YOK’A TAŞ MI DEĞER!
Louis Jacques
Daguerre, 1837
Benim sesim çok
çirkin. Fakat güzel olsaydı bile öyle yüksek sesle şarkı söyleyemezdim.
Çocukken arada, bazı güzel akşamlarda babam bir şarkı söyler; ardından da
sıranın bizde olduğunu, biz de birer şarkı söylersek buna çok sevineceğini
belirtirdi. İki kardeşim de sırasıyla söylerlerdi. Sesleri fena değildi. Bana
sıra geldiğinde söylememek için bin dereden su getirirdim. Babam, galiba
nazlandığımı düşünerek ısrar edince lambayı söndürürlerse şarkıya başlayacağımı
söylerdim. Lamba sönerdi. Buna rağmen şarkıya başlamadan önce “Sakın bana
bakmayın!” diyerek kendimi iyice görünmez kılmayı denerdim. Şarkı söylenirdi,
ortasında bir yerde gerisini unuttuğumu bahane eder susardım. Lamba yeniden
yanardı. Babam bana sarılırdı.
“Sakın bana
bakmayın!”lı perdeyi kapatıp, “Hey!...bana bakın!”lı temsillere açılan çok
acayip renkli bir perdeyle yüzleşmek kolay olmuyor. Pek çok ağzın “bana
baksanıza”sı etrafta çınlarken, “sakın bana bakmayın”ı sarf etmeye gerek
kalmıyor. Herkesin “bakılan” olmak istediği bir dünyada yoklara karışmak nasıl
da zahmetsiz ve ah nasıl da hüzünlü. Hüzünlü; çünkü yoklara karışmanın bedeli
olarak size keskin gözler bahşedilmiştir. Bakışlardan uzaklaştığınız ölçüde
gövdeleşmiş bir bakış kesilmeniz kaçınılmaz olabilir.
Çok değer verdiğim
biri, dedesinin şu sözünü aktarmıştı bana: “Oğlum yok olun, yoğa taş
değer mi?”
Yok’a taş değmez,
doğru. Ses yolunu kullanmayan o tuhaf şarkılardan da dilediğiniz kadar
söyleyebilirsiniz üstelik. Kim bilir, taşın değmediği o “Yok”, belki de tüm
taşlı temasların katlanarak yankılandığı bir yerdir. Yok’a taş değmeyecektir
ama, taşın kımıltısına tanık olmaktan men edilmemiştir ne de olsa.
Şimdi o tatlı, baş
döndürücü zıtlığa dönüyorum: “Yok” ve “olmak” yan yana geldiğinde ne
yaman çelişkidir. Yine de insan bazan bir körlük karşısında görünmez olmaya
razı gelir.
Erişim:
http://eski-tas.blogspot.com.tr/2016/07/yoka-tas-mi-deger.html
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar