YEŞU-İBNÜ’L İNSAN-ÂDEM OĞLU- İSA-YESU
Yuşa (veya Yeşu) (İbranice: יְהוֹשֻׁעַ Yehoşua; Yunanca: Ἰησοῦς İsa ile
aynı; Latince: Josue veya Jesus; Arapça: يشع بن نون Yuşa ibn Nun), Tanah’a göre Musa’nın ölümünden sonra
İsrailoğullarının lideriydi
Yesu’a komik bir vakadan bahsediyor. Yedi kardeş,
birbirinin ardınca, biri ölünce öteki hep, ayni kadınla evleniyor, hiç birinin
de zürriyeti olmuyor; nihayet sırası gelip kadın da ölüyor ve öbür dünyada yedi
kocasına da rast geliyor.
Şimdi bu kadın kıyamette ol yediden hangisinin zevcesi
olur?
« Kitapları ve Allah’ın kudretini bilmediğinizden dalâlettesiniz.
Zira kıyamette ne evlenmek, ne de evlendirmek vardır;
ancak Allah’ın semadaki melekleri gibidirler.
Amma ölülerin kıyamı hususunda Allah tarafından size: ben İbrahim’in
Allah’ı ve İshak’ın Allah’ı ve Yakup’un Allah’ıyım buyurulan kelâmı okumadınız
mı? Allah ölülerin değil ancak hayatta olanların Allah’ıdır. »
Tevrat uleması Yesu’a hayretle bakıyor, içlerinden
bazdan bu laik adamın Mukaddes Kitabı bu kadar derin bir bilgi ile kavramış
olmasına meftun kalıyor, fakat hepsi de susuyor. Şimdi sevinmek sırası
Ferisîlerindir, çünkü peygamber onların rakiplerini yenmiş. Denebilir ki daha
şimdiden iki fırka arasında bir müsabaka başlamış. Yesu’un sukutuna hangisi
sebebiyet verecek? Bu defa Ferisîler ona yalnız bir tek haham gönderip bir tek
sual sordurtuyorlar; şeriat erbabından olan bu adam ona:
«Ya muallim! Şeriatta emirlerin hangisi büyüktür?» diyor.
«Ey
İsrail dinle: Allah’nınız Rab, Rabbı vahittir.
Birinci
emir budur. Ve Allah’ın olan Rabbi bütün kalbinden ve
bütün canından ve bütün fikrinden ve bütün kuvvetinden sevesin.
Ve
buna benzer ikincisi şudur ki komşunu kendin gibi sevesin. Bunlardan
büyük diğer bir emir yoktur.»
Haham bu cevap üzerine hayrette kalıyor, müphem bir
surette hissediyor ki eski itikatla Yesu’un yeni tefsiri bu iki cümlenin içinde
alın alına çarpışıyor; haham bunu zihninde tartıyor, vazifesini filân unutuyor
ve hayran bir eda ile ona diyor ki: «Ey muallim, hakikat üzre söyledin. » Sonra
Yesu’un sözlerini tekrar ediyor ve:
« Bu cümle mahrakalardan ve zebihalardan eyidir» sözünü ilâve etmeğe kadar da varıyor. Fakat Yesu da
bu sesin sulhcü edasını duyunca kendisini uzlaşıcı gösteriyor ve « Sen
Allah’ın melekûtundan uzak değilsin » diyor.
« Ya muallim! Bu kadın irtikâbı zina fiilinde tutuldu,
Musa şeriatta bize böyle kimselerin recmolunmasmı emretti. Sen ne dersin ? »
Yesu, kadını suçlu çıkarana bakmaktan ziyade kadına
bakmış. Adam ona kötü niyetli görünmüş, kadın ise hüzünle ve mahcuplukla dolu
görünmüş. Yesu, cevap olarak kalbinin kendine emrettiği şeyi söyleyecek mi?
Kalabalığın içinde acaba bir tek kimse var mıdır ki
onun ne demek istediğini anlasın?
O zaman bütün bakışların kendi üzerine dikildiğini
görünce Yesu, gözlerini yere eğiyor, kumdan gözlerini ayırmıyor ve parmağı ile
kuma suretler çizmeğe başlıyor. Meraklılar birbirlerine bakışıyorlar ve bu hareketin
manası nedir diye birbirlerine soruyorlar, bekliyorlar, bekliyorlar, en sonunda
ondan bir defa daha bu hususta fikrinin ne olduğunu soruyorlar. Yesu tekrar
gözlerini kaldırıyor ve günahlı kadının müdafaasını üzerine alamadığı, bununla
beraber pişmanlığı da iptila derecesinde sevdiği, gösteriş eden ve ittihamda
bulunan faziletten de nefret ettiği cihetle, suçlu çıkaranların kalbine hafif
ve boğuk bir sesle şöyle hitap ediyor:
Sonra kendisi de utanmış gibi, başını yeniden yere
eğiyor ve kum üzerine yazı yazmağa devam ediyor.
Onun sözleri hiç bir vakit o andaki kadar derin bir
tesir husule getirmemiştir.
Celile’deki vaızlarının tövbe ettirdiği kimselerden
bir çoğu ona geldiydi. Dine ve ahlâka uymayan sanatlarından vazgeçmiş
gümrükçüler geldidi, onu görünce hicabından ve huşuundan ağlamağa başlayan bir
fahişe geldi, Mecdelli ( Madeline ) ondan yeni bir sevgi öğrendidi, daha bıı
sabah bir haham yenildiğini itiraf etti ve ona hak verdiidi. Fakat şu anda onun
o tatlı sözü, hotbinliklerine güvenerek günahlı kadını mahpus tutan ve ölüme
sevketmek isteyenlerden çoğunun yüreğine işliyor. Onun sözünü işitiyorlar, her
biri kendinde cezasını görmedik ve mağfiretini anlamadık bir kabahat keşfediyor,
daha hiç bir kimse taşı kaldıracak kadar kendini kuvvetli hissetmiyor…
Birdenbire kadını salıveriyorlar, ve güya içlerinden her biri ötekilerden
saklanmak istiyormuş gibi geri dönüp gidiyorlar, peygamber de günahlı kadının
karşısında yapa yalnız kalıyor.
O zaman ayağa kalkıyor, ona sorgu soruyor, sorarken de
cevabını gene kendi veriyor, zira zeminin boşaldığına işaret eden hareketi şu
manayı anlatıyor ki kendi suçluluklarını bilenlerin hepsi ortadan çekilip
gitmiştir. Yesu:
«Ey kadın, o davacıların nerededir. Hiç biri aleyhine
hükmetmedi mi?» diyor.
Kurtulan günahlı kadın, cevabında: «Hiç biri,
Efendi» diyor.
0 zaman Yesu, kadının karşısında yeni izzet ve
vekarını unutuyor, kendinin Mesih olduğuna dair olan şuuru bir an sönüyor,
kendisini bütün ötekiler gibi âdem oğlu = ibnülinsan olarak hissediyor ve iki
manalılığı örtülü kalan şu sözü söylüyor:
«O halde ben dahi aleyhine hükmetmem.
Git. artık günah işleme» diyor.
Sh:249-254
Ferisîler kelâmın neticesi kendi haklarında bir
tecavüz olur ümidi ile: « Birincisi » diye cevap veriyorlar, imdi kelâmın
neticesi zaten orada, Yesu, o kızgınlıkla hücuma geçiyor ve kuvvetli bir sesle
şöyle haykırıyor.
« Hakikaten size derim ki gümrükçüler ile
fahişeler Allah’ın melekûtuna sizden evvel girerler. Zira Yahya size salâh
tarikinde geldi amma ona inanmadınız. Gümrükçüler ve fahişeler ise ona
inandılar! » diye
haykırıyor.
Sh:242
Kâhinlerin takımı içinden çıkan bir ses: «Çarmıha
ger!» diye bağırıyor. Bütün o meydan ve sokaklar «Çarmıha ger!»
yaygarasını basıyor. Ve binlerce ses te, tıpkı ötekiler gibi: « Çarmıha ger!
» diye uluyor, fakat neyin nesi olduğunu bilmeksizin uluyor. Halk her vakit
böyle bağıra gelmiştir, iki bin yıl sonra da gene böyle bağıracaktır. Fakat
Pilatus kalabalığı son bir defa olmak üzere bir daha deniyor: «Ya ne kötülük işlemiştir?» diye soruyor. O
zaman, en aklı erenlerden biri ona şu cevabı veriyor :
Sh:307
Nasıl etsinler de onu tutsunlar, onu neresinden
yakalasınlar?
Şayet onun bugün günahkârların sofrasına oturmak
hoşuna gider, yarın da halk, sinagogda, ondan vaaz isterse, bunlar ona zıt
koşup mümanaat edemezler. Bu adam o tehlikeli mücedditlerden biridir ki işe
önceleri uzaklardan, kişilerin serhadlerinden. köylerden, fakir kimseler
nezdinden başlarlar; oralarda hiç bir mezhep heyeti çıkıp ta bunlardan
kelâmlarının sebebini sormaz. Bu adam, zenginler aleyhine söz söylemeğe
kadar da varmamış mı? Sanki zenginlik te bir günah imiş gibi… Yahya
da işe bundan başka türlü başlamış değildi, ve şayet Hirodes onu kilit altına
alıp ta emniyette tutmamış olsaydı o adam boyuna göz altında bulundurulacak
kimselerdir, Yesu’u da, yapacağını yapmağa bırakmaktan başka çare yok. Kendi
vaazlarını git gide gene kendi vaazları ile tekzip ederek kendi sözüne kendi
saplandıkça, elbet gün gelecektir ki Tevrat’a karşı hata işleyecektir. O zaman,
yakasına yapışılabilir!
Bir sebt günü Yesu, şakirdleri ile beraber ekinler
arasından geçiyor; aylardan mayıs ayı, ekinler olmuş. Delikanlılar acıkmış
olmakla, bir taraftan yürüye dursunlar, bir yandan da başaklan koparıp taneleri
yemeğe başlıyorlar. Dine mugayir bu kafileyi tecessüs etmek için boyuna ardına
düşen iki Ferisi, güya onlara tesadüfen rastlıyor. Onlara bu işledikleri şey
sebt günü helâl mıdır? diye soruyor. Filhakika sebt, bu kavmin mukaddes büyük
müessesesidir, onun batıla inanan itikadı tabiatı dahi kösteklemeğe kadar da
varır, boyuna akmayan kaynaklara sabia eder. İmdi halka halkın dilini,
hahamlara da Mukaddes Kitabın dilini konuşan Yesu, zihninde derhal o vaziyete
ait ve münasip fıkrayı buluyor: « Davud’un kendisi ile beraber bulunanlarla
acıktığı zaman ne yaptığını okudunuz mu? Nasıl beytullaha girip, yemesi
kendisine ve kendisi ile beraber olanlara değil, ancak yalnız kâhinlere helâl
olan huzur ekmeklerini ( yüz ekmekleri ) yedi?… İnsan sebt günü için değil,
ancak sebt günü insan için oldu. İmdi ibnül insan ( âdem oğlu ) sebt gününün
dahi sahibidir » diyor. İki Ferisi, birbirlerine korku ve haşyetle
bakışıyorlar, bu adam sebt gününe küfretmiş !
Bir kaç vakit sonra, muallime bir kötürüm
getiriyorlar. Halk çok birikmiş olduğu için şakirdleri onun yanına
varamadıklarından döşeği, evine götürüyorlar. İmdi marazda günah gören Yesu,
hastaya: « Oğlum, cesaretlen. Günahların sana affolundu» diyor. 0 zaman,
orada bulunan ulemanın: «Ne için bu kimse böyle küfrediyor? Yalnız Allah’tan
gayri günahlar affetmeğe kim kadirdir » diye içlerinden bir düşünce
geçiyor. Fakat Yesu, bunların içinden geçen düşünceyi keşfediyor, zira onun
bakışları, kendine düşman olanları halkın arasından daima ona buldurup meydana
çıkartıyor, ve Yesu’ keskin bir sesle onlara şu karşılıkta bulunuyor:
« Ne için kalplerinizde fena şeyler düşünüyorsunuz ?
Hangisi kolaydır! Kötürüme günahların sana affolundu demesi mi, yoksa kalk,
yatağını kaldır ve gez demesi mi? » Ve onun
bakışının mıknatısı altında hasta, yerinden kalkıyor, yatağını kaldırıyor ve
evine gidiyor.
Seyredenlerin cümlesi korku ve mahcupluk içinde
kalıyorlar. Aralarından hiç kimse çıkıp ta içindeki meserreti muallime haykıra
haykıra söylemeğe cüret edemiyor; seyirciler âdeta inme inmiş gibi dona
kalıyorlar.
Allah’a hamdediyorlar: «Bu gün acip şeyler gördük»
diyorlar. Ferisîlere gelince, bir defa evlerine girip te kapılarını kapayınca,
hırslanıyorlar, galeyana geliyorlar, kollarını göğe doğru kaldırıyorlar: «
Allah’a küfretti! Günahları bağışladı! Ölüme müstahik oldu! » diyorlar.
Fakat bunu henüz daha alenen yüksek sesle söylemeğe
cüret edemiyorlar. Filhakika millet onu seviyor, hem de kudretli payitahttan bu
kadar uzakta olan şu galeyanlı Celile’de rehberlik eden bir adamın yakasına
yapışmak o kadar kolay bir iş değildir. Şimdilik muvakkaten, yeni Rabbi
kadınları vazifelerinden saptırıyor diye bir dedikodu yapmakla iktifa
ediyorlar. Fakat o zaman o da, cesaret ve kuvvet bularak, o vakte kadar tabiat
ve mizacının kendisine emretmiş olduğu şeyin zıttına olmak üzere harekete
geçmeğe başlıyor: kendini müdafaa etmek için hücuma geçiyor. Doğrusunu söylemek
lâzım gelirse o, önce bu hücumu ancak temsil şekli altında yapıyor. Diyor ki:
İki âdem dua etmeğe heykele ( mabede ) çıktı; biri Ferisi ve diğeri gümrükçü
idi. Ferisi durup kendi kendine bu veçhile düa eyledi: « Ya Allah, sana
şükrederim ki ben sair adamlar gibi kapıcı, nahak ve zinakâr ve yahut şu
gömrükçü gibi dahi değilim. Haftada iki defa oruç tutup bütün iradımın öşrünü
veririm. » Gümrükçü ise uzaktan durup gözlerini bile göğe kaldırmak istemez
idi, amma göğsüne vurup: « Ya Allah, ben günahkâra mağfiret kıl» dedi. Her kes
birbirinden:
acaba muallim bu kıssadan ne hisse çıkaracak,
günahlıyı mı müdafaa edecek diye soruyor. « Şimdi, size derim ki o birinden
ise bu, tebrir olunmuş olarak hanesine indi. Zira her kim ki kendini yükseltir
ise alçaklanacak ve her kim ki kendini alçaklatır ise yükselecektir. »
Az zaman sonra bütün Celile biliyor ki bu Nasıraîı,
ulemanın ve Ferisîlerin düşmanıdır. Gene az zaman sonra, bunun böyle olduğu,
emniyetli adamları sayesinde Melekûtullahta zuhur eden bütün mücedditleri
gözetleten Orşelim’deki büyük meclis tarafından da haber alınıyor. Büyük
meclis: onun peşini bırakmıyan ve onu iğvaya sevkedin » emrini istar ediyor.
Ferisîlerden biri de onu bir yemeğe davet ediyor. Yesu, bu adamın evine
gidiyor. Yemek yerlerken kapı açılıyor; içeri genç bir güzel kadın giriyor. Bu
kadın aşifte ve günahkâr olup şehirde kendisini herkes tanıyor. Kadın,
günahlıları seven rahîm ve şefik bir Rabbi’den bahsedildiğini işitmiş. Cümle
âlem o kadınla ya alay ediyor ve ya ki onu kovuyor, onun için kadın da çoktanberidir
Rabbi’nin bir ev içinde küçük bir refakat zümresi ile bulunacağı anı gözlüyor.
Acaba nasd eder de onun hoşuna giderim diye düşünüyor, aklına hiç bir şey
gelmiyor, ancak paraya karşılık sattığı aşkı esnasında tenine sürdüğü hoş
kokulu yağ geliyor.
Ev sahibi öfkeleniyor, kendi kendine: « Eğer bu kimse peygamber olsa idi kendine dokunan kadının
kim ve ne makule olduğunu bilir idi, zira günahkârdır» diyor. Yesu,
bu adamın ne düşündüğünü seziyor, hiç âdeti olmıyan taarruza geçmeğe
hazırlanıyor. « Sem’un » ( Simon ) sana bir söyliyeceğim var » diyor.
O dahi: « Ya muallim söyle » diyor.
O zaman Yesu, bir alacaklının iki borçlusu olup
bunların ödeyecek bir şeyleri olmamakla alacaklarını, biri büyük, biri küçük
olan o borçları her ikisine de bağışladığı meselini uydurup söyleyor. Sonra: «
Onlardan hangisi daha ziyade sevecektir » diye soruyor.
Ev sahibi Sem’un: « Zannederim ol daha ziyade
bağışladığı kimse » diye cevap veriyor.
Yesu dahi: « Doğru hüküm verdin » cevabında bulunuyor,
ve sofranın üstünden geçen, sofrayı kaplayan sesi sakin kalıyor. Sonra
nazarlarını ayak ucunda duran kadına doğru eğiyor ve gene Sem’una çevirerek
diyor ki:
« Bu kadını görüyor musun? Ben senin hanene geldim,
ayaklarım için su vermedin; bu ise ayaklarımı gözyaşları ile ıslatıp başının
saçı ile sildi. Sen beni öpmedin, bu ise ben içeri girelidenberi ayaklarımı
öpmekten fariğ olmadı. Sen başımı zeytin yağı ile yağlamadın, bu ise ayaklarımı
hoş rayihalı yağla yağladı. Buna binaen sana derim ki günahları çok olduğu
halde affolundu, zira çok sevdi. Lâkin az affolunan kimse az sever. »
Ve sofranın etrafına yayılmış olan davetliler bu
dinsizin kelâmlarrını duyunca dona kalıp taş kesiliyorlar. Duydukları dehşet ve
nefret onlardan, cevap vermek hassasını nezediyor. Odanın içinde güya sade
kendileri varmış gibi yalnız kalan peygamberle günahlı kadın, temas ile,
öpücükle, saçlarla, gözyaşları ile ve sevgi sözleri ile bir an birbirlerine
bağlı ve birleşmiş kalıyorlar. O, her bir erkeğin sahip olmuş olduğu kadın; bu,
ömründe kadın nedir hiç bilmemiş erkek. Ve asırlar asrı tekrar edilecek yeni
bir kelâm, bilinmedik bir gölün kıyısında, dünya dalgasından uzak bir tacirin
evinde usulca çınlayıp aksetmiş, şimdi küçük odanın sessizliği içinde ihtizaz
ediyor.
Sonra erkek, kadına yardım edip yerden kaldırıyor, ona
usulca:
« Günahların sana affolundu. İmanın seni
kurtardı. Selâmetle git» diyor.
Kadın çıkıp gitti, fakat tekrar geri gelip onun
yanında kaldı. O, Mecdel ( Magda ) den, ruhu daima yenileşip tazelenen arzu
odları ile yanıp tutuşarak gelmişti. Bu yabancı adamın önünde ağlamamış mı idi?
Elini güzelliğine uzatıp saldırmaksızın şimdiye kadar
hiç bir kimse böyle tatlı ve şefkatli söz söylemiş mi idi?
O, tükenmiş bitmişti, bu ise onu elinden tutup
kaldırdı; illete müptelâ ruhunu bir hekim gibi yatıştırıp sağladı. İmdi kadın,
bu adamın ardından günlerce, bir yıl ayrılmayıp gittikten sonra o esrarlı
tabiatının perdesi arasından, hiç bir kimsenin keşfedememiş olduğu şeyi
görmesini bildi: feragat. Bu kadın, onu bütün şakirdlerinden daha eyi anladı,
çünkü daha önceleri, hiç seçmez ve ayırdetmez nefsi emarenin, tabiî şevkin
donuk ve karanlık dalgasında saikına sallana yalnız o yaşamıştı, ve çünkü onun
yüreği, âdeta çıldırma derecelerinde çarpmıştı.
Onun içindir ki ileride bütün şakirdleri Yesu u
bırakıp kaçtığı zaman, çarmıhın ayak ucunda gene o Mecdelli ( Madeleine )
Meryem kalacak, ayrılıp gitmiyecektir.
Sh:147-153
Başka bir kimse gelip te işin içine karışmasın diye bu
yabancı ile bir de kadınlar Yesu’u haçtan alelacele indiriyorlar. Hemen bir
sedye, bir de beyaz keten alıp çabucak bu
zatın, şehir kapılarından dışarıda sahip olduğu bir bahçede kayanın içine
kendisi için son zamanlarda kazdırmış olduğu yep yeni kabre gidiyorlar. Sebt
bittikten sonra onu mezhebin bütün ayinlerine göre gömecekler, bu gün lâzım
gelen şey sadece kâhinlerin istihkak davasına kalkışmalarına mani olmaktır,
onun için sanki bir kaçış yolu üzerinde imişler gibi acele ediyorlar. Hoş koku,
belsem filân yok; kabir girintisinin önüne koca bir taş yuvarlamakla iktifa
ediyorlar, zira işte ilk yıldız artık beliriyor, işe ancak sebtten sonra devam
edilebilecek.
Ertesi akşam kadınlar
hoş kokular ve belsemler alarak tekrar geliyorlar, ve Mecdelli Meryem vakti ile
Yesu’un dirisini nasıl hoş kokulu yağlarla yağladı ise ölüsünü de öyle yağlamak
istiyor. Fakat koca lahit taşını kim yerinden kıpırdatabilecek? O civarlarda da
bir tek adam bile görülmüyor! Bununla beraber bahçenin onu dün yerleştirdikleri
yerine vardıklarında görüyorlar ki taş yerinden oynatılmış, ceset te artık
orada değil!
Olan biten şeyi bütün Orşelin daha hemen ertesi gün
haber alıyor. Birbirini nakzeder yüzlerce şayia şehirde ağızdan ağıza gezip
gidiyor. Bazıları Pilatus öldürülsün diye emir verdikten sonra pişman olmuş:
cesedi kahretmış ve başka yere gömdürmüş diye rivayet ediyorlar.
Diğer bir kısmı da halkın gözünün önünden bir sanemi
yok etmek için bunu kâhinler böyle yaptı diyor.
Üçüncü biri çıkıp
diyor ki bu işi yapan bahçıvandır, çünkü beklenenlerin hepsinin gidip gelmesi
adamın bahçesini berbat ederdi.
Bir dördüncüsü yağma maksadı ile ekseriya mezarlara hürmetsizlik
gösteren ayak takımını cürümdü çıkarıyor.
Bir beşincisi diyor ki haçın üstünde daha
şimdiye kadar böyle sade üç saat içinde bir kimsenin öldüğü vaki olmuş şey değildir:
onu dalgın baygınlığından uyarmışlar ve kurtarıp gitmişlerdir.
Kâhinler Pilatus’un nezdine gidiyorlar; onun bu
teseyyübünü tazir ediyorlar ve gururlu peygamberin cesedini alıp götürmeleri
için şakirdlere müsaade ettiğinden dolayı sayısız ve sonsuz can sıkıcı şeyler
vukua geleceğini ona daha önceden haber veriyorlar: «Ve şimdi halka diyeceklerdir ki ölülerden kıyam etmiş »
diyorlar.
Bununla beraber kadınlar, vakti ile onu
sevmiş olan kadınlar, o vecitleri içinde, ölülerden kıyam etmiş olan Yesu’u
gerçekten diri olarak gördüklerine inandılar.
Sh:319-321
Kaynak: Emil Ludwig, Adem Oğlu- Bir Peygamberin
Tarihi, Tercüme Eden : Ruşen Eşref, DEVLET MATBAASI ,1929, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar