ZİYA PAŞA’dan HİKMET DERSLERİ
TERCÎ—İ BEND
Dünya üzerinde yaşan insan âcizdir. Yaratılmışların en şereflisi olduğu
halde, değirmene atılmış bir taneye benzer. Bir gün muhakkak ufalıp un haline
gelecek yani yok olacaktır.
Şunu bilmemiz gerektir ki, dünya yüzünde meydana gelen olayların hepsi
Allah'ın eseridir. Önceden takdir edilmiş hüküm ne ise o olur. Bu hükmü
durdurmaya veya geciktirmeye kimsenin kuvveti yetmez. Hayatımızdaki (doğru veya
yanlışlar) sözde sebeplerden başka bir şey değildir.
1. Üzerinde yaşadığımız bu
dünya, tuhaf bir dershaneye benzemektedir. Dünya üzerinde gördüğümüz her güzel
nesne, ilâhî kitaptan bir belirtidir.
2. Dünya, felâkete sebep olan
bir değirmendir. İnsan ise bu değirmenin içine atılmış başıboş bir taneciktir.
3. Şu eski dünya konağı öyle
tuhaf bir yuvadır ki dev gibi kendi çocuklarını yer.
4. Kâinatı temsil eden
belirtiler yani orada görülenlerin esası araştırılırsa bunların ya uyku, ya
hayal veya efsane olduğu anlaşılır.
5. Dünyanın işleri bir sona
ulaşır; nasıl ki, yazın arzusu kışa, baharınki de sonbaharadır.
6. İnsan, her şeyin esasını tam
olarak bilemez. Her inanış insan aklına göre gaibine özellikler taşır.
7. Ey Allah'ım, insanın
ihtiyacı bir lokma ekmektir; öyle olduğu halde, bu ihtiyaç derdi için bitip
tükenmeyen çekişmenin sebebi nedir?
8. Bu mavi kubbe altında bütün
zerreler kaza okuna hedeftir. Kaza okundan korunmak için siper yoktur.
9. Allah tarafından takdir
olunmuş hüküm ne ise o, gerçekleşecektir. Görünüşteki doğru veya yanlış, hep
(sözde sebepten) başka bir şey değildir.
10. Dünya yüzündeki bütün olaylar,
ne feleğin yüzünden ne de zamanın hükmü icabıdır; hepsi bir yapıcının
(Allah'ın) güzel eserleridir.
****
Gerçekten de kâinatın ucu bucağı yoktur. Gökte görülen her yıldızın kendine
has bir nizamı vardır. Bu nizamın dışına çıkamaz. Çünkü Allah, kâinatı
yaratırken yıldızların bu nizama göre hareketini uygun bulmuştur.
Gözle veya aletlerle görebildiklerimizin ötesinde de yıldızlar vardır.
Her yıldızın kendine göre hareketleri, mevsimleri, yılları, ayları ve güneşleri
olduğunu bilmekteyiz.
1. Gökyüzü konusu edilmeyen
yıldızlarla doludur. Dünyamız bu yıldızlara nispet edilse (karşılaştırılsa) bir
zerre kadar dahi değildir.
2. Binlerce parlak güneş ve ay,
yüz binlerce sabit yıldız ve ayrıca gözle görülebilen birçok gezegen...
3. Her güneş kendine tâbi olan,
uyan yıldızlarla birlikte döner. Bu uyanlara başka uyanlar yani peykler
(uydular) katılır.
4. Her güneş kendine uyanlara
özel surette ışığını dağıtır. Her yıldızın kendine has özellikleri başka
yıldızlar için gizlidir.
5. Her cümle (güneş sistemi)
kendi merkezinde durmaksızın hareket halindedir. Her kıt'a ebedî verimliliği
kendi ekseninde bulur.
6. Her geniş sistemde (güneş
sisteminde) bin vücut açılıp yayılmıştır. Her geniş kafada, bin ayrı cihan
meydana görünür.
7. Her vücut bin vücut için
kaynaktır. Her bir cihan meydana gelecek binlerce cihanın belirtilerini taşır.
8. Her zerrede özel surette
verimlilik, her cisimde özel tabiat gereğince can vardır.
9. Her âlemin yılları ve tarihleri
ayrı ayrıdır; her bir yerde zamanın başka hesabı vardır.
10. Bu âlem, ucu bucağı bulunmayan
öyle bir denizdir ki, sahilleri hayret girdabına bitişiktir.
*****
Allah'ın büyüklüğüne ve kurduğu nizama bakın ki, içi ateş dolu olan
dünyamız, üzerinde yaşayanları besleyerek büyütüyor. Doğumlarda, sevinç,
ölümlerde de keder duyduğumuz yer, dünyamızdır. Bütün yıllarımızı ta ölünceye
kadar korku duymadan kuruntuya kapılmadan bu yuvarlağın üzerinde geçiririz.
Yaşarken dünyamızın endişe verici durumunu hiç mi hiç düşünmeyiz. Çünkü Allah,
kâinatı yaratırken her şeyin kargaşadan uzak bir nizam dâhilinde sürmesini
istemiştir.
1. Sonsuz bir toprak parçası
olan dünyamız alt tarafı bir zerreden ibarettir. Dünyamızdan en küçük bir parça
bile harice gidemez.
2. Yeryüzü (dünya) içi ateşle
dolu olan yuvarlak bir cisimdir. Dışı ise (kabuğu), denizlerin ve nehirlerin
açtığı yataklarla parça parça bir hale gelmiştir.
3. Dünyanın ateşle dolu olan
içinin hacmi yanında, kabuğu, o kadar incedir ki, üzerine asma yaprağı döşenen
bir kubbeye benzetilebilir.
4. Bu kısır (yani kabuk—dünyanın
dış yüzü) bütün mahlûklara gece gündüz yiyecek yetiştirmeğe çalışır.
5. Yeryüzünün ejderi bazı bazı
nefes alacak olsa işte o zaman ateşler saçan dağlar dünyayı titretir: (Magma
harekete geçer, kısır parçalanır, bu hareketten depremler ve yanardağlar
meydana gelir.)
6. O büyük zerreyi (yer
yuvarlağını) temiz hava (teneffüs etmeye yarayan hava) fenerin mumu kapladığı
gibi kaplamış bulunmaktadır.
7. Öyle ki, âlemi kaplayan bu
sofradan herkes gece gündüz kendine düşen payı almaktadır.
8. Sağı ve solu anlamamıza
yardım eden bu nokta (dünya) olduğu gibi aklın evreni anlamak için yola çıktığı
nokta da burasıdır.
9. Canlı varlıkların hepsi
hayata geliş sevinçlerini burada (dünyada) tadarlar. Ölüm içkisini de burada
(dünyada) içerler
10. Herkes, içi ateş dolu olan bu
topun üzerinde korku ve kuruntudan uzak olarak güvenlik içinde uyumaya devam
etmektedirler.
*****
Dünya yaratıldığından beri kuvvetli daima zayıfı ezmiş ve yok etmiştir.
Her canlı, kendinden güçsüzü bulduğu anda öldürmekten çekinmez. Buna bir yerde
mecburdur da. Çünkü hayatını idame ettirebilmesi ve neslinin devamı buna
bağlıdır. Her zaman kuvvetli zayıfı yok edecektir. Bu mücadelenin sonucu olarak
umumî bir tekâmülün meydana geldiği de bir gerçektir.
1. İnleyen ahular, arslanın
dişine bir lokmadır, (lokma olur) Bir koyun ise can avlayan (can alan) kurt
için sadece bir yiyintidir.
2. Sineğin hiçbir kabahati
yokken örümceklere gıda olur. Güvercin de masum olduğu halde, şahinin avı
olmaktan kurtulamaz.
3. Güçsüz kaplumbağa da
tavşancıl kuşunun esiri olur; yılan da hiç suçu bulunmayan (gücü olmayan)
kurbağayı kendine yem yapar.
4. Alıcı kuş, kabahati olmayan
piliçleri parçalar; aynı durumda olan sıçanı da iki parça eder.
5. Yüksekte uçan atmaca küçücük
serçeyi öldürür. Doğan da sülünü pençesine geçirmekte zorluk çekmez.
6. Hızlı uçan kuşlar yer
yılanına lokma olurlar. Denizlerde yaşayan balıklar da uçan kuşların yemi
olurlar.
7. Dalgıcın mücevher (inci
bulma) tutkusu, timsaha yem olmasına sebep olur. Kekliğin tuzağa düşmesine
sebep taneleri yemek ümididir.
8. Sedefin parçalanmasına sebep
içindeki inci içindir. Bülbülün güzel sesidir ki, onun kafeste inlemesine sebep
olur.
9. Kunduz, yumurtası için
öldürülür. Samurun öldürülmesine sebep ise postundan, kıymetli kürkünden
ötürüdür.
10. Kuvvetlinin zayıfı yok etmesi
öteden beri bir kuraldır. Bu savaş, yerde, havada, denizde hükmünü
yürütmektedir. (Hâlâ sürmektedir.)
*****
Dünya yaratıldığından beri insanlar, (maddî veya mânevi yönden) üstün
gördüklerine (canlı, cansız) tapmaktan kendilerini alamamışlardır. Uzun süren
bu devreden sonra Allah'ın Birliği'ne inanma dönemi başlamıştır. Ancak bu
dönemle birlikte fitne ve fesad da at oynatmaya başlar. İnsanların kendi
akıllarına göre müşahhas Tanrı tasavvur etmeleri döneminde ise işler iyice
karışmıştır. Çünkü her kavim Tanrısını diğer kavimlerin Tanrılarından üstün
görmüş ve asırlarca birbirini takip eden savaşların çıkmasına sebep olmuştur.
20.yüzyılda bile din ve mezhep çekişmeleri bitmiş değildir.
1. İnsanlar, bazen güneşe,
bazen yıldızlara bazen de cansızlara Allah diye kulluk ettiler.
2. Bazen öküz, bazen ateş, kimi
vakit Yezdan ve Ehrimen, bazı zamanda nur, bazen karanlık, inanç konusu oldu.
3. Bir müddet akıl, güzellik ve
aşk ilâh olarak kabul edildi. Şehirlerin hepsi putlarla doldu.
4. En sonunda Allah'ın bir
olduğuna (birliğine) inanma dönemi başladı. Ama bu sefer de bu inanma işine bin
fesat, bin fitne karıştırıldı.
5. Halk, yaratan ile yaratılanı
kimi zamanlar bir olarak kabul ettiler, bazen de ayrı saydılar. Yani yaratan
ile yaratılanı bazen birleştirip bazen ayırdılar.
6. Bazen Allah'ın
"sıfatları" ile kendisi bir tutuldu ve bu yüzden binlerce "Tanrı
sıfatı"ndan ötürü Tanrı benliği ortaya çıktı. Tanrılar çoğaldı. Bu yüzden
bir asılda birçok asıl birleşti.
7. Her şahıs, kendi isteğine
göre somut bir Allah tasavvur etmeğe başladı.
8. Şahıslar ve akıllar
birbirlerine ne kadar karşıt iseler inanışlar da o kadar değişken olur.
9. Gerçek odur ki, her kavim
tuttuğu inanma yolunu biricik doğru yol kabul ederek başkalarına, kendi gibi
düşünmeyenlere düşman olur.
10. Bu farklılıklara rağmen
herkesin bir isteği vardır: O da, bir yar adana içtenlikle itaat etmek, inanmak
ve tapmaktır.
*****
1. Güller gülerken
(kokularını etrafa salarken) bülbül ömrünü feryatla geçirir; hasta ölüm halindedir,
doktor ücret ister.
2. Zenginin cesedi,
horlanarak bir tarafta beklerken, mirasa konanlarla ölü yıkayıcılar akbabalar
gibi sabırsızdırlar.
3. Zengin şehir efendisi bin naz ile yastığına yaslanır. Aç bir
garip ise sefalet içinde hayatını sürdürmeye çalışır.
4. Etrafa ışıklar saçan mum,
neş'e ve coşkunluk meclisini aydınlatır. Kanadı kırılmış olan pervane, alevin
tutkunudur, ona âşıktır. (Bu yüzdendir ki, onun kucağına atılır.)
5. Sarımsakla soğan, nergisle
lâle gibi zambakgiller ailesine mensup olan bitkiler kokularını açıkta etrafa
saçarken (esans) cinsinden güzel kokulu şeyler, bir mahfaza içine hapsedilmiştir.
6. Değeri olmayan ahmak zevk ve
safa yatağında yatar; soylu ve akıllı olanlar ise alçaklık ve hakaret
külhanında, sefil bir biçimde perişan olarak yaşarlar.
7. Cehalet, çok zaman dünya
nimetlerinden payını alır; buna karşılık bazen akıl (akıllı), akşam yemeği
bulamaz.
8. Alçak kışkırtıcı sohbet
meclislerinde itibar görür, beğenilir; akla yakın öğütler veren kişilerden nefret
edilir.
9. Kimi vakit sözü değerli bir
şair, cahillerin hakaretine maruz kalır; bazen bilgili bir edip ahmakların
maskarası haline gelir.
10. Bir yoksul geçimini
sağlayamazken, bir zalimin ise her işi yolunda giderek gelişir, büyür.
*****
Olgun insan düşünen, olayları takip eden, önemli olaylardan sonuçlar
çıkarabilen insandır. Böyle bir insan, elbette olayların sonuçlarından çok
zaman müteessir olacaktır. Vatanını ve insanlığı tehdit eden olaylardan ise
derin endişe duyacak ve tasalanacaktır. Kişilerin olgunlukları artıkça, her
olayın sebebini, nasıl sonuçlanabileceğini ve bu sonuçların topluma vereceği
zararları önceden kestirip sezebildiği için dertleri de o nispette artacaktır
1. Allah'ım, bu dünyada her
bilgili insan, neden akıl belasıyla (aklı olduğu için) rahattan uzak kalmıştır?
2. Allah'ım dünya yüzünde,
bilgili kişilerin dertleri niçin olgunlukları oranındadır? Olgunlukları
arttıkça dertleri de artmaktadır.
3. Kişi hangi tarafa baksa
huzursuzdur. Herhangi bir iş için hayal kursa aklı almaz, aklı yetersiz kalır.
4. Zanlar, şüpheler, akıl denen
teraziyi değiştiren dirhemler gibi vazife görürken, eşyanın içyüzünü
(gerçeğini) tartmak ve anlayabilmek mümkün olabilir mi?
5. Aklın ve anlayışın bu
beceriksizlik ve güçsüzlüğü ile olayların esas ve niteliğini anlayabilmek,
sezebilmek kabil midir, kabil olabilir mi?
6. Bilgili kişiye bu kadar
sıkıntı ve gam sanki az geliyormuşçasına bir de cahillerin baskısından doğan
ıstırap ve işkenceye katlanmak mecburiyeti doğar.
7. Dünyada cahil kişilerin mutlu
olmaları cihanın intizamı bakımından muhakkak gerekli midir?
8. Dünya dünya olalıdan beri bu
hep böyle devam etmiştir: Gönül adamları, Allah'ı iyi anlamış kimseler bön
bir alçağın elinde güçsüz kalıp oyuncak olmaktan kendilerini kurtaramamışlardır.
9. Cahil, böylece şeref ve
mutluluk mevkiinde yükselirken, bilgin aşağılık çukuruna tepe taklak
yuvarlanır.
10 Yüksek, iyi tâlii, cahili isteklerine erdirip rahata kavuşturduğu
halde, kötü, uğursuz talii, bilgili, olgun adamı dilenci durumuna düşürerek
mutsuz eder.
*****
Allah'ı çok seven ve ona mânevi yönden yakınlık gösterenler, dünyada
herkesten daha çok acı çekmek mecburiyetinde kalmışlardır. Allah'ın o gibi
kişilere reva gördüğü acılar, onları bir yerde sınamak, sevgilerinin gerçek
olup olmadığını anlamak içindir. Çokları, birer "Hallac-ı Mansur"
gibi sevgiden doğan acılarla can vermişlerdir. Ne büyük tecellidir ki, kalplerindeki
Allah sevgisi, öldükten sonra da insanları yakmaya devam etmiş, onları Allah 'a
yakınlaştırmadaki vazifelerini eksiksiz yerine getirmişlerdir.
1. İnsanların babası sayılan
Âdem Peygamber, cennet nimetlerinden uzak düştü. Halil (İbrahim Peygamber)
oğlunun boynunun kesilmesi emriyle imtihan edildi.
2. Yakûb, oğlundan ayrıldığı
için acı gözyaşları dökmüştür. Yusuf, kuyuya atılarak belâya uğramıştır.
3. Hazret-i Eyyûb'u bedenindeki
hastalık sürekli olarak inletti. Zekerriya'nın başı testereyle kesildi.
4. Yahya Peygamber'in başı bir
hiç uğruna ve acımasızca kesildi. Babası olmayan İsa bin türlü derde duçar
oldu.
5. Hazret-i Peygamber'in
Taif'de ayakkabısı kanla doldu. Uhud savaşı gününde ise inci dişi kırıldı.
6. Hazret-i Peygamber, açlık
yüzünden temiz karnına taş bağladı ye böylece dünyaya önem vermediğini
göstermiş oldu.
7. Ebubekir zehirlenmek
suretiyle öldürüldü. Ömer, en sonunda, bir kader kılıcı ile şehit edildi.
8. Sonunda Kur'an'ı toplayıp
düzenleyen Hazret-i Osman da şehit edildi. Hazret-i Ali de şehit olmaktan
kurtulamadı.
9. Hazret-i Hasan,
zehirlenmek suretiyle cennete göç etti. Zulme kurban olarak Hüseyin'in de başı
kesilerek şehid edildi.
10. Görüldüğü gibi Allah'ı
kim çok seviyorsa ona manevî yakınlık gösteriyorsa, acıyı da en çok bu gibi
şahıslar çekmektedir.
*****
1. İnsanoğluna bu güçsüzlüğü
veren soma da insanları bütün dünyanın en şerefli yaratığı haline getiren
kimdir?
2. Şeytanı ve öz benliği
kötülüklere kim âlet etmiştir? Arzu ve tutkularına mağlup olan kişileri
cehenneme koyan kimdir?
3. Mansur'u "Enelhak"
diyarına düşüren kimdir? Daha sonra şeriat kanunlarına göre onu ölüme götüren
hükmü kim verdi?
4. Şarabı haram kılıp acılaştıran
sonra da Cem'e kadeh ve şarap yapmasını öğreten kimdir?
5. Allah'ın mucizelerine karşı
Yahudi milletini inkâra sevkeden kimdir? İsa'yı, Hazret-i Meryem'i nefhederek
dünyaya gelmesine sebep olan kimdir?
6. Tarihte kötülükleriyle
tanınmış olan Süfyan'a, Câde'ye, Şemir'e, İbn-i Mülcem'e kötülük ve rezalet
yapmak için cesaret veren kimdir?
7. Nasîr-i Tûsî'yi Hulâgû'ya
sevkeden ve Musta'sım'ı İbn-i Alkam'a yakın eden kimdir?
8. Dert verdikten sonra onu
iyileştirmek için çare aratan, ilâca iyileştirme özelliğini veren kimdir?
9. Geometriyi arı kimden
öğrendi? Bülbüllere ezgili ötmeyi kim öğretti?
10. Bu dünyaya gizlilik perdesini
çeken ve sonra da perdenin arkasındakileri araştırma düşüncesini veren kimdir?
*****
İnsan gerçekten hür olarak yaşamak istiyorsa gereksiz arzularından
kurtulmanın çaresine bakmalıdır. Biraz daha fazla menfaat elde etmek için
birine dalkavukluk yapan kişi, hürriyetini ve dolayısıyla haysiyetini kaybetmiş
ve o kişinin kölesi olmuş demektir.
Hürriyetimiz, şeref ve haysiyetimizi her şeyin üstünde tutmayı
öğrenmeli, hırs ve tamahtan uzak kalmaya çalışmalıyız. Zira "Az tamah çok
ziyan getirir" atasözü boşuna söylenmemiştir.
1. Kimisi bir mevki elde etmek için rahatını feda etmiştir. Kimisi de
mevkiinden düşme belâsına uğradığı için dertlidir, üzüntülüdür.
2. Kimisi devrinin en zengin
kişisi iken fakirliğe düşmüş; kimine ise zenginliği, talihi, dert olmuş,
kendisine sıkıntı getirmiş.
3. Kimisi mirasçıları için
veya "sonum ne olacak" endişesiyle para toplar; kimisi de yüklü bir
servet elde etmek için hayatını feda etmekten çekinmez.
4. Kimisi altın elde etmek için
"kimya-simya" araştırmaları yapmaktadır; bazılarının iflasına bu,
kimya araştırmaları sebep olmuştur.
5. Kimisi şan ve şerefe kavuşmak
için savaşıyor ve öldürüyor; kimisi, tamahkârlık yüzünden girdiği kavgada
canını feda etmekten çekinmiyor.
6. Kimi sevgilisinin gönül alıcı
büyülü gözlerine tutulmuş; kimisi de sevgilisinin saçına bağlanmış.
7. Kimi lâle yüzlü bir
sevgilinin aşkı ile yanıp yakınmış; kimine de gül ve yasemin tenliler başına
dert olmuş.
8. Kimisi aşktan kurtulmak
için büyü yapar; kimisi de aksine, sevgilisine güzel görünmek ve ona kavuşmak
için dua muskası yazar.
9. Kimisi neşe içinde içki içen
bir kalender olmuş; bazısı ise hırsı yüzünden ikiyüzlülüğe düşmüş.
10. Sözün kısası, her hür olan
insan kendine özel gereksiz isteklere tutularak hürlüğünü kaybedip esir hale
gelmiştir.
*****
Çalan elbette hırsız ve öldüren katildir. Ancak ortada bir gerçek vardır
ki, hırsız, hırsızlığını hiçbir zaman kabul etmez. Katil, Allah'ın verdiği canı
almanın günah olduğunu düşünmez. Bu gibiler, yaptıklarını mazur göstermek için
bin dereden su getirmek suretiyle kendilerini, dün olduğu gibi bugün de, haklı
çıkarmaya çalışırlar. Ruhî durumları normal olmayan bu insanların ıslâhı,
elbette toplumun yararınadır.
Aslında insan psikolojisi bir tuhaftır: Her
insan yaptığı işin doğru olduğuna inanır. Yanlış yapabileceğini aklına bile
getirmez. Bu yüzdendir ki, en inandırıcı deliller bile kişiyi düşüncelerinden
kolay kolay caydıramaz. 20.yüzyılda, böyle bir davranış insanlık için bir
ayıptır. Bir atasözümüz vardır: "El elden üstündür, arş-ı âlâya
kadar." Öyle ise her insanın az veya çok hata yapabileceğini ve her yaptığımız
işin muhakkak doğru olacağı düşüncesini kafamızdan silmeyi öğrenmeliyiz. İnatlaşma
gibi ilkel alışkanlıklardan uzak kalmaya kendimizi zorlamalı ve alıştırmalıyız.
1. Zulmeden kişi,
etrafındakilere acı çektirir, hile yapar ancak bu işlerin günah olduğunu hayaline
bile getirmez.
2. Hırsız, halkın mallarını
çalar gene de ben "hırsızım" demez. Katil, adam öldürmenin günah olduğunu
aklına bile getirmez.
3. Bu gibilerin hangisine
sorarsanız sorunuz hepsi de yaptıklarını doğru ve haklı gösterecek bir beyanda
bulunacaklardır.
4. Bir memlekette yol kesen
kişi idam edilir; başka bir diyarda ise bu hal, şeref ve iftihar vesilesi
olur.(Günümüzde örneği var)
5. Bir memlekette kadınların
örtünmesi ayıp sayıldığı halde, başka bir diyarda bu durum, kadınların
güzelliklerini gösterecekleri için bir güzellik sebebi sayılır.
6. Bazı insanlar, şarabın haram
olduğunu bildikleri halde içmekten kendilerini alamazlar. Bazı mezhep sahipleri
de başkalarının haklarını yemeyi, helâl olarak kabul ederler.
7. Sırdaş olacağın insanların
hal ve tavırlarını iyice anla. Hal ve tavrı bilinen ve akıllı olan birine sırlarını
söyleyebilir ve onu sırdaş olarak kabul edebilirsin.
8. Dünyada öyle insanlar vardır
ki, bu insanların her biri başka deliliklere alâmet sayılacak garip
vaziyetleriyle kendilerini belli ederler.
9. Her insanın yaptığı iş, hayal
gücüne bağlıdır. Hiç kimse yaptığı işi yanlış olarak kabul etmez.
10. Yazık ki, dünyada akıl ile
deliliği, yanlış ile doğruluğu birbirinden ayırabilecek dengeli bir terazi
yoktur.
******
Allah'ın dediği olur. O, her şeyi yapmaya ve yaptırmaya kadirdir. Hiç
kimse olacakların önüne geçmeye de muktedir değildir.
Bilgili ve arif olan bir insan, dünyada meydana gelen olaylardan ibret
almasını bilir. Zira meydana gelen çeşitli olaylar, Allah'ın büyüklüğünü ve
kudretini açık ve seçik ortaya koymaktadır. Meydana gelen olaylardan ibret
almasını bilenler, insanın Allah karşısındaki güçsüzlüğünü daha etraflı bir
şekilde anlamış olurlar. Aslında güçsüz insan, olayların meydana gelişindeki
hikmeti anlamaktan âcizdir. Onu daha çok, olayların meydana gelişindeki sebep değil,
netice ilgilendirir.
Allah, her şeye kadir olduğu cihetle dünyayı istediği gibi idare etmekte
serbesttir. "İsterse dünyayı yok eder, isterse var eder." Böyle bir
sonuca âciz insanın ağzını açması bile abestir.
1. Allah, akşamı sabah, geceyi
de gündüz eyler. Yazı kış kılar, sonbaharı da bahar eder.
2. O, yaşayanların canını alır,
öbür taraftan ölülere can verir; topraktan insan yaratır, vücudu toprak haline
getirir.
3. Onun kudreti, İbrahim
Peygamber'i (Halîl) yakacak ateşi (Nemrud'un hazırlattığı ateş anlatılmak
isteniyor) nur ha line getirir. Onun hikmeti, Hazret-i Musa'ya bu nurunu ateş
olarak gösterir. Hazret-i Musa'ya bu nuru ateş olarak gösterirkenden kasıt
şudur: "Kur'an, Musa'nın Peygamber olarak Allah katında bir kere otuz,
bir kere on gün olmak üzere kırk gün kaldığını bildirir. A'raf suresi 142.
Hz. Musa, kendisine gaipten sesler gelmeğe başlayınca derin bir ürperti ve
coşkunluğa kapılır. Tûri Sînâ'da, Allah'a yüzünü göstermesi için yalvarır.
Allah Musa'ya kendisini göremeyeceğini, buna dayanamayacağını buyurur. Musa,
yalvarışlarına devam edince, Allah Nuru, Tûri Sînâ'da tecelli eder. Dağ bir
anda yok olur. Çevreyi bir ince toz bulutu kaplar. Musa kapıldığı derin korku
ve coşkunluk sonucu kendinden geçer."
4. Güzel Leylâ'yı Ferhad'ın
gözüne cana yakın gösterip onu aşk derdiyle Mecnun'a çevirir ve zâr zâr
inletir.
5. Kalbi, uzun süre açgözlülükle
huzursuz hale getirir. Gönlü, yıllarca bir emelle doldurarak kararsız kılar.
6. O, bir harîs ve zalim için
bir mülkü yıkar. Bir kavmi ise bir nifakçı yüzünden karmakarışık (altüst)
edebilir.
7. O, bir insanı yüz yıl boyunca
her türlü ihtimamı göstererek besler; sonra da ölümün pençesine bırakır.
8. Bir vücudu yüz yıl süresince
çeşitli bilgilerle bir marifet hazinesi haline getiren odur. Sonra da bu vücudu
mezar toprağına bırakan yine odur.
9. Ey Ziya, arif ve bilgili bir
kişi isen, meydana gelen bunca olaylardan ibret alarak Allah'ın büyüklüğünü
teslim eder, kendi güçsüzlüğünü kabul edersin.
10. Allah, mülküne istediği
gibi hükmedebilir. İsterse kâinatı yok eder, isterse var eder.
"SANATI KARŞISINDA AKILLARI HAYRETE DÜŞÜREN BÜYÜK SANATKÂRI ULULARIM.
KUDRETİYLE ÂLİMLERİ ÂCİZ BIRAKAN ULU ALLAH'I TAKDİS EDERİM."
TERKÎB—İ BEND
Allah'a çeşitli arzularımızın gerçekleşmesi için ibadet etmek, bir
bakıma kendimizi aldatmak olur. Allah'a sevgimizin bir belirtisi olarak ve O'nu
içimizde hissederek ibadet edersek öteki dünyada Allah'ın yardımına belki
mazhar olabiliriz.
1. Sâki, canın cevheri, özü olan
ve toplumda hor görülen kalender kimselerin gönlüne ferahlık veren içkiyi
getir.
2. Sözü edilen içki, olgun
kişilerin gönlüne neşe, alışkın olmayanların aklına da zarar verir.
3. Bir kadehle gönlümüzü hoş et;
çünkü gamlı gönül, hayli zamandan beri meyhaneden uzak bulunmaktadır.
4. Sâki, Allah için dünyadan
elini eteğini çekmiş olan, kalender ve hoşgörülü kimselerin aşkına içelim;
Allah yolunda dünyadan geçmiş olanlar, Allah'a ait gizli şeyleri bilirler.
5. Sâki, ham sofunun inadına
içelim; çünkü onun gayesi cennet şarabı, arzusu da cennet güzelidir.
6. Terbiye edilmiş aşk içkisinin
en eski ustasına aşkolsun ki, içkisi yüz yıllık ve sakisi de gençtir.
7. Bu meselede eğer şüphe
ediyorsan o zaman şarabı yapan ustaya sor; vaizlerin anlattıkları sayıklamadır
ve saçmadır.
8. Benim anlayabildiğim çarh, bu
ters dönen çark ise görünüşü çok güzeldir ama kendisi yamandır.
9. Felek, süslü ve büyük hayal
fenerinin çemberine benzer ki, aksettirdiği semboller, şekiller çok çabuk geçip
gidiverir.
10. Sâki, bize içki sun ki,
tecrübeli olan gönlümüz, yarının düşüncesiyle çarpıntı içindedir.
Eğer akim ve şuurun varsa içki iç ve güzel sev dünya varmış veya yokmuş
hiç düşünme, umur etme.
******
1. Âlemin çok tuhaf ve mecburi
olan gidişi kâfi değil mi, yetmez mi? Dünya yıldızı acaba bir konak yerine
ulaşamaz mı?
2. Âlemin gecesi, günün birinde
muhakkak sabaha ulaşır. Şimdi uyuyanlar, o zaman uyanırlar.
3. Âlemin tabiatı, huyu, dönmeye
başladığından beri hiç değişmemiştir. Kimin üstüne dönse sonunda onu ayaklar
altına alır.
4. Dünya arzusunun yerine
getirilmesi mümkün değildir; çünkü bu arzuyu yerine getirmek böyle bin altın ve
gümüş dünyası olsa yetişmez.
5. Eğer hariçten seyrine imkân
olsa, dünyanın şaşılan vaziyeti müthiş görünür.
6. Âlemin eşeği (âlem denilen
eşek) yükünü tam anlamıyla almış bulunmaktadır; sekteye uğramadan gitmektedir;
aldığı yükten fazla bir zerre dahi kaldırmasına artık imkân yoktur, çünkü
kaldıramaz.
7. İnsanoğulları arasındaki bu
karşılıklı düşmanlık devam edecek mi? Âlemin gittiği yolun (merkez-i âlem) ne
zaman doğru bir yön alacağı bilinmez?
8. Âlemin yaprak çeviren âleti,
her gün bir yaprak çevirir; böylece her çevirişte bir gerçeği meydana çıkarıp
gösterir.
9. Allah'ım, âlemin mektebi ne
güzel mektep olur; her sayfasında bin bilgi dersi okunur.
10. Kuvvet merkezi, dünyanın
neresindedir? Allah'ım âlemin kalıbı hangi binecek şeyle gezer?
"EY HALKI YARATIP ÂLEMİ TANZİM EDEN BÜYÜK ALLAH, SENİ BİN KERE
TAKDİS EDERİM."
******
1. Kudretine başlangıç ve son
olmayan ey ulu Allah'ım, senin niteliğini tam olarak anlamak imkânsızdır.
2. Her nesne, varlığına en güzel
şahittir. Her zerre, birliğine şahitlik eder.
3. Hükmün bu eserlerle güneşi
(izhar eder) gösterir. Emrin ışıklarla ayı meydana çıkarır.
4. Havadaki kuşlar, senin
nimetlerinin sergilendiği sofranda doymuşlardır. Denizdeki balıklar, lûtfunun
suyunu içerek kanmışlardır.
5. Senin iyiliğin, kudretin
İbrahim Peygamber için hazırlanmış olan ateşi bir gül bahçesi haline getirir.
Kendini beğenmiş dinsiz Nemrud, bir sivrisineğin (beynine girmesi sebebiyle
ağrısına dayanamayıp ölerek) mağlûp olur.
6. Zulüm görmüş kimselerin
yakınmaları göklere çıkmaktadır. Adaletin, zulmedenleri ne zaman toprak haline
getirecektir?
7. Her türlü zevk, yabana
kişilere aittir. Belâlar ise senin aşkınla ıstırap çekmekte olanlara ayrılmış
bulunmaktadır.
8. Allah yolunda olan birçok din
ehlini yoldan çıkaran sensin. Yolunu şaşırıp sapıtmış olanlara da doğru yolu
gösteren yine sensin.
9. İşlerin iyi veya kötü
gerçekleşmesi mademki senin hükmündedir, o halde bu emirler ve yasakları ne
için koymuş bulunuyorsun Ey Allah'ım!
10. Bu tuzak ve fitne yine
sendendir Allah'ım, bu aldatış ve karışıklık yine sendendir Allah'ım!
"Ulu Allah'ım, kulunu evvelâ yap! diye teşvik ediyor, sonra
da-günâh işledin diye-ayıplıyor, kınıyor, çıkışıyorsun! Kıyamet günü eteğine
yapışacağım."
*****
Dünyaya gelen insan hiçbir zaman mutluluğa ulaşamayacak devamlı dert ve
ıstırap çekmek mecburiyetinde kalacaktır. Bu durum, Allah'ın bir takdiridir.
Ancak şu da bir gerçektir ki, ıstıraplarına, acılarına rağmen hayat güzel ve
çekicidir. Dünyadaki nimetlerin hepsi insanlar içindir. Bir ideal peşinde
koşarak, bu nimetlerden faydalanarak yaşamak insana mutluluk verir.
1. Ölümlülüğün kanla dolu
çeşmesinden bir damla içen; başını bir daha belâlardan kurtaramaz. (Şu
ölümlü dünya, belâlar ve ıstıraplarla doludur. Bu yüzden dünyaya gelenler, bu
dertleri çekmek mecburiyetindedirler.)
2. Bu dünyada rahat olmayı
istiyorsan dünyaya gelme; zira meydana düşen yani doğan kişi kaza taşından
kendini kurtaramaz.
3. Korku ve rica sınırlarının
dışına çıkıp Allah rızâsının emniyeti içinde sebat et.
4. Eğer kıyamet günü kurulacak
büyük mahkemeyi biliyor ve bu mahkemeden korku duyuyorsan adalet terazisini
elinden bırakma, her şeyi doğrulukla yap.
5. İnsanlardan vefa beklemek,
bunun umuduna düşmek, hüma kuşunun gölgesinden devlet ummaya, beklemeye benzer.
6. Yağmur yerine gökten inci
ve mücevher yağsa, bahtı olmayan kişinin bağına tek bir damla düşmesine imkân
yoktur.
7. Baykuşun gözü ışıktan nasıl
müteessir olursa; olgun kişiliğe erişmiş olanları da cahil olanlar çekemezler.
8. Bu âlemde her akıllıya bir
dert kararlaştırılmıştır. Bu dünyada, akıllı olanlar takımından acaba rahat
yaşamış olanlar var mıdır?
9. Şimdiye kadar, bilim
adamlarından, fazilet sahiplerinden binlerce kişi gelip geçtiği halde, bu
bilmecenin sırrım çözen bir kişiye rastlanmamıştır.
10. Eğer bilgi sahibi isen
Allah'ın sanatını büyük bir şaşkınlıkla seyret: Nasıl ve niçinini sorma!
Yüksek ve derin fikirleri, Allah'ın hikmetini anlamak bu küçük akla
sığmaz; çünkü bu terazi (akıl) bu kadar ağırlığı kaldıramaz.
*****
Şu bir gerçektir ki dünyanın altınında ve gümüşünde (mal, mülk yani
zenginliğinde) hiçbir safa yoktur. Çünkü ölürken yani öteki dünyaya giderken
hepsini burada bırakırız. Bundan dolayı altın ve gümüş (zenginlik) için yapılan
kavgalar yersizdir. Zira insan fânidir. Bu yüzden ölümden kurtuluş yoktur.
İster kral, ister padişah, ister zengin, ister fakir ol, gün gelince "ölüm
yolculuğuna" çıkmak mukadderdir. Hazret-i Süleyman hem çok zengin hem de
dünyadaki bütün varlıklara hükmedecek kadar kuvvetli bir hükümdardı. Ama bugün
o saltanatın bile yerinde yeller esmektedir.
Bundan dolayı insan, dünya malı için neden hırs duymalıdır? Bir
atasözümüz de "dünya malı, dünyada kalır" demektedir. Bu şartlar
karşısında insanın yapacağı tek şey, kendini bütün samimiyetiyle işine verip
sadakatle çalışmak olmalıdır.
1. Dünyanın gümüşünde ve
altınında acaba ne safa vardır? Zira insan ahrete yolcu olurken (ölürken)
hepsini bırakır da öyle gider.
2. Şu gökyüzünün ne gece ve
gündüzünde ne de güneş ve ayında bir vefa rengi var mı, nazar kıl da anla!
3. Süleyman Peygamber'in
tahtının havada seyrettiğini (yol aldığını) söylerler ama o saltanatın şimdi
yerinde yeller esmektedir.
4. Bu dünyada eğer hür olmak
istersen; dünyanın zevki, salası, gamı ve kederiyle ilgilenme.
5. Sevgili gitmiş, rindler
dağılmış, içkiler dökülmüş, böyle bir gecenin seherinden hiç hayır umulur mu?
6. Bir kimsenin ırk ve
mayasında (soyunda sopunda) bozukluk varsa o kişi dünyanın sadrazamı bile olsa
ondan bir hayır umma..
7. Birçok beceriksiz, toy
müneccim gökte yıldız arar da dalgınlıktan yolunun üstündeki kuyuyu görmez.
(Kendi kabiliyetlerinin derecesini ölçüp biçmeden büyük işlere girişenler,
başarıya ulaşamadıkları gibi zarar ve kayıplara uğramaktan kendilerini
kurtaramazlar.)
8. Dünyaya sözle düzen vermeye
kalkanların evlerinde bin türlü kayıtsızlık, ihmal bulunduğu bir gerçektir.
9. Sarf edilen sözlere bakılarak
bir kişi hakkında karar verilmemelidir. Çünkü kişinin aynası sözleri değil,
işidir. Bir insanın aklının derecesi meydana getirdiği işiyle ölçülür.
10. Ben her ne kadar bazı
kötülükler gördümse de gene bu fikrin üzerinde ısrarla duruyorum:
İnsan bir işi zorla da yapsa o kişiye gene de sadakat yaraşır. Çünkü
doğruların yardımcısı Hazret-i Allah 'tır.
******
Haksız iş görenler, rüşvet alanlar, kötü yollarla mal edinenler ya bu
veya öteki dünyada muhakkak Alla-h 'in cezasına uğrayacaklardır.
İnsan olan, etrafındaki kişilere yardım elini uzatmalı, hiç kimseye kin
duymamalıdır. Ancak dünyada hileyi meslek haline getirmiş kişiler çoktur.
Bunlar, sizi aldatmak için "güvenilir" kişilermiş gibi davranırlar.
Hilekâr olarak tanınan kişilere sakın inanmayınız.
1. Bir valinin halkına zalimce
davranması, ona işkence etmesi, dünya ve ahret için ne bayağı ve alçakça bir
davranıştır.
2. Hak ortada iken, mahkemede,
hüküm verileceği sırada bir batıl için hükmü eğip bükmek insan olana lâyık bir
hareket midir?
3. Hâkim davacı, mübaşir ide
şahit olan bir mahkemenin hükmüne adalet denir mi?
4. Ey rüşvet alan eşek, bu ne
alçaklıktır ki, birkaç kuruş için bütün ömrünce utanç içinde yaşarsın.
5. Bir mal ki, din, ırz ve namus
alet edilerek elde edilmiştir, o mala lanet olsun!
6. İnsan olanın hemcinslerine
hayrı dokunmalıdır. Bu alâmet insanda, insanlığı belirler.
7. İnsan ona derler ki, şefkatli
kalbi, insanoğullarının acıları ile kederlenir.
8. Hiç kimseye gizli
düşmanlığı bulunmayan insana adam derler. Böyle birisi kendi öz varlığı için de
doğruluktan hiçbir zaman ayrılamaz.
9. Hainliği meslek edinmiş
olanlar, görünüşleri itibariyle sadık insanlarmış gibi görünürler. Bazı kötü
emelleri bulunan kişiler ise ilk bakışta doğru yolu gösteren (mürşit) kişilere
benzerler.
10. Birçok kişinin ahlâk ve
tabiatı görünüşüne uymaz. Allah'ım bunun sebebi, hikmeti nedir? İlâhî, bu ne
haldir?
Hilekâr kişilerin sözlerinde duracağını sakın ümit etme! Zira çok
hacıların haçı koltuk altlarından çıkmıştır.
******
İnsanların öldükten sonra da iyi bir namla hatırlanabilmeleri için
yarına, maddî ve manevî değerleri olan güzel eserler bırakmaları lâzımdır.
Namık Kemal şöyle diyor: "Öldükten sonra bir güzel nam bırakmak belki hiç
ölmemekten hayırlıdır."
1. Habeşli bir köle,
talihinin yardımı ile cihana sultan olur. Bir Gâve, Dahhâk'ın mülkünü perişan
eder.
2. Dünyanın talih ve
talihsizliğine bel bağlama. Zamanın çemberi bir dairede devredemez, dönmez.
3. Zalim olan kimse, günün
birinde muhakkak bir zulme uğrar. Ev yıkanın evi elbette yıkılır, perişan olur.
4. Çok defa insan, yaptığının
cezasını aynı şekilde yani "kısasa kısas" prensibine göre görür. En
sonunda, törpünün de körlenmesi demir yüzündendir.
5. Haccac ve Cengiz lanetle
hatırlanır. Nuşirevan ile Süleyman ise ululanıp saygı ile anılır.
6. Gerçeği sözle değiştirmek
mümkün müdür? Küfür ile imânı ayırmak mümkün mü ki?
7. Cami ile kilise bir
topraktan inşa edilir; Allah'ın katında ateşe tapanla Müslüman biridir.
8. Her derdin çaresi vardır,
her inleyen ölmez. Her sıkıntıya, her kaygıya bir son olur.
9. Bazen namusun temiz eteği
yırtılır, yani namusa pek önem verilmez; bazen de, namuslu adamlar zindanın
süsü haline gelirler.
10. Yusuf'a kardeşlerinin nasıl
zulmettiklerini düşün; eğer güzel mükâfat istiyorsan yapılan zulümlere sabırlı
ol!
ALLAH'IN KUDRETİ GÜNÜN BİRİNDE ZALİMLERE ŞUNU DEDİRTİR: "YEMİN
EDERİZ Kİ ALLAH SENİ BİZE ÜSTÜN TUTTU.''
******
Her devirde iyi yetişmiş elemanların yokluğundan şikâyet edilmiştir.
Bugün de öyle değil midir? Okumuş insan çoktur ama yetişmiş insan hâlâ mumla
aranmaktadır.
İnsan genç yaşlarda plânlı bir şekilde çalışmayı itiyat haline
getirebilirse ideallerini gerçekleştirmede muvaffakiyete ulaşabilir. Aksi
takdirde, bocalamaktan öteye gidemez. Unutmayalım ki, bu cemiyetin her zaman
devam edeceğini ummak deliliktir. Zira zaman bir su gibi akar gider de haberimiz
bile olmaz.
1. Her şahsı, Hakk'ın en
yakım mı sanırsın? Her taç giyen derbeder perişan şahsı İbrahim Ethem mi
zannedersin?
2. Dünyayı arasan binde bir
adam (iyi yetişmiş kimse) bulamazsın; adam görünen eşekleri sen adam mı
sanırsın?
3. Yüceliğe ulaşmış birçok insan
gördüm ki, yüzü güleçtir ama içi kan ağlar, kederlidir. Sen her gülen kişiyi
mutlu, saadete erişmiş mi zannedersin?
4. Önce hastalığın ne olduğunu
anla ondan sonra tedaviye başla. Sen, her merhemi her yaraya ilâç mı
zannedersin?
5. Niçin kibir ediyorsun? Yoksa
sen kendini hükmü ve nüfuzu geçmekte olan en büyük vezir mi zannediyorsun?
6. Ey dünyanın bir günlük geçici
saltanatı için övünen insan, dünyayı sana teslim edilmiş mi zannediyorsun?
7. Dünya, açgözlülerden ne
zaman boş kalmıştır ki...Sen kendini bu dünyaya gerçekten gerekli mi
zannediyorsun?
8. En ummadığın biri çıkar,
içindeki sırlarını keşfeder. Sen, herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?
9. Bir gün gelecek sen de perişan
olacaksın (yaprakların dağılacak); ey gonca, bu cemiyeti (derli toplu duruşunu)
her vakit devam edecek mi zannedersin?
10. Eğer feleğe minnet edersem,
alçak olayım. Senin eziyetinle beni kederlenecek mi zannedersin?
Allah'a güvenenin yardımcısı Allah'tır; kederli gönül bir gün gelecek
mutlu olacaktır.
******
1. Feleğin görünen niteliğine
aldanma, zira felek eski felektir; onun düzensiz ve derde deva olmayan tabiatı
dönek olmaktır.
2. İster ipek kumaşlı bir
döşekte, ister viranede can ver, zengin ve fakir, her ikisi de sonunda toprağa
girecektir.
3. Uysal gibi görünen bir
kişinin öfkesinden Allah'a sığın, çünkü yumuşak huylu atın çiftesi serttir.
4. O nezaketli gülümseme pek
çok canlar yaktı. Aslanın da cana kıyması (avını öldürmesi) gülerek gerçekleşir.
5. Soyu kötü olana üniforma
hiç asalet verir mi? Sırmalı, kılaptanlı altınla işlenmiş semer vursan eşek
yine eşektir.
6. Yaradılışı kötü olan
kişinin bu durumu ancak içki meclisinde anlaşılır. İçki, insanın cevherini,
içini anlamada mihenktir.
7. Öğütle, yola gelmeyen kişiyi
önce tekdir etmeli (azarlamalı); tekdir ile yola gelmediği takdirde o zaman da
hakkı olan köteğe (dayağa) başvurmalı.
8. Cahiller, ancak cahillerle
yaptıkları sohbetten tat duyarlar. Divanelerin arkadaşı ise divane gerektir.
9. Yüksek mevkide bulunanlar af
ile müjdelenmiş midir? Ceza kanunu zavallılar için midir?
10. Milyonla çalan yüksek
mevkilerdedir; birkaç kuruş çalanın yeri kürektir. (Yani kürek cezasına
çarptırılır).
Zengin kimseler için din de, iman da paradır. Namus ve hamiyet sözü
fukarada kalmıştır.
*****
Hainleri gözetme, halkı sözle refaha kavuşturma/himaye, çalışkanı
taassupla suçlama, ilerlemeye Müslümanlığın engel olduğu safsatası, milliyeti
unutturma gibi fikir ve davranışlar Tanzimat'la birlikte yayılmaya başlamıştır.
1. Bir yüce makama ulaşabilmek
için dostları çekiştirmek yeni çıktı. Bunu daha önce bilmezdik, bu anlayış yeni
çıktı.
2. Hırsızlık çoğalıp gerçek
sadakat ortadan kalktı, onun yalnız sözü edilir oldu ve bu tutum moda haline
geldi; namus tamam oldu, yani namus denen şey hiç mi hiç kalmadı, yok oldu, hamiyet
(yakınlarını koruma) gayreti yeni çıktı.
3. Dostlarını düşmanlarına
çekiştirmek bir nev'i incelik sayıldı. Sevgiliyi yabancılara şikâyet etmek yeni
çıktı.
4. Sadık kişileri horlama ve
düşüncelerini kabul etmeme, kural haline geldi. Hırsızlara ikram ve lütuf yeni
çıktı.
5. Gerçekleri söyleyen kişi
eskiden de sevilmezdi ama hainleri ağırlama, onları gözetme yeni çıktı.
6. Bütün nizamlar, kâğıtlarla
(burada gazete) halka duyurulmaktadır; halkı sözle refaha kavuşturmak yeni
çıktı.
7. Güçsüz, iktidarsız olanın
en tabiî hakkı bile verilmez. Korunulan kişileri (arkası olanları) her yerde
himaye etmek yeni çıktı.
8. Gayretli, çalışkan bir kişi
taassupla suçlandırılır. Dinsiz olanlara yakınlık yeni çıktı.
9. Devletin ilerlemesine
engel olan Müslümanlıkmış. Eskiden bu söylenti yoktu, yeni çıktı.
10. Her işimizde milliyeti
unutarak Avrupalıların fikirlerine uymak yeni çıktı.
Eyvah, bu oyunda bizler yine yandık; çünkü ziyan ortada, bilmem ki ne
kazandık.
*****
Tarih
boyunca dost bildiğimiz kimselere yardım elimizi uzatmaktan her zaman gurur duymuşuzdur.
Zaman zaman onları yükseltmenin yollarını bile aramışızdır. Düşmanlarımıza ise
hak ettikleri cezayı vermekten bir an bile tereddüt etmemiş, gerektiğinde
öcümüzü alabilmek için ölümden dahi kaçınmamışızdır.
Dostunuzu seviniz. Dostluğunuzu önemsiz sebeplerden dolayı sakın
bozmayınız. Çünkü "Dostluk: İki vücutta yaşayan bir ruh, iki ruhta
yaşayan bir vücuttur.-Aristo" vecizesini her zaman hatırlayınız.
1. GÖRÜNÜŞÜMÜZE BAKARAK
BİZLERİ AKILLI SANMA. BİZ AKILLI GÖRÜNÜŞTE BİR SÜRÜ BUDALAYIZ.
2. Halimiz meydanda iken,
bilinirken bize akıllı kişiler denebilir mi? Biz, heveslerin sihrindeki gösterişe
kendimizi kaptırmış olan kişileriz.
3. Vatandaki dostlarımızdan bizi
özleyenler varsa (onlara derim ki), gurbette yolculuğa düştük, duaya
ihtiyacımız var.
4. (Herkesin yaradılışına
benzemeyen) acayip bir bileşiğiz. İki özelliğimiz var: Dostlarımızı yükseltmeyi
düşünür, düşmana ise belâ oluruz.
5. Biz, görünüşte fakir
dervişler isek de hazineler hırkamızın altında saklıdır.
6. Öbür dünyaya yarar bir işimiz
yoksa da, ikiyüzlülükten uzak kalmış insanlarız.
7. Yüksek makam sahiplerine
bizleri hor görme ve aşağılama yaraşır mı? Biz, güçsüz isek de Allah'ın kulları
olduğumuzu unutmayınız.
8. Gönül, herkese felâket
getirecek kadar güzel olan bir sevgiliye tutuldu ki, her an her nazma bin kerre
fedayız.
9. Gerçi o şereften bir hayli
yıl uzak kalmış bulunuyorsak da, sohbetinin tadı hâlâ hatırımızdadır.
10. Ey güzellerin şahı, biz her
haksızlık ve bundan doğan incitmeye razıyız; zira bizler, her şeye razı olan ve
rıza kapısına sıkı sıkı yapışmış kullarız.
Bize istersen iyilik yap, dilersen bizden uzak ol, ancak şeref ve şanla
dünyada sağ ol.
*****
Toplum içinde yaşayan insanın faydalı işler meydana getirerek kendisini
topluma sevdirmesi gerekir. Kötü namla anılmamaya çalış. İncinmemek istiyorsan
sakın kimseyi incitme.
Toplumda yaptığın işin anlayanı yoksa sakın ayak direme. Ya yaptığın
işin türünü değiştir veya o yeri terket.
İnsanın başına her türlü belâ nefsine, hâkim olamamaktan gelir. Öz
varlığının kölesi olan kişi, isteklerini iradesiyle firenlemeyen insan
demektir. Böyleleri, çalmaktan, yalan söylemekten, içkiye alışmaktan,
uyuşturucu kullanmaktan (vb.) kendilerini kurtaramazlar. Okullarda, irade
terbiyesinin geliştirilmesi için özel programlar uygulamak devletin en önde
gelen işlerinden olmalıdır.
"Başlamak demek, bitirmek demektir." Onun için başladığınız
bir işi sakın yanda bırakmayınız. Bitirmeye gayret ederseniz her yönden
kazançlı çıkarsınız.
1. Adaletini her millet için
devamlı olarak dağıt. Bütün yaratıkların mabudu olan Allah'ın gazabını aklından
çıkarma, onu düşün.
2. Halk, zemzem kuyusuna
işeyen adamı lanetle anar. Sen kendini Kâbe gibi saydırmaya, tanıtmaya gayret
et.
3. Bu geçici dünyada eğer
incinmemek istersen, hiç kimseyi incitmemeye gayret et.
4. Bir yerde nağmeni takdir
edecek kulak yoksa nefesini tüketme, makamını değiştir (yahut yerini değiştir.)
5. Sakın ha, kadın gibi heva
ve hevesine mağlûp olma, er ol; öz varlığının etkisinde kalarak yani nefsine
uyarak ona mağlûp olma, aksine sen öz varlığını etki altına al, nefsine hâkim
ol, onu mağlûp et.
6. Bir işte direnerek o işi
inatla sürdürenler, ağaç gibi sağlam yetişir ve büyürler. Hangi işin ehli isen
o işte çalışarak başarıya ulaş.
7. Noksanını bil, ya önceden işe
başlama; işe başlarsan işini muhakkak sona erdir.
8. Ey sabah rüzgârı, eğer yolun
Irak semtine uğrarsa; Bağdat iline doğru da bir süzül oraya da uğra.
9. Orada güzel söz söyleyenleri
ziyaret et, sonra saygıyla Bağdatlı Ruhî'nin mezarına git ve benim selâmımı
ilet.
10. Önce Ziya'nın takdirini saygı
ile bildir; sonra huzurunda aşağıdaki beyti okuyarak sözünü bitir:
Söz meydanlarında, şiir alanlarında senin gibi bir er yokken, şimdi bir
Anadolu şairi sana eş oldu.
*****
Kaynak
H. Fethi GÖZLER, Ziya Paşa'nın Terci-i Bend'i İle Terkib-i Bend'i
Üzerine Düşünceler, Kültür Bakanlığı- 711, 1987, Ankara
ZİYA PAŞA’NIN ESERLERİNDEN
ZİYA PAŞA’NIN RÜYASI
Dün Cuma günü sabahleyin, aldığım gazeteleri ve mektupları okudum.
Bunlarda, Doğu'daki durumlarla ilgili birçok üzücü haber gördüm. Canım pek
sıkıldı. İçimi bir endişe de kapladı. Belki eğlenirim diyerek, yemekten sonra
kalktım. Kendi kendime düşünerek, "Hamş-Fort" bahçesine
girdim. Ve suyun kenarına konulmuş kanepelerden birine oturdum. Elimi şakağıma
dayayıp, bazen suya ve bazen de her zaman bahar yeşilliği olan çimenliğe, ibret
ve hayret gözü ile bakarak ve zihnimde vatanın uğradığı sıkıntı dolu durumları
tasavvur eden düşüncelere daldım. Herşeyden önce kendi başımdan geçen olaylar
hayretle gözümün önüne geldi.
Bir zamanlar, hükûmet’de bulunarak gördüğüm acayip ve yedi sekiz sene de
Padişahın Özel Kalem Dairesi'nde çalışarak şahit olduğum garip şeyler, bir bir
hatırımdan geçmeye başladı. Sonra, ne tuhaf sebeple Saray'dan çıkışım ve ne
münasebetle kimi zaman Zabtiye Müsteşarı ve kimi zaman da Atina Sefiri olduktan
sonra Beylerbeyi rütbesi ve Paşalık ünvânı ile Kıbrıs'a gidişim ve orada altı
yedi ay, çeşitli belâlara uğrayıp, sonradan Padişah’ın emriyle, Yüksek Meclis'e
ve sonra paşalık, beylik ile değiştirilerek beylikçiliğe memur oluşum ve altı
yedi ay geçince ne büyük önemler, gösterişler, emirler ve ümidlerle Bosna
tarafını denetlemeye gönderilip, bir buçuk ay geçer geçmez ne tuhaf sebeple
işten ayrılmaya ve geri dönmeye mecbur ve onun üzerine tekrar Yüksek Meclis'e,
bir müddet sonra da Adalet Bakanlığına memur oluşum ve üç ay geçince, oradan da
Amasya Mutasarrıflığına (Amasya Sancağı'nın basma) tâyin edilerek, hasta ve
güçsüz olduğum hâlde, o kadar sıkıntı ipinde memuriyet yerime gitmek için nasıl
zorlandığım ve orada sekiz ay hasta yatağımda yattığım ve iki sene kadar,
verilen vazifeyi yerine getirmek için elimden geldiği kadar çalışıp çabaladığım
hâlde, ne acayip asılsız sözlerle, iftiralarla vazifemden almışım ve Samsun'a mutasarrıf
oluşum ve suçlamaların araştırılması için Amasya'ya özel memur, müfettiş
gönderilerek soruşturma sonunda iftiracıların umduklarını elde edememeleri
üzerine yine Padişah'ın emri ile Yüksek Meclis'e memur oluşum ve sonradan
Kıbrıs Mutasarrıflığı yüksek makamına tayin olunarak kalkıp oraya gidecek iken
Avrupa'ya gelişim ve o zamandan beri iki buçuk sene içinde burada ortaya çıkan
bazı özel durumlar ile şimdi Londra'da "Hamş-Fort" bölgesinde
tek ve yalnız bulunuşum, birer birer aklımdan geçti. Bir zamanlar dolaştığım
memleketlerde ve memuriyetlerde gördüğüm durumlar ve o zamandan beri Osmanlı
Devleti'nin uğradığı değişiklikler, bölük bölük ansızın hatırıma geldiği
sırada, nihayet İstanbul'un şimdiki hâli gözümün önüne geldi. Kendi kendime
dedim ki:
Yarabbi bu nasıl bir durumdur?
Bu Osmanlı Devleti'nin ne suçu var ki bu sıkıntılara, belâlara uğrar; bu
millet hangi suçun sahibidir ki, bu eziyetlere, felâketlere uğramıştır?
Bu Padişah, hangi sebebe bağlı olarak düşüncesini ve ahlâkını
değiştirdi?
Sultan Abdülaziz Han, tahta çıktığı sırada, devletine ve milletine karşı
çalışkan, hamiyetli, dirayetli, otoriter bir padişah idi. Bütün dünya kendisine
dost, yenilikçi ve imdada koşan, Allah'ın yardımına mazhar olmuş, ulaşmış bir
kimse gözüyle bakıp, taparcasına bağlanırdı. Şimdi neden bu düşünceler değişti?
Yârabbi, bütün bunların sırrı ve hikmeti nedir?
Ah, Padişah'ı görsem ve kendine gizli tutulan birçok durumları bütün
gerçekliği ile kendisine söylesem ve bunun ile hem velinimetime; Padişahım'a ve
hem de devletime, milletime elimden gelen hizmeti yerine getirmiş olsam! İşte
ben bu hayâller ile uğraşırken gözümün Önünde duran küçük dere yavaş yavaş
genişleyip, büyüyerek bir başka şekle girmeye, değişmeye ve suyun iki tarafında
muntazam dikilmiş olan yüksek ağaçlar da heybetini değiştirerek, yalı ve bahçe
şekline girmeye başladılar. Ben, bu gariplikler gösteren değişikliği seyrederek,
acaba burası neresi olacak derken, Boğaziçi meydana çıktı. Önce Beşiktaş'daki
Padişah Sarayı'nı gördüm. Ve bilmem nasılsa içine girdim. Her tarafını zihnen
çok iyi bildiğim ve aklımda tuttuğum Saray'da kimseyle karşılaşmayarak, büyük
merdivenden yukarıya çıktım. Yavaş yavaş sofada gezinip, acaba Padişah:
buralarda mıdır, diye hayran hayran etrafa bakınırken, meğer Padişah Hazretleri
bahçe üstündeki odada imiş. Çıktı ve beni görünce işaret edip, yanma çağırdı.
Koşup gittim. Ve çok senelerden berii hasretini çektiğim ayaklarına, ağlayarak
kapandım. Yaradılışından gelen iyilik ve güzellikle, gülerek gönlümü aldı ve
iltifat buyurdu. Ve mübarek eliyle başımı yerden kaldırıp, söze başladı. Ben de
etrafıma bakıp işitecek kimse olmadığını görünce, vatanıma -
Beşiktaş Saray-ı Ilümâyûnu'nu gördüm. Vc bilmem nasılsa1 içine girdim.
Çünki, Saray'ın her tarafı zihnimde mahfuz olmağla kimseye rast gelmeyerek
büyük ner-dübândan yukarı çıkdım.; Yavaş yavaş sofada gezinüp, acaba Zât-ı
Şahane buralarda mı, deyû hayran hayran etrafa nigerân iken meğer Zât-ı Cenâb-ı
Mülûkâne bahçe üstündeki odada imiş. Çıkdı ve beni görmekle işaret edüp yanma
(çağırdı. Koşup gitdim. Ve nice senelerden beru hasretini çekdlgim ayaklarına,
ağlayarak kapandım. Meftûrfolduğu meşîme-i lûif u inayet iktizâsmca tebessüm
ileinevâziş ü iltifat buyurdu. Ve mübarek eliyle başımı yerden kaldırup, söze
başladı. Ben dahi etrafıma ba-kup işitecek kimse olmadığım gördüğümde, vatanıma
ve özellikle yardımları, beni kabul etmeleriyle hayat bulduğum Padişahım'a
hizmet için bundan daha iyi vakit ve fırsat olamaz, .dedim. Gözleri yaşla dolu
olarak, şöylece sorularını serî bir şekilde sormaya başladı:
-Ziyâ; senin hakkında esirgemeyip, bol bol verdiğim (bunca lütuf ve
ikramları unutup, Avrupa'ya kaçmak sana düşer mi, yakışır mı idi?
-Velinimetim Efendim! Bana bol bol bağışladığınız bunca lütuf ve
ikramların teşekkür hakkını, hiçbir zaman ödeyemem. Ve Efendim'in hürmetini
bırakıp. Avrupa'ya gidecek kadar câhil, kaba, terbiyesi kıt birisi olmadığım
Efendim tarafından bilinmektedir. Lâkin bu harekette, yani Avrupa'ya gidişimde
ben kulunuz mecbur idim ve bu bakımdan özürlüyüm. Gerçi, yüce izninizi almadan
Avrupa'ya gittim. Ancak, Avrupa'da da -Siz'e karşı- elimden gelen hizmeti
görmekte kusur etmedim. Gerçi, yüksek şahsınıza aleyhimde pek çok söz
söylediler ve söyleyenler de meydandadır. Bunları çağırıp, yüzleştirerek
yargılarsanız, gerçek durum ortaya çıkar.
-'Ya, "Fecr" ve "Hürriyet." gazetelerini kim
çıkardı? "Veraset Mektubları'" ın kim yazdı?
-Bunları çıkaran. Efendimiz tarafından bilinmektedir. Herbirisinin
altında yazarının imzası vardır ve bunlarda kulunuzun kalemimden çıkan şeyler
de, kendi imzam ve itirafımla kayıtlıdır. Fakat, hiçbirinde Siz'in ve
devletinizin menfaatlerine aykırı birşey yoktur. "Veraset Risalesi"
doğrusu kulunuzun kalemimden çıkmıştır. Burada, bazılarının Avrupa gazetelerine
yazdıkları, dehşetli yazıları gördüm.
-Ya Millet Meclisi kurmak, Saltanatın bağımsızlığını bozucu değil mi?
Senin yazdıklarında bu düşünceler görüldü.
-Şevketli Efendim! Bu mesele hayli uzundur. Fakat, özet olarak şu
kadarcık arzederim ki; Millet Meclisi, yüksek şahsınızın kanuna uygun
bağımsızlığınızı kesinlikle bozmaz. Zîrâ, zihnimdeki Millet. Meclisi'nin
sistemi, şeriatın sınırlarından ibaret bir şey olmadığından, Saltanatın
bağımsızlığı nasıl şeriatın hükümleri, kanunları ile sınırlanmış ise, sistem
ile de o kadar sınırlanmış olur.
….
DEFTER-İ
AMALİM" den..
İnsan çocuktan olur. Çocuk da, terbiye ile insan olur, İnsanlarda,
insanlığın belirtisi olan doğruluk ve dostluk kalmadı. Devlet yıkıldı, millet
bitti diye her defasında tasalanıyoruz. Lâkin sebep aradığımızda, meselâ
hırsızlık ve bilgisizlik gibi birçok ilgili sebepler görüp, durumun düzelmesini
onların ortadan kaldırılmasında sanıyoruz. Dâima bu görüşten hareketle çalışıyoruz.
Yine, umduğumuz hayırlı tesirleri görmüyoruz. Belki onun zıddını görüp,
şaşırıyoruz. Ümitsiz ve hayrette kalıyoruz. Acaba, niçin bir kerre de bu
sebeplerin başlangıçlarına ve onlardan, asıl temel olan umumî terbiye yönüne
dikkatli bir şekilde bakmıyoruz?
Gerçi olan olmuş ve ortadaki kimselerin düzelmesi değil, fakat
kötülüklerin önlenmesi ve zararın azaltılması, ancak nizam ve kanunun ezici
kuvve- tine kalmıştır. Fakat yetişecek çocuklarımızı olsun, bizim düştüğümüz
korkunç uçurumdan kurtarmanın çâresini neden düşünmüyoruz?
Bizim yerimize onlar gelecek değil mi? Onlar da bizim gibi olurlarsa bu
şikâyet edilen durumlar devam etmeyecek mi?
Ya bu hâller devam ederlerse….
Yeryüzünde bulunan medenî milletlerin hepsi, bir ilerleyip yükselme
selinin önüne düşerek ister istemez akıp giderken, biz bu selin karşısında
gerileyip, dayanabilecek miyiz? Yoksa çiğnenecek miyiz? İşte yapamıyoruz. Hem
ele yapamayacağımızı anlıyoruz. Bari, ileride yapmaya kabiliyetli gelecek
nesiller yetiştirmeye çabalamalı, yani çocuklarımıza ve torunlarımıza acımalı
değil miyiz?
Anası babası hayırlı, temiz kimselerden olan bir çocuğu; daha küçüklüğünde
serserilerin içine bırakın, onlarla düşüp kalksın; büyüdüğünde elbette namuslu,
temiz ve haramdan uzak merd bir kimse olamaz.
Bir sokak çocuğunu beşikte iken alıp temiz, asil ve köklü bir ailenin
terbiyesine verin, büyüsün; doğruluğa, dürüstlüğe alışmış, iyi şeyleri huy
edinmiş olur. Sokak çocuğunu rezil ve kötü ahlâklı eden sokakta yaşıyor olması
değil, belki sokak terbiyesinde büyümesidir.
Çocukluk ki, insanlığın hayatının en saf, en temiz zamanıdır.
Ne çeşit suretlere ve şekillere karşılık olursa, neyi görürse ayna gibi kendine
çeker. Şu kadar fark var ki; aynada görünen şekil, esas görüntünün sona
ermesiyle geçip gider. Yani aynadaki şekiller, karşısındakine bağlıdır. Lâkin,
beceriklilik aynasında bir defa görünmüş olan örneklerin sureti; taş üzerine
işlenmiş nakış, desen gibi yerleşir kalır. Kısacası, küçüklükten itibaren
becerikli yetiştirilen bir çocuk, Ömrü boyunca bunu kaybetmez.
Ancak, bu sözden her terbiye gören çocuk mutlaka olgun insan olur, demek
çıkmaz; çünkü, yaradılış sisteminde, düzeninde nice birbirine uymayan sebepler
vardır ki, insanlığın aklı onları tam kavrayıp, anlamaktan henüz âciz ve
yetersizdir. Ve akıllılık ve becerikliliğin derecelerinin
farklı olması da bundandır. Şimdi eğer terbiye tabiî esasları, durumları koruma
yolunda olursa; ekseriyyet, ahlâkı muhafaza altında tutma tarafında bulunur.
Bunun dışındakiler ise, sağlam kurallar ortaya koyamaz.
Medeniyet ki, insanlığın mutluluğunu gerektirecek şekilde olan toplumun,
dikkate değer durumu anlamındadır. Medeniyet, millî ahlâkın, terbiyenin
doğurduğu bir çocuktur. Millî ahlâkı, terbiyesi olmayan milletlerde medeniyet
olmaz. Ve hangi medenî millet ki, ahlâkı bozulmaya başlar, orada medeniyet
barınamaz.
Bütün büyük adamlar, medeniyet ve millî ahlâk ile donanmış olan
milletlerden çıkmıştır. Geçmiş yüzyıllarda, çağlarda gelen ve hâlâ
eserleri, yaptıkları işler insanlara ibret veren büyük filozoflar ve güzel
konuşan, olgun, irfan sahibi kimselerle, büyük pehlivanlar ve dünyayı zapteden
kumandanlar hep Yunanlılar'dan, Romalılar'dan, Mısırlılar'dan geldiler.
Sonradan İslâm medeniyetinin güneşi, dünya ufkunda ışıklarını yaymaya
başlayınca bu yıldızların güzelliği ve parlaklığı kalmadı. Ve İslâm'ın, yedi
sekiz yüz yılda yetiştirdiği fazilet sahibi, olgun kimseler; geçmiş çağların
iki bin senede vücuda getirebildiği seçkin kimseleri, hem ilim ve hem de sayı
bakımından geçtiler. Gariptir ki, şimdiki Yunanistan ve Roma, bilginler ve
faziletli , erdemli, olgun kimseler yerine, haydut yetiştiriyorlar!..
Acaba sebep nedir ki, iki üç yüz seneden beri Hicaz ve Mısır toprağı
Ebûbekîr'ler, Ömer'ler, Ali'ler, Hâlid'ler, Ebu Hânîfe'ler, Sait'ler,
Gazâlî'ler çıkarmıyor? Neden dolayıdır ki; Irak, İran ve Türkistan
Zamahşerî'ler, İbn Sina'lar, Fahreddin'ler, Muhiddin'ler yetiştirmiyor?
Osmanlı Devleti'nin ilk zamanlarında Çandarlı Halil'ler, Evranos'lar,
Molla Gürânî'ler, İbn Kemâl'ler, Ebussuud'lar vardı. Şimdi bunların benzerleri
niçin görülmüyor?
İlim ve faziletin tohumu bu yerlerden büsbütün eksildi mi?
Büyük zaferlere muvaffak olan bizim babalarımız ve dedelerimiz değil
miydi?
Biz onların tohumundan yetişmedik mi?
İŞTE BU OLAYLARIN VE DEĞİŞİKLİKLERİN TARİHLERİ İNCEDEN İNCEYE GÖZ ÖNÜNE
GETİRİLDİĞİ ZAMAN, HEPSİNİN SEBEPLERİNİN, TERBİYE VE AHLÂK MESELESİ OLDUĞU,
DİKKAT SAHİPLERİNE GİZLİ KALMAZ.
İnsan, genel olarak ne kadar akıl ve tedbir ile gurur duyarsa, o kadar
da bilgisiz ve seziş kabiliyetinden uzaktır.
"ZAFER-NÂME
ŞERHİ" 'nden
Bir işi yapmayı eğer aklına koyarsa,
Onu ne eder eder, muhakkak yapar.
İmkânsız sayılan şeyler ise, -sayesinde- oluyor.
Öyle bir güce, kuvvete sahip ki; eğer isterse,
Nice olmayacak iş imkân dâhiline girer; olacak hâle gelir..
Âlî Paşa Efendimiz öyle bir güce sahiptir ki, aklında plânladığı şeyi ne
yapar yapar, muhakkak gerçekleştirir. Bu sebepten, imkân dışı sanılan nice
şeyler hâlâ olup duruyor; yani kendisi istediği anda, olmayacak işler olacak
hâlde görünür, ama şekilde öyle görünmekle gerçekte mümkün olur mu?
Burası altında gizli.. Bunu kaleme alan şâirin, bu özelliği de
mübalağaya, abartmaya bağlanmamalıdır. Çünkü olmayacak bir iş hiç bir zaman
mümkün olmazsa da, alda uzak görünen birçok iş de; o güç, kuvvet sahibi yüce
kişinin Özel gayretiyle gerçekleşme durumuna geldi. Meselâ, şu Girit meselesi
bu şekildedir. Seksen yüz bin can ve bir iki milyon kese boş yere harcanarak,
iki buçuk senede bu meselenin bitip, kapanacağı kimin aklına gelirdi?
Gülhane Hattı ve geçen yetmiş iki senesi fermanı ve evvelki senenin
Padişah Nutku bütün yurttaşların canını, malını, namusunu, kişilik haklarım,
hürriyetini sağlamış iken; niyetleri ile suçlu görülen birçok müslümanın açıkça
dahi yargılanmalarına ihtiyaç görülmeksizin ve cinayetlerinin çeşidi kendinden
başka kimse tarafından bilinmeksizin kale zindanlarına ve hapishanelere
doldurulmaları, bu gücün apaçık belirtilerinden değil mi?
Daha bunlar gibi akim imkân dışı gördüğü nice şeyler varsa da, sayılması
imkânsızdır. Fakat bunu kaleme alan şâir; hediye ettiği beyitlerinde bunlardan
bazılarını etraflı olarak anlattığından, açıkça ortaya koyduğundan onlarla
yetiniriz.
Kaynak:
Ziya Paşa, Önder GÖÇGÜN, Kültür Bakanlığı- 43, 1987, İzmir
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar