Print Friendly and PDF

AGARTA OKÜLTİST MÜRŞİTLER DİYARI

Bunlarada Bakarsınız


AGARTA sözcüğü, pek belirli olmayan ve hatta bazen çelişkiler de arz edebilen kavramları içeriyor olmasına rağmen, nice okültiste (1) yine de hayaller kurdurabilmiştir. Söz konusu ülke, Tibet ile Moğolistan” ın sınır bölgelerine isabet eden alanda kurulmuş bir yeraltı ülkesi midir, yoksa bilmecemsi bir gizli dernek merkezi midir? Her iki görüşün de yandaşları vardır, ama konuya iyice nüfuz edildiğinde bu görüşlerin her ikisinde de bir hakikat payının yattığı görülmektedir.
Konuya sızmış olan ve onu geçersiz kılmayı hedefleyen bir iki bozguncu unsurun sentezini yaptığı takdirde insan, Agarta” nın (bazılarına göre de Agarti” nin), sadece kendisinin sahip bulunduğu binlerce yıllık sırları uygulamak suretiyle insanlığı büyük bir spiritüel ilhama (illumination) kavuşturmayı amaçlayan bilge ve filozoflardan oluşmuş dünya meclisi mesabesinde bir şey olabileceğini pekala düşünebilmekte ve genel merkez olarak da ona Tiyen-Şan dağlarında, yani “semavî dağlarda” yer alan bir kutsal alanı yakıştırmaktadır.
Agarta ismini, geçen asırda Batıda ilk olarak Saint-Yves d' Alveydre kullanmıştır. Bu zat, sinarşi”nin (2) habercisi diye nitelenen, değersiz metalleri sülfürasyon (kükürtleme) yoluyla altın ve gümüş haline dönüştürme formüllerini düzenlemiş bir simyacı konumunda bulunan, İbranice ve Sanskritçe”yi mükemmel denilecek seviyede bilen ki bu yanı, ona Kabala” nın ve Brahmanizm” in kaynaklarına kadar çıkma imkanını sunmuştur ve de Martinist (3) tarikatının gözde mürşitlerinden biri olan ilginç bir okültisttir. Grötanya (4) asıllı ve 1842 doğumlu olan AIveydre markisi, Avrupa yüksek aristokrasisi ile akraba olan ve de Saint-Petersbourg kraliyet sarayı ile ilişkilerinden ötürü kendisini kutlamış ve ona Orta Asya manastırlarına mensup inisiyeler ile görüşme imkanını sunmuş olan Weller kontesi ile evlenmiştir. Bu görüşmeler sırasında öğrenmiş olduğu bilgileri “Hind”in Misyonu” adlı kitabında biraraya getirmiştir, fakat kendisine ait olmayan sırları gözler önüne sermiş olmanın üzüntü ve pışmanlığıyla eserin tamamını imha etmiştir; ama sonuçta bu eserin bir nüshası yine de PapüSlün eline geçebilmiş ve bu zat tarafından 1910 yılında ikinci kez basılabilmiştir.

Saint-Yves d” Alveydre” in ardından, Fransız konsolosu olan Jacoliot “Hint”teki Tevratın adlı eserinde, teozofinin kurucusu olan H. P. Blavatsky de “Gizli Doktrin ve Gün lşığına Çıkarılmış İsis” adlı eserinde Agarta”yı tekrar gündeme getirmişlerdir. Bir süre sonra konuyu bu kez Rene Guenon ele almış ve “Dünyanın Kralı” adlı eseriyle okurlara Agarta hakkında kucak dolusu bilgi sunmuştur.

Belirttiğine göre, binlerce yıl önce cereyan etmiş olan bir tufan o sıralarda bugünkü Gobi yöresinde yer almakta olan çok gelişmiş bir uygarlığı yerle bir etmiştir. Bu yörede yaşamakta olan ve “Öteye Ait Zekâların Oğulları” diye anılan (Bu deyim dünya dışı bir kökeni mi dile getiriyor dersiniz?) spiritüel mürşitler, tufan sırasında, Himalayaların altında yer almakta olan muazzam bir mağara şebekesine sığınmışlardır. Çok geçmeden iki gruba ayrılmışlar ve sonuçta “sağ  elin yoluıı diye anılan grup Agarta” ya, yani dünya hayatından uzak kalarak murakabe ve mükaşefede bulunma ülkesine, “sol elin yolu” diye anılan diğer grup ise Şamballah” a yani kaba güç ülkesine yerleşmiştir.
Agarta konusuna ilişkin en eksiksiz ve en şaşırtıcı bilgileri gün ışığına çıkaran kişi Ferdinand Ossendowski olmuştur. Bolşevik ihtilaline karşı koymaya çalışmış olan Amiral Koltchak hükümetinde bakanlık yapmış olan bu Polonyalı, Kızılordunun bastırması üzerİne Moğolistan” a ve Çin” e kaçmıştır. Serüvenlerle dolu yolculuğu sırasında birçok lama manastırında konaklamış ve oralarda ilk elden sağlamış olduğu bilgileri daha sonra yani 1924”de yayınlamış olduğu “Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar” adlı eserinde biraraya getirmiştir.

Kaldığı manastırlarda Ferdinand Ossendowski” ye, altı bin yıldan da fazla bir zaman önce kutsal bir insanın bütün bir oymakla birlikte muazzam bir mağarada kayıplara karıştığı ve orada, yitip gitmiş bir bilim yardımıyla, Agarti adlı bir yeraltı krallığının temelini attığı anlatılmıştır. Bu krallığın tahtında, tabiatın bütün güçlerini tanıyıp bilen, insanların gönüllerini ve yüce kader kitabını okuyabilecek kudrete sahip bulunan Dünya Kralı oturmaktadır. Gözle görülemez yapıda olan bu kralı emirlerini icraya her an hazır durumda bulunan sekiz yüz milyon insana hükmetmektedir.
Günlerden bir gün lama Turgut, Ferdinand Ossendowski” ye şunları söylemiştir: “Başkent Agarti” nin çevresinde, büyük rahipler ile bilim adamlarının oturduğu kentler yer almaktadır. Bu başkent, mabet ve manastırlarla dolu bir dağın zirvesinde bulunan Dalay Lama” nın sarayını, yani Potala” yı andırmaktadır. Dünya Kralı, iki milyon adet bedenli tanrı ile çevrelenmiş durumdadır. Bunlar, aziz pandit” lerdir. Sarayın çevresinde, Yerkürenini Cehennemin ve Cennetin her türlü görünür ve görünmez güçlerine sahip bulunan ve de insanların yaşamı ve ölümü konusunda elinden her şey gelen Goro” ların sarayları bulunmaktadır. Çılgın dünya insanlığı bunlarla mücadeleye kalkışacak olsa, bilin ki yeryüzü bir baştan öbür başa dümdüz edilir ve çöl hâline dönüşür.”
Bu haline bakılacak olursa, agarta efsanesi ile, “Sihirbazların Sabahı” adlı eserlerinde Louis Pauwels ve Jacques Bergier tarafından gerçeklikleri su yüzüne çıkarılmış olan Dokuz Meçhuller geleneği arasında pekâlâ bir ilinti var denilebilecektir. Bu geleneğin (tradition) kökeni, M.Ö. 273” de hüküm sürmüş ve Hint”e Budizmi benimsetmiş olan Imparator Asoka devrine kadar çıkmaktadır. Kıtayı yakıp yıkmış olan bir dizi savaşın ardından, Asoka, insanları, bilimi kötü amaçlarla kullanmayı yasaklamış ve mevcut bütürı bilim kitaplarını dokuz bilgeye tes lim ve emanet etmiştir.
Pauwels ve Bergier, kitapta şöyle demektedirler: “On asırdan daha fazla bir zaman boyunca üst üste yığılmış deney, çalışma ve belgelerden dolaysız bir anlamda yararlanabilmekte olan dokuz insanın sahip bulunduğu sırların kudretini bir tahayyül edin! Bu insanların amacı nedir acaba? Tahrip vasıtalarını, kutsal şeylere saygı duymaz nitelikli insanlardan korumak. İnsanlığın hayrına olan araştırmalara devam etmek. Bu insanlar, çok uzak geçmişten kaynaklanıp yığılmış olan teknik sırları muhafaza etmek üzere, yerlerini, bırakmak gerektiğinde ancak kendi seçtikleri üyelere bırakmaktadırlar.”
Ayrıca, Agarta yeraltı ülkesine ait sırlar ile Lobsang Rampa tarafından alınıp gözler önüne serilmiş ifşaatlar (vahiyler) arasında da bir ilişki mevcuttur. Üçüncü Göz adlı eserinde, bu lama, inisiyasyonun son aşamasına ulaştıktan sonra kendisinin üç büyük lamalık metafizikçisi tarafından, içinde Tibet”e ait gerçek sırrın saklı bulunduğu derin bir Lassa mahzenine götürüldüğünden soz etmektedir.
İkinci Dünya Savaşının ertesinde, derecesi yüksek bir inisiye olan ve Kut Humi Lal Singh-Kwang adını taşıyan bir zatın bu konudakj ifşaatlarının inisiyasyon ve Bilim adlı okültist dergide yayınlandığı güne kadar Agarta” dan pek söz edilmemiştir. Bu zat, yeraltı ülkesi hakkında gerçi o güne kadar söylenmişlerin dışına çıkmamıştır, ama gizli dernek terimi üzerinde yine de ısrarla durmuştur. İfadesinde bireysel anlamda bir inisiyasyona özellikle yer vermiştir, ki bu da, uzun bir çile evresinden sonra, yani bireysel bir inisiyasyon çalışmasından sonra inisiye olunur tezini benimsemiş olan Rene Guenon” un görüşünü teyit etmektedir.
Kut Humi şunları söylemektedir: “Agarta” ya girmek katılmak ve özellikle de oraya atanmak veya orası için seçilmek diye bir şey söz konusu olamaz. Ancak, spiritüel anlamda olmak üzere, bileğinin hakkıyla Agartalı olunabilmektedir; kişi, ancak ulûhiyetle tekrar bütünleşip özdeşleşebilecek seviyeye ulaştığı takdirde Agartalı olabilmektedir, ki bu seviyeye ulaşmanın yolu da tatbikat ve tahakkuk sürecinden geçmektir, çünki beşer varlığını en tam ve en aşkın biçimde değişime uğratan ve güçlendiren tek şey ancak spiritüel bilimdir. Agartalının hali, Himalayalardaki veya Tiyen Ti Huan” daki yogilere veyahut da ilk İbranilerdeki “semavî insana” özgü halin en derini mesabesinde bir haldir. Gerçek Agartalılar kendilerini diğer Agartalılarda görmekte ve bulmakta ve de dünya sakinlerinin şuurlarında genişleme ve açılma meydana getirmek ve kendilerinin spiritüel anlamda ulaşmış bulundukları duygu ve düşünce birliğine onları da ulaştırmak amacıyla kendi aralarında işbirliği yapmaya her an hazır durumda bulunmaktadırlar.
Agarta”da zaman zaman kurultay (durultay) da toplanmaktadır; ama bu kurultay, daima meskûn veya uygarlaşmış merkezlerden, tedirgin edici densizliklerden, kaba akışkanlardan ve insan kalabalıklarından uzak yerlerde gerçekleştirilmektedir. Orada kararlar hep oybirliğiyle alınmakta ve bu kozmik egregor” un (5) majik kudreti ve yüksek seviyeli bilgeliği tarafından derhal yürürlüğe konmaktadır; bu kurultayın psişik, astral ve spiritüel gücü ile sahip bulunduğu muazzam maddi imkanlar, özellikle bir sorun söz konusu olduğunda, son derece müthiş bir hale gelmektedir.”
Kut Humi, söylenebilecek her şeyi gerçi açıklıkla dile getirmiştir, ama Agarta” ya ; özgü sırların birçoğundan yine de söz etmemiştir. Ancak küçük bir bölümü tercüme edilebilmiş dlan bu sırlar, Tibet” teki lamalık saraylarının kutsal arşivlerinde mi muhafaza edilmektedir acaba? Bu mümkündür, ancak ne var ki, Tibet” in Çin” e ilhak ediliş tarihinden beri bu kutsal kitaplara ulaşmak bir türlü mümkün olmamaktadır.
Agarta ile Dokuz Meçhuller arasında ne gibi bir ilişki vardır? Agartalılar, bazıları nın ifade ettiği gibi, yitip gitmiş bir uygarlığa, yani Atlantis uygarlığına ait sırların gerçek mirasçıları mıdırlar acaba? İdeolojisi Nazi şeflerini derinden etkilemiş olan Thule grubu üyeleri ile ilgileri hangi noktaya varmıştır acaba? Bu konuda bilinmekte olanlar, bilinmeyenlerin yanında şüphesiz nokta gibi kalmaktadır. (6)



ÇEVİRENİN NOTLARI
(1) : bkz. Metapsişik Terimler Sözlüğü, s. 112 (Ruh ve Madde Yayınları)
(2) : Birkaç kişi ya da grup tarafından yönetme biçimi.
(3) : Tours piskoposu Aziz Martin (M.S. 316-397) tarafından kurulmuş olan tarikat.
(4) : Fransa” nın batısında yer alan bir bölge.
(5) : Bu kelime Yunanca”da “uyanık kalmakn anlamına gelen “egregorein” fiilinden türemiştir. Bu fiil, Hanok” un (Nuh” un büyükbabası olan Mathusalem” in babası) kitabında, Hermon tepesine yerleşip orada “uyumadan beklemeye and içmiş olan asî melekler” için kullanılmıştır. Yeminlerine sadık kalmış olan bu melekler Seth” in (Adem” in üçüncü oğlu) kızlarıyla birleşmişler ve böylece dev ırkının doğuşuna öncülük etmişlerdir; bu ırk daha sonra Tufan sırasında yok olup gitmiştir. Kabalistlere göre egregor” lar ya insan bedenli melek görünümüne ya da sırf bedensiz varlık görünümüne sahiptirler. Yehova geleneğinde ise genellikle, diğer melekler gibi göçebe yıldızlar veyahut da ateş topları görürıümünde tasvir edilmektedirler.
Parapsikolojideki egregor, psişik bir gücün özgürleşmesiyle meydana geldiği sanılan gizli bir gücün tezahür edişidir. Vasat psişizmli birsürü insan tarafından veyahut da üstün seviyeli psişizme sahip bir avuç insan tarafından tahrik edilmiş olan egrero” lar, telekinezi (uzaktan etki) fenomenlerinde ortaya çıkan güce benzer bir maddi güce sahiptirler. Deneysel parapsikolojide, bu egregor” lar, psişizmleri bir manyetizör tarafından uyarılmış ve bir medyom tarafından da katalize edilmiş olan bir grup insanını iradelerini yoğunlaştı rmasıyla elde edilebilmektedirler. Bu, zor bir işlemdir, ama şartlar elverişli olduğunda pekala başarılabilmektedir. Psişik senkronizasyon tesis edildiği anda, egregor, düşünceden türemiş bir varlık görünümü altında veyahut da gayri maddi bir güç görünümü altında tezahür etmektedir.
(6) : Agarta konusunda daha ayrıntılı bilgi elde etmek için Ruh ve Macde Yayınlarının “Metatron- DÜNYA RALLIĞI-Kıyamet işçileri Ülkesi AGARTA” nın Öyküsü” (Rene GUENON) adlı esere başvurmanızı tavsıye ederiz.


Ruh ve Madde Dergisi

İç Dünya Teorisi – İç Dünya Uygarlıkları


Himalayalar ın bazı bölgelerinde, Hermes’in 22 Arkan’ı ile bazı kutsal alfabelerin 22 harfini temsil eden 22 tapınak arasın­da Agarta, Gizemli Sıfır’ı bulunamazı oluşturur…
Yeraltına uzanan, Yerkürenin hemen tüm bölgelerini kapsa­yan kocaman bir satranç tahtası…
(Saint-Yvesd’ Alveydre, Mission de Finde en Europe, Paris, Çalman Levy, 1864, s. 54 ve 65)
Dünyanın altında yedi tabaka olduğuna ilişkin hemen her yerleşik dinde inanışlar vardır. Budizm ve kısmen Hinduizm, Agarta-Şamballa gibi çift yeraltı uygarlıklarına ilişkin sarsıl­maz inanç beslerler, İslâm verilerindeki Ye’cüc-Me’cüc, Tev­rat ve İncil’de Gog, insana benzeyen yeraltı ırkları olup, özellikle Himalaya dağları altındaki geniş, çok büyük mağara-galerilerde yaşadığına inanılır. Bu yaratıkların zaman za­man bir kozmik karışıklıktan dolayı, yeraltı ülkelerinden dı­şarı çıkabildikleri ileri sürülür.
İslâmiyet’te de Kehf=Büyük yeraltı mağaralar şebekesi inancı vardır. Kabala’da da “Yedi Yeraltı Dünyası” inancı vardır. Aynı görüşü İslâmi gizli bilimciler de benimsemek­te ve desteklemektedir.
“İç Dünya Teorisi”ne göre, yaşadığımız Dış Dünya kabuğunda bulunan mağaralar sistemi ve geçitler vasıtası ile İç Dünya’ya ulaşılabilir.
Ayrıca yerküremizin her iki kutbunda da büyük açıklıklar bulunmaktadır, İç Dünya’da aynı Dış Dünya’da olduğu gibi denizler, ırmaklar, kıtalar ve hayat vardır. İç dünya, dünya küresinin ortasında bulunan merkezi bir güneş tara­fından aydınlatılmaktadır.
Ünlü “Time” dergisi, 1993 yılında yayınlanan sayılarının birinde, İzlanda’nın altında “Yeraltı Kıtası” bulunduğunu id­dia etmişti. Altı ay sonra, “Scientific American” dergisinde de benzer bir makale yayınlandı.
İnternette yayınlanan kutuplara ait bir uydu fotoğrafında, kutup bölgelerinde siyah açıklıklar görülmektedir. Bu fotoğ­rafların biri 1963 yılı Time” dergisinin kapağını süslemiş ve “Holes in the Poles” (Kutuplardaki Delikler) başlığı al­tında okuyucuya sunulmuştu.
İç dünyaya girmek mümkün mü? İddialara göre, İzlanda’da ki Snaefell jökull kraterinde böyle bir giriş vardır. Ayrıca dünyamızdaki yedi enerjetik noktalarından birinin mer­kezi (Bunlara Dünya Şakralarıda deniliyor.) de burada bu­lunmaktaydı.
(Şakralar: Başka deyişle güç merkezleri, enerjinin bir bedenden di­ğerine geçmesini sağlayan irtibat noktalarıdır. Yedi adet Şakra, yo­ğun bedenin çevre hatlarını hafifçe aşan, esiri bedenin yüzeyinde yer almaktadır. Buna benzer şekilde gezegenlerde de yedi adet Şak­ra Güç Merkezleri bulunmaktadır.)

 
İç dünyaya diğer girişler, Pirenelerde, Mısır’daki Giza Piramiti’nin altında ve Lhassa’da (Tibet) bulunmaktadır.
“İç Dünya” üzerine yazdığı kitapta Bernard, bu tüneller şebekesinin bir yandan Agarti’ye, diğer yandan da dünya kabuğundaki girişlere bağlı olduğunu ileri sürer. Yazara göre:
“İç Dünya”ya egemen olan imparatorluk “Agarti” ve başkenti “Şamballa” idi.
Kayıp Uygarlık Şamballa:
Tibet ve kuzey Hindistan söylencelerinde Şamballa adlı bir yerden bahsedilir. Hindistan ve Tibet’teki eski yazıtlar, Şamballa’yı antik çok eski bir krallık olarak tanımlıyorlar. Saklı krallığın varlığına dair ilk anlatılanları Tibet Budizm’inin kutsal kitapları olan “Kanjur” ve “Tanjur”da bulabiliriz.
Geleneksel anlayışa göre, Şamballa, karlı dağlardan olu­şan bir çemberin içindedir. İnanılmaz güzellikte olan Şambal­la, zenginliklerle doludur. Modern bir yer olan “Pırlanta Sa­rayı’nın  başkent “Kalapa”da olduğu iddia edilir ve Şamballa Kralı hükümdarlığını burada sürdürür. Pırlanta Sarayı’nda iki şaşırtıcı şey vardır; “Tepe Pencereleri” ve “Sihirli Ayna.”
Tepe pencereleri başka dünyalardaki hayatları görme im­kânı sağlarken, Sihirli Ayna ise Kral’ın uzaklardaki olayla­rı izlemesine imkân veriyor. Günümüzde Batı uygarlıkları ile ilişki içinde bulunan bazı Lama’lar aynanın bir ekran gibi olduğunu ve Kral’ın dünya olaylarını kontrol etmesini sağladığını iddia ediyorlar.
Saklı Krallığın çok daha şaşırtıcı özellikleri var; örneğin eski yazıtlarda ‘Rüzgâr gücünde olan taştan atlardan’ ya da taştan uçaklar’dan bahsediliyor. Yaşayan Lama’lardan ba­zıları Taştan Atlar’ın en ileri teknikle yapılan uçan araçlar olduğunu iddia ediyorlar.
Tibet söylenceleri, Şamballa’nın Himalaya dağları arka­sında ve Tibet’in kuzeyinde olduğunu iddia etmekteler. 96 tane prensliği olduğu söylenen saklı ülke için dünyada giz­li bir yer olabilir mi? Peki ama Şamballa nerede? Manas­tıra Budistler yani tutucular, Şamballa’nın dünyada bulun­duğu düşüncesindeler. Buna karşı halk Budizm’in yandaşla­rı ise, Şamballa’nın tanrıların oturduğu gökyüzünde olduğu­na inanıyorlar. Bazı çağdaş Tibetliler de aynı veya benzeri görüşteler; Şamballa’yı dünyada değil de, yıldızların arasında aramaya başladılar, yani bir gezegende. Yoksa Şamballa zaman ve mekân dışı bir yerde bulunan gizemli bir imparatorluk mu? Varsayımlara göre Şamballa bir başka boyut veya paralel dünya olabilir mi? Eğer bu düşünce doğru ise; Şamballa burnumuzun dibinde olsa bile göremeyiz.
Tibet kehanetlerine göre bir gün “kötü bir ruh” gelecek ve “Barbarlara” güçlü dünyalı olmadığını açıklayacaktır. Ba­zı Lama’ların düşüncelerine göre, “Barbarlar” (Dünya dışı varlıklar) Şamballa’nın var olduğunu öğrenebilirler veya oraya gidebilirler. Ama bu kehanetlere göre; önce huzurlu bir anlaşma yapılacaktır; Şamballa’da hükümdarlığını sürdü­ren Kral Rudra Çakri istilâ edenleri karşılayacak ve onla­rın başkanına egemenliği birlikte sürdürmeyi teklif edecek­tir. Ama kısa bir süre sonra Barbarların Kralı egemenliği kendi eline geçirmeye çalışacak ve uçan araçlarıyla Şamballa’ya saldırarak havada bir savaş başlatacaktır. Ama Bar­barlar başarılı olamayacaklardır, çünkü Kral Rudra Çakri onları yıkmak için savaşacaktır. Kehanetlerde şunlar belirti­lir: “Sonunda Kral, Şamballa’dan Barbarları yok etmek için çıkacak ve aşağıya inecektir.” Bazı Lama’lara göre, Kral bir başka gezegenden bizim dünyamıza gelecektir, çünkü “Jambudvipa” denen o yer, onların gözünde bütün dünya veya gezegendir, sadece bir kıta veya bölge değildir. Bu son savaştan sonra ise bir “Demir tekerlek” gökyüzünde belirip dü­şecek ve Rudra Çakri’nin egemenliğinin başlangıcını belir­leyecektir. Bu nedenle ona “Tekerlekli çılgın” adı da veril­miştir. Zaferinden sonra Rudra Çakri, egemenliğini bütün dünyaya yayacak ve yeni bir “Altın Çağ” başlatacaktır.
İnanılmaz ama NASA’nın uzay mekiklerinin birinin yolculuğundaki görev listesinde “Şamballa” da yer alıyordu. Araç, böyle bir yerin olup olmadığını uzaydan gözlemleyip araştıracaktı. Sonucu henüz bilmiyoruz ama anlaşılan “Şamballa’nın” yerini merak eden ve buna cidden inanan birile­ri var gibi…
Batı Tibet’te “Büyük Beyaz Kardeşliğin” merkezinin var olduğu söylenir. Kutsal Şamballa şehri Gobi çölünde, “Agarta Yeraltı Üniversitesi” ise muhtemelen Nepal’le gü­neydoğu Tibet sınırı üzerinde bulunmaktadır.

Şamballa’nın Lhasa’nın kuzeyinde, muhtemelen Gobi çö­lünde, bazen de Moğolistan’da olduğu söylenmiştir.
Agarta’nın Lhasa’nın güneyinde, muhtemelen Şigatse ma­nastırının yakınında veya Nepal’in kuzeydoğusundaki Kançenyunga dağlarının “Dünyanın üçüncü yüksek dağı” altın­da olduğu iddia edilmektedir.
Bazı iddialara göre, hem Agarta hem de Şamballa “Boş Dünyanın” içinde bulunmaktadır. Bazı geleneklerde Agarta “sağ el yolu” yani “beyaz okült gurup,” Şamballa ise “sol el yolu” yani “kara okült gurup” olarak nitelendirilmektedir. Bunun tersi de yani Agarta’nın kötü, Şamballa’nın ise iyi olduğu da iddia edilmektedir.
Agarta, “Agarta Konfederasyonu Tapınakçıları” adlı kü­çük fakat güçlü bir ordu tarafından savunulmaktadır.
Kimi zaman Agarti veya Agarta, “Dünyanın Kralı” kavramıyla özdeşleştirilir. Bu “Dünya Kralı,” “Metatron” veya “Agarta’nın Büyük Efendisi” olarak bilinir ve Tibet’in al­tında bir yeraltı krallığında ikâmet eder. Buraya Ortaasya’daki birçok manastırdan, özellikle Kançenyu dağı civarın­dan, giriş vardır.
(Metatron: İbrani Kabalasında göksel (semavi) araçlar Sekinah ve Metatron’dur. Metatron terimi koruyucu (hami), gönderilmiş (haberci) ve aracı gibi tüm anlamlan içerir. Ünlü Fransız düşünürü Re­ne Gueon tarafından Kabalacı’ların Metatronu ve başmelek Mikail arasında paralellik kurulmaktadır. Eğer Mikail, Metatron ile bir ise, yine de onun görünümlerinden ancak bir tanesini temsil etmektedir. Işıklı yüzünün yanı sıra, onun bir de karanlık yüzü vardır.)
Bazı iddialara göre Agarti’yi kara büyünün şeytani gücü yönetmektedir. Metatron’un Gölgesi, karanlık bir güç ola rak bilinir ve Sar Ha Olam veya Şeytan (Veya eski Mı­sır’ın yeraltı tanrısı Set) olarak tanımlanır.
Nazi okült doktrinine göre, Aryan süpermenlerin yaşadı­ğı yer bu “Boş Dünya” idi. Hitler dünyanın içinin boş ol­duğunu biliyordu. Bu nedenle Tibet ve Gobi çölündeki ba­zı güçlerle temasa geçerek, Ortaasya’yı ele geçirmeyi dü­şünmüştü.
Hitler, İç Dünya ve Neuschwabenland:
Eski CIA ajanı Virgil Armstrong ile söyleşi:
(Kaynak: Licht-Zeichen Dergisi No. 26 Mart-Nisan 1994.)
Licht Zeichen (LZ) dergisi eski CIA ajanı ve UFO araş­tırmacısı Virgil Armstrong (VA) ile bir söyleşi yapmıştı. Bu söyleşiye zaman zaman Oldenburg Kültür evinden Werner (W) de katılmıştı.
LZ: İç Dünya ile ilgili olarak sizden güvenilir bilgiler al­mak istiyoruz.
VA: İç Dünya deyimi ile yüzeyden aşağı doğru uzanan 800 mil çapında (Takriben. 1, 330 km.) bir kabuğu kastediyorum. “Boş Dünya” iç taraftadır ve merkezini çeşit güneş vardır. Dünya gerçekten boştur. Amiral Byrd de bu gerçeği keşfetmişti.
LZ: İç Dünya’da tüneller var mı?
VA:  Evet
LZ: Bunların uzunluğu ne kadar?
VA: 0h, çok, çok, kilometrelerce uzunluğunda. Bazılarının uzunluğu 170 kilometreyi buluyor.
LZ: Bunlar aydınlatılmış mı?
VA: Bazıları evet. 620 km. derinlikte hiçbir insana rastla­mak mümkün değildir. Nereye gittiğinizi bilmezseniz oralarda ölebilirsiniz. Bana bu hikâyeleri anlatan yerlilerle birlikte yirmi dört yıl yaşadım. Taş devri insanla­rı ve tarih öncesi yaratıklar, mesela; Mamutlar 620 km derinlikte görülebilir. Onlar orada havada salınmaktalar.
LZ: Salınmaktalar mı? Aşağıda mı?
VA: Evet, onlar havada dengede tutuluyorlar.
W: Görünüşe göre İç Dünya’ya girişi engelleyen bariyerlerin nasıl çalıştığını kimse anlayamadı. Bu bariyerler çok yüksek frekanstan oluştuğu için, ancak bunu bilen insanlar buradan geçebilirler.
LZ: Kimler oradan geçebiliyor?
VA: Belirli şartlar altında bunun nasıl olduğunu bilen, be­lirli bazı insanlar buradan geçebiliyor.
LZ: Bunun nasıl yapıldığını biliyor musun?
VA: Hayır, hiç yapmadım.
W: Bu yerçekimine karşı bir güç mü?
VA: Yerçekimine karşı bir güç olmalı. Her halükârda bu bölgede yerçekimi yok!..
LZ: Hiç mi?
VA: Hayır, hiç çekim gücü yok. Oraya giren hayvanlar ha­vada asılı olarak kalıyorlar. Orada hapsoluyor ve dışa­rı çıkamıyorlar. Daha sonra da ölüyorlar tabii… Bir defa buraya girdikten sonra, girdikleri şekilde ora­da hareketsiz kalıyorlar.
LZ: Onlar nasıl içeri girebiliyorlar?
VA: Yanlışlıkla. Oraya girdikten sonra da enerji ve yerçe­kimi yokluğu dolayısıyla orada mahsur kalıyorlar.
LZ: İç dünyada tek bir medeniyet mi yoksa birçok mede­niyet mi var?
VA: Birçok. En önemli şehir Agarta’dır.
LZ: Agarta, “İç Dünya”da mı yoksa “Boş dünya”da mı?
VA: İç dünyada. “Boş dünya”nın kendi ayrı medeniyeti var.
LZ: Şamballa da buraya mı ait?
VA: Hayır, Şamballa İç Dünya’ya aittir. Şamballa ve Agar­ta tek ve aynı şeydir, İncil’in birçok yerinde “Boş dün­ya” ile ilgili bölümler vardır.
İç dünyadaki güç bariyerlerine gelirsek, bu “boş dün­yacı korumak için oraya konmuştur. Belirli kimseler hariç, kimse bariyerleri geçemez.
LZ: Kutuplarda doğrudan “boş dünya”ya açılan açıklıklar var mı?
VA: Evet.
LZ: Oraya gitmek mümkün müdür? Orada bir engel veya bariyer var mı?
VA : Hayır, orada bir engel yok.
LZ: Birçok insan oraya gitmek istiyor değil mi?
VA :  Oh, evet, çok. Bir zamanlar ben de davet edilmiştim. Bir arkadaşım üç yıl önce benimle beraber yeniden bir keşif gezisine çıkmak istedi. Bu bilgi çok gizli olma­sına rağmen o, bu konuda bana telefonla bilgi verdi. Ona telefonlarımın dinlendiğini söylememe rağmen be­ni dinlemedi, üç ay sonra kız arkadaşı bana telefon ederek, onun hapiste olduğunu söyledi.
Bu adam, II. Dünya Savaşı sırasında Pentagon için çalışan bir üsteğmendi. Savaştan sonra ilk defa bir keşif gezisi organize etti. Bir uçak satın alarak, Amiral Byrd’ün “Boş dünya”yı keşfederken izlediği rotayı ta­kip etti. Kutuplarda, içeri doğru kıvrılma başlamadan önce, bir Amerikan Hava Üssü mevcuttur. Onlar bu bölgeye geldikleri zaman iki Amerikan jeti onları ta­kip ederek, yere inmeye zorladı. Amerikalı yetkililer kendilerini bir defaya mahsus olmak üzere serbest bı­rakacaklarını, fakat bir daha oraya gelmeyeceklerine dair söz vermelerini istediler. Aksi halde gelecek defa uçaklarını düşüreceklerdi. Amerikan Hava Kuvvetlerinin buradaki üssünün görevi “Boş dünya”ya giden yolu kontrol etmektir. Amerikalıların içeri girebildiklerini sanmıyorum, çünkü “Boş dünya”daki yaratıklar kimse­yi içeri bırakmıyorlar!..
LZ: Bu üs tam olarak nerede?
VA: Alaska’nın kuzey ucunun kuzeyinde; Adaskopya’da
(Alaska Körfezinde mi?)
LZ: Giriş açıklığının büyüklüğü ne kadar?
VA: Yaklaşık 400 mil genişliğinde. Kuzeydeki noktaya kadar yüzeyden yolculuk yapıldıktan sonra, iç tarafın içi­ne doğru inmeye başlar. Yerçekimi burada da aynı şe­kildedir.
(Burada Amiral Byrd’ün “Boş dünya”yı keşfetmesi anlatılıyor. Bu konuya daha sonra temas edeceğim.)
Byrd’ü davet eden Şamballa’nın Efendisi, ondan atom bombası denemelerine son vermesi için ABD hüküme­ti yetkilileri ile görüşmesini rica etmişti. Byrd elinden geleni yapacağına söz verdi. Eskortlan uçağının kontrolünü yeniden kendisine devrettikten sonra, iki uçan daire ona kutuba kadar eşlik etti ve ayrılırken Almanca “Auf  Wiedersehen” (Hoşçakalın) dediler.
LZ: Aşağıdaki Üstad nasıl konuşuyordu?
VA: Telepati vasıtası ile.
LZ: Eğer bu insanlar Almanca konuşabiliyorlarsa, belki onlar Hitler’in bahsettiği kuzeyli ırktandırlar?
VA: Evet, onlar kuzeyliye benziyorlar ama biliyor musunuz Alman halkının bir bölümü çok, çok eski zamanlarda kutbun içine yerleşmişti.
II. Dünya Savaşı sona ermeden önce Nazilerin Antarktis’de bir koloni kurmayı denediklerini gösteren bir  vi­deo film var!..
1926 -1943 yılları arasında SS’ler Tibet’e ziyaretler düzenlediler. Üstteki fotoğrafta bazı Tibetliler ile aynı masada oturan SS Naziler görülüyor. Arka planda gamalı haç bayrağı SS  pankartları asılı.
1938-39 yılları arasında Almanlar Güney Kutbuna bir keşif gezisi düzenleyerek, “Neuschwabenland” diye ad­landırdıkları bölgeyi kendi topraklarına katmışlardı. Bu operasyonu bizzat Göring yönetmişti. Göring, savaş sı­rasında binlerce insanı oraya gönderdi. Savaştan sonra Hitler ve III. Reich’ın önde gelenleri, özellikle S.S’ler “içerdeki” üsse kaçtılar.
Bana göre, savaştan bugüne kadar geçen süre içinde gidenlerin birçoğu geri döndüler. “Boş dünya”daki insanlarla işbirliği yapabildiklerine göre, onların iyi in sanlar olduklarını düşünüyorum.
W: Almanların orada bir kolonisi var ve “Boş dünyalılar­la işbirliği yapıyorlar. Bunun dışında Amerikalıların da Arktis’te bir hava üssü varken, niçin onlar “Boş dün­ya” ya doğru gidemiyorlar?
VA: Çünkü “boş dünya” insanlarının teknolojisi bizimkiler­den çok ilerde ve onlar da bizi orada istemiyorlar.
LZ: Koruyucu bir sınırları var mı?
Evet, bir koruma var. Eğer insanlar dengeli, sevgi do­lu olurlarsa, belki oraya gidebilirler. Amerikalıların düş­manca tutumlarına bakın. Onları içeri bırakmıyorlar!..
Savaş sırasında (1942-43) Hitler’in Antarktis’te gizli bir denizaltı limanı vardı. Bu üs müttefiklere teslim olma­dı. ABD, Amiral Byrd’ü bu üssü bulmakla görevlen­dirdi. Hitler, Amerikalılara karşı Alman bilginlerinin yaptığı iki UFO’yu yolladı. Bunlardan biri saatte 2000, diğeri ise 5500 km sürat yapabiliyordu. Bu UFO’lar 8 cm zırhı delebilecek güçte Lazer topuyla silâhlandırılmıştı. O zamanlar en hızlı uçak saatte 800-1000 km. sürat yapabiliyordu.
Hitler’in bu UFO’lara ve silâhlara sahip olması, müt­tefiklerin onu kayıtsız şartsız teslim olmaya zorlama­sında çok etken oldu. Hitler bunu öğrenince her iki UFO’nun da parçalara ayrılarak denizaltılara yüklenmesini emretti. Hitler, Eva Braun ve SS yardımcıları ile birlikte önce Arjantin’e oradan da, bugüne kadar yaşa­dıkları, Güney Kutbuna gittiler. Hitler, Buenos Aires’de mütevazı bir hayat sürerek, 90 yaşının üstünde normal bir şekilde öldü. Eva Braun ise bugün hâlâ yaşıyor. Sanırım yaşı 90′nın üstünde.
LZ: Hitler’in UFO’ları ne tür bir enerji kullanıyordu?
VA: Antigravitasyonel güç ile…
W: (tamamlayarak) Schauberger’in belirttiği manyetik ener­ji ile…
VA: Evet, Schauberger bu konuda temel bilgileri ortaya koymuştu. Schauberger’den önce 19. yüzyılın başların­da Prof. Dr. Philipps bir uzay gemisi yapmış ve Ay’a, Mars’a, Venüs’e ve çevresindeki gezegenlere yolculuk yapmıştı.
LZ: Bunu kendisi mi başardı yoksa yardım aldı mı?
W: Bu konuda sorunlarla karşılaştı.
VA: Hitler ve Göring onun teknolojisine sahip olmak iste­diler ama o gittiği yerden geri dönmedi. Hitler arzu­ladığı bu teknolojiyi bir başka şekilde elde etti. Hitler’den önce Almanya’da uzay gemisi yapabilen iki gizli örgüt vardı. Bunlar Vril ve Thule localarıydı.
Vril Locası, yaptığı uzay gemilerini 1920′li yıllarda uçurmayı başarmıştı.
W: Hitler’in Vril Locasına mensup iki kişi tarafından eği­tildiğine inanıyorum.
VA: Bu doğru ama daha sonra ondan uzaklaştılar.
Philipps uzay gemisini onlardan çok önce yapmıştı. Ki­şisel görüşüm, Vril Locasının Philipps’e yardım ettiği şeklindedir. Bu Loca metafizik bir dünya görüşünü temsil ediyordu. Onlar uzayda özgürce dolaşarak, dün­ya dışı hayat biçimlerini tanımak istiyorlar.
LZ: Hitler’in savaş plânlarını bilmelerine rağmen ona bu teknolojiyi verdiler mi?
VA: Sanıyorum ki Hitler ne Thule Locasından, ne de di­ğerinden böyle bir bilgi almadı. O, bu teknolojiyi ABD gibi kötü niyetli dünya dışı varlıklardan aldı. Uzaylı­lar ona şöyle demişti:
“Bize biyolojik deneme malzemesi olarak Alman hal­kını verirsen, biz de size savaşı kazanmanız için ge­rekli teknolojiyi veririz. Hitler onlara, “Yo, hayır… Ari ırk üzerinde deneme yapmanıza izin veremem. Fakat, size kamplardaki insanları (Polonyalı, Rus, Yahudi) verebilirim,” demişti. Gerçekten de kamplarda birçok insan iz bırakmadan kaybolmuştu.
Yahudiler toplama kamplarında 6.000.000 insan kaybet­tiklerini ileri sürerler, fakat bu doğru değil. Savaştan sonra yayınlanan UNO ve diğer uluslararası örgütlerin raporlarına göre, Yahudiliğin kaybı 600.000′i aşmamak­tadır.
(Aslında gerçek Yahudi kayıpları 600.000′inin de altındadır. 1990 yılına kadar, Auschwitz Birkenau Kampında dört milyon insa­nın kitle halinde öldürüldüğü bir gerçekti. 1990′dan sonra ortaya ye ni bir tez atıldı: iddialara ve hatta varolduğu söylenen belgelere gö­re, Auschwitz’de ölenlerin sayısı 1.500.000 civarındaydı. Yine bu id­diaya göre, 1990 yılında ani bir emirle Auschwitz’de bulunan 19 dil­le yazılı, dört milyon ölünün anısına çakılmış 19 metal tablet ye­rinden silinmişti. 1994′te eczacı ve “Soykırım” araştırmacısı olan Je­an Claude Pressac, Auschwitz Müze yetkililerine karşı çıkıyor ve kampta 630.000-710.000 arasında insanın öldüğünü ve bunların 470.000-550.000 kadarının Yahudi olduğunu ileri sürüyordu.
Bu yeni iddiaya göre, Auschwitz Birkenau’daki gaz odalarının ama­cı dezenfeksiyondu. Yapımsal olarak Amerikan modeli de böyledir. Tüm kamplarda elbiseler HCN temelli Zyklon-B gazıyla temizleni­yordu, buna göre “Soykırım” savunucularının iddia ettiği gibi milyonlarca Yahudi Zyklon-B gazı ile öldürülmemiş, aksine çok az bir kitle temizlenmiş, yani dezenfekte edilmişlerdir.
Dachau Kampı’ndan elde edilen resmi ölüm istatistiklerinde görül­düğü gibi, 1940-1941 ve 1942-1943 yılları arsında kış aylarında büyük bir tifüs salgını yaşanmıştır. Görülür ki, ölümlerin çoğunlu­ğu savaşın son dönemine aittir, bu dönem Alman ulaşım sistemi­nin bombardımanlar sonucunda çöktüğü dönemdir.
Bugün Dachau’nun bir ölüm kampı olduğu iddiasını destekleyen ki­şiler çok azalmıştır, bunun en önemli nedeni Nürnberg Mahkemelerinde Dachau’da olduğu söylenen gaz odalarının sahte olduğunun anlaşılmasıdır.)
Hitler, bu insanları biyolojik araştırma malzemesi ola­rak kullanmaları için kötü niyetli uzaylılara vermişti!..
W: Kötü uzaylılar Thera’dan mı yoksa Orion’dan mı geli­yor?
VA: Evet, Orion’dan. Fakat çoğunluğu Reticuli’den geliyor. ABD Başkanı Truman zamanında, ABD “Griler’le” bir anlaşma yapmıştı, iki çeşit “Gri” var; iyiler ve kötü­ler. (Kötü “Griler” küçük yapılı takriben 1-2 m. uzunluğundaydı. Hitler’le anlaşma yapan bunlardı.)
(Griler: Zeki, küçük kertenkele insanlardır. Ortalama olarak 90 cm. boyundadırlar. Deri renkleri grib eyazdan gri maviye, gri yeşil ve gri kahverengiye değişir. Ama asıl önemlisi insanların ruh enerji­si, veya yaşama enerjisiyle beslendikleri iddiasıdır. Rivayetlere gö­re, Griler aldatıcıdır ve mantıkla hareket etmelerine rağmen, onla­ra göre hedeflerine ulaşmak için aldatmaca mantığa uygundur. Te­kil ya da çift yıldızlı sistemde bulunan Orion ve Alfa Drakon, Griler faaliyetinin merkezidir.)
W: Antarktis’teki UFO’lar bulundu mu? Orada büyük bir UFO filosu mu var?
VA: Evet, ben onlara “Üçüncü Güç” diyorum. Amiral Byrd, Hitler’in her iki UFO’sunu ele geçirmek ve “Üçüncü Gücün” kayıtsız şartsız teslim olmasını sağlamak için yeniden kutba yollandı. Ona sekiz ay süre tanımışlar­dı ama sekiz haftadan kısa bir süre içinde büyük bir hezimete uğradı. Oradaki teknoloji o kadar üstündü ki, hiçbir şeye başlayamadı, örneğin, uçaklarından biri, elektromanyetik enerjiden oluşan görünmeyen bir duva­ra çarparak paramparça oldu. Bu Hitler’in adamlarının dünya dışı varlıklardan öğrendiği bir teknoloji idi.
LZ: Bu Ronald Reagan’ın plânladığı SDI (Yıldız Savaşları Projesi) kalkanına benziyor.
VA: Evet. Onların sahip olduğu bir diğer sistem de Psikotronik’ti. O zamanlar bu konu ABD’de hiç bilinmiyor­du. Ama şimdi biliniyor.
W: Bu gücü oluşturan dünya dışı varlıklar mı yoksa III. Reich mensupları mı?
VA: Her ikisi de. Uzaylılar Reticuli’den gelen “Gri”lerdi. Ben “Gri”lerin bugün için bir tehlike oluşturacağını sanmıyorum. Muhtemelen “Boş dünya” mensupları ile bir ittifak yaptılar ve şimdi barışçılar. Bir zamanlar tehlikeli idiler ama artık değiller.
W: Dünya politikalarını etkiliyorlar mı?
VA: Hayır, onunla ilgileri yok. Varlıklarını bizim dünyamız­dan geri çektiler.
(Söyleşinin sonu)
Dünyanın Kralı:
Saint Yves d’Alveydre “Hint Misyonu” adlı eserinde, Dünya Kralına ait olan yeraltı krallığı, Agarta’nın varlığını açıklamıştı.
Saint Yves d’Alveydre tanıklığına, Ferdinand Ossendowski’nin Moğolistan’da karşılaşmış olduğu Lamalara ve diğer birçok tanıklara dayanarak, bu esrarengiz “Dünya Kralı”nın tamamen gerçek olduğunu söyleyebiliriz.
Ossendowski ve Thule üyesi A. Trebitsch Lincoln’e gö­re, bu Dünya Kralı yalnızca bir ilah olmakla kalmayıp, ay­nı zamanda insanlığın kaderini eksiksiz olarak gerçekleştir­mesini de görüp gözetmektedir.
(Y. N: Bu konuda bakınız, “Hitler Almanyasının Gizli Tarihi” Thu­le Örgütünün Tibet Bağlantısı).
Maceraperest T. Lincoln 1937 yılında yayınlanan bir bro­şürde şu açıklamayı yapmaktan çekinmiyordu:
“Tibet’te yaşayan Dünya Kralı, siz kokuşmuş Batılılara karşı pek yakında, varlığını henüz bilmediğiniz ve karşısın­da tamamen çaresiz kalacağınız güçleri harekete geçirecek­tir.”
Bu Dünya Kralı, F. Osscndowski’nin de “Hayvanlar insanlar ve Tanrılar” isimli kitabında yazdığı gibi, insanların okült yönetimi ile temastaydı.
Tarihin yönlenip ve oluşumu gerçekte metodlu üstün bir plânın yansıması mıdır? Agarta’nın hükümdarı olan “Dünya Kralı” mitolojik veya doğaüstü bir varlık değil, dünyanın gizli kaderinin efendisi olan ve tamamen etten kemikten bir şahıstır.
G.H. Williamson’a göre, Dünyanın Kralı, tufan öncesi insanları arasında hayatta kalmış olanların sonuncusudur.
Başka bir iddiaya göre, Dünyanın Kralı gezegenimizde devlerin dolaşmakta olduğu devirlerde yeryüzünde yaşamış olan büyük insanların, o eskilerin içinden, hayatta kalmış olandır.
Dünyada 10.000 civarında inisiye olmuş insan Şamballa’ya nasıl ulaşılabileceğini biliyor. Bunlardan biri de Nikolas Roerich idi.
Roerich için Şamballa bir semboldü. Baş­ka bir gezegenden dünyamıza getirilen Gral (Kutsal Kase) de Şamballa’da bulunuyordu. Bu Gral, “Kara Güneş” ile ilgili “Kara Taş”tan başka bir şey değildi!..
Roerich Gral’ı ararken, Şamballa ile temas kurmuştu. 0, Lama’larla yaptığı konuşmalardan sonra, “Dünya Kralı” ile temas kurmuş ve dünyadaki en gizli loca olan “Beyaz Kardeşliğe” inisiye edilmişti. Rahip Yohanna, Şamballa’nın efendisinin ki 600 yıldan beri batı ile, özellikle papalar ve imparatorlar ile mektuplaşmıştı, takma adı idi. Dalay Lama, Rahip Yohanna’nın Dış Dünya’daki temsilcisi idi. Yani, Da­lay Lama “Dünya Kralı”nın temsilciliğini yapıyordu. Papa­lar Şamballa’ya ait bilgileri sakladıkları için, Dünya Kralı’nın yolladığı mektuplar Vatikan’ın gizli arşivlerinde bu­lunmaktadır.
Roerich daha sonra Şamballa ile Amerikan ve Sovyet hükümetleri arasında aracılık görevini üstlenmişti. O, Şamballa mektuplarını ilgili hükümetlere iletmişti. III. Reich (Nazi Almanyası) da Şamballa’dan mektuplar almıştı.
Teozofi Derneği kurucusu Helena Petrovsky, dünyanın altındaki tünelleri gösteren haritasında, Peru’daki mağaraları ve yeraltı geçitlerini işaretlemişti. Gerçekten de daha sonra Peru’da bilinmeyen bir zamana ait mağaralar ve tüneller şebekesi bulunmuştu.
(“Büyük Beyaz Kardeşlik” defa on binlerce yıl önce “Rutas” veya “Mu” diye bilinen kıta üzerinde ortaya çıktı. Mu’daki bilgeler, insanları eğitmek için bazı okullar açmışlardı. Bu okullar 12 adet idi. 13. okul ise medeniyetin en zeki ve bilgili, bilge adamlarına ayrılmıştı. 12 okul insanlara hayata ait temel bil­gileri veriyordu. 13. okul ise üstün insanlardan, yani büyük zihin­sel güç ve yeteneklere sahip “Üstad’lardan oluşmuştu. Mu kıtasının yok olmasından sonra, 13. okul ve üstadları dünyanın kendilerine ihtiyaçları olduğunu anlayarak Tibet’te “Büyük Beyaz Kardeşlik “örgütünü kurdular. Kardeşliği 7 üstad yönetiyordu ve bunlar “Yediler Konseyi” olarak biliniyordu.)
Blavatsky, 1848-1850 yılları arasında Peru’da Lima’dan Arica’ya (Bugünkü kuzey Şili toprakları) uzanan bir bölge­yi gezmişti. Blavatsky, ayrıca eski Peru’nun başkenti olan Cuzco’daki “Güneş Tapınağı”nı ziyaret etmişti. Onun anlat­tıklarına göre, tapınağın çatısı kalın altın plâkalarla kaplıy­dı. Tapınakta ayrıca İnka’ların “Iuacrunu”dedikleri mistik be­yaz bir taş bulunuyordu. İddialara göre, bu taş kehanette bulunmak için kullanılıyordu. Blavatsky, bu tapınaktaki mis­tik işaretleri yorumlayarak, güneşten belirli saatte, belirli bir açı ile gelen ışınların yardımı ile, gizli tünellere nereden gidilebileceğini bulmuştu.
İddialara göre, tüneli yapanlar kayıp beyaz Atlantis ırkı­na mensuptu. Bunların Peru’da kurdukları medeniyete “Hy Brasil” deniyordu. Bu ırka ait hatıralar vahşi Güney Ame­rika yerlilerinin geleneklerinde yaşamaktaydı.
Blavatsky’in iddialarına bakılırsa, yaşlı bir Peru’lu ona tünellerin ve büyük hazine odasının plânlarını vermişti. Blavatsky’nin tünel haritası halen Adyar, Madras’da Teozofi Derneği’nin arşivlerinde bulunmaktadır. Eski bir Brahmanik Hindistan geleneği, eşi görülmemiş güzellikte bir adanın  Orta Asya’daki bir iç denizin ortasında bulunduğundan bah­seder. (Bu yer, bugünkü Himalaya’ların kuzeyindedir.) Nefilim ırkı veya “Altınçağ” insanları bu adada yaşamışlardı. Onlar ve anakara arasında, her tarafa doğru yayılan yüzlerce mil uzunluğundaki tüneller hariç, herhangi bir bağlantı mevcut değildi. Hindistan’ın antik kentlerinden bu tünellere giriş olduğu iddia edilir.
(Bir zamanlar çevresi kapalı bir deniz olan Gobi Çölü, Baavi’den gelmiş olan uzaylılar tarafından “Beyaz Ada” ya da daha doğrusu “Yabancı Denizin Beyaz Adası” adı verilmiş olan muhteşem bir adaya sahipti. Burası uzaylıların önemli bir iniş noktası oldu. Gü­nümüzde bu adadan geriye, Atis Tepesi kalmıştır.)
İç Moğolistan’daki Moğol kabilelerinin geleneklerinde, tüneller ve yeraltı dünyasına ait fantastik sayılabilecek id­dialar vardır. Bunlardan biri de dünyanın her tarafındaki tü­neller ve yeraltı dünyası ile irtibatlı olduğu iddia edilen “Agarti”dir. Tibetli Lamalar, kuzey, güney ve orta Ameri­ka’da yeraltı mağara ve tüneller şebekesi olduğunu ve es­ki dünyanın toplumlarının büyük bir felâketten kaçarak bu­ralarda yaşadıklarından sözederler. Asya’daki başka bir eski geleneğe göre, efsanevi Atlantis kıtasının Afrika ve eski Brezilya’ya uzanan kıta köprüleri çöktüğü zaman, her yöne doğru uzanan labirentler ve tüneller yapılmıştı. Ama ne ya­zık ki, Atlantis’deki tüneller kara büyü kültleri tarafından kullanılmıştı.
New York’ta oturanların farkında bile olmadığı, Central Park’ın altında sonsuz bir tünel sistemine (Metroya değil!) giriş vardır.
Buna benzer mağara ve tüneller şebekesi Afganistan’da da bulunmaktadır. Buradaki tünellerin de Agarti’ye kadar uzandığı iddia edilmektedir.
A.B.D’de NSA (Millî Güvenlik Ajansı) ve NASA gibi kurumlar, dünyamızın içi ile ilgili bilgileri sürekli kamu­oyundan saklamaktadırlar.
Amerikan Hava Kuvvetlerinden emekli olmuş bir suba­yın 1997 yılı başındaki açıklamalarına bakılırsa, 1960′lı yıl­ların ortalarında Kessler Hava Kuvvetleri Üssünde, “İç Dün­ya” ile ilgili bir derste, konuyla ilgili bilgiler tüm detayla­rıyla verilmişti, İç Dünya, onların öğrenim plânının temel konularından biriydi.
 
Dünyanın yapısı ile ilgili yeni bilgiler:
29 Eylül 1981 tarihli New York Times’da çıkan bir ha­bere göre, Rusya’daki Kola yarımadasında ve Azerbaycan’da yapılan delgi deneylerinde hiç alışılmamış bir olayla karşılaşılmıştı;
10 km derinliğe ulaşıldığında sıcaklığın artması beklenirken, aniden ısının düştüğü gözlemlenmişti. Bunun dışında 7 km. den fazla derinde fosil mikro or­ganizmalara rastlanmıştı ki bu, bugüne kadar dünyamızın ya­pısıyla ilgili olarak ortaya atılan bütün teorilere ters düşüyor­du. Dünyamızın içindeki ısının kaynağı ya başka bir şeydir, yahutta dünyamızın içi sanıldığı gibi çok sıcak değildir.
Ayrıca A.B.D’nin Güney Georgia eyaleti Surrency şeh­rinde bir jeolojik formasyona rastlanmıştı ki bu, bugüne ka­dar dünyamızda rastlanmayan bir bulgu idi. Jeologlarca “Surrency Bright Spot” diye adlandırılan bölgede 14,5 km. derinlikte 200 milyon yıllık eski bir su rezervine rastlan­mıştı. Adı geçen su rezervuarı ve daha önce belirtilen Rusya’da elde edilen sonuçlar, jeologları bugüne kadar kabul edilen dünyanın yapısı ile ilgili modeli gözden geçirmeye mecbur etti. Bugüne kadar geçerli olan modele göre, 14,5 km. derinlikte yüksek ısı ve basınç altında hiçbir sıvının mevcut olmaması gerekirdi.
Cornell Üniversitesinden Prof. Dr. Larry Brown’ın açık­lamalarına göre, bulunan sıvı petrol değil, su idi. Brown açıklamalarına şöyle devam ediyordu;
“Gerçekten bulunan sıvı su ise, bunun anlamı bugüne kadar dünyanın yapısı ile ilgili bütün teorilerin altüst oldu­ğudur. Bu buluntu bize dünya kabuğunun şekillenmesi ile ilgili olarak, suyun rolünün göz önüne alınmasını icab ettiriyor.” (Vanguard Sciences, 17 Nisan 1991)
Buradan çıkan sonuç, dünya kabuğunun bugüne kadar bi­lim çevrelerince kabul edildiği gibi sert ve sıcak olmadığıdır.
Harvard Üniversitesi araştırmacılarının jeokimyasal ana­lizleri sonucu, sıvı magmanın doğrudan dünya yüzeyinin al­tına kadar ulaşabildiği, diğer yandan 700-1100 km. derin­likte katı kütlenin mevcut olduğu ortaya çıkmıştır. Bu araş­tırma sonuçlan bize, dünyanın içinde katı maddenin mev­cut olduğunu ve 700-1100 km. derinlikten itibaren başladı­ğını göstermektedir. Dünya yüzeyinden bu katı kütleye ka­dar soğuk ve katı bağlantılar vardır.
İç Dünya Teorisine göre, dünya kabuğu takriben 1200 km. kalınlığında ve içinde “İç Dünya”ya uzanan tünel sis­temi bulunmaktadır. İç Dünya 1200 km.lik dünya kabuğu­nun iç tarafında bulunmaktadır.
Kolombiya Üniversitesinden Paul G. Richards ve Xiao- dong Song adlı sismologların, Lamont Doberty Earth Observatorium (Newyork) da tesbit ettiklerine göre, dünyanın içi, gezegenin geri kalan kısmından daha hızlı hareket edi­yordu. Araştırmalara göre, içteki katı çekirdek dıştaki sıvı dış kabuğun içinde dönebiliyordu.
Dünyanın çekirdeği daha hızlı hareket edebildiğine göre, ya yerçekim gücü ile ortada bağımsız bir şekilde salınabiliyor ya da onu çevreleyen kütle ona basınç uygulayamıyordu. Bu çekirdek, Kolombiya Üniversitesi sismologlarının “İç Dünya” teorisine göre, “İç Güneş” olarak adlandırılıyor.
Ayrıca bugüne kadar geçerli olan, dünyanın kabuğunun 60 km. kalınlığında ve altında sıvı kaya tabakası mevcut olduğu teorisinin, yanlış olduğu ortaya çıkmıştır.
California’lı ve Illinois’li Jeofizikçiler bir deprem anali­zi sırasında 400 km. derinlikte dünyanın kabuğunu oluşturan sert kaya tabakalarına rastlamışlardı. Jeofizikçilerin he­saplamalarına göre dünyanın katı tabakasının kalınlığı 250 km. idi. Bu kalın iç kabuk, acaba İç Dünya’nın boş küre­sini mi oluşturuyor?
Kaynak:
Yeraltındaki Gizli Dünyalar – Turgut GÜRSAN
(Görseller sonradan ilave edilmiştir)


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar