Print Friendly and PDF

YAŞAR NEZİHE BÜKÜLMEZ 'İN HAYATI (1882-1971)

Bunlarada Bakarsınız



Hazırlayan: İLKNUR TATAR
Yaşar Nezihe Bükülmez, 29 Ocak 1882 (17 Kanûn-i sânî (Ocak) 1297) tarihinde İstanbul'da Şehremini semti Baruthâne Yokuşu'ndaki harap bir evde dünyaya geldi.  Doğum tarihini kendisinden bahseden kaynaklar farklı göstermektedir.  Bu farklılıkları Rumî yılın Miladî yıla çevrilmesinde ortaya çıkan farklılıklar olarak değerlendirebiliriz. Gerek Yaşar Nezihe'nin Taha Toros'a teslim ettiği tercüme-i halinde, gerekse Feryâdlarım'da. verilen tarihlerin aynı olması şairenin 29 Ocak 1882'de doğduğu kanaatini kuvvetlendirmektedir.
Babası Kadri Efendi, şehremânetlerinde hademe idi. Rivayete göre Kadri Efendi'nin aile kökleri İmam Zeynelâbidin'e kadar uzanmaktadır.  Annesi (Kadri Efendi ile evlendiğinde ismi beğenilmeyerek Eda'ya çevrilen) Kaya Hanım, Kırım-Bahçesaraylı bir aileye mensuptur.
Yaşar Nezihe beş çocuklu bir ailenin üçüncü ve hayatta kalan tek çocuğu idi. Küçük yaşta olen kardeşlerinin akıbetine uğramasın diye kendisine "Yaşar Zeliha" adı verilmiştir. Fakat şairenin ilk eşi Âtıf Zâhir Efendi, Kadri Efendi'nin Kaya Hanım'ın isminden hoşnut olmaması örneğinde olduğu gibi "Yaşar Zeliha" yı "Yaşar Nezihe"ye çevirir.  Şairenin Âtıf Efendi'den sonraki iki eşi isminden hoşnut kalır ve Yaşar Zeliha, ömrünün geri kalan döneminde "Yaşar Nezihe" olarak tanınır.
Kadri Efendi, gençliğindeki içki alışkanlığını evlilik hayatında da devam ettiren, aldığı parayı bu zevkine harcayıp eviyle yeterince ilgilenmeyen bir eştir. Edâ Hanım eşine karşı daima sabırlı ve sevecen olmaya çalışmış, üzüntülerini içine atmıştır.  Bu içlenme ve sefalet, henüz 25 yaşında verem hastalığından ölmesine sebebiyet vermiştir.  Küçük Yaşar, öksüz kaldığında henüz 6 yaşındadır. Aile olarak bundan sonraki hayatında yer alan kişiler, kötürüm bir amca, yaşlı bir teyze ve sarhoş babasıdır.
Babasının teyze dediği yaşlı kadın, Yaşar Nezihe'ye layıkıyla bakamaz. Söküklerinin dikilmesi, saçlarının taranması, çamaşırlarının yıkanmasıyla hep komşuları ilgilenir. Küçük Yaşar sokakta büyür. Erkek çocukları gibi sokak aralarında topaç çevirir, kaydırak oynar ve uçurtma uçurur. Bu durumu kendisi şöyle belirtir:
"Her günüm böyle sokaklarda geçti. Anam yok ki beni bir makineye versin veyahut dizinin dibinde terbiye etsin"
Anne sevgisi ve ilgisinden yoksunluk, her çocukta olduğu gibi Yaşar Nezihe'de de üzüntü yaratır. Bu üzüntü ve özlemi, günün birinde kendisi anne olduğunda dahi devam edecektir. Pederine ithaf ettiği "Nâle-i Garîbâne" isimli manzumesinde bu duygusunu şöyle anlatır:
"Ben mâder için ederken efgân
Olmakda semâ benimle giryân
Artmaktadır iştiyâk-ı mâder
Lâkin ebedî firâk-ı mâder
Ya Rabbî yakışmıyordu ölmek
Ben varken o toprağa gömülmek
Mes'ûd beni bir kerre göreydi
Mahmûd Vedâd'ı biraz seveydi”
Sokak aralarında oynaya oynaya dokuz yaşma gelen Yaşar Nezihe, bu meşgalelerinden usanç duyar. "Gözleri önünde parlayan telli bir cüz kesesi" hayali ile okula gitmeye karar verir. Babasına bu arzusunu iletir. Babası peki derse de, bu isteğinin yerine getirilemeyeceğini anlayan küçük Yaşar, Kapıağası İbrahimağa Mektebi'nin yoluna düşer.  "Evden bir minder alarak mektebin yolunu tutmuştum. Korka korka, titreye titreye mektebden içeri girmiş, hocamın elini öpmüş:
-Ben öksüzüm hoca efendi, beni okutunuz! demişdim. Hoca benim ismimi 'Kendi gelen' koymuşdu."
Gizlice başlayan bu heves, babası Kadri Efendi tarafından keşfedilince:
"Pezevengin kızı! Bâbıâli'ye kâtib mi olacaksın? küfürleriyle tartaklanarak Yaşar Nezihe'nin evden kovulmasına sebep olur.  Vefalı komşular babalığın vazifelerinden haberi olmayan Kadri Efendi’nin evden kovduğu küçük kızım korur, evlerinde birkaç gün misafir ederler.  Babasının okuması konusundaki tutumu küçük kızı bu arzusundan vazgeçirmekten ziyade okuma hırsını artıran bir tesir olmuş ve okula gitmeyi kendi gayretleriyle sürdürme kararını almasını sağlamıştır. Anne baba ilgisizliği ve eksikliğinin bahşettiği küçük yaşta kararlarını tek başına alabilme olgunluğu Yaşar Nezihe'de de vardır:
"İçimdeki okuma hırsını yenemiyordum. Beş param yoktu. Dere kenarlarında papatya, ebegümeci tohumları toplayarak aktarlara satardım. Kazancımın kırk parasını kalfaya verirdim. Gördüğüm bütün tahsil budur. Edebiyatı, şiir yazmayı kendi kendime öğrendim."  "Kendi kendine öğrenmek" Yaşar Nezihe'nin hayat mücadelesini anlatan anahtar kelimedir. Zira, hayatı boyunca kendi gayretlerinin dışında ne ailesi, ne de eşleri ona destek olacaktır.
Küçük Yaşar'ın yetişmesinde pek de etkin olamayan yaşlı teyze, şairedeki şiir kabiliyetini farkında olmadan ortaya çıkarması açısından önemlidir. Cahilliğine rağmen hassas olan bu kadın, geceleri dizlerine başını yaslayan bu küçük kıza anlattığı hikayelerle, onun ruhundaki hassasiyetin ilk temellerini kurar. Gençliğinde başından geçen bir sergüzeşti, yaşlılık günlerinin anlatılacak tek mevzusu haline getirmiş; Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun gibi ünlü aşıkların hikayeleriyle bunu daha da zenginleştirmeyi başarmıştır.  "Bütün aşıkların hikayelerini gözyaşları dökerek anlatıyor da, bu hikayelerdeki şiirleri okumak, bilmediği halde bir kelimesini bile unutmadan söylüyor. Ben yedi sekiz yaşında iken bu hikayeleri dinlerken onunla ağlıyordum. Bu hikayeler benim hassas ruhumda fırtınalar koparıyor, gecelerim bu aşıkların hayali ile uykusuz geçiyor."
Bir yıl kendi başına öğrenim görmeyi başarabilen Yaşar Nezihe, İkinci yıl destek görmemesi sebebiyle okulu bırakmak zorunda kalır. Bir yıllık eğitiminde Kur’an'ı hatmederek okumayı öğrenebilmiş, yazmayı ise şair olduktan sonra şiirlerini yazdırdığı bir arkadaşının artık kendisine resti çekmesi üzerine, kendi gayretleriyle öğrenebilmiştir. "Şiirlerimi yazdırdığım arkadaşım birgün bana:
-Ben senin mektubçubaşın mıyım? Artık çarene bak! Tek satır bile yazmam! deyince, çarnaçar kaleme kağıda sarıldım ve az zamanda yazmağı da öğrenerek kendi şiirlerimi kendim yazmağa başladım.   Okuyup yazmayı bu şekilde öğrenip devam ettiren şairenin, 1928 yılında yapılan harf inkılabı karşısında aynı mücadeleyi verdiğini görüyoruz. Arap alfabesindeki harflerle yenilerinin birlikte basıldığı bir mendil, Yaşar Nezihe'ye hocalık yapacaktır. Bu mendili 2 Ekim 1948 yılında İstanbul Üniversitesi konferans salonunda yapılan "50 Yıllık Kalem Erbabı" jübilesinde Hakkı Tank Us Yaşar Nezihe'yi anlatırken gayretlerinin sembolü olarak gösterir.
"Şaire, devrinin edebiyatının, daha çocukluğunda düzenli eğitim görerek yetişen ve maalesef eserleri millî sayılamayacak önde gelen kadın edebiyatçılarından değildir. O, hemcinslerinden farklı bir halk çocuğudur. Arapça, Farsça unsurlarla zorluk içinde ilgilenebilmiştir; fakat bu durum onun şiirlerinde pek çok şahsi özelliğin teşekkülüne yol açmıştır. Ben onun bu yönünden dolayı bazı meşhur şairlerden daha yüksek bir yere yerleştiriyorum."
Kadri Efendi hayatta kalabilen, yaşasın diye -batıl da olsa- Yaşar diye isimlendirdiği evladına karşı maddî yönden de, sevgi yönünden de iyi bir baba olmamıştır. Şaire, hayatı boyunca bu ilgisizliği unutmamış, şiir yazmaya başladığı ilk gençlik yıllarından çok daha sonraları bile vefâsız zevçlerinin kendisine kazandırdığı elemlerin yanına bunu da eklemiştir. Nitekim mesela 1928 yılında 46 yaşında iken Nazikter'âz yayınlanan "Babam" isimli manzumesi şairenin babasına hissettiklerini şöyle anlatır:
"Sana karşı kalbimde ne derin bir kinim var
Bu kinim zâil olmaz asırlar geçse bile
Bir avuç toprak olsam yine nîm-pâyidâr
Haşre dek yazacağım kinimi ilâveyle,
Ben yetim evlâdıma nasıl baba oldumsa
Sen de öksüz kızına bir ana olacaktın
Ben nasıl bin elemle kahr olup da soldumsa
Sen de benim derdimle kahr olup solacaktın
Yazık kalbinde yokmuş hisden duygudan eser
Niçin bilmem ki beni bu dünyaya getirdin
Ölsem de ruhum sana haşre dek lânet eder
Gözyaşları içinde gençliğimi bitirdin"
Yaşar Nezihe, okuldan sonra hocasız kitap okuyabilecek düzeye ulaşınca, taşbasması aşka dair ne kadar kitap varsa hepsini satın aldı. Bu kitapları okuyarak, genç kızlığın o saf dönemine ulaştı.
Genç kız bu döneminde ömrü boyunca unutamayacağı bir aşk yaşar. 1934 yılında tanışıp, ölünceye kadar mektuplaşarak bütün şiir defterlerini kendisine teslim ettiği Taha Toros'a defalarca anlattığı bu aşk hikayesi şöyle başlar:
"           Yıl 1896'ydı. babam sokağımızda devriye gezen bir çavuşu gösterdi ve 'Şu çavuşu gördün mü? Ben seni ona vereceğim.' dedi. Çok heyecanlanmışdım. Bir tutkudur yüreğimi sıkıştırıyordu. Her gün sokağa çıkıyor Hilmi Çavuş'un karakolunun önünden geçiyordum. Birkaç defa gözgöze geldik. Gözlerimizle seviştik! O dönemde bir genç kız bir erkekle sokakta konuşamazdı. Bir gün Hilmi Çavuş'tan bohçacı kadın vasıtasıyla, küçük bir mektup aldım. Bu bir aşk kitabından aktarılmış, eski tarz bir mektubdu. İlk satın 'Gonca dehânım, muhabbetlü sultânım diye başlıyordu. Bu mektubu evimizde saklayacak yer bulamadımdı. Evlendiğim kocalarımdan, hatta başkalarından yedi çamaşır sepeti dolusu şairane mektuplar almıştım. Ama, bu Hilmi Çavuş'tan aldığun ilk mektubun kalbimdeki yeri başka idi!
Neyleyim ki kaderimizde onunla bir yuva kurmak yazılı değilmiş! Ama üç defa evlendiğim halde, hatta yaşımın ileri yıllarına vardığı dönemde de onu unutamadım! Yıllar sonrası onu bir kerrecik görebildim. Bu ilk ve son konuşmamız oldu. Ben o sırada başkası ile evliydim. Ağlaşarak birbirimizden ayrıldık. Yıllar sonra çok aradımsa da bulamadım. Ama hayalinden aldığım ilhamla, pek çok şiir yazdım!"
Mâlûmâf da Ahmed Râsim'in Leylâ Feride imzalı
"Çare bulan olmadı bu yâreye"
şeklinde başlayan şarkısını gören Y.Nezihe, böyle şiirler yazabileceğini düşünerek yazma tecrübesine girişir. Hilmi Çavuş'a babasının verdiği red cevabı, şaireye bu düşüncesini gerçekleştirecek sebebi verir.
"Sûziş-i aşkınla her an âh u efgân eylerim Derdime sensin sebeb dermânı senden isterim"
beytiyle başlayan "Şarkı" Mahmûre imzasıyla,
"Bî-vefâlık dersini ta'lîm edib cânânıma
Ey felek bilmem niçin kasd eyliyorsun cânıma"
beytiyle başlayan ikinci "Şarkı"sı Mazlûme imzasıyla alt alta Mâlûmât'ın aynı sayısında çıkar.  îlk aşkı Hilmi Çavuş ve eşlerinin dışında, Yaşar Nezihe Urfalı Ömer isimli biriyle de mektuplaşmıştır. Beyazıt'ta kebabçılık yapan bu şahısa neşredilmemiş bazı şiirlerini yollamıştır.
Mâlûmât mecmuası yeni yazmaya başlayan hevesli şairlerin ilk şiirlerini yayınlarken, şiirlerin üzerine koydukları birer cümlelik değerlendirmelerle şairlere cesaret vermek ister. Yaşar Nezihe'nin şiirine "şarkınız pek güzel" tarzında teşvik edici bir cümle yazılmıştır. Şairenin ilk mahlasları hayata bakışındaki karamsarlığı vermesi açısından da önemlidir. İlk iki şiiri Mâlûmât'ta. Mahmûre ve Mazlûme mahlasları ile aynı nüshanın aynı sayfasında iki ayn şahsa aitmiş gibi çıkmıştır.  Bu mahlasların dışında Yaşar Nezihe, Yaşar binti Kadri, Yaşar binti Abdulkadir, Yaşar Nezihe binti Kantarcı Kadri şeklinde şiirlerine imza atmış, nihayet Yaşar Nezihe'de karar kılmıştır. Soyadı inkılabından sonra Bükülmez'i soyadı olarak alan şaire, bu imzayı Kadın Gazetesi'nde yayınlanan şiirleri için kullanır. Şiirlerinin neşredilip, tenkide uğramamasından cesaret alan Yaşar Nezihe, yeni şiirler yazmaya başlar.
Kadri Efendi işten çıkarıldığında kızı 16 yaşındadır, iki yıl süren bu işsizlik devresi ailenin maddi sıkıntılarını bir kat daha artırır. Kirasını ödeyemedikleri evden eşyalarının çıkarılması ardından Yaşar Nezihe’nin sıhhati bozulur ve ağzından kan gelmeye başlar. Şaire bu durumunu bazı şiirlerinde tesbit etmiştir. "Hasta İken", "Muâyeneden Sonra" ithaflarından anlaşıldığı üzere o devirlerde yaygın olan tüberküloza yakalanmıştır. Fakirliğin ve bakımsızlığın hastalığı olan verem, şaireyi de pençesine almış ve ağzından kan gelmesine sebebiyet vermiştir. Bu sıkıntılarına bir çare olur düşüncesiyle Kadri Efendi kızını kendinden 27 yaş büyük olan Atıf Zahir Efendi ile evlendirir. Bu evlilikten önce Yaşar Nezihe Yusuf Niyazi (Erdem) ile iki yıl nişanlı kalmış; fakat babasının bu nişanlıyı gözü tutmadığı için evlilikleri gerçekleşmemiştir.  Atıf Efendi kısa bir süre sonra eşini çocuğu olmuyor diye boşar. Oysa Yaşar Nezihe'den evvel evlendiği üç karısından da çocuğu olmamıştır.
Hayatındaki her mevzuyu samimi bir ifade ile şiirlerinde bulduğumuz Yaşar Nezihe Hanım - Atıf Efendi ile 1.5 yıl sürüp- genç bir yaşta kendini dul ve çaresiz bırakan bu evliliğini "înkisâr-ı Âmâl" başlıklı manzumesinde şöyle dile getirir.
"Elinle kırdın, ayağınla çiğnedin encâm
O saf emellerimi, aşkımı, muhabbetimi
Düşüp de pâyine günlerce ettim istirham
 Mübeddel-i elem ettin bütün meserretimi
Gülmelerinle kan ağlar bu kalb-i pür-âlâm"
Genç kadın, hüsranla sona eren bu ilk evliliğinden sonra ikinci evliliğini mühendis Fevzi Bey'le yapar.  Asıl hayatını bağladığı ve darbesi ile yıkıldığı bu ikinci eşi ile beş buçuk sene beraber yaşar. Bu evlilikten Sedad, Suad, Vedad isimli üç oğlu olur. Fevzi Bey, hovardalık yönü ağır basan, iş icabı yaptığı seyahatlerinde bu yönünü gerçekleştirecek mekan ve imkan bulan biridir. Nitekim aşık olduğu birinin peşine takılarak, eşi ve çocuklarım yüzüstü bırakıp gider. Sedad ve Suad açlıktan kuru tahtalar üzerinde ölürler. Eşinin yaptığı bu ihaneti ve sorumsuzluğu Yaşar Nezihe Hanım affetmez. Bu üzüntüsünü sık sık şiirlerinde dile getirecektir. Zaman, bahtsız şaireye eşine hissettiklerini ifade edebilecek fırsatı vermiştir:
"Ayrılığımızdan beş yıl soma, mühendis Fevzi Bey'den bir haber geldi. Ağır hasta imiş; beni evine çağırıyordu. Hiç titremeden gittim. Karyolasında son dakikalarım yaşıyordu. Benim elimden bir yudum su istedi. Arzusunu hemen yerine getirdim. Suyu içtikten sonra yaşlı gözlerle:
-         Beni affet Nezihe!
dedi. Beynimde beş yıllık sürünmenin, onun yüzünden fidan gibi iki çocuğumu kaybetmenin tartışmasını yaptım. Çektiğim acılarla nasırlaşmış olan kalbimin son cevabını verdim
-         Affedemem!...
Üç saniye sonra gözleri kapandı. Avucumun içindeki eli buz gibi soğudu; ölmüştü."
Mühendis Fevzi Bey'le olan bu son hesaplaşma şaireye yetmemiştir. Zira evlat acısını tatmasının sebebi Fevzi Bey'in uçarılıkları ve sorumsuz davranışlarıdır. Şaire gerçekten sevdiği bu eşinin zor günlerinde maddi yönden destek olabilmek için evinin geçimini kendisi sağlar. Maaşına zam alan Fevzi Bey vefa borcunu eski huyuna tekrar dönerek öder. Feryâdlanm isimli bir şiir kitabındaki "Unutma" isimli manzumesinde ihanetkâr zevcini Yaşar Nezihe şöyle anlatır:
"Unutma lostra, kahve, tütün, tıraş parası
Sana tedârik eden ben idim bu iğnemle
Çalışdım hep gece gündüz bu gamlı sinemle
Kanar -kahr olası- kalbimin derin yarası
Getirmedim iki yıl bir dilim kuru ekmek,
Senin için çalışırdım hiç usanmazdım
Biri bu hâli söylese inanmazdım
Gömüldü makber-i nisyâna altı yıllık emek
Çocukların bu şeb aç, bin kuruş maaşlı peder!
Büküldü yavruların, boyuna bekliyor yolunu;
Garîb etmesin Allah benim gibi kulunu!
Bu hâle ağlıyorum ben, garîk-i ye’s ü keder
Doğduğu günden beri bahtsızlığın peşini bırakmadığı genç kadının evliliklerinin her ikisinden kazandığı, ancak var olan elemlerinin sayısını artırmak olmuştur.
Küçük yaşta ölen çocukları Sedad ve Suad Yaşar Nezihe'nin şiirlerinde sık sık yer alacaktır. Bu tema ile yazdığı şiirlerinden bazılarının isimleri şöyledir: Nevha-i Hicrân, Neşîde-i Mâtem, Sedad'ı Suad'ı Yâd Ederken.  Bunlar arasında muzdarip annenin acısını en tesirli olarak veren şiir "Sedad'ı Suad'ı Yâd Ederken" başlıklı olanıdır. Bu şiiri aşağıya almayı uygun gördük.
Sedâd'ı Suâd'ı Yâd Ederken
Âlem gülüyor eğleniyor çünkü bahardır
Mahzun gönüller bile pür zevk u mesârdır
Ol nâme-i şâdî ki gelir savt-ı hezârdır
Eğlence bana girye keder nâle u nârdır
Ey gonca iken hâke düşen nazlı çiçekler
Mahv oldu size verdiğim âh bunca emekler
Etmez müteselli beni güller kelebekler
Ağlar sanırım hâlime göklerde melekler
Gelmez melekü'l-mevt orda bilmem ki ne bekler
Tut destimi Allah için ey mevt-i lütufkâr
Bir mâder-i bedbaht seni bekler nâçâr
Mâdemki rehâ bulmayacak kalb-i elemdâr
Etmekden ise ömrümü feryâd ile imrâr
Evladlanma eyle mülâki beni kurtar
Nezihe Hanım, böyle ümitsiz olduğu anların ikisinde intihar etme teşebbüsünde de bulunmuştur. Onun intihar etmekten bahseden manzumeleri de vardır. Bunların isimleri şöyledir: "Arzû-yı întihâr", "Felek Sevinsin", 28 Numaralı Peyâm-ı Edebîde S.F. imzalı Gazele Nazire Şairenin ikinci eseri olan Feryâdlarım'ı baskıya hazırlayan Rifat Necdet, eserin giriş bölümüne "Yaşar Nezihe'nin Hayatı" başlıklı bir bölüm koymuştur. Burada ilk intihar tarihi 1315 (1900) verilir. Bu tarih ikinci kocasının ve çocuklarının öldüğü yıla denk gelmektedir. Büyük ölçüde Feryâdlarım'dan yararlanarak, İbrahim Halil Çelik, Yaşar Nezihe Hanım, Hayatı, Sanatı, Gazelleri isimli çalışmasında bu tarihin yanlış olduğu kanaatindedir. "Ancak 1315 (1900) tarihindeki intihar teşebbüsüne birinci intihar teşebbüsü diyebiliriz. Kocası ve oğlunun ölümünden sonra kalkıştığı intihar ya bu tarihlerden sonradır ya da Nezihe Hanım daha önce de intihara kalkışmıştır ve bu iki intihar tarihini birbirine karıştırmaktadır."  İ. Halil Çelik, Rifat Necdet'in yazısmı dikkatli okuyamamıştır. Şairenin ikinci intihar girişimi anlatılırken "1315'de yaptığı gibi" şeklinde bir ibare kullanmıştır. 1315/1900 yılı Atıf Bey'in Yaşar Nezihe'yi boşadığı tarihdir. İkinci intihan Fevzi Bey’in ihanetiyle düştüğü çaresizlik yüzündendir. Tarihi 1910'dan sonradır.
Yaşar Nezihe'nin intihar teşebbüslerinde başansız olup tekrar hayata dönmesinde etkili olan tek şey oğlu Vedad'ın varlığıdır. Nitekim bunu şiirlerinde de itiraf eden
"Öyle bî-zânm ki canımdan cihânımdan bugün
Yavrumu öksüz bırakmak intihâr etmek de güç"
Dünyada terk edemediği yavrusuna birlikte intihar etmeyi teklif edecek kadar hayatından usanan şaire, "Arzû-yı İntihar" isimli manzumesinde oğluna şöyle seslenir.
"Düşünme, olma mükedder, ey âşinâ-yı melâl!
Niçin o kalb-i hazinin elemle mâlâmâl?
Ne sende kaldı tahammül ne bende kaldı mecâl,
Düşünme mâzî-yi mesûdu çünkü oldu hayâl
….
Ne çâre avdeti mâzînin işte bir emr-i mahâl
Ölüm bizim için artık ümîd-i istikbâl
Berâber eyliyelim gel seninle terk-i cihân,
Kalıp da arkama etme demâdem âh u figân,
Ademde rûhumu hüznünle eyleme giryân,
Ne çâre dest-i kaderden halâsa yok imkân,
Sürünmeden ise böyle sefîl ü ser-gerdân,
Belâ-yı dehre siper olmadan ölüm âsân
Bu şanlı mevtimizi dalgalar selamlayacak,
Düşünme, mevtimize var mı kimse ağlayacak?!
1340   (1924)
Vedâd şairenin tek umudu olarak onu hayata bağlamayı başarır. Evladı ile meşgul olmanın dışında şiir yazma hususunda kalemi iyice açılır, Terakkî ve Mâlûmât da Yaşar Nezihe adına artık sıkça rastlamlmaya başlar. Bu devrede klasik nazım şekilleri içinde -en fazla şarkı- duygularını samimi bir şekilde ifade eden şairenin birkaç şiirinde de temaya uygun şiir başlıklarım tercih ettiğini görüyoruz. Hazan Ünvanlı Manzûme, Kardeş Yüreği , Efsûs , Leyâl-i Pür- Azâb  bunlardan bazılarıdır.
Nezihe Hanım Terakkî ye şiirler yazarken 29-30 yaşlarındadır. İki evlilik geçirmiştir ve bir evlad sahibidir. Burada daha önceden tanıştığı Yusuf Niyazi Erdem ile tekrar görüşmeye başlar. Evliliklerinden önce nişanlanıp ayrıldığı bu muharrirle samimiyetinin artması üzerine tekrardan evlenme kararını alırlar. Yusuf Bey, önceleri İstanbul'da daha sonraları taşrada muharrirlik, tahrîrat kâtipliği yapmış bir memurdur.  Gazeteci, şair, hattat Yusuf Bey de istidatsız biridir. Kadri Efendi yıllar önce kızını nişanlayıp ayırdığı bu zâtın aslında karakterini tanımıştır. Yaşar Nezihe'nin babası ilk nişanlısını "Her çiçeğe konup bal yapan anlar"a benzetmiştir. Değiştiğini düşünüp evlenen Yaşar Nezihe'nin Yusuf Niyazi ile olan evliliği 50 gün sürer:
"Evvelce iki sene nişanlı kaldığımız Yusuf Niyazi Bey, aradan 13 yıl geçtikten sonra, bana talip oldu! Yakamı bırakmadı. îlk iki evliliğimden yüreğim yanıktı. Ama üçüncü kez de olsa talihimi bir daha deneyim, dedim! Hay demez olaydım! Güya yuvamıza uğur getirir diye, nikah günümüzü, ikinci meşrutiyetin dördüncü yıldönümüne rastlayan 10 Temmuz 1912'ye düşürmüştük. Niyazi'nin görev yeri olan Cidde'ye gitmek üzere İstanbul'dan vapura bindik. Adam, daha vapurda iken, çapkınlığa başladı. Cidde'ye vardığımızın on ikinci günü de, evvelce boşadığı iki kadını eve getirdi. Gayet soğukkanlı bir dille hep birlikte otururuz! dedi. Nikahlandığım 10 Temmuz günü, ben onun onuncu karısıymışım da haberim yokmuş! Ancak elli gün dayanabildim. İstanbul'a dönüp mahkemeye başvurdum. Adam 'boşamam da boşamam!' diye tutturdu.
Zar zor boşanabildim. Üç evliliğimde, düş kırıklığına uğradım. Hiçbirinden ne birlikte olduğum günlerde, ne de ayrıldıktan sonra on paralık yardım, ya da nafaka ve tazminat gibi birşey görmedim."
Çok kısa süren bu üçüncü evlilik, aslında Yaşar Nezihe'nin yaptığı en sağlıklı evliliğe benzemektedir. Boşandıktan sonra dahi 40 yılı aşkın bir süre mektuplaşmaları, dertleşmeleri bunu göstermektedir. Taha Toros'un arşivinde Yaşar Nezihe'ye ait zarfta bulunan mektupların büyük bir kısmı Yusuf Niyazi Erdem'e aittir. Yaşar Nezihe'nin Yusuf Niyazi'ye gönderdiği mektuplar Yusuf Bey'in mektupları yanında çok azdır.  Taha Toros Mazi Cenneti isimli eserinde Yaşar Nezihe ve Yusuf Niyazi'nin mektuplaşmalarını Hâmid ve Lüsyen Hanım'ın ayrılık dönemlerinde yazdıkları mektuplardan çok daha iyi işlenmiş bulur. Hayatlarında her ikisinin de evlat acısını tatmış olmaları onlan yakınlaştıran sebeblerden biridir. Yaşar Nezihe'nin Sedad ve Suad isimli iki oğlu, Yusuf Niyazi'nin de Fikret ve Necdet isminde iki oğlu küçük yaşta ölmüştür. Acılarını paylaşmalarının dışında güncel dertlerini dinlemişler, birbirlerine karşılıklı önerilerini bu mektuplarla ulaştırmışlardır.
Yusuf Niyazi ile bu kadar uzun süre mektuplaşması ve zaman zaman onu affedip yeniden evlenebileceği ihtimâlinin doğması, Yaşar Nezihe'nin bu ilgiden hoşnut olduğunu göstermektedir. Bir eş olarak şairenin yanında yer almayı başaramamış; fakat dost olarak onu zor günlerinde teselli etmiş, sevgi yönünden destek olmuştur. Yaşar Nezihe "Felek Sevinsin" isimli manzumesinde Yusuf Niyazi'ye talihlerinin kötülüğünden ve buna bir çözüm bulmaktan bahseder.
"Kalbimizde varken gam, elem, hüsrân
Neşeli sanırdı her gören bizi,
Sevincimiz sahte, handemiz yalan
Yıllarca aldattık birbirimizi.
Ne ben saâdetten nasîbim aldım,
Ne sen hayâtında sevindin birgün,
Ne sen güldün, ne ben elemsiz kaldım
Bize tâliimiz ezelden küskün"
Talihin küskünlüğüne birlikte intihar ederek son vermeyi Yusuf Niyazi'ye teklif eder.
Sevgilim hayâta vedâ edeüm
Bâri gözümüzün yaşı dinsin
Bu fâni dünyâdan gidelim
Bizi güldürmeyen felek sevinsin
Yusuf Niyazi aynı sayfada bu şiirin altına Nazikter'İn verdiği cevap olarak Yaşar Nezihe'ye şöyle seslenir:
"Metih ol hayatta mesûdlar gibi
Yükseksin ruhumda ma‘bûdlar gibi
Ey ömrümün ilk ve son çiçeği
Hasretle inler kalbim ûdlar gibi"
Yusuf Niyazi 1917'den 1928'e kadar 193 sayı olarak çıkardığı sanat ve edebiyat yönü ağırlıklı Nazikter gazetesinin baş şairi olarak Yaşar Nezihe'yi tercih etmiştir. Bu gazetenin hemen hemen her sayısında Yaşar Nezihe Hanım'ın şiirleri 1. sayfada yer almıştır. Sadece Nazikter'de değil, kendi el yazısı ile çıkardığı Çiçek isimli küçük el gazetelerinde de Yaşar Nezihe'nin şiirlerini ve mektuplarını yayımlamıştır. Çiçek gazetesi Yusuf Niyazi'nin sahip olduğu meziyetlerini konuşturduğu bir sanat eseri niteliğindedir. Gazetenin yazılarım hattatlık marifetinden dolayı kendisi yazmış, minyatür resimlerini de kendisi çizmiştir.  Çiçek 1339 (R) (1923) yılında 6 sayı çıkmıştır.  Burada çıkan Yaşar Nezihe imzalı şiirler şunlardır: Tefelsüf, Nevâ-yı Aşk, Şaire Şeref Hanım'a Nazire, Bülbüller Öterken, İftirâk-ı Ebedî, Tasvirine Karşı, Bugünün
Bu Gecenin Elemi şiirlerinin dışında Yusuf Bey'e gönderdiği iki mektubu da Çiçek'de yayımlanmıştır.
Son evliliğinin bitmesiyle şaire, hayat yolunda oğlu Vedad ile tek başına kalır. 1934 yılında müstakil bir şiir kitabı taslağı olarak hazırladığı şiir defterindeki bir beyit şairenin hayata bakışındaki ümitsizliği vermesi açısından önemlidir:
"Zevk almadım hayâtın bahârından yazından
Kara bahtım utansın saçımın beyazından"
1912 yılında Yaşar Nezihe'nin babası koleradan ölür.  Arkasından amcasını kaybeder. Babasından ebedî ayrılışı şaireyi duygusal yönden etkilememiştir. Etkilendiği her olayın şiirinde aksini bulduğumuz Nezihe Hanım'ın, bu konuya dair bir beyit dahi yazmamasını bu ilgisizliğine delil olarak kabul ettik. Babasının kantar idaresindeki emekli maaşı şaireye bağlanır.
Babasmm ve amcasının ölümüyle iyice yalnız kalan şairenin, oğlu ile meşgul olmasının dışında şiirle olan münasebetini iyice ilerlettiğini söyleyebiliriz. Osmanlı kadınının matbuatta sesini duyuran, bütün yazı ve şiirleriyle tamamen kadınlara ait ilk dergi olan Kadınlar Dünyâsı'nın hemen hemen her sayısında imzası yer alır. Derginin 124. sayısının kapak resmi "Büyük Şaire Yaşar Nezihe Hanımefendi" başlığı ile Yaşar Nezihe'ye aittir.
Bir Deste Menekşe 1331(1913) senesi İstanbul'da Marifet Kütüphanesi tarafından neşredilir.  Eserin ilk sayfasında oğlu Vedad'a ithaf edilen bir şiir vardır. Şaire tarafından yazılmış küçük bir mukaddimede de eserin giriş kısmına eklenmiştir. Bu mukaddimede Yaşar Nezihe Bir Deste Menekşe'yi şöyle anlatır:
"Bir deste menekşeye teşbîh etdiğim bu mecmua-i eş‘ârı, bir deste menekşe kadar latîf, bir deste menekşe kadar rengîn, bir deste menekşe kadar râyihadâr olduğunu iddia etmemekle beraber, bütün kusurları, hataları ile gülşen-i hayâlâtan nev-şükûfte goncasıdır."
Yaşar Nezihe'nin bu eseri yayınlandığı günlerde çok fazla ilgi bulmaz. Bunu bir yandan Bir Deste Menekşe'nin şairenin ilk eseri olmasında ve muhtevasını da acemilik devresi eserlerinin teşkil etmesinde ararken, öte yandan kitabın yayınlandığı yıllan da gözönünde bulundurmamız gerekir. Zira devir sosyal ve kültürel hayatın çalkantı içinde olduğu Balkan Savaşı yıllandır. Fakat yine de tanıtma mahiyetinde birkaç kısa temas göze çarpar  ki bunlardan birisi kitabın başmda, Yaşar Nezihe'nin mukaddimesinden hemen sonra yer alır. Beş cümlelik bu kısacık takdir ve tebrik yazısı Münire imzasını taşır.
"Bir Deste Menekşe'siz hakkında beyân-ı takdiri hâvî birşey söylemek iktidarına hâiz değilim. Zaten eserinizin takdir ve takriz gibi şeylere ihtiyacı olmadığı meydandadır.
Bendenizden beklenecek birşey varsa o da istifâde ettiğimi söylemektedir."
îlk eserinin neşredilmesinden sonra şaire geçim sıkıntısına düşer. Savaş dolayısıyla her aileden bir iki ferd askerdedir. Yakınları savaşa giden insanların mektuplarını okumak ve onlara cevap yazmak bu yıllarda Yaşar Nezihe’nin geçim kaynaklarındandır. Mektup yazmanın dışında elişleri yaparak para kazanır. "Râh-ı Maîşet" başlıklı şiirinde bu yıllan şu şekilde anlatmıştır.
"Bu âciz iğne elimde önümde bir gergef
Belâya mihnete, âlâma gönlüm oldu hedef
Kuru bir ekmek için muttasıl seyrederim
Belâ-yı kahr-ı maişetle kahrolur giderim"
Yoksulluk sadece şairenin başında olan bir durum değildir. Parayı kazanacak erkek nüfusun büyük bir bölümünün askerde olması, ekonomik durgunluk bu yıllardaki yoksulluğun sebebidir. Bu sefâlet birçok genç kadının kötü yola düşmesine sebep olmuş, kann doyurmak için bir ekmek dahi bulabilmek büyük bir sorun olmuştur. Nazikter'de yayınlanan "Ekmek Kömür İhtiyâcı" isimli manzumesiyle Yaşar Nezihe Hanım, savaşın mahallesinde yaşayan insanlara açtığı sosyal yarayı şu şekilde tasvir eder:
"Mahelleden iki gündür verilmiyor ekmek
Kolay değil gece gündüz bu açlığı çekmek
Zavallı milletin aç karnı dört buçuk senedir
İâşe meselesi hallolunmuyor bu nedir?...
Satıldı evlerin eşyası hep bir ekmek için
Ne yaptı millet acep bu azâbı çekmek için
Kiminde kalmadı yatmak için yatak yorgan
Doyunca bulamadı birçokları yazık kuru bir nân
Şaşırdı genç kadınlar yollarım oldu zelîl
Eden bu milleti açlıktır hep bu rütbe sefîl"
Açlık, sıkıntı ve mahrumiyetle dolu savaş yıllarından sonra, Cumhuriyetin ilk yıllarında Yaşar Nezihe Hanım'ın nasıl geçindiğini, kendisinin bizzat el yazısı ile yazıp Taha Toros'a teslim ettiği tercüme-i hâlinden öğreniyoruz. "On yedi sene Esirgeme Derneği'ne, daha somaki yıllarda, Kızılay'a iş işledim. Şark Eşya Pazan'nda dikişçilik yaptım. Darphane'de İstiklâl madalyalarının kurdelalanm diktim.”  Daha sonra Mısırlı prenses Tevfika Hamm'dan beş sene ayda 5 lira aylık alır.
1912 yılında ölen babasından 42,5 kuruşluk maaşla geçinemeyen Nezihe Hanım, bu miktarı protesto etmek için gazetelere bir mektup yollar. Mektubundaki şikayet şudur: "Pederim kırk sene şehremâneti Kantar İdaresi'nde hizmet etmiş, kırk sene Emanet, pederimin yüzde beş kuruş maaşından tekaüdiyeye kesmiş. Üç yüz yirmi yedi senesi bir kolera gelip pederimi karargâh-ı ebedîsine götürdü. Pederin tekaüdiyyesinden Emânet bana kırk iki buçuk kuruş tahsis etdi. Bu kırk iki buçuk kuruşun bu kadar senedir her ay kırk beş parasını kat‘ ederler. Bu seksen beş para da arkaya bırakacağım evlâdım için ihtiyaç parası mıdır, nedir bilmem. Gümüş para zamanında bu parayla hâne kirasını veriyordum. Şu gün hânemin kirası dört liradır. Emânet kağıd para olarak 42.5 kuruş kırk on beş de para veriyor. Bu para ile bu hayatı sürüklemek mümkün değil. İhtiyar bir kadınım, evvelki gibi çalışamıyorum. Gözlerim görmüyor. Yağsız en kuvvetli makineler bile işlemez. Hayatım daima açlık ve acılar içinde geçiyor. Açlık alçaklık değildir. Uzun müddet bu hale tahammül mümkün değil. Birgün haber-i vefâtım işitilirse açlıkdan öldüğüme herkesin vicdanı emin olsun."
Tanîn gazetesi muharrirlerinden İsmail Müştak (Mayakon) bu mektuptan etkilenmiş ve birgün sonraki yazısını bu konuya tahsis etmiştir. "40 kuruş Eytâm Maaşı" başlıklı makalede, bir hamalın gündelik yevmiyesinden dahi az olan bu maaşı traji-komik bir hadise olarak değerlendirir. Bu aksaklığın sebebini
o          günkü devlet teşkilatının zayıflığına bağlar. Bu maaşlara muhtaç olan kadın ve mağdurların ihmal edilmesini bir facia olarak değerlendirir. 42.5 kuruşa iki bardak su dahi içilememektedir. Reforma ihtiyacı olan ekonominin düzeltilmesi yoluna gidilmedikçe, bu durumda insanların sayısının artacağına dikkat çeker.
1341     (1925) yılında Yaşar Nezihe’nin ikinci eseri Feryâdlanm çıkar. Feryâdlanm şairenin son şiir kitabıdır. Bu tarihten sonra kaleme aldığı şiirlerinin neşredildiği süreli yayınlar: 1928'e kadar Nazikter ve Kadın Yolu(Türk Kadın Yolu)'dur. 1928'den sonra Kadın Gazetesi'nde, (1949'dan 1954 tarihine kadar) az sayıda şiiri yayınlanır. Feryâdlarım'ın Yaşar Nezihe'nin ikinci kitabı olarak neşredilmesi Rifat Necdet'in teşviki ve desteği ile gerçekleşir.
Rifat Necdet, karlı ve fırtınalı bir günde Yaşar Nezihe'yi ziyaret eder. Habersiz misafirini görünce şaşıran ve sevinen Yaşar Nezihe bu davetsiz misafire yazmış olduğu şiir defteri ve süreli yayınlarda yayınlanıp kesilmiş şiirlerini gösterir.
"Ben bu evrâkı büyük bir alâka, derin bir haz ile kanştırdım. Sonra onu bir düşünce ile kendisine teklif etdim.
-'Yeni ve gayri matbu şiirleriniz bir kitap halinde tab‘ ve neşr edilse daha iyi olmaz mı? Bilmem ki siz nasıl düşünürsünüz?'
Şaire sözlerimden memnun kaldığım anlatmak isteyen bir vaziyetle:
-           'Nasıl isterseniz ... Yalnız bu yazılar benim bir demir kafes içindeki kuş helecânı ile çırpınan yaralı kalbimin feryâdlarıdır. Emin olunuz ki ben her satirim göz yaşlan arasında yazdım. Kitaba bu nâmı verirseniz mâtemlerime hürmet ve beni çok memnûn edersiniz.'
dedi. İşte Feryâdlanm edebiyatımıza hizmet ve sahibesine muâvenet maksadı dahilinde bu sûrede kisve-i tab‘a büründü."
"İlk kadın işçi şair", "İlk sosyalist kadın şair" şeklinde isimlendirmeler, Yaşar Nezihe'nin günümüze kadar ulaşan ve onu popüler kılan bir yönü olmuştur. İlk olmanın anılmayı mecburî kılan yanı, şairenin Türkiye ve sosyalizm konulu araştırmaların çoğunda yer almasını sağlar. Bu çalışmalarda yer almasını sağlayan, sosyalist içerikli olduğu ileri sürülmüş dört şiiri ve kominizm suçlaması ile tutuklanmasıdır.
Doğumundan ölümüne kadar vesikalarla hayalini takip ettiğimiz Nezihe Hanım'ın yazmış olduğu bütün şiirleri arasında tema yönünden hayatı ile bir ilişki sözkonusu iken, sosyalizme yönelişi onu bize tanıtma hususunda son derece zayıf kalan bir nokta oldu. Şairenin bu yönünü ısrarla anlatmaya çalışan kaynakların sayısının fazla oluşu ise şaşırtıcı idi.
A. Cerrahoğlu'nun Türkiye’de Sosyalizm Tarihi'ne Katkı isimli eserindeki Aydınlık dergisi üzerine yapılmış bibliyografik çalışmada Yaşar Nezihe'nin iki şiirine yer verilir.
Yaşar Nezihe Hanım, Mayıs 1923'te Aydınlıkta. "1 Mayıs" isimli bir şiir neşreder. Bu şiir işçi grevine destek verici bir nitelik arzetmektedir.
Ey İşçi!
Bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı senin almışlar elinden.
Sa‘yınla edersin de "tufeylî'leri zengin
Kalbinde niçin yok ona karşı yine bir kin?
Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
Lâkin seni fakr etmede günden güne berbâd.
Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azm et de esâret bağı kopsun bileğinden.
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlâdlannın çehresi gülsün.
Aynı derginin Haziran 1923 tarihli nüshasında "Kızıl Güller" isimli bir manzumesi çıkar.  Bu manzume beşeriyetin bahan olmadan, baharı sevemiyeceğini anlatmaktadır.
1923     yılında Mürettipler Cemiyeti ile gazete sahipleri arasında bir anlaşmazlık çıkar ve greve gidilir. Basın dünyasında hiç görülmemiş yeni bir olay olan bu grevin sebebi çalışma saatlerindeki anlaşmazlık idi. Mürettipler, fabrikanın işlemesi için işçi, makinanın çalışması için yağ istemektedirler, bu greve destek vermek üzere Aydınlık şairlerinden olan Yaşar Nezihe "Gazete Sahiplerine" isimli bir şiir yazar. 18 Eylül 1923 tarihli Haber'in 4. sayfasında çıkan bu şiirde, haksızlığa uğrayan işçiler savunulmaktadır.
"Onlardır eden zevkini, eğlenceni temin
Onlar çalışır etmek için hep seni zengin
Kurşundan hurûfât o hayatı kemirirken
Hergün bir parça solarken ve erirken"
Yaşar Nezihe 1924 yılının Mayıs ayında Aydınlık'ta bir tane daha "1 Mayıs" şiirini yayınlar. Bu şiir muhteva yönünden diğer 1 Mayıs şiirinden pek farklı değildir.
"Ey işçiler! Bir Mayıs: Sizin serbest gününüz
Yürüyünüz ileri "aydınlık" tır önünüz.
Atölyeler kapandı, dünya sanki uykuda,
Şimdi istismarcılar hep telaşda korkuda."
Aydınlıkta. şiir yazması, Amele Cemiyeti'ne üye olması, grevlere destek vermesi yüzünden 3 Haziran 1341(1925) günü komünistlik suçlaması ile Yaşar Nezihe gözaltına alınır. On iki kişinin tutuklandığını belirten haber Cumhuriyette "Mevkûf Komünistler" başlığı altında çıkar. Tutuklular arasında Aydınlık'ın sahibi Sadreddin Celâl de vardır. Haberde Nezihe Hanım'ın rahatsız olduğu ve tedavisinin de yapıldığı yer almaktadır.
Şairenin gözaltına alınmasına dair bugüne kadar değişik sebepler öne sürülmüştür. Taha Toros Mazi Cenneti'nde "yaslı şiirlerinin yanlış yorumlanması" m bu tutuklanmaya sebep gösterir. Bu yanlış anlaşılma Nezihe Muhiddin Hanım'ın ilgisi ile düzeltilmiştir.  "Açlıktan şikayet için 1920'lerde Ankara'ya çektiği telgraf’ dolayısıyla Yaşar Nezihe'nin tevkif edildiği de rivayet edilmiştir.
Fethi Tevetoğlu 1925 tevkiflerinin sebebini şu şekilde açıklan
"Üçüncü tevkifler, Şeyh Said tsyanı'ndan soma çıkarılan 'Takrîr-i Sükûn Kanunu' ile 1341 (1925) yılı 1 Mayısında yayımlanan bir beyannâme üzerine yapılmıştır.
'İrtica ve isyana ve memleketin içtimâi nizâmım, huzur ve sükûnunu ve emniyet ve âsâyişini ihlâle bâis bilumum teşkilât ve tarîkat ve teşvîkat ve teşebbüsât ve neşriyâtı, hükümet ve reisicumhurun tasdiki ile re'sen ve idâreten men'e memurdur.
İşbu ef âl erbâbını, hükümet, İstiklâl Mahkemesine tevdi6 edebilir.'
Bu beyanname dergi ve gazetelerin kapatılması ve sanıkların İstiklâl Mahkemesi'ne verilişi yolunu açıyordu.
1 Mayıs 1925'de yayınladıkları bir beyannâme üzerine, İstanbul'daki Aydınlık Grubu ve Orak Çekiç mensuplan ile Bursa'daki Yoldaş gazetesi sahibi İbrahim Hilmi'nin dahil bulundukları bütün gizli TKP ve Komünist Gençler Birliği Teşkilatı mensubu 38 kişi tevkif edilerek Ankara'daki İstiklâl Mahkemesi'ne gönderilmişlerdir."
3 Haziran 1925 tarihli Vakit gazetesinin de yer verdiği bu hadise 5 Haziran 1925'de şu şekilde neticelenmiştir.
"Evvelki gün bazı husûsat hakkında ifadeleri alınmak üzere polis müdüriyetine celb olunan sâbık muallimlerden Sadreddin Celâl Bey, ameleden Küçük Hakkı, Şaban, Mustafa Şamlı, Ziya, Serezli Mehmed, şaire Yaşar Nezihe isticvâb olunmuşlardır." Bu bilgiler bize Yaşar Nezihe'nin suçsuz bulunduğunu göstermektedir.
10 Ağustos 1341 (1925) tarihli İstiklâl mahkemesi duruşmasında Şevket Süreyya Bey'e, Yaşar Nezihe'ye "Silah arkadaşı" demesinin sebebi sorulur. Şevket Bey'in cevabı şöyledir:
"Efendim hatıra defterine yazdım. Aydınlık mecmuasına yazı yazan ilk kadın olduğundan öyle yazdım."
Bu sorunun dışında mahkeme kararında Yaşar Nezihe'ye dair bir ibare bulunmamaktadır.
Mevkuf amelelere Yaşar Nezihe’nin şahsiyeti hakkında sorular sorulduğunu öğrenen Amele Cemiyeti üyeleri Aydınlıkta. şaireye şöyle seslenin
"Mevkûf amelelere sorulan sorulardan birisini de Yaşar Nezihe arkadaşın şahsiyeti meselesi teşkil ediyormuş. Bilhassa bu amelelerin Yaşar Nezihe gibi Aydınlık'a yazı yazan bir şahsiyetle olan münasebetleri öğrenilmek isteniyormuş. Yaşar Nezihe işçilerin anasıdır. Elbette! İşçilerin yegane dostu olan Aydınlık'ın nurunu nurlu şiirleriyle aydınlatacaktır."
Yaşar Nezihe'nin oğlu Vedad Aydınlık çevresine dahil birisidir. Bu dergide çeşitli yazılan çıkmıştır. Annesini bu dergiye götürdüğünü ve hatta Nazım Hikmetle tanıştırdığını Asım Bezirci rivayet etmektedir. Yaşar Nezihe'nin bu çevrenin içine girmesinde, Aydınlık'ta yazılar yazan oğlunun da rolü olabilir.
A. Cenahoğlu'nun Türkiye’de sosyalizm 1848-1925 isimli eserini tanıtan Naci Sadullah Daniş, ilginç bir "proleter şaire" vasfı ile Yaşar Nezihe'nin sosyalist yönünü alaycı ve iğneleyici cümlelerle şu şekilde değerlendirir:
"Bu bayan bir sosyalist olarak ne yapmış? derseniz bizzat kendisinden öğrendiğimize göre iki kitap yazmış!
Yaşar Nezihe'nin kitaplarını değerlendirişi şöyle:
'Lâkin benim bu kitaplarımda ne renk vardır, ne de râyiha! Tabiler çok hatalı basmışlar. Bunlardan sonra yazdıklarımı neşredemedim. Uraz beni bundan on sene evvel ölmüş gösteriyor. Halbuki sağım işte. Hayatım yazmakla geçiyor. Lâkin ısmarlama yazılar yazmam.'
Bunun üzerine şaireye ne okuduğu sorulur. Yaşar Nezihe Hanım'ın okuduğu eserler: Tecvid-i Karabaş, Mızraklı İlmihal, Tuhfe-i Vehbî ve bir de Fuzulî!
Yaşar Nezihe Hanım, şüphesiz ancak bu kitaplardan öğrenebildiği kadar sosyalist olabilmiştir!"
İstihzasını, sefâletle başedebilen şairenin takdir ve saygıya layık olduğunu belirterek yumuşatmaya çalışan yazar yazısında Yaşar Nezihe Hanım'ın sosyalist olmadığım belirtir.
Nezihe Hanım'ın düşünce ve his dünyasındaki yönelişlerini bir kategoriye sokmak gerekirse, onun aşın karamsar ve hırçın olduğunu söylemek mümkündür. Fakat sadece dört şiirle kalan "sosyalistliği" yönünü tüm şair kimliğine yansıtmak yanlış olacaktır. Fikrî olmaktan ziyade, günübirlik hadiselerin şevkiyle ve zorunlu çevresinden etkilenme yolu ile oluşan bu hissî yönelişin tevkif edilip serbest bırakıldıktan soma tamamen terkedildiğini yaptığımız araştırmamızda tesbit ettik. Nitekim 1925 yılından soma gerek dergilerde yayınlanan, gerekse şiir defterlerinde yer alan manzumelerinin hiç birinde böyle bir içeriğe rastlanmamıştır.  Muhtemeldir ki, onun bu dört şiirle ısrarlı bir şekilde öne çıkarılmaya çalışılan zorlama sosyalistik cephesi, o günlerin Yaşar Nezihe'sinin yalnızlık ve yoksulluk psikolojisi içerisinde kendisine bir çevre, tutunacak bir dal arama ve çaresizliğin verdiği aidiyet duygusunun şevkiyle içine düştüğü bir gelip geçici devredir. Bunda, oğlu Vedad'ın Aydınlık çevresine dahil olmasının da rolü vardır. Nitekim tutuklanması hadisesinden soma, belki de korkuyla, bu konuda tek bir şiir kaleme almamıştır. Ömrünün daha somaki yıllannda ise Taha Toros'un bize aktardığına göre, bütün evrakını araştırmacıya verip, Şiir defteri'nin yayınlanmasını istemiş, fakat hayatının bu 1 Mayıs şiirleri yazdığı devresinden hayat hikayesinde dahi kesinlikle bahsedilmemesini söylemiştir.
Yaşar Nezihe, çocukluğundan itibaren acılar ve elemlerle içiçe olmuş, bu durum onu zaman zaman intihar etme eşiklerine kadar götürmüşse de sonunda hayatına yön verecek ilke ve değerleri bulacak uygun zemini oluşturmasına imkan hazırlamıştır. îbnülemin Mahmud Kemal İnal Son Asır Türk Şairleri'nde Yaşar Nezihe Hanım'ın bu yönüne değinerek şu değerlendirmeyi yapar: "Mihnetler içinde kalmayıp da hayatı refâhet ve saâdet içinde geçmiş olsaydı daha güzel yazar mıydı? Bu suâli "elbette yazardı" cevabıyla karşılaşmakta acele etmemelidir. Çünkü her meslekte nice kıymetli adem vardır ki sefâlet ve ıztırabın dehşetli darbelerine uğrayarak yetişmiştir ve onların eserleri tâliin her türlü lütfuna mazhar olanların eserlerine pek çok defa tefevvuk etmiştir.
İşte Yaşar Nezihe'de o kıymetlerdendir ki tâliinin çirkinliğine mukâbil eserlerinin güzelliğiyle müteselli olabilir."
1928 yılına kadar Nazikter, Rübâb, Yarın, Mâlûmât, Kadınlar Dünyâsı, Kadın, Kadın Yolu (Türk Kadın Yolu), Menekşe, Nay, Envâr-ı Vicdân, Terakkî, Şehir, Osmanlı Kadınlar Âlemi ve Aydınlık'a şiirler yazan Nezihe Hanım'ı yayın faaliyetinde bu tarihten itibaren bir duraklama olmuştur. Daha çok divan edebiyatı nazım şekilleri ve tekniği içinde şiir yazmayı tercih edişi, yeni aktüel temlerin gerisine düşüşü, yaşlılığı, yıllarca aynı temler etrafında dolaşmanın verdiği kesel ve inkılap sonrası dergilerde yeni nazım şekillerinin gündeme gelmesi vs. gibi sebeplerle bu duraklamayı açıklayabiliriz. 1928'den sonra sadece tek bir yayın organında şiirleri yayınlanmıştır. 1943'den 1954 yılına kadar Kadın Gazetesi'nde şiirleri çıkmıştır. Dergilerde adına hemen hemen hiç rastlanılmayışını Murat Uraz şairenin ölümüne delâlet kabul ederek hazırladığı antolojide Yaşar Nezihe'yi 1934'te ölmüş olarak tanıtır.
Taha Toros 1934'de Yaşar Nezihe ile görüşmüş, bu röportaj Yedi gün dergisinde de yayınlanmıştır.
1948'de "50 Yıllık Kalem Erbabı" ünvanlı jübilede Yaşar Nezihe'nin de yer alması şaireyi tekrar gündeme getirir. Jübile tertip komitesi başkam Hakkı Tarık Us, şaireyi överek takdim eder. Kadın Gazetesi'ne Yaşar Nezihe'nin şiir göndermesi bu jübileden somadır. 1949'dan 1954'e kadar bu gazeteye çeşitli şiirlerini yollar. Bu manzumelerinde de aynı üzüntülü, karamsar, yaşamaktan usanmış kişiyi buluruz. Artık şaire iyice yaşlanmıştır.
Ölümünün ardından gelecek ilgiyi de görebilen Yaşar Nezihe, hem kendisini ölmeden öldüren yeterli bilgi donanımından yoksun araştırmacılara, hem de şair dostlarına hitaben bir şiir yazar.
"Kimse bu satırları böyle alan laleme
Bir son vermek istemiş benim gama eleme
Bakmış günde yüz kere ölüp duruyorum
Ölümü bir saâdet bir nimet biliyorum;
İnsafsız kalemiyle beni öldürüvermiş,
Aklınca gözyaşıma böyle nihâyet vermiş
Bir şâir arkadaşım ismimi yâd etmemiş
Benim için bir mısrâ yazıp inşâd etmemiş
Bugünlerde hele yok hiç ölmeye niyetim
Daha çok bekliyor benden aziz milletim"
Şiirinin son mısrasında ölmek istemeyen, hala birşeyler yapmayı arzulayan bir Yaşar Nezihe bulsak da aslında ömrünün uzunluğundan kendisi de şikayetçidir. Yaşlandığı halde bir türlü rahat yüzü görmeyişi giderek Nezihe Hanım'ı küskün bir psikoloji içine sokar. Bu karamsar zamanlarda tek mutluluk kaynağı sevgilinin dönebileceğinin hayalinin işlendiği manzumeleridir. "Yolunu Bekliyorum", "Hasret Canıma Yetti" isimli şiirlerinde bunu açıkça görmek mümkündür. Ömrünün uzamasını da bir üzüntü kaynağı haline getirerek "Ölsem Diyorum", "Çilem Dolmadı", "Kurtulsam", "Keşke Ölsem" başlıklı şiirler yazar.
Yaşar Nezihe Hanım, soyadı inkılabında Bükülmez soyismini seçmiştir. Hayatında bitmeyen acılarına karşılık ayakta kalabilmesini bu soyadla sembolleştirmiştir.
"Bakıp da soyadıma sanma bükülüyorum
Felek cefâlarıyla, gençken büktü belimi"
Sıkıntılarla dolu bir hayata 89 yıl tahammül edip yaşayabilmesi Yaşar Nezihe için bir başarıdır. Cumhuriyet gazetesinde 6 Kasım 1971 yılında çıkan ölüm ilanı onun aramızdan ebediyen ayrıldığım göstermektedir.  Yaşar Nezihe Hanım, soyadı inkılabında Bükülmez soyismini seçmiştir. Hayatında bitmeyen acılanna karşılık ayakta kalabilmesini bu soyadla sembolleştirmiştir.
"Bakıp da soyadıma sanma bükülüyorum
Felek cefâlarıyla, gençken büktü belimi"
Sıkıntılarla dolu bir hayata 89 yıl tahammül edip yaşayabilmesi Yaşar Nezihe için bir başarıdır. Cumhuriyet gazetesinde 6 Kasım 1971 yılında çıkan ölüm ilam onun aramızdan ebediyen ayrıldığını göstermektedir.
Yaşar Nezihe Hanım, edebiyatımızda şair kimliği ile yer almış bir şahsiyettir. Nesir alanında pek muvaffak olamıyan şairenin, Kadınlar Dünyası ve Nazikter'de yayınlanmış iki makalesi ve bir hikayesi bulunmaktadır. Makalelerin her ikisinde kadın haklan ve kadınlığın eğitimi üzerinde durulmaktadır. Hikaye, şairenin kendi hayatının ıztıraplanm anlattığı anne ile kızın sefâletini konu edinmiştir.
Nezihe Hanım, edebî faaliyetlerini öncelikle süreli yayınlarda ortaya koymuş, burada kabul görmesinin cesareti ile müstakil eserler hazırlama yoluna gitmiştir. Gazete ve dergilerdeki faaliyetlerinin dışında iki eseri ve gayrimatbu şiirlerini içeren bir Şiir Defteri bulunmaktadır. Eserleri basım tarihine göre sırasıyla şöyledir.:
1)         Bir Deste Menekşe 1331 (1913)
2)         Feryâdlarım      1340(1924)
3)         Şiir Defteri        (gayrimatbu)
1331 (1913) yılında İstanbul'da neşredilen bu ilk eseri, Yaşar Nezihe'nin dergi ve gazetelerde yer alan şiirlerinin dışında neşr edilmemiş olanlarını da ihtiva etmektedir. Bir Deste Menekşe'nin yayınlandığı yıllar, Balkan Savaşırım olduğu, sosyal hayatın çalkantılı bir dönemine denkgelmiştir. Bu hadisenin dışında şairenin ilk şiir tecrübelerini de içermesi bakımından eser fazla yankı uyandırmaz. îkisi kadın, biri çocuk dergisi olmak üzere üç yerde Bir Demet Menekşe'nin ilanı çıkar. Bunların dışında müstakil olarak bu şiir kitabını ele alıp tahlil eden bir yazıya rastlayamadık.
İlk ilan Kadınlık Hayatı isimli dergide çıkar.
"Bir Deste Menekşe, Muharriri: Yaşar Nezihe Hanımefendi,
Bir Deste Menekşe nâm-ı şâirânesi altında âlem-i edebiyâtımızda sâha- zîb-i intişâr olan bu eser-i nezîhü'l beyân Bir Deste Menekşe değil her dem tâze, her dem hayât-ı nisâr bir şükûfezâr şiir-i irfândır.
Kadınlığımızdaki cevâhir-i irfânın Yaşar olduğunu şu eseriyle de irâe eden muharrire Nezihe mevki-i bülend-i şâirânesinin her türlü medâyihin fevkinde bulunduğunu izhâr eylemişdir. Karîelerimiz, şu eser-i güzîni seve seve okuyacaklarım bildiğimiz için mütâlaasını pek ziyâde tavsiye eyleriz. Babıâlî caddesinde Marifet Kütüphanesi'nde satılmaktadır,”
Diğer iki ilan birbirinin aynısıdır. İkinci ilan, bir çocuk dergisi olan Mektep Âlemi'nde çıkar. Bu dergide Yaşar Nezihe Hanım ünlü bir makale yazan olarak tanıtılmaktadır. Oysa şairenin kadın meselesi, sancak ve vatan konulu toplam dört yazısından başka makalesi bulunmamaktadır.   Bunu kendisi de daha somaları Rifat Necdet'le yaptığı bir konuşmada itiraf eder. Rifat Necdet onun bu itirafım ikinci kitabı Feryâdlarım'ın girişine yazdığı "Yaşar Nezihe'nin Hayâtı ve Eseri" adlı yazısında belirtir. "Nazım vadisinde bu muvaffakiyeti gösteren Nezihe Hanım, nesirde pek geri kalmış ve belki hiç muvaffak olamamışdır. kendisi de şimdiye kadar nesirde muvaffak olamadığını ve bunun için fazla da çalışmadığım itiraf eder."  Mektep Âlemi'nde çıkan ilan, Bir Deste Menekşe' yi şöyle tanıtmaktadır:
"Birçok makâlât-ı güzidesiyle şöhret-i edebiyyesini tanıtmış olan muktedir muharrirlerimizden Yaşar Nezihe Hanım'ın eseridir. 155 sayfalık  bir kitap olup, gayet güzel şiirleri muhtevidir. Marifet Kütüphanesi tarafından neşr edilmiştir. Fiyatı beş kuruşdur. Bilhassa tavsiye olunur."
Kitabın sayfa adedini dahi doğru yazamayan bu ilan, eser hakkında bir değerlendirme vermekten çok uzaktır. 25 gün sonra Kadınlar Dünyası'nda. çıkan "Âsâr-ı mühteşire" isimli ilan Kadınlık dergisinden kopye edilmiştir.
Bir Deste Menekşe Yaşar Nezihe'nin oğlu Vedad'a ithâf bir şiirle başlar. Şiirde eserini okuyanların şaire ile hemhâl olacağı anlatılmaktadır. Tek bir bendden oluşan manzûme şöyledir:
"Eserimi okuyan mahrem-i melâlimdir
Eserimi okuyan âşinâ-yı hâlimdir
Eserim bana kıymetlidir hayâtımdan
Eserlerim benim alâm-ı kalb-i zânmdır
Fakat Vedad'ıma bir gamlı yadigârımdır"
Şiirden sonra Yaşar Nezihe’nin üç cümlelik bir mukaddimesi bulunmaktadır. Bu mukaddimede genç şaire her nazara göre latîf ve cazip Bir Deste Menekşe olamasa dahi ’şuûn-i hayatın bî-amân tezâhürâtına karşı terâne- sâz bir kalbin enînlerini ihtiva" eden şiirlerinden okuyanların bu elemlerini biraz da olsa kendisi ile paylaştığı takdirde bundan büyük şeref duyacağım belirtir.  Buradan anlaşıldığı üzere Yaşar Nezihe Hanım şiirlerini estetik bir kaygıdan ziyade acılarım, hislerini paylaşabilme dürtüsü ile yazmaktadır. Onlar Vedad'a ithaf ettiği manzumedeki "hâl"in tesiri ile yazılmaktadır.
"Eserimi okuyan mahrem-i melâlimdir
Eserimi okuyan âşinâ-yı hâlimdir"
Mukaddimeden sonra Münire isimli birisinin takdir ve tebrik dileğini belirten bir yazısı bulunmaktadır.
Şiirler bölümüne giriş, İbnü'r rifât Sâmih imzalı başlıksız bir şiirle başlar. Bu manzumeden soma esere adını veren "Bir Deste Menekşe" başlıklı şiir gelmektedir. Burada esere bu ismin verilmesi anlatılmaktadır.
"Bir leyle-i mehtâb idi yâdımda o hâlâ
Gezdik yürüdük bahçede cânân ile tenhâ
Etmişdi o şeb sevgili cânân bana ihdâ
Bir Deste Menekşe!
Oldu iki yıl terk edeli ben onu eyvâh
Çekdi araya perde-i firkat kaderim âh
Bin türlü te’essürünü mahv etmede her gâh
Bir Deste Menekşe!
Soldu o çiçek çehre-i zerdim gibi soldu
Bakdıkça ona dîdelerim eşk ile doldu
En gamlı zamanımda hemdemim oldu
Bir Deste Menekşe!
Bir Deste Menekşe veriyor gönlüme şâdî
Bir Deste Menekşe oluyor hüznüme bâdî
Fahr eylerim asânmın olsa eğer adı
Bir Deste Menekşe!
Eserde 85 tane şiir bulunmaktadır. Şiirlerin büyük bir çoğunluğu klasik nazım şekillerine bağlı kalınarak yazılmıştır. En çok gazel nazım şeklini tercih etmiş, fakat temaya uygun başlık kullanarak gelenekten ayrılmıştır. Gazelin dışmda "Şarkı", "Muhammes", "Müseddes", "Mesnevî" nazım şekillerini de kullanmış, "Düz kafiye”, "Sarma kafiye", "Çapraz kafiye" gibi yeni Türk nazım biçimlerini de tecrübe etmiştir.
Şiirlerinde kullandığı temaları sıralayacak olduğumuzda, şöyle bir tablo çıkar karşımıza:
1)         Aşk, gözyaşı, hicrân; "Aşkımın Feryadları" v.s.
3) Hayatta gülememek, kederden şikayet; "Ben de Bilmem Nedendir", "Teselli", "Bu Günün Bu Gecenin Elemi" v.s.
3)         Kendisini terkeden zevçlerinin vefasızlığı ve sorumsuzluğunu anlattığı manzumeleri "Yemîn-i vefâ", "O Gün", "îstirhâm" v.s.
4)         Ölen evladları Sedad ve Suad ve yaşayan tek çocuğu Vedad için yazdığı şiirleri "Bugünkü Azaplarım", "Sedad'ı Suâd'ı Yad Ederken"
5)         Pederinin eziyetlerini ve annesine duyduğu özlemi anlatan şiirler "Belâ-yı işret”, "Nâle-i Garîbâne"
6)         Ona diye ithaf ettiği, özlemini duyduğu gizli sevgiliyi konu edinen şiirleri "Bu Şeb", "Bugün", "tştikâ-yı Iftirâk"
Yaşar Nezihe Hanım'ın ikinci eseri olan Feryâdlarım, 1340/1924’de İstanbul'da Rifat Necdet'in yardımları ile neşredilir. İlk eserindeki acemiliklerin aşıldığım gördüğümüz bu eserde, şiirlerin belli bir düzen içinde verilmesi, bizde bu eseri daha disiplinli ve şuurlu hazırladığı fikrini uyandırmaktadır.
Rifat Necdet Yaşar Nezihe ile fırtınalı bir günde görüşür. Elemli, kimsesiz dünyasının kapısını çalan bu muharriri şaşkın ve memnuniyet dolu bir tavırla karşılar. Muharrir şaireye yeni yazılarını sorar, şaire şöyle cevap verir:
"Artık yazmıyorum, yazamıyorum ve bu vaziyette iken ne ve nasıl yazayım; siz söyleyiniz Allah aşkına! Şimdiye kadar karaladığım şeyler de şurada burada metrük, perişan bir halde..
Şaire ayağa kalktı, masanın üstündeki bir yığın evrâk-ı perişanı önüme
dökdü:
-İşte kalemin sermayesi!..
Müsveddeler, gazete maktuaları ve mecmualardan ibaret olan bu evrâk arasında kendisinin epeyce evvel alınmış bir fotoğrafyası bulunuyordu. Ricam üzerine arkasına irticalen şu kıt'ayı yazdı:
Kalb-i milletden siler devran benim de ismimi.
Bari sen yâd et temaşa eyledikçe resmimi,
Ruhuma bir fâtiha ihdâsıdır tekmil ricâm,
Hâke kalb eyler ecel elbette birgün Cismimi"
Karamsar bir psikolojiyi her zaman ön planda tutan şaire, kendini ziyarete gelenlerden bu yönünü gizlemez. Kıtada görüldüğü üzere unutulmuş ve ilgiden yoksun olma korkusu şairede belirgin ve sürekli bir duygudur.
Şiirlerini büyük bir alaka ile inceleyen Rifat Necdet, Yaşar Nezihe Hanım'a bütün bunları müstakil bir eser halinde yayımlamayı teklif eder.  Şaire teklifi memnuniyetle kabul eder ve eserinin isminin bizzat Feryâdlarım olmasını kendisi ister.
Feryâdlarım, Rifat Necdet'in Yaşar Nezihe'nin hayatını anlatan bölümüyle başlar. Bundan soma gelen bölümde Yaşar Nezihe Hanım'ın eserlerinde ortaya çıkan şair kimliği üzerinde durulur.
Muharrir Yaşar Hanım'ı "Hüda-dâd" bir şaire olarak tanıtır. "Onu elem derinleştirmiştir. Yazılan kalbinin tercümân-ı ıztırâbıdır. Muvaffakiyeti, bilhassa samimiyetindedir. Daha ziyade gazellerinde hıçkıran bir üslûp, feryad eden bir ruh vardır. Yazılan fazla işlenmediği daha doğrusu gelişigüzel yazıldığı için bazen ta‘kid, zihaf, imâle gibi nakâ’is-i edebiyyeyi muhtevidir."
Şairenin üslûbunu ve hayal dünyasını değerlendiren yazı şu temenni ile sona erer.
"Yaşar Nezihe Hanım'ın asân hakkında esasen hacmi ufak ve kendisine âid olan bu kitabda fazla izahat vermek mümkün değildir. Bu vazifeyi de edebiyatımıza hizmet nokta-i nazarından erbâb-ı ihtisas ve üdebamızdan bekliyoruz."
Feryâdlarım'ın şiirler bölümü Kozanzâde Cenâb Muhiddin'in Yaşar Nezihe'ye ithaf ettiği "Feryâdlanm şairesine!" başlıklı bir dörtlük ile başlamaktadır. Cenâb Muhiddin şairenin elemlerine âşinâdır.
"Ezelden şenle bir elden mi zehr-i kahr içtik?
Teellümâtima pek eski âşinâ çıkdın.
Senin de yok mu nasibin emelli bir günden,
Müebbeden bana kardeş misin zavallı kadın?
Feryâdlanm yedi bölümden meydana gelmiştir. İlk bölümde 26 şiir bulunmaktadır. Bu şiirlerde; elem, hicrân, aşk, fakirlik, ihanetler, zevçleri ve ölen evladlan için duyduğu acılar vardır.
II.         Bölüm: "Vedad için" başlığını taşıyan bu bölümde yedi şiir vardır. Vedad, gerçekten aşık olduğu ikinci zevcinden kendisine kalan tek yadigârdır. Hayatında tek umud olarak sarıldığı Vedad’a Yaşar Nezihe, ömrünün sonuna kadar şiir yazmaya devam edecektir.
m. Bölüm: Burada 34 gazel bulunmaktadır. İlk bölümde gazel nazım şeklini kullanmışsa da, IH. bölümdeki gazeller ilk bölümden farklıdır. Burada bulunan şiirlerinin hiçbirinde şiirin temasma göre başlık yoktur. Gazel başlığı altında yazılmışlardır.
IV.        Bölüm: 11 tane nazirenin yer aldığı bu bölümde çeşitli şahısların ismi anılmaktadır. Fuzulî, Âdile Sultan, Şaire Şeref Hanım, M. Refik Bey, Adanalı Mehmed Ziya, Kesriyeli (BalIkesirli) Mahmud Sıdkı burada anılıp, kendisine nazire yapılanlardır.
V.         Bölüm: 35 şarkıdan müteşekkil bu bölümden sonra türküler gelmektedir.
"Şairenin son yazdığı şiir" dipnotu ile verilen "Ârzû-yı intihâr" manzumesi eserin son bölümünü oluşturmaktadır.
Şaire bu eserinde içe kapanık yönünü korumuş, kendi hayatındaki mevcut sıkıntıların verdiği kederlenmenin dışında başka bir temayı şiirine taşımamıştır. Sosyal içerikli şiirleri gazete ve mecmua sütunlarında kalırken, iç dünyasını eserlerinde işlemiştir. Feryâdlarım'da farklı bir tem olarak tek bir manzume vardır. Bu da gurbette olan birinin vatan özlemini anlatan "Dâii'l Vatan" dır. *
Feryâdlarım, Yaşar Nezihe'nin kaleminin iyice açıldığı, savaşların bitip kültürel hayatın yeniden toparlandığı bir devrede neşr edilmiştir. Bu yönü ile eser, birinci şiir kitabından kısmen daha fazla yankı uyandırmıştır.
1924     yılında Rifat Necdet’in yazdığı yazıdan soma, 1950'de Ferit Ragıp Tuncor'un Yaşar Nezihe'nin ikinci eseri ile ilgili bir makalesi Kadın Gazetesi'nde çıkar.  Şairenin:
"Gönlüm kedere, mihnete, alâma siperdir,
Gözden dökülen şam u seher, hûn-i ciğerdir;
Lâkin feleğin çevrine sabretme hünerdir,
Âlemde benim çektiğim kahr-ı beşerdir."
şeklinde başlayan şarkısı için şunları söyler:
"Ne samimi bir şarkı, ne dillerden düşürülmeyecek bir şikayet bestesidir bu.
O daima tanrısını düşünüyor, kendisine şu hayatta bir an için olsun güzel günler göstermesini arıyorsa da herşey boştur. Artık mukadderat onun yolunu çizmiştir."
İbrahim Halil Çelik Yaşar Nezihe Hanım Hayatı Sanatı Gazelleri adlı çalışmasında Feryâdlarım'ın farklı bir yöndeki yankısı üzerinde durur.
"Yaşar Nezihe'nin edebiyat çevrelerinde pek fazla tanındığını sanmıyoruz. Ancak belirli bir dönemin (1908-1925) arası şiirlerinin yayınlandığını kuvvetle tahmin ediyoruz. Bu tahminlerimiz o dönemin önemli editörlerinden biri olan Rifat Necdet'in bu şiir kitabına gösterdiği rağbetten kaynaklanıyor. Ancak Urfa yöresinde yaptığımız yakın çevre araştırmasında adına sık sık rastladık. "Gazelhânlık" geleneğini sürdüren kişilerin repertuarlarında önemli bir sayıda şairimizin şiiriyle karşılaştık. İstanbullu kadın bir şairin Urfa gibi uzak bir muhitte şöhret buluşu dikkatimizi çekti. "Nereden nereye?" dedik ve araştırmalarımız sonunda anladık ki, Urfalı gazelhânlardan birisi 1930'lu yıllarda askerlik yaptığı İstanbul'dan dönerken, Feryâdlarım adlı kitabı Urfa'ya getirmiş ve meşk meclislerinde divanı okumuş, diğer gazelhânların da beğenisini kazanmış ve şöhreti yayılmıştır."  Bu beğenilme ve şöhret buluş, İbrahim Halil Çelik'in Yaşar Nezihe Hanım üzerine -büyük ölçüde Feryâdlarım'dan yararlanarak- müstakil bir eser yazmasına neden olmuştur.
Feryâdlarım'ın ikinci baskısı latin harfleriyle Nizip (Gaziantep)'te yapılmıştır. Feryâdlarım'ın aynen yeni yazıya aktarılmasından ibaret olan bu çalışma, 1984 yılında yayımlanmıştır. Şiirlerin okunuşlarında tamlama eklerinin akuzatif eki gibi gösterilmesi eserin piyasadaki bir talebe cevap vermek maksadıyla hazırlandığı fikrini vermektedir. Bu yönüyle eserin 2. baskısı İlmî bir neşir olmaktan uzaktır. Meselâ:
"Şimdi etmekteyim arzû-yu memât
Bendeki sabra sebâta lanet"
şeklindeki kullanımlar okuyucunun seviyesini ortaya koyacak durumdadır. Gazeller bölümünde bu yanlışlık düzeltilmiş, tamlamalar kısmen doğru yazılmıştır. Bu doğru okumanın iki sebebi olabileceği kanaatindeyiz. Eserin "Gazeller" bölümü başka biri tarafından -Osmanhca metin okuma kuralım bilen- çevrildi ya da iyi bir musahhih tarafından gözden geçirildi. Bunların dışında "pinhân" pünhan, "künc-i gam" künc-ü gam, "nâle vü efgân" nâle u efgan şeklinde yanlış okumalar da mevcuttur.
Feryâdlarım'ın 1984'de Nizip'te yapılan neşrinde orjinalinden farklı olarak eserin sonuna eklenen lügatçe ve basımım yapan matbaa sahibi Mehmed
Sağlam'ın "Son söz" başlığını taşıyan açıklaması bulunmaktadır. Burada eserin tamamlanmasının 13 yıl sürdüğü, (1971-1984) tab esnasındaki eksikliklerin şairenin hayatındaki aksilikler gibi sürekli uzayıp bitmediği anlatılmaktadır. Yaşar Nezihe'nin Beyazıt'da kebabcılık yapan Urfalı Ömer'le mektuplaştığım öğrendiğimiz yazı şöyle devam etmekte "Bir ara İstanbul'da Beyazıt'da kebabçılık yapan Ömer isimli Urfalı bir hemşehrimizin şaireyle mektuplaştığını ve hayranı olan Ömer Bey'e kitabında neşredilmemiş bazı eserlerini yazdığını öğrenmiştik. İstanbul'da ziyaret ettiğimiz Ömer Bey bize şaireye olan hayranlığı dolayısıyla büyük bir ilgi göstermiş ve şairenin kendisine yazdığı mektupları severek vermişti. Fakat Arap harfleri ile yazıp tashihini yaptıktan sonra kaybetmemiz ve bugün yann buluruz ümidi ile beklememiz eseri geciktirdi. Bu arada kitabı basmakta olduğumuz duyulduğundan devamlı olarak sorulmaya başlandı. Nihayet bu devamlı taleplere dayanamadığımızdan Urfalı Ömer Bey'den aldığımız kısımları ileride ikinci baskıya koymaya karar vererek kitabı eski münderecâtı ile çıkarmış bulunuyoruz."
Gaziantep'in Nizip ilçesinde 1984 yılında ikinci baskısı yapılan Feryâdlanm'ın tesiri bu kadarla kalmamış, Urfa dolaylarındaki gazel meclislerinde Yaşar Nezihe'nin şiirleri sıkça okunmaya başlamıştır. Urfa belediye başkanı İbrahim Halil Çelik, İstanbullu kadın bir şairin şiirlerinin gördüğü bu ilgi üzerine bir araştırma yapmış ve bu araştırmasına Feryâdlarım'ın gazellerini incelediği çalışmayı da ekleyerek 1987'de "Yaşar Nezihe Hanım Hayatı, Sanatı, Gazelleri isminde bir eser yayınlamıştır.
Taha Toros Arşivi'nde Yaşar Nezihe Hanım'a ait dosyada üç Şiir Defteri bulunmaktadır. Bu defterlerden biri, Bir Deste Menekşe'nin el yazısı ile yazılmış oıjinal halidir. İkinci defter, şairenin takib edebildiği kadarı ile gazete ve dergilerde yayımlanan şiirlerini ve ayrıca gayri matbu dipnotlu birtakım şiirlerini içermektedir. Bu defterdeki kayıtların çok sağlıklı olmadığım araştırmalarımız neticesinde tesbit ettik.
Yaşar Nezihe Hamm'ın üçüncü defteri gayri matbu şiirlerini ihtiva etmektedir. Bu defterde 55 tane şiir bulunmaktadır. 1934'den 1942'ye kadar yazdığı şiirlerini bu defterde toplamış ve müstakil bir eser taslağı halinde düzenleyerek Taha Toros'a yayımlanması için teslim etmiştir. Biz de buradan hareketle, bu defteri "Şiir Defteri'' adıyla Yaşar Nezihe'nin üçüncü şiir kitabı olarak değerlendirdik.
Bu defterde bulunan şiirlerin büyük bir kısmı "Şarkı" nazım şeklinde yazılmıştır.
Tema olarak, oğlu Vedad'ın evlenmesi ile genişleyen ailesini şiirlerinde yoğun olarak işlemiştir. Yaşar Nezihe oğlu Vedad'ı, gelini ile sevgisini paylaşamaz. Huzursuzluklarım şiirlerinde anlatan şairenin neden böyle bir psikoloji içine düştüğünü "Benimdin" başlıklı şiirinde görmemiz mümkündür.
"Yavrum, emelim, gözbebeğim şûh-ı şenimdin
Hem gonca gülümdün benim hem yasemenimdin
Gülzâr-ı hayatımda gülen gül-dehenimdin
Şiddetle severdim seni sen sâde benimdin
Bir zâlimin oldun da esiri ne kazandın
Yıllarca yalan sözlerine kandın, inandın
Yakdın beni ateşlere kendin dahi yandın
Safvetle seviyordum seni evvelce benimdin
Yaşar Nezihe gelini Hasibe Hanım'la geçinemez. Bu geçimsizliğini anlatan şiirler son eserinde yoğunluk olarak diğer şiirlerden daha fazladır. Bu şiirlerde tipik bir gelin kaynana geçimsizliği vardır. Oğlu Vedad'ın eşine duyduğu sevgi, şairenin kendine duyduğu sevgiyi kaybetme endişesine
düşürmüştür. Nitekim olayları bu gözle görüp hayatında son vefasızlığı da oğlundan gördüğünü düşünmektedir. 
Gelmez geri geçmiş zamân
Geçmez ele ol nev-civân
Sen durma et âh u figân
Şeydâ gönül kan ağla kan
Yarin sana dâd etmedi
Birgün yazık şâd etmedi
Hicrandan azâd etmedi
Şeydâ gönül kan ağla kan
Hangi gecen nâr olmadı
Hangi günün zâr olmadı
Bahtın sana yâr olmadı
Şeydâ gönül kan ağla kan
Hicrân seni ta‘zîb eder
Aşk ateşini tahrîb eder
Bin derd u gam ta‘kîb eder
Şeydâ gönül kan ağla kan
Ömrün eder gamla güzâr
Eğlencen oldu âh u zâr
Ta haşre dek leyi u nehâr
Şeydâ gönül kan ağla kan
Nerdesin, ey sevgilim, nazlı nigârım nerdesin?
Nerdesin, zevkim sürürüm, gamküsânm nerdesin?
Nerdesin, ben firkatinle zâr u nizânm, nerdesin?
Nâlelerle, giryelerle demgüzânm nerdesin?
Nerdesin, gel, kalmadı sabrım, karârım, nerdesin?

Birgün elbet dünyâya kapanacak gözlerim
Bilemezsin ölümü ben ne kadar özledim
Ölüm geldiği zaman ne gam kalır, ne keder
Çekdiğim meşakkatler o gün pâyâna erer
Ne aşk kalır, ne sevdâ, ne de hicrân belâsı
Hitâma ermez aşkın ölümdür intihâsı
Şüphesiz işte o gün herşeyden kurtulurum
Ebedî bir uykuya dalar sükûn bulurum
Ne kalbimde helecân, ne de gözlerimde yaş
Toprak olur giderim böylece yavaş yavaş
Şu birkaç satir yazım sana olsun yâdigâr
Olamadım dünyâda bir dakîka bahtiyar
Altı yaşımda iken anasız öksüz kaldım
Meşakkatten, mihnetden, gamdan nasîbim aldım
Anasız yaşamanın acısını bilirim
Öksüzlerin önünde hürmetle eğilirim
Dilerim Allah'dan sen de mesud bahtiyâr ol
Tâli‘ yüzüne gülsün, bahtın sana olsun kul
En mesûd zamanında beni bir kerrecik an
O zaman mezarımda ruhum olur şâdumân
Yarın bir yuvan olur birkaç da bebeklerin
Öyle meşgûl eder ki seni gözbebeklerin
Senin de hatırından zaman ismimi siler
Unutulur şüphesiz en sevgili ölüler
Sana işte hediyye ediyorum resmimi
Türâb olan cismimi düşün de an ismini
Arada bir fâtihâ ruhuma gönderirsen
Ruhumu şâd edersin bu hediyyen ile sen
Annene okudukça bana da gönder emi
Yoksa helâl eylemem bu küçük hediyyemi
22 Eylül 1934
***
Dilim elemle doldu
Yüzüm kederle soldu
Otuz dokuz yıl oldu
O bî-vefâ görünmez
Hergün aldatılanlar
Mihnete atılanlar
Şâir yaratılanlar
Benim gibi sürünmez
***
Ağyâre ne bilmem ki meşâkk u mihenimden
Bin âh duyanm çıksa bir âhım dehenimden
Zevk almadım hayâtın bahârından yazından
Kara bahtım utansın saçımın beyâzından
*         Şimdiye kadar yazdığım şiirlerin en kıymetlisi bâlâdaki iki satırdır. Çok severim
Ben ölürsem gözünden bir damla yaş akmasın
Düşmanlarım yüzüne güle güle bakmasın
Üç günlük hayâtımı bana zehir ettiniz
Ulu Tanrı size de âhımı bırakmasın
Geçirdiğin köprüden sen de birgün geçersin
içirdiğin zehirden sen de birgün içersin
Ekdiğin tohumları gözyaşımla suladım
Yakında mahsûlünü fazlasıyla biçersin
Niçin kan ağlıyor kalbim sorup öğrenmedin zâlim
Perîşan derd-i hicrinle yazık günden güne hâlim
Seninle kendi ümidim, seninle kendi âmâlim
Perîşân derd-i hicrinle yazık günden güne hâlim
Gözümden dûr olup gitdin cihânda var mısın bilmem
Ben ağlarken beni sen de anar ağlar mısın bilmem
Unutdun mu beni ağyâre yoksa yâr mısın bilmem
Perîşân derd-i hicrinle yazık günden güne hâlim
Eylül 1935
Nikahlın boşamış, nişanlın kaçmış
Her erkek kalbine bin yara açmış
İyi metâ‘ olsan bize kalmazdın
Mâzîsi bahtından karanlık kadın
Bu temiz hayâta alışamadın
Sen vefâ gördükçe azdıkça azdın
Sâyemde bir yuva sâhibi oldun
Bir refîk-i hayât bir evlâd buldun
Gine bilmem neden kuyumu kazdın
Sanma benim âhım sana kalacak
Yaradan âhımı senden alacak
Sen kara yazını elinle yazdın
Feleğe ne yaptım da yuvamı yıkdı
Herkes figânımdan usandı bıkdı
Her kimi sevdimse vefâsız çıkdı
Bulamadım sana benzeyen gibi
Sana da tâli‘in cefâ eder mi
Senin de nasîbin girye keder mi
Senin de her günün gamla geçer mi
Yoksa bedbaht mısın sen de ben gibi
Bana yâr olmadı bu baht-ı zâlim
Perîşân oluyor gün güne hâlim
Gittikçe artıyor hüzn ü melâlim
Dünyâ nazarımda bir medfen gibi
Yani Kocalarıma
Siz benim aşk bağımda bir gonca güldünüz
Bir zaman ellerimde kıvrılıp büküldünüz
Sonra gözyaşlanma uzaklardan güldünüz
Hicrân rüzgârlarıyla soldunuz döküldünüz
Bir zaman bahtım gibi siz de bana yârdınız
Hazânı hatınma gelmeyen bahârdınız
Gülersem gülerdiniz ağlarsam ağlardınız
Belki elemlerimle birkaç gün üzüldünüz
Daha dün ayağımın dibinde süründünüz
Beni aldatmak için bir şekle büründünüz
Birbirinizden rahîm, vefâlı göründünüz
Sahte gözyaşlarıyla rûhuma süzüldünüz
Bir zamanlar hepiniz de sevgiye muhtaçtınız
Ortada sebep yokken darıldınız kaçtınız
Kalbime derin derin ne yaralar açtınız
Bugün yaşasanız da benim için öldünüz
En sonra hepiniz de merhametsiz çıkdmız
Aşkımdan usandınız gözyaşımdan bıkdınız
Sizi seven bir kalbi temelinden yıkdınız
Benden uzaklaşdınız mâzîye gömüldünüz
Haydi uğurlar olsun gidiniz birer birer
Yolunuz açık olsun vefâsız sevgililer
Bana da lânet olsun sizi anarsam eğer
Kalbimden ebediyen kopdunuz söküldünüz
7 Mart 1936
Hangi gün ol bî-vefâyı yâd edip anmaz gönül
Hangi gün hicrân ile feryâd edip yanmaz gönül
Âşinâ-yı derd-i aşkım doğduğum günden beri
Şeme pervâne misâli yanmağa konmaz gönül
Yılların bâr-ı meşâkı cismimim etti harâb
Zerredir enkâz-ı vücûd altında yaslanmaz gönül
Mâcerâdan mâcerâya koşmak hep zevkim benim
İhtiyar oldum fakat çok gençdir uslanmaz gönül
Zülf-i yâre bend olur yıllarca eyler âh u zâr
En kavî bağ-ı esaretlerle bağlanmaz gönül
Rûyumu görmek ümîdi olmasa ol dilberim
Mihnet-i dehre Nezîhâ yoksa katlanmaz gönül
22 Haziran 1936
Neyleyim vaad-i vefâ-yı yâre aldandın gönül
Kendine ol bî-vefâyı yâr olur sandın gönül
Bir tarafdan kahr-ı ağyâr, bir tarafdan cevr-i yâr
Bir tarafdan da felek zulm etti katlandın gönül
Hep sevenler güldüler, şâd oldular kâm aldılar
Sen ise yıllarca nâr-ı hasretle yandın gönül
Her vefasızdan derin bir yâre aldın da yine
Ne ferâgat eyledin aşkdan, ne uslandın gönül
Ben dedikçe dön geri, çıkmaz bu sevdânın yolu
Sen niçin bilmem ki hızlandıkça hızlandın gönül.
20 Haziran 1936
Kaderin elinden zehir içerek
Ağlaya ağlaya cihâna geldim
Ömrümün bahân yazı geçerek
Sürüne sürüne hazâna geldim
Cefâdan usanmaz bu baht-ı zâlim
Bin kerre ağlatır bir kerre gülsem
Az daha yaşarsam ne olur hâlim
Ömrümün kışım görmeden ölsem
Bahârı çiçeksiz yazı güneşsiz
Geçen bu hayâtı istemiyorum
Hazâm da geçti neşesiz eşsiz
Bari kış gelmeden ölsem diyorum
10       Nisan 1937
Gönül zevk almıyor gülden semenden
Cüdâyım çünkü ol gonca dehenden
Yazık kurtulamadım derd u mihenden
Cüdâyım çünkü ol gonca dehenden
Yüzüm gülse içim kan ağlamakta
Derûnum derd-i hasret dağlamakda
Ben coşdum sirişkim çağlamakda
Cüdayım çünkü ol gonca dehenden
18 Temmuz 1937
Ben canımdan bıkmışım cânâna minnet eylemem
Derd ile âlüdeyim Lokman'a minnet eylemem
Zehir içip, gam yerim hân-ı tahassürde müdâm
Bir kuru ekmek için nâdâna minnet eylemem
Ben ki taht-ı aşka câlis bir hükümdarım
Kimseden etmem hazer sultâna minnet eylemem
Kâinâtın varı indimde benim bir zerredir
Ben değil sade cihâna câna minnet eylemem
27 Temmuz 1936
Bu minnethânede gam-dîdeyim bir gamküsârım yok
Ümîdim bâğ-ı virân oldu goncam yok hezânm yok
Geçer yıllar o yâr-i bî-vefânın rûyunu görmem
Bu hasret câna yetdi gayrı sabrım yok karârım yok
Bana zehr-i elemdir sunduğun her kadeh sâkî
Nasıl gönlüm şen olsun çünkü mecliste nigânm yok
Nücûm u mihr u mâhı gözlerim zulmetde görmekde
Benim herkes gibi dünyâda leylim yok nehânm yok
Cihan bî-zâr olursa varsın olsun âh u zâtımdan
Firâk-ı yâr ile ağlamakdan başka kârım yok
Ölürsem kimse bulmaz şüphesiz kabr-i Nezîhâ'yı
Ne bedbahtım başımda bir kırık seng-i mezânm yok
25 Temmuz 1936
Dîvâneden beterim bend-i zülf-i yâr olalı
Cihânı görmüyor gamla demgüzâr olalı
Ne ben nefes alabildim kenâr-ı cûya vanp
Ne bir çiçek kopanp kokladım bahâr olalı
Ne gülde var gözüm artık, ne gülşene bakarım
Sînem cerîha-i hicranla lâle-zâr olalı
Anılmaz oldu adı gayri Kays u Ferhâd'ın
Benim melâl u gamım halka âşikâr olalı
Nezihe gamla elemle tebâh oldun gittin
O bî-vefâ gidip ağyâre gamküsâr olah
18 Temmuz 1937
Ey bahâr ızürâb-ı kalbimden
Bî-haber gibi gülersin sen
Gülme karşımda şimdi şen değilim
Dil-i harâbım o eski ben değilim
O perî gözlerimden oldu nihân
Bana lazım değil safâ-yı cihân
Sevdiğim gitdi kırk bahâr oldu
Belki bir ismi yok mezar oldu
Beklerim beklerim o yâr gelmez
Bana cânânsız hiç bahâr gelmez
Açılırken çiçeklerin yer yer
Niye gönlüm garîk-i hüzn ü keder
Niye çeşmânım ağlamakda müdâm
Niye inler bu kalb-i pür-âlâm
Niye cânâna intizâr ederim
Böyle yıllarca âh u zâr ederim
Dilde derd-i firâk-ı yâr bitmez
Bitdi ömrüm bu intizâr bitmez
Sen gelirsin niçin o yâr gelmez
Bana cânânsız hiçbir bahâr gelmez
Açılırken çiçekler yer yer
Yeter gönlüm garîk-i hüsran u keder
Yeter çeşmânım ağlamakla müdâm
Yeter inler bu kalb-i pür-âlâm
Yeter cânân intizâr ederim
Böyle yıllarca âh u zâr ederim
Gam içinde sürüklenirken hayât
Yaşamak isterim yeter heyhât
Her demim ıztırâb içinde geçer
Böyle geçdi uzun uzun seneler
Bazı da ıztırâbım haddi aşar
Onu görmek ümîdi dilde yaşar
Gözlerim yaşlı gönlüm hep küskün
Böyle ferdâyı beklerim her gün
Sanırım lütf edip kader gülecek
Ansızın sevdiğim çekip gelecek
Geçdi beyhûde intizârla hayât
Bir gelen yok ne beklerim heyhât
Gülme gülme bahâr, hande nisâr
Beni yıllarca böyle zâr u nizâr
Eyleyen ifdrâk-ı cânândır
Gülme gönlüm garîk-i hüsrandır
Gülme gülme akarken eşk-i terim
Gülme şimdi dîvâneden beterim
Ey bahâr gülme dilde var elemim
Nerede bilmem âh! O gonca femim
Gözyaşım dinmiyor ve dinmiyecek
Ebedî çekdiğim bililmeyecek
Ona meçhûl bugün nasıl zânm
Ne de ben ondan âh! haberdârım
Sen gülerken bahâr câzibedâr
Dilde yüz bin ceriha var ki kanar
Geliyor hâtıra geçen demler
Neş'emizden kaçardı mâtemler
Handemizden alırdı hisse bahâr
Kâinât şendi biz de şen şâdân
Gezinirdik kenâr-ı deryada
Hiç getirmezdik hasreti yâda
Lebimizden taşardı şevk u ümîd
Şebimiz bir kadirdi rûzumuz ‘îd
O zaman tâli‘im de yârdı bana
Her hazân mevsimi bahardı bana
Onu benden ayırdı tâli‘-i şûm
Her baharım hazân gibi mağmûm
Şimdi nezdimde olsa sevgili yâr
Açılır dilde bir bahâr-ı mesâr
Ne gülüm var ne gülşenim heyhât
Nerde nezdimdeki nedîm-i hayât
Nerde var şimdi âşinâ-yı gamım
Gelir mi gelme çünkü pür-elemim
Bülbülün sustuğu işte zânm ben
Âh feryâdlar dem-güzânm ben
İsterim hep çiçekler solsun
Bu güzelliklerin fenâ bulsun
Kâinât hüzn ü gamla örtülsün
Bana karşı ne bir çiçek gülsün
Nerde kuşlar terennüm etsinler
Sâkin-i şen deryâda gitsinler
Sen de gam girye ona yakılıp dökül
Yoksa git şen olan gönüllere gül
Neşe vermez çimen çiçek gülbin
Sanki karşımda güllerin gülerdin
Elemler ederler istihzâ
Ey bahâr güllerinle gülme bana
9        Mayıs 1932
Kalbimden keder, elem, gam, ıztırâb taşıyor
Öyle sanıyorum ki ölümüm yaklaşıyor
Yüzünü göremeden gözlerim kapanacak
Gelmedin görünmedin, sormadın aramadın
Benim beyaz saçlarımı elinle taramadın
Rûhum mahşere kadar işte buna yanacak
Vücûdumun bir elem yığınından farkı yok
Sana yıllardan beri söylenecek derdim çok
Öyle derdler ki bunlar söylenmez bir sırdaşa
Omuzuna dayasam bu tâli4 siz başımı
Ben ağlasam, sen silsen gözden akan yaşımı
Ah seninle bir kerre kalabilsem başbaşa
Sen nerdesin, nerde geçen o tatlı günler
Bana arkadaş oldu te'essürler, hüzünler
Senden ayn düşeü gözyaşlarını dinmedi
Kırk bahâr kırk yaz geçti bu aşkın üzerinden
Herkes sevinç duyarken baharın günlerinden
Benim yüzüm gülmedi, yüreğim sevinmedi
Bu hasret ömrüm gibi uzadıkça uzadı
Ne dünyanın lezzeti, ne yaşamın tadı
Kalmadı da bu ömrü niçin sürüklüyorum
Senin hasretin bana neler yazdırdı neler
Hep seni düşünmekle geçdi uzun seneler
Hala da gözyaşımla yolunu bekliyorum
11       Ağustos 1937
Ettimse yeter mihnet-i devrâna tahammül
Artık edemem firkat-i cânâna tahammül
Öldürdü beni şiddet-i hicrâna tahammül
Artık edemem firkat-i cânâna tahammül
Yıllarca hayâliyle avundum oyalandım
Sevdim de onu sönmeyen ateşlere yandım
Lutf etse, ölüm gelse hayâtımdan usandım
Artık edemem firkat-i cânâna tahammül
Yıkdığın kalbime ta‘miıe şitâb eylemedin
Bana bir kerre nüvâzişle hitâb eylemedin
Seni yıllarca anıp ağladım ey bî-insâf
Çekdiğim çile-i hicrânı hesap eylemedin
Bana nisbet yine ağyâr ile gezdin tozdun
Düşünüp vaadini Hak'dan da hicâp eylemedin
Şu benim hâl-i perîşânıma eller acıdı
Sen sorup hâlimi tahfîf-i azâb eylemedin
Ne zaman gözyaşımı dindirip ettin beni şâd
Hangi gün bağrımı hicrimle kebâb eylemedin
Hangi rûzumu ettin bana zâlim rûşen
Hangi bir leylimi bî-râhat u hâb eylemedin
Kabrimin otlan bî-şübhe şehâdet eyler
Ben desem de beni aşkınla türâb eylemedin
28       Ağustos 1937
Bu hasret ciğerimde onulmaz yara oldu
Evvel parlayan bahtım şimdi kapkara oldu
Tatlı geçen günlerim acı bir hâtıra oldu
Gam ıztırâb içinde gençliğim geçdi gitdi
Her elem şöyle dursun, hasret cana yetdi
Senelerce ağladım başıma vura vura
Saçlanm beyaz oldu zihnimi yora yora
Kırk yıldır bulamadım izini sora sora
Gam ıztırâb içinde gençliğim geçdi gitdi
Her elem şöyle dursun, hasret cana yetdi
Onu kırk yıl içinde bir kerre göremedim
Ayağının tozuna yüzümü süremedim
Bu hicrân defterini bir türlü düremedim
Gam ıztırâb içinde gençliğim geçdi gitdi
Her elem şöyle dursun, hasret cana yetdi
20 Ağustos 1937
Kaderimden, bahtımdan hakkım yok şikâyete
Hayâtının gülmeyen bir ananın kızıyım
Ölümle gamlarım erse de nihâyete
Beni tanıyanların kalblerinde sızıyım
Nâleler âfâkı sarmış
Lâleler güller kızarmış
Arza cennet indi sandım
Neşve-i feyz-i bahârmış
Zâr eden gamlı hezârmış
Sînesi pür-zahm-ı hârmış
Görmemiş gülden vefâ  hiç
Ol sebebten nâlekârmış
Bâd eser zülfün tararmış
Duyduğum bû-yı nigârmış
Ben yanarken hasreti ile
Sevdiğim ağyâre varmış
Hazanda
Sonra güller haksârmış
Goncalar solmuş sararmış
Kırk bahânm gamla geçdi
Bu ne bitmez intizârmış
Bir zaman bahtım da yârdı
Yâr yanımda gamküsârdı
Her gecem pür-zevk geçerdi
Her günüm pür-nevbahârdı
Şimdi gamla zâr u zâtım
Gitdi elden çünkü yârim
Kalmadı sabrım karârım
Ağlamak hasretle kârım
Seneler hasretle geçer gider de
Halâ kaderimden vefâ beklerim
Çâre yok derler de şendeki derde
Yine tabiblerden vefâ beklerim
Yıllar hayâlini gözümden silmez
Çekdiğim azâbı kimseler bilmez
Gün geçer bu hasret artar eksilmez
Vallâhi ölümden rehâ beklerim
25 Kanûn-i sânî 1938
*         Bir tokat vurdu felek haddimi bildirdi bana
Senelerce gözümün yaşını sildirdi bana
Gülşen-i hüsnünde bir gamlı hezâr ettin beni
Gül yüzün göstermedin pür-zahm-ı hâr ettin beni
Kadrini bilmezleri ettin garîk-i iltifât
Ya neden künc-i elemde zâr u zâr ettin beni
Etmemişken ser-fürû âlemde hiçbir kimseye
Râh-ı aşkında nihâyet haksâr ettin beni
Görme çok feryâdımı ey sâhb-i ârâm-ı dil
Dâğ-ı hicranınla zâlim dâğdâr ettin beni
Kalmadı aşk-ı Neziha'dan haberdâr olmayan
En nihâyet şâir-i şöhret-şiâr etlin beni
20 Kânun-i sânî 1938
Gamlı gönlüm ne yazık bir kerre şen olmadı şen
Ey bahâr gülme ki şâd eyliyemezsin beni sen
Bu nihâyetsiz elem, girye, keder bende iken
Ey bahâr gülme bu yıl güldüremezsin beni sen
Bana nâlem yetişir dinliyemem bülbülünü
Kanlı yâre gibi görmedeyim her gülünü
Koklamam yerlere döksen de bütün sünbülünü
Ey bahâr gülme bu yıl ağlatıyorsun beni sen
1 Nisan 1938
Ne yüzünü okşadım, ne saçım taradım
Kırık emellerimle seni kırk yıl aradım
Kırk uzun sene geçdi, kırk elemli gün gibi
Sen yanımda olaydın gülerdi elbet yüzüm
Neşelerle geçerdi her gecem gündüzüm
Hayâtımın her demi belki bir düğün gibi
Sen gittin ben yalnızım bu hicrân yollarında
Kimbilir kimler uyur her gece kollarında
Bana elini sıkmak bile nasip olmadı
Herkes sevdi, sevildi, ben sevdim sevilmedim
Dünyâda sevişmenin ne olduğunu bilmedim
Ömrüm nihâyet buldu çileciğim dolmadı
1 Nisan 1938
Başda bir şûhun ezelden bitmeyen sevdâsı var
Dîdeden dûr olmayan bir vech-i müstesnâsı var
Yalnız bir ben miyim üftâdesi ol goncanın
Gülşen-i hüsnünde yüz bin bülbül-i şeydâsı var
Bezl-i lutf eyler demâdem kadrini bilmezlere
Âşıka cevr u cefâsı, nâz u istiğnâsı var
Kays-veş tuttumsa sahrâ-yı cünûnu gam değil
Boyunca olmuş kemend çünkü saç-ı Leylâsı var
Ey Neziha etme şekvâ tâli'in birgün güler
Bu şeb-i hicrân biter elbet bunun ferdâsı var
1 Nisan 1938
Yazık bu genç yaşında saçlanna ak düşdü
Niçin senden saadet bu kadar uzak düşdü
Kalbimin şefkatini az gördün de kendine
Neyleyim tâli‘ine vefâsız kucak düşdü
Şöyle kendine göre bir eş bulup seçmedin
Bir güzelin elinden bir soğuk su içmedin
Bin çiçekli yol varken hiçbirinden geçmedin
Tuttuğun yol ne yazık büsbütün çorak düşdü
Kadrini bilmezlerin elinde heder oldun
Ezildin hırpalandın bin kahra siper oldun
Benliğini unutdun böyle derbeder oldun
Baharından elime bir kuru yaprak düşdü
Çekdiğini düşündüm kana kana ağladım
Çekdiğimi unutdum gine sana ağladım
Bu gece uzun uzun yana yana ağladım
Gözyaşlarını göğsüme ne kadar sıcak düşdü
Bir hazan yeli esdi hayâtımın bağında
Güllerim hırpalandı canavar tırnağında
Gülmedim gençliğinin en coşkun bir çağında
Yüzüne baka baka bana ağlamak düşdü
6 Nisan 1938
Ne gözümün yaşına lutf edip silen oldu
Ne perîşân hâlimi bir sorup bilen oldu
Ne bir haber getiren, ne de bir gelen oldu
Ümidimi kesmedim geleceksin sanarak
Ettiğin yeminlere beyhûde aldanarak
Kırk uzun sene buldu hasretinle yanarak
Yediğim zehr oldu, giydiğim kefen oldu
Ne gençlikte güldüm, ne de orta çağımda
Bir tebessüm göımedi kimseler dudağımda
Bin zahmetle yavrumu büyüttüm kucağımda
Onun da genç yaşında zihnini çelen oldu
Hayâtımda bir lahza müsterih olamadım
Bu hicrân yarasına bir devâ bulamadım
Ömrüm nihâyet buldu gamdan kurtulamadım
Ne bir gün yüzüm güldü, ne de gönlüm şen oldu
Kırk bahâr geldi geçdi gamlı bir hazân gibi
Bülbüllerin sesini dinledim figân gibi
Meğer bir acı yokmuş cihânda hicrân gibi
Bu yıl da sensiz güller gözüme diken oldu
14 Mayıs 1938
Derd-i hicrinle haıâb oldu tenim
Yok mu rahmin bana gonca-dehenim
Bitmedi gitti meşâkım mihenim
Yok mu rahmin bana gonca-dehenim
Beni aşkınla perîşân ettin
Cevr u nâzınla da çok incittin
Sonra da böyle bırakdın gittin
Yok mu rahmin bana gonca-dehenin
14 Mayıs 1938
Gülşen-i hüsnünde oldum bir gülün pür-zahm-ı hâr
Ötme bülbül dilden yüz bin yâre-i hicrân kanar
Ben de bir gam-dîdeyim etmekteyim feryâd u zâr
Ötme bülbül dilde yüz bin yâre-i hicrân kanar
Sen sükût et ben sana feryâdı ta‘lîm eyleyim
Çekdiğim derd u gamı, âlâmı bir bir söyleyim
Ben hazânımda bahân bağzân neyleyim
Ötme bülbül dilde yüzbin yâre-i hicrân kanar
Sen gülünle hemdem oldun ben cüdâ-yı yâr iken
Güllerinden, gülşeninden âlemin bî-zâr iken
Ötme Allah aşkına hüznüm, melalim var iken
Ötme bülbül dilde yüzbin yâre-i hicrân var
2 Haziran 1938
Ağla dil gül mevsimi geçdi yine
Susdu bülbül çökdü kasvet gülşene
Çek hicrânı bu yıl da sînene
Susdu bülbül çökdü kasvet gülşene
Durmadı vaadinde hayfâ ol nigâr
İntizârla geçdi eyyâm-ı bahâr
Sûziş-i nâlemle güller târumâr
Susdu bülbül çökdü kasvet gülşene
14 Temmuz 1938
Bir onulmaz yara aldım ben o çeşm-i karadan
Kati' ümîd etti hayfâ ki etibbâ çâreden
Öyle bî-zânm ki feryâd-ı dil-i sadpâreden
Ölmeyince kurtuluş yokdur bana bu yâreden
Ben nasıl feryâd u zâr etmem harâb oldum harâb
Her dakîka çekdiğim bin bir elem binbir azâb
Al da Yârâb canımı bitsin bu derd-i ıztırâb
Ölmeyince kurtuluş yokdur bana bu yâreden
17 Temmuz 1938
Vaadine cânânın aldandın gönül
Sönmeyen ateşlere yandın gönül
Hasrete yıllarca katlandın gönül
Herkesi kendin gibi sandın gönül
Neyleyim pek gâfil avlandın gönül
Bî-vefâ bir yâr için oldun heder
Her belâya kendini ettin siper
Âh u zârla etmede ömrün güzer
Herkesi kendin gibi sandın gönül
Neyleyim pek gâfil avlandın gönül
Sen bana bir lahza rahât vermedin
Kâinâtı çeşmime göstermedin
Haklısın çünkü murâdına ermedin
Herkesi kendin gibi sandın gönül
Neyleyim pek gâfil avlandın gönül
2 Teşrin-i evvel 1938
Hastasın muhtâc-ı dermansın gönül
Sen esîr-i derd-i hicrânsm gönül
Tâ ezelden çünkü vîrânsın gönül
Zâr u nâlânsın, perîşânsın gönül
Gamdan, hicrândan rehâyâb olmadın
Pençesinden mihnetin kurtulmadın
Ağladın, yandın, sükûnet bulmadın
Zâr u nâlânsın, perîşânsın gönül
3 Teşrin-i evvel 1938
Düşdü bir zâlim u hunhâre gönül
Tîğ-ı hicrân ile pür-yâre gönül
Yandı beyhüde yazık nâre gönül
Bakmaz artık güle gülzâre gönül
Gül için oldu esir hâre gönül
Katlanır cevr ile azâra gönül
Söylemez hâlini ağyâre gönül
Bulamaz derdine bir çâre gönül
Bakmaz artık güle gülzâre gönül
Gül için oldu esir hâre gönül
27 Teşrin-i evvel 1938
Ey benim dîvâne gönlüm
Neşeye bîgâne gönlüm
Dalmışım ummana gönlüm
Ağla yana yana gönlüm
Çâre yok hicrâne gönlüm
Oldu yar, ağyâra yârin 
Gitdi elden ihtiyarın
Kalmadı sabrım karârım
Ağla yana yana gönlüm
Çâre yok hicrâne gönlüm
Birdenbire kopdu o çözülmez sıkı bağlar
Çekdi araya perde-i firkat yüce dağlar
Bir haste-i aşkım ne bilir hâlimi sağlar
Gittin gideli âteş-i hasret dili dağlar
Andıkça geçen demleri ruhum da kan ağlar
-Vedâd'a-
Yavrum, emelim, gözbebeğim şûh-ı şenimdin
Hem gonca gülümdün benim hem yâsemenimdin
Gülzâr-ı hayâtımda gülen, gül-dehenimden
Şiddetle severdim seni, sen sade benimdin
Bir zâlimin oldun da esiri ne kazandın
Yıllarca yalan sözlerine kandın, inandın
Yakdın beni ateşlere, kendin dahi yandın
Safvetle severdim seni evvelce benimdin 
Ak düşdü siyâh saçlarına derd u elemle
Aylar seneler geçdi yazık kahr-ı sitemle
Gün günden harâb olmadasın mihnet u gamla
Şefkatle severdim seni, evvelce benimdin
Zâlim dilerim kahr u elemle heder olsun
Hakk'ın okuna sîne-i şahtı siper olsun
Ben şimdi harâbım o da benden beter olsun
Hürmetle severdim seni evvelce benimdin
27 Teşrin-i evvel 1941
Renc u mihnetden ifâkat yok bana
Neyleyim dünyâda rahat yok bana
Anladım gamdan selâmet yok bana
Neyleyim dünyâda rahat yok bana
Bin cefâ icâd eder zâlim felek
Şimdi kârım ağlamak âh eylemek
Tâ ezeldenmiş nasibim gülmemek
Neyleyim dünyâda rahat yok bana
7 Teşrin-i sânî 1941
22 Mart pazar 1942
Yine mektubun geldi sanma ki memnun oldum
Gözlerim yaşla doldu, kalben de mahzûn oldum
Yine bugünlerde çok canın sıkılıyormuş
Sanki dünya başına çöküp yıkılıyormuş
Bu neden bilir inisin tahammülün tükenmiş
Fakat ne çâre yavrum bunlar senin çilenmiş
Ben de senden beş beter bir halde yaşıyorum
Kendi metânetime kendim de şaşıyorum
Sen de yavrum metin ol bunların hepsi geçer
İnsan bazen kaderin elinden zehir içer
Ben kaderin elinden her an zehir içerim
Sözlerim zehirlidir zehir dolu içerim
Ben herkesin elinden ne zehirler içmişim
Dünyadan nefret etmiş, herşeyden vazgeçmişim
Sana şeker sunamam bu zehir çanağından
Zehirlenirsin yavrum öpersem yanağından
Gözümün yaşı bile zehir olmuş akıyor
Yüzüme damladıkça yanağımı yakıyor
Pûlad mıyım, taş mıyım, demir mi, mermer miyim
Ben senin hasretinle kahr olmak ister miyim
Fakat elden ne gelir kaderin cilvesi bu
Hasta olsam gelip de veren yok bir yudum su
Allah'a mütevekkil her derdi çekiyorum
Kaderime küserek boynumu büküyorum
Bu sanki kader değil, bir ejder, bir canavar
Bilir miyim gelecek günlerimde neler var
Her gün başka bir elem cismimi yıpratıyor
Bugünüm dünkü gamlı günümü aratıyor
Dün daha biraz şendim, bugün daha bedbahtım
Hergün bir başka acı tattırır bana bahtım
Lanet olsun bahtım, tâliime, kadere
Bu güldürmeyen kader benimle geçsin yere
Ölmek bahtiyârlıkdır, fakat ölemiyorum
Birgün şâd olmuyor, birgün gülemiyorum
Ulu Allah'ım sana iyi günler göstersin
Sen de birgün gülmedin, sen de gülmek istersin
Her elemli günlerin neşeü günü vardır
Tâlî‘ bazen insana düşmandır, bazı yârdır
Dünyâ böyle yavrum, dün güneşli bir gündü
Bahâr geldi sanarak herkes güldü, düğündü
Kuşlar ötüşüyordu, kuzular meliyordu
Yerden semâya kadar sürür yükseliyordu
Birdenbire kış geldi bahara çekdi perde
Bu mektubu yazarken bir karış kar var yerde
Sobada odun dolu kahkahamız mükemmel
Boğazımı sıkıyor kocaman bir demir el
Hangi neşeli güne güleriz deli gibi
Senin felâketin mi gülmenin sebebi
İçimden hepsine, gülmez olun diyorum
Onlar böyle gülerken ben kendimi yiyorum
Anana onlar gibi hissiz bir tâş olaydı
Yakdı bizi tarhana bari âş olaydı
Altındaki yatağın bâri kat kat olaydı
Tepdi bizi bir eşek bâri at olaydı
Bu saatde baldızın, karın oğlun yatakda
Başka türlü muhabbet kaynamakta kanında
Dudakların gülmüyor, görüyor seziyorum
Seni esir gördükçe canımdan beziyorum
Zavallı kayınbaba, seni aldatıyorlar
Seni düşünmüyorlar kaygısız yaşıyorlar
Onlar öyle insan ki uykusunda yok delik
Sana değil dünyâya onlar vermez metelik
Yapma te'essürlere sen de aldanıyorsun
Ananı bir duygusuz, bir hissiz sanıyorsun
Adın hınbıl, enâyi, budala, eşek, sersem, yalancı
Yalancı oluyorum ben doğruyu söylesem
Benim çekdiklerimi ulu Allah'ım bilir
Sen de şâhid olursun bunlara zaman gelir
Seni düşünüyorum içerim yana yana
Odamda ağlıyorum her gece kana kana
Allah'a yalvarırım arşa açık ellerim
Yavrumu ver Yarabbi diye niyâz eylerim
Allah diye haykmr feryâd eder dururum
Bu tâü‘siz başıma yumruklar vururum
Ben böyle inliyorum kaderin pençesinde
Onlar kendi zevkinde kendi eğlencesinde
Sen zannediyorsun ki lütfuna kanan ağlar
Ağlarsa anan ağlar, gerisi yalan ağlar
Yarın ikinci defa dünyâya geleceksin
Belki evvelki gibi kadrini bileceksin
Samatya'daki evde biz ne mesûd insandık
Bugün her ikimiz de yalan sözlere kandık
Bizi gâfil avladı fellâhın kızı
Bulutlarla örtüldü ümidimin yıldızı
Kimbilir belki bugün taş başına değmişdir
Yıllarca anacığın sana boyun eğmişdir.
Belki anam diyerek beni avutacaksın
Belki elemlerimi biraz uyutacaksın
Belki sâyende yine yuvamı kuracağım
Belki torba boynumda dilenip duracağım
Belki de evinizden sokağa atılırım
Kendim gibi bedbahtlar bulurum katılırım
Kim bilir neler çekip ve neler göreceğim
Kim bilir ne acıklı bir ömür süreceğim
Belki ellere uyup yine kuduracaksın
Yine sol yanağıma bir sille vuracaksın
Bu sefer dişlerim yok dudağım paralanmaz
Sanma ki bu hallere ciğerim paralanmaz
Yine para verirken sened isteyeceksin
Başıma dikilerek "sened ver" diyeceksin
Yine karşımda zerre haline geleceksin
Yine ellere uyup böyle küçüleceksin
Bunlar benim kalbimde ne onulmaz yaradır
Senin kabahatin yok benim bahtım karadır
Bunları sana yavrum öğretenler kör olsun
Bizi birbirimizden ayıran Hak'dan bulsun
Seni elimden alan zâlimlere kinim var
Ben dua edeceğim hitâm-ı ömre kadar
Bana hor bakanların iki gözü kör olsun
Rahat huzur bulmasın, ulu Allah'tan bulsun
Şüphesiz benim âhım onlara kalmayacak
Sanma ki ulu Tanrı âhımı almayacak
Onlar değil mi benim hakkımı unutanlar
Onlar değil mi benim kanımı kurutanlar
Onlar değil mi benim servetimi alanlar
Onlar değil mi benim hazînemi çalanlar
Onlar değil mi beni kimsesiz bırakanlar
Onlar değil mi benim ciğerimi yakanlar
Onlar değil mi beni perîşân eyleyenler
Herkese aleyhimde türlü söz söyleyenler
Yine onlar değil mi sâyemde insan olan
Sâyemde evlad bulan, sâyemde koca bulan
Sevmedim sevemedim bu hissiz mahlûkları
Onlar değil mi atan kalbime bu oklan
Şimdi felâketinde saâdet arıyorlar
"Ananı at" diyorlar sana yalvarıyorlar
Bir lokma ekmeği bana çok görüyorlar
İki alçak bir olup üstüme yürüyorlar
Bereket analığım bir gün şâhit oldu
Ciğeri paralandı, gözü yaşlarla doldu
Sanki onlar çalıştı bu mertebeyi buldun
Sanki bu alçakların sa‘yiyle adam oldun
Seni karın mı yontdu sivrilip oldun kazık
Ananın emekleri ber-hevâ oldu yazık
Ne kaynana olaydım ne de Yalçın'a nine
Böyle yanmıyacaktım içimden sine sine
Ben gine çalışaydım, sen bir çocuk kalaydın
Bir handenle gâmımı kederimi alaydın
Büyüdün de ne oldu göğe mi erdi başın
Dokuz yıl birikdirsem göl olurdu göz yaşım
Dünyâda hâinlikde eşi yok bir karın var
Ne izzet-i nefsin var, yazık ne vekârın var
Ona fedâ etmedik yalnız bir hayâtın kaldı
Bütün mâlik olduğun şeyleri senden aldı
Bir de şu diken olan anan ortadan kalksa
Bâri bir saat evvel olsun ne olacaksa
Allah'tan korkma yavrum, benden çekinme söyle
Artık devam edemez bu şekil hayât böyle
Ölümü göze aldım intihâr edeceğim
İçinizden sessizce çekilip gideceğim
Siz de rahat olunuz, ben de rahât olayım
Bâri makberde olsun biraz sükûn bulayım
Tanrıya emânet ol gözlerinden öperim
Senin için Allah'dan saâdetler dilerim
Sözlerime darılma hakikatler acıdır
Bir evlâd ne de olsa ananın baş tâcıdır
Benim şendin refâhım, medâr-ı iftihârım
Benim şendin ümîdim, enîsim gamküsânm
Seni benden aldılar bugün senden cüdâyım
Sen aşkına fedâsın ben sana fedâyım
Ni'metin köpeklerin iliğine işledi
Senden kuvvet aldıkça onlar beni dişledi
Beni tepelemekle şükran borcu öderler
Sana da "bize annen neler yapıyor" derler
Ben ne yapabilirim bu it sürülerine
Onlar neler yaparlar kabahatli ben gine
Bir Allah var ki görür haklıyı ve haksızı
Başıma belâ oldu yezîd-fellâhın kızı
Yakamıza yapışdı seviyesi düşükler
Merhametsizce bizi ademlere sürükler
Onlar şeytana bile pabucu ters giydirir
Ne vakûr insanlara onlar boyun eğdirir
Seni benden aldılar karşıdan bakıyorum
Ben bütün haklarımı Hakk'a bırakıyorum
Not: Vedâd ihtiyâtî zâbiti iken bir yolsuzluk yüzünden tevkifhaneye düşdü. Muhâkemesi sekiz ay sürdü. Sekiz ay sonra berat etdi. Bu mektubu ona yazmışdım. Evdekiler de o zaman bana ne zulümler ne cefâlar etdiler. Âh çok bedbaht bir anayım ben.
Vedâd'a
Künc-i mihnetde ederken ben enîn
Sen bu hâle bak da yavrum gül, sevin
Açdığın zahm-ı derûn işler derin
Sen bu hâle bak da yavrum gül, sevin
Bir tarafdan senin yok zerre vefâ
Bir tarafdan ta‘lîm eyler cefâ
Gördüğüm zulm u hakaret dâimâ
Sen bu hâle bak da yavrum gül, sevin
Ben ezelden çünkü bahtı karayım
Çeşmimi giryân, sînesi pür-yâreyim
Gör yuvamda ben nasıl bî-çâreyim
Sen bu hâle bak da yavrum gül, sevin
El gibi yanmakdasın feryâdıma
Birgün olsun gelmedin imdâdıma
Hep sebeb sensin benim berbâdıma
Sen bu hâle bak da yavrum gül, sevin
Senin oldun mihnete kahra siper
Gün-be-gün olmakdasın benden beter
Bî-hayırsın,bî-hayırsın, bî-hayır
Sen bu hâle bak da yavrum gül, sevin
Derd u gamla ömrün ettim tebâh
Çekdiğim âlâma şahiddir Allâh
Gün gelir sen edersin âh u zâr
Sen bu hâle bak da yavrum gül, sevin
Maskeli haydûdlann kurbanısın
Enînlerimin şâhidisin hayranısın
Annenin de derd-i bî-pâyânısın
Sen bu hâle bak da yavrum gül, sevin
20 Ağustos 1942
Issız geceler nâle-i feryâdımı dinler
Gönlüm gam-ı hasretle kırık ney gibi inler
Kâr etmedi cânâne yazık âh u enînler
Kadem-i feleğin cevr u cefâsıyla büküldü
Gözyaşlanm hep cevr u cefâsıyla büküldü
Ne yâr bana rahm etdi, ne bahtım bana güldü
Gönlüm gam-ı hasretle kırık ney gibi inler
10 Temmuz 1942
Neyledim bilmem bedbaht zâlime
Koymadı birgün beni öz hâlime
Kimseler rahm etmez eşkâlime
Ağlanm güldürmeyen ikbâlime
Nizanm bakdıkça istikbâlime
Ömrüm etti gamla mihnetle güzâr
Olmadım dünyâda birgün bahtiyâr
Kalmışım künc-i elemde zâr u zâr
Ağlanm güldürmeyen ikbâlime
Nizanm bakdıkça istikbâlime
12 Temmuz 1942
Yâdınla harâbım acaba nerdesin ey yar
Görmem yüzünü sevdiğim aylar, seneler var
Hicrinle kan ağlattı beni tâli‘-i gaddar
Görmem yüzünü sevdiğim aylar seneler var
Mehtâba nücûma bu gece hep seni sordum
Siz söyleyiniz sevgili yâr nerde diyordum
Andım o geçen demleri çok zihnimi yordum
Görmem yüzünü sevdiğim aylar seneler var
Herşey seni söyler bana güller kelebekler
Yâd ettirir her yerde seni türlü çiçekler
Bir âşık-ı mihnet-zede hâlâ seni bekler
Görmem yüzünü sevdiğim aylar seneler var
25 Haziran 1942
Aşkın ne yazık gönüle derd u elem oldu
Hicrânın ise sineme zahm-ı sitem oldu
Yâdında tesellî yerine girye gam oldu
Bir nîm-i nigâhın bana lutf u kerem oldu
Hembezm-i safâsın yine ellerle nigânm
Ben derd u firâkınla niçin zâr u nizânm
Atf-ı nazar et hâlim bî-sabr u karârım
Bir nîm-i nigâhın bana lutf u kerem oldu
26 Haziran 1942
Vedâd'a
Benim değil git ellerin hâlini sor şimdin sonra
Gitdi nâmusun, şerefin rahat ol şimdin sonra
İster döğün, ister haykır, ister kudur şimdin sonra
ister isen yumruklarla başına vur şimdin sonra
Buna sebeb diye zihnini yor şimdin sonra
Geçdi evvelki şen günler var ağla düşün sonra
İnsanlardan göreceksin vefâ budur şimdin sonra
Benim ilk aşkım içimde ne derin yaradır
Saçlarım bembeyaz oldu yine bahtım karadır
Hele ayrıldığımız gün ne hazîn hâtıradır
Saçlarım bembeyaz oldu yine bahtım karadır
Ömrümün geçdi hiç bir günü handan olarak
Geçdi aylar seneler hicrinle giryân olarak
Böyle bin türlü elemler perîşân olarak
Saçlarım bembeyaz oldu yine bahtım karadır
16 Eylül 1942
Büküyor boynumu zâlim kaderim
Döküyor gözlerim hûn-ı ciğerim
Gamdan âzâde değil dertli serim
Döküyor gözlerim hûn-ı ciğerim
Yok gözüm yaşını kimse silenim
Ne de var hâlimi hayfâ bilenim
Hemdemim girye midir sâde benim
Döküyor gözlerim hûn-ı ciğerim
17 Eylül 1942
Vedâd'a
Gözüm yok âlemin zevk u safâsında bahânn
Gözüm yok güllerinde, gülşeninde, lâlezânnda
Gönül şâd olmadı gitti ne leylinden, nehânndan
Harâb oldu vücûdum bir gülün binlerce hânndan
Ben ağlarken gözümden kıymeti düşdü bahânn da
Gözümde güller ağlar,gülşen ağlar, cûybâr ağlar
Cüdâ düştüm gülümden hâlime şimdi hezâr ağlar
Benim bu gamlı gönlüm durmayıp leyi u nehâr ağlar
Harâb oldu vücûdum bir gülün binlerce hânndan
Ben ağlarken gözümden kıymeti düşdü hezânn da
Dün gönül aşk yolundan
Bir tutan yok kolundan
Niçin düşdün bu yola
Niçin kul oldun kula
Kadermiş ne çâre
Düşmek vefâsız yâre
Kahr olmak harâb olmak
Aşk yolunda yorulmak
Dağ tepe aşıyorsun
Sanma ulaşıyorsun
Vefâsız sevgiline
Yok bir geçen eline
Elemden gamdan başka
Lanet et böyle aşka
Severek bir vefasızı
O bir gönül hırsızı
İffeti? aldıkaçdı
Kalbine yara açdı
Kırk yıldır yaraların
İşliyor derin derin
Niye dönmezsin geri
Hep gidersin ileri
Korkulu aşkın yolu
Uçurum sağı solu
Şafaklarında renk yok
Kuşlarında ahenk yok
Gülü sünbülü simli
Bülbülleri elemli
Elemli ötüyorlar
Seni ürkütüyorlar
Bu yolun güneşi yok
Bu gecenin eşi yok
Burda herkes tek gider
Feryâd ederek gider
Tâli‘siz başı vardır
Gözünde yaşı vardır
Çekdiğini bilmezler
Gözyaşını silmezler
Seçip sevilmeyendir
Saadet bilmeyendir
Hep düştün bu yola
Saçım yola yola
Pişmân olmuşdur
Saranp solmuşdur
Gecesi mâhitâbsız
Bir demi yok ‘azâbsız
Parlamaz yıldızları
Bu yolun genç kızları
Sonra bana dönerler
Bir parlar bir sönerler
Ben de parladım söndüm
Mâtemlere büründüm
Henüz bir genç kız iken
Bu yola düşdüm erken
Kırk yıldır yürüyorum
Hergün ilerliyorum
Durmadan dinlenmeden
Gülmeden eğlenmeden
Aşk yolu böyle sonsuz
Nasıl yaşarım onsuz
Soran yok bunu bana
Kül oldum yana yana
Gamdan rehâ bulmadım
Ölmeden kurtulmadım
Aşkın yoluna düşen
Âşıklar olamaz şen
Gamlı gönlüm dön geri
Aşk yolunda sersen
Gezmekten ne kazandın
Sönmez ateşe yandın
Ezildin hırpalandın
Kırıldın parçalandın
Bir vefâsız yâr için
Ağladın için için
Gözyaşların dinmedi
Gönlün hiç sevinmedi
Kırk bahâr, kırk yaz oldu
Saçların beyâz oldu
Bu yol bükdü belini
Tutmadılar elini
Gülmedi birgün yüzün
Hem gecen, hem gündüzün
Simsiyâh geçdi gitdi
Hasret cânına yetdi
Sen gidersin yol uzar
Sonu bir gamlı mezâr
O mezârı bir bulsan
Ölmeden kurtulsan
Ne gam kalır, ne keder
Bu hasret elbet biter
Ne aşkın iştikâsı
Ne de hicrân belâsı
Hepsi bulur nihâyet
Ölmek büyük saâdet
30 Ağustos 1937

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar