YAŞAR KEMAL’DEN TİLDA GÖRÜNDÜ
Birkaç
gün önce matbaacı abim Kemaleddin Beyi ziyarete gitmiştim. Herkesin derdi ayrı
bizimkisi kitap olunca söz mecliste Yaşar Kemal’e gelmişti. Hiç beklemediğim
bir şekilde “Yaşar Kemal’in şöhretinin arkasında Eşi Matilda Gökçeli
[Matilda Sorero] vardı. O olmasa Yaşar, kemal bulamazdı.” Önceden o kadar
meşgul olmadığım bir konu idi Bunun üzerine biraz araştırınca gerçeğin bu
meyanda olduğunu gördüm. Başarılı erkekler arkasında kadınlar ve Yahudi olmanın
verdiği bir kuvvet ister istemez yine göründü.
Kadınlar ve Yahudiler.
İnsanlar
oluyor, ama nasıl?
Yahudiler
konusu malum. Ancak kadın eğitiminin ve kadın gücünün yüksek irtifasını
erkeklerin aşamadığını bir daha hissettim. Bu nedenle kadını eğitmenin
gerekliliğini çok iyi anlamamız gerekiyor.
Aşağıda
sizin için tarama yapınca birçok bilgiye ulaştım. Yazıları derledim, şöylece
bir göz atmanızı isterim. (Kısa videoları seyrederek ilim sahibi olunacağını
zanneden okumayı sevmeyen halkımız için) Tilda Hanımın şu sözü halkımızın bir
cephesini de ortaya koyuyor. "OKUMUYORLAR"
Büyükler
derler ki, işin sonuna bakın, neticede ne hasıl olmuş. Niyetler akıbetinde hiç
umulmadık noktalara ulaşıyor.
Ulu
Hakan II. Abdülhamid devrinin ünlü saray hekimi Jak Mandil Paşa’nın torunu zor
bir hayat yaşadıktan sonra Rabbine huzurla gidiyordu.
"Son
Osmanlı"yı mı uğurluyorduk; yoksa toplumumuzun harikulade dokusunun,
derinliğinin bugünlere ve yarınlara izdüşümünü mü izliyorduk?
Doktoru
cüzdanında "Kelime-i Şahadet" bulmuş vasiyet niyetine.
Varoluşunda karınca emeği bulunan dev eşi ile, sonsuz yolculuğun mekanında da
ayrı düşmek istememiş. Mathilda doğdu, Tilda Kemal olarak Teşvikiye Camii''nden
kalkıp, Müslüman mezarlığında uykuya girdi.
Milletimize
hizmet eden kişilere saygı duymak boynumuzun borcudur. Çalışan insanların
gayreti başkalarına/insanlığadır.
Neticede
çalıştılar….
İhramcızâde İsmail Hakkı
D.t.
1923 Osmaniye Roman, senaryo ve öykü yazarı
İnce
Memed adlı romanı yaklaşık olarak kırk
dile çevrilmiş ve yayınlanmış ve Kitaplarının yurtdışındaki baskısı yüz kırktan
fazla olan tanınmış bir romancımızdır.
Yaşar
Kemal’in asıl adı Kemal Sadık Gökçeli'dir. Aslen Van Gölü’ne yakın Ernis
(bugün Günseli) köyünden gelen bir ailenin çocuğudur. Ailesinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rus
işgali yüzünden bu köyden göç etmiş, ailesi Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı
Hemite ( Gökçedam) köyüne yerleşmiştir. Bu yüzden yazar Kadirli- Osmaniye ve
Hemite köyü doğumludur. Yaşar Kemal1926’da doğmuş ama doğum yılı bazı
biyografilerde 1923 olarak gösterilmiştir. O yıllarda ailesinin doğum yılını
geç gösterme alışkanlığı bulunduğundan asıl doğum tarihinin 1923 yılı olması
akla yatkın gelmektedir.
Yaşar Kemal’in annesi Nigâr Hanım babası ise Kürt
asıllı Sadık Efendi'dir. Sadık
Efendi aslen Van-Erciş yolu üzerinde ve Van Gölü'ne yakın Muradiye ilçesine
bağlı Ernis (bugün Ünseli) köyünden olan bir aileden dünyaya gelmiş ve Yaşar Kemal’in anlatımına göre daha sonra
Çukurova’ya göçerek Hemite köyüne yerleşmiştir. Babası Ailesini de alarak,
Birinci Dünya Savaşı'nda Adana'nın Osmaniye ilçesine bağlı Hemite (bugün
Gökçedam) köyüne yerleşmiş yazar daha beş yaşındayken, babasının bir kan davası
nedeni ile camide öldürülüşüne tanık olmuştur.[3] Bir Türkmen köyünde yaşayan tek bir Kürt ailenin
çocuğu olarak doğup büyüyen Yaşar Kemal, evde sadece Kürtçe konuşurken, köyün
içinde ise Türkçe konuşarak büyümüş, bir kaza sonucu sağ gözünü kaybetmiştir.
Ortaokulu
son sınıf öğrencisiyken terk eder. Babasız yetim ve fakir bir çocuk olan Yaşar
Kemal çalışmak zorundadır. Bu yüzden Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği’nde ırgat
kâtipliği (1941), Adana Halkevi Ramazanoğlu kitaplığında memurluk (1942), Zirai
Mücadele’de ırgatbaşılığı, daha sonra Kadirli’nin Bahçe köyünde öğretmen
vekilliği (1941-42), pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık, traktör
sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük
yaparak hayatını kazanmak zorunda kalmıştır. 1940’lı yılların başlarında
Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve
Arif Dino gibi sol eğilimli Sanatçı ve
yazarlarla ilişki kurmaya başlamış bu sayede 17 yaşında iken siyasi nedenlerle
ilk kez hapishaneler ile tanışmış olur.
Fakat
solcu çevreler ve yazarlar ile olan ilişkisi nedeni ile edebiyata heves duymaya
başlar. İlk şiirleri Şiirleri, Ülkü 1942- Kovan1943, Millet 1943, Beşpınar
1943 yıllarında yayınlanır. Devrin
tanınmış solcu yazarlarının telkinleri ile 1943’te bir folklor derlemesi olan
ilk kitabı Ağıtlar’ı yayımlar.
Askerliğini yaptıktan sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait
Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalışmaya başlar. 1948’de
Kadirli’ye geri dönerek bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük, daha
sonra arzuhalcilik yapmıştır. 1950’de 142. maddeye aykırı davranmak, Komünizm
propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklanarak Kozan cezaevinde yatmış,1951’de
salıverildikten sonra tekrar İstanbul’a dönmüştür. 1951-63 arasında Cumhuriyet gazetesinde Yaşar
Kemal imzası ile fıkra ve röportaj yazarı olarak çalışmaya başlamıştır. Bu yıllarda yaptığı bir röportajı olan "Dünyanın
En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün", Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği yarışmada
Özel Başarı Armağanı’nı almaya hak kazanır.
Yaşar
Kemal, 1952 yılında (Matilda) Tilda adında bir İspanyol göçmeniyle evlenir
Eşi Tilda’nın 2001 yılındaki ölümüne
kadar onunla evli kalacaktır. Eşi Tilda ile olan evliliğinden. Raşit Gökçeli
adında bir oğlu dünyaya gelmiştir.
1952’de
ilk öykü kitabı olan Sarı Sıcak’, 1955’te ise bugüne dek kırktan fazla dile
çevrilen romanı İnce Memed' tefrika olarak yayımlanır. 1951 yılında başladığı
Cumhuriyet Gazetesindeki işini 1963 yılına kadar sürdürecektir. 1950li yıllarda
edebi hayatında önemli gelişmeler olmuş, öyküleri “Dükkancı”, “Bebek”, “Memet
ile Memet”, “Sarı Sıcak” yayınlanmıştır. “İnce Memed” adlı romanı Varlık Roman
Armağanı’nı kazanmış ünü bir kat daha da artmıştır.
1962’de
Türkiye İşçi Partisi’ne girmiş bu partide genel yönetim kurulu üyeliği, merkez
yürütme kurulu üyeliği görevlerinde bulunmuştur. TİP te sekiz yıl süre ile yöneticilik yapan
Yaşar Kemal 1987'deki bir söyleşisinde Türkiye'de bir Marksist partiye ihtiyaç
olduğunu belirtebilecek kadar cesur bir politikacı olabilmiştir.
İnce
Memed’in gördüğü alaka nedeni ile kendini tamamen romancılığa vermeye başlamış
ama yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya
uğramaya başlar.
1967’de
haftalık siyasi dergi Ant’ın kurucuları arasında yer almış ve yazılarını bu
dergide çıkarmaya başlamıştır. Sol çevrelerin etkili yayınlarından biri olan bu
dergideki yazıları yüzünden mahkemelik olur ve bu derginin eklerinden biri
yüzünden 18 ay hapse mahkûm edilmiş ancak karar Yargıtay tarafından
bozulmuştur. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve
1974-75 arasında ilk genel başkanlığını üstlenir ve 1988’de kurulan PEN
Yazarlar Derneği’nin de ilk başkanı olur.
1995’te
Der Spiegel’deki bir yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde
yargılanmışa ama bu davadan aklanmayı başarmıştır. Aynı yıl bu kez Index on
Censorhip’teki yazısı nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiyse de
bu cezası ertelenir.
2001 yılında eşi Tilda ölünce
1 Ağustos 2002 tarihinde Ayşe Semiha Baban ile evlenir.
Şaşırtıcı
imgelemi, insan ruhunun derinliklerini kavrayışı, anlatımının şiirselliğiyle
yalnızca Türk romanının değil dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden
biri olan Yaşar Kemal’in yapıtları kırkı aşkın dile çevrilmiştir.
Yaşar
Kemal, Türkiye’de aldığı çok sayıda ödülün yanı sıra yurtdışında aralarında
Uluslararası Cino del Duca ödülü, Légion d’Honneur nişanı Commandeur payesi,
Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres nişanı, Premi
Internacional Catalunya, Fransa Cumhuriyeti tarafından Légion d’Honneur Grand
Officier rütbesi, Alman Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış
Ödülü’nün de bulunduğu yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurtdışında beşi Türkiye’de
olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi almıştır.
EDEBİ KİŞİLİĞİ
Yaşar
Kemal, romanlarında Anadolu'yu özellikle Çukurova'yı anlatmıştır. Anadolu
in-sanının hayatını destansı (epik) bir üslupla anlatmıştır. Köylülerin
yaşantısını, çektikleri sıkıntıları anlatmada çok başarılı olmuştur. Haksızlığa
karşı dağa çıkan bir gencin öyküsünü anlattığı dört ciltlik İnce Memed romanı
ile tanınmıştır. Kendine özgü şiirsel bir anlatımı olan yazar, doğa
betimlemelerinde çok başarılıdır. Söz dağarcığı çok zengindir; deyimlere ve
yerel söyleyişlere yer veren bir romancıdır. Tarımda sanayileşme ile birlikte köylünün yaşadığı sorunlar,
ağaların sömürüsü, ayakta kalmak için direnen köylüler romanlarında ele aldığı
başlıca temalardır.
Toroslardan
kalkıp Çukurova’ya pamuk ırgatlığına gelenlerin dertleri, çeltik tarlalarıyla zengin
olan ağalar, hastalıktan kırılan, ölen köylüler, düzene ve ağalara başkaldıran
yoksul köylüler, işlemeyi sevdiği başlıca konulardır. Edebiyat eleştirmeni Fethi Naci, “Yaşar Kemal’in Romancılığı” adlı
eserinde bu gerçekçiliği şöyle anlatır; “Romancılarımız, Türk köylüsünü ya
idealize etmişlerdir, ya köylülerin kimi davranışlarını, düşüncelerini
saklamışlar, kentlilere karşı ‘kol kırılır yen içine’ havasına girmişlerdir; ya
da köylülere ‘büyük mal’ diye, ‘kavat’ diye bakmışlardır. Bir Yaşar Kemal vardır
romanımızda köylüleri ‘olduğun gibi gösteren’; Yaşar Kemal, yaşantısına ve
tanıklığına bağlı kalmış, gerçeklikten sapmamıştır. Bunun içindir ki Türk
köylüsünü ‘olduğu gibi’ tanımak için tek kaynak, Yaşar Kemal’in romanlarıdır.”
Yaşar
Kemal''in Adana’da sürgünde bulunan Abidin Dino ve Arif Dino ile
tanışması, gerek edebi alanda gerekse
düşünce alanında geniş bir ufka açılım yapmasını sağlamıştır. Abidin Dino’ ile
olan dostlukları Abidin Dino'nun 1993 yılında ölümüne kadar devam edecektir.
Abidin Dino, Yaşar Kemal’in birçok kitabı için resimler de çizmişti. Yaşar
Kemal'in Edebiyat dünyasında, ayrılmadığı bir başka dostu da Orhan Kemal’dir.
Nazım Hikmet kitapları okumaktan cezaevine düşen, bir Nazım hayranıdır.
İlk
öykü kitabı Sarı Sıcak'ta da yer alan "Bebek öyküsü" ile ilk romanı
İnce Memed, Cumhuriyet Gazetesinde
tefrika edilmiş bu eserleri ile edebiyatımızda tanınmış bir yazar olarak
dikkat çekmeye başlamıştır.
Yaşar
Kemal, 1953 – 1954 yıllarında Cumhuriyet Gazetesi’nde tefrika edilen, “İnce
Memed”de, Çukurova’nın yoksul köylüleri için ağalara karşı çıkan ve toprağı
için direnen bir kahramanı destanlaştırır.
ESERLERİ
Öykü
• Sarı Sıcak, İst.: Varlık, 1952
• Bütün Hikâyeler, İst.: Cem, 1975.
Roman
• İnce Memed, 1. c., İst., 1955; 2. c.,
İst., 1969; 3. c., İst., 1984; 4. c., 1987
• Teneke, İst.: Varlık, 1955
• Orta Direk, İst.: Remzi, 1960
• Yer Demir Gök Bakır, İst.: Güven,
1963
• Ölmez Otu, İst.: Ant, 1968
• Akçasazın Ağaları / Demirciler
Çarşısı Cinayeti, İst.: Cem, 1974
• Akçasazın Ağaları / Yusufcuk Yusuf,
İst.: Cem, 1975
• Yılanı Öldürseler, İst.: Cem, 1976
• Al Gözüm Seyreyle Salih, İst.: Cem,
1976
• Allahın Askerleri, İst.: Milliyet,
1978
• Kuşlar da Gitti, (uzun öykü) İst.:
Milliyet, 1978
• Deniz Küstü, İst.: Milliyet, 1978
• Hüyükteki Nar Ağacı, İst.: Toros,
1982
• Yağmurcuk Kuşu / Kimsecik I, İst.:
Toros, 1980
• Kale Kapısı / Kimsecik II, İst.:
Toros, 1985
• Kanın Sesi / Kimsecik III, İst.:
Toros, 1991
• Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, İst.:
Adam, 1997
• Karıncanın Su İçtiği, İst.: Adam,
2002
• Tanyeri Horozları, İst.: Adam, 2002.
*************
Bence Gökçeli,
"okumuyorlar" sözünü en yetkili olarak kullananlardandı. Çünkü çok
okurdu ve okuduklarıyla etrafındakilere yeni ufuklar açardı
Bu yılın 19 Ocak Cuma günü, Türk toplumu
çoğumuzun tanıdığı birçok kimsenin de ölümüyle hatırladığı olağanüstü
yetenekli, pek az rastlanır çalışkanlık ve bilgi birikimine sahip bir aydınını
uğurladı. İlahiyat Profesörü Emin Işık; Teşvikiye Camii’ndeki kalabalık
cenaze namazından sonra Zincirlikuyu’daki kabri başında onun için; "Yaşar
Kemal gibi değerli bir varlığımıza hizmet etmiş bir memleket evladı
yatıyor" diyordu. Herkes
Tilda Gökçeli’yi, Yaşar Kemal’in 17 romanını İngilizce ‘ye aktaran mütercim
olarak tanıyor, ama bu kültür aktarımının ardındaki portreyi yeni yeni
değerlendirmeye başlıyoruz.
Tilda Gökçeli, 1940’ların parlayan
yazarının eşi ve mütercimi, hiçbir zaman sıradan olmayan zeka ve nitelikte bir
zarif insandı. II. Abdülhamid devrinin ünlü saray hekimi Jak Mandil Paşa’nın
torunu... Mandil Paşa kültür tarihimizde "Lisanı Türki
Komisyonu"nu teşkil ederek Osmanlı Musevileri’nin dil ve kültür alanında
Türkleştirilmesi için çalışan bir Osmanlı münevveri... 1923 doğumlu
bilgili, diller bilen bir genç olan Tilda 1948’de İngiliz NAFEN haber ajansında
çevirmenlik yaparken Yaşar Kemal’i tanımış ve hayran olduğu genç yazarın bu
tarihten sonra mütercimi olmayı iş edinmişti.
Tercüme edebiyatının halen en gülünç örneklerini sergilendiği bir
memleketteyiz. Bu ortamda Tilda Gökçeli gibi çok özgün bir kişilikten söz etmek
zorundayız. Eşine az rastlanır derecede bir İngilizce bilgisinin yanında edebi
düzeyde de bir Fransızcası vardı. Bunları Türkiye’de edinmek çalışkanlığın
ötesinde, doğal yetenek ister. Demek ki her "yabancı dil biliyorum"
diyen çeviri yapmaya heveslenmemelidir. Bu gibi insanlarda rastlanan bir
niteliği daha vardı. Yaşar Kemal’in romanlarındaki sayısız bitki, zirai terimi
çevirmek için benzer yapılardaki ülkelerin köy ve köylülerini anlatan romanlarını
okurdu ve bunlardan edindiği özgün terimleri sınıflandırdığı bir sözlük defter
telif etmişti; umut ederiz bu sözlük kaybolmadan neşredilir. "Okumuyorlar" sözünü bence en yetkili olarak
kullananlardandı. Çünkü çok okurdu ve okuduklarıyla etrafındakilere yeni
ufuklar açtığı görülüyordu. Mitoloji üzerine Batı’daki en son monografileri
izlerdi. Girit medeniyetinden Batı Afrika’ya, tarihte ve haldeki sözlü kültür
ve yazılı edebiyat ürünlerini heyecanla özümser ve naklederdi. 17 romanı hiç kimse bu parlaklıkta
İngilizce’ye çeviremezdi.
Nitekim Yaşar Kemal’i de başka yazarlarımızı da çevirenler oldu. Ama Yaşar
Kemal’in romanları sayısız dildeki onca değişik mütercime rağmen, asıl Tilda
Gökçeli’nin kalemi ile dış dünyada hakkı verilerek okundu ve hayranlık kazandı.
Tilda Gökçeli beynelmilel vasıflara sahip bir aydındı; ama kozmopolit değildi.
Çok aydınımızdan önce bu yurdun renklerini, taşrasını keşfetmişti. Bunlara
bağlıydı ve kültürel çevre tahrip oldukça herkesten önce o feryat ederdi.
1970’lerin başında Taman Gökçeli ve Yaşar Kemal’in de
katıldığı birkaç İstanbul gezisi yapmıştık. O zaman böyle geziler hiç moda
değildi. Türkçe’de de hiçbir İstanbul rehberi kitabı yoktu. Büyük sevinç ve
merakla yaptığı bu yürüyüşlerde en adım atılmadık köşelerdeki eserler üzerine
en az bilindik şeyleri söylerdi.
Sözde toplumsal tahlillerin yapıldığı ortamlarda; çevreye edebiyat ve tarihten
en renkli ufukları açardı. Bunlar Tilda Gökçeli’nin özgün yanlarıydı. Ama herkese örnek olacak ve kalıcı
yanlarından biri disiplindi. Bir memuriyeti yoktu, bir kuruma bağlı olarak
çalışmıyordu; ama disiplinli ve vakitli çalıştığı çok açıktı. Ardında kocaman
bütçeli bakanlık ve kurumların lafını edip beceremedikleri bir çeviri eser
külliyatı ve edebiyatımızı tanıtma yoğunluğuyla geçen bir ömür bırakarak
anılarımıza yerleşti. Çeviri nankör iş, ama bizler
nankör değiliz; onu sevdiğimiz geçen hafta anlaşılıyordu.
Erişim:
http://www.milliyet.com.tr/2001/01/29/pazar/yazortay.html
Çevirileri
Avrupa’da refarans olarak kabul ediliyordu, Mehmet uzun Thilda Kemal'in
çevirilerinden şöyle bahseder.
"...
yaşamlarını yazar eşlerinin başarısına vakfetmiş başka kadınlar da vardı
elbette. eşiyle birlikte intihar eden Zweig'ın Hanımı, Mann'ın, Mandelstam'ın,
Nabakov'un eşleri ilk aklıma gelenler. Ancak thilda kemal'in tüm bunlardan bir
farkı vardı, o, geri kalmış bir müslüman ülkenin diliyle yazılmış, hiç
bilinmeyen bir edebiyatı dünyaya taşıyordu. hem de olağanüstü güçlü bir dil
ile. Avrupalı yazar dostlardan, Yaşar Kemal'in yayıncılarından ve öteki
çevirmenlerinden hep şöyle duymuşumdur; Yaşar Kemal'in İngilizce çevirileri
olağanüstü güzel. bir Shakespeare tadında."
Kemal’in
dünya edebiyatında tanınmasında en büyük etken ise ilk eşi Tilda oldu.
Asıl adı Mathilda olan Tilda
Kemal, Abdülhamit’in baştabibi, Yahudi asıllı Jak Mandil Paşa’nın torunu,
Osmanlı Bankası Genel Müdürü’nün kızıydı.
Kendisini
tanıyan herkesin alçakgönüllü, zeki ve zarif olarak nitelendirdiği Tilda ile
Yaşar Kemal’in yolu Çukurova’da kesişti. 1952 yılında evlenen ikili tam 50 yıl
evli kaldı.
Türkçe’nin
yanı sıra İngilizce, Fransızca ve İspanyolca’ya anadili gibi hakim olan Tilda,
Yaşar Kemal’in on yedi eserini yabancı dillere çevirdi. Dünyanın, Türkiye’nin
edebiyat ustasını tanıması onun sayesinde oldu. Cengiz Çandar, 2001 yılında
kaleme aldığı yazısında Tilda’yı şu şekilde tasvir etmişti:
“Dünya,
Türkiye’nin usta dil kuyumcusunun, bu halkın asırlardan gelen gür bilgelik
ırmağının uğultusunu Tilda sayesinde öğrendi. Yaşar Kemal, bu efsunlu efsaneler
toprağının içinden akan pınar idiyse de, Tilda ile çağladı.”
Tilda,
17 Ocak 2001’de geçirdiği amansız hastalık nedeniyle vefat ettiğinde Yaşar
Kemal hayatının aşkını “Tilda bunda da benden önce davrandı” sözleriyle
uğurlamıştı.
Yaşar
Kemal ilk eşi için “Tilda benim arkadaşımdı, dostumdu. Kardeşim, kardeşten de
öte bir şeyimdi. Edebiyat konuşurduk, siyaset, felsefe… Biz 50 yılı böyle
geçirdik, konuşarak...” derdi.
Erişim:
http://www.salom.com.tr/haber-94297-yasar_kemali_dunyaya_tanitan_esi_tilda.html
***************
>Yaşar Kemal, Tilda ve bütün "sıra
arkadaşları" için...
"Biz
namuslu yaşadık Tilda. İyi insanlar olduk." Bu, en uzun cümlesidir Türkçe'nin.
Yaşar Kemal'in ölen eşi Tilda'nın mezarı
başında söylediği.
En uzun romandan daha uzun, en ağırından
daha taş.
* * *
İnsan, hayatın o kadar da kısa olmadığını
anladığı zaman büyüyor galiba. Yaşayan için bitmeyecek bir şeydir çünkü hayat;
ancak, ölmekte olan için kısa. Düştüğün yerde kalınmaz çünkü, vurulduğun yerde
bitilmez. Uzar, genleşir hatta delinip derinleşir zaman. Birikirsin. İnsan en
çok bunu anladığında yalnızdır. Birikeceğini, hayatın ölüme kadar bitmeyeceğini
anladığı an. Aslında gerçekten tam o anda birini arar insan. İnsanlığın ucuz
cehenneminde bir başına olmamak için. Olup bitenler hakkında hiç değilse
konuşmak için. Bir şey görünce dönüp "gördün mü?" demek için. O
yüzden işte...
"Tilda benim arkadaşımdı. Dostumdu.
Kardeşim, kardeşten de öte bir şeyimdi. Edebiyat konuşurduk, siyaset, felsefe.
Biz 50 yılı böyle geçirdik. Konuşarak."
O yüzden işte, önceki gece "Bir Yudum
İnsan" programında Nebil Özgentürk'e böyle söylüyordu Yaşar Kemal.
İnsanlığın ucuz cehenneminde bir arkadaşın gerektiğini anlatıyordu. Aşık olduğu
kadını kaybetmiş gibi değil de, beraber yaramazlık yapıp, konuşup, beraber
"durduğu", her şeyini bildiği, her şeyini bilen arkadaşını kaybetmiş
bir çocuk gibiydi. Kocaman karınlı, kocaman sesli ama küstükçe ufalanan bir
çocuk gibi. Zira, "evlilik" uygarlığın uydurduğu bir meseleydi ve
esas olan hayat içinde yaşamak dediğimiz bütün o şeyler olup biterken, senin
gördüğünü gören biriyle "sıra arkadaşı" olmaktı. Yoksa 50 yıl ne
konuşur insan "karısıyla", "kocasıyla"? "Belediye
başkanının verdiği yetkiyle" bir memur sizin beraber yatıp, üremenize izin
verdi diye... Ama "sıra arkadaşı"...
Sıra arkadaşı insanın, önünde durmaz,
arkasında da. Yanında durur. Böyle, yan yana durur işte. Siz yan yana dururken
başınızdan olaylar geçer. Hayat denen sıkıcı dersi bir aralık kollarsın hep
"gördü mü?" demek için.
* * *
Çünkü mesela hep eteği sarkar iktidarın.
"Gördün mü" deyip, iki kişilik
gülersin.
Mesela sıra dayağına çeker sizi hayat.
"Acıdı mı?" dersin. Acıyan yerlerini gösterirsin birbirine. Geçince
ya da geçti sanınca, "gördün mü?" dersin. "Bak geçti".
Yokluklarda, yoksunluklarda yoklama
yapacağı tutar hayatın. "Eksik" yazılmasın diye o, atarsın kendini
ortaya. Yalanlar, masallar, hikayeler; oyalarsın zamanı. Ne yapar yapar
"eksik" dedirtmezsin sıra arkadaşın için. Sonra bir aralık bulup
yine:
"Gördün mü?" dersin, "iki
kişi olunca nasıl idare ediyoruz birbirimizi".
Herkeslerden gizli, hınzır şeyler yaparsın
birlikte. "Düşersin" diye çıkarmadıkları yükseklere çıkıp,
"boğulursun" diye göndermedikleri dehlizlere dalarsın birlikte.
Maceraların arasından parmaklarınız uçuşur güzel ve tuhaf şeyleri işaret etmek
için:
"Gördün mü?" dersin,
"Görecek daha çok şey buluyoruz iki kişiyken".
Gün gelir, bir rüya görünce bile
"gördün mü?" dersin. Çünkü iki kişilik yıllanmış uykularda akıllar
bile ılıyıp karışır birbirine.
Bazen başkalarına gönlü kayabilir bile
insanın, başka "sıralara". Hayat uzun ya! Ama o başkalarına
"gördün mü?" diyemeyeceğini anladığın anda... Sıraya dönüp yine:
"Gördün
mü?" dersin, "Her şey bizim iki kişilik evrenimiz içinde olup bitiyor
aslında. Olup bitiyor! İçinde!"
Ama sıra arkadaşı gidince... "Hayat
sürüyor" diyorsun ha? Hadi ya?!
Erişim
: http://www.milliyet.com.tr/2002/05/03/yazar/temelkuran.html
*************
Magdi
Rufer Eyüboğlu (d. 1924, Bern - 28 Haziran 2007, İstanbul), Yazar ve şair
Sabahattin Eyüboğlu’nun eşi İsviçre asıllı piyanist.
Tarihçi
bir babanın ve piyano öğretmeni bir annenin kızı olarak 1924 yılında
İsviçre’nin Bern kentinde dünyaya gelen Magdi Rufer, Bern Konservatuvarı’nda
başlayan öğrenimini Paris’te sürdürdü.
Burada
tanıştığı Sabahattin Eyüboğlu ile İstanbul’a geldi ve Eyuboğlu’nun 13 Ocak
1973’teki ölümüne kadar hayatını onunla paylaştı.
Türk vatandaşı olan Rufer, 1980
Askeri Darbesi sırasında Azra Erhat, Tilda Gökçeli, Sabahattin Eyüboğlu ve Vedat Günyol ile birlikte
tutuklandı ve bir süre hapis yattıktan sonra aklandı.
Magdi
Rufer Türkiye’de ve Avrupa’da resitallere çıktı, gençlere piyano dersleri
verdi; tedavi gördüğü Çapa Devlet Hastanesi’nde 83 yaşında hayatını kaybetti.
*************
Muhteşem
bir bir galeriydi Teşvikiye Camii''nin avlusu. Tıklım tıklım. Yeşil çuhaya
sarılmış, musalla taşındaki zarif kadın için dolmuştu, Teşvikiye Camii''nin
avlusu.
Onun
için miydi, yoksa avlunun köşesinde süzgün bir fidan gibi bir kenara ilişmiş
duran, Türk dilinin koca çınarı, dev cüsseli eşi için mi?
İkisi
birdi. Her ikisi için de.
Dünyaya geldiğinde adını Mathilda
koymuşlardı. Osmanlı Bankası''nın Genel Müdürü''nün kızı. Padişah
Abdülhamit''in baştabibi Jak Mandil Paşa''nın torunu. Paşa torunu Mathilda. Onu
tanıyan herkesin, hangi yaştan olurlarsa olsunlar, tek sözcükle seslendikleri
andıkları göze batmayan, alçakgönüllü, zeka kumkuması, zarif kadın: Tilda.
Dünyaya
Yahudi olarak doğmuştu, Abdülhamit''in baştabibi Jak Mandil Paşa''nın torunu.
Ve, Abdülhamit''in babası Sultan Abdülmecit''in yaptırdığı Teşvikiye
Camii''nden Fatihalarla uğurlanarak, bir Müslüman mezarlığında son yolculuğuna
çıktı. 19. yüzyıl camiinde, 21. yüzyıl başlarında bir hazin ve bir o kadar
anlamlı tören. Tabut, cenaze arabasına doğru omuzlarda yol alırken, neydi acaba
o?
"Son
Osmanlı"yı mı uğurluyorduk; yoksa toplumumuzun harikulade dokusunun,
derinliğinin bugünlere ve yarınlara izdüşümünü mü izliyorduk?
Doktoru
cüzdanında "Kelime-i Şahadet" bulmuş vasiyet niyetine.
Varoluşunda karınca emeği bulunan dev eşi ile, sonsuz yolculuğun mekanında da
ayrı düşmek istememiş. Mathilda doğdu, Tilda Kemal olarak Teşvikiye Camii''nden
kalkıp, Müslüman mezarlığında uykuya girdi.
Jak
Mandil Paşa''nın torunu, Osmanlı Bankası Genel Müdürü''nün kızı olarak
büyümüştü. Bir gün yolu, Van''ın Erciş''indeki köklerinden fışkırıp,
Toroslar''ın eteğinde Kadirli''de kök salan, Çukurova''nın bereketli toprağında
yeşeren Yaşar Kemal''le kesişti.
Yaşar
Kemal, atalarının gözünü kamaştıran Süphan Dağı kadar heybetli, kendi
gözlerinin eğitildiği Toroslar kadar vakurdu. Küçücük bir çocukken, kan davası
sonucu, babasını bir Cuma namazında gözü önünde vurdular. Anadilini tam
bilmeden, öğrenemeden dili tutuldu. Okuyamadı. Çukurova''nın kahrını yaşadı.
Dili çözüldüğü vakit, Türk dilinin en yaman ustası oldu. Destanlar
coğrafyasının çağdaş trubaduru, Türkiye insanının erişilmez dili o. Bir asırlık
çınar gibi gövdesiyle, "İnce Memed"in kendisi. Türkçeyle çıktığı
dünya kulvarlarında bu halkın, bu ülkenin yüzakı. İnsanlığın büyük kültür
ustaları ailesinin Türkiyeli yüce ferdi.
Yaşar Kemal, Türk dili ile, "Rabindranath
Tagore''un kandili" ise, Tilda, o kandili tutan el idi. Yaşar Kemal adını
bilen ve sayan herkesin, Tilda''ya, dolayısıyla, teşekkür borcu vardı.
Teşvikiye Camii''nin avlusunda, milyonlarca insanı
temsil eden "Türkiye mozayiği" Yaşar Kemal''i bir kez daha
selamlamaya, Tilda''ya da teşekkür etmeye geldiler.
Tilda, Türkçe, İngilizce,
Fransızca ve İspanyolca''nın tümüne herbirinin anadili olanlar kadar
hükmediyordu. Yaşar Kemal''in, dile kolay, 17 eserinin yabancı dillere çevirisi
onun elinden çıktı. Dünya, Türkiye''nin usta dil kuyumcusunun, bu halkın
asırlardan gelen gür bilgelik ırmağının uğultusunu Tilda sayesinde öğrendi.
Yaşar Kemal, bu efsunlu efsaneler toprağının içinden akan pınar idiyse de,
Tilda ile çağladı.
Efsanenin
somutu olur mu? Somut olursa, efsane olur mu? Tek bir istisnasıyla olabilir ve
oldu. Yaşar Kemal ile Tilda. Yaşar Kemal''in insanlığın dağarcığına
kazandırdığı nice efsanenin, yazılmamış; yaşanmış haliydiler.
Ne
eşsiz bir buluşma. Kürt Yaşar ile Yahudi Tilda. Aşiret çocuğu ile paşa torunu.
Cami avlusundaki ayrılık töreni, paradoksal biçimde, bu şahane buluşmanın canlı
anlatımıydı bir bakıma. 19. yüzyıl ile 21. yüzyılın buluşması. Sanki, Yaşar
Kemal''in geçmişten alıp, geleceğe bırakmak istediği en unutulmaz destanın
canlı gösterisi.
Dün,
kültürümüzün o ulu çınarının gözpınarlarında çiğdemler vardı. Seksene yakın
yıldır dimdik ayakta duran, dilimizi yücelten o ulu çınarın yanakları
ıslanıyordu.
"Efsaneler"in kendileri
ağlar mı? Ağlarlar. Efsaneler, efsanelere gözyaşı dökerler. Giden bir efsaneydi
çünkü.
Abdülhamit''in baştabibi Jak
Mandil Paşa''nın torunu, Cumhuriyet kızı Tilda: Çok teşekkürler sana; Yaşar
Kemal''i bize verdiğin için.
Çok
teşekkürler sana; giderayak, yüzyıllara kök salmış derinliğimizi, o derinlikten
fışkıran rengarenk gücümüzü, yine kendi usulünce sessiz sedasız, bizlere
öğrettiğin için.
Teşekkürler Tilda.
Erişim:
http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/cengizcandar/tesekkurler-tilda-46026
************
Onu
usta yazar Yaşar Kemal’in vefatıyla tanımıştık. Hayat hikayesini ,yaşam
öyküsünü…
Osmanlı
Bankası genel müdürünün kızı, Padişah Abdülhamit’in baştabibi Jak Mandil
Paşa’nın torunu, Tilda …Yahudi olarak doğmuştu.
Bir gün yolu, Van, Erciş köyünde doğan, Toroslar’ın eteğindeki Kadirli
köyünden çıkan, Çukurova’da yetişen Kürt Yaşar Kemal’le kesişti. Ortaokuldan
terk, Aşiret çocuğu ile paşa torunu. Biri Çukurova’nın kahrını, çilesini, yaşadı, diğeri dönemin İstanbul’unun
sefasını. Eski Türk filmlerini kıskandıracak bir aşk hikayesi. Türkçe,
İngilizce, Fransızca ve İspanyolca’yı anadili gibi konuşan Tilda, Yaşar Kemal’in bu günlere gelmesine katkı
koyan önemli bir isim, Yaşar Kemal’in 17 eserinin yabancı dillere çevirisi onun
elinden çıkmış. Türkiye’nin dil
ustası, cevherini bir elmas’tan
pırlantaya döndüren, ışıl ışıl parlatan, dünyaya tanıtan kişiydi Tilda. Yaşar
Kemal’in de dünyası oldu. Zarif ve kültürlü bir kadındı.
Yaşar Kemal onu kaybettiğinde(17 ocak 2001)
Tilda benim arkadaşımdı, dostumdu, kardeşten öte her
şeyimdi, edebiyat, siyaset, felsefe her şeyi konuşurduk. 50 yılı beraber böyle
geçirdik, konuşarak” demiştir..
Cengiz
Çandar, Yaşar Kemal, bu efsunlu efsaneler toprağının içinden akan pınar
idiyse de, Tilda ile çağladı diyor, onun için.
Yaşar Kemal’in şansı arkasında
Tilda gibi bir karısının olmasıydı. Her başarılı erkeğin arkasındaki kadına bir
örnekti, sadece. Erkekle eşit, erkekle yan yana.. Ama hep erkekle anılan. Gölgede ki kadın, kadınlar…. Tıpkı,
Tolstoy’un hayatı boyunca yazdıklarını temize çeken cefakar karısı Sofia,
Stehphen Zweig ‘ın ölümü göze alan karısı lotte, Modigliani’nin ölümüne seven
karısı Jeanne gibi…
Erkeğini yaratırken, kendini
öldürmeyi seve seve göze alan kadınlar …ölümüne aşk…Ölümüne sevdalar…
Yaşar
Kemal’in ölümüyle Tilda gün yüzüne çıktı.
Belki unutmuştuk, tekrar hatırladık.
8
mart kadın gününe dair bir şeyler yazacaktım kendimce. Bu hayat hikayesi takıldı gözüme. Tilda’yı
okudum saatlerce.
Ne
güzel bir hikayeydi. Tilda ve onun gibiler kıymet ve takdir bilen görünmeyen
melekler bize Yaşar Kemal’leri verdiler.
Onlar erkeklerinin yarısıydılar…Kadın tamsa… erkeklerini
tamamlıyorlar…Uzun lafın kısası, etrafımızda bunlardan çok. Görmek için bazen
gölgedekilere bakmak lazım.
Ben
kadın hikayelerini çok seviyorum. Sonu iyi biten. Her 8 mart geldiğinde, acıyı, vahşeti değil,
bu güzellikleri konuşmak istiyorum. Onların tutkuyla örülmüş, sevgiyle karılmış
duygu vatanlarında, kadın toprağında daha çok güzel öyküler var.
Yeter
ki, fark edilsin, takdir görsün erkekler diyarında…
Erişim:
http://www.deha20.com/2015/03/10/bir-kadin/
*************
"şalom keko"
Yaşar Kemâl'in ailesi , Ruhi Su gibi, Van’dan gelmiştir. Ruhi Su Ermenidir- bunu hepimiz biliriz. e peki Yaşar Kemal- ki bence ancak orhan pamuk kadar yeteneklidir- neden bir aralar sürekli nobel edebiyat ödülüne aday gösterilirdi- hiç merak ettiniz mi?... veya Yaşar Kemal'in İsrail’e gidince neden hep 250.000 dolayında mizrahî- ve özellikle de kürt yahudisinin yaşadığı yerleşimlerde "kaybolduğunu" düşündünüz mü? hasret mi gideriliyor, babasının dindaşları ile ?
...Yaşar
Kemal'in ilk eşi ve çevirmeni Sefarad Yahudisi Ve 2. Abdülhamit'in Baştabibi
Jak Mandil Paşa'nın Torunu Matilda (Tilda) Sorero'dur- Yahudilerin kesinlikle kendileri dışında birisiyle beraber
olmayı veya evlenmeyi hoş görmediklerini unutmayın.. Yaşar Kemal ile matilda sorero
herkesin onayıyla evlenmişlerdir..
kemâl ile
tilda- yaşıttılar, nasılsa Tildanın çok az resmi vardır...
kendisi
hep köken anlaşılmasın diye "Tilda" olarak anılmıştır.(bknz. bir
"sazaniko" ve aleni dönme Cengiz Çandar'ın yazısına...http://yenisafak.com.tr/arsiv/2001/ocak/20/ccandar.html.) ( bu arada sazaniko
kelimesi uydurma değildir...http://www.youtube.com/watch?v=SC-d3vHizEY) ...
işte Yaşar
Kemal'i meşhur eden, tüm uluslararası ilişkileri sağlayan Matilda Sorero'dur...
buraya kadar bazı kısımları bilirsiniz ama- 2002'de evlendiği kendinden 23 yaş genç 2. eşi de Babanzadelerden "ayşe baban" hanımefendidir... kimdir bu Babanzadeler veya Kürt Yahudilere bir bakış....aceba Yaşar Kemal'de mi aynı kökten geldiği için mi... bir de babasının mezarının resimlerine bakın derim...
buraya kadar bazı kısımları bilirsiniz ama- 2002'de evlendiği kendinden 23 yaş genç 2. eşi de Babanzadelerden "ayşe baban" hanımefendidir... kimdir bu Babanzadeler veya Kürt Yahudilere bir bakış....aceba Yaşar Kemal'de mi aynı kökten geldiği için mi... bir de babasının mezarının resimlerine bakın derim...
Devamı için siteyi ziyaret edebilirsiniz.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar