Print Friendly and PDF

YEŞU-İBNÜ’L İNSAN-ÂDEM OĞLU- İSA-YESU



Yuşa (veya Yeşu) (İbranice: יְהוֹשֻׁעַ Yehoşua; Yunanca: ησος İsa ile aynı; Latince: Josue veya Jesus; Arapça: يشع بن نون Yuşa ibn Nun), Tanah’a göre Musa’nın ölümünden sonra İsrailoğullarının lideriydi

Yesu’a komik bir vakadan bahsediyor. Yedi kardeş, birbirinin ardınca, biri ölünce öteki hep, ayni kadınla evleniyor, hiç birinin de zürriyeti olmuyor; nihayet sırası gelip kadın da ölüyor ve öbür dünyada yedi kocasına da rast geliyor.
Şimdi bu kadın kıyamette ol yediden hangisinin zevcesi olur?
Çünkü bu dünyada iken cümlesinin zevcesi olmuştu?
Cevap bekliyorlar, onlarla birlikte mabette geçen her münazaranın etrafında bulunması caiz olan dinleyicilerin halkası da bekliyor. Yesu, kadını her kime ait gösterirse göstersin, meseleyi öyle bir biçimde sormuşlar ki verilecek her hangi bir cevap zarurî olarak gülünç gözükecektir, her halde bu yedi kardeşten altısı zararlı çıkacaktır. Yesu gülmüyor, diyor ki:
« Kitapları ve Allah’ın kudretini bilmediğinizden dalâlettesiniz.
Zira kıyamette ne evlenmek, ne de evlendirmek vardır; ancak Allah’ın semadaki melekleri gibidirler.
Amma ölülerin kıyamı hususunda Allah tarafından size: ben İbrahim’in Allah’ı ve İshak’ın Allah’ı ve Yakup’un Allah’ıyım buyurulan kelâmı okumadınız mı? Allah ölülerin değil ancak hayatta olanların Allah’ıdır. »

Tevrat uleması Yesu’a hayretle bakıyor, içlerinden bazdan bu laik adamın Mukaddes Kitabı bu kadar derin bir bilgi ile kavramış olmasına meftun kalıyor, fakat hepsi de susuyor. Şimdi sevinmek sırası Ferisîlerindir, çünkü peygamber onların rakiplerini yenmiş. Denebilir ki daha şimdiden iki fırka arasında bir müsabaka başlamış. Yesu’un sukutuna hangisi sebebiyet verecek? Bu defa Ferisîler ona yalnız bir tek haham gönderip bir tek sual sordurtuyorlar; şeriat erbabından olan bu adam ona:
«Ya muallim! Şeriatta emirlerin hangisi büyüktür?» diyor.
«Ey İsrail dinle: Allah’nınız Rab, Rabbı vahittir.
Birinci emir budur. Ve Allah’ın olan Rabbi bütün kalbinden ve bütün canından ve bütün fikrinden ve bütün kuvvetinden sevesin.
Ve buna benzer ikincisi şudur ki komşunu kendin gibi sevesin. Bunlardan büyük diğer bir emir yoktur.»

Haham bu cevap üzerine hayrette kalıyor, müphem bir surette hissediyor ki eski itikatla Yesu’un yeni tefsiri bu iki cümlenin içinde alın alına çarpışıyor; haham bunu zihninde tartıyor, vazifesini filân unutuyor ve hayran bir eda ile ona diyor ki: «Ey muallim, hakikat üzre söyledin. » Sonra Yesu’un sözlerini tekrar ediyor ve:
« Bu cümle mahrakalardan ve zebihalardan eyidir» sözünü ilâve etmeğe kadar da varıyor. Fakat Yesu da bu sesin sulhcü edasını duyunca kendisini uzlaşıcı gösteriyor ve « Sen Allah’ın melekûtundan uzak değilsin » diyor.
iki ayrı âlem böylece bir an birbirine yaklaşıyor. Fakat dostları kendilerine bu fıkrayı nakledince Ferisîler: şu halde onu tuzağa düşürmek imkânsız mıdır? diyorlar. Ya onu, bütün günahlıları korumak üzere cümle günahlılara şamil olur gibi gözüken iyiliği ile duzağa düşürsek diye yeni baştan birbirlerine soruyorlar. İçlerinden birinin aklına derhal bir fikir geliyor. O gece bir kadın zinada görülüp basılmış, şehrin yarısı sade bundan bahsedip duruyor, işte peygambere bu karıyı götürmeli. Kim bilir? Belki de önü temize çıkarmağa kadar da varır? Şu halde, adam gönderip mahpus kadını aratıyorlar, bu müddet zarfında onu da araştırmağa koyuluyorlar. Onu aşağıdaki avlulardan birinde, mabedin içine geçit veren on dört basamağın ayak ucunda şakirdleri ile birlikte kumlar üzerine oturmuş buluyorlar. Kendisini ta buralarda bile rahatsız etmeğe, şaşırtmağa gelen kalabalığı görünce Yesu, aklanmış gözlerini kaldırıyor, zira bir kadın mevzuu bahs olunca daima böyle boş gezer takımının müsabaka edercesine büyük bir tehalükü vardır. Onun gözleri bu kadın kimdir diye soruyor ve kadına daha dikkatlice bakıyor. Kadını getiren adam ona diyor ki:
« Ya muallim! Bu kadın irtikâbı zina fiilinde tutuldu, Musa şeriatta bize böyle kimselerin recmolunmasmı emretti. Sen ne dersin ? »
Yesu, kadını suçlu çıkarana bakmaktan ziyade kadına bakmış. Adam ona kötü niyetli görünmüş, kadın ise hüzünle ve mahcuplukla dolu görünmüş. Yesu, cevap olarak kalbinin kendine emrettiği şeyi söyleyecek mi?
Kalabalığın içinde acaba bir tek kimse var mıdır ki onun ne demek istediğini anlasın?
O zaman bütün bakışların kendi üzerine dikildiğini görünce Yesu, gözlerini yere eğiyor, kumdan gözlerini ayırmıyor ve parmağı ile kuma suretler çizmeğe başlıyor. Meraklılar birbirlerine bakışıyorlar ve bu hareketin manası nedir diye birbirlerine soruyorlar, bekliyorlar, bekliyorlar, en sonunda ondan bir defa daha bu hususta fikrinin ne olduğunu soruyorlar. Yesu tekrar gözlerini kaldırıyor ve günahlı kadının müdafaasını üzerine alamadığı, bununla beraber pişmanlığı da iptila derecesinde sevdiği, gösteriş eden ve ittihamda bulunan faziletten de nefret ettiği cihetle, suçlu çıkaranların kalbine hafif ve boğuk bir sesle şöyle hitap ediyor:
Sonra kendisi de utanmış gibi, başını yeniden yere eğiyor ve kum üzerine yazı yazmağa devam ediyor.
Onun sözleri hiç bir vakit o andaki kadar derin bir tesir husule getirmemiştir.
Celile’deki vaızlarının tövbe ettirdiği kimselerden bir çoğu ona geldiydi. Dine ve ahlâka uymayan sanatlarından vazgeçmiş gümrükçüler geldidi, onu görünce hicabından ve huşuundan ağlamağa başlayan bir fahişe geldi, Mecdelli ( Madeline ) ondan yeni bir sevgi öğrendidi, daha bıı sabah bir haham yenildiğini itiraf etti ve ona hak verdiidi. Fakat şu anda onun o tatlı sözü, hotbinliklerine güvenerek günahlı kadını mahpus tutan ve ölüme sevketmek isteyenlerden çoğunun yüreğine işliyor. Onun sözünü işitiyorlar, her biri kendinde cezasını görmedik ve mağfiretini anlamadık bir kabahat keşfediyor, daha hiç bir kimse taşı kaldıracak kadar kendini kuvvetli hissetmiyor… Birdenbire kadını salıveriyorlar, ve güya içlerinden her biri ötekilerden saklanmak istiyormuş gibi geri dönüp gidiyorlar, peygamber de günahlı kadının karşısında yapa yalnız kalıyor.
O zaman ayağa kalkıyor, ona sorgu soruyor, sorarken de cevabını gene kendi veriyor, zira zeminin boşaldığına işaret eden hareketi şu manayı anlatıyor ki kendi suçluluklarını bilenlerin hepsi ortadan çekilip gitmiştir. Yesu:
«Ey kadın, o davacıların nerededir. Hiç biri aleyhine hükmetmedi mi?» diyor.
Kurtulan günahlı kadın, cevabında: «Hiç biri, Efendi» diyor.
0 zaman Yesu, kadının karşısında yeni izzet ve vekarını unutuyor, kendinin Mesih olduğuna dair olan şuuru bir an sönüyor, kendisini bütün ötekiler gibi âdem oğlu = ibnülinsan olarak hissediyor ve iki manalılığı örtülü kalan şu sözü söylüyor:
«O halde ben dahi aleyhine hükmetmem. Git. artık günah işleme» diyor.
Sh:249-254
Ferisîler kelâmın neticesi kendi haklarında bir tecavüz olur ümidi ile: « Birincisi » diye cevap veriyorlar, imdi kelâmın neticesi zaten orada, Yesu, o kızgınlıkla hücuma geçiyor ve kuvvetli bir sesle şöyle haykırıyor.
« Hakikaten size derim ki gümrükçüler ile fahişeler Allah’ın melekûtuna sizden evvel girerler. Zira Yahya size salâh tarikinde geldi amma ona inanmadınız. Gümrükçüler ve fahişeler ise ona inandılar! » diye haykırıyor.
Sh:242
Kâhinlerin takımı içinden çıkan bir ses: «Çarmıha ger!» diye bağırıyor. Bütün o meydan ve sokaklar «Çarmıha ger!» yaygarasını basıyor. Ve binlerce ses te, tıpkı ötekiler gibi: « Çarmıha ger! » diye uluyor, fakat neyin nesi olduğunu bilmeksizin uluyor. Halk her vakit böyle bağıra gelmiştir, iki bin yıl sonra da gene böyle bağıracaktır. Fakat Pilatus kalabalığı son bir defa olmak üzere bir daha deniyor: «Ya ne kötülük işlemiştir?» diye soruyor. O zaman, en aklı erenlerden biri ona şu cevabı veriyor :
Sh:307
Çarpışmanın başlangıcı budur.
Nasıl etsinler de onu tutsunlar, onu neresinden yakalasınlar?
Şayet onun bugün günahkârların sofrasına oturmak hoşuna gider, yarın da halk, sinagogda, ondan vaaz isterse, bunlar ona zıt koşup mümanaat edemezler. Bu adam o tehlikeli mücedditlerden biridir ki işe önceleri uzaklardan, kişilerin serhadlerinden. köylerden, fakir kimseler nezdinden başlarlar; oralarda hiç bir mezhep heyeti çıkıp ta bunlardan kelâmlarının sebebini sormaz. Bu adam, zenginler aleyhine söz söylemeğe kadar da varmamış mı? Sanki zenginlik te bir günah imiş gibi… Yahya da işe bundan başka türlü başlamış değildi, ve şayet Hirodes onu kilit altına alıp ta emniyette tutmamış olsaydı o adam boyuna göz altında bulundurulacak kimselerdir, Yesu’u da, yapacağını yapmağa bırakmaktan başka çare yok. Kendi vaazlarını git gide gene kendi vaazları ile tekzip ederek kendi sözüne kendi saplandıkça, elbet gün gelecektir ki Tevrat’a karşı hata işleyecektir. O zaman, yakasına yapışılabilir!
Bir sebt günü Yesu, şakirdleri ile beraber ekinler arasından geçiyor; aylardan mayıs ayı, ekinler olmuş. Delikanlılar acıkmış olmakla, bir taraftan yürüye dursunlar, bir yandan da başaklan koparıp taneleri yemeğe başlıyorlar. Dine mugayir bu kafileyi tecessüs etmek için boyuna ardına düşen iki Ferisi, güya onlara tesadüfen rastlıyor. Onlara bu işledikleri şey sebt günü helâl mıdır? diye soruyor. Filhakika sebt, bu kavmin mukaddes büyük müessesesidir, onun batıla inanan itikadı tabiatı dahi kösteklemeğe kadar da varır, boyuna akmayan kaynaklara sabia eder. İmdi halka halkın dilini, hahamlara da Mukaddes Kitabın dilini konuşan Yesu, zihninde derhal o vaziyete ait ve münasip fıkrayı buluyor: « Davud’un kendisi ile beraber bulunanlarla acıktığı zaman ne yaptığını okudunuz mu? Nasıl beytullaha girip, yemesi kendisine ve kendisi ile beraber olanlara değil, ancak yalnız kâhinlere helâl olan huzur ekmeklerini ( yüz ekmekleri ) yedi?… İnsan sebt günü için değil, ancak sebt günü insan için oldu. İmdi ibnül insan ( âdem oğlu ) sebt gününün dahi sahibidir » diyor. İki Ferisi, birbirlerine korku ve haşyetle bakışıyorlar, bu adam sebt gününe küfretmiş !
Bir kaç vakit sonra, muallime bir kötürüm getiriyorlar. Halk çok birikmiş olduğu için şakirdleri onun yanına varamadıklarından döşeği, evine götürüyorlar. İmdi marazda günah gören Yesu, hastaya: « Oğlum, cesaretlen. Günahların sana affolundu» diyor. 0 zaman, orada bulunan ulemanın: «Ne için bu kimse böyle küfrediyor? Yalnız Allah’tan gayri günahlar affetmeğe kim kadirdir » diye içlerinden bir düşünce geçiyor. Fakat Yesu, bunların içinden geçen düşünceyi keşfediyor, zira onun bakışları, kendine düşman olanları halkın arasından daima ona buldurup meydana çıkartıyor, ve Yesu’ keskin bir sesle onlara şu karşılıkta bulunuyor:
« Ne için kalplerinizde fena şeyler düşünüyorsunuz ? Hangisi kolaydır! Kötürüme günahların sana affolundu demesi mi, yoksa kalk, yatağını kaldır ve gez demesi mi? » Ve onun bakışının mıknatısı altında hasta, yerinden kalkıyor, yatağını kaldırıyor ve evine gidiyor.
Seyredenlerin cümlesi korku ve mahcupluk içinde kalıyorlar. Aralarından hiç kimse çıkıp ta içindeki meserreti muallime haykıra haykıra söylemeğe cüret edemiyor; seyirciler âdeta inme inmiş gibi dona kalıyorlar.
Allah’a hamdediyorlar: «Bu gün acip şeyler gördük» diyorlar. Ferisîlere gelince, bir defa evlerine girip te kapılarını kapayınca, hırslanıyorlar, galeyana geliyorlar, kollarını göğe doğru kaldırıyorlar: « Allah’a küfretti! Günahları bağışladı! Ölüme müstahik oldu! » diyorlar.
Fakat bunu henüz daha alenen yüksek sesle söylemeğe cüret edemiyorlar. Filhakika millet onu seviyor, hem de kudretli payitahttan bu kadar uzakta olan şu galeyanlı Celile’de rehberlik eden bir adamın yakasına yapışmak o kadar kolay bir iş değildir. Şimdilik muvakkaten, yeni Rabbi kadınları vazifelerinden saptırıyor diye bir dedikodu yapmakla iktifa ediyorlar. Fakat o zaman o da, cesaret ve kuvvet bularak, o vakte kadar tabiat ve mizacının kendisine emretmiş olduğu şeyin zıttına olmak üzere harekete geçmeğe başlıyor: kendini müdafaa etmek için hücuma geçiyor. Doğrusunu söylemek lâzım gelirse o, önce bu hücumu ancak temsil şekli altında yapıyor. Diyor ki: İki âdem dua etmeğe heykele ( mabede ) çıktı; biri Ferisi ve diğeri gümrükçü idi. Ferisi durup kendi kendine bu veçhile düa eyledi: « Ya Allah, sana şükrederim ki ben sair adamlar gibi kapıcı, nahak ve zinakâr ve yahut şu gömrükçü gibi dahi değilim. Haftada iki defa oruç tutup bütün iradımın öşrünü veririm. » Gümrükçü ise uzaktan durup gözlerini bile göğe kaldırmak istemez idi, amma göğsüne vurup: « Ya Allah, ben günahkâra mağfiret kıl» dedi. Her kes birbirinden:
acaba muallim bu kıssadan ne hisse çıkaracak, günahlıyı mı müdafaa edecek diye soruyor. « Şimdi, size derim ki o birinden ise bu, tebrir olunmuş olarak hanesine indi. Zira her kim ki kendini yükseltir ise alçaklanacak ve her kim ki kendini alçaklatır ise yükselecektir. »
Az zaman sonra bütün Celile biliyor ki bu Nasıraîı, ulemanın ve Ferisîlerin düşmanıdır. Gene az zaman sonra, bunun böyle olduğu, emniyetli adamları sayesinde Melekûtullahta zuhur eden bütün mücedditleri gözetleten Orşelim’deki büyük meclis tarafından da haber alınıyor. Büyük meclis: onun peşini bırakmıyan ve onu iğvaya sevkedin » emrini istar ediyor. Ferisîlerden biri de onu bir yemeğe davet ediyor. Yesu, bu adamın evine gidiyor. Yemek yerlerken kapı açılıyor; içeri genç bir güzel kadın giriyor. Bu kadın aşifte ve günahkâr olup şehirde kendisini herkes tanıyor. Kadın, günahlıları seven rahîm ve şefik bir Rabbi’den bahsedildiğini işitmiş. Cümle âlem o kadınla ya alay ediyor ve ya ki onu kovuyor, onun için kadın da çoktanberidir Rabbi’nin bir ev içinde küçük bir refakat zümresi ile bulunacağı anı gözlüyor. Acaba nasd eder de onun hoşuna giderim diye düşünüyor, aklına hiç bir şey gelmiyor, ancak paraya karşılık sattığı aşkı esnasında tenine sürdüğü hoş kokulu yağ geliyor.
İmdi kadın Yesu’u sofrada görüyor, bütün öteki adamların o sert bakışları arasında onun o tatlı bakışları kadına itidalini kaybettiriyor. Kadın kendini tutamıyor, onun ayaklarına kapanıyor ve ağlamağa başlıyor. Ve o şaşkınlık içinde, Rabbî’nin çıplak ayaklarını gözyaşları ile ıslatıyor, her kesin dili tutulup susa kalıyor, kimse onun imdadına yetişmiyor; şaşıra kalmış kadın bir bez arıyor, ve her vakit erkeklerin aklını çelmek için kullandığı saçlarından başka bir şey bulamıyor. O zaman, onun ayaklarını saçları ile silerek hıçkıra hıçkıra ihtiraslı buselerle öpmeğe başlıyor. Sonra şişesini alarak titrek elleri ile Yesu’un ayaklarını « hoş rayihalı yağla » yağlıyor, gözlerini yere eğiyor, zira Yesu’un yüzüne bakmağa cüret edemiyor.
Ev sahibi öfkeleniyor, kendi kendine: « Eğer bu kimse peygamber olsa idi kendine dokunan kadının kim ve ne makule olduğunu bilir idi, zira günahkârdır» diyor. Yesu, bu adamın ne düşündüğünü seziyor, hiç âdeti olmıyan taarruza geçmeğe hazırlanıyor. « Sem’un » ( Simon ) sana bir söyliyeceğim var » diyor.
O dahi: « Ya muallim söyle » diyor.
O zaman Yesu, bir alacaklının iki borçlusu olup bunların ödeyecek bir şeyleri olmamakla alacaklarını, biri büyük, biri küçük olan o borçları her ikisine de bağışladığı meselini uydurup söyleyor. Sonra: « Onlardan hangisi daha ziyade sevecektir » diye soruyor.
Ev sahibi Sem’un: « Zannederim ol daha ziyade bağışladığı kimse » diye cevap veriyor.
Yesu dahi: « Doğru hüküm verdin » cevabında bulunuyor, ve sofranın üstünden geçen, sofrayı kaplayan sesi sakin kalıyor. Sonra nazarlarını ayak ucunda duran kadına doğru eğiyor ve gene Sem’una çevirerek diyor ki:
« Bu kadını görüyor musun? Ben senin hanene geldim, ayaklarım için su vermedin; bu ise ayaklarımı gözyaşları ile ıslatıp başının saçı ile sildi. Sen beni öpmedin, bu ise ben içeri girelidenberi ayaklarımı öpmekten fariğ olmadı. Sen başımı zeytin yağı ile yağlamadın, bu ise ayaklarımı hoş rayihalı yağla yağladı. Buna binaen sana derim ki günahları çok olduğu halde affolundu, zira çok sevdi. Lâkin az affolunan kimse az sever. »

Ve sofranın etrafına yayılmış olan davetliler bu dinsizin kelâmlarrını duyunca dona kalıp taş kesiliyorlar. Duydukları dehşet ve nefret onlardan, cevap vermek hassasını nezediyor. Odanın içinde güya sade kendileri varmış gibi yalnız kalan peygamberle günahlı kadın, temas ile, öpücükle, saçlarla, gözyaşları ile ve sevgi sözleri ile bir an birbirlerine bağlı ve birleşmiş kalıyorlar. O, her bir erkeğin sahip olmuş olduğu kadın; bu, ömründe kadın nedir hiç bilmemiş erkek. Ve asırlar asrı tekrar edilecek yeni bir kelâm, bilinmedik bir gölün kıyısında, dünya dalgasından uzak bir tacirin evinde usulca çınlayıp aksetmiş, şimdi küçük odanın sessizliği içinde ihtizaz ediyor.
Sonra erkek, kadına yardım edip yerden kaldırıyor, ona usulca:
« Günahların sana affolundu. İmanın seni kurtardı. Selâmetle git» diyor.
Kadın çıkıp gitti, fakat tekrar geri gelip onun yanında kaldı. O, Mecdel ( Magda ) den, ruhu daima yenileşip tazelenen arzu odları ile yanıp tutuşarak gelmişti. Bu yabancı adamın önünde ağlamamış mı idi?
Elini güzelliğine uzatıp saldırmaksızın şimdiye kadar hiç bir kimse böyle tatlı ve şefkatli söz söylemiş mi idi?
O, tükenmiş bitmişti, bu ise onu elinden tutup kaldırdı; illete müptelâ ruhunu bir hekim gibi yatıştırıp sağladı. İmdi kadın, bu adamın ardından günlerce, bir yıl ayrılmayıp gittikten sonra o esrarlı tabiatının perdesi arasından, hiç bir kimsenin keşfedememiş olduğu şeyi görmesini bildi: feragat. Bu kadın, onu bütün şakirdlerinden daha eyi anladı, çünkü daha önceleri, hiç seçmez ve ayırdetmez nefsi emarenin, tabiî şevkin donuk ve karanlık dalgasında saikına sallana yalnız o yaşamıştı, ve çünkü onun yüreği, âdeta çıldırma derecelerinde çarpmıştı.
Onun içindir ki ileride bütün şakirdleri Yesu u bırakıp kaçtığı zaman, çarmıhın ayak ucunda gene o Mecdelli ( Madeleine ) Meryem kalacak, ayrılıp gitmiyecektir.
Sh:147-153

Şûra azasından biri gelip te Roma âdetine göre ölünün, dostlarına ve hısım akrabalarına ait olan cesedini Pilatus’tan istediği ve eşraftan olan bu zat kendisinin de peygamberin mezhebinden olduğunu söylediği vakit Pilatus: Ya, hemence ölmüş mü? diye soruyor. Fakat Yesu’un sade bir kaç saat içinde haçın üstünde tamami ile öldüğünü ancak yüzbaşı gelip te kendisine tekit ettikten sonradır ki vali öteki gerilmişlerin ölmelerini tacil için inciklerini kırdıkları gibi bunun inciklerini kırmamalarına müsaade gösteriyor. Zira yarın sebt günüdür, onun için her şey daha önceden bitirilmelidir.
Başka bir kimse gelip te işin içine karışmasın diye bu yabancı ile bir de kadınlar Yesu’u haçtan alelacele indiriyorlar. Hemen bir sedye, bir de beyaz keten alıp çabucak bu zatın, şehir kapılarından dışarıda sahip olduğu bir bahçede kayanın içine kendisi için son zamanlarda kazdırmış olduğu yep yeni kabre gidiyorlar. Sebt bittikten sonra onu mezhebin bütün ayinlerine göre gömecekler, bu gün lâzım gelen şey sadece kâhinlerin istihkak davasına kalkışmalarına mani olmaktır, onun için sanki bir kaçış yolu üzerinde imişler gibi acele ediyorlar. Hoş koku, belsem filân yok; kabir girintisinin önüne koca bir taş yuvarlamakla iktifa ediyorlar, zira işte ilk yıldız artık beliriyor, işe ancak sebtten sonra devam edilebilecek.

Ertesi akşam kadınlar hoş kokular ve belsemler alarak tekrar geliyorlar, ve Mecdelli Meryem vakti ile Yesu’un dirisini nasıl hoş kokulu yağlarla yağladı ise ölüsünü de öyle yağlamak istiyor. Fakat koca lahit taşını kim yerinden kıpırdatabilecek? O civarlarda da bir tek adam bile görülmüyor! Bununla beraber bahçenin onu dün yerleştirdikleri yerine vardıklarında görüyorlar ki taş yerinden oynatılmış, ceset te artık orada değil!
Olan biten şeyi bütün Orşelin daha hemen ertesi gün haber alıyor. Birbirini nakzeder yüzlerce şayia şehirde ağızdan ağıza gezip gidiyor. Bazıları Pilatus öldürülsün diye emir verdikten sonra pişman olmuş: cesedi kahretmış ve başka yere gömdürmüş diye rivayet ediyorlar.
Diğer bir kısmı da halkın gözünün önünden bir sanemi yok etmek için bunu kâhinler böyle yaptı diyor.
Üçüncü biri çıkıp diyor ki bu işi yapan bahçıvandır, çünkü beklenenlerin hepsinin gidip gelmesi adamın bahçesini berbat ederdi.
Bir dördüncüsü yağma maksadı ile ekseriya mezarlara hürmetsizlik gösteren ayak takımını cürümdü çıkarıyor.
Bir beşincisi diyor ki haçın üstünde daha şimdiye kadar böyle sade üç saat içinde bir kimsenin öldüğü vaki olmuş şey değildir: onu dalgın baygınlığından uyarmışlar ve kurtarıp gitmişlerdir.
Kâhinler Pilatus’un nezdine gidiyorlar; onun bu teseyyübünü tazir ediyorlar ve gururlu peygamberin cesedini alıp götürmeleri için şakirdlere müsaade ettiğinden dolayı sayısız ve sonsuz can sıkıcı şeyler vukua geleceğini ona daha önceden haber veriyorlar: «Ve şimdi halka diyeceklerdir ki ölülerden kıyam etmiş » diyorlar.
Bununla beraber kadınlar, vakti ile onu sevmiş olan kadınlar, o vecitleri içinde, ölülerden kıyam etmiş olan Yesu’u gerçekten diri olarak gördüklerine inandılar.
Sh:319-321
Kaynak: Emil Ludwig, Adem Oğlu- Bir Peygamberin Tarihi, Tercüme Eden : Ruşen Eşref, DEVLET MATBAASI ,1929, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar