PANDEMİDEN SONRA DÜNYAYI NE BEKLİYOR?
Anna Carthaus
Dünyanın
neredeyse tamamını kontrolü altına alan koronavirüs krizi, dünya toplumlan açısından
bir dönüm noktası olma özelliği taşıyor. Yaşam, çalışma, beslenme ve eğlence
biçimlerimiz pandeminin dayattığı koşullar nedeniyle değişiyor. Peki salgından
sonra bizleri ne bekliyor?
Kurduğu Sapienship organizasyonu aracılığıyla
Dünya Sağlık Örgütü'ne (DSÖ) 1 milyon dolarlık bağışta bulunan Prof. Yuval Noah
Harari, COVID19'e ilişkin alacağımız kararların geleceğimizi nasıl
etkileyeceğini anlattı.
D W: Sayın Harari, küresel bir salgının
ortasındayız. Dünyanın değişimine dair sizi en çok ne endişelendiriyor?
Yuval Noah Harari: En büyük
tehlikenin virüs olmadığım düşünüyorum, insanlık, bu virüsün üstesinden
gelmek için yeterli bilimsel altyapıya ve teknolojik araca sahip. Bizim en
büyük problemimiz doğamızda yer alan nefret, açgözlülük ve cehalet. Maalesef
insanlar bu krize küresel dayanışma ile değil, diğer ülkeleri, dini ve etnik
azınlıkları suçlayarak, nefret dili kullanarak karşılık veriyor. Umuyorum ki
nefret değil, şefkat ve cömertlik ile yardıma muhtaç insanlara, küresel dayanışma
ruhuyla yardım edebiliriz. Bir de komplo teorileri ve gerçekler arasındaki
farkı ayırt edebilmeliyiz. Eğer bunu yaparsak, bu krizi kolayca
atlatacağımızdan şüphem yok.
Sizin de
ifade ettiğiniz gibi, totaliter gözetleme sistemleri ve bireylerin
güçlendirilmesi arasında bir seçim yapmak gerekecek. Eğer dikkatli olmazsak,
bu salgın gözetleme mekanizmalarında bir dönüm noktasına yol açabilir.
Peki kontrolümüzde olmayan bir duruma
karşı nasıl dikkatli olunabilir?
Durum tamamen kontrolümüz dışında değil, en azından demokratik ülkelerde.
Sonuçta bu politikaları belirleyen siyasetçilere oy veriyoruz. Böylece siyasi
sistem üzerinde kontrol kurabiliyoruz. Şu anda seçimler olmasa bile,
siyasetçiler hala toplum baskısına duyarlı. Halkın salgından korkması, güçlü
bir liderin yönetime geçmesini istemesi ve bir diktatörün bu durumdan
yararlanarak gücü eline alması oldukça kolay. Ancak siyasetçiler ileri
gittikleri zaman güçlü toplumsal tepkiler ile karşılaşırlarsa, tehlikeli gelişme
lerin yaşanmasına da engel olunabilir.
Kime veya neye güveneceğimizi nasıl
anlayacağız?
Öncelikle
geçmiş tecrübeleriniz var. Eğer son yıllarda size yalan söylediğini
düşündüğünüz siyasetçiler varsa, acil bir durumda onlara güvenmek için de pek bir
sebebiniz yok demektir, ikinci olarak, insanların size aktardığı teorilerle
ilgili sorular sorabilirsiniz. Örneğin, biri size koronavirüsün kaynağı ve
yayılma şekli ile ilgili bir komplo teorisinden bahsederse, bu kişiden bir
virüsün ne olduğunu ve nasıl hastalıklara sebep olabileceğini açıklamasını
isteyin. Eğer hiçbir fikri yoksa, bu kişinin koronavirüs salgını ile ilgili
söylediği hiçbir şeye inanmayın çünkü temel bilim altyapısı yok demektir. Biyoloji
alanında doktora yapma zorunluluğu yok. Ama asgari bir bilimsel anlayışa sahip
olmak gerekiyor. Aslında son yıllarda, birçok popülist politikacı bilime
saldırıda bulunuyor. Bilim adamlarının halktan kopuk elit bir grup olduğunu ya
da küresel iklim değişikliğinin yalan olduğunu iddia ediyorlar. Onlara
inanmamalısınız. Zaten kriz zamanlarında, insanların bilime her şeyden daha
muhtaç olduğunu görüyoruz. Umuyorum ki bunu sadece kriz süresince değil, kriz
bittiğinde de hatırlarız. Ve çocuklara virüslerin ne olduğunu ya da evrim
teorisini açıklayan kaliteli bilimsel eğitim vermeye önem gösteririz. Ayrıca
bilim insanları bizi iklim değişikliği veya ekolojik çöküntü gibi salgın
dışındaki başka tehlikeler hakkında uyardığında da, şu anda koronavirüs
konusunda olduğu gibi onları ciddiye alırız. Birçok ülke salgının yayılmasını
önlemek amacıyla dijital gözetleme mekanizmaları inşa ediyor. Bu mekanizmalar
nasıl kontrol edilebiliriz
Vatandaşların gözetimin arttırılması, hükümetlerin de aynı oranda
gözetiminin arttırılması anlamına gelmeli. Hükümetler kriz zamanlarında parayı
su gibi harcıyorlar. Örneğin
ABD 2 trilyon dolar harcadı. Almanya da birkaç yüz milyar euro harcadı. Bir
vatandaş olarak, kimlerin bu kararlan aldığını ve paranın nereye gittiğini
bilmek istiyorum. Bu para salgından önce bile yöneticilerin aldığı kötü
kararlar yüzünden batmak üzere olan büyük şirketleri kurtarmak için mi
kullanıldı? Yoksa küçük işletmeler, restoranlar veya dükkanlara yardım
etmek için mi? Eğer bir hükümet daha fazla gözetleme yapmak için çok istekli
ise, bunun iki yönlü olması gerektiğini bilmeli. O hükümet tüm finansal
hareketleri açıklamanın zor olacağım söylerse "Hayır bu karmaşık değil.
Her gün nereye gittiğimi bildiren devasa bir gözetleme sistemini
yaratabiliyorsanız, vergilerimin nereye gittiğini gösteren bir sistem
yaratmanız da elbette kolaydır" diyebilmemiz lazım.
Bu da güç ayrımı ve gücün sadece bir
kişide veya otoritede bulunmamasını sağlamaktan mı geçiyor?
Kesinlikle. Örneğin şu anda herhangi bir koronavirüs hastasının yanına
gittiğinizde, bunun alarmım verecek bir sistem geliştirilmeye çalışılıyor. Bunu
yapmanın iki yolu var. Birincisi, merkezi bir otoritenin herkes hakkında bilgi
toplayıp, COVID-19'a sahip birinin yanına gidildiğini belirmesi ve bunun
üzerine sizi uyarması. Diğer yol ise merkezi bir sistem kullanmadan,
telefonların birbirleriyle doğrudan iletişim kurmasından geçiyor. Eğer ben COVID-19
virüsü bulunan birine yaklaşırsam, ikimizin telefonu birbiriyle iletişim
kurarak bizi uyarabilir. Merkezi otoritelerin de hakkımızda bilgi toplayıp bizi
takip edebilmesi engellenir.
Gözetleme sistemleri bu krizle birlikte
bir adım daha ileri gidip deri-altı-gözetim sistemine geçiş sağlanabilir mi?
Derimiz, yani vücudumuzun dokunulmaz yüzeyi "çatlamak" üzere. Bunu
nasıl kontrol edeceğiz?
Bu konuda çok ama çok dikkatli olmalıyız. Fiziksel gözetleme sistemleri
dış dünyada ne yaptığımızı, nereye gittiğimizi, kiminle buluştuğumuzu,
televizyonda ne izlediğimizi veya internette hangi siteyi ziyaret ettiğimizi
izliyor. Vücudumuzla bir bağlantısı yok. Ancak deri-altı-gözetim sistemleri
vücudumuzda olup biteni takip ediyor. Sıcaklık gibi değerleri ölçmekle başladı
ama kan basıncı, kalp ritmi veya beyin aktivitelerine de hakim olabilir. Bunlar
aracılığıyla da insanlar hakkında hiçbir zaman olmadığı kadar fazla şey
öğrenmek mümkün. Böylelikle daha önce hiç görülmemiş boyutta totaliter
rejimler ortaya çıkabilir. Okuduğumu ya da televizyonda izlediğimi
biliyorsanız, bunlar size benim sanatsal zevklerim, politik görüşlerim ya da
karakterim hakkında fikir verebilir. Ama bu hala kısıtlanmış bir bilgidir. Bir
de bunları yaparken vücut sıcaklığımı, kan basıncımı ya da kalp ritmimi
bildiğinizi düşünün. Artık her saniye ne hissettiğimi bilebilirsiniz. Bu da
distopik totaliter rejimlerin yaratılmasını kolaylıkla sağlayabilir. Bu durum
kaçınılmaz değil, gerçekleşmesini engelleyebiliriz. Ama bunun için öncelikle
tehlikenin farkına varmamız gerekiyor. Sonra da içinde bulunduğumuz bu acil
durumda neye izin vermemiz gerektiği hakkında dikkatli olmamız.
İçinde bulunduğumuz kriz, 21 'inci yüzyıl
insanının kafanızdaki imajını güncellemenize yol açtı mı?
Bilemiyoruz. Çünkü her şey şu anda alacağımız kararlara bağlı. Şimdiki
ekonomik kriz ortamı, gereksiz bir sınıfın ortaya çıkma tehlikesini de giderek
arttırıyor. Otomasyonun arttığı bir çağdayız. Çünkü insanlar enfekte olabiliyor
veya evlere kapanmak zorunda kalabiliyorlar. Ama robotlar ve bilgisayarlar
için bu mümkün değil, dolayısıyla birçok işi artık onlar yapıyorlar. Ayrıca
bazı ülkelerde, yurtdışındaki fabrikalara bağlı kalmak yerine, bazı
endüstrileri yeniden canlandırmaya karar verildiğini görebiliriz. Dolayısıyla küreselleşme ve
otomasyon süreci sonucunda, ucuz iş gücüne bağlı olan gelişmekte olan
ülkelerde, bir anda işlerini kaybeden ve ekonominin parçası olamayan insan
topluluklarının ortaya çıkması muhtemel. Bu zengin ülkelerde de olabilir
tabii. Kriz iş piyasasmda devasa değişimlere yol açıyor, insanlar artık
evlerinden ve internet üzerinden çalışıyorlar. Eğer dikkatli olmazsak, en
azından birkaç endüstri sektöründe, örgütlü işgücünün çökmesi de olası.
(Dw, 25 Nisan 2020)
24 MAYIS 2020 – Turque
Diplomatique
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.