Print Friendly and PDF

XI.-XIII. YÜZYILLARDA KUDÜS


Hzl: Muammer GÜL
Kudüs’ün tarihi, Bronz çağının (M.Ö: 3000-1200) başlangıç devrelerine kadar gitmektedir. Bu uzun tarihi seyir içerisinde uğradığı sayısız istilalar sonucu buraya hakim olan milletlerin siyasî, sosyal ve kültürel etkileri ile şehir birçok adlar almıştır.          
Kudüs, Bronz Çağının başlangıç devrelerinde Kenanîler tarafından inşa edilmiştir. Bu dönemde en büyük Tanrı olarak kabul edilen SALEM adına bir tapınak yapılmış1 ve şehir ulu ilah Salem ismi ile anılmaya başlanmıştır. Kudüs de diğer Kenanî şehirleri gibi bir Kraliyet Şehri idi. En tanınmış kralları Kadum Salem, Malkisadek ve Adoni Sadek olarak biliniyordu . Ahd-i Atik’te de Salem adlı bir şehrin kralından bahsedilmektedir . Eski İbrani paralarında Yerushalayim olarak geçen isim, Aramice Yerushlem, Süryanice Urishlem ve Asurca Urusalim şekillerinde geçmektedir.  Görüldüğü gibi Eski Ahit ve bu dönemin kaynaklarında şehrin ismi Salem, İbranice Şalim köküne dayanmaktadır ki, bugün o Yeruşalim olarak okunmaktadır.  ön ek olan Uri ve Yern zaman zaman yer değiştirmektedir. İbranice Şalim Arapça Salem ile aynı kökten müştak olup ; ikisi de barış anlamına gelmektedir .
Grekler zamanında ise isim Helenleşti. Yeni Ahit'in 4. Yüzyıl sonunda Hieronymus tarafından yapılan tercümesinde Hierusalenı ve Hierosolyma olarak geçmektedir ki, kelime yine Salem köküne dayanmaktadır. Zira Droysen de Kudüs’ten Hierosolyma olarak bahseder . Bu kökene bağlı olarak ismin İslâm kaynaklarında Yerusalem ya da Ursalem olarak kullanıldığı görülmektedir . Bu iki isim Şalim (tanrı)'in Şehri, Selamet Mülkü, Selamet Mirasın, Barış Şehri  manalarına gelmektedir.
Kudüs’ün bir zamanlar için Jebus olarak adlandırıldığı görülmektedir . Eski Ahit’te Yahuda oğullarının hissesine düşen yerler sayılırken, “ve sınır Hinnom oğlu deresinden cenuba doğru Yebusi sırtına (O Yeruşalimdir) yükseliyordu”  denilmekte ve şehre Yebus ismi verilmektedir: Muhtemelen bu isim o dönemde şehirde oturan Yebusi topluluğundan dolayı verilmiş olmalıdır. Ayrıca Ahd-i Atik'de Hakikat Şehri, Oholiba , Sion ya da Zion'  gibi isimler de zikredilmektedir. Hz. Davud'un şehri almasına kadar Sion isminin kullanıldığı ve fetihten sonra da şehre Davud Şehri  denilmiştir ki bu isim Ir-Davud olarak da geçmektedir . Bu son iki isim önceleri şehrin bir bölümünü tanımlıyorsa da zamanla şehrin genelini ifade etmiştir.
Bütün bunların yanında hahamlar, Kitab-ı Mukaddes’te Kudüs’ün 70 değişik ismini saymışlardır.  Şehre verilen isimlerin çokluğu ne olursa olsun, bunlar arasında en yaygın olanı, şehrin Hz. Davud tarafından fethinden MS 11. Yüzyıla yani Roma İmparatoru ^Elianos Hadriyanus tarafından alınışına kadarki dönemde kullanılan Urışalim ya da Yeruşalim şeklidir. İmparator Adriyanus MS: 130 yılında Bar Kohba'nın çıkardığı isyanı bastırdıktan sonra bütün Yahudileri şehirden uzaklaştırarak şehri bir Roma kolonisi şeklinde yeniden inşa etti. Şehir onun ismine izafeten Ælia Capitolina ismini aldı .
Şehir yaklaşık iki yüzyıl kadar Ælia (İliya) olarak kaldı. İmparator Konstantin döneminde Urışalim ismi yeniden kullanılmaya başlandı. İliya, zamanın şerefli ismi anlamına geliyordu ve müslümanlar tarafından da ‘Kutsal Şehir’ anlamında İslâm fethine kadar kullanıldı .
İslâmî dönemin başlangıcında şehrin ismi, İlya, Medin et Beyt el Mukaddes ve Tapınak Şehri şeklinde geçmekteydi . Pratikte İlya ya da Beyt el Makdis kullanılıyordu. İlya bir Roma ismi olmasına rağmen İslâm kaynakları bunun Peygamber İlyas’a dayandığını ve Eliyah’ın Evi ya da Allah’ın Evi anlamlarına geldiğini zikretmişlerdir . İslâm kaynaklarında İlya şehri inşa eden bir kadın olarak da zikredilmektedir. Bunun yanında İlya, Beytü’l Mukaddes , Beytü’l Makdis ,
Mescid-i Aksau gibi genel kullanımlar daha yoğundur. Bu genel kullanımların yanında latince Palatıum kökünden müştak olup, avlu ya da ikâmetgâh yeri manasına gelen al-Balat , el-Ard el-Mukaddes , Darü’s-tielam, Medinetü's- Selam ve Karyetü's-Selam gibi isimler de kullanılmıştır . Muhtemelen Memluklar döneminden itibaren Mekke ve Medine için kullanılan Al-Ifarameyn eş-Şerifeyn ismi Kudüs ve el-Halil için de kullanılmış ve Memluk idâri sistemi içindeki yerini almıştır. Görülmektedir ki, Arapların muayyen bir zamandan beri al-Kuds ismini verdikleri bu şehre eski müellifler umumiyetle Beytü’l Makdis yada Beytü’l Mukaddes ismini veriyorlardı. Bu isim İbranice mabed manasına gelen Bethammikaş kelimesine dayanmaktadır. Mukaddes Eve delalet eden bu isim daha sonraları Mukaddes’e delalet eden el-Kuds gibi yalın bir şekle dönüşecektir.
Buraya kadar şehrin tarihî seyir içerisinde aldığı isimleri zikr ettik. Bu isimler içerisinde üç tanesinin daha geniş bir zaman diliminde kullanıldığı görülmektedir. Bunlardan ilki Ycruşalim ya da Urişaiim, İkincisi Beytü’l Makdis yada Beytü’l Mukaddes, üçüncüsü ise İslâm aleminde Memlukiular döneminden itibaren kullanıldığını gördüğümüz Al-Kuds ya da Al-Kuds eş-Şerif isimleridir. Ancak hemen şunu belirtelim ki, Kudüs kelimesi de çok eskilere dayanmaktadır. Al-Kuds, Aramice Kudsha kelimesinden müştak olup, Karra Kudsha kutsal yerin şehri manasına gelmektedir.
İbn Manzur Kudüs kelimesinin manaları üzerinde muhtelif görüşler zikretmektedir. Ona göre El-Kuds, tehhare (temizlik) anlamına geldiği gibi noksanlıklardan ve ayıplardan temizlenmiş anlamına da gelmektedir . O aynı zamanda bir dağ ismidir ve el-Kuddus aynı zamanda Allah’ın sıfatlarından ve isimlerindendir. Hicazlılara göre ise içinde temizlik yapılan bir kab olan es-Settel, el-kadese ile aynı anlama gelmektedir. Bu yüzden de Beytü’l Mukaddes’e temizlenmiş ev deniyordu ki, orada günahlardan temizleniliyordu. Ayrıca EI-Kaddus mübarek ve el-Kuds ise bereket anlamına geliyordu. Bütün bunların yanında İbn Manzur el-Kuds’ü insan ve hayvanların su temin etlikleri yerlere suyun aşındırmasını önlemek için suyun gözesine konan taş için kullanıldığını zikretmektedir ki, ki o Kuddısu’l Hacer olarak adlandırılırdı' . Fezail kitaplarında ise zikrettiğimiz eserlerin ruhuna uygun izahlar yapılmaktadır. Hıfzı, “Şam’a Şam deyu ad verdiler çünküm Kâbe’nin şimalindedir ve Yemen’e anın içün Yemen dediler ki Kâbe’nin yemenindedir ve Beytü’l Makdis’e anın içün Kudüs dediler ki haşr u neşr onda olsa gerektir”  diyerek bu geleneksel izahı yapmaktadır.
Sonuç olarak Kudüs kelimesi eski olmasına rağmen İslâmiyetin ilk yıllarında pek kullanılmamış görünmektedir. Ancak 11. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanıyor ki, Nasır-ı Hüsrev’in “Şamlılar ve o civar halkı Beytü’l Makdis’e Kudüs derler”  ifadesi bu ismin önce Suriye ve Filistin'de kullanılmaya başlandığını, Eyyubi ve Memluk idareleri döneminde yerleştiği ve bugüne kadar şehir için kullanılan en önemli isim olarak geldiğini göstermektedir. Batıda ise, bugün sadece İbranice Yeruşalim' in batı dillerindeki yazılışı şekli olan Jerusalem kullanılmaktadır.
Kudüs, dinler tarihi açısından dünyanın eri önemli şehri konumundadır. Bu İslâmiyet, Hıristiyanlık ve Musevîlik gibi üç semavî dinîn bu şehri ve onun çevresini kutsal kabul etmesi ile bu düşünce ve inanç etrafında tarih boyunca meydana gelen bir mücadele vermelerinden kaynaklanmaktadır. Bu üç din içerisinde Kudüs’e en fazla kutsallık atfeden, bundan da öte, bu kutsal şehri ve çevresini kendi dinleri ve kimlikleri ile özdeşleştiren ise Musevîlerdir. Ahd-i Atik adeta Kudüs ve Arz-ı Mukaddes olarak adlandırılan kutsal toprakların tasviri, tarihi ve kutsallaştırılmasıdır. Bundan dolayıdır ki onların gözünde bu topraklar “Arz-ı Mevud” olarak tanımlanmıştır.
Ahd-i Atik’te bu topraklardan “Kenan Diyarı”,  “diyar”,  “gurbet diyarı”,  “memleket”  diye bahsedilmektedir. Bu isimlerin yanında “iyi ve geniş diyar”,  “süt ve bal akan diyar”,  “bütün memleketlerin süsü olan diyar”,  ve “İsrail diyarı”  gibi isimler de Arz-ı Mukaddes için kullanılmaktadır. İkinci mabed döneminden itibaren ise “Arz-ı Mev’ud” diye adlandırılmıştır ki Ahd-ı Cedid’te de bu isim kullanılmaktadır. Kudüs içinde çalışmamızın girişinde zikrettiğimiz gibi birçok isimler kullanılmıştı ki bunlardan biri de “Hakikat Şehri”...   denilmesi idi. Arz-ı Mev’ud, belli bir toprak parçası olmaktan ziyade bir din olarak musevîlik ile bir toprak parçasının dünyada benzeri görülmemiş bir şekilde meczedilmesidir. Arz- ı Mev’ud her çağda Yahudilerin şuuru olmuş ve onların tarihe bakışlarındaki tek belirleyici unsur olmuştur. Kitab-ı Mukaddes’te Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya kadar olan peygamberlere vaad edilen topraklar Kudüs’ün merkez' olduğu Filistin toprakları olmuş ve her peygamber ile yapılan ahidle bu tekrarlanmıştır. Hz. İbrahim’e yapılan vaadde, “Mısır ırmağından büyük ırmağa Fırat ırmağına kadar olan bölge”,  denilmekte ve “ Rab Abrama dedi: Şimdi gözlerini kaldır ve bulunduğun yerden şimale ve cenuba ve şarka ve garba bak; çünkü görmekte olduğun bütün memleketi . sana ve ebediyen senin zürriyetine vereceğim.” denildikten sonra daha sonra vaadin Hz. İshak ve onun zürriyetine ait olduğunu zikretmiştir.  Daha sonra Hz. Yakub’a ve zürriyetine,  Hz. Yusuf a,  Hz. Musa’ya  vaadedilmiştir. Yeşu’ya da “Rab Nuh oğlu Yeşu’ya dedi: ... sınırın çölden ve bu Lübnan’dan büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar, Hittilerin bütün diyarı ve gün batısına doğru büyük denize kadar olcaktır.”  şeklinde vaad edilmiştir. Görülmektedir ki Yahudiler Arz-ı Mukaddesi varolmanın ve inanmanın temel esprisi olarak görmüşlerdir. Ancak yapılan bütün bu vaatler ahitlerle başlanmış ve İsrailoğulları ahitlere uyarlarsa onlara ve onların zürriyetlerine mülk olarak miras bırakılmıştır. Aksi takdirde, ahdi bozmaları halinde onların oradan atılacaklarına dair Ahd-i Atik’teki sözler önemli yer almaktadır. Ahd-i Atik ise onların ahidlerini bozduklarını ısrarla vurgulamaktadır. Zira Musa zamanında yapılan ahid, İsrailoğullarının altın buzağıya tapmalarıyla bozulmuş  ve bu daha sonraları sık sık tekrarlanmıştır.  Ahd-i Alik’te bu kadar önem arz eden Kudüs’ün, Yahudilerin yaşantısında ve halk inançlarında da daha fazla bir kutsallık kazanması tabiidir. Öyle ki Hahamlar,
şeklinde bir kutsallıkla şehri tasvir etmişlerdir. Yahudi geleneğindeki bu pasajlar halkın ve din adamlarının nazarında Kudüs’ün yerini tespit etmemize yardımcı olmaktadır. İsrailoğulları Kudüs için dünyanın en büyük imparatorlukları ile mücadele etmişler, şehrin tamamen tahribine götürecek direnişleri göstermişler ve sürgün yıllarında Kudüs için varolmuşlardır. Dolayısı ile Kudüs onların milli kimliklerini muhafaza etmelerinde önemli rol oynamıştır.
Kısaca Kudüs ve genel olarak Arz-ı Mukaddes, Allah tarafından kendilerine vaadedilmiş ve kendileri için yaratıldığına inanılan İsrailoğulları, Hıristiyan ve Müslümanlara göre Kudüs’ü daha çok önemsemişler; kutsamışlar ve dinlerinin, tarihlerinin, törelerinin ve geleceğe ait tasavvurların tek merkezi haline gelmişlerdir.
Kudüs’ün Hıristiyanlık dönemi Hz. İsa’nın o bölgede, Beytlehm’de, doğması ve Kudüs’te çarmıha gerilmesiyle başlamaktadır. Ancak Kudüs’ün Hıristiyanlar nazarında kutsal bir şehir haline gelmesi, 306 yılında Roma İmparatoru olan Büyük Konstantin dönemi ile Hıristiyanlığın resmen tanınması ve devlet tarafından kiliselerin yeniden organize edilmesiyle başladı. Hz. İsa’dan N. yy.’ın başlarına kadar Hıristiyanlık küçük bir topluluk idi ve Roma idaresi ile çatışmadığı için giderek yayılma imkanı bulmuştur. Ancak bu tarihten itibaren geniş kitlelere yayılıp mevcut sistem için bir tehdit oluşturmaya başlayınca kilise ile devlet karşı karşıya gelmiştir ve Hıristiyanlara karşı kovuşturma, tutuklama ve katliâmlar dönemi İmparator Trajan (98-117) ile başlamıştır. Bu baskı ve katliamlar Büyük Konstantin’in başa geçmesine kadar devam etmiştir.'402 Bütün bu baskı süreci Büyük Konstantin’in 313 yılındaki Milan Emirnamesi ile sona erdi ve bu bildiri ile kilise resmen tanındığı gibi organizede edildi.  Bununla birlikte başta Roma, Kudüs ve Beytlehm gibi şehirlerde Konstantin ve onun annesi Helena adının yanısıra birçok azizin adını taşıyan kiliseler yükselmeye başladı' . Kudüs’ün Hıristiyanlık nazarında önem kazanmaya başlaması bu sürecin 325 yılında toplanan İznik Konsili aşamasıyla ilgilidir. İznik Konsili’nin VI. maddesi ile Hıristiyan alemi başlıca Roma, İskenderiye ve Antakya diye üç büyük patrikliğe bölündü. Bu üç patriklik bölgesinin yanısıra Kudüs’ün mazisi ve manevî üstünlüğü gözönüne alınarak, ona da “Şeref Payesi” verilmiş, fakat İdarî yönden yine Antakya kilisesine tâbi kabul edilmiştir' . Burada Kudüs’ün sadece şeref payesi alınası ve İdarî olarak Antakya’ya bağlı olması Roma’nın kilise teşkilatını kurarken memleketin İdarî taksimatı ve esas olarak devletin siyasî yapılanmasını ölçü aldığı görülmektedir'. İznik Konsili’nin bu kararından sonra artık Kudüs resmen Hıristiyan kiliseleri içinde kutsal bir şehir hüviyetine büründü. İznik Konsili’nin hemen ardından Kudüs’le Kutsal Mezar Kilisesi (Holy Sepulchre) inşa edildi'. Konstantin’in annesi kraliçe Heîena Kudüs’e seyahat elti. Zeytindağı ve Sion Dağı üzerinde harikulade kiliseler inşa edildi, diğer bölgelerinde ise şehre gelen hacıları teşvik etmek için yurt ve hastaneler yapıldı ki, bu hastahanelerden biri 200 yataklı idi. Kudüs’ün bir hristiyan şehre dönüşümü olan bu büyük binaların yapımı. Julyen, İmparatoriçe Eodocia, Justinian dönemlerinde devam etti  . Kudüs bu dinî ve sosyal imar faaliyetleriyle Hıristiyan kimliğiyle yepyeni bir çehreye bürünürken, Kudüs kendisine verilen “şeref payesi”ni de kullanarak onunla yetinmemiş ve doğu kiliseleri içerisinde ön plana çıkmaya çalışmıştır. 381 yılındaki I. İstanbul Konsiline Kudüs Episkoposu Grigoryus’un da başkanlık yapması  kazandığı itibarı gösteriyordu. Kudüs Episkoposu Juvenal’in 431 yılındaki I. Efes Konsilinde Kudüs’ü bağımsız bir patriklik statüsüne kavuşturmak için yoğun bir çalışma içine girmiş ancak başarılı olmamamıştır . Bu çabası 451 yılındaki Kadıköy Konsilinde sonuç verdi ve Kudüs bağımsız bir patriklik statüsüne kavuşturuldu . Bütün bunlar Kudüs’ü hristiyanlığın önemli merkezlerinden biri haline getiriyordu.
Kudüs’ün bu durumu fazla uzun sürmedi. 451 yılındaki Kadıköy Konsilinde Kudüs Episkoposunun bağımsızlık statüsü uğrunda Hıristiyan kilise ve mezheplerini içine düştüğü teolojik ihtilaflara girmesi ve bu çerçevede Kadıköy Konsilinin İznik, İstanbul ve Efes KonsiHerinin tespit ettiği iman ilkelerinin aksine bir itikatnâmeyi kabul etmesi, doğu kiliseleri ruhbanları arasında büyük infiale sebep olmuş ve bu durum halka sıçramış, ayaklanmalara sebep olmuştur. Ancak askerî birliklerin desteğinde Kudüs’e girebilen Patrik Juvenal, Kudüs’ü terk etmek zorunda kaldı. İmparator Marcian, Konsil kararlarını uygulamak için katliamlara varan sert tedbirler aldı. Patrik kuvvetli bir askerî birlikle Kudüs’e girdi ve Bizans askerleri Kudüs’te ancak katliamla sükuneti sağlayabildiler1411. Halk ile devlet arasında meydana gelen bu kopukluk ve bunun sonucu olarak bölge halkının gördüğü baskı İslâm hakimiyetinin hemen öncesine kadar devam etti.
Kudüs bölgesindeki Hıristiyan halkın devletle olan bu ayrılıkları bir tarafa bütün Hıristiyan dünyasında 3. yy.’dan itibaren Kudüs ziyaret edilen bir şehir olma hüviyetine girmeye başladı. Ancak ilk Hıristiyan nesil bu zamana kadar Hz. İsa’ya ait kutsal yerleri ziyarete fazla lüzum görmemişlerdir. 4. yy’da Konstantin dönemi ile birlikte Hz. İsa’nın ayaklarının değmiş olduğu yerde ibadet etmenin bir iman tezahürü olduğu geniş kitlelerin şuurunda yer aldı ve resmi makamların da teşvikleri ile Kudüs’e olan hac seyahatleri hızla artmaya başladı. Bunu izleyen yüzyılın başında yukarıda da zikrettiğimiz gibi Kudüs ve hemen civarında, hacıları misafir etmek üzere, hepsi de imparatorun himayesinde iki yüz kadar manastır ve darülaceze tesis edilmiş bulunuyordu. 5. yy. ortalarında bu erken teessüs eden Kudüs sevgisi artık doruğuna ulaşmış bulunuyordu, Birçok erkek ve kadın  bir aziz, kalıntısı görebilmek için uzun seyahatleri göze almaya başladılar. Hatta daha ileri giderek bunlar böyle bir kalıntıyı elde etmek, yurtlarına götürmek ve ibadet köşelerine yerleştirmek gayret ve teşebbüsüne giriştiler. Öyle ki Haçlıdöneminde Kubbetü’s-Sahra’nın içindeki kutsal kayadan fazlaca parça götürülmesini engellemek için üzeri mermer ile kapatılmıştır.
Yeni Ahid’de “büyük kralın şehri” olarak kutsanan Kudüs’e olan hac seyahatlerini Akdeniz’in bütün sahillerinde devam etmekte olan ticari ilişkiler beslemekte idi. 8. yy, içinde hacıların sayısı arttı. Şarlman döneminde ise asrın sonlarına doğru hac seyahatlerinin planlı bir organizasyonunun yapılmasına teşebbüs edildiği anlaşılıyor. Şarman, halife Harun er-Reşid ile iyi ilişkiler kurarak onun yardımı ile kutsal ülkede yurtlar kurmuştur. 10. ve N. yy.’larda Kudüs’e olan hac organizasyonları Cluny’ler tarafından teşvik edilmiştir. Bu yüzyılın sonunda. Kudüs’ün Hıristiyan dünyasındaki kutsallığı tarihin en büyük hadiselerinden biri olan .Haçlı Seferlerinin meydana gelmesine sebep olmuş ve 1099-1187 yılları arasında kurulan Kudüs Latin krallığı ile Kudüs bir Hıristiyan şehrine dönüştürülmüştü. Kudüs’ün tekrar müslümanların eline geçmesi ve hemen ardından XIII. yy.’da Kudüs aleyhine olarak Roma’daki kutsal yerlerin ziyaretinin gelişmesi ile eski önemini kaybetmeye başlamıştır, ancak Kudüs’ü ziyaret tamamen ortadan kalkmamıştır. Sonuç olarak şunu söyleyelim ki nasıl Yahudi halk geleneğinde Kudüs süt ve bal akan bir kutsal belde olarak gösterilmişse Hıristiyan halk geleneğinde ve Yeni Ahid’de de Kudüs her taşına kutsallık atfedilmiş bir şehir olarak tasvir edilmiştir .
Musevilik ve Hıristiyanlık açısından Kudüs gerek kutsal kitapları ve gerekse tarihleri ve halkların inançları içerisinde kutsal bir mevki kazanmıştır. Kudüs’ün kutsallığı İslâmiyetin ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in hadislerindeki yerinin ön plana çıkması, gerek İslâm alemindeki iç mücadele ve gerekse Musevilik ve Hıristiyanlık ile rekâbet saiki ile tarihî süreçte ve müslüman halkın inançlarında önemli bir yer etmesiyle daha da artmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de Kudüs şehri, tarihin herhangi bir dönemindeki ismi ile geçmez. Ancak Kur’an’da Kudüs şehrinden bahseden ayetler bulunmaktadır. Doğrudan Kudüs’ten ya da bu bölgeden bahseden ayetlerin yanında birçok ayetlerde de Kudüs’ün ima edildiği ileri sürülmüştür. Bunlar içerisinde en açık olanı:
“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.”  ayetidir. Burada Mescidü’l-Aksa’dan kasıt Kudüs’teki Süleyman Mabedi’dir. Bu ayette görüldüğü gibi “çevresini mübarek kıldığımız” ifadesi İslâmiyet açısından Kudüs’ün kutsallığına en açık delil olmaktadır. Burada “çevresini mübarek kıldığımız” ifadesi bir başka ayette “Arz-ı Mukaddes” olarak zikredilmektedir  ki bu ifade bölge için üç semaî dinîn kitaplarında da geçmektedir. Bu ayet Kudüs’ün müslümanlar nazarındaki kutsallığında çok önemli bir yere sahiptir. Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin Mekke’den Kudüs’e yaptığı seyahat ve özellikle Kudüs’te gerçekleşen Miraç olayı (ki hadis geleneği içinde önemli bir tafsilata sahiptir,) Kudüs’ün faziletleri konusunda geniş bir literatürün ortaya çıkmasına sebep oldu. Hz. Musa aleyhisselâm kavmine şöyle demişti:
“Ey kavmim! Allah size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.” 
Kur’an’da bu şekilde zikredilen “Arz-ı Mukaddes” başka ayetlerde de ima ile zikredilmiştir. Kur’an’da Kudüs ve çevresinin ima ile zikredildiği ayetler şunlardır: “Bir zamanlar biz (Tih’ten çıktıkları vakit Bani İsrail’e) ‘Bu karyeye (şehre, kasabaya) girin, dilediğiniz yerde onda dilediğinizi bol bol yiyin, kapısından eğilerek girin, (girerken) Hıtta (Ya Rabbi bizi affet) deyin ki sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira biz muhsinlere ziyade vereceğiz.’ dedik.”  Bu Karye (şehir)den kastedilen Kudüs şehridir ve Harem-i Şerifteki Bab-ı Hıtta kapısının bu ayetde zikredilen kapı olduğu * ve ismini buradan aldığı anlaşılmaktadır. “Tin’e, Zeytun’e, Tur-i Sina’ya ve şu emin beldeye yemin ederim ki ...”  ayetindeki Zeytun, Ebu Hureyre’ye göre Beytü’l makdis’in mescidindeki zeytun olduğu zikredilmektedir.   “O, ancak bir tek nara ve sayhadır. İşte o sayhadan sonra onlar kendilerini yeryüzünde buluverirler” . O yer Tur yakınlarındadır  ki Arz-ı Mukaddes içerisindedir. “Nihayet onlar arasına içinde rahmet ve dışında azab olan bir sur çekilir.”  ayetindeki surun Kudüs’teki Cehennem vadisi ile Harem-i Şerifi ayıran şehrin doğu suru olduğu ve mü’minler ile münafıklar arasında bulunduğu zikredilmektedir,  Kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye çevrilmesini emreden ayetlerde de Kudüs konu olmaktadır. Kudüs’ün müslümanlar nazarında kutsallığının bir göstergesi de Hz. Muhammed’in Medine’ye gelmesinden sonra on altı-on yedi ay kadar Kudüs’e yönelerek namaz kılmış olmalarıdır. Dolayısı ile o müslümanların ilk kıblesi idi. Bunlar gibi Kur’an’da Kudüs ve çevresinin zikredildiğine dair başka ayetler de zikredilmektedir. Bakara Suresi’nin 114. ayetinde “Allah’ın evinden” Kudüs’teki Beytü’l Makdisin kastedildiği ve yine Bakara 60, 65, 66. ayetlerindeki kasaba ve topluluktan Kudüs ve halkının kastedildiği,  Sebe Sûresi 18. ayetindeki kasabadan Kudüs’ün kastedildiği  ve Yusuf Sûresi 10. ayette Yusuf un atıldığı kuyunun Kudüs kuyusu olduğu zikredilmektedir.  Ancak bu ayetlerin hiçbirinde Kudüs ismi zikredilmemekte, tefsircilerin getirdikleri görüşlere bağlı olarak Kudüs ve çevresi ile bağlantı kurulmaktadır. Görüldüğü gibi eski  ve yeni Ahid’de Kudüs ve çevresi nasıl kutsal bir şehir ve bölge olarak vasıflandırılıyor ise Kur’an-ı Kerim’de de, Kudüs ve çevresi, “çevresi mübarek kılınmış” ve “Arz-ı Mukaddes” ifadeleri ile kutsallığı açıkça ortaya konmuştur. Hemen şunu belirtelim ki bu açık ifadeler zamanla Kudüs ile ilgili birçok hadis uyarlaması ve hikayelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bazı tefsircileri de bu konuda zorlamalara götürmüştür. Kur’an’ın ruhuna ve masajına uymayan bu yolda söylenenler Fezail kitaplarının ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Müslümanların nazarında Kudüs, genel olarak Mekke ve Medine’den sonraya düşmekteyse de Eski ve yeni Ahid’de kutsal şehirlerin başında görünmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de Kudüs’ün doğrudan ve dolaylı olarak konu olması ve onun kutsallığının açık bir hal almasından sonra Peygamber salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in hadislerinde de Kudüs önemli bir yer aldı. Bu ise Kudüs’ün kutsallığına daha geniş bir açılım kazandırdı. Ancak burada hemen şunu belirtelim ki bu konudaki hadislerin önemli bir kısmı sahih değildir. Yine de sahih olanların yanında sahih olmayan hadisler de çalışmamız açısından önemlidir. Çünkü bu hadisler sahih olmasalar bile bir dönemin insanlarının dinî, sosyal, siyasî, kültürel ve psikolojik şuurunu yansıtmaktadır. Böylece İslâm’da kutsal bir şehir olan Kudüs’ün tarihî İslâm’da daha zengin bir muhtevaya dayanan bir kutsallık kazandığı ortaya çıkmıştır.
Bu hadislerden sahih olanı ve en önemlisi Ebu Hureyre’den rivayet edilen ve Kütüb-i Sitte’de yer alan şu hadistir: “Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki:
Namaz ve ibadet için hiçbir mescide sefer edilmesi doğru değildir. (Ziyade sevap umarak) yalnız (şu) mescide sefer edilir: Mescid-i Haram, Mescid-i Resûl (aleyhi’s-selâm) ve Mescid-i Aksa.” 
Bu hadis Ebu Hureyıe ve Ebu Said lludrî (ra)den rivayetle Sahiheynde yer almıştır. Böylece Kudüs Mescid-i Aksa ile müslümanların üç kutsal şehri içine girmiştir. Bu üç mescid içerisinde Mescid-i Aksa’nın dolayısı ile Kudüs’ün yeri neresidir? Bunu aydınlatan başka hadisler de bulunmaktadır. Ebu Hureyre (radıya'llâhu anh )den Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Benim şu (Medine’deki) mescidimde kılınan bir namaz, (Mekke’deki) Mescid-i Haram müstesna olmak üzere, başka mescidlerde kılınan bin namazdan (ecr u sevab cihetiyle) hayırlıdır.”
Ebu Said-i Hudrî’nin rivayetinde ise sadece bin yerine yüz rakamı vardır.  Bu hadis-i şerifte Medine Mescidinîn Mescid-i Haram’dan başka mescitlere fazilet ve rüchani bulunduğu bildirilmiştir. Ebu Zer-ı Gıffarî’ den gelen bir rivayette Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellemin bir soru üzerine şöyle demişti:
“Benim şu mescidimde kılınan bir namaz Beytü’Imaktis’de kılınan dört yüz namazdan eftaldir.” 
Bu hadislerden anlaşılacağı gibi Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebi’den sonra Mescid-i Aksa üçüncü kutsal mescit oluyor ve Kudüs de Mekke ve Medine’den sonra müslümanların nazarında üçüncü kutsal şehir konumuna yükseliyor. Hatta Emevî halifesi Abdülmelik Suriye halkının Mekke’ye haccını yasakladığı zaman itirazlar karşısında ilk zikrettiğimiz hadise dayanmış ve böylece bundan sonra sizin için Mescid-i Haram’ın yerine Allah’ın sevgilisinin semaya yükselirken üzerine ayağını koyduğu yer olan Kudüs’ün sahresini tayin edilmiştir demiştir.  İbn Kesir,-“Eğer sahih ise Velid b. Müslim’in Ebu Umame’den şu hadisi nakletti. Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kur’an üç yerde indirildi. Mekke, Medine ve Şam.”  Velid Şam kelimesiyle Kudüs’ün kastedildiğini söyler.”’ 
Ebu Zerr’den rivayet edilen sahih bir hadiste; o şöyle demiştir: “Ey Allah’ın elçisi, ilk konulan (inşa olunan) mescit hangisidir? diye sordum, Mescid-i Haram’dır diye buyurdu. Sonra hangisi? diye sordum: Beyt-i Makdis’tir diye buyurdu.”  Burada inşa edilmelerine göre ikinci derecede kutsal bir mescid durumundadır. Peygamber Efendimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye doğru çevrilmesi ile ilgili hadisleri de vardır. Ancak Buharı ve Müslim bunları tahric etmemişlerdir.
Kudüs hakkındaki hadisler derli toplu olarak Fezail kitaplarında sıralandığı gibi Halil ez-Zahiri de onların bir listesini yapmıştır. Hıfzî, Tarih u Fezail-i Kudüs-i ‘ Şerif adlı eserinde onları şu şekilde sıralamaktadır:
-           Ali b. Ebi Talib kerremallâhü vecheh ve radıya'llâhu anh den “Yerlerin ulusı Mekke’den sonra Kudus-ı Şeriftir ve taşların ulusı Hacerü’l Esved’den sonra Sahratullahtır.” Resul Hazretlerinden rivayet ettiler.”
-           Ka’bu’l Ahbar, Hz. Peygamber’den rivayet eder: “Kudüs-i Şerif sair yerlerden 40 arşın yücedir” ve bir rivayette göre ise daha yücedir”.
-           Ka’bu’l Ahbar rivayet ediyor: “Müezzinlerin avazını ilk göğün melekleri işidirler. Her kim Kudüs’te ecir beklese Nebilerden sonra cennete giden onlar ola.”'
-           Cabir’den rivayet olunduğuna göre bir kişi Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve selleme: “Ya Rasûlu’llâh cennete evvel kim girer buyurdu. Evvel peygamberler girerler ve onlardan sonra kim girer dedi. Kudüs’ün müezzinleri girer ve onlardan sonra kim girer dedi, benim mescidimin müezzinleri ve onlardan sonra sair müezzinler amelleri kâdrince girer buyurdular.”  Görüldüğü gibi bu hadisle Kudüs Medine’den daha kutsal bir yere konulmaktadır.
-           Ebu Hureyre (radıya'llâhu anh); “Hz. Peygamber’in dört dağa kasem ettiğini ki Kur’an’da Allah’ın buyurduğu (ve’t-Tin, ve’z-Zeytun ve Tur-i Sineyn Ve haza’l beledü’l emin) ayetteki dağlardır ki; Tin’den murad Şam-ı Şerif dağıdır ve Zeytun’dan murad Kudüs-i Şerifteki Tur-ı Sinadır ve Haza’l beledü’l emin’den murad Mekke şehridir ve Allah bu dağlan kerem ve lütfıyle kasem ider. Yanında hürmeti ve izzeti olduğu için.” Bu hadis daha önce zikrettiğimiz Tin suresinin birinci ayetindeki tefsirlere uygun düşmektedir.
-           Rasûlu’llâh buyurdu ki, “Mescid-i Aksa’da kılınan namaz 500 namaz yerine geçer.
-           “Ebu Hureyre (radıya'llâhu anh) Rasûlu’llâh’tan rivayet eder. Hz. Peygamber buyurdu ki: Kudüs-i Şerifte iki rekât namaz kılan kimsenin cem’i günahları yarlığanur, anadan doğma gibi olur.”
-           Enes b. Malik (radıya'llâhu anh) Hz. Peygamber’den şöyle rivayet etti:
“Bir kimse kendi evinde iki rekat namaz kılsa yine iki rekat namaz yerine geçer ve eğer mahalle mescidinde kılsa cemaatle kılsa birisi 25 yerine geçer ve eğer Kudüs-i Şerifte kılsa her bir rekat 50.000 yerine geçer ve eğer Mekke ve Medine’de kılsa birisi 70.000 yerine geçer ve Halilrahman’da kılsa 40.00 yerine geçer deyu ve bir kişi Kudüs’te günde beş vakit imamla ve cemaatla kılsa sair yerdekinin 100 katıdır.” 
Daha önceki hadislerde göz önüne alındığında camilerin ve şehirlerin kutsallığını rakamlarla ölçen hadisler birbirleri ile çelişki içerisindedir.
-           “İmam Müslim ve Buharî kitablarında Resul hazretlerinden rivayet ettiler:
“Bir kimse Kudüs-i Şerifte iki rekat namaz kılsa her rekatta bir fatiha ve bir ihlâs okusa günahları hazan yapraklan gibi dökülür.”
-           “Enes b. Malik: Hz. Peygamber’den rivayet etti: “Her kim, Kudüs-ı Şerifte bir akçe sadaka itse nefsini tamudan kurtarır” .
-           “Mukatile (radıya'llâhu anh)dan nakledildiğine göre;
“Dünyada ne kadar tatlı sular var ise hep sahre taşının altından çıkar, dünyaya bahş olur ve ne kadar yollar var ise ve ne kadar bulutlar çıkar ise cümlesi anın altından çıkar.”
- “Ebu Hureyre (radıya'llâhu anh) Rasûlu’llâh’dan rivayet eder ki; İsrafil (aleyhisselâm) suru sahre taşının üzerinde üfürse gerek.”’
-           “Ka’bu’l Ahbar’dan rivayet olunur ki:
“Cennet ırmaklarrından 4 ırmak Sahre taşının altından akar, biri Mekke’de zemzem, biri Kudüs’te Ayn Selvan, biri Akka’da Ayn el-Bekr ve biri Beysanr,da Ayn Fülûs. Bu dört suyun ta’amı ve lezzeti birdir. Çünkü hepsi bir taşın altından çıkar. Her kim bu sulardan içse gönlü nurlanır, aklı ve cüssesi tamuya haram olur.”
-           “Ka’b, Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellemden rivayet ediyor:
“Dört şehir vardır uçmak şehirlerinden; biri Mekke, biri Medine, biri Şam, biri de Kudüs-ı Şeriftir.”
-           “Ka’b rivayet etti:
“Muhakkak ki Beytü’l-Haram ve Beytü’l-Makdis’i ziyaret edenler ve o ikisinin ehli topluca cennete gidecekler.”
-           “Abdullah b. Mesud rivayet elti:
Deccal Beytü’l-Makdis’e giremez,”
-           “Halid Ebi Ma’dan rivayet edildiğine göre;
Zemzem' ve Ayn Selvan cennet çeşmesidir.”
 derken İsfahanı, “ve onda Kevser havuzundan gelen Ayn Selvan vardır.” demektedir.
-           Ravi Mukabil b. Süleyman şöyle söyledi: Her gece semadan Beytü’I-Makdis’in mescidine 70.000 melek iniyor ve dönüyorlar.”
 ve Rasûlu’llâh’tan rivayet edildi ki: “Beytü’l-Mukaddesi ziyaret bin şehit sevabına eşittir ve.,onun etini ve cesedini ateş üzerinde haram kıldı.”
Görülmektedir ki Kudüs’ün faziletleri ve kutsallığı hakkında Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem atfedilen birçok hadisler vardır, ancak daha önce zikrettiğimiz gibi bu hadiselerin önemli bir kısmı Kur’ân'da, Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin  söz ve fiillerine aykırı olduğu gibi akla ve hadis ilminin mantığına da aykırıdır. Bu hadislerin (sahih olmayanların) kıymeti dönemin İslam toplumunun bu konudaki eğitimini bize yansıtmasıdır. Zira bu hadisler daha sonraları zengin halk hikayelerinin ve şehrin faziletlerini somutlaştıran dinî efsanelerin kaynağını teşkil etmiştir. Öyle ki yukarıda sıraladığımız hadiselerden de anlaşılacağı gibi daha sonra bu safhada Kudüs fazilet ve kutsallıkta Mekke ve Medine ile yarışmakla kalmıyor, bazen onların önüne bile geçiyordu.
Halk inançları açısından Kudüs dünyanın en kutsal şehri konumundadır. Kudüs’ü kutsallıkta bu dereceye yükselten faktörler vardır. Bunların başında Kur’ân’da açıkça Kudüs, ve çevresinin kutsal olduğunu gösteren ayetler ile oldukça zengin hadis külliyatı gelmektedir. Bunların yanında Kudüs’ü Müslümanların nazarında kutsallaştıran birtakım siyasî ve dinî gelişmeler de olmuştur. Emevîler devrindeki hilafet mücadelesinde Mekke ve Medine’yi elinde tutan Abdullah b. Zübeyr’e karşı Emevilerin Kudüs’ün ön plana çıkarmaları, . Hıristiyan ve Yahudilerin bu şehre verdikleri kutsallık yarışına tabii olarak Müslümanların da katılması, Hıristiyan ve Yahudilerin bu konudaki tesirleri, Hıristiyanların Kudüs’ü almak için gerçekleştirdikleri Haçlı Seferleri ve Kudüs almaları karşısında önce Nureddin Zengi ve daha sonra Salahaddin Eyyubî’nin dinî, siyasî politikalarının merkezine Kudüs’ü yerleştirmeleri Kudüs’ün kutsallığını artırmıştır, öyle ki Zengiler ve özellikle Eyyubîler devrinde Kudüs’ün faziletleri hakkında şairler ve ediplerin yanında hadisçiler birçok eser yazmışlardır; Kudüs’ün kutsallığı Memlükler devrinde Moğollara, Haçlılara ve Şiî muhaliflere karşı onların dinî politikasının bir ürünü olarak Kudüs’e özel bir ilgi göstermeleri ile devam etmişti . Bunlara Filistin ve Suriye halkının buraya yabancı ziyaretleri çekmek için sarfettikleri çaba ve uydurmaları  da eklenirse Kudüs’ün sadece halk nazarında değil, Ortaçağ İslam dünyasında neden bu kadar kutsallaştığını daha kolay anlaşılabilir.
Kudüs’ün faziletlerini anlatan kaynaklarda oldukça tafsilatlı ve abartılı tasvirler bulunmaktadır. Öyle ki Kudüs ve çevresinin kutsal alan olarak tarifi insanları kutsal alanı ölçmeye kadar götürmüştü. Mukaddesî, “Kudüs’ün kutsal topraklar olarak çevresi 40 mildir.”  demekledir. Başka kaynaklarda da, “içini ve çevresini merkezi Beytü’l-Makdis olarak 40 mil uzunluğunda ve 40 mil genişliğinde Allah’ın mübarek kıldığı topraklardır.” şeklinde daha ayrıntılı olarak kutsal alanın yüzölçümü verilmektedir. Mukaddesî, Kudüs ve çevresini Peygamberlerin yaşadığı kutsal bir belde olarak tarif ederken aynı zamanda kıyametin, mahşerin bir toplanma yeri olarak tarif etmekte ve ancak Peygamber’den ve Kâbe’den dolayı Mekke ve Medine’nin üstünlüğü vardır demektedir. Bu Peygambere isnad edilen “Müslümanların ölülerinin Kudüs’te dirileceği ve Kudüs’te toplanacağı” mealindeki hadise dayanmaktadır. Ancak bu Suriye halkının ve kutsal şehre ziyareti çekmeğe niyet edenlerin uydurmasıdır. Bunlara Yahudi ve Hıristiyanlar da iştirak etmişlerdir ki, adeta onların hikayelerinin bir kopyesinden ibarettir. Bu gibi Kudüs’ün kutsallığı hakkındaki hadis ve hikayelerin pek çoğu İslam’da temeli olmayan, çoğunlukla yabancı kökenli ve yerli yakıştırmalardır. Ayrıca o şehrin güneyindeki Eyyub kuyusu adlı bir suyu da bu düşünce ile zemzem suyu olarak vasıflandırmaktadırlar.  İslam kaynaklarında birçok versiyonu bulunan ve bir hadise dayandırılan hikâye Kudüs’ü cennetin kapısı olarak tanımlamaktadır. Bu hadis şöyledir:
 “Ümmetimden bir adam iki ayakları üzerinde yürüyerek cennete girecek ve bununla beraber yine yaşacak.” Buna uygun olarak ortaya, çıkan hikâye ise şöyledir:
“Ömer’in halifeliği esnasında bir kervan insan ibadetleri Kudüs’te yapmak için hareket ettiler. Kudüs’e vardıklarında Beni Temim’den Şurayh b. Habeşe su almak için gönderildi ve kovası kuyuya düştü, aşağı indi ve orada bahçelere açılan bir kapı buldu ve kapıdan yürüyerek bahçeye girdi, orada yürüdü, sonra ağaçların birinden bir yaprak kopardı ve kulağının arkasına koyarak kuyuya döndü ve yukarı çıktı. Adam kutsal şehrin valisine gitti. Bu bahçelerden getirdiklerini ve oraya nasıl girdiğini anlattı. Sonra vali onunla beraber adamlar gönderdi ve birçok adamlar onlarla eşlik ederek aşağıya indiler. Fakat ne kapı buldular ne de bahçelere ulaştılar. Ve vali onunla ilgili her şeyi Halife Ömer’e yazdı. Müslümanlardan birinin nasıl cennet bahçelerine girmesi gerektiğini iki ayağı üzerinde orada yürüdüğü ve hala yaşadığını yazdı. Ömer cevapla: Yaprağın yeşil olup olmadığına ve solup solmadığına bak, eğer yeşil ve solmamışsa cennetin yaprağıdır, cennetin hiç bir şeyi solmaz ve değişmez.” Suyutî, cennetin kuyusu şimdi Aksa camisinde soldan içeri girerken kapının yanında mihrabın karşısındadır.”  demektedir. Bu gibi uydurma hikâyeler oldukça fazladır. Kudüs’ün faziletleri konusunda o kadar ileri gidilmiştir ki Sırat köprüsünün Cehennem Vadisi üzerinden şehre uzandığı zikredilmiştir. Cennete de onun kapılarından Rahmet kapısı ile girileceğine inanılmaktadır." Ayrıca Deccal son günlerde mukaddes şehir hariç yeryüzünün her tarafını zaptedecek ve Allah Gog ve Mogogların mukaddes şehre ayak basmalarını yasaklayacaktı. Artık Kudüs sadece insanların oraya defnedilmesi ile sevap kazanacakları bir yer değildi. O aynı zamanda yeryüzünün halkedildiği yerdi. Peygamberler şehri olarak tasvir edilen Kudüs’te her peygamberden hatıralar ve izlerin kaldığına inanılmakta ve Sahre’nin üzerinde İshak Peygamberin ayak izlerinin olduğuna inanılmaktadır .
“Allah dağları yarattıktan sonra dağlar arasında yücelik yarışı başladı. Kudüs dağı, taşlık, susuz ve kayalık olmasından dolayı mahzunluğunu ifade edince Allah ona: “Sen benim Kudüs-ı mübarekemsin. Seni “mübarek eyledim. Göklere ve dört kıtaya seni meth eyledim.”  inancı ile Kudüs dağları kutsallaştırılırken, dünyanın bütün sularının kaynağı olması ile suları kutsallaştırmaktaydı. Mukaddesi, şehirde yılan ısırmalarına karşı bir tılsım vardır  derken şehirde dişbudak ağaçlarına ve tavuk beslenmesine, cesetlerin bir geceden fazla kalmasına ve veba yüzünden evlerin temizlenmemesine izin verilmezdi  Bu şekilde Kudüs’ün kutsallığının şampiyonluğunu yapanlar sufı olarak bilinen zahidler ve mistiklerdi. İlk büyük mistiklerin hemen hepsi (ki çoğu İran ve doğu ülkeleri kökenli olmalarına rağmen) Süfyan-ı Sevri, İbrahim Edhem, Bayezid Bistamî, Bişr el-Hafî,  Sırrı es-Sakatî vd. Kudüs’ü ziyaret etmişlerdir. Süfyan-ı Sevri’nin hayatta en çok sevdiği şey Kubbetü’s-Sahra’nın gölgesinde muz yemektir. Bişr de aynı yerde yatmayı cennette yatmak olarak kabul ederdi. Daha sonra onların en büyük temsilcisi Gazalî‘nin de Kudüs’e uzlet için geldiği bilinmektedir. Kazarunî adlı İranlı sufı, sadece tohumu Kudüs’ten gelmiş ve mısırdan yapılmış bir ekmeği yerdi. Çünkü sadece Kudüs’ten gelen yiyeceklerin helal olduğunu söylüyordu. Ünlü mutasavvıfların ilki olan Ebu Necib es-Suhreverdî 1163 yılında Kudüs’e gelmiştir. Bu gibi düşünceleri sonraki mutasavvıfların en büyük temsilcisi eş-Şaranî’nin yazılarında da görmek mümkündür. Ancak bütün bu tasavvufi ilginin önemli bir kısmının saf bir İslam akidesinden kaynaklandığını söylemek doğru değildir. Özellikle Hıristiyan inanışların İslâmî motiflere bürünerek yeniden şekillendiği açıkça görülmektedir. Diğer taraftan Emevîlerin bunlara zıt bir kutbu temsil etmelerine rağmen, siyasî endişelerden dolayı Kubbetü’s-Sahra ve Mescidü’l-Aksa’yı inşa ederek Kudüs ön plana çıkarmaları ile birlikte düşünüldüğü zaman geniş halk kitlelerine önemli bir akis bırakması normaldi. Nasır-ı Hüsrev’in Zilhicce ayında, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin toplanması ile hac için 20.000’den fazla adam toplanır demesi, İhşidîlerin, Eyyubîlerin, Mısırlıların orada gömülmek inançları  ve belki de Kudüs’ün en karakteristik bir hususiyeti “yabancısız bir günün geçmemesi,”- ki Mukaddesî bunu önemli bir özellik olarak zikretmektedir  - Kudüs’ün kutsallığının Yahudi ve Hıristiyanların da önemli derecede etkisi ile sadece Müslüman halk inancında değil üç dinîn inançlarında çok önemli bir yere sahip olduğu anlaşılıyor.
Sonuç olarak Kudüs, Yahudi ve Hıristiyan dinlerinde gördüğü kutsallık ölçüsünü, İslam’ın ana kaynaklarında aynı ölçüde göremedi. Çünkü Mekke ve Medine İslam’ın ana kaynakları ve Asır-ı Saadet’in adeta kutsallık açısından iki ayağını teşkil etti. Ancak halk inançlarında Emevîler döneminden itibaren giderek artan bir şekilde Kudüs, yaradılışın, kıyametin, haşrın, cennetin, cehennemin tek mekanı olacak tasvirlerine kavuştu. Artık hiçbir Müslüman şehri fazilet mücadelesinde Kudüs’ün önüne geçemiyordu. Bütün bu tasvirler yerlerinde de zikrettiğimiz gibi büyük ölçüde İsrailiyat hurafelerine dayanmaktaydı.
….
XI-XIII. yy’da Kudüs’ün siyasî, idari, demografik, sosyoekonomik ve dinî tarihi ile alakalı olan bu araştırmamızda vardığımız sonuçları şu şekilde sıralamak mümkündür.
Kudüs şehri, bugün bulunduğu mekân üzerinde kurulmuş, dünyanın en eski yerleşim, merkezlerinden biridir. Şehir M.Ö: 2000’ler ile tarihlenecek bir devirde Kenanlılar tarafından kurülnuıştur. Kudüs tarih boyunca Mısır, Asur, Babil, Helen, Roma ve Bizans gibi büyük devletlerin hakimiyetine girmiştir. Kudüs bütün bu istilaları adeta her defasında yeniden kurulma pahasına atlatabilmiştir. Öyle ki, şehrin kurulduğu alan sabanla sürülerek tamamen yok edildiği dönemlere şahit olmuştur. Bu tarihî vetire sadece Hz. Ömer’in şehri teslim almasında bozuldu ve onu takip eden İslam idaresi şehir halkı için en huzurlu dönemi başlattı.
Kudüs’teki Türk siyasî hakimiyeti önce kısa süreli Tulunoğulları ve İhşidîlerin hakimiyeti ile başladı. Ancak Kudüs'te asıl Türk hakimiyeti, 1069'da Filistin bölgesine gelen ve 1071 'de Remle merkez olmak üzere Büyük Selçuklulara bir Türkmen Beyliği kurmuş olan Kurlu Bey ve ondan sonra da Kudüs’ü alarak bu beyliğin başkenti yapan Atsız b. Uvak ile başlıyor. Alsız'ın Suriye Selçuklu Sultanı Tutuş tarafından öldürülmesinden sonra, önce doğrudan Suriye Selçuklularına bağlanmış, daha sonra Tutuş tarafından Artuk Bey'e ikta olarak verilmiştir. Böylece Kudüs'te Artuklu hakimiyeti başlamış ve 1097'de Fatımîlerin şehri tekrar ele geçirmelerine kadar sürmüştür. Burada dikkatimizi çeken husus Filistin ve dolayısı ile Kudüs’ün , Türklerin Orta Doğu'ya ayak basmalarıyla Türk hakimiyet alanına girmesi ve bu bölgede Türklere ikinci bir vatan olan Anadolu'dan önce Türk iskanına açılmasıdır.
Kudüs’teki bu ikinci Fatımî hakimiyeti fazla sürmemiş ve 1099 yılında I. Haçlı Seferi sonucunda şehir Haçlıların eline geçmiştir. Kudüs, burada kurulan Latin Krallığının başkenti, doğudaki diğer Haçlı kontluklarının da siyasî, dinî ve askerî merkezi durumuna gelmiştir. Ancak Haçlılar Kudüs ve çevresinde tanı bir soykırım uygulayarak müslüman, musevî ve hatta Hıristiyanların doğu kiliselerine mensub topluluklarını katletmişlerdir. Bu daha önceki dönemde iyi bir durumda olan Müslümanlar -Musevî ve Müslüman-doğu hıriliyanları arasındaki ilişkilerin daha da gelişmesine sebeb olmuştur.
Kudüs Latin Krallığı, 1187 yılında Salahaddin Eyvubî'nin Hittin Zaferi ile sona erdi. Salahaddin Haçlı katliamlarına mukabelede bulunmayarak Hz. Ömer’in yolundan giderek bütün gavr-i müslimlere geniş haklar bahşetmiştir. Eyyubîlerin bu barış politikası daha sonra Kudüs’e hakim olan Memluklar ve Osmanlılar tarafından da devam ettirilmiştir.
Dağlık bir alan üzerinde kurulmuş olan Kudüs şehrinin surları Roma dönemindeki temellere dayanacak kadar eskidir. Hz. Süleyman döneminden beri şehrin en önemli bölümünü Süleyman Mabedi’nin inşa edildiği Mabed bölgesi teşkil etmektedir. İslâmî dönemde Harem-i Şerif olarak adlandırılan bu aianda Emevîler döneminde inşa edilen Kubbetü ’s-Sahra ve Mcscid-i Aksa İslam aleminin en güzel ve en kutsal mabetlerinin başında gelmekledirler. Hıristiyanlar için Kutsal Mezar Kilisesi ( Kumame Kilisesi ) en önemli kutsal eser özelliği taşırken, Musevîler için ise, Süleyman Mabedi'nin batı duvarı olarak kabul edilen ve Titus tarafından M.S:'70 yılında Mabedin yıkılmasından sonra Yahudilere ibret olması için bırakılan en kutsal eser özelliği taşır ki, bugün Ağlama Duvarı olarak adlandırılmaktadır.
Kudüs’te bu üç semavî dinin zikrettiğimiz en önemli eserleri aynı zamanda bu üç dinin müntesiblerini yaşadığı alanı da göstermekledir. Müslümanlar önce şehrin güney bölgesine yerleşmişlerdi ancak daha sonra şehrin ve Harem-i Şerifin kuzey ve kuzeybatı bölgesine yerleştiler. Böylece Harem-i Şerifin kuzey ve batı hududları boyunca Müslüman Mahallesi teşekkül etti. Böylece Harem-i Şerifin kuzey ve balı hududları boyunca Müslüman Mahallesi teşekkül elli, yahudiler ise, İslam fethi öncesinde Harem-i Şerifin güney batı bölgesinde Ağlama Duvarına bitişik olarak yaşıyorlardı. İlk İslam hakimiyeti döneminde Müslümanların güneye yerleşmeleri ile onların belli bir kısmı bir süre için şehrin kuzey ine yerleşmişlerdir. Ancak muhtemelen Fatımîler devrinin sonlarında Müslümanların şehrin güneyinden kuzey ve kuzey batıya geçmeleri ile Yahudiler de şehrin güneyinde Ağlama Duvarı çevresinde yerleşmişlerdir ve geleneksel Yahudi Mahallesi bu şekilde teşekkül etmiştir. Hıristiyanlar ise başlangıcından beri şehrin balı ve kuzey batı bölgesinde meskun idiler. Ayrıca şehrin güney batı kısmı ise , Hz. Ömer devrinden itibaren bağımsız bir Patriklik olarak teşkilatlandığını gördüğümüz Ermeniler tarafından işgal edilmişti. Dolayısı ile şehrin Ermeni Mahallesi hep bu bölgede kaldı Kudüs’teki bu üç dinin muhtelif mezhep ve fırkaları da kendi dindaşlarının iskan sahası içerisinde dağılmış bulunuyordu.
Kudüs, idari olarak Filistin bölgesinde daha çok ikinci derecede bir konumda kalmıştır. Ancak bazı dönemlerde Filistin'in merkezliğini ve hatla burada kurulan devletlerin başkentliğini de yapmıştır; Önce Hz. Davud, daha sonra da Hz. Süleyman dönemlerinde onların krallığının başkentliğini yapmıştır. Hz. Süleyman’dan sonraki parçalanma döneminde güneydeki Yahuda Krallığının başkentliğini yapmaya devam etli.
Ancak Kudüs'ün İdarî taksimattaki bu konumu bu dönemden sonra fazla uzun sürmemiştir. Filistin’de idari olarak ikinci derecede bir konuma düşen Kudüs’ün bu konumu İslam hakimiyetine kadar sürmüştür. Hatla kendisinden önceki idari sistemi devam ettiren İslâmî dönemde de sırasıyle Amvas ve Ludd Filistinin idari merkezi olmuştur. Emevîler devrinde Remle şehrinin inşasıyla birlikte idari merkez buraya taşınmıştır. Kudüs, ancak 1187 yılında Remle'nin tahrib olmasından sonra Filistin’de İdarî olarak ön plana çıkabilmiş ve bu durum Memluklar dönemi boyunda da devam etmiştir. Osmanlılar ise Kudüs’ü bir sancak merkezi yaparak bu uygulamayı devam ettirmişlerdir. Kudüs’ün idari yapısı için burada zîkredeceğimiz son bir husus özellikle Memluklar döneminde Kudüs’ün devlet memurları ve bazen de siviller için bir sürgün yeri olmasıdır.
Araştırma dönemimizde Kudüs’teki yönetim teşkilatı ve görevlilerin başında Naiblik makamı gelmektedir. Ancak bu yukarıdaki tarihî gelişmeye uygun olarak ikinci derecede bir Naiblik statüsündedir. Eyyubîlerde Naib’in yanında bir de Vali bulunuyordu. Memluklar döneminde ise, bir Şehir Valisi, bir de Kale Valisi bulunuyordu. Naib ve Validen sonra şehrin yönetim teşkilatı ve görevlileri Kadu’l Kudat, Kadı, Şurta, Muhlesib, Şeyhu'ş - Şuyuh, Reisler vd gelmekleydi. Ancak diğer Türk - İslam devletlerinde pek rastlamadığımız Ahdas denilen bir teşkilat bulunmaktaydı. Şehrin yerli milis kuvvetlerinden meydana gelen bu teşkilat merkezden atanan idareciler karşısında şehir halkının gücünü temsil ediyor ve şehrin idaresinde meydana gelen sosyal, siyasî ve askerî hadiselerde önemli rol oynuyorlardı. Bunlar 12. ve 13. yy. Anadolusunda şehir ve kasaba hayatında önemli rol oynayan Ahillerin benzeri bir teşkilatlanmasıdır. .
Kudüs’ün nüfusu incelediğimiz dönem içerisinde üç semavî dinin bütün mezhep ve meşreplerini barındırıyordu. Hıristiyanlığın mezhepleri arasında Kudüs’ün yerlileri olarak doğu kiliseleri mensupları olan Süryaniler, Nesturîler, Kıptîler ve Ermeniler önplandaydı. Onları Ortodoks ve Katolikler takip ediyorlardı ki, bu İkinciler Haçlılar döneminde hakini durumda idiler. Yahudiler de ise ayrı bir mezhep olarak Karaite topluluğu dikkati çekmektedir. Müslümanlar da Hırisliyanlar gibi adeta dinin yeryüzünde ne kadar müntesip varsa her topluluktan temsilciye sahip olmuşlardır. Bunlar içerisinde Sufi gruplar Kudüs'e özel bir ilgi göstermişler ve her tarikatın bir tekke veya zaviyesi bulunuyordu. Kudüs’le mezhep olarak Şafiilik ağırlıkta idi. Bu Büyük Selçuklu İmparatorluğunun İslam aleminde birliği sağlama politikasının bir sonucu idi. Şafiiliğin yanında Hanefilik, Malikilik ve Hanbelilik de önem sıralarına göre itibar görmüşlerdir.
İslam hakimiyetinin başlangıcından kısa bir süre sonra Müslümanlar şehirde çoğunluğu sağlamışlardır. Hıristiyan nüfus ortalama %10 civarında bir yekûn teşkil ederlerken, Yahudiler şehirde çok küçük bir grup teşkil ediyorlardı. Bu İslamiyet öncesi Hıristiyanlaştırma politikasının bir sonucu idi. İslam hakimiyeti ile rahatlayan Yahudiler Haçlılar döneminde tamamen şehirden uzaklaştırılmışlardır. Öyle ki, Yahudi seyyahların şehadetine de dayanarak şehirde ancak bir iki aile, hatta bir veya iki kişinin kaldığı dönemler olmuştur. Salahaddin'in şehri alması ile birlikte şehre girme müsaadesi alan Yahudiler, 15. yy'da 1500 kişiye yaklaştılar. Müslüırialâr ise, ortalama % 80 civarında bir nüfusa tekabül ediyordu.
Ekonomik yapı olarak Kudüs, daha çok dışarıya bağımlı bir durumdaydı. Bunda iklim ve coğrafi yapısının önemli rolü vardır. Kudüs’le hayal bir bütün olarak yağmur sularına dayanmaktaydı. Tanın ve ziraat da daha çok susuz yapılmaktaydı. Ancak üç dinin nazmında kazandığı kutsallık dışarıdan önemli bir ekonomik desteğin de doğmasına sebeb olmuştur.
Kudüs’ün kutsallığına üç semavi dinin kutsal kitaplarında, efsanelerinde ve halk inançlarında önemli bir yer vermektedir. Zira o Hz. Süleyman'ın Mabed’ini inşa ettiği, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği ve Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin Miraç'ının gerçekleştiği; mekandır. Bu üç semavi din içerisindede Kudüs’e kutsallık atfetme konusunda en fazla ileri giden yahudiler olmuştur. Ahd-i Atik adeta Filistin ve Kudüs ile İsrailoğullarının tarihi şeklinde karşımıza çıkmaktadır, Bu anlayış Hıristiyanlık ve İslamiyetide etkilemiştir. Öyleki İslam aleminde bu Yahudi geleneğinin tesiri ile bir çok hadis uydurulmuştur. Hadis geleneğinde önemli yer alan Kudüs halk inançlarında da tabii olarak daha derin bir akis bırakacaktır.
Sonuç olarak araştırma dönemimiz olan XI-XIII yy’larda Küdüs; üç semavi dinin kutsal merkezi olması hasebiyle Haçlı seferleri gibi dünya tarihini etkileyen önemli savaşlara sahne olmuştur. Bu dini ve siyasi konumunu günümüze kadar sürdürmüş ve bu özelliğini muhafaza edeceği de göstermektedir.
[slideshare id=63217127&doc=kudus-160619085514&type=d]
Arşiv Vesikaları
Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki, 522 Nolu Tapu Tahrir Defteri.
Klasik İslam Kaynakları     
Abdurrahman Macid, Zuhuru'l Hilafeti'l-Fatımîyye ve Sukutuha fi Mısır, Kahire, 1414/1994.
Ahmed b. Ali el Kalkaşandi, Subhu’l A’şa fi San’atu’l inşa, Tabu’l Evvel, Beyrut- 1407/1987.
Ahmed b. Ali el-Makrizi, Kitabu's-Suluk li Marifet-i Düvelü’I Müluk, C. I, (Tashih: M. Mustafa Ziyadet), Kahire, 1934.
Ahmed b. Ebi Yakub b. Cafer b. Vehb el-Kâtib el-Ahbarı, Kitab el-Buldan , (Haz. M. J. de Goeje), E.J. Brill, 1967.
Ahmed b. Yahya b. Cabir el-Belazurî, Fütuhu'I Buldan , (Çev.:Mustafa Fayda), KTBY., Ankara, 1987.
Ahmet b. Mahmut, Selçuknâme, C. I (Haz.:Erdoğan Merçıl), Tercüman Binbir Temel Eser, İstanbul, 1977.
Buharî, Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecvid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, (Müellif: Zeynuddin Ahmed b. A. b. Abdullatifi’z-Zebidî; Mütercim ve Şarihi: Kamil Miras), DIBY, C. IV, XI, Baskı, Ankara, 1991.
Cemaleddin ibn Manzur, Lisanu’l Arab, C. NI, Beyrut, 1410/1990.
Ebu Abdullah Muhammed el-Azimi, Azimi Tarihi: Selçuklular ile ilgili Bölümler, (Yay.: Ali Sevim), TTKB., Ankara, 1988    )
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, C. I, (Çev. Zakir K. Ugan- A. Temir), Maarif Basımevi, Ankara -1954.      
Ebu Ishak İbrahim b. Muhammed el-Istahrî, Kitab el-Mesalik el-Memâlik, (Haz.: M.J. de Goeje),Leyden, 1927.
Ebu Kasım Übeydullah b. Abdullah b. Hurdazbeh, El-Mesâlik ve'l Memalik , Leyden,1889
Ebu Zeyd Abdurrahman b. Haldun, Mukaddime, C. N, MEB., İstanbul, 1986.
Ebu'I Hasan Ali b. Ebi Bekr el-Herevî, Ki tabu’l Ziyarat,(Haz. Jenme Sourdel- Thomine),Damas, 1957.
Ebu'I Kasım Muhammed b. Havkal, Kitabu'l Mesalik ve’l Memâlik , (Haz. J. H.Rramers), E. J. Brill, 1938.
Ebu’I Mehasım ibn Taghri Birdi, Hawadıth Ad-Duhur fî Mada'l Ayyam Wash-S huhur , Part, 2, Wılıajn Popper, Üniversity of Califomia, Berkeley, Californîa, 1932.
Gregory Ebu’I Farac (Bar Hebraeus) , Ebu’I Farac Tarihi, (Çev. Ömer Rıza Doğrul), I-N, Ankara,1950.
Halil ez-Zahirî, Ziibdet-i Keşfu’l Memâlik ve Beyânu’l Tarik ve’l Mesâlik, Medine-i Baris el-Mahruse, Matbaatu’l Cumhuriye,1894.
Hıfzı, Tarih u Fezail-i Kuds-i Şepif, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Nr: 86419,Matbay-ı Amire, 1265.
İbn Abdilhjkem, Futuhu Mısır ve Ehbaruha, 1920.
ibn al-Furat, Eyyubids, Memlnkes and Crusaders: Selections from the Tarîkh ai-Duwal wa’l Muluk of ibn Furat ( Haz.: M. C. Lyons), Volüme, l;The Text
ibn Batuta, Seyahatname, (Haz. Mehmet Zıllıoğlu, Türkçeleştiren Zuhuri Danışman),Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1969. ibn Cübeyr, er-Rıhle, Dar-ı Sadr-ı Beyrut, H, 1400/M.1980. ibn Haldun, Miftahu’l Iber (Çev. Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye Azası Subhi Bey) Takvimhane-i Amire, 1276. ibn Kesir El-Bidaye ve'I-NIhaye, C.7, (Çev.: Mehmet Keskin), Çağn Yayınlan, İstanbul, 1984,   s.96-99.
İbn Kesir, Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri, C. 6, (Çev: EL Karlığa-B. Çetiner), Çağn Yayınları, İstanbul, 1988. 
Ibnü’l Al-Qalanisi, The Damascus Chantefe^of the Crusades, (Haz. M. A. R.Gibb), London, 1932. ^           
Ibnü’l-Esir, El-Kamil fi’t-Tarih, CAif(Çtv.: Heypfy, Bahar Yayınları, İstanbul,1985.
Ibnü’l-Esir, El-Tarih el-Bahir fi Devlet-i Atabekiyye, N. 555-630, (Tahkik: Abdulkadır Ahmed Talirnat), Kahire, 1963.,
Imadeddin el-Isfahani, el-Fethü’l Kussl fî FethjH^l Kudsî,Leyden,E.J.Brill, 1888. Imadeddin el-Isfahani, el-Bark el-Şami, (Haz.: Ramazan Şeşen),C.V,IÜEF Yay., İstanbul, 1979.
imam Ebu’l-Hasan el-Maverdi, El-Ahkamu’s-Sultaniye, (Çev. Ali Şafak), Bedir Yayınlan, İst., 1976
imam Ebu Yusuf, Kitabu’l Haraç, (Mütercim:Müderriszâde Ataullah Efendi, Sadeleştiren: İsmail Karakaya), Âkçay Yayınları, Ankara, 1982.
Kadı Bahaeddin Maaruf ibn Şeddad, Kitab-ı Siret-i Salahaddin el-Eyyubi Telif: Tacettin Şehinşah), Kahire, 1346.
Mutahhar b. Tahir, Tarihj:,UBedve’t-Tarih, C.I- V, Paris, 1916.
Nasır-ı Hüsrev, Sefernâme ,(Çev.Abdülvahab Tarzı), MEB., İstanbul, 1950.
Şehabeddin Ebi’İ Abbas Ahmed b. Yahya el Umarî, Mesalik el-Ebsar fi Memâlik el- Emsar (Tahkik: Doratya Kedakolskı), Tabu'l Evvel, Beyrut, 1403/1968
Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed Ibn-i Ahmed ibn Ebi Bekr el-Benna el-Beşari el- Mukaddesî, Ahsen al Tekasim fî Ma'rifetü’l Akalim,Editit: M.J. de Goeje), Editio Secunda, Leyden, 1906     
Sıbt ibn Cevzi, Miratu’z-Zaman fi TariMrl Ayan, (Yay.: Ali Sevim), TTKB., Ankara, 1968
Yakut el-Hamavi, Mucemu’I Buldan, C. I, Beyrut, 1410/1990.
Araştırmalar / Tetkik Eserler
Abdurrahim, Mudazzır, "Hukukî Kurumlar", İslam Şehri, Haziran, 1995. s. 54.
Abram L. Sachar, “Jewish History and Socrety”, The Encyclopedia Americana, International Edition, Vol., 1967.
Afet inan, Eski Mısır Tarihi ve Medeniyeti, TTKB., Ankara, 1956.
Afîf Erzen, Eskiçağ Tarihi Hakkında 4 Konferans, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1954.
Ahmed Cevdet, Kısas-ı Enbiya, C. N, (Haz.: Mahir Iz), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,, Ankara, 1985.
Akşit, Oktay, Roma imparatorluğu Tarihi, İstanbul, 1985.
Alptekin, C., The Reign of Zengi 521-541/1127-1146, Erzurum, 1978.
Alptekin, C.“Ahdas”,TDVIA
Altan , Sabahat, Roma Tarihinin Ana Hatları, İst Ünv. Edb. Fak. Yay. 1970.
Yılmaz, Hartman, “İslam Tarihinde Kudüs”, Yedi iklim, S.75/76,İstanbul ,1996.
Altundağ,, Şinasi " Tolunlular'\ IA, C. 12/1,
Armağan, Mustafa, “Şehirlerin Ruhu”, izlenim, S. 22, Haziran 1995
Arseven, Celal Esad , Türk Sanatı, Cem Yayınevi, 1984.
Aslanapa, Orhan, Türk Sanatı, İstanbul, 1973.
Asthor, E., “Salahadin and The Jews”, Hebrev Union College Annual, Volüme XXVN, Cıncınatı, 1956.
Atay, Falih Rıfkı, Zeytin Dağı, MEBY., İstanbul, 1989.
Ayalon, M. Rosen: The Early Islamıc Monuments Of Al Haram Al Sharif, QEDEM, Mongraps of The Institute of Archaelogy, The Hebrew Unıversıty of Jerusalem, Jerusalem 1989,
Bakır, Abdulhalık, Hz. Ali Donemi, Mehter Yayınları, Ankara, 1991 Barthold, W., İslam Medeniyeti Tarihi, (Çev.: M. Fuat Köprülü), Ankara, 1963. Becker, C. H., “Thşidiler”, IA, C. V/2.
Besant, W-Palmer,E. H., Jerusalem the City of Herod and Saladm, 1871.
Bilmen , Ömer Nasuhi, Büyük İslam ilmihali, İstanbul, 1975.
Birsel, Deniz, “Haçlıların Türklerle ilk Karşılaşmaları”, Tarih ve Toplum, S. 18,1985.
Bosworth, C. E., “Karamiyya”, El, C. IV           
Briggs, M.S., Muhâmmadan Architecture in Egypty and Palestine, Oxford, 1924. Buhl, F„ 'Kudüs', IA, C. VI.
Buhl, F., “Amvas”, IA, C. I Buhl, F., “Kerek”, IA,C.V Buhl, F., “Lûdd”, IA, C. VN
Burgoyne , M. H., Mamluk Jarusalem,London, 1967.
Burgoyne, M.H., “A Recently DiscoveredManvanid Inscription in Jerusalem”,
Levant, XIV, 1982.
C. Alptekin, “Ahdas”, IA
C.        Alptekin, Dimaşk Atabeyliği, Marmara Önv. Yayınları, İstanbul, 1985.
Çağrıcı, Mustafa , “Gazzali”, TDVIA, C. XNI
Cahen , C., OsmanlIlardan Önce Anadolu’da Türkler, İstanbul, 1984.
Cahen, C., “Artukids”, El., C.I.
Cahen, C., “Crusades”, El, C. NI Cahen, C.“Futuwwa”, s. 962.
Cahen, C., “Ahdath”, EL, C.I,
Canard, M., "Al-Hakim bi-Amr Allah", El., C. N
Çelik, Mehmet, Süryani Kilisesi Tarihi, C.I, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1987.
Çelik, Mehmet, Din-Devlet ilişkileri, Elazığ, 1996.
Çelik, Mehmet, Fener Patrikhanesinin Batı Desdekli ÖkümenikJik Iddialrımn Siyasal Açıdan Türkiye için Doğurduğu Tehlikeler. (V.Askeri Tarih Semineri Bildirileri I), Ankara 1996.
Çelik,Mehmet, Bizans İmparatorluğunun Antakya ve Civarında Giriştiği Kitle Katliamları”, Ankara, 1994, s. 7.
Çelik,Ortadoğu Mozaiği; Süryaniler-Nesturiler (Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yayınları, Sayı 4) Elazığ 1996 ..
Chalmeta , Pedro, “Pazarlar”, İslam Şehri,
Conard, M., “Fatımıds”, El, C. N
Creswel, “Archıtectnre”, El, C. I. Ali Saim Ülgen, “Kudüs ’te Harem-i Şerif
Dahilindeki Kubbetü’s Sahra (es-Sahratu’l-Müşerrefe Cami-i Ömer)’inXVI. yy. ’daYapılmış OlanÇimlerV’ Türk Sanat Tarihi Araştırmaları ve incelemeleri, T, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Türk Sanat Tarihi Endüstri Yayınları, İstanbul, 1963.
Danişmend , İsmail Hami, izahlı İslam Tarihi Kronolojisi, C. I, İstanbul. 1960.
Danişmend, I. H., izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. N, Türkiye Yayınları, İstanbul, 1971
Danişmend, İsmail H., izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi,İstanbul ,1954.
Darkot, Besim, “Filistin”, IA, C. IV.
Demircioğlu, Halil, Roma Tarihi, C. I, TTKY., Ankara, 1953.
Demirken, t Işın, "Hıttın Zaferi ve Kudüs ’ün Müslümanlarca Fethinin Batıdaki Akisleri”, Belleten, C. LN, S. 204, Kasım 1988.
Demirkent, Işın, “Haçlılar”, TDVIA, C. XIV,
Demirkent, Işm, “Bizans”, TDVIA
Dozy, R, Supplement aux Dictionnaıres Arabes, Paris 1927 c. 1.
Diez, Emest, “The Mosaics of the Dame of the Rock al Jerusalem>\ Ars Islamica, Vol. 1, Part2, Universty of Michigan Press, 1934.
Droysen, Büyük İskender, C. N, (Çev. B. Sıtkı Baykal), MEB, Ankara, 1946.
Duri,     Hükümet Kurumlan*,İslam Şehri, (Çev. Elif Topçugil), Ağaç
Yayıncılık, İstanbul, 1992.
                         , İslam iktisat Tarihine Giriş, Endülüs Yayınları, İstanbul, 1991.
Erdem, Sargon, “Amalika”, TDVIA, C. N,
Emest, Renan, Havariler, (Çev. Ziya Ishan ), MEB Basımevi, Ankara, 1964.
Ersan , Yavuz, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, AKDTYK, TTK. Yayınları, No: XIV, S. 3, Ankara, 1908.
Evliya Çelebi, Seyahatname. C. XNI, (Türkçeleştiren: Z. Danışman),Yaylacık Matbaası, İstanbul,! 969.
Fayda, Mustafa, Hz. Ömer Zamanında Gayr-i Müslimler, Marmara Üniversitesi Yayınlan,
No:548, İstanbul, 1989.
Fıglalı, E. Ruhi, “Mesih ve Mehdi inancı Üzerine“, AÜIFD., Ankara, 1988.
Fischet, Walter J., “The City in İslam”, Middle Eastern Affairs, Vol.VN, No 6-7, June-Jully, 1956.
Focus, " Haçlılar", S. 4, Nisan 1995.
Gibb , H.A.R - C. C. Davies, “Naip”, IA, C. 9
Giotein, Shelomo Dov , ‘Al-Kuds \ C.V, Eî, Leİden, E. J. Brill, 1978.
            , “The Historical Background of the Erection of the Dome of the Rock",
Journal of the American Oriental Society, Vol. 70, Yale Üniversity Press, New-Haven, 1950.
Gögünç, Nejat, “Tavasi”, IA, C XN/1,
Grabar, Oleg, “A New Inscriptions from the Haram Sharif in Jerusalem”, SIAA, The American Universty Caira Press, 1965.
            , “Kubbat Al-Sakhra”, El, C. V.
            , İslam Sanatının Oluşumu (Çev. Nuran Yavuz) , Hürriyet Vakfı Yay.İstanbul 1988.
Guest, Rhuvon, “İskenderiye”, İA, MEB, İstanbul 1988.
Gül, Muammer, İslam Aleminde Mehdilik Düşüncesinin Doğuşu, (Fırat
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Elazığ, 1992), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
Günaltay , Şemseddin, Yakın Şark NI: Suriye ve Filistin, TTKY., 2. Baskı,Ankara, 1987.
Günaltay, Şemseddin, Yakın Şark IV Perslerden Romalılara Kadar, I. Bölüm, Ankara,1987..
Haksal, A. Haydar , "Ah Kudüs", Yedi iklim, S.75/76, İstanbul, 1996.
Hamidullah, M., Islâmda Devlet idaresi, (Çev.:Cemal Kuşçu), Ahmet Sait Matbaası, İstanbul, 1963.
Hamidullah, M.,İslam Müesseselerine Giriş, (Çev.Ihsan Süreyya Sırma), İstanbul,
Harman, Ömer Faruk, “Buhtunnasr”, TDVIA, C. VI.
Hartmann, R., ”Şanf\\A,C. 11,İstanbul 1979.
Heyd, Yakındoğu Ticaret Tarihi, T.T.K. Ankara, 1975.
Hıyari, Mustafa A., Salah al-Din, Dar el Garb el-Islami,Beyrut, 1987.
Hitti, P.K., History of Syrıa, London, 1951
Hitti, Philip K., Tarih : Suriye ve Lübnan ve Filistin (Arapcaya çev : 1. cilt, Corc Haddad, Abdülkerim Ratık), Beyrut, 1958.
Hitti, Philip K, Siyasî ve Kültürel Islâm Tarihi, C. 1, (Çev.: Salih Tuğ), Boğaziçi Yayınlan, İstanbul, 1980,
Hlılıg, Matthras R.a The Story of Jerusalem, F. A. Owen Publishing Company, 1919.
Hodgson , M. G. S., Islâmın Serüveni, Islâmm Klâsik Çağı, C. I, (Çev: Heyet), Iz Yayınları, İstanbul, 1993.
Holt, P. M., “The Structure of Government in the Mamluk Sultanate”, (Çev. Samira Kortantamer), Belleten, LU, s. 202, Nisan, 1988.
Honigmann, E. , “Remle”, IA, C. IX.
Honigmann, E., “Şevbek”, IA C. XI
Hureysât, M. Abdulkadir, “Cerrahîler”, TDVIA, C. VN
Hütteroth , Wolf -Dieter - Kamal Abdulfettah, Historical Geography of Palestina Transjordan and Southern Syria in the late 16 th Ceuntry, Erlanger Geographische Arbeitten, Erlangen, 1977.
Işıltan, Fikret, “Seyf b. Ömer”, IA, C. 10.
Işıltan, Fikret, “Mervan N”, IA., C. VN
Ibşirli Mehmed -Muhammed Davud el-Temimi, Evkaf ve Emlâku’l-Müslimin fi Filistin, Islâm Konseyi Teşkilatı, Islâm Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Merkezi(IRCICA), İstanbul, 1982.
İnalcık, Halil, “Osmanlı Şehri Şeriat idealine Dayanır”, izlenim, S. 22,Haziran, 1995..
Iplikçioğlu, Bülent; Eskiçağ Tarihinin Anahatları-I, Marmara Üniversitesi Yayınları, No:486, İstanbul, 1990.
Kafesoğlu, I., Büyük Selçuklu imparatoru Sultan Melikşah, MEBY., İstanbul, 1973.
Karaman, M.L. n, “Filistin”, TDVIA, C. NI.
Kayaoğlu, ismet, Islâm Kurumlan Tarihi, Ankara, 1980
Khoniates, Niketos, Historıa (Ioamıes ve Manuel Kommenas DevirIeri),(Çev: Fikret Işıltan), TTKB, Ankara, 1985.
Kılıç, Orhan, 18. Yüzyılın ilk Yansında Osmanlı Devletinin Idârî Taksimatı-Eyalet ve Sancak Tevcihatı, Elazığ, 1997 Kınat, Firuzan, Eski Anadotu Tarihi, T.T.K. Ankara, 1991.
Kmal, Firuzan, “Amama Çağında Mısırın Önasya Münasebetleri”, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, S. 1, C. N, 1943. Kitapçı, Zekriye, Yeni İslam Tarihi ve Türkler, Konya, 1994.
Kitapçı, Zekriye, Ortadoğu’da Türk Askeri Varlığının İlk Zuhuru, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfi, İstanbul, 1988.
Kitapçı, Zekriye, Abbasi Hilafetinde Selçuklu Hatunlara ve Türk Sultanları, Selçuk Üniversitesi, Konya, 1994.
Koenig , N.A.,, “Aziz Billahi”, IA, C. N Köprülü , M. Fuat, “Amil”, IA, C. I
Köprülü, M. Fuat, “Harizmşahlilar”, IA, C. V/l, İstanbul, 1988.
Köprülü,M.Fuat, “Artukoğulları”, IA,
Köymen, M. Altay, Selçuklu Devri Türk Tarihi, TTKB., Ankara, 1954.
Küçük, Abdurrahman "Beytullahın", TDVIA., C. 6.
Kudüs (Tarihî Belge), (Tercüme: Acar Tanlak), Yayınlayan: İslam Konferansı Teşkilatı Kudüs Komitesi, Ankara, 1988.
Kufralı, Kazım , “Gazzali”, IA, C. IV, s
La Monte, John L., Feudal Monarchy in the Latin Kingdom of Jerusalem,
Cambridge, 1932 Legy, R., “Muhtesib”, IA, C. VNI
Letheb, Martin, Dıe Bibel Heılıg Shrift Alten Und Meun Testament, Stuttgart, 1914.
Lewis, Bemard, Tarihte Araplar (çev. H. Dursun Yıldız), İstanbul, 1979..
Little , D.P., “The Significance Haram Documents for the Study of Medieval Islamic History”, Der İslam, LXVN ,1980.
Little, Donald P,, “Religion Under The Mamluk”, History and Historiography of the Mamluk, Variorum Reprints, London, 1986;
Little, D.P., “Relations Between Jerusalem and Egypt During the Memluk Period According to Literary and Documantry Sources”, History and Historiography of the Mamluk, London, 1986.
Little, D.P. , “The Haram Documents as Sourcesfor the Arts and Architecture of the Mamlük Period>\History and Historiography of the Mamluk, London,1986.
M. A. M., “Jerusalem The Jewish Encyclopedıa, Newyork, 1938,
Madelung , W., “Karmati”, El, C. IV
Mansel, ArifMüfid, Ege ve Yunan Tarihi, Ankara, 1984.
Mantran , Robert, Islamın Yayılış Tarihi, (Çev.: I. Kayalıoğlu), Ankara, 1981. Marçais, G., "Ribât", IA., C. IX,.
Marco Polo, Marco Polo’nun Geziler Kitabı, (Çev. Ömer Güngören, Yol Yayınları, İstanbul, 1985.
Mardin, Ebu’l-Ulâ, “Kadı”, TA, C. VT
Margoliouth, D. S., Caira Jerusalem Damascus, London-1969.
Margoliouth, D.S.“Kerramiye ”,EI. Michon, Jean-Louis, “Dini Kuramlar”, İslam Şehri, (Çev. :Elif Topçugil), Ağaç Yayıncılık, İstanbul, 1992.
Nomiku, H. A., Haçlı Seferleri, (Çev. Kriton Dinçmen), İletişim Yayınları, İstanbul, 1997.
Orhan , Seval, OsmanlIlarda Ölçü ve Tartı Sistemi, F. Ü. Fen-Ed. Fak. Tarih Bölümü Lisans Tezi, Elazığ, 1987.
Örs, Hayrullah, Musa ve Yahudilik, Yükselen Matbaası, İstanbul, 1996. Ostrogorsky, George, Bizans Devleti Tarihi, (Çev. F. Işıltan), TTK. Basımevi, Ankara, 1981.
Özel, Mustafa, “Cami, Çarşı ve Hamam”, izlenim,İstanbul, 1995.
Özer, Yusuf Ziya, Mısır Tarihi, TTKB., Ankara, 1987.
Pakalm,M. Z.,Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,Ankara,1972.
Pirenne, Henri, Ortaçağda Kentler, İletişim Yay. İstanbul 1994.
Raymond, Andre, Osmanlı Döneminde Arap Kentleri,(Çev. Ali Berktay),Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1995.
Runcıman, Steven, Haçlı Seferleri Tarihi, C. I-NI,(Çev. Fikret Işıltan),Ankara 1986-1987.
Sabri, Faik,Osmanlı Coğrafya-yı İktisadîsi, Kanaat Matbaası, Dersaadet, 1331.
Şair Nabi, Hicaz Seyahatnamesi (Tuhfetü’I-Haremeyn), ( Mütercim Seyfettin Ünlü), Timaş Yayınları, İstanbul, 1996.
Sami, Şemseddin, Kamusurl Alam, C.V, Mihrab Matbaası, İstanbul, 1314.
San, Mevlüt, Arapça - Türkçe Lügat, İstanbul, 1982.
Sankçıoğlu ,Ekrem, Başlangıcından Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul, 1983.
Sankçıoğlu,Ekrem, Dinlerde Mehdi inancı ve Tasavvuru (Atatürk Ünviversitesi Ilahiyet Fak.,Erzurum 1976) Basılmamış Doçentlik Tezi.
Seligsohn, M., “Amalik”, IA, C. I
Şeşen, Ramazan, Salahaddin Devrinde Eyyubiler Devleti (Hicri 569-589 / Miladi 1174-1193), İstanbul Ünv. Edebiyat Fakültesi 1983.
Şeşen, R.," el-Berk el-Şamiye göre 578-579 (1182-1183) Yıllarında Salah el-Din'in
Bazı Tayinleri ve Eyyubiler ile Franklar arasında cereyan eden Bazı Harplar," İslam Tekkeleri Enstitüsü Dergisi, C. VI, Cüz. 3-4, İstanbul, 1976.
Sevim, Ali, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, TTKB., Ankara, 1989.
Sevim ,Ali, 11 Atsız b. Uvak?, TDVIA, C. IV
Sevim, Ali "Sultan Melikşah Devrinde Ahsa ve Bahreyn Karmatilerine Karşı Selçuklu Seferi", Belleten, C. XXIV, Nisan, 1960,
Sevim,Ali, “Artukluların soyu ve Artuk Beyin Siyasî Faaliyetleri”, Belleten, XXV/101,1962.
Sevim, Ali “Artukoğlu Sökmenin Siyasî FaaliyetleriBelleten, XXvI/103, Ankara, 1962.
Sevim,Ali, ilArtukoğlu-Ilgazr, Belleten, XXV/104, Ankara, 1962.
Singer, Amy, Kadılar Kullar Kudüslü Köylüler, (Çev. Sema Bulutsuz), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996.
Sobarnheim, L, “Salahaddin Eyyubt\ IA, C. X
Sobernheim,L,,“Dmrtdar”, IA, C. NI,
Sourdel, J., “Filastin”, El, C. N
Strange, Guy Le, Palestina Under The Moslems, Beyrut-1965.
Tekindağ, M.C. Şehabeddin, Berkuk Devri Memlûk Sultanlığı, IÜEFY., No: 887, 1961
Tekindağ, M. Ş., "Memluk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakış", IÜEFTD., S.25, Mart, 1971, İstanbul.
The Holy Bible, American Bible Society, Nevvvork, 1896.
Turan , Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul, 1971.
            , Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Nakışlar Yayınevi, İstanbul, 1980.
Turan, Şerafettin,Türkiye-Italya Ilişkileri-I, T.T.K. Ankara, 1978.
Ulvan, Abdullah N., Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubî, Seçkin Yayıncılık,İstanbul, 1992.
Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayinâmesi, T.T.K. Ankara, 1987.
Uzunçarşılı, I, Hakkı, Osmanlı Tarihi, C. I, TTKY., Ankara, 1983.
Uzunçarşılı, İsmail H., Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal, TTK, Ankara,! 984.
Van Cleve, T.C., The Emporor Frederiek N of Hohenstaufen , Oxford, 1972.
Vasiliev, A A., History of the Byzantine Empire 324-1453, Vol. I, Washington- 1964.
Vaux, B. Carrade, “Daud“, IA, C. NI.
Vogüe, M. de, Le Temple de Jerusalem, Paris, 1846.
Von Svenhevin, Jerusalem, Leipzig, F. U. Brödhous, 1918.
Walker, J., “Kubbetü’s-sahra”, İA, C. VI.
Walls, A. G., “The Turbat Barakat Han or Halidî Library”, Levant, VI,London 1974.
Walter Hintz,Islamda Ölçü Sistemleri, Çev. Acar Sevim), Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1990.
Wenscak, “Mescıd-i Aksa”, IA, C. VNI
Wilkison, J.“Ancient Jerusalem Its Water Supply and Population”, PEQ, 1974.
Yaşar, Şükran, Osmanlı Tahrir Defterlerine Göre XVI. Yüzyılda Kudüs'ün Demografik Yapısı, F.Ü. Sos. Bil. Enstitüsü, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Elazığ, 1997.
Yerasimos, Stefanos, Türk Metinlerinde Konstantiniyye ve Ayasofya Efsaneleri, (Çev. Şirin Tekeli), iletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1993.
Yetkin , Suat Kemal, İslam Mimarisi, Ankar Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk ve İslam Sanatları Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1959.
Yetkin, Şerare, “Abbasîler”, TDVIA, C. I, s. 39.
Ymanç, M.H., "Belek", IA.C. N
Yıldırım, Yavuz, “Mescıd-i Âksa ve Mimar Kemalleddin”, Dokuzuncu Milletler Arası Türk Sanatları Kong. Bild. Özetleri, C. 3 İstanbul 1991.
Yonah, M. Avi-, The Economics of Byzantine Palestine, Bizans Tetkikleri Kongresi Tertip Komitesi Neşriyatı, İstanbul, 1953.
Zettersten, K.V., “Şurta”, IA, C. XI
Zeydan, Corci, İslam Medeniyeti Tarihi, I-V, İstanbul, 1965.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar