“YAŞAMAYI ÖĞRENMEK İSTİYORUM.” [a pprendre á vivre]
Hamlet:... Yemin edin.
Hayalet [Aşağılardan]: Yemin edin!
[Yemin ederler]
Hamlet: Rahat et, rahat et, rahatsız
ruh!
Şimdi, dostlarım, bütün yüreğimle
Sizlere emanet ediyorum kendimi.
Buna karşılık ben, zavallı bir
insan, Hamlet,
Bütün sevgimi, bütün dostluğumu
Eksik etmeyeceğim sizden.
Haydi, dönelim içeri hep beraber.
Parmağınız hep dudaklarınızda
olacak, unutmayın.
Çığrından çıkmış bir zaman bu:
Ey kör talihim benim! Bana düşmez
olaydı dünyayı düzeltmek.
Haydi, gelin artık, gidelim hep
beraber. [Çıkarlar]
(Perde I, sahne V)
**
İçimizden biri, siz ya da ben, bir
adım öne çıkıp: Yaşamayı öğrenmek istiyorum artık, der.
Peki,
ama neden, artık (enfın; sonunda)?
Yaşamayı
öğrenmek. Tuhaf bir slogan.
Kim
öğrenecek ki?
Kimden öğrenecek?
Yaşamayı öğretmek, tamam da, kime?
Bunu bilen olacak mı hiç?
Yaşamayı acaba bilecek miyiz?
Her şeyden önce de, “yaşamayı öğrenme”nin ne
demek olduğunu acaba bilecek miyiz?
Peki de, neden “artık”?
Tümcesi olmayan bu slogan, tek
başına, bağlam dışı -ne var ki, bağlam denen şey hep açık uçludur, yani hep
yetersiz ve kusurludur- ele alındığında nerdeyse anlaşılmaz bir söz dizimi
oluşturur. Kaldı ki, taşıdığı deyim yükü ne denli çevrilebilir ki?
Gene de, ustalara yaraşır bir deyiş,
hatta tam da böyle. Çünkü, bu slogan parçasını ustalardan birinin ağzından
duysak, şiddeti andıran bir şeyler gelir hep aklımıza. Bakışımsız ve tek yönlü
bir seslenişin akışı içinde, çoklukla babadan oğula, ustadan çırağa ya da
efendiden köleye (“yaşamak neymiş göstereceğim -öğreteceğim- ben sana”)
doğru yol alan bir ok gibi titrer. Böyle bir sesleniş duraksamadan edemez:
deneyim olarak sesleniş (yaşamayı öğrenmek, deneyim değil de, nedir?),
eğitim olarak sesleniş ve evcilleştirme olarak sesleniş arasında gidip gelir.
Ama, yaşamayı öğrenmek, bunu
kendinden öğrenmek, tek başına, kendi kendine yaşamayı öğretmek (“Yaşamayı
öğrenmek istiyorum artık”) yaşayan biri için olanaksız değil mi?
Mantığın bile yasak koyduğu bir şey değil mi?
Yaşamak, tanımı gereği, öğrenilemez. Kendi
kendinden öğrenilemez, yaşam yoluyla yaşamdan öğrenilemez. Bir tek başkasından
ve ölüm yoluyla öğrenilebilir. Ne olursa olsun, yaşamın kıyısındaki başkasından
öğrenilebilir. İç kıyısındaki ya da dış kıyısındaki, yaşamla ölüm arasında yer
alan bir ötekinden-öğrenme (heterodidactique) karşısındayız.
Oysa,
başka hiçbir şey de bu bilgelik kadar gerekli değil. Hatta, etik bu zaten:
yaşamayı öğrenmek, tek başma, kendinden. Yaşam, daha başka biçimde yaşamayı
bilmez. Ve zaten her zaman yaptığımız da yalnız başımıza, kendi kendimizden
öğrenmekten başka bir şey mi ki?
Hem olanaksız hem de zorunlu olarak, yaşadığı
varsayılan bir canlı için tuhaf bir bağlanma biçimi: “Yaşamayı öğrenmek
istiyorum.” Bir tek ölümle hesaplaşmaya girişildiğinde (auseinandersetzen)
hem doğru hem de anlamlı olabilir. Hem benim hem de ötekinin ölümüyle. Demek,
hep doğru gibi konuşmayı sağlayan yargılayıcı bir buyruk ölümle yaşam arasında
yer almaktadır.
Bundan sonraki satırlar, gece
karanlığında -gelecek olarak kalması gerekenin bilinmezliğinde- ilerleyen bir
deneme, “Yaşamayı öğrenmek istiyorum. Sonunda.” diye başlayan bir
düşünceyi, birtakım sonuçlarıyla birlikte çözümleme yolunda bir girişim.
“Sonunda.” Peki, neyin sonunda?
Yaşamayı
öğrenmek hâlâ gerçekleşmeyi bekleyen bir şeyse, yalnız yaşamla ölüm arasında
gerçekleşebilir. Ne tek başına yaşamda, ne de tek başına ölümde
gerçekleşebilir. İkisi arasında olup bitenler, tıpkı yaşamla ölüm arasındaki
gibi, tüm “ikiler” arasında olup bitenler, ancak herhangi bir “hayalet”
üstüne veya hayaletlerle konuşmaktan (s’ entretenir de quelque fantome)
öteye geçemez. Öyleyse, ruhları öğrenmek gerekecek. Hatta hayaletler alanı var
olmasa bile; özellikle de bu nedenle öğrenmek gerekecek. Hatta ne töz, ne öz ne
de varoluş olarak böyle olduğu haliyle hiç var olmuyorsa bile özellikle de bu
nedenle... “Yaşamayı öğrenmek” zamanı, vekâletinin devredilebileceği bir
şimdiki zamanı olmayan bir zaman şuraya sürükleyecek bizleri, giriş sözünün
bizi sürüklediği yer bu işte: hayaletlerin ticaretsiz alışverişinde,
söyleşilerinde, dostluklarında ya da yoldaşlıklarında hayaletler ile birlikte
yaşamayı öğrenmek. Başka biçimde ya da daha iyi yaşamayı öğrenmek. Daha iyi
değil de, daha adilce... Ama onlar ile. Genel olarak ile-olmayı bize her
zamankinden daha da gizemli kılan şu sözü edilen ile olmaksızın öteki olmak da
olamaz, socius da olamaz. Ve bu hayaletler ile-olmak, yalnızca belleğin,
mirasın ve de kuşakların bir siyasetine indirgenmese de, aynı zamanda bunların
bir siyasetidir de.
Hayaletlerden, miras ve kuşaklardan,
hayalet kuşaklarından, yani ne bizler için, ne bizim içimizde ne de dışımızda
şu an yaşamayan, aramızda bulunmayan bazı başkalarından uzun uzadıya söz etmeye
hazırlanıyorsam, bunu adalet adına yapıyorum. Henüz var olmadığı yerde, henüz
orada olmadığı, artık olmadığı yerde, yani artık mevcudiyette bulunmadığı ve de
hukuka indirgenebilir yasada olduğundan farklı bir biçimde, asla mevcudiyette
bulunmayacağı yerde, adalet adına yapıyorum bunu. Artık olmayan başkalarına ya
da ister zaten ölmüş ister henüz doğmamış olsunlar, hâlâ orda, şu an yaşamayan başkalarına
ilke olarak saygı duymayan, devrimci olsa da olmasa da hiçbir siyaset, hiçbir
etik olanaklı ve düşünülebilir ve doğru olmadığı için, hayaletten söz etmek,
hatta hayalete ve hayalet ile konuşmak gerekir. Tüm canlı şimdinin ötesinde,
canlı şimdiki zamanı [kendinden] ayıran ( disjointe) şeyin içinde, henüz
doğmamış olanların ya da zaten ölmüş olanların hayaletleri önünde, siyasal ya
da başka türden şiddet uygulamalarının, ulusçu, ırkçı, sömürgeci, cinsiyet
ayrımcısı ya da daha başkaca kıyımların, kapitalist emperyalizmin ya da her
türden totalitarizm biçimlerinin, savaşların kurbanı olmuş ya da olmamış
kişilerin hayaletleri karşısında, herhangi bir sorumluluk ilkesi olmaksızın,
herhangi bir adalet -hiçbir yasa değil, bir kez daha anımsatalım ki hukuktan
söz etmiyoruz burda- ne olanaklıdır ne de düşünülebilir. Canlı şimdinin bu
kendi kendisinin çağdaşı-olamama durumu olmaksızın, canlı şimdinin gizliden
gizliye ayarım bozan (desajuste) şey olmaksızın, orda olmayanlara karşı, artık
mevcut olmayan ve yaşamayanlar ya da henüz mevcut olmayan ve yaşamayanlar için
adalete duyulan bu saygı ve bu sorumluluk olmaksızın “nereye?”, “yarın nereye?”
(whither?) sorusunu yöneltmenin ne anlamı olacaktır ki?
Bu soru, gelecek-olanda neler
olacağına dair sorular sorulmasına varır, eğer varırsa. Geleceğe yönelik
olduğu, geleceğe doğru gittiği için, gelecekten de gelir, gelecekten
kaynaklanır. O halde bu soru, kendi kendine mevcut olma durumu olarak alman her
türlü mevcudiyetten fazla bir şey olmak zorundadır. En azından da, bu
mevcudiyeti, herhangi bir bitişmezlik, ayrılma ya da orantısızlık ile, yani
kendisine upuygun olmama ile olanaklı kılmalıdır ancak. Oysa, bu soru, bize
doğru geldiğine göre, yalnızca gelecekten gelebilir
(
whiter? Yarın, nereye gideceğiz?
Sözgelimi, Marksizm nereye gidiyor?
Onunla birlikte, biz nereye gidiyoruz? ),
önde duran da, onun kökeni olarak
önce gelmeli ondan: ondan önce. Kaynaklandığı yer, gelecek bile olsa, tıpkı her
kaynak gibi, gelecek de salt ve geriye döndürülemezcesine geçmiş olmalı. Gelecek
olarak geçmişin “deneyimi”, herhangi bir şimdiye getirilecek her değişikliğin
ötesinde, her biri de aynı ölçüde saltık bir geçmişle bir geleceğin deneyimi.
Bu soru olanaklıysa, sorunun olanaklılığının ciddiye alınması gerekiyorsa,
belki de artık bir soru bile değil de, bizim burada adalet dediğimiz şey,
mevcut yaşamın yani benim yaşamımın ya da bizim yaşamımızın ötesiyle genelde
yaşamla ilgili olmalıdır. Dün, başka başkaları için olduğu gibi, yann da “benim
yaşamım” ya da “bizim yaşamımız” için aynı şey olacak: Demek ki genelde canlı
şimdinin ötesinde...
Doğru
olmak: genelde capcanlı şimdinin ve de onun yalın, olumsuz tersinin ötesinde.
Hayaietimsi an, eğer bu sözle kipleştirilmiş şimdiler zinciri (geçmiş şimdi,
güncel şimdi: “şu anda”, gelecek şimdi) anlaşılıyorsa, artık zaman
içinde yer almayan bir andır. Bu anı sorguluyoruz, zamana, en azından bizim
zaman dediğimiz şeye boyun eğmeyen bu an konusunda sorular yöneltiyoruz
kendimize. Hayaletin uçucu ve zamansızca ortaya çıkışı zamana ait değildir, zamanı
vermez, şu sözünü ettiğimiz zamanı vermez:
"Enter
the Ghost, exit the Ghost, re-enter the”
(Hamlet).
Buysa daha çok bir beliti,[aksiyom]
hatta aksiyomatiğe ilişkin bir beliti andırır, yani fiyatı, değeri, niteliği
(axia) olan konusunda kanıtlanamaz varsayılan herhangi bir apaçıklık konusunda
bir beliti andırır. Hatta, Kant’ın haklı olarak her türden ekonomiden,
karşılaştırılabilir ya da karşılaştırılmış her değerden, her ticari fiyattan
(Marktpreis) üstün tuttuğu şu koşulsuz saygı (Würdigkeit), (sözgelimi, sonlu ve
us yürütebilir bir varlık örneği olarak insanın onuru) konusundaki kanıtlanamaz
bir beliti de andım. İyice şaşırtabilir bu varsayım. Hemen karşı çıkılabilir
buna: Sonuçta, hukukun ve normun ötesinde bile olsa, capcanlı birinin yaşamına
karşı değil de, kime karşı, kime ve neye karşı başlayabilir ki böylesi bir
adalet ödevi?
Son kertede, doğal yaşam ya da ruhun yaşamı
olarak anlaşılsın, capcanlı birinin yaşamından başkaca bir şey karşısında
kendini (capcanlı kendini) sorumlu tutmak zorunda kalmayacak bir sorumluluk ya
da adalet girişimi, adalet olur mu hiç?
Olmaz, kuşkusuz. Böyle bir karşı çıkışın
yadsınacak hiçbir yanı yok gibi. Ne var ki, yadsınamayacak olan şey de, bu
adaletin, yaşamı mevcut yaşamın ya da yaşamın gerçek orada-oluşunun, ampirik ya
da varlık-bilimsel gerçekliğinin ötesine taşıdığını varsayar: ölüme doğru değil
de, bir üst yaşama doğru, yani yaşamla ölümün bile birer izden ve izlerin
izinden başka bir şey olmayacağı bir ize doğru; capcanlı şimdinin kendine
özdeşliğini ve de her türlü etkililiği önceden ayırmaya ya da ayarını bozmaya
yönelik bir yaşamda kalmaya doğru. Bu durumda ruh çıkar karşımıza. Ruhlar
çıkar. Bunları da hesaba katmak gerekir. Birden çok olan bu ruhlar hesaba
katılmadan edilemez, hesaba katılmaları gerekmeden edilemez: bunlar birden
fazladır.
Sh: 9-14
Kaynak:
Jacques Derrida, Marx’ın Hayaletleri-Borç Durumu, Yas Çalışması ve Yeni
Enternasyonal, İkinci basım 2007, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar