, medihlerimin kifayetsizliği şu gölgeyi nasıl gücendiriyorsa, bu resim de hakikat karşısında o kadar soluklaşıyor. İşte tali imin hulâsasını ihtiva eden parşömen tomarı.
Görünüşe aldanmıyan, intihabın kutlu olsun!
Bu talie mazhar olan, başka bir şey aramaz.
Neticeden memnun isen,
Eğer buysa beklediğin saadet,
Hanımına dönerek
Bir buseyle kendisini talep et.
Ne şirin kâğıt! Güzel hanım, müsaadenizle, (öper) yazı elimde, onu vermeye ve almaya geliyorum. Umumî takdir nidaları duyunca, mübarezesile halkı memnun ettiğini düşünen, ve bu alkışların kendisine ait olup olmadığını anlamak için, baş dönmeleri arasında bir an duruksayan bir cirit oyuncusu gibi, ben de, üç defa güzel kadın, bu sevinçli hâdisenin tarafınızdan tekit, imza ve tasdikine intizaren, şu gördüğümün hakikat olup olmadığım bilemiyerek, endişe içinde bekliyorum.
PORÇİYA — Senyör Basanyo, ben nasıl görünüyorsam öyleyim. Kendim için, bundan daha güzel olmak arzusunu fazla bir hırs telâkki ederdim; fakat, sizin için, olduğumdan yirmi defa daha değerli, bin defa daha güzel, on bin defa daha zengin olmayı ister; ve takdirinizi daha ziyade celbedebilmek için sayısız faziletlere, güzelliklere, zenginliklere ve doslara malik olmayı arzu ederdim.Fakat heyhat!Benim size verebileceğim şeylerin hepsi, tahsili az, tecrübesiz, basit bir kızdan ibaret. İyisi şu ki öğrenebilmek için henüz gencim, muvaffak olmak için de oldukça zekâm vardır; daha iyisi muti ruhumu, bir efendi, bir müdür, bir hükümdar gibi idare etmeniz için, iradenize teslim edeceğim. Artık ben ve benim olanların hepsi sizindir. Biraz evvel bu güzel evin sahibesi, hizmetçilerimin hanımı ve kendimin melikesi idim; Bundan sonra, bu ev, bu hizmetçiler, ve bizzat ben, hepimiz size aidiz. Şu yüzükle beraber her şeyi size veriyorum. Onu iyi muhafaza ediniz. Eğer kaybeder, yahut birisine verecek olursanız, bu aşkımızın mahvına delâlet edecek, ve bundan dolayı size gücenmiye hakkım olacak.
BASANYO — Madam, size cevap vermek kuvvetini benden aldınız. Size yalnız damarlarımdaki kanım cevap verebilir: Sevgili bir Prensin asil nutkundan sonra, meşhur bir kalabalığın sevinç ifade eden karışık fısıltıları gibi varlığımın bütün kudretleri müphem bir hareketle kımıldıyorlar. Bu yüzüğe gelince, parmağımdan ayrıldığı gün, hayatın da beni terkettiğine emin olarak, Basanyonun öldüğünü söyliyebilirsiniz!
NERİSA — Efendimiz ve hanımefendimiz, arzularımızın tahakkukunu görmek saadetine eren bizlerin, sizleri, tebrik edip «büyük sevinç» diye bağırmamızın zamanı! Büyük sevinçler ve saadetler efendilerimiz!
GRAÇYANO — Senyör Basanyo ve nazik madam. Sizin için bütün arzu edebileceğiniz saadetleri temenni ederim; çünkü, bundan hiç bir şey kaybetmeyeceğimi biliyorum. Efendilerimizin şerefli izdivaç merasimi tes’it edilirken, benim de evlenmeme müsaadenizi rica edeceğim.
BASANYO — Memnuniyetle. Bir kadın ayırabilirsiniz.
GRAÇYANO — Efendimize teşekkürler ederim,; ben bir tane buldum. Benim gözlerim de, efendimizinkiler gibi çeviktirler. Siz hanımını gördünüz, ben nedimesine baktım. Siz seviyordunuz, ben de sevdim. Çünkü ben de sizin gibi işi uzatmaktan hoşlanmam. Sizin saadetiniz şu sandıklara bağlı idi, hâdisatın isbat ettiği gibi, benim de öyle idi. Ben burada terleyinciye kadar kur yaptım. Ve damağım kuruyuncıya kadar aşk yeminleri ettim. Nihayet, eğer vadinde duruyorsa, ben de şu güzeli elde ettim. Hanımını kazanmanız şartile, bana aşkın vedetti.
PORÇİYA — Öyle mi, Nerisa?
NERİSA — Evet madam, razı olursanız.
BASANYO — Ya siz Graçyano, sözünüzde duruyormuşu nuz?
GRAÇYANO — Evet, efendimiz.
BASANYO — Öyle ise, düğünümüz sizinkile bir kat daha güzelleşecek.
GRAÇYANO — Bin altına bahse girişelim, bakalım daha evvel kimin oğlu olacak.
NERİSA»— Nasıl. Para da mı yatıracaksınız?
GRAÇYANO — Hayır, bu oyunda yalnız para yatırmakla kazanılmaz. Fakat, bu gelen kim? Lorenzo ile gâvurcuğu mu? Ne o! Eski dostum Venedikli Saleryo!
(LORENZO, JESİKA ve SALERYO girerler)
BASANYO — Lorenzo, Saleryo, henüz pek yeni olan vaziyetim bana böyle bir temennide bulunmak salâhiyetini veriyorsa, bu eve safa geldiniz. Sevgili Porçiya, dostlarım ve hemşehrilerime, müsaadenizle safa geldiniz, temennisinde bulunuyorum.
PORÇİYA — Ben de öyle diyeceğim, efendimiz. Hepsi safa geldiler.
LORENZO — Teşekkürler ederiz. Efendim, ben buraya gelip sizi görmek niyetinde değilim. Yolda Paleryoya rasgeldim, kendisine refakat etmem için ısrar etti, ben de reddedemedim.
SALERYO — Evet, efendimiz; çünkü sebebi vardı.(Basanyoya bir mektup vererek) Senyor Antonyo size vaziyetini anla, tıyor.
BASANYO — Mektubu açmazdan evvel, söyleyiniz, sevgili dostum nasıl, iyi mi?
SALERYO — Hasta ise yalnız ruhu hasta efendimiz; iyi ise yalnız manen iyi. Bu mektup vaziyetinden sizi haberdar eder.
GRAÇYANO — Nerisa, bu yabancıları iyi karşıla ve kendilerine iyi muamele et. Elinizi verdiniz Saleryo. Venedikten ne haber? Tacirler kralı iyi Antonyo nasıl? Muvaffakiyetimize sevineceğine eminim. Biz Jazonlar altın postu kazandık.
SALERYO — Onun kaybettiği altın postu kazanabilir misiniz?
PORÇİYA — Bu mektubun içinde bazı fena haberler olmalı ki, Basanyonun yanakları soldu. Hiç şüphesiz sevgili bir arkadaşın ölümü. Böyle metin bir adamın vaziyetine, dünyada başka hiç bir şey, bu derece tesir edemez. Nasıl! Daha mı fena! Müsaade ediniz, Basanyo ben sizin yarinizim; teklifsizce, bu mektubun ihtiva ettiklerini sizinle paylaşmalıyım.
BASANYO — Ah sevgili Porçiya, şimdiye kadar hiç bir kâğıdı bunlardan daha hazin kelimeler kirletmemiştir! Size aşkımdan ilk bahsettiğim vakit, açıkça, bütün servetimin damarlarımda dolaştığını ve bir centilmen olduğumu söylemiştim. O vakit bu hakikat idi. Sevgili hanım, size hiç olduğumu söylemekle kendimi ne kadar methetmiş olduğumu şimdi göreceksiniz. Malî vaziyetimin hiçe indiğini söyledikten sonra, bunun hiçten daha aşağı olduğunu da ilâve etmeli idim. Para tedarik etmek için, kendimi sevgüi bir dostuma, dostumu da en insafsız bir düşmanına karşı taahhüt altına sokmuştum. İşte mektup, madam. Bu kâğıt, her kelimesi, hayat kanı sızan ağzı açık bir yarayı temsil eden, dostumun vücududur. Fakat, sahi mi, Saleryo? Bütün gemileri battı mı? Nasü! Hiç birisi gelmedi mi? Trablus garpta, Meksika’da, İngiltere’de, Libanda, Berberistan ve Hintteki gemilerinden hiç birisi tacirlerin mezarı olan meş’ura kayalardan kendini kurtaramadı mı?
SALERYO — Hiç biri, efendimiz. Bundan başka, Antonyonun senedi ödeyecek parası olsa bile, yahudi almak istemeyecek' gibi görünüyor. Ben şimdiye kadar bir insana eziyet etmeyi bu kadar seven insan şeklinde bir mahlûk görmedim. Sabah akşam Dükü taciz ediyor; adalet icra edilmediği takdirde, hükümetin emniyetini mevzuu bahsediyor. Yirmi tacir, bizzat Dük, Venediğin bütün büyükleri kendisini o kadar kandırmaya çalıştılar, fakat hiç birisi onu, verilmiş söz ve edilmiş bir taahhüde istinat eden bu cinayete benzer davadan vaz geçiremediler.
JESİKA — Ben yanında iken, hemşehrileri Tübal ile Cüs’e Antonyonun etini, ödünç verdiği paranın yirmi misline tercih ettiğine yemin ederken işittim. Eğer kanun ve hükümet mâni olmazsa zavallı Antonyonun işi çok fena.
PORÇİYA — Ve bu sıkıntılı vaziyette olan sizin aziz dostunuz?
BASANYO — En aziz dostum, insanların en iyi ve en asil kalplisi. İyilik etmekten en ziyade zevk duyan ve eski Roma'şerefini, bugün İtalya’da yaşıyanların hepsinden daha ziyade temsil eden bir zat!
PORÇİYA — Yahudiye ne kadar borcu var?
BASANYO — Benim için üç bin altın.
PORİÇYA — Ne! Hepsi bu kadar mı? Altı bin veriniz, senedi kurtarınız. Böyle bir dostun, Basanyo yüzünden bir kılma bile halel gelmeden altı binin iki mislini, üç mislini veriniz. Evvelâ kiliseye gidip, bana zevcem diye hitap ediniz, sonra, derhal Venediğe koşup dostunuzu bulunuz. Porçiyanm yanında muztarip bir ruhla dinlenmenizi istemiyorum. Size bu küçük borcu yirmi defa ödemeğe kâfi altın vereceğim. Gelirken fedakâr dostumuzu da beraber getiriniz. Bu müddet zarfında Nerisa ile ben bakireler yahut dullar gibi yaşıyacağız. Hadi, düğün gününüz de olsa bile gene gideceksiniz. Dostlarınıza iyi muamele edip, güler yüz gös­teriniz. Bana gelince, pahalıya mal olduğunuz için, sizi çok seve­ceğim. Fakat, arkadaşınızın mektubunu okusanız a.
BSANYO(Okuyarak) svgili Basanyo, bütün gemilerim battı; alacaklılarım insafsız oldular; vaziyetim ümitsizdir. Yahudiye olan senedi vaktinde ödiyemedim, ödeyecek olsam, yaşa­mama imkân yok. Ölmezden evvel sizi görebilseydim, Aramız­daki bütün borçlar silinirdi. Bununla beraber, arzu ettiğiniz gibi hareket ediniz. Gelmek isterseniz bunun saiki, mektubumdan zi­yade dostluğunuz olsun.
PORÇİYA — Ah sevgilim, işimizi çabuk bitirelim de, gidiniz.
BASANYO — Mademki müsaade ediyorsunuz, acele edece­ğim. Buraya dönünciye kadar, hiç bir yatak beni geciktirmekle itham edilemeyecek ve hiç bir istirahat aramıza giremeyecek.
(Çıkarlar)
Venedik, bir sokak.
SHYLOCK, ANTONYO, SALERYO ve bir zindancı girerler ,
SHYLOCK — zindancı, onu iyi gözetiniz... bana merhametten bahsetmeyiniz... Bedava ödünç para veren budaladır.. Zindincır onu iyi gözetiniz
ANTONYO — İyi SHYLOCK, bir kelime daha...
SHYLOCK — Senedim ödenmeli. Senede karşı söz söyleme­yiniz Senedimi ödemeğe yemin ettim. Hiç hakkınız yok iken, bana köpek diyordunuz. Mademki köpek mişim, azı dişlerimden sakınınız.. Dük istediğim adaleti icra edecek... Zevzek zindancı, senin de ondan yana çıkmak beyinsizliğinde bulunmana şaşı­yorum..
ANTONYO — Rica ederim, beni dinleyiniz.
SHYLOCK — Senedimin ödenmesini istiyorum! Başka şey dinliyemem.. Senedimin ödenmesini istiyorum! Fazla lâf dinliyemem. Hıristiyan yalvarmalarına kanıp ta, merhametle ka­fa sallıyan, mağmum gözlü, yufka yürekli budalalardan ola­mam. Arkamdan gelme. Başka sözüm yok. Senedim ödenmeli.
(SHYLOCK çıkar)
SOLANYO — İnsanlar arasında yaşıyan köpeklerin en duy­gusuzu!
ANTONYO — Birak gitsin. Beyhude yalvarmalarla, arka­sına düşmeyeceğim. Hayatımı istiyor. Sebebini de pekâlâ bili­yorum Borçlulardan çoğunu, yardım edip, elinden kurtardım.
O vakittenberi bana garez oldu.
SOLANYO — Dük, böyle bir taahhüdün icrasına asla razı olamaz.
ANTONYO — Dük, kanundan dışarıya çıkamaz.. Ecnebile­rin Venedik’te müstefit oldukları kolaylıklar tahdit edilecek olursa, devlet mutazarrır olur. Memleketin ticaret ve serveti bü­tün milletlerin burada bulacakları emniyete bağlıdır. Ne olacak is olsun! Kederlerim ve zararlarım beni o derece bitirdi ki, ya­rın, kanlı alacaklıma vermek için ancak bir okka etim kalacak. Zindancı, hadi gidelim. Borcunu öderken Basanyo orada bu­lunsun, başka bir şey istemem.
(Çıkarlar)
Belmon. Porçiyanın evi
PORÇİYA, NERİSA, LORENZO, JESİKA ve BALTAZAR girerler)
LORENZO — Mâdam, zevcinizin gaybubetine böyle tahemmül edebilmeniz için dostluğu pek asil ve yüksek bir tarzda te­lâkki eden müstesna bir kalp sahibj olduğunuzu huzurunuzda söylememe müsaade ediniz. Fakat bu iyiliği kime yaptığınızı, yardım ettiğiniz zatin ne âlicenap bir centilmen olduğunu ve zevcinizi ne kadar fedakâr bir muhabbetle sevdiğini bilseniz, hareketinizden, alelade bir iyilikten daha ziyade bir iftihar duyardınız
.PORÇİYA — Ettiğim iyiliklerin hiç birisine nadim olmadım, bugün de pişman olacak değilim. Her gün bir arada yaşayıp, kalpleri ayni muhabbet boyunduruğunu zevkle taşıyan arka­daşların ruh, fikir ve tabiat itibarile birbirlerine uyğun olma­ları icap eder. Antonyonun kocamı sevmesi için ona benzemesi lâzımdır. Böyle olunca, sevgilime bu kadar benziyen bir zatı böyle elim bir vaziyetten kurtarmak için verdiğim pek ehem­miyetsiz bir şeydir! Fakat bu kendimi methetmek gibi oluyor, artık bundan bahsetmiyelim. Şimdi dinleyiniz. Lorenzo efendimin avdetine kadar, evimin idare ve neza jetini size bırakıyorum. Nerisa ile beraber, kocalarımız gelin­ciye kadar, dua veibadetle vakit geçirmeğe ahdettik. Buraya iki mil mesafede bir manastır var, oraya iltica edeceğiz. Dost­luğumun ve vakayiin lüzum gösterdiği bu vazifeyi reddetmeme­nizi rica ederim.
LORENZO — Maalmemnuniye madam, emirlerinizin ifasına, her vakit hazırım.
PORÇİYA — Kararımdan haberdar olan adamlarım, Senyör Basanyo ile bana olduğu gibi size ve Jesikaya itaat ede­cekler. Tekrar buluşuncıya kadar afiyetle kalınız.
LORENZO — Güzel düşünceler ve mes’ut saatler arkada­şınız olsun.
JESİKA — Efendimize gönül şenlikleri temenni ederim.
PORÇİYA — Çok tşekkür eder, ben de sizin için ayni te mennide bulunurum. Uğurlar olsun, Jesika
(.JESİKA ile LORENZO çıkarlar.)
Baltazar, seni şimdiye kadar namuslu ve fedakâr bir hiz­metçi olarak tanıdım; bundan sonra da öyle görmek isterim, şimdi çabuk paduya gidip, şu mektubu kendi elinle amcaza­dem doktor Bellâriyoya ver. Sana teslim edeceği kâğıtlarla elbiseleri alınca, mümkün olduğu kadar sür’atle Venediğe giden gemilere binilecek yere getir. Lâkırdı ile vakit kaybetme. Ben senden evvel orada bulunacağım
BALTAZ.AR — Elimden geldiği kadar sür’atle, emirlerini» ifaya çalışacağım, madam.
(çıkar.)
PORÇİYA — Dinle Nerisa, yapmak istediğim işten senin riaha haberin yok. Hiç ümit etmedikleri bir zamanda gidip, kocalarımızı göreceğiz.
NERİSA — Onlarda bizi göreceklerini?
PORÇİYA — Evet, fakat bizde olmıyan bir şeyi var zanettiren bir elbise altında. İstediğin şeye bahsederim ki, delikanlılar gibi giyindiğimiz vakit, hançerimi öyle gösterişli bir zarafetle ta­kacağım ki, bu iki güzel süvariden en yakışıklısı ben olacağım. Erkekle çocuk sesi arasında ahenktar bir sesle konuşacak, ve küçük adımlarımı erkek adımlarına benzeteceğim. Genç bir farfara gibi, muharebelerden bahsederek, bir çok güzel yalanlar uyduracağım! Yüksek mevki sahibi bir çok kadınların bana vu­rulup yüz bulmadıkları için, hastalandıklarım, ve hatta kederle­rinden öldüklerini söyleyeceğim! Hepsini birden memnun ede­mezdim ya! Sonra pişman olacak, onları bu suretle öldürdüğü­me teessüf edeceğim. Nihayet, o kadar çok yalan söyleyeceğimki, erkekler, daha mektepten çıkalı on iki ay bile olmadığına yemin edecekler. Gençlerimizde gördüğüm bunun gibi daha mil­yonlarca tavurların hepsini tecrübe edeceğim.
NERİSA — Nasıl, erkekmi olacağız?
PORÇİYA—Hadi oradan! Sorduğu şeye bak! Ya bunu ters mana veren biri duysaydı! Daha başka düşüncelerim de var. Gel bahçe kapısında bizi bekliyen arabaya binelim, hepsini anlatırım. Hadi çabuk. Bugün yirmi mü yol alacağız.
Yine orası. Bir bahçe
LANSELOT ile JESİKA girerler.
LANSELOT — Evet, ciddi söyliyorum, inanınız bana, ba baların günahları çocuklarının omuzlarına çöker. Ben doğrusu sizin için korkuyorum. Size karşı daima açık davrandım; ak lıma ne gelirse hepsini söyledim. Bu husustaki endişelerimi de gizlemeyeceğim. Metin olunuz; çünkü ne yalan söyliyeyim ben sisin cehennemlik olduğunuzu zannediyorum. Sizi kurtarabile­cek yalnız bir ümit var, amma o da piç bir ümit.
JESİKA — Nasıl bir ümit, rica ederim?
LANSELOT — Babanızın, yani bir yahudinin kızı olma manız ümidi.
JESİKA — Hakikaten piç bir ümit. Ama o vakit te anne­min günahlarını yüklenirdim.
LANSELOT — Korkarım hem babanız hem anneniz tara­fından iki kat cehennemlik olurdunuz. Babanız Scylla’dan ka­çarken, anneniz Charybde’e düşüyorum. İki taraftan da kay­bediyorsunuz.
JESİKA — Kocam kurtarır, beni hıristiyan etti
LANSELOT — Kabahatin büyüğü de onda ya. Biz hıristiyanlar, tam birbirimizle rahat geçinecek kadardık. Bu hıristiyan etme gayreti domuz fiatını artıracak! Hepimiz domuz yiyi­cilerden olursak, yakında domuz kızartacak para bulamıyacağız!.
.(LORENZO girer.).
JESİKA — Lanselot, söylediklerini kocama anlatacağım. İşte geliyor.
LORENZO — Karımı böyle gizli köşelere çekecek olursanız, yavaş yavaş sizi kıskanmıya başlıyacağım, Lanselot.
JESİKA — Korkacak bir şey yok, Lorenzo. Lanselot ile geçinemiyoruz. Yüzüme karşı, Yahudi kızı olduğumdan dolayı, ahirette benim için kurtuluş ümidi olmadığını söylüyor. Siz de Yahudileri hristiyan ederek, domuz fiatını yükselttiğiniz için fena bir vatandaşmışsınız.
LORENZO — Ben herkese karşı, sizin habeş karıcının kar­nını şişirmenizden daha kolaylıkla haklı olduğumu isbat ede­bilirim. Kara kız sizin marifetinizle gebe kalmış, Lanselot.
LANSELOT — Fazilete gebe kalsa daha iyi ederdi. Namus­lu bir kadından aşağı olsa da, zannettiğimden fazladır. [Kelime oyunu, ]
LORENZO — Bir deli, ne kadar kolaylıkla kelime oyunları yapabiliyor! Bundan sonra, akıllı adamlara diksen susmaktır. Belâğat yalnız papağanlara kalacak. Haydi zevzek, git, içeriye söyle, yemeğe hazırlansınlar.
LANSELOT — Hazırdırlar, efendim. Hepsinin karnı aç.
LORENZO — Allah, allah! Ne patlak körük bu Böyle! Gidip söyleyiniz, yemeği hazulasmlar.
LANSELOT — O da hazır, efendim. Sofrayı kursunlar mı demek istiyorsunuz?
LORENZO — Lütfen sofrayı kurar mısınız, efendim?
LANSELOT — Hayır, mösyö. Beh iğimi bilirim, [1]
LORENZO — Şimdi bir de kelime kavgası! bir anda ze­kânın bütün servetini mi göstermek istiyorsun? Öyle ise, rica, ederim, basit bir adamın sözlerini basit olarak anlayınız. Arkadaşlarını bul, söyle: Sofrayı kursunlar, yemekleri hasırlasınlar, yemek yemiye ine­ceğiz.
LANSELOT — Scîra hazırlanacak, yemekler kurulacak, yimek bahsine gelince, canınız ve keyfiniz nasıl isterse öyle olsun.
(LANSELOT çıkar.)
LORENZO — Ne zekâ! Şu budalalar nasıl da birbirlerine benzerler! Salak ayak üstünde bir alay kelimenin belini büktü Bunun gibi kelime kumkuması, mühim mevkiler işgal eden bir çok budalalar bilirim ki, onları kullanabilmek için musahabe^ nin zeminini değiştirirler. Mes’utmusun, Jesika? Cicim söyle" bakayim; Basanyonun karısını nasıl buluyorsun?
JESİKA — Bütün tabirlerin fevkinde! Senyör Basanyo bulunmaz bir hayat geçirecek. Böyle bir kadına malik olmak saadetine ererek, yer yüzünde cennetin bütün nimetlerHe îîiütelezziz olacak; kıymetini bilmezse, bunları bir daha cennete bile istemiye hakkı olamaz. Semavî bir bahis için, ortaya, dün­ya kadınlarından ikisihi koysalar, bunlardan biri de Porçiya olsa, İkincisine bir çok şeyler ilâve etmek icap ederdi, Çünkü su fakir ve kaba dünyada onun bir eşi daha bulunamaz.
LORENZO — O nasıl bir karı ise, ben de öyle bir kocayım.
JESİKA — Bu husustaki fikrimi öğrenmek istec misiniz?
LORENZO — Elbette, fakat evvelâ yemeğe gidelim fi I Kelime ovunu.
JESİKA — Hazır iştiham varken, bırakınız sizi methedeyim.
LORENZO — Hayır, rica ederim, bunu sofraya bırakalım. Ne söylerseniz hepsini fazlasile hazmederim.
 JESİKA — Peki, ben de o vakit söylerim.
(Çıkarlar.)
ÜÇÜNCÜ PERDENİN SONU
***

Venedik. Bir mahkeme.
DÜK, VENEDİK BÜYÜKLERİ, ANTONYO, BASANYO, GRAÇ­YANO, SALARİNO, SOLANYO ve başkaları girerler
DÜK — Antonyo burada mı?
ANTONYO — Hazırım, efendimiz.
DÜK — Senin için çok müteessirim. Taş yürekli, insandan başka her şeye benziyen, ve bir paralık duygusu olmıyan bir hasım karşısmdasm!
ANTONYO — Hakkmdaki şiddetli takibatın tahfifi için, efendimizin pek çok zahmetler ihtiyar buyurduklarını işittim. Madamki inadında ısrar ediyor ve madamki beni onun ki ninden kurtaracak meşru bir vasıta yoktur, tehevvürüne sa bırla mukabele edeceğim. Zulüm ve ihanetine müsterih bir taîple tahammül etmek için icap eden cesaretle müsellâhım.
DÜK — Yahudiyi mahkeme huzuruna çağırınız.
SOLANYO — Kapıda bekilyor, efendimiz; işte geliyor.
(SHYLOCK girer.)
DÜK — Yol veriniz, karşımıza geçsin. SHYLOCK, herkes .gibi ben de, maksadının son dakikaya kadar bir muziplik yapmak­tan ibaret olduğunu zannediyorum. Bu görülmemiş insafsız­lığından daha garip olarak, nihayet lütuf ve merhamet gös­termeni bekliyoruz. Şu zavallı tacirin bir okka etini isteyeceğin yerde, yalnız bundan vaz geçmek değil, insanlık şefkat ve mu­habbetinin tesirile, büyük bir taciri mahvedebilecek zayiatını nazarı itibara alarak, taşa tesir edip, tunçtan kalpleri açındıran haliıie hürmeten, ana borcun da yarısını terkedeceğini ümit edi­yoruz.
SHYLOCK — Ben kararımı efendimize söyledim. Senedde şart küınmış olan taahhüdü icra ettirmek için mukaddes Sebt günümüze yemin ettim. Eğer bu hakkımı vermek istemez­seniz, hanedanınıza ait imtiyazlar ile beldenizin hürriyetini ^tehlikeye koymuş olursunuz! Niçin bir okka ölü etini üç bin altına tercih ettiğimi soruyorsunuz. Buna cevap verecek de ğilim. Yalnız: «Keyfim öyle istiyor.» Diyeceğim. Bu cevap ol­du mu? Bir fare evimi altüst etmiş olsaydı, onu zehirletmek için üç bin altın vermez mi idim? Bu cevap ta oldu mu?
Bazı adamlar vardır ki, bir domuzun esnediğini görmek is­temezler; bazüarı da bir kedi görünce çıldırırlar; bir çokları da, gaydanm hımhım sesini duyunca, çişlerini tutamazlar. Duy­gularımıza hâkim olan mizacımızdır. Bize beğendirip nefret ettiren odur. Cevabıma geleyim. Berikinin ağzı açık bir domuz­dan, ötekinin kedi gibi zararsız bir hayvandan, öbürlerinin de şişmiş bir gaydadan nefret etmelerinin sebepleri akılla izah edilemez. Gene bunun gibi, önüne geçemediğiniz bir hisle, size tecavüz edene siz de tecavüz edersiniz. Böyle masraflı bir da­vada inadımı izah için, ben de, kökleşmiş bir garezden ve Antonyoya karşı duyduğum yenilmez bir nefretten başka bir sebep göstermeyeceğim. Göstermek niyetinde de değilim. Nasıl beğen­diniz mi bu cevabı?
BASANYO — Kalpsiz herif, bu cevap gaddarlığını mazur gösteremez.
SHYLOCK — Hoşuna gidecek tarzda cevap vermiye mec bur mıyım?
BASANYO — Herkes sevmediği şeyi öldürür mü?
SHYLOCK — Bir adam öldürmek istemediğinden nefret eder mi?
BASANYO — Her tecavüzü doğuran kin değildir.
SHYLOCK — Bir yılanın seni iki defa sokmasını ister misin?
ANTONYO — Rica ederim, bir Yahudi ile münakaşa etti­ğinizi unutmayınız. Deniz kenarına gidip, dalgalara sükûnet bulmalarını söyliyebilirsinis; Kurda koyunjı yavrusunun ar dından neye bağırttığını sorabilirsiniz; dağ çamlarından gök yüzünün fırtmalarile kamçılandığı vakit, korkunç hışırtı­larla tepelerini sallamamalarını istiyebilirsiniz, bunlar gibi bir çok güç teşebbüslerde maksadınıza erebilirsiniz; fakat bir yahudi kalbini (ondan katı ne var?) merhamete getiremezsiniz! çok rica ederim, artık teklif ve münakaşaları bırakıp, derhal hükmünüzü veriniz, Yahudi de maksadına ersin.
BASANYO — Üç bin altın yerine işte sana altı bin.
SHYLOCK — Bu altı bin altının her biri altı parçaya bölü­nüp te, her parça bir altın olsa, gene istemem, ben senedim dekini isityorum.
DÜK — Kendin merhamet etmedikten sonra, nasıl mer­hamet ümit edebilirsin?
SHYLOCK — Kabahatim olmadıktan sonra, hangi hüküm den korkacakmışım? Sizin bir çok esirleriniz var; para ile satm aldık diye, zavallıları eşekler, köpekler, katırlar gibi en âdi işlerde kullanıyorsunuz. Ben kalkıp ta size, onlara da hürri yet veriniz, kızlarınızla evlendiriniz, dedim mi? onları niye yük altında terletiyorsunuz, onları da kendi yataklarınız gibi yumuşak yataklarda yatırınız, onların, ağızlarını da, yediğiniz etle lezzetlendiriniz, dedim mi? Bana: «Bu esirler bizim malı­mız.» Diye cevap verecektiniz. Şimdi ben de size ayni cevabı vereceğim. İstediğim bir okka et bana pahalıya maloldu, o benimdir, istiyorum. Reddedecek olursanız, kanunlarınıza lânet olsun! Demek Venedik senatosunun iradelerinin hiç kuvveti yokmuş. Hükmünüzü bekliyorum. Söyleyiniz, hakkımı vere cek misiniz?
DÜK — Bellaryo isminde âlim bir doktora mes’eleyi tetkik edip, mahkemeyi tenvir etmesi için adam göndenniştim, o ge­linciye kadar mahkemeyi dağıtmıya salâhiyettarım.
SALARİNO — Efendimiz, Padudan, doktor Bellaryonun mektubunu getiren bir haberci kapıda bekliyor.
DÜK — Mektubu getiriniz, haberciyi de çağırınız.
BASANYO — Merak etme, Antonyo! Cesur ol! Sen benim için bir damla kanını kaybetmeden, Yahudi benim etimi, ka­nımı, kemiğimi her şeyimi alabilir!

ANTONYO — Sürünün içinde, ölmesi en münasip hasta koyun benim. Zayıf yemişler daha evvel düşer; bırakınız ben .  de düşeyim. Basaııyo, siz benim sergüzeştimi yazmak için yaşa­
yınız.
(.Avukat kâtibi kıyafetinde NERİSA girer) ’
DÜK — Padodan, Bellaryo tarafından mı geliyorsunuz?
NERİSA — Evet, efendimiz, (bir mektup vererek) Bella ryo, zati asilânelerine arzı hörmet ederler.
BAS AN YO — Böyle telâşla bıçağını niye biliyorsun?
SHYLOCK — Bu müflisten payımı kesmek için.
GRAÇYANO — Bıçağını kösele tabanında değil, yüreğinin üstünde bile! Hiç bir şey, cellât satırı bile, gayzınm yarısı kadar keskin değildir. Sana hiç rica tesir etmez mi?
ŞAYI^K — Hayır. Tesirlisini bulacak kafa sende yok.
GRAÇYANO — Yerin dibine gir, merhametsiz köpek! Senin yaşaman adalet namına bir zül! Nerede ise itikadımı bozacak­sın. Fisagor ile beraber ben de hayvan ruhunun insan vücu düne girebileceğine inanacağım. Senin köpek ruhunu idare eden insan öldürdüğü için asılmış bir kurt olsa gerek. Onun dara­ğacında verdiği canı, anlaşılan, kâfir ananın karnında iken, sen yuttun. Onun içinkalbinde kanlı ve yırtıcı bir kurt arzusu yar.
SHYLOCK — Senetten imzayı silemedikten sonra, böyle | i yaygara ile, nafile yere ciğerlerini yoruyorsun. Aklını başına devşir, delikanlı; kaçırırsan bir daha ele geçmez. Ben burada adalet bekliyorum, fc.           Dük — Bellaryo’nun bu mektubu mahkemeye genç ve âlim bir doktor tavsiye ediyor. Kendisi nerede?
NERİSA — Burada, efendimiz, kabul etmenizi bekliyor.
DÜK — Memnuniyetle. İçinizden üç dört kişi karşılayıp hürmetle buraya getiriniz. Bu esnada mahkemei aliyeleri de Bellariyo’nun mektubunu dinler.
NERİSA — Okuyarak:


Zatı asilâneîerinin mektuplarım aldığım zaman hasta idim, memurun vürudunda, yanımda, ziyaretile müşerref olduğum, Baltazar isminde Roma’lı genç bir doktor bulunuyordu. Tacir
Antonyo ile Yahudi arasındaki davanın hususiyetini kendileri­ne anlattım. Beraberce pek çok kitap karıştırdık; müşterek bu­lunduğumuz fikri, şahsî tetebbularile (ihatalarını tariften acizim.) Daha mütekâmil bir hale getirerek, rica ve İsrarım üze­rine, sorulan mes’eleye, benim yerime cevap vermek için, oraya gitmeyi kabul ettiler. Gençliklerinin, lâyık olduktan hürmet ve itibarı görmelerine mani olmamasını rica ederim, hürmetkârımz şimdiye kadar böyle genç bir vücutte bu derece olgun bir baş görmedim. Bu vesile ile liyakatlerini efendimize gösterecekle­rinden emin olarak kendilerini zatı asilânelerine takdim ederim

DÜK — Bellariyo’nun yazdıklarını duydunuz mu? Zanne­dersem, işte doktorda geliyor.
(Tabibi adlî kıyafetinde PORÇİYA girer)
Elinizi veriniz. İhtiyar Bellariyo tarafından mı geliyorsunuz?
PORÇİYA — Evet, efendimiz.
DÜK — Safa geldiniz. Yerinize oturunuz. Mes’eleyi biliyor musunuz?
PORÇİYA — Hepsini biliyorum. Hani, tacir ile Yahudi neredeler?
DÜK — Antonyo, ihtiyar SHYLOCK, ikinizde yaklaşınız.
PORÇİYA — Adınız SHYLOCK değil mi?
SHYLOCK — Adım, SHYLOCK.          
PORÇİYA — Giriştiğiniz dava pek garip bir mahiyette. Böyle olmakla beraber, Venedik kanunu, sizi ondan menedemez.
(Antonyo’ya) Siz de hasmısımz değil mi?
ANTONYO — Evet, öyle diyor.         
PORÇİYA — Senedi taniyor musunuz?
ANTONYO — Tanıyorum.
PORÇİYA — O halde Yahudi merhamet etmeli.
SHYLOCK — Söyleyiniz, bana bunu zorla kim yaptırabilir?
PORÇİYA — Zorla merhamet olmaz. O gökten yağan rahmet gibi hükmettiği yere damla damla düşer. Hem veren, hem de alan için iyi olduğundan dolayı iki kat hürmete lâyıktır. Kud­retini kudretli olanlar arasında gösterir. Tahtında oturan birhükümdarı tacmdan daha ziyade tezyin eder; eğer hükümdar­lık asası cismanî kudreti temsil ediyor, korku ve ihtişama delâlet ediyorsa, tahtını hükümdarların kalplerinde kuran afıtda bizzat Allahı hatırlatan iyi sıfatlardan biridir. Adalet af ile tai      dil edildiği zaman fanî kudretler ezeliyetinkini andırır. Yahudi, her nekadar kanun talebine hak veriyorsa da, düşün ki: Hiç birimiz yalınız adalet ile selâmete eremeyiz; hepimiz affe nail olmak için yalvarıyoruz, ettiğimiz dua bize merhametli olmayı öğretmeli. Bütün bu söylediklerim icrasını istediğin adaletin tadili içindir. Israr edecek olursan, Venedik mahkemesi tacir aleyhine hükmünü verecek.
SHYLOCK — Vebali boynuma olsun! Ben kanunun tatbikini ve senetteki şartın ifasını istiyorum.
PORÇİYA — Para vermek imkânsız mıdır?
BASANYO — Mahkeme huzurunda, parasının iki mislini vermeyi teklif ediyorum. Bu kâfi gelmiyorsa, ellerimi, başımı, kalbimi rehin koyarak, on mislini vermeyi taahhüt ediyorum! Bu da yetişmiyorsa, onu, böyle namuslu adamlara saldırmaya sevkeden hissin suiniyet olduğu meydana çıkar. Çok rica ede­rim, büyük bir adalet icrası için, bir dafacık kanunun ruhuna muhalefeti göze aldırınız. Ufak bir adaletsizlik yaparak, şu gad­dar ifritin kanlı arzusunun önüne geçiniz!
PORÇİYA — Bu olamaz. Teessüs etmiş bir kanunu değiştire­bilecek, Venedik’te, hiç bir kuvvet yoktur. Bu fena bir misal olur, ve ileride bir çok suiistimallere yol açar. Hayır, bu olamaz.
SHYLOCK — Davamıza hükmetmek için gelmiş yeni bir Dan yel! Evet, bir Danyel! Ah, genç ve akıllı hâkim, seni ne kadar tebcil ediyorum!
PORÇİYA — Rica ederim, müsaade edinizde, bir defa se nedi göreyim.
SHYLOCK — İşte, pek muhterem doktor, işte.
PORÇİYA — SHYLOCK, sana, bu paranın üç mislini veriyorlar.
SHYLOCK — Yemin ettim! Allaha karşı ahdettim! Vicda nıma karşı ettiğim yemini bozayım mı? Hayır, bütün Venedik için bile bunu yapamam!
PORÇİYA — Mühlet geçmiş, onun için, kanunen, yahudi, kendi elile tacirin kalbine en yakın yerinden keseceği bir okka eti istiyebilir. Merhametli ol! Paranın üç mislini kabul ede­rek, şu senedi yırtmama müsaade et.
SHYLOCK — İçindeki şart ifa edilsin, o zaman. Liyakatli bir hâkim olduğunuz anlaşılıyor. Siz kanunu bilirsiniz, davayı her­kesten iyi anladınız Size, kanun namına, hüküm vermenizi ihtar ediyorum. Tatlı canıma yemin ederim ki, hiç bir insan dili beni kararımdan döndüremez. Ben yalınız senedimde ya­zılı olanı istiyorum.
ANTONYO — Kalbimin bütün samimiyetile, mahkemenin derhal bir karar vermesini rica ediyorum.
PORÇİYA — Pek âlâ. Öyleyse, göğsünüzü bıçağına uzat maya hazırlanınız.
SHYLOCK — Ah asil hâkim! Ah bulunmaz delikanlı!
PORÇİYA — Çünkü kanunun ruh ve maksadı, senette şart kılınmış olan cezayi istemenize tamamen müsaittir.
SHYLOCK — Çok doğru. Ah akıllı .ve adaletli hâkim! görün­düğünden ne kadar tecrübelisin!
PORÇİYA — Hadi, göğsünüzü açınız!
SHYLOCK — Evet, göğsünü. Senette böyle yazüı. Öyle de­ğil mi, asil hâkim? Kalbine en yakın yerinden; senette aynen böyle yazıyor
PORÇİYA — Doğru. Eti tartmak için teraziniz var mı?
SHYLOCK — Hazır.
PORÇİYA — Beraber bir de cerrah getirdiniz mi, SHYLOCK ? Yarayı bağlasın da, öldürecek derecede kanamasın.
SHYLOCK — Bu senette var mı?
PORÇİYA — Hayır, senette yok. Fakat ne olur? Merhameten öyle yapsanız daha iyi.
SHYLOCK — Ben hiç o fikirde değilim. Senette öyle bir şart
yok.
PORÇİYA — Tacir, yaklaşınız. Söyleyecek sözünüz var mı?
ANTONYO — Pek az. Sabırla müsellâh ve’ tamamen hazı­rım. Veriniz elinizi, Basanyo. Allaha ısmarladık. Sizin için düştüğüm felâkete müteessir olmayınız; çünkü bu suretle, tali her vakitkinden daha merhametli davranıyor. O ekseriya, betbahtları, servetlerini kaybettikten sonra, çukur gözler ve bu ruşuk bir alınla, fakir bir, ihtiyarlıkta bırakmak adetindedir. Beni böyle bir sefaletin sürekli işkencesinden kurtarıyor. Muhterem zevcene benden bahset, Antonyo davasının nasıl bittiğini, ve nasıl öldüğümü tamamile hikâye et; seni nekadar sevdiğimi söyle, hikâyeni bitirdiğin vakit Basanyo’nun nekadar sevildiğini anlasın. Böyle bir sebeple arkadaşınızı kaybettiğinize hiç müteessir olmayınız, çünkü o borcunuzu bu suretle ödediği ne lıat’iyyen nadim değildir. Yahudi bıçağını istediğim kadar de rinlere batırabilirse, onu o anda bütün kalbimle ödeyeceğim.
BASANYO — Hayatım           aziz bir kadınla evlendim; fakat hayatım, karım, dünyada hiç bir şey, nazarımda senin vü­cudun kadar kıymetli değildir. Seıii kurtarmak için bunların hepsini kaybetmiye, hepsini şu ifrite feda etmiye razıyım.
PORÇİYA — Refikanız teklifinizi işitmiş olsaydı, size pek az teşekkür ederdi.
GRAÇYANO — Bir zevcem var, yemin ederim ki çok sevi yorum. Fakat şu Yahudi köpeğinin fikrini değiştirebileceğini bilsem, gökyüzünde olmasını arzu ederdim.
NERİSA — Bereket versin bunu yanında söylemiyorsunuz, yoksa bu temenniniz evinizin rahatını bozabilirdi.
SHYLOCK(Ortaya) İşte hınstıyan kocalar hep böyle ! Bir kızım var hırıstıyan ile evleneceğine Baraba soyundan birile evlensin daha iyi! (Yüksek sesle) vaktimizi israf ediyoruz. Rica öderim, hükmü icra ettir.
PORÇİYA — Bu tacirin etinden bir okkası senin. Mahkeme hükmediyor ve kanun bunu sana veriyor.
SHYLOCK Ah hâkimlerin en âdili!
PORÇİYA — Ve bu eti göğsünden keseceksin. Kanun müsaittir, mahkeme de hükmediyor.
SHYLOCK — Ah, hâkimlerin en âlimi! İşte hüküm verildi. Hadi, hazırlanınız?
PORÇİYA — Dur biraz. Daha bitmedi Bu senet sana bir damla kan vermiyor. İbare aynen: «Bir okka et» diyor. Hakkın olan bir okka etini al. Fakat onu keserken, bir damla hıristiyan kam dökecek olursan, arazi ve emvalin,Venedik kanunu mu cibince, hükümet tarafından müsadere edilecek.
GRAÇYANO — Ah hâkimlern en adili! Yahudi, iyi dinle. Ah hâkimlerin en âlimi!
SHYLOCK — Kanun böyle mi?
PORÇİYA — İbareyi görebilirsin. Mademki adalet istiyor­san, istediğinden ziyadesine nail olacağına emin ol.
GRAÇYANO — Ah, âlim hâkim! İyi dinle yahudi. Âlim bir hâkim!
SHYLOCK — Öyle ise teklifi kabul ediyorum. Senedimin üç mislini versinler, hıristiyan kurtulsun.
BASANİYO — İşte para .
PORÇİYA — Yavaş! Yahudi, tam bir adalete mazhar olacak. Acele etmiyelim. Senedile hak ettiğinden başka bir şey görmeyecek.
GRAÇYANO — Hâkimlerin en âdili! Âlim bir hâkim!
PORÇİYA — Hadi, eti kesmiye hazırlan. Bir damla kan dökmeyeceksin. Bir okkadan ne az n£ de çok gesmeyeceksin. Bir okkadan az veya çok keser, muayyen miktardan, bir gramı» yirmi de biri kadar eksik veya ziyade koporacak olursan, eğer terazinin gözü kıl kadar ağnarsa, kendini ölmüş, bütün emvalini de müsadere edilmiş bil.
GRAÇYANO — Bir Danyel, Yahudi, ikinci bir Danyel! Kâ­fir seni şimdi yakaladım!
PORÇİYA — Ne duruyorsun, Yahudi? Hadi, alacağını al.
SHYLOCK — Paramı veriniz, gideyim.
BASANYO — Hazır işte, al.
PORÇİYA — Mahkeme huzurunda onu reddetti. Yalnız senedindekine ve adalete nail olacak.
GRAÇYANO — Diyorum ya, bir Danyel! İkinci bir Danyel! Eksik olma Yahudi, bu kelimeyi bana öğrettin.
SHYLOCK — Nasıl! verdiğim parayı da alamıyacak mıyım?
PORÇİYA — Payından ve zarar ve ziyanı kendine ait ol­mak üzere hakkından başka bir şey alamıyacaksın, Yahudi.
SHYLOCK — Pek âlâ. Borcu da senedi de şeytanın olsun! Ar­tık burada kaybedecek vaktim yok!
PORÇİYA — Dur, Yahudi. Kanunla aranızdaki hesap daha bitmedi. Venedik kanunlarına göre, bir ecnebinin doğrudan doğruya veya bilvasıta vatandaşlardan birinin hayatına kastet­mek istediği sabit olursa, tehdit edilen vatandaş, o ecnebinin emvalinin yansını zabtetmek hakkına maliktir. Diğer yarısı da hükümetin hâzinesine kalır. Mütecavizin hayatı yalınız asaletli Dük Hazretlerinin iradelerile kurtulabilir. Şimdi sen bu vazı­yette bulunuyorsun. Çünkü bilvasıta, hatta doğrudan doğruya müddeaaleyhin hayatına kasdettiğin meydanda. Bu suretle söy­lediğim cezayi hak etmiş oluyorsun. Diz çök de, Dükten affını dile.
GRAÇYANO — Evet gidip kendini aşabilmen için affini iste! Fakat, bütün servetin hükümete ait, bir ip alacak paran bile yok! Bu sebepten hükümet masrafüe asılsan daha iyi!
DÜK — Ahlâkımız arasındaki farkı anlaman için, sen daha istemeden, hayatını bağışlıyorum. Servetine gelince, yarısı Antonyo’ya diğer yarısı da hükümete ait olacak; fakat nedametin bu müsadereyi cezayi nakdiye tahvil edebüir.
PORÇİYA — Yalnız hükümete ait olanı, Antonyo’ya ait olam değil.
SHYLOCK — Hepsini alm, canımı da beraber, hiç merhamet etmeyin! Evimin direğini alıyorsunuz, kendisini de alın! Yaşa­yacak şey bırakmıyorsunuz, canımı da alın!
PORÇİYA — Kendisine nasıl bir lütufta bulunulmasını istiyorsunuz, Antonyo?
GRAÇYANO — İnan olsun, bedava bir ip veriniz, başka şey istemez!
ANTONYO — Asaletti Dük Hazretleri ve mahkemei aliye leri tensip buyururlarsa, emvalinin nısfı cezayı nakdisiz kendi­sine iade edilsin. Diğer nısfını, ölümünden sonra, kızım kaçıran centilmene ait olmak üzere, faizle bana ikraz etmesine razıyım. Bunun için iki şartım var: Birincisi, hıristiyan olacak, İkincisi, öldükten sonra bütün servetinin kızı ile damadı Lorenzoya ka­lacağına dair, mahkeme huzurunda, bir hibename tanzim edecek.
DÜK — Evet bunu yapmalı; yoksa deminki affimi geri alı­rım.
PORÇİYA — Razımısın, Yahudi? ne diyorsun?
SHYLOCK — Razıyım.
PORÇİYA — Kâtip efendi, bir hibename tanzim ediniz.
SHYLOCK — Gözünüzü seveyim, bırakınız da artık gideyim. Üzerime fenalık geliyor. Senedi gönderiniz, imza edeyim.
DÜK — Hadi git, fakat imzayı unutma.
GRAÇYANO — Vaftizinde iki babalığın olacak. Eğer hâkim ben olaydım, seni vaftiz kurnalarına değil, on babalıkla seh­paya gönderirdim. [Tarihi bir vakaya telmih]
(SHYLOCK çıkar)
DÜK — Rica ederim doktor, yemeği bizde yiyelim.
PORÇİYA — Efendimizin aflerini istirham ederim, bu ak­şam Paduya avdet etmek mecburiyetindeyim. Onun için derhal yola çıkmalıyım.
DÜK — Vaktimizin müsait olmadığına müteessirim. — Antonyo, bu centilmene teşekkür ediniz, zannedersem, kendilerine çok borçlusunuz.
(DÜK, VENEDİK BÜYÜKLERİ ve maiyetleri çıkarlar.)
BASANYO — Pek asil centilmen! Ben ve arkadaşım bu gün, zekânız sayesinde büyük cezalardan kurtulduk. Yahudiye bor­cumuz olan şu üç bin altını lütfen kabul buyurunuz. Bizi min­nettar bırakan iyiliklerinize mukabil bunu size takdim edebil­mekle mes’uduz.
ANTONYO — Bundan başka, size ebediyen medyunu şük­ran kaldığımızı unutmıyacağız.
PORÇİYA — Memnun olan, ücretini almış demektin Size yardım edebildiğime memnunum; bu suretle ücretimi almış oluyorum. Şimdiye kadar hiç ücret için çalıştığımı bilmiyorum. Sizden yalınız karşılaştığımız vakit beni tanımanızı rica ederim. Sağlığınızı diliyerek, müsaadenizi istirham ederim.
BASANYOA?i? efendim, çok rica ediyorum, bir ücret olarak değil, minnettarlık borcu ve bir hediye gibi kabul buyu­runuz. Sizden iki şey rica ediyorum: Reddetmeyiniz ve beni ma­zur görünüz.
PORÇİYA — O kadar İsrar ediyorsunuz ki, kabule mecbur oluyorum. (Antonyo'ya) Eldiveninizi veriniz, sizin bir hatıranız olmak üzere saklıyacağım. (BasWı&/o’ya) Dostluğumuzun alâ­meti olmak üzere, sizden de şu yüzüğü alacağım. Elinizi çekme­yiniz, başka şey istemem, bunu benden esirgemezsiniz zanne­derim.
BASANYO — Bu yüzük... Ah! bu size lâyık değil.Size böyle bir hediye vermiye utanırım.
PORÇİYA — Başka şey istemem, şimdi onu daha ziyade arzu ettiğimi hissediyorum.
BASANYO — Bu yüzüğün manevi kıymeti benim için mad­di değerinden çok büyüktür. Size Venediğin en güzel yüzüğünü buldurup, takdim edeyim. Fakat bunun için lütfen beni mazur görünüz.
PORÇİYA — Görüyorum ki, yalınız vadetmekte cömertsi­niz. Bana istemeyi öğrettiniz, şimdi de istiyene nasıl cevap ve­rilir onu öğrediyorsunuş.
BASANYO — Sevgili efendim, bu yüzüğü bana karım verdi, parmağıma takarken de, hiç bir vakit satmayacağıma, kimseye vermeyeceğime, ve kaybetmeyeceğime yemin ettirdi.
PORÇİYA — Bu, hediye vermek istemiyen bir çok kimse­lerin işine yarıyan bir mazerettir. Karınız deli değilse, bu yadi­gâra nekadar lâyık olduğumu öğrenince, onu bana verdiğiniz­den dolâyı size kat’iyen gücenmez. Hoşça kalınız.
(.PORÇİYA ile NERİSA çıkarlar.)
ANTONYO — Senyör Basanyo, ver şu yüzüğü; ettiği iyilik­lerle, dostluğum birazda karınızın emirlerine galebe çalsın.
BASANYO — Koş, Graçyano, arkasından yetişip, şu yüzü­ğü kendisine ver; ve muvaffak olursan, Antonyo’nun evine da­vet et. Hadi çabuk.
(GRAÇYANO çıkar.)
Artık biz de gidelim. Yarm sabah ikimiz de Belmona uçaca­ğız. Geliniz, Antonyo.
( Çıkarlar.)
Venedik. Bir sokak.
(PORÇİYA ile NERİSA girerler)
PORÇİYA — Yahudinin evini öğrenip, şu senedi kendisine imza ettir. Bu akşam hareket edeceğiz, kocalarımızdan bir gün evvel Belmon’da bulunmalıyız. Bu senet Lorenzcyu kim bilir nekadar sevindirecek.
(GRAÇYANO girer)
GRAÇYANO — İyi ki sizi bulabildim. Efendim Basanyo bir çok düşündükten sonra şu yüzüğü yolladı ve sizi yemeğe davet etti.
PORÇİYA — Yemeğe gitmeme imkân yok. Fakat yüzüğü memnuniyetle kabul ediyorum; bunu kendisine söyleyiniz. Bir­de, rica ederim, şu delikanlıya ihtiyar SHYLOCKun evini gösteriniz.
GRAÇYANO — Baş üstüne.
NERİSA — Mösyö, size bir şey söylemek istiyordum. (Por çiya’ya) Bakayım, ben de onun yüzüğünü alabilir miyim?
PORÇİYA — Temin ederim ki, alırsın. Onlar bize bu yü­zükleri erkeklere verdiklerini söyliyerek, bir çok yemin edecek­ler; biz de aksini iddia ederek, onlara kafa tutacağız. Hadi, ça­buk ol. Seni nerede bekleyeceğimi biliyorsun.
NERİSA — Hadi efendim, lütfen şu evi gösteriniz.
(Çıkarlar)
DÖRDÜNCÜ PERDENİN SONU
******
Belmon  Porçiyanın evine giden bir yol.
LORENZO ile JESİKA girerler
LORENZO — Ay parıldıyor. Hafif bir rüzgârın, ağaçları sessiz buselerle okşadığı böyle bir gecede, Troilüs, Truva surları üzerine çıkıp, Kresidanm dinlendiği Yunan çadırlarına ruhunun tahassürlerini göndermişti!
JESİKA—Böyle bir gecede korkak Tizbe şebnemler üzerinde kayarken arslandan evvel gölgesini görerek, çılgın gibi kaçmıştı!
LORENZO — Böyle bir gecede, Didon, elinde bir söğüt dalı, coşkun bir denizin ıssız sahilinde durarak, sevgilisini işaretle kartacaya çağırmıştı!
JESİKA — Böyle bir gecede Mede, ihtiyar Ezonu gençleşti­ren sihirli otlar toplamıştı!
LORENZO — Böyle bir gecede Jesika, zengin Yahudinin evini bırakıp müsrif bir âşıkla, Venedik’ten Belmona kaçmıştı!
JESİKA — Gene böyle bir gecede, genç Lorenzo ona âşkını »adetmiş, ve hiç birisi ciddî olmıyan sadakat yeminlerile kalbini çalmıştı.
LORENZO — Gene böyle bir gecede, güzel Jesika, küçük bir yaramaz gibi, kendisini affeden âşıkma iftira etmişti!
JESİKA — Kimsenin gelmeyeceğini bilsem, sizi bütün gece burada tutardım. Dinleyiniz, bir ayak sesi duyuyorum.
(Bir hizmetçi girer.)
LORENZO — Gecenin sessizliği içinde böyle hızlı hızlı ge­len kim?          ^
HİZMETÇİ — Bir dest..
LORENZO — Bir dost mu? Nasıl dost? Rica ederim, dos­tum, adınız?
HİZMETÇİ — Adım, Stefano, size bir şey söyleyeceğim. Gün doğmadan, hanımım Belmon’da olacak. Civarda, mukaddes putlar önünde, diz çöküp, izdivacının hayırlı ve mes’ut olması­nı temenni ederek, dolaşıyor.
LORENZO — Yanında kim var?.
HİZMETÇİ — Muhterem rahip ile, nedimesinden başka kimse yok. Rica ederim, söyleyiniz, efendimiz geldiler mi?
LORENZO — Hayır; kendisinden henüz bir haber yok. Jesika, haydi içeriye gidip, evin hanımını hürmet ve merasimle karşılamağa hazırlanalım.
(LANSELOT girer.)
LANSELOT — Sel, la! Sol, la! Hey! Sol, la!
.LORENZO — Kim bu?
LANSELOT — Sol, la! Lorenzo ile hanımını gördünüz mü? Hey! Sol, la..
LORENZO — Kes, şu sollayi. Burada işte.
LANSELOT — Sol, la! Nerede? Hani?
LORENZO — Burada.
LANSELOT — Efendimiz tarafından, külahı iyi haberlerle dolu bir haberci geldiğini söyleyiniz. Efendim sabahtan evvel burada bulunacak.
(Çıkar)
LORENZO — Hadi yavrum, içeriye gidip, bekliyelim. Ha­yır, rahatımızı niçin bozalım? — Dostum Stefano, rica ederim, köşke gidip, hanımınızın gelmek üzere olduğunu haber veri­niz. Musikişinaslara da söyleyiniz, bahçede çalsınlar.
(Hizmetçi çıkar)

Ay aydınlığı şu sıranın üzerinde ne tatlı oyuyor! Şuraya oturalım, musiki nağmeleri, kulaklarımıza girsin. Sessizlik ve gece, tatlı bir musikinin, ruhu okşıyan nağmelerine ne kadar yakışıyor. Otur, Jesika.. Bak, gök yüzü nasıl mukades altın va­zolarla işlenmiş. Şu gördüğün kürreler arasmda, bir tanesi yok­tur ki, genç gözlü kerûbilerin konserine İlâhî bir terennüm ile iştirak etmesin! Bu musikiyi yalnız lâyemut ruhlar duyar, ruh­larımız, şu kaba ve katı balçık kap içinde mahpus bulunduk­ça, biz, onu işitemeyiz.
(Musikişinaslar girerler.)
Haydi, Diyani uyandıracak bir kaside terennüm ediniz! Hanımınızın kulağını en tatlı nağmelerle okşayıp, kendisini, musikinizin sihrile evine cezbediniz.
(Musiki)
JESİKA — Ben, güzel bir musiki dinlerken; hiç neş’eli •lamam.
LORENZO — İnce bir ruhunuz va;r da, ondan. Vahşi ve şen sürülere, yahut, insan eli değmemiş, genç aygırlara bakınız; kanları kaynadığı için, çılgınca sıçrıyarak, büğürür ve kişner­ler.. Tesadüfen bir boru sesi işitirlerse, yahut kulaklarına her hangi bir ahenk ilişecek olursa, derhal durduklarını, ve vahşî gözlerinin tatlı bir ifade aldığını görürsünüz. Onun için şair­ler, Orfenin ağaçları, taşları ve dalgaları teshir ettiğini tehayyül ğ            etmişlerdir; çünkü tabiatta, mûsikinin zamanla değiştiremiye
ceği kadar duygusuz, sert ve kaba hiç bir şey yoktur. Ruhunda musikiye bir incizap hissetmiyen, nağmelerin tatlı ahenginden müteessir olmıyan bir insan hiyanete, hile ve fesada maildir; ruhu, gece kadar karanlık, duygulan gayya kadar korkunçtur. Öyle bir adama asla itimat etmeyiniz. Musikiyi dinliyelim.
(PORÇİYA ile NERİSA girip, uzakta dururlar.)
PORÇİYA — Şu gördüğümüz ışık, bizim evde yanıyor. Bu küçük meş’ale, ne kadar uzakları aydınlatıyor! Mütefessih bir dünyada, iyi bir iş te böyle parlar.
N ERİ S A — Ay aydınlığı varken, meş’aleyi göremiyorduk. PORÇİYA — Büyük bir şöhret, kendinden küçüğünü göl
gede bırakır. Hükümdar görününciye kadar, vekili bir hüküm­dar gibi parlar, fakat yanına hükümdar gelince, veküin şaşaası, engin denizlere karışan bir dere gibi kaybolur. Dinle! Musiki!.
NERİSA — Sizin musikiniz, madam, bakınız, sizin evden geliyor.
PORÇİYA — Her şeyi güzelleştiren, bulunduğu hale uy­gunluğudur. Bu musiki bana, gündüzünkinden daha ahenkli geliyor.
NERİSA — Ona bu sihri veren sessizliktir, madam.
PORÇİYA — Dikkat edilmezse, karganın ötüşü de, çayır kuşununki kadar güzeldir; eğer bülbül de gündüzün, kazlar ka kırdaşırken, ötmüş olsaydı, çalı kuşundan daha mahir bir mu­sikişinas sayılmazdı. Bir çok şeyler, güzelliklerinden mühim bir kısmını muhitlerine borçludurlar. Sus!. Ay, Andimyon ile uyuyor, uyandırmıyalım.
(Musiki durur.)
LORENZO — Bu Porçiyanın sesi, yahut bana öyle geliyor.
PORÇİYA — Körlerin kuğu kuşunu tanıdığı gibi, o da beni çirkin sesimden tanıdı.
LORENZO — Sevgili efendimiz, evinize sefa geldiniz.
PORÇİYA — Kocalarımızın saadeti için duâ ettik. Duaları­mız belki avdetlerini tesrî etmiştir. Geldiler mi?
LORENZO — Daha gelmediler, madam. Fakat bir haberci gelmek üzere olduklarını söyledi..
LORENZO — Hadi git, Nerisa, gaybubetimize dair kimseye bir şey söylememelerini hizmetçilerime tenbih et. Bundan siz de bahsetmezsiniz, Lorenzo; siz de Jesika.
(Boru sesleri)
LORENZO — Zevciniz uzakta değil, boru sesi işitiyorum. Gevezelik etmeyiz, madam, hiç korkmayınız.
PORÇİYA — Bu gece, hasta bir güne benziyor; yalnız on­dan biraz daha soluk. Güneşin gizlendiği günleri andırıyor. İBASANYO, ANTONYO, GRAÇYANO ve maiyetleri girerler.)
BASANYO — Güneş olmadığı zamanlar siz böyle görünecek olursanız, dünyanın öbür cihetindekilerle beraber, bize de gün­düz olur.

PORÇİYA — Aydınlatayım, ama hafif olmıyayım. Çünkü hafif bir kadın, kocasını ağırlaştırır! Basanyonun benim yü­zümden böyle olmasını hiç istemem! Allah iyilikler versin! Evinize sefa geldiniz, efendimiz.
BASANYO — Teşekkür ederim, madam. Arkadaşımı iyi karşılayınız. İşte Antonyo, işte kendisine o kadar borçlu oldu­ğum adam..
PORÇİYA — Hakikaten kendilerine her itibarla borçlusu­nuz. Çünkü sizin için pek mühim teahhütler altına girdiklerini işitmiştim.
ANTONYO — Ödenilmeyecek derecede mühim değil.
PORÇİYA — Senyör, evimize büyük sefalar geldiniz. Bunu size sözden başka suretle ispat etmek istediğimden, hatırnüvazlık nutuklarını kısa keseceğim!
(GRAÇYANO ile NERİSA yavaşça bir kenarda konuşurlar.)
GRAÇYANO Şu gök yüzündeki aya yemin ederim ki, haksızsınız. İnan olsun, onu hâkimin kâtibine verdim. Sevgili ruhum, mademki bu kadar üzülüyorsunuz, dilerim, şu oğlân hadım olsun!
PORÇİYA — Ne o, daha şimdiden kavgaya mı başladınız? Zorunuz ne?.
GRAÇYANO — Bir altın halka, geçen gün verdiği, bıçak­ların üstündeki, bıçakçı şiirleri gibi, herkese hitaben: «Sev be­ni, bırakma» yazılı, ehemmiyetsiz bir yüzük.
NERİSA — Yazısından yahut kıymetinden bahseden var mı? Onu size verdiğim vakit, ölünciye kadar taşıyacağınıza ve hattâ mezarınıza bile beraber götüreceğinize yemin etmiştiniz. Bana değilse bile, yemininize‘olsun hürmet edip, onu saklamalı idiniz.. Hâkimin kâtibine vermiş! Bu kâtibin çenesinde sakal bi­teceğini hiç zannetmem.
GRAÇYANO — Erkek olacak kadar yaşarsa, pek âlâ biter!
NERİSA — Bir kadın, çok yaşamakla erkek olsa!

GRAÇYANO — Elim hakkı için, onu bir delikanlıya... Na­sıl söyliyeyim, ufak, tefek, sen boyda, çelimsiz bir çocuğa, hâki­min kâtibine verdim; çıtır pıtır bir çocuk, zahmetine mukabil ; onu istedi. Benim de reddetmeğe vicdanım razı olmadı.
PORÇİYA — Doğrusunu isterseniz, karınızın ilk hediyesini, yeminlerle parmağınıza takıp, bir sadakat remzi olmak üzere etinize gömülmüş böyle bir hediyeyi, kendi elinizle başkasına verdiğiniz için, çok çirkin bir harekette bulunmuş oluyorsunuz! i Ben de sevgilime bir yüzük verip, hiç bir zaman yanından ayırmıyacağmı vâdettirdim. İşte kendisi, onun yerine ben yemin edebilirim ki, dünyanın bütün hâzinelerini verseler, onu parmağmdan çıkarmaz. İnan olsun, Graçyano, karınızı pek ziyade müteessir ettiniz, onun yerinde ben olsam, çıldırırdım.
BASANYO — Keşke sol elimi kesse idim de, yüzüğü müda­faa ederken kaybettiğimi söylese idim.!
GRAÇYANO — Sinyor Basanyo, yüzüğünü, bir hatıra ol­mak üzere bunu istiyen ve hakikaten lâyik ta olan hâkime ver­mişti. O vakit, küçüğü, bir çok yazılar yazmak zahmetine kat­lanan kâtibi de, benim yüzüğümü istedi. Efendisi olsun, kâtibi olsun, bu iki yüzükten başka hiç bir şey kabul etmediler.
PORÇİYA — Nasıl bir yüzük verdiniz, efendimiz? Ümit
ederim ki, benden aldığınız değil.
BASANYO — Kabahatime bir de yalan ilâve edebilseydim, inkâr ederdim. Fakat işte görüyorsunuz, parmağımda yüzük yok
PORÇİYA — Öyle se, kalbinizde de sadakat! Tanrı hakkı için, yüzüğümü görmedikten sonra, yatağınıza girmeyeceğim!
NERİSA — Ben de kendiminkini görmedikten sonra, yatağınıza girmeyeceğim!
BASANYO — Sevgili Porçiya,' yüzüğü kime verdiğimi, niçin verdiğimi, başka bir şey kabul etmeyeceğini söylediği vakit, yüzükten ne kadar istemiyerek ayrıldığımı bilseydiniz, hiddeti­nizi biraz teskin ederdiniz.
PORÇİYA — Siz de, yüzüğün tılısımını, yüzüğü verenin kıy­metini ve yüzüğü muhafaza etmenin, sizin için nasıl bir namus

meselesi olduğunu bilseydiniz, hiç bir vakit bu yüzükten ayrıl­mazdınız. Reddettiğiniz halde, sizden mukaddes bir vediaya benzeyen böyle bir şeyi ısrarla isteyecek kadar akılsız ve vicdan­sız bir adam tasavvur olunabilir mi? Nerisa, söyle şimdi ne ya­payım? Eğer yüzüğümü alan kadınsa, ben ölürüm!.
BASANYO — Namusum hakkı için madam, hayatım hakkı için, kadm değil, üç bin altını reddedip, benden yalnız yüzü­ğü istiyen, namuslu bir doktor. Evvelâ, reddettim, hattâ arka­daşımın hayatını kurtardığı halde, gönlü kırık olarak, ayrıldı­ğını görmek metanetini gösterdim! Daha ne söyliyeyim, sevgili güzelim! Hicap ve minnettarlık hisleri altında ezilerek, bunu, kendisine göndermeğe mecbur oldum; namusum üzerinde böyle kara bir nankörlük lekesi bırakmak istemedim. Beni affediniz, sevgili karıcığım! Gecenin mukaddes meşaleleri şahidim olsun ki, siz orada olsaydınız, bu yüzüğü asil doktora vermemi kendi­niz benden isteyecektiniz.
PORÇİYA — Bu doktor, benim evime yaklaşmasın! Ma­demki, aşkım için muhafazasına yemin ettiğiniz âziz mücevhe­rim ondadır, kendisine karşı, size olduğu kadar cömert davran­mağa mecburum. Elimden gelen hiç bir şeyi, evet, ne vücudümü, hattâ ne de kocamın, yatağını ondan esirgiyemem! Hiç şüphesiz onu tanıyacağım. Size, geceleri dışarda geçirmemenizi, ve bir Argüs gibi beni nezaret altında bulundurmanızı tavsiye ederim; bunda kusur eder ve beni yalnız bırakacak olursanız, henüz benim olan namusum hakkı için, bu doktoru kendime yatak arkadaşı yaparım!.
NERİSA — Ben de kâtibini! Evet, yalnız bırakacak olursa­nız, benim yapacağım da bu!
GRAÇYANO — Siz, istediğinizi yapınız, fakat yok mu, kâti­bi bir ele geçirecek olursam, alimallah kalemini kıracağım!
ANTONYO — Bu kavganın talisiz müsebbibi benim.
PORÇİYA — Siz hiç müteessir olmayınız, efendim. Siz her halde sefa geldiniz.
BASANYO — Porçiya, Lstemiyerek yaptığım bu kabahatten dolayı beni affet, bütün dostlarımın huzurunda, bebeklerinde kendimi gördüğüm, güzel gözlerine yemin ederim ki
PORÇİYA İyi dikkat ediniz. İki gözümde, iki görünüyor­sunuz; her birinde bir Basanyo. Yemininizi her ikisi için eder­seniz, daha sağlam olur.
BASANYO — Beni dinle. Kabahatimi affet; hayatım hakkı için, bundan sonra yeminimi hiç bozmıyacağım!.
ANTONYO(Porçiyaya) Arkadaşımın talii için, vücudumu rehin koymuştu Zevcenizin yüzüğünü alan zat olmasay­dı, şimdi dünyada yoktum. Bu sefer de, kocanızın hiç bir vakit kendi ihtiyarile yeminini bozmıyacağına ruhumu rehin veriyorum
PORÇİYA — Peki. Öyle ise, kefili sizsiniz. Şu yüzüğü kendi­sine verip, ötekinden daha iyi muhafaza etmesini tembih edi­niz..
ANTONYO — Senyör Basanyo, bu yüzüğü saklıyacağnıza yemin ediniz.
BASANYO — İnan olsun, bu, benim doktora verdiğim yü­zük!.
PORÇİYA — Ondan aldım. Affet beni, Basanyo! Bu yüzü­ğü vermek için, doktor geceyi benimle geçirdi!
NERİSA — Beni mazur gör, sevgili Graçyanom! Hâkimin kâtibi, o çelimsiz oğlan da, şu yüzük için dün gece benimle yattı.
GRAÇYANO — Henüz sağlamken, yazın, büyük caddeleri de böyle tamir ederler! Nesil!. Daha lâyik olmadan boynuzlu mu olduk?
PORÇİYA — Böyle kaba şeyler söylemeyiniz. Hepiniz şaşı­rıp kaldınız. Şu mektubu alın, boş zamanınızda okursunuz. Bellâriyonun imzasile Padudan geliyor. Göreceksiniz ki, Porçiya doktor, Nerisa da kâtibi imiş. Lorenzoya sorunuz, sizin arka­nızdan derhal ben de hareket ettim. Döneli de pek az oldu. Daha eve bile girmedim. Antonyo, gözünüz aydın. Size İliç um­madığınız iyi haberler getirdim. Şu mektubu açınız; görecek­siniz ki, gemilerinizden üçü, zengin hâmülelerile beraber lima­na girmek üzere. Bu mektubu, ne garip bir tesadüfle ele geçir­diğimi tasavvur edemezsiniz.
ANTONYO — Ne diyeceğimi şaşırdım.
BASANYO — Doktor sizdiniz de, ben tanıyamadım, ha?
GRAÇYANO — Siz de beni boynuzlu yapacak kâtiptiniz, | eyle mi?
NERİSA — Evet, fakat erkek olacak kadar yaşamadıktan [ sonra, böyle bir şeyi, hiç akima getirmiyen kâtip.
BASANYO — Sevimli doktor, yatak arkadaşım olacak, bu­lunmadığım zamanlar da, karımla beraber yatacaksınız.
ANTONYO — Aziz madam, bana hem hayat, hem de haya­tımı temin edecek şeyler verdiniz. Bu mektup, hakikaten gemi­lerimin limana vâsıl olduklarını haber veriyor.
PORÇİYA — Lorenzo, kâtibimde, sizi de memnun edecek haberler var.
NERİSA — Hem de müjdesini istemeden söyleyeceğim. İşte, size, zengin Yahudinin öldükten sonra, bütün servetini kızı ile damadına terkettiğine dair imzaladığı senet.
LORENZO — Güzel hanımlar, aç insanların yollarına, gök­ten maideler yağdırıyorsunuz.
PORÇİYA — Nerede ise sabah olacak. Eminim ki, bu vak’aların hikâyesine, daha tamamile kanmadınız. İçeriye girelim, orada siz sorarsınız, biz de her şeyi olduğu gibi anlatırız.
GRAÇYANO — Pek âlâ. Nerisaya ilk sualim, tâ akşama ka­dar beklemeği mi, yoksa, hazır gün doğalı daha iki saat bile olmamış iken, derhal yatmağa gitmeği mi, tercih ettiğini sor­mak olacak. Bana gelince, eğer gündüz sayılıyorsa, doktorun f    kâtibi ile yatabilmek için, ortalığın çabuk kararmasını dileye­rek adaklar adayacağım. Evet, ömrüm oldukça, Nerisa’nın şu yüzüğünü muhafaza edememek kadar hiç bir şeyden korkmayacağım.
(Çıkarlar.)
BEŞİNCİ PERDENİN SONU
trc: Mehmet Şükrü
Haziran 1308 (1930)
Cumhuriyet Matbaası1931



THE MERCHANT OF VENİCE- Venedik Taciri (2004)

Yönetmen: Michael Radford        
Senaryo: William Shakespeare, Michael Radford
Ülke: ABD, İtalya, Lüksemburg, İngiltere
Tür: Dram, Romantik
Rating:7.1
Vizyon Tarihi: 12 Mayıs 2006 (Türkiye)
Süre: 138 dakika
Dil: İngilizce
Müzik: Jocelyn Pook
Nam-ı Diğer: The Merchant of Venice | William Shakespeare's The Merchant of Venice
Oyuncular:    Al Pacino, Jeremy Irons,    Joseph Fiennes,    Lynn Collins,    Zuleikha Robinson

Özet

1700'lerin Venedik'inde, genç Bassanio güzeller güzeli Portia'nın kalbine giden yolu fethetmeye kararlıdır. Ama talibi çok olan bu genç hanımı elde etmek için çıkacağı yolculukta ona para lazımdır. Bunun üzerine tacir dostu Antonio'ya gider. Oysa iyi niyetli adam tüm parasını seyahatteki gemilerine bağlanmıştır.
Dostuna yardım etmeye kararlı olan Antonio, faizsiz borç verdiği için nefretini kazanmış olduğu Yahudi tefeci Shylock'a başvurmak zorunda kalır. İntikam vaktinin geldiğini anlayan Shylock belki de hayatında ilk kez faiz işletmeden borç vermeyi kabul eder ama eğer parayı zamanında geri alamazsa her gecikme için Antonio'nun etinden bir parça almak üzere anlaşır.
Shakespeare'in her yaştan okur için unutulmaz bir olay örgüsü sunan ve -her zaman olduğu gibi- insan ruhunda -karanlık kıyılarını da ihmal etmeksizin- başarıyla gezinen eserinden uyarlanan filmde Al Pacino ve Jeremy Irons gibi güçlü isimler var. |

Filmden

“Venedik 1596" Yahudi karşıtlığı, 16'ncı yüzyılda, Avrupa'nın en güçlü ve en liberal şehir devleti olan Venedik'te bile mevcuttu. Yasalara göre, Yahudiler şehrin Getto denilen, etrafı duvarla çevrili bölümünde yaşamak zorundaydı. Güneş battıktan sonra Getto'nun kapısı, nöbetçi Hıristiyanlar tarafından kilitlenirdi. Gündüzleri, Getto'dan çıkan herkes Yahudi olduğunu belirten kırmızı bir şapka takmak zorundaydı.
**
! Tefeci! Taşınmaz mal edinmesi yasak olan Yahudiler bu yüzden çoğunlukla tefecilik yapardı ve bu da Hıristiyan inancına aykırıydı. Eğitimli Venedikliler bu durumu görmezden gelirken Yahudilerden nefret eden dinci fanatikler için durum farklıydı. "Bir insan dürüstse sadece doğru olanı yapıyorsa " " asla tefecilik yapmamış faiz almamışsa " " kendini bütün günahlardan arındırmışsa " " yasanın emrettiği doğrultuda bir yaşam sürüyorsa " " haksız kazanç sağlamamışsa  ve buna tanıklık eden " " kimse varsa, o zaman aramızda yaşayabilir." "Ama tefecilik yapmış ve faiz almışsa " " yaşama hakkı var mı?
" "Hayır, yaşama hakkı yoktur. Bu günahlardan herhangi birini " " işlemişse, ölmesi gerekir. Rabbimiz böyle emrediyor." Ama her gün hırsızlık yaparak günah işliyorsunuz.
**
Üç bin duka mı?
 Evet. Sadece üç ay için. Sadece üç ay mı?

- Aslında 
- Söylediğim gibi Antonio kefilim olacak. Demek Antonio kefil olacak  Pekâla  Yardım edecek misiniz?
 İsteğimi kabul edecek misiniz?
 Cevabınızı bekliyorum. 3 bin düka  3 ay vadeli  ve Antonio kefil. Cevabınız nedir?
 Antonio iyi biridir. Bunun aksini söyleyen birini mi duydunuz?
 Yo yo yo yo yo. Onun hakkında iyi demekteki amacım piyasada iyi kredisi olduğu anlamındaydı. Ancak mali durumu şüpheli. Bir gemisi Tripoli'ye, diğeri doğuya gidiyor. Duyduğum kadarıyla bir gemisi Rialto'dan Meksika'ya diğeri de İngiltere'ye hareket etmek üzereymiş. Daha önce gemileri başarılı yolculuklar yaptı. Ama gemiler sonuçta tahtadır gemiciler de insan. Kara fareleri vardır, su fareleri vardır. Kara hırsızları, deniz hırsızları  Yani korsanlar. Deniz tehlikeli bir yerdir. Rüzgar, kayalar  Ama yine de Antonio güvenilir bir adam. 3 bin düka  Kefil olmasını kabul ediyorum.
- Pişman olmayacaksınız.
- Antonio ile konuşabilir miyim?
 İsterseniz bizimle yemek yiyebilirsiniz. Hayır. Domuz eti kokar. Nasıralı peygamberinizin içinden şeytanı kovduğu yaratığı yiyorsunuz. Sizinle iş yaparım, alışveriş yaparım, yürüyüş yaparım, sizinle konuşurum. Ancak sizinle yemek yemem, içki içmem ve dua etmem. Buraya doğru gelen kim?
 Bu Signior Antonio. Antonio! Antonio. Çok saygın bir vatandaşa benziyor. Shylock! Shylock, duyuyor musunuz?
 Şu andaki para durumumu hesaplıyorum. Eğer yanılmıyorsam, üç bin dükanın tamamını bir anda temin etmem sanırım mümkün değil. Ama Tubal, benim oymağımdan zengin bir Yahudi kalanı tamamlar. Benjamin. Git Tubal'ı çağır. Kaç ay vadeli demiştik?
 Rahat olun sayın bayım. Sizin peygamberiniz bizim soyumuzdan geliyor.
- Ne kadar vereceğini kararlaştırdı mı?

- Evet  3 bin düka. 3 ay vadeli. Ah, unutuyordum  Üç ay dediniz değil mi?
 Ama önce faizle para alıp vermediğinizi söylememiş miydiniz?

- Asla tefeciden borç almam.
- Evet. 3 bin düka. Yuvarlak bir rakam. Launcelot. Faizler. 3 ay  12'den  Oranlara bir bakalım. Evet, Shylock Demek sana borçlandık?
 Signior Antonio Rialto'da birçok defa beni aşağıladınız. Tefecilik yaptığım için suçladınız. Ama her seferinde, omuz silkip geçtim. Çünkü biz Yahudiler, zulüm görmeye alışığız. Bana inançsız diyebilirsiniz fırsatçı diyebilirsiniz. Yahudi olduğum için üstüme tükürebilirsiniz ama şimdi bende olana ihtiyacınız var. Evet, yardımıma ihtiyacınız var. Bana gelip Shylock, diyorsunuz, "Bize biraz para ver." Bunu söylerken, aslında bana karşı duygularınız hâlâ aynı. Ben sizin kapınıza gelseydim, yüzüme bakmadan kovardınız. Tek derdiniz para. Şimdi ne demem gerekiyor?
 Şöyle mi demeliyim?
 "Köpeğin parası var mıdır?
" "Bir köpekten 3 bin düka para istenir mi?
" Ya da önünüzde eğilip bir köle edasıyla yavaşça fısıldamam mı gerekiyor?
 "Efendim, geçen Çarşamba günü bana tükürdünüz " " aynen daha önce de yaptığınız gibi. Ayrıca bana köpek de demiştiniz." "Bu iyiliğinizin karşılığı olarak size istediğiniz parayı vereceğim." Sana yine köpek diyeceğim, yine üstüne tükürüp aşağılayacağım. Eğer borç vereceksen, sakın dostlarına verme. Çünkü en büyük kazık, dost kazığıdır öyle değil mi?
 Düşmanlarına borç ver. Böylece geri ödemezlerse, cezasını çekebilirler. Ne kadar da öfkelisiniz! Sizinle dost olabilirim. Sizi sevebilirim. Beni aşağıladığınızı bile unutmaya çalışabilirim. Size istediğinizi verebilir, verdiğim borçtan hiçbir faiz istemem. Ama yine de beni dinlemezsiniz. Size iyilik sunuyorum.
- Size iyilik yapıyorum.
- Hayır  Bu bir iyilik. Size göstereceğim. Birlikte notere gidelim. Aramızda bir antlaşma yapalım. Eğer sözleşmede belirtilen günde bana olan borcunuzu belirtildiği miktarda ödemezseniz karşılığında bir kilo etinizi bana vereceksiniz. Vücudunuzun istediğim kısmından bir bölüm kesip alacağım. Kendime güveniyorum. Anlaşmayı yapacağım. Diğerleri gibi iyi kalpli bir Yahudi. Benim için böyle bir anlaşma yapamazsın. Yokluk içinde yaşamayı tercih ederim. Üzülme dostum. Hiçbir şey olmayacak. İki ay içinde, yani sözleşmenin bitimine bir ay kala aldığım borcu üç kat fazlasıyla ödeyebileceğimden eminim. Oh yüce İbrahim, şu Hıristiyanlar inanılmaz. Kendi kötülükleri yüzünden herkesin iyi niyetinden şüphe ediyorlar. Yalvarıyorum, söyleyin. Eğer parayı ödemezse sözleşmenin şartlarına uyarak ne elde edeceğim?
 Bir insandan alınmış bir kilo insan etin, ne değeri var ki?
 Hiç para etmez. Dana eti, kuzu ya da keçi değil. Banan güvenmesini istiyorum, onun dostluğunu istiyorum. Kabul ediyorsa, tamam  Etmiyorsa, elveda  Bir tek şey için dua ediyorum, beni utandırmasın. Shylock  Sözleşmeye sadık kalacağım.
**
- Duyduğuma göre Antonio'nun içi kargo dolu gemisi boğazı geçerken batmış. Sanırım yerin adı Goodwins imiş. Çok tehlikeli bir kayalık olduğunu söylediler. Orada bir sürü gemi batmış Ne diyorsun?
 Bence bu kayıp onun sonu olabilir. Shylock ne olacak?
 Tâcirlerden bir haber var mı?
 Kızımın kaçtığını biliyordunuz. Bu hiç iyi değil. Onun gittiğini biliyordunuz. Shylock bir gün kuşun yuvadan uçacağını biliyordu ama böyle bir şeyin olacağına asla inanmak istemiyordu. Bunun için onu lanetliyorum. Söylesene Antonio'nun gemisinin batıp batmadığı hakkında bir şey duydun mu?
 Öyleyse sözleşmeyi okusun. Bana tefeci olduğumu söylemişti. Sözleşmeye baksın. Tefeciliğin Hıristiyan ahlakına uygun olmadığını söylemişti. Şimdi sözleşmeye baksın. Merhaba, Yahudi! Borcunu ödeyemezse etini almayacaksın değil mi?
 Eti ne işine yarar ki?
 Balıklara atacağım. Hiçbir işe yaramasa bile intikam duygumu tatmin edecek. Beni aşağıladı defalarca bana küfretti kayıplarımla alay etti. Ulusuma hakaret etti. İşime burun kıvırdı dostlarımı beğenmedi, düşmanlarımı alkışladı. Bunları neden mi yaptı?
 Yahudi olduğum için! Yahudinin gözleri yok mudur?
 Yahudinin elleri yok mudur?
 Organları, mantığı duyguları, sevgileri, tutkuları?
 Aynı yemeği yiyoruz. Aynı silahlarla vuruluyoruz. Aynı hastalıklara yakalanıyoruz. Aynı ilaçlarla iyileşiyoruz. Hıristiyanlarla aynı kışlarda üşüyüp, aynı yazlarda terliyoruz. Etimizi kesseniz kanamaz mı?
 Gıdıklasınız gülmez miyiz?
 Zehirleseniz ölmez miyiz?
 Ve haksızlık yapsanız intikam almaz mıyız?
 Diğer konularda aynıysak bu konuda da aynıyız demektir. Bir Yahudi Hıristiyana haksızlık yapsa cezası ne olur?
 İntikam mı?
 Bir Hıristiyan Yahudiye kötülük yapsa?
 Onun cezası ne olmalı?
 İntikam. Sizden öğrendiğim kötülüğü size yapacağım. Gerekeni yapacağım; ama daha da ileri gideceğim.
**
"Sevgili Bassanio bütün gemilerimi kaybettim. Alacaklılar peşimde. "Yahudiyle yaptığımız sözleşme bağlayıcı." "Eğer borcumu ödersem, artık yaşamam imkânsız." "Ama bana karşı hiçbir borcun olmadığını bilmelisin." "Ölmeden önce seni son kez görmek isterim." "Ama gelmek için lütfen kendini zorlama. Eğer dostluğumuz " " gelmen için yeterli değilse bu mektup da olmamalı." Oh hayır! Bütün işinizi bırakıp hemen gidin. Ama önce kiliseye gidip benimle evlenin. Sonra Venedik'e dostunuzun yanına dönün. Çünkü ruhunuz huzur bulmadan, Portia ile asla mutlu olamazsınız. Borcunuzu ödemek için gerekenden 20 kat fazla altınınız olacak. Ödedikten sonra arkadaşınızı da alıp geri dönün. Bu arada ben ve Nerissa, dul eşler olarak yaşayacağız. Ama geri dönün çünkü eşlerinizi düğün gününüzde yalnız bırakıyorsunuz. Gardiyan ona bak. Sakın merhamet isteme. Parasını etrafa saçan aptal bu işte. Ona bak gardiyan. Shylock'un sözlerine kulak ver. Sözleşme yaptık. Sözleşmeye uymak zorundasın. Sözleşme koşullarını yerine getireceğime yemin ettim. Bana köpek dedin oysa hiçbir neden yoktu. Ama köpek olduğuma göre dişlerime dikkat et. Dük adaleti yerine getirecek. Neden bu kadar neşeli olduğunuzu anlamıyorum şeytan gardiyanlar.
- Yoksa ondan yana mısınız, söyleyin!
- Yalvarıyorum beni dinle. Elimde sözleşme var. Konuşmak istemiyorum. Elimde sözleşme var. O yüzden konuşman boşuna. Hıristiyan zalimlerin her sözüne boyun eğen, iç çekip kabullenen aptallar gibi davranmayacağım. Seninle konuşacak bir şeyimiz yok. Elimde sözleşme var. Zulme zulümle karşılık verirsen, eline bir şey geçmez. Onu rahat bırak. Fikrini değiştirmesi için sadece dua edeceğim. Hayatımı istiyor. Ve onu anlıyorum. Dükün sözleşme şartlarını uygulamayacağından eminim! Dük yasanın gerektirdiğini yapmak zorunda. Venedik'te mülk alan yabancılar yasanın korumasında adalet yerini bulmazsa, devletin prestiji sarsılır. Git artık. Oh! Oh  Yaşadığım kayıplar ve acılar beni öylesine tüketti ki yarına kadar borcumu ödemek için bir kilo etim bile kalacağını sanmıyorum.
**
Antonio ve ihtiyar Shylock, ikisi de öne çıksın.
- İsminiz Shylock mu?
- Shylock, ismim bu. İddianız şimdiye kadar alışılmadık bir durum. Ancak Venedik yasalarına göre, bunu yapmaya hakkınız var.
- Hayatınız onun kararına bağlı, değil mi?

- Öyle söylüyor.
- Sözleşme yaptığınızı kabul ediyor musunuz?

- Evet. Öyleyse Yahudi merhamet göstermeli. Neden merhamet göstermeliyim?
 Açıklayın. Merhamet yoruma açık bir kavramdır. Göklerden düşen bereketli yağmur gibi aşağıdakileri ıslatır. İ ki kez kutsanmıştır. Merhamet göstereni kutsar, göreni de kutsar. En yüce varlık ve de insan  Bazılarıysa kraldan çok kralcı olur. Onların ibresi geçici güçten yana kayar. Oysa gerçek kralı gördüklerinde korkudan sinerler. Ancak gerçek merhamet, her şeyden üstündür. Kralların yüreğinde taht kurmuştur. Ve Tanrı'nın özü merhamettir zaten. Dünyevi güçler ancak merhamet adaletle birleşince, güç olur. Bu nedenle Yahudi adalet istemene rağmen şunu düşün. Adaleti sağlamak uğuruna, hiçbirimiz merhametsiz davranmamalıyız. Merhamet için dua ediyoruz. Ve bu dualarımız her birimizin yüreğini merhametle doldurmalı. Sözlerimin amacı, adalet istemendeki haksızlığı vurgulamaktır. Eğer fikrini değiştirmezsen, Yüce Venedik mahkemesi orada oturan tâcir aleyhinde karar vermek zorunda kalacak. Ben kararımı çoktan verdim. Adalet istiyorum! Sözleşemedeki ceza yerine getirilmelidir.
- Cezasının karşılığını parayla ödeyemez mi?
 - İşte, burada. Cezanın bedelini iki kat fazlasıyla ödemeye hazırım. Eğer bu da yeterli olmazsa, bedelin on katını ellerimle ruhumla ve yüreğimle ödemeye hazırım. Bu da yeterli değilse o zaman amaç adalet değil sadece intikam peşinde koşmaktır. Size yalvarıyorum yetkilerinizi kullanarak, büyük bir yanlışı önleyin ve doğru olanı yapın. Bu acımasız şeytanın isteğine boyun eğmeyin. Bu imkânsız. Venedik'te bir sözleşmenin kararını değiştirebilecek hiçbir güç yok. Eğer sözleşme hükümlerine karşı gelirseniz, devletin yüce adaleti, bundan böyle kendini yanlışlar selinden kurtaramaz.
- Bu yapılamaz.
- Adeta Davut peygamber konuşuyor. Evet, bir Davut. Oh bilge yargıç, önünüzde saygıyla eğiliyorum Lütfen izin verin de sözleşmeye bakayım. Saygıdeğer doktor, işte burada. Shylock, sana paranın iki katı teklif ediliyor. Yemin, yemindir. Tanrı adına yemin ettim. Yeminimden dönüp cehenneme mi gideyim?
 Hayır. Venedik için olmaz. Bu sözleşme bağlayıcı ve Yahudi karşı tarafın etinden bir kilo kesmeyi talep edebilir. Tâcirin yüreğine yakın bir yerden. Merhamet et. Paranın iki katını al, sözleşmeyi yırtalım. Ancak sözleşme koşulları yerine getirildiğinde. Yüce mahkemeye adaletli davranması için yalvarıyorum. Öyleyse karar verildi. Göğsünüzde onun bıçağını hissetmeye hazır olun. Oh asil yargıç, saygıdeğer delikanlı. Yasaların başlıca hedef ve amacı gerekli cezanın verilmesidir. Böylece sözleşme şartları yerine getirilecek. Çok doğru. Oh yüce ve adil yargıç  Yaşınızdan çok daha deneyimli ve bilgesiniz.
- Bu durumda göğsünüzü açın.
- Evet, göğsü. Sözleşme böyle demiyor mu saygıdeğer yargıç?
 Yüreğine yakın yerden.
- Aynen böyle yazıyor.
- Evet. Eti tartmak için teraziler hazır mı?
 Evet getirdim işte. Bir cerrah hazır olsun Shylock, ücretini sen ödeyeceksin. Çünkü yarası tedavi edilmezse kanamadan ölebilir. Sözleşmede böyle bir madde var mı?
 Hayır bu madde yok. Ama ne farkeder?
 Bu kadar iyilik yapabilirsin. Hayır yapamam. Sözleşmede yazmıyor. Siz tâcir, söyleyeceğiniz bir şey var mı?
 Çok az. Başıma geleceklere hazırım. Bana elini ver, Bassanio. Elveda dostum. Başıma gelenler için sakın kendini suçlama. Senin kaderinin benimkinden daha güzel olması için dua ediyorum sevgili dostum. Sevgili eşine saygılarımı ilet. Ona Antonio'nun nasıl öldüğünü anlat. Seni sevdiğini söyle. Beni hep iyi hatırla. Eşine her şeyi anlattıktan sonra  Bassanio'nun nasıl bir dostu olduğuma bırak o karar versin. En iyi arkadaşını kaybedeceğin için, kendimi suçluyorum. Ancak senin diyetini ödediğim için kendini suçlama. Çünkü Yahudi yeterince derin keserse bedeli hemen, yüreğimle ödeyeceğim. Antonio, ben bir kadınla evlendim ve karım benim için hayat kadar değerli. Ancak hayat, karım ve tüm dünya benim için senin hayatın kadar değerli olamaz  Bütün bu saydıklarımı, bu iblis seni öldürürse kaybedeceğim. Çok sevdiğim bir karım var. Eğer bu lanet Yahudi, onun hayatını bağışlarsa karşılığında karımı cennete feda edebilirim. Bir kızım vardı! Bir Hıristiyanla evleneceğine Barabbas'ın soyundan gelen biriyle evlenmesini yeğlerim. Vakit kaybediyoruz, yalvarıyorum. Ceza gerçekleştirilsin. Devam edebilirsiniz. Sözkonusu tâcirin bir kilo eti senindir. Mahkeme izin veriyor. Yasalar izin veriyor. Doğru söylediniz efendim. Ve sen bu eti onun göğsünden kesmek zorundasın. Hem mahkeme hem de yasalar izin veriyor. Saygıdeğer yargıç. Karar verildi. Haydi. Hazır ol.
- Durun biraz!
- Aah! Bir şey daha var. Sözleşme sana kan akıtma hakkı vermiyor. Burada sadece bir kilo et yazıyor. Şartları yerine getir ve bir kilo eti kes. Ama keserken, bir damla Hıristiyan kanı akarsa bile Venedik yasasına göre toprakların ve tüm malların Venedik devletinin olacaktır. Oh yüce yargıç! Evet Yahudi. Bilge yargıç! Yasa böyle mi?
 Sonuçlarına katlanmak zorundasın. Adalet için ısrar ediyorsun. Öyleyse aynı adalet sana da uygulanacaktır. Öyleyse teklifi kabul ediyorum. Bedelin iki katını ödeyin ve Hıristiyan kurtulsun.
- İşte istediğin para.
- Durun. Yahudi adalet istiyordu değil mi?
 Acele etmeyin. Artık tek seçeneği cezayı uygulamaktır. O yüzden, eti kesmeye hazır ol. Ama hiç kan akmayacak! Ve sadece bir kilo et olacak, ne eksik ne de fazla. Eğer bir kilodan az ya da çok kesersen  İsterse bir kilodan bir gram az olsun veya bir kilodan bir gramın yirmide biri kadar fazla olsun farketmez. Çünkü terazi bir saç telini bile tartabilir. Öleceksin ve bütün mallarına el konulacak. Davut peygamber gibi! Hadi hain, şimdi konuş da duyalım! Yahudi neden konuşmuyor?
 Sadece parayı almam mümkün değil mi?
 Vazgeçersen, alabileceğin tek şey cezadır. Böyle olmasını kendin istedin Yahudi. Şeytanın tâcirden yana olduğu anlaşılıyor.
- Öyleyse davadan vazgeçiyorum.
- Dur, Yahudi. Yasanın henüz seninle işi bitmedi. Venedik yasasında açıkça belirtilmiştir ki eğer bir yabancı, isteyerek veya istemeyerek bir Venedik vatandaşının canına kastederse bu eylemi gerçekleştirdiği kişi onun mallarının yarısını alır. Diğer yarıysa o andan itibaren artık devletin malı olur. Ve davacının hayatı artık Dük'ün merhametine kalmıştır. Son karar onundur. Bu koşullarda sana tek önerim şudur. Alçak gönüllü ol ve Dükün merhametine sığın. Yalvar da asil dük kendini asmana izin versin. Seninle aramızdaki farkı anlayabilmen için sen yalvarmadan hayatını bağışlıyorum. Mal varlığının yarısı Antonyo'nun olacak Diğer yarısınaysa, devlet tarafından el konulacak. Hayır hayatımı alın ama mallarıma el koymayın. Çünkü mallarıma el koyarsanız zaten yaşamam imkânsız. Hayatımı alın çünkü mallarımı benden alırsanız hayatım biter. Ona merhamet göstermeniz mümkün mü Antonio?
 Tanrı aşkına ona merhamet göstermeyin. Yalvarıyorum, saygıdeğer dük ve yüce mahkeme  mallarının yarısını kendim için istemiyorum. Diğer yarısının da bir fonda toplanıp Yahudi öldükten sonra kızını elinden alan beyefendiye verilmesini rica ediyorum. Bir talebim daha var. Kendi iyiliği için Hıristiyan olmasını talep ediyorum. Talep yerine getirilecek. Yoksa az önce gösterdiğim hoşgörüyü bir daha göstermem. Şimdi mutlu musun Yahudi?
 Ne diyeceksin?
 Ah  Mutluyum. Mübaşir bağış antlaşmasını hazırla. Lütfen mahkemeden gitmem için izin verin efendim. Ah  İyi değilim. Antlaşmayı sonradan gönderirseniz imzalarım. Öyleyse gidebilirsin; ama imzala. Mahkeme sona erdi. Saygıdeğer beyefendi arkadaşım ve ben bugün mahkemede sergilediğiniz bilge davranışla hayatını kurtardığınız için Yahudiye vermek için hazırladığımız üç bin dükayı izin verirseniz size sunmak istiyoruz. Size olan borcumuz, parayla ödenmez. Sonsuza kadar hizmetinizdeyiz. Alınan iyi bir sonuç, en iyi ücrettir. Sizi kurtarmakla iyi bir sonuç aldığım için ücretimi ödenmiş kabul ediyorum. Hoşçakalın

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar