YAHUDİLERE MÜHLET VERİLMESİNDEKİ SIR
Antisemitizm [1] dünya gerçeklerindendir. Yahudilerin bu kadar zamandır sevilmeyip
düşmanları çok olduğu halde yok edilemeyip, tarih sahnesinde bulunmalarının bir
nedeni var mıdır? Diye düşünebilirsiniz. Bunun için çeşitli sebepler ileri
sürülebilir. Bu sebeplerin arasına bahsedeceğimiz mevzuyu da katmanın uygun
olabileceğini varsayıyoruz. Şöyle ki;
“(Dünyadan göçtüğünde) Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemden kalan, ancak bindiği ak bir katır ile Allah yolunda vakfetmiş olduğu
bir arazi parçasından[2], bir de kullandığı silahından ibaretti.[3] Hatta, vefatı sırasında zırh gömleği bir Yahudi’de
otuz sa’ (1 sa'=3120 gram ağırlık) arpa karşılığında rehin edilmiş
bulunuyordu.”[4]
Hz. Ali kerramallâhü veche de, Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemin vefatından sonra:
"Resûlullah Aleyhisselamın kime bir va'di veya
borcu varsa bana gelsin!"
diyerek nida ettirdi. Sağ oldukça her yıl adam
gönderip kurban kesme günü Mina'da, Akabe yanında böylece nida ettirmeye devam
etti. Allah Teâlâ'nın kullarından gelip haklı haksız her isteyenin isteğini
verdi. Hz. Ali'den sonra, vefat edinceye kadar Hz. Hasan, ondan sonra da
şehadetine kadar Hz. Hüseyin böyle yaptı.[5]
İnsanı üzen, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin dünyayı
terk edeceği zamana yakın bir anda, eski zamanlara göre refah seviyesi artmış
Medine hayatı içerisinde, bir Yahudi’ye zırhını terhin edecek kadar sıkıntıya
düşmesidir. O gün itibariyle ihtiyacını
etrafındaki zengin sahabe efendilerimizin fark etmemesi (!) ve zırhının
Yahudi’ye rehin verilmesidir. Acaba bu ne olabilir, yoksa bir "İslam'ın garipleşmesi"
hakikati mi zuhur etti.
İşte, Allah Teâlâ, bir menfaat karşılığı bile yardım eden Yahudi’ye,
sevgili rasülünün kıyamette mahzun olmaması için bir millete şamil olacak lutûf
ve ihsan buyurmuştur. Meseleye vakıf olanların bu türlü yorumu aşırı görebilirler.
Bilindiği üzere Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme zerre kadar bir iyiliğe
karşılık Allah Teâlâ’nın ihsanı böylesine çoktur. Allah Teâlâ dünyada Rahman
sıfatı gereği gazaba uğramış olan Yahudilere bile ihsanını sevgilisi hatırına
esirgememiştir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin dünyasını değiştirdiğinde otuz sa'
(93 kg ağırlık) arpa karşılığı olarak rehin verilen zırha karşılık
çıkarılacak bir tevilde şu olabilir.
“Yahudiler, Müslümanlardan otuz defa iyilik
göreceklerdir” (Soy kırımlardan kurtulmalarına yardımcı olmaları)
demektir.
Gerçekten de bu şekilde olmuştur. Bir örnek olarak şunu verebiliriz.
“İspanya Yahudileri başka ülkelere kaçtılar. Fakat
1492’deki kapsamlı bir göçtü. 13 Temmuz’dan başlayarak, 250.000’e yakın
İspanyol Yahudi’si, (büyük çoğunlukla Sefaradlar) Portekiz’e, Navarra’ya,
Akdeniz kıyılarına ve özellikle, Osmanlı İmparatorluğu’na yöneldiler...”
Bu konuda, Cecil Roth’dan bir diğer alıntı: “1492’
deki Yahudi göçü sırasında, kovulanların büyük çoğunluğu, en kolay, yani en
kısa yolu seçtiler. Hemen yanı başlarındaki Portekiz’e vardılar. Bir bedel
karşılığında, o ülkede yerleşmelerine izin verildi. Ne var ki, aradan birkaç
yıl geçmeden Portekiz Kralı, politikasını değiştirip komşusu İspanya’yı örnek
almaya karar verdi. 1496’da, sığınmacı Yahudilere iki seçenek sunan fermanı
çıkardı: Katolik dinini kabul etmek ya da ülkeyi terk etmek...”[6]
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme menfaat karşılığı küçük bir iyilik,
bir milletin ömürlerinin uzamasına sebep oluşu, diğer taraftan yapılacak bir
kötülüğe karşıda cezanın büyüklüğünü gösterir. Bu meseleden ivazla
unutulmamalıdır ki, Ümmet-i Merhume’ye yapılan kötülüğün cezasıda elbette büyük
olacaktır.
O müşrikler kendilerine mühlet verilmesine
aldanmasınlar. Daha öncekilere de böyle fırsat verilmişti. Ne zaman ki
peygamberler, toplumlarının imana gelmelerinden ümitlerini kesecek raddeye
gelirler ve toplumları da peygamberlerinin kendilerini aldattığı zannına
kapılırlar, işte o zaman onlara yardımımız ulaşır, inkârcılar helâk olur,
dilediğimiz kimseler kurtulur. Çünkü (uzun vâdede) cezamız, suçlu toplumlardan
hiçbir surette geri çevirilmez." (Yasin, 36/110)
"Senden önce de nice peygamberlerle alay edildi.
Fakat Ben, o kâfirlere akıllarını başlarına toplamaları için bir süre mühlet
verdim. Ama onlar akıllanmayınca sonra da onları azabımla kıskıvrak yakaladım,
cezam nasılmış, gördüler." (Ra’d, 13/32)
Sözlerin daha iyi anlaşılması için Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimiz ile Hz. Osman arasındaki geçen vakıalar ile konuyu dahada açıklığa
kavuşturalım.
Muhyissünne imâm-ı Begavî hazretleri (Meâlim üt-tenzîl) kitâbında,
sûre-i Bakaranın sonunda meâl-i şerîfi (Mallarını Allah yolunda infâk
edenler, dağıtanlar..) olan 262.ci âyet-i kerîmesinin tefsîrinde Kelebîden
nakl buyurmuşlar ki, bu âyet-i kerîme, hazret-i Osman bin Affân ve hazret-i
Abdürrahmân bin Avf “radıyallahü anhümâ” hakkında - nâzil olmuşdur.
Abdürrahmân bin Avf, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
huzûruna dört bin dirhem getirdi, koydu. Dedi ki, yanımda sekizbin dirhem var
idi. Dörtbin dirhemi kendime ve âileme alıkoydum. Dörtbin dirhemi Rabbime ödünç
verdim. Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ona buyurdu ki, (Evinde
bırakdığına ve borç verdiğine, Allahü teâlâ bereket versin!) Fakat Hz.
Osman “radıyallahü teâlâ anh” Müslümanları Tebûk gazâsında techîz etdi. Ticâret
develerini, hevedleri ve çulları ile berâber verdi. O iki serverin hakkında bu
âyet-i kerîme nâzil oldu. Abdürrahmân bin Sümre “radıyallahü teâlâ anh” dedi
ki, Ceyş-i Usretde hazret-i Osman, bin dinâr ile geldi. Ceyş-i Usretden murâd,
Tebük gazâsıdır. Hazret-i Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kucağına
altınları dökdü. Ben gördüm. Resûlullah mübârek elini altınlar arasına dâhil
kılıp, karıştırdı. Buyurdu ki,
“Osmana bundan sonra yaptıkları zarar vermez.”
Allah Teâlâ hazretleri meâl-i şerîfi, (Allah yolunda mallarını sarf eden
kimseler, dağıtdıkları şeyler ile karşısındakileri ezâda ve minnette
bırakmazlar. Onların ecrini onların Rabbi verir. Onlar için korku ve üzüntü
yokdur.) olan âyet-i kerîmeyi gönderdi. Minnet, ihsânda ve ikrâmda
bulunduğu kimsenin, ben sana şunları verdim, bu kadar şey verdim, diye verdiği
ni’meti onun başına kakmak, onu üzmektir. Ezâ, ni’met verdiği, ihsânda
bulunduğu kimseyi mahcûb etmek, utandırmaktır. Veyâ ikrâmda bulunduğu kimseyi,
hiç bilmesi îcâb etmeyen birisi yanında ikrâm ettiğini söyleyerek
utandırmaktır.[7]
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Medîneye geldi.
Medîne-i Münevverede Rûme kuyusundan başka tatlı su yoktu. Buyurdular ki,
"Rûme kuyusunu kim satın alır, kendi kovası ile
müslimânların kovasını bir tutarsa, onun Rûme kuyusundaki kovasından Cennetteki
kovası hayırlı olur."
Kendi hâlis malımdan o kuyuyu satın aldım. Siz bugün o kuyunun suyunu
içmekten beni men’ edersiniz. Hattâ deryâ (deniz) suyu gibi tuzlu su içerim.
Hepsi dediler ki: (Evet öyledir). Rûme, bir kuyunun adıdır. Medîne-i
Münevverenin altı mil miktarı uzağında bir kuyudur. O kuyu küçük vâdi’dedir.
Zîrâ, Medîne-i Münevverede iki vâdi’ vardır. Büyük vâdi’de olan Azîze
kuyusudur.
Şârîh Gürânî “rahimehullah” İbni Abdülberden nakl etmişdir ki: Medîne-i
Münevverede bir Yahudi’nin ağzı örülü bir kuyusu var idi. Suyu gâyet tatlı
idi. Suyunu satardı. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular ki: (Rûme kuyusunu kim alır, kendi kovasını Müslümanların kovası ile
beraber tutarsa, Cennetdeki kovası bundan hayrlı olur.) Hazret-i Osman
“radıyallahü teâlâ anh” varıp, kuyuyu Yahudi ile pazarlık etti. Yahudi kuyunun
temâmını satmakdan imtinâ etti. Hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” da,
yarısını aldı. Nöbet yolu ile bir gün Osmanın “radıyallahü anh” olacak, bir gün
Yahudi’nin olacaktı. Hazret-i Osman nöbetini sebîl ve sadaka etti. Yahudi ücret
ile satardı. Müslümanlar da Hazret-i Osman’ın nöbeti geldikçe, iki günlük su
alırlardı. Yahudi’nin nöbetinde asla uğramazlar idi. Yahudi’nin pazarı
kesata uğrayınca, diğer yarısını da satmak istedi. Diğer yarısını da Osman
“radıyallahü teâlâ anh” hazretleri ondan satın aldı. Evvelki yarısını
Yahudi’den oniki bin dirheme almıştı. Diğer yarısını da sekiz bin dirheme aldı.
Tamamını sebil etti. [8]
Bir gün Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Âişe-i
Sıddîkanın “radıyallahü teâlâ anhâ” hücresinde [evinde] otururdu. Hazret-i
Osmân “radıyallahü anh” dört deve yükü buğdayı Fahr-i kâinâta hediye ettiler.
Hizmetcileri geri gelip dediler ki, yâ efendi, buğdayı Habîb-i Rabbil âlemîn,
muhâcirîne verdiler. Hazret-i Osmân dört deve yükü dahâ buğdayı gönderdi. Onu
da Resûl-i Ekrem hazretleri Ensâra dağıttılar. Hazret-i Osmân “radıyallahü
teâlâ anh” dört deve yükü buğdayı dahâ gönderdi. Fahr-i kâinât onu da ailesi
arasında taksîm edip, evlerine gönderdiler. Getiren hizmetçilere sordular ki,
seyyidinize kaç deve yükü buğday getirmişlerdi. Hizmetçiler dediler, oniki yük.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular. “Tamamını bize
gönderdi. Kendi için bir miktar alıkoymadı.”
Mubârek ellerini kaldırıp, buyurdu:
“Yâ Rab! Ben Osmânın ihsânından âciz oldum. Her kim
bana ihsân etdi, Ben ona mükâfatını verdim. Ammâ Osmânın mükâfâtından âcizim yâ
Rab. Sen Osmâna karşılığını ver.”
Derhâl Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Buyurdu,
“Yâ Muhammed! Cebbâr-i âlem sana selâm eder. Buyurdu
ki, Osmân'a benden selâm söyle. Söyle ki, biz ondan râzı olduk. Onu Cennetde
Muhammed'e refîk etdik. Arasat hesâbını ondan ref’ etdik. Eğer sen ona
mükâfatdan âciz isen, biz ona mükâfatdan âciz değiliz.” [9]
[1] Antisemitizm:Antisemitizm (Yahudi karşıtlığı, Yahudi düşmanlığı),
Yahudilik dinine, ırkına, kültürüne veya milletine karşı duyulan düşmanlık.
Antisemitizmin tohumları ilk çağlarda Yahudilerin yaşadıkları putperest
toplumlarla çelişkiye düşmeleri sonucu atıldı. Yahudilerin putperestliğe karşı
çıkmalarının nedeni ülkelerine bağlı olmamaları biçiminde algılandı. Kısacası
başlangıçta anti-semitizmin temelini din farklılıkları oluşturdu.
Hristiyanlığın ortaya çıkmasından sonra antisemitist hareketler Hıristiyanlık
inancını Yahudi sızmasından korumak ve İsa'nın çarmıha gerilişinin intikamını
almak karakterine büründü. Roma İmparatorluğu zamanında İskenderiye'de yapılan
Yahudi katliamı buna bir örnektir. Ortaçağda zaman zaman Yahudiler aleyhinde
asılsız söylentiler (mesela Hristiyan çocuklarının Yahudi ayinlerinde kurban
edildiği) ortaya çıkıyor ve bu söylentilerden etkilenen halk Yahudilere karşı
kanlı eylemler yapıyordu. Aynı dönemde Müslüman ülkelerde anti-semitizm ehli
kitap sayılan Yahudiler'in zımmilik statüsüne tabi tutulması sonucu bir sorun
oluşturmadı. Müslüman İspanya'da (Endülüs), Bağdat, Şam ve Kudüs'te Yahudiler
sanat, ticaret ve bilim dallarında özgürce çalıştılar ve büyük katkılarda
bulundular.
[2] Ahmed, c. 4, s. 279, Buhârî, c. 3, s. 220, c. 5, s. 144.
[3] Buhârî, c. 4, s. 220, c. 5, s. 1 44.
[4] İbn Sa'd, c. 2, s. 313, Ahmed, c. 1, s. 300-3001, Buhârî, c. 3, s. 231.
Bkz:M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/348-349.
[5] İbn Sa'd, c. 2, s. 318-319. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 8/348-349.
[6] Luis Suarez Fernandez’in ‘Les Juifs Espagnols au Moyen Age’ (Orta Çağ’da
İspanyol Yahudileri) Bu eserin orijinali ‘Judios Espanoles En La Edad Medıa’
[7] Seyyid Eyyûb bin Sıddîk Menâkıb-I Çihâr Yâr-İ Güzîn (Dört Halîfenin
Üstünlükleri) İkinci Menâkıb, Altıncı Baskı Hakîkat Ltd.Şti. Yayınları No: 13,
s.201-203
[8] Age., Yirmibeşinci Menâkıb, s.220
[9] Age., s. 249
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar