AGARTA OKÜLTİST MÜRŞİTLER DİYARI
AGARTA sözcüğü, pek belirli olmayan
ve hatta bazen çelişkiler de arz edebilen kavramları içeriyor olmasına rağmen,
nice okültiste (1) yine de hayaller kurdurabilmiştir. Söz konusu ülke, Tibet
ile Moğolistan” ın sınır bölgelerine isabet eden alanda kurulmuş bir yeraltı
ülkesi midir, yoksa bilmecemsi bir gizli dernek merkezi midir? Her iki görüşün
de yandaşları vardır, ama konuya iyice nüfuz edildiğinde bu görüşlerin her
ikisinde de bir hakikat payının yattığı görülmektedir.
Konuya sızmış olan ve onu geçersiz
kılmayı hedefleyen bir iki bozguncu unsurun sentezini yaptığı takdirde insan,
Agarta” nın (bazılarına göre de Agarti” nin), sadece kendisinin sahip bulunduğu
binlerce yıllık sırları uygulamak suretiyle insanlığı büyük bir spiritüel
ilhama (illumination) kavuşturmayı amaçlayan bilge ve filozoflardan oluşmuş
dünya meclisi mesabesinde bir şey olabileceğini pekala düşünebilmekte ve genel
merkez olarak da ona Tiyen-Şan dağlarında, yani “semavî dağlarda” yer alan bir
kutsal alanı yakıştırmaktadır.
Agarta ismini, geçen asırda Batıda
ilk olarak Saint-Yves d' Alveydre kullanmıştır. Bu zat, sinarşi”nin (2)
habercisi diye nitelenen, değersiz metalleri sülfürasyon (kükürtleme) yoluyla
altın ve gümüş haline dönüştürme formüllerini düzenlemiş bir simyacı konumunda
bulunan, İbranice ve Sanskritçe”yi mükemmel denilecek seviyede bilen ki bu
yanı, ona Kabala” nın ve Brahmanizm” in kaynaklarına kadar çıkma imkanını
sunmuştur ve de Martinist (3) tarikatının gözde mürşitlerinden biri olan ilginç
bir okültisttir. Grötanya (4) asıllı ve 1842 doğumlu olan AIveydre markisi,
Avrupa yüksek aristokrasisi ile akraba olan ve de Saint-Petersbourg kraliyet
sarayı ile ilişkilerinden ötürü kendisini kutlamış ve ona Orta Asya
manastırlarına mensup inisiyeler ile görüşme imkanını sunmuş olan Weller
kontesi ile evlenmiştir. Bu görüşmeler sırasında öğrenmiş olduğu bilgileri
“Hind”in Misyonu” adlı kitabında biraraya getirmiştir, fakat kendisine ait
olmayan sırları gözler önüne sermiş olmanın üzüntü ve pışmanlığıyla eserin
tamamını imha etmiştir; ama sonuçta bu eserin bir nüshası yine de PapüSlün
eline geçebilmiş ve bu zat tarafından 1910 yılında ikinci kez basılabilmiştir.
Saint-Yves d” Alveydre” in ardından,
Fransız konsolosu olan Jacoliot “Hint”teki Tevratın adlı eserinde, teozofinin
kurucusu olan H. P. Blavatsky de “Gizli Doktrin ve Gün lşığına Çıkarılmış İsis”
adlı eserinde Agarta”yı tekrar gündeme getirmişlerdir. Bir süre sonra konuyu bu
kez Rene Guenon ele almış ve “Dünyanın Kralı” adlı eseriyle okurlara Agarta
hakkında kucak dolusu bilgi sunmuştur.
Belirttiğine göre, binlerce yıl önce
cereyan etmiş olan bir tufan o sıralarda bugünkü Gobi yöresinde yer almakta
olan çok gelişmiş bir uygarlığı yerle bir etmiştir. Bu yörede yaşamakta olan ve
“Öteye Ait Zekâların Oğulları” diye anılan (Bu deyim dünya dışı bir kökeni mi
dile getiriyor dersiniz?) spiritüel mürşitler, tufan sırasında, Himalayaların
altında yer almakta olan muazzam bir mağara şebekesine sığınmışlardır. Çok
geçmeden iki gruba ayrılmışlar ve sonuçta “sağ elin yoluıı diye anılan
grup Agarta” ya, yani dünya hayatından uzak kalarak murakabe ve mükaşefede
bulunma ülkesine, “sol elin yolu” diye anılan diğer grup ise Şamballah” a yani
kaba güç ülkesine yerleşmiştir.
Agarta konusuna ilişkin en eksiksiz
ve en şaşırtıcı bilgileri gün ışığına çıkaran kişi Ferdinand Ossendowski
olmuştur. Bolşevik ihtilaline karşı koymaya çalışmış olan Amiral Koltchak
hükümetinde bakanlık yapmış olan bu Polonyalı, Kızılordunun bastırması üzerİne
Moğolistan” a ve Çin” e kaçmıştır. Serüvenlerle dolu yolculuğu sırasında birçok
lama manastırında konaklamış ve oralarda ilk elden sağlamış olduğu bilgileri
daha sonra yani 1924”de yayınlamış olduğu “Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar”
adlı eserinde biraraya getirmiştir.
Kaldığı manastırlarda Ferdinand
Ossendowski” ye, altı bin yıldan da fazla bir zaman önce kutsal bir insanın
bütün bir oymakla birlikte muazzam bir mağarada kayıplara karıştığı ve orada,
yitip gitmiş bir bilim yardımıyla, Agarti adlı bir yeraltı krallığının temelini
attığı anlatılmıştır. Bu krallığın tahtında, tabiatın bütün güçlerini tanıyıp
bilen, insanların gönüllerini ve yüce kader kitabını okuyabilecek kudrete sahip
bulunan Dünya Kralı oturmaktadır. Gözle görülemez yapıda olan bu kralı
emirlerini icraya her an hazır durumda bulunan sekiz yüz milyon insana
hükmetmektedir.
Günlerden bir gün lama Turgut,
Ferdinand Ossendowski” ye şunları söylemiştir: “Başkent Agarti” nin çevresinde,
büyük rahipler ile bilim adamlarının oturduğu kentler yer almaktadır. Bu
başkent, mabet ve manastırlarla dolu bir dağın zirvesinde bulunan Dalay Lama”
nın sarayını, yani Potala” yı andırmaktadır. Dünya Kralı, iki milyon adet
bedenli tanrı ile çevrelenmiş durumdadır. Bunlar, aziz pandit” lerdir. Sarayın
çevresinde, Yerkürenini Cehennemin ve Cennetin her türlü görünür ve görünmez
güçlerine sahip bulunan ve de insanların yaşamı ve ölümü konusunda elinden her
şey gelen Goro” ların sarayları bulunmaktadır. Çılgın dünya insanlığı bunlarla
mücadeleye kalkışacak olsa, bilin ki yeryüzü bir baştan öbür başa dümdüz edilir
ve çöl hâline dönüşür.”
Bu haline bakılacak olursa, agarta
efsanesi ile, “Sihirbazların Sabahı” adlı eserlerinde Louis Pauwels ve Jacques
Bergier tarafından gerçeklikleri su yüzüne çıkarılmış olan Dokuz Meçhuller
geleneği arasında pekâlâ bir ilinti var denilebilecektir. Bu geleneğin
(tradition) kökeni, M.Ö. 273” de hüküm sürmüş ve Hint”e Budizmi benimsetmiş
olan Imparator Asoka devrine kadar çıkmaktadır. Kıtayı yakıp yıkmış olan bir
dizi savaşın ardından, Asoka, insanları, bilimi kötü amaçlarla kullanmayı
yasaklamış ve mevcut bütürı bilim kitaplarını dokuz bilgeye tes lim ve emanet
etmiştir.
Pauwels ve Bergier, kitapta şöyle
demektedirler: “On asırdan daha fazla bir zaman boyunca üst üste yığılmış
deney, çalışma ve belgelerden dolaysız bir anlamda yararlanabilmekte olan dokuz
insanın sahip bulunduğu sırların kudretini bir tahayyül edin! Bu insanların
amacı nedir acaba? Tahrip vasıtalarını, kutsal şeylere saygı duymaz nitelikli
insanlardan korumak. İnsanlığın hayrına olan araştırmalara devam etmek. Bu
insanlar, çok uzak geçmişten kaynaklanıp yığılmış olan teknik sırları muhafaza
etmek üzere, yerlerini, bırakmak gerektiğinde ancak kendi seçtikleri üyelere
bırakmaktadırlar.”
Ayrıca, Agarta yeraltı ülkesine ait
sırlar ile Lobsang Rampa tarafından alınıp gözler önüne serilmiş ifşaatlar
(vahiyler) arasında da bir ilişki mevcuttur. Üçüncü Göz adlı eserinde, bu lama,
inisiyasyonun son aşamasına ulaştıktan sonra kendisinin üç büyük lamalık
metafizikçisi tarafından, içinde Tibet”e ait gerçek sırrın saklı bulunduğu
derin bir Lassa mahzenine götürüldüğünden soz etmektedir.
İkinci Dünya Savaşının ertesinde,
derecesi yüksek bir inisiye olan ve Kut Humi Lal Singh-Kwang adını taşıyan bir
zatın bu konudakj ifşaatlarının inisiyasyon ve Bilim adlı okültist dergide
yayınlandığı güne kadar Agarta” dan pek söz edilmemiştir. Bu zat, yeraltı
ülkesi hakkında gerçi o güne kadar söylenmişlerin dışına çıkmamıştır, ama gizli
dernek terimi üzerinde yine de ısrarla durmuştur. İfadesinde bireysel anlamda
bir inisiyasyona özellikle yer vermiştir, ki bu da, uzun bir çile evresinden
sonra, yani bireysel bir inisiyasyon çalışmasından sonra inisiye olunur tezini
benimsemiş olan Rene Guenon” un görüşünü teyit etmektedir.
Kut Humi şunları söylemektedir:
“Agarta” ya girmek katılmak ve özellikle de oraya atanmak veya orası için
seçilmek diye bir şey söz konusu olamaz. Ancak, spiritüel anlamda olmak üzere,
bileğinin hakkıyla Agartalı olunabilmektedir; kişi, ancak ulûhiyetle tekrar
bütünleşip özdeşleşebilecek seviyeye ulaştığı takdirde Agartalı olabilmektedir,
ki bu seviyeye ulaşmanın yolu da tatbikat ve tahakkuk sürecinden geçmektir,
çünki beşer varlığını en tam ve en aşkın biçimde değişime uğratan ve
güçlendiren tek şey ancak spiritüel bilimdir. Agartalının hali, Himalayalardaki
veya Tiyen Ti Huan” daki yogilere veyahut da ilk İbranilerdeki “semavî insana”
özgü halin en derini mesabesinde bir haldir. Gerçek Agartalılar kendilerini
diğer Agartalılarda görmekte ve bulmakta ve de dünya sakinlerinin şuurlarında
genişleme ve açılma meydana getirmek ve kendilerinin spiritüel anlamda ulaşmış
bulundukları duygu ve düşünce birliğine onları da ulaştırmak amacıyla kendi
aralarında işbirliği yapmaya her an hazır durumda bulunmaktadırlar.
Agarta”da zaman zaman kurultay
(durultay) da toplanmaktadır; ama bu kurultay, daima meskûn veya uygarlaşmış
merkezlerden, tedirgin edici densizliklerden, kaba akışkanlardan ve insan
kalabalıklarından uzak yerlerde gerçekleştirilmektedir. Orada kararlar hep
oybirliğiyle alınmakta ve bu kozmik egregor” un (5) majik kudreti ve yüksek
seviyeli bilgeliği tarafından derhal yürürlüğe konmaktadır; bu kurultayın
psişik, astral ve spiritüel gücü ile sahip bulunduğu muazzam maddi imkanlar,
özellikle bir sorun söz konusu olduğunda, son derece müthiş bir hale
gelmektedir.”
Kut Humi, söylenebilecek her şeyi
gerçi açıklıkla dile getirmiştir, ama Agarta” ya ; özgü sırların birçoğundan
yine de söz etmemiştir. Ancak küçük bir bölümü tercüme edilebilmiş dlan bu
sırlar, Tibet” teki lamalık saraylarının kutsal arşivlerinde mi muhafaza edilmektedir
acaba? Bu mümkündür, ancak ne var ki, Tibet” in Çin” e ilhak ediliş tarihinden
beri bu kutsal kitaplara ulaşmak bir türlü mümkün olmamaktadır.
Agarta ile Dokuz Meçhuller arasında
ne gibi bir ilişki vardır? Agartalılar, bazıları nın ifade ettiği gibi, yitip
gitmiş bir uygarlığa, yani Atlantis uygarlığına ait sırların gerçek mirasçıları
mıdırlar acaba? İdeolojisi Nazi şeflerini derinden etkilemiş olan Thule grubu
üyeleri ile ilgileri hangi noktaya varmıştır acaba? Bu konuda bilinmekte
olanlar, bilinmeyenlerin yanında şüphesiz nokta gibi kalmaktadır. (6)
ÇEVİRENİN
NOTLARI
(1) : bkz.
Metapsişik Terimler Sözlüğü, s. 112 (Ruh ve Madde Yayınları)
(2) : Birkaç kişi ya da grup tarafından yönetme biçimi.
(3) : Tours piskoposu Aziz Martin (M.S. 316-397) tarafından kurulmuş olan tarikat.
(4) : Fransa” nın batısında yer alan bir bölge.
(5) : Bu kelime Yunanca”da “uyanık kalmakn anlamına gelen “egregorein” fiilinden türemiştir. Bu fiil, Hanok” un (Nuh” un büyükbabası olan Mathusalem” in babası) kitabında, Hermon tepesine yerleşip orada “uyumadan beklemeye and içmiş olan asî melekler” için kullanılmıştır. Yeminlerine sadık kalmış olan bu melekler Seth” in (Adem” in üçüncü oğlu) kızlarıyla birleşmişler ve böylece dev ırkının doğuşuna öncülük etmişlerdir; bu ırk daha sonra Tufan sırasında yok olup gitmiştir. Kabalistlere göre egregor” lar ya insan bedenli melek görünümüne ya da sırf bedensiz varlık görünümüne sahiptirler. Yehova geleneğinde ise genellikle, diğer melekler gibi göçebe yıldızlar veyahut da ateş topları görürıümünde tasvir edilmektedirler.
Parapsikolojideki egregor, psişik bir gücün özgürleşmesiyle meydana geldiği sanılan gizli bir gücün tezahür edişidir. Vasat psişizmli birsürü insan tarafından veyahut da üstün seviyeli psişizme sahip bir avuç insan tarafından tahrik edilmiş olan egrero” lar, telekinezi (uzaktan etki) fenomenlerinde ortaya çıkan güce benzer bir maddi güce sahiptirler. Deneysel parapsikolojide, bu egregor” lar, psişizmleri bir manyetizör tarafından uyarılmış ve bir medyom tarafından da katalize edilmiş olan bir grup insanını iradelerini yoğunlaştı rmasıyla elde edilebilmektedirler. Bu, zor bir işlemdir, ama şartlar elverişli olduğunda pekala başarılabilmektedir. Psişik senkronizasyon tesis edildiği anda, egregor, düşünceden türemiş bir varlık görünümü altında veyahut da gayri maddi bir güç görünümü altında tezahür etmektedir.
(6) : Agarta konusunda daha ayrıntılı bilgi elde etmek için Ruh ve Macde Yayınlarının “Metatron- DÜNYA RALLIĞI-Kıyamet işçileri Ülkesi AGARTA” nın Öyküsü” (Rene GUENON) adlı esere başvurmanızı tavsıye ederiz.
(2) : Birkaç kişi ya da grup tarafından yönetme biçimi.
(3) : Tours piskoposu Aziz Martin (M.S. 316-397) tarafından kurulmuş olan tarikat.
(4) : Fransa” nın batısında yer alan bir bölge.
(5) : Bu kelime Yunanca”da “uyanık kalmakn anlamına gelen “egregorein” fiilinden türemiştir. Bu fiil, Hanok” un (Nuh” un büyükbabası olan Mathusalem” in babası) kitabında, Hermon tepesine yerleşip orada “uyumadan beklemeye and içmiş olan asî melekler” için kullanılmıştır. Yeminlerine sadık kalmış olan bu melekler Seth” in (Adem” in üçüncü oğlu) kızlarıyla birleşmişler ve böylece dev ırkının doğuşuna öncülük etmişlerdir; bu ırk daha sonra Tufan sırasında yok olup gitmiştir. Kabalistlere göre egregor” lar ya insan bedenli melek görünümüne ya da sırf bedensiz varlık görünümüne sahiptirler. Yehova geleneğinde ise genellikle, diğer melekler gibi göçebe yıldızlar veyahut da ateş topları görürıümünde tasvir edilmektedirler.
Parapsikolojideki egregor, psişik bir gücün özgürleşmesiyle meydana geldiği sanılan gizli bir gücün tezahür edişidir. Vasat psişizmli birsürü insan tarafından veyahut da üstün seviyeli psişizme sahip bir avuç insan tarafından tahrik edilmiş olan egrero” lar, telekinezi (uzaktan etki) fenomenlerinde ortaya çıkan güce benzer bir maddi güce sahiptirler. Deneysel parapsikolojide, bu egregor” lar, psişizmleri bir manyetizör tarafından uyarılmış ve bir medyom tarafından da katalize edilmiş olan bir grup insanını iradelerini yoğunlaştı rmasıyla elde edilebilmektedirler. Bu, zor bir işlemdir, ama şartlar elverişli olduğunda pekala başarılabilmektedir. Psişik senkronizasyon tesis edildiği anda, egregor, düşünceden türemiş bir varlık görünümü altında veyahut da gayri maddi bir güç görünümü altında tezahür etmektedir.
(6) : Agarta konusunda daha ayrıntılı bilgi elde etmek için Ruh ve Macde Yayınlarının “Metatron- DÜNYA RALLIĞI-Kıyamet işçileri Ülkesi AGARTA” nın Öyküsü” (Rene GUENON) adlı esere başvurmanızı tavsıye ederiz.
Ruh ve Madde Dergisi
İç Dünya Teorisi – İç Dünya Uygarlıkları
Himalayalar’ ın bazı
bölgelerinde, Hermes’in 22 Arkan’ı ile bazı kutsal alfabelerin 22 harfini
temsil eden 22 tapınak arasında Agarta, Gizemli Sıfır’ı bulunamazı oluşturur…
Yeraltına uzanan, Yerküre’nin
hemen tüm bölgelerini kapsayan kocaman bir satranç tahtası…
(Saint-Yvesd’ Alveydre, Mission de Finde en Europe, Paris, Çalman Levy, 1864, s. 54 ve 65)
(Saint-Yvesd’ Alveydre, Mission de Finde en Europe, Paris, Çalman Levy, 1864, s. 54 ve 65)
Dünyanın altında yedi tabaka
olduğuna ilişkin hemen her yerleşik dinde inanışlar vardır. Budizm ve kısmen
Hinduizm, Agarta-Şamballa gibi çift yeraltı uygarlıklarına ilişkin sarsılmaz
inanç beslerler, İslâm verilerindeki Ye’cüc-Me’cüc, Tevrat ve İncil’de Gog,
insana benzeyen yeraltı ırkları olup, özellikle Himalaya dağları altındaki
geniş, çok büyük mağara-galerilerde yaşadığına inanılır. Bu yaratıkların zaman
zaman bir kozmik karışıklıktan dolayı, yeraltı ülkelerinden dışarı
çıkabildikleri ileri sürülür.
İslâmiyet’te de Kehf=Büyük yeraltı
mağaralar şebekesi inancı vardır. Kabala’da da “Yedi Yeraltı Dünyası” inancı
vardır. Aynı görüşü İslâmi gizli bilimciler de benimsemekte ve
desteklemektedir.
“İç Dünya Teorisi”ne göre,
yaşadığımız Dış Dünya kabuğunda bulunan mağaralar sistemi ve geçitler vasıtası
ile İç Dünya’ya ulaşılabilir.
Ayrıca yerküremizin her iki kutbunda
da büyük açıklıklar bulunmaktadır, İç Dünya’da aynı Dış Dünya’da olduğu gibi
denizler, ırmaklar, kıtalar ve hayat vardır. İç dünya, dünya küresinin
ortasında bulunan merkezi bir güneş tarafından aydınlatılmaktadır.
Ünlü “Time” dergisi, 1993 yılında
yayınlanan sayılarının birinde, İzlanda’nın altında “Yeraltı Kıtası”
bulunduğunu iddia etmişti. Altı ay sonra, “Scientific American” dergisinde de
benzer bir makale yayınlandı.
İnternette yayınlanan kutuplara ait
bir uydu fotoğrafında, kutup bölgelerinde siyah açıklıklar görülmektedir. Bu
fotoğrafların biri 1963 yılı Time” dergisinin kapağını süslemiş ve “Holes in
the Poles” (Kutuplardaki Delikler) başlığı altında okuyucuya sunulmuştu.
İç dünyaya girmek mümkün mü?
İddialara göre, İzlanda’da ki Snaefell jökull kraterinde böyle bir giriş
vardır. Ayrıca dünyamızdaki yedi enerjetik noktalarından birinin merkezi
(Bunlara Dünya Şakralarıda deniliyor.) de burada bulunmaktaydı.
(Şakralar: Başka deyişle güç
merkezleri, enerjinin bir bedenden diğerine geçmesini sağlayan irtibat
noktalarıdır. Yedi adet Şakra, yoğun bedenin çevre hatlarını hafifçe aşan,
esiri bedenin yüzeyinde yer almaktadır. Buna benzer şekilde gezegenlerde de
yedi adet Şakra Güç Merkezleri bulunmaktadır.)
İç dünyaya diğer girişler,
Pirenelerde, Mısır’daki Giza Piramiti’nin altında ve Lhassa’da (Tibet)
bulunmaktadır.
“İç Dünya” üzerine yazdığı
kitapta Bernard, bu tüneller şebekesinin bir yandan Agarti’ye, diğer yandan da
dünya kabuğundaki girişlere bağlı olduğunu ileri sürer. Yazara göre:
“İç Dünya”ya egemen olan
imparatorluk “Agarti” ve başkenti “Şamballa” idi.
Kayıp
Uygarlık Şamballa:
Tibet ve kuzey Hindistan
söylencelerinde Şamballa adlı bir yerden bahsedilir. Hindistan ve Tibet’teki
eski yazıtlar, Şamballa’yı antik çok eski bir krallık olarak tanımlıyorlar.
Saklı krallığın varlığına dair ilk anlatılanları Tibet Budizm’inin kutsal
kitapları olan “Kanjur” ve “Tanjur”da bulabiliriz.
Geleneksel anlayışa göre, Şamballa,
karlı dağlardan oluşan bir çemberin içindedir. İnanılmaz güzellikte olan
Şamballa, zenginliklerle doludur. Modern bir yer olan “Pırlanta Sarayı’nın başkent
“Kalapa”da olduğu iddia edilir ve Şamballa Kralı hükümdarlığını burada
sürdürür. Pırlanta Sarayı’nda iki şaşırtıcı şey vardır; “Tepe Pencereleri” ve
“Sihirli Ayna.”
Tepe pencereleri başka dünyalardaki
hayatları görme imkânı sağlarken, Sihirli Ayna ise Kral’ın uzaklardaki olayları
izlemesine imkân veriyor. Günümüzde Batı uygarlıkları ile ilişki içinde bulunan
bazı Lama’lar aynanın bir ekran gibi olduğunu ve Kral’ın dünya olaylarını
kontrol etmesini sağladığını iddia ediyorlar.
Saklı Krallığın çok daha şaşırtıcı
özellikleri var; örneğin eski yazıtlarda ‘Rüzgâr gücünde olan taştan atlardan’
ya da taştan uçaklar’dan bahsediliyor. Yaşayan Lama’lardan bazıları Taştan
Atlar’ın en ileri teknikle yapılan uçan araçlar olduğunu iddia ediyorlar.
Tibet söylenceleri, Şamballa’nın
Himalaya dağları arkasında ve Tibet’in kuzeyinde olduğunu iddia etmekteler. 96
tane prensliği olduğu söylenen saklı ülke için dünyada gizli bir yer olabilir
mi? Peki ama Şamballa nerede? Manastıra Budistler yani tutucular, Şamballa’nın
dünyada bulunduğu düşüncesindeler. Buna karşı halk Budizm’in yandaşları ise,
Şamballa’nın tanrıların oturduğu gökyüzünde olduğuna inanıyorlar. Bazı çağdaş
Tibetliler de aynı veya benzeri görüşteler; Şamballa’yı dünyada değil de,
yıldızların arasında aramaya başladılar, yani bir gezegende. Yoksa Şamballa
zaman ve mekân dışı bir yerde bulunan gizemli bir imparatorluk mu? Varsayımlara
göre Şamballa bir başka boyut veya paralel dünya olabilir mi? Eğer bu düşünce
doğru ise; Şamballa burnumuzun dibinde olsa bile göremeyiz.
Tibet kehanetlerine göre bir gün
“kötü bir ruh” gelecek ve “Barbarlara” güçlü dünyalı olmadığını açıklayacaktır.
Bazı Lama’ların düşüncelerine göre, “Barbarlar” (Dünya dışı varlıklar)
Şamballa’nın var olduğunu öğrenebilirler veya oraya gidebilirler. Ama bu
kehanetlere göre; önce huzurlu bir anlaşma yapılacaktır; Şamballa’da
hükümdarlığını sürdüren Kral Rudra Çakri istilâ edenleri karşılayacak ve onların
başkanına egemenliği birlikte sürdürmeyi teklif edecektir. Ama kısa bir süre
sonra Barbarların Kralı egemenliği kendi eline geçirmeye çalışacak ve uçan
araçlarıyla Şamballa’ya saldırarak havada bir savaş başlatacaktır. Ama Barbarlar
başarılı olamayacaklardır, çünkü Kral Rudra Çakri onları yıkmak için
savaşacaktır. Kehanetlerde şunlar belirtilir: “Sonunda Kral, Şamballa’dan
Barbarları yok etmek için çıkacak ve aşağıya inecektir.” Bazı Lama’lara göre,
Kral bir başka gezegenden bizim dünyamıza gelecektir, çünkü “Jambudvipa” denen
o yer, onların gözünde bütün dünya veya gezegendir, sadece bir kıta veya bölge
değildir. Bu son savaştan sonra ise bir “Demir tekerlek” gökyüzünde belirip düşecek
ve Rudra Çakri’nin egemenliğinin başlangıcını belirleyecektir. Bu nedenle ona
“Tekerlekli çılgın” adı da verilmiştir. Zaferinden sonra Rudra Çakri,
egemenliğini bütün dünyaya yayacak ve yeni bir “Altın Çağ” başlatacaktır.
İnanılmaz ama NASA’nın uzay
mekiklerinin birinin yolculuğundaki görev listesinde “Şamballa” da yer
alıyordu. Araç, böyle bir yerin olup olmadığını uzaydan gözlemleyip
araştıracaktı. Sonucu henüz bilmiyoruz ama anlaşılan “Şamballa’nın” yerini
merak eden ve buna cidden inanan birileri var gibi…
Batı Tibet’te “Büyük Beyaz
Kardeşliğin” merkezinin var olduğu söylenir. Kutsal Şamballa şehri Gobi çölünde,
“Agarta Yeraltı Üniversitesi” ise muhtemelen Nepal’le güneydoğu Tibet sınırı
üzerinde bulunmaktadır.
Şamballa’nın Lhasa’nın kuzeyinde,
muhtemelen Gobi çölünde, bazen de Moğolistan’da olduğu söylenmiştir.
Agarta’nın Lhasa’nın güneyinde,
muhtemelen Şigatse manastırının yakınında veya Nepal’in kuzeydoğusundaki
Kançenyunga dağlarının “Dünyanın üçüncü yüksek dağı” altında olduğu iddia
edilmektedir.
Bazı iddialara göre, hem Agarta hem
de Şamballa “Boş Dünyanın” içinde bulunmaktadır. Bazı geleneklerde Agarta “sağ
el yolu” yani “beyaz okült gurup,” Şamballa ise “sol el yolu” yani “kara okült
gurup” olarak nitelendirilmektedir. Bunun tersi de yani Agarta’nın kötü,
Şamballa’nın ise iyi olduğu da iddia edilmektedir.
Agarta, “Agarta Konfederasyonu
Tapınakçıları” adlı küçük fakat güçlü bir ordu tarafından savunulmaktadır.
Kimi zaman Agarti veya Agarta,
“Dünyanın Kralı” kavramıyla özdeşleştirilir. Bu “Dünya Kralı,” “Metatron” veya
“Agarta’nın Büyük Efendisi” olarak bilinir ve Tibet’in altında bir yeraltı
krallığında ikâmet eder. Buraya Ortaasya’daki birçok manastırdan, özellikle
Kançenyu dağı civarından, giriş vardır.
(Metatron: İbrani Kabalasında göksel
(semavi) araçlar Sekinah ve Metatron’dur. Metatron terimi koruyucu (hami),
gönderilmiş (haberci) ve aracı gibi tüm anlamlan içerir. Ünlü Fransız düşünürü
Rene Gueon tarafından Kabalacı’ların Metatronu ve başmelek Mikail arasında
paralellik kurulmaktadır. Eğer Mikail, Metatron ile bir ise, yine de onun
görünümlerinden ancak bir tanesini temsil etmektedir. Işıklı yüzünün yanı sıra,
onun bir de karanlık yüzü vardır.)
Bazı iddialara göre Agarti’yi kara
büyünün şeytani gücü yönetmektedir. Metatron’un Gölgesi, karanlık bir güç ola
rak bilinir ve Sar Ha Olam veya Şeytan (Veya eski Mısır’ın yeraltı tanrısı
Set) olarak tanımlanır.
Nazi okült doktrinine göre, Aryan
süpermenlerin yaşadığı yer bu “Boş Dünya” idi. Hitler dünyanın içinin boş olduğunu
biliyordu. Bu nedenle Tibet ve Gobi çölündeki bazı güçlerle temasa geçerek,
Ortaasya’yı ele geçirmeyi düşünmüştü.
Hitler, İç
Dünya ve Neuschwabenland:
Eski CIA ajanı Virgil Armstrong ile
söyleşi:
(Kaynak: Licht-Zeichen Dergisi No.
26 Mart-Nisan 1994.)
Licht Zeichen (LZ) dergisi eski CIA
ajanı ve UFO araştırmacısı Virgil Armstrong (VA) ile bir söyleşi yapmıştı. Bu
söyleşiye zaman zaman Oldenburg Kültür evinden Werner (W) de katılmıştı.
LZ: İç Dünya ile ilgili olarak
sizden güvenilir bilgiler almak istiyoruz.
VA: İç Dünya deyimi ile yüzeyden
aşağı doğru uzanan 800 mil çapında (Takriben. 1, 330 km.) bir kabuğu
kastediyorum. “Boş Dünya” iç taraftadır ve merkezini çeşit güneş vardır. Dünya
gerçekten boştur. Amiral Byrd de bu gerçeği keşfetmişti.
LZ: İç Dünya’da tüneller var mı?
VA: Evet
LZ: Bunların uzunluğu ne kadar?
VA: 0h, çok, çok, kilometrelerce
uzunluğunda. Bazılarının uzunluğu 170 kilometreyi buluyor.
LZ: Bunlar aydınlatılmış mı?
VA: Bazıları evet. 620 km.
derinlikte hiçbir insana rastlamak mümkün değildir. Nereye gittiğinizi
bilmezseniz oralarda ölebilirsiniz. Bana bu hikâyeleri anlatan yerlilerle
birlikte yirmi dört yıl yaşadım. Taş devri insanları ve tarih öncesi
yaratıklar, mesela; Mamutlar 620 km derinlikte görülebilir. Onlar orada havada
salınmaktalar.
LZ: Salınmaktalar mı? Aşağıda mı?
VA: Evet, onlar havada dengede
tutuluyorlar.
W: Görünüşe göre İç Dünya’ya girişi
engelleyen bariyerlerin nasıl çalıştığını kimse anlayamadı. Bu bariyerler çok
yüksek frekanstan oluştuğu için, ancak bunu bilen insanlar buradan
geçebilirler.
LZ: Kimler oradan geçebiliyor?
VA: Belirli şartlar altında bunun
nasıl olduğunu bilen, belirli bazı insanlar buradan geçebiliyor.
LZ: Bunun nasıl yapıldığını biliyor
musun?
VA: Hayır, hiç yapmadım.
W: Bu yerçekimine karşı bir güç mü?
VA: Yerçekimine karşı bir güç
olmalı. Her halükârda bu bölgede yerçekimi yok!..
LZ: Hiç mi?
VA: Hayır, hiç çekim gücü yok. Oraya
giren hayvanlar havada asılı olarak kalıyorlar. Orada hapsoluyor ve dışarı
çıkamıyorlar. Daha sonra da ölüyorlar tabii… Bir defa buraya girdikten
sonra, girdikleri şekilde orada hareketsiz kalıyorlar.
LZ: Onlar nasıl içeri
girebiliyorlar?
VA: Yanlışlıkla. Oraya girdikten
sonra da enerji ve yerçekimi yokluğu dolayısıyla orada mahsur kalıyorlar.
LZ: İç dünyada tek bir medeniyet mi
yoksa birçok medeniyet mi var?
VA: Birçok. En önemli şehir
Agarta’dır.
LZ: Agarta, “İç Dünya”da mı yoksa
“Boş dünya”da mı?
VA: İç dünyada. “Boş
dünya”nın kendi ayrı medeniyeti var.
LZ: Şamballa da buraya mı ait?
VA: Hayır, Şamballa İç Dünya’ya
aittir. Şamballa ve Agarta tek ve aynı şeydir, İncil’in birçok yerinde “Boş
dünya” ile ilgili bölümler vardır.
İç dünyadaki güç bariyerlerine
gelirsek, bu “boş dünyacı korumak için oraya konmuştur. Belirli kimseler
hariç, kimse bariyerleri geçemez.
LZ: Kutuplarda doğrudan “boş
dünya”ya açılan açıklıklar var mı?
VA: Evet.
LZ: Oraya gitmek mümkün müdür? Orada
bir engel veya bariyer var mı?
VA : Hayır, orada bir engel yok.
LZ: Birçok insan oraya gitmek
istiyor değil mi?
VA : Oh, evet, çok. Bir
zamanlar ben de davet edilmiştim. Bir arkadaşım üç yıl önce benimle beraber
yeniden bir keşif gezisine çıkmak istedi. Bu bilgi çok gizli olmasına rağmen
o, bu konuda bana telefonla bilgi verdi. Ona telefonlarımın dinlendiğini
söylememe rağmen beni dinlemedi, üç ay sonra kız arkadaşı bana telefon ederek,
onun hapiste olduğunu söyledi.
Bu adam, II. Dünya Savaşı sırasında
Pentagon için çalışan bir üsteğmendi. Savaştan sonra ilk defa bir keşif gezisi
organize etti. Bir uçak satın alarak, Amiral Byrd’ün “Boş dünya”yı keşfederken
izlediği rotayı takip etti. Kutuplarda, içeri doğru kıvrılma başlamadan önce,
bir Amerikan Hava Üssü mevcuttur. Onlar bu bölgeye geldikleri zaman iki
Amerikan jeti onları takip ederek, yere inmeye zorladı. Amerikalı yetkililer
kendilerini bir defaya mahsus olmak üzere serbest bırakacaklarını, fakat bir
daha oraya gelmeyeceklerine dair söz vermelerini istediler. Aksi halde gelecek
defa uçaklarını düşüreceklerdi. Amerikan Hava Kuvvetlerinin buradaki üssünün
görevi “Boş dünya”ya giden yolu kontrol etmektir. Amerikalıların içeri
girebildiklerini sanmıyorum, çünkü “Boş dünya”daki yaratıklar kimseyi içeri
bırakmıyorlar!..
LZ: Bu üs tam olarak nerede?
VA: Alaska’nın kuzey ucunun
kuzeyinde; Adaskopya’da
(Alaska Körfezinde mi?)
LZ: Giriş açıklığının büyüklüğü ne
kadar?
VA: Yaklaşık 400 mil genişliğinde.
Kuzeydeki noktaya kadar yüzeyden yolculuk yapıldıktan sonra, iç tarafın içine
doğru inmeye başlar. Yerçekimi burada da aynı şekildedir.
(Burada Amiral Byrd’ün “Boş dünya”yı
keşfetmesi anlatılıyor. Bu konuya daha sonra temas edeceğim.)
Byrd’ü davet eden Şamballa’nın
Efendisi, ondan atom bombası denemelerine son vermesi için ABD hükümeti
yetkilileri ile görüşmesini rica etmişti. Byrd elinden geleni yapacağına söz
verdi. Eskortlan uçağının kontrolünü yeniden kendisine devrettikten sonra, iki
uçan daire ona kutuba kadar eşlik etti ve ayrılırken Almanca “Auf
Wiedersehen” (Hoşçakalın) dediler.
LZ: Aşağıdaki Üstad nasıl
konuşuyordu?
VA: Telepati vasıtası ile.
LZ: Eğer bu insanlar Almanca
konuşabiliyorlarsa, belki onlar Hitler’in bahsettiği kuzeyli ırktandırlar?
VA: Evet, onlar kuzeyliye benziyorlar
ama biliyor musunuz Alman halkının bir bölümü çok, çok eski zamanlarda kutbun
içine yerleşmişti.
II. Dünya Savaşı sona ermeden önce
Nazilerin Antarktis’de bir koloni kurmayı denediklerini gösteren bir video
film var!..
1926 -1943 yılları arasında SS’ler
Tibet’e ziyaretler düzenlediler. Üstteki fotoğrafta
bazı Tibetliler ile aynı masada oturan
SS Naziler görülüyor. Arka planda gamalı haç bayrağı SS
pankartları asılı.
1938-39 yılları arasında Almanlar
Güney Kutbuna bir keşif gezisi düzenleyerek, “Neuschwabenland” diye adlandırdıkları
bölgeyi kendi topraklarına katmışlardı. Bu operasyonu bizzat Göring yönetmişti.
Göring, savaş sırasında binlerce insanı oraya gönderdi. Savaştan sonra Hitler
ve III. Reich’ın önde gelenleri, özellikle S.S’ler “içerdeki” üsse kaçtılar.
Bana göre, savaştan bugüne kadar
geçen süre içinde gidenlerin birçoğu geri döndüler. “Boş dünya”daki insanlarla
işbirliği yapabildiklerine göre, onların iyi in sanlar olduklarını düşünüyorum.
W: Almanların orada bir kolonisi var
ve “Boş dünyalılarla işbirliği yapıyorlar. Bunun dışında Amerikalıların da
Arktis’te bir hava üssü varken, niçin onlar “Boş dünya” ya doğru gidemiyorlar?
VA: Çünkü “boş dünya” insanlarının
teknolojisi bizimkilerden çok ilerde ve onlar da bizi orada istemiyorlar.
LZ: Koruyucu bir sınırları var mı?
Evet, bir koruma var. Eğer insanlar
dengeli, sevgi dolu olurlarsa, belki oraya gidebilirler. Amerikalıların düşmanca
tutumlarına bakın. Onları içeri bırakmıyorlar!..
Savaş sırasında (1942-43) Hitler’in
Antarktis’te gizli bir denizaltı limanı vardı. Bu üs müttefiklere teslim olmadı.
ABD, Amiral Byrd’ü bu üssü bulmakla görevlendirdi. Hitler, Amerikalılara karşı
Alman bilginlerinin yaptığı iki UFO’yu yolladı. Bunlardan biri saatte 2000,
diğeri ise 5500 km sürat yapabiliyordu. Bu UFO’lar 8 cm zırhı delebilecek güçte
Lazer topuyla silâhlandırılmıştı. O zamanlar en hızlı uçak saatte 800-1000 km.
sürat yapabiliyordu.
Hitler’in bu UFO’lara ve silâhlara
sahip olması, müttefiklerin onu kayıtsız şartsız teslim olmaya zorlamasında
çok etken oldu. Hitler bunu öğrenince her iki UFO’nun da parçalara ayrılarak
denizaltılara yüklenmesini emretti. Hitler, Eva Braun ve SS yardımcıları ile
birlikte önce Arjantin’e oradan da, bugüne kadar yaşadıkları, Güney Kutbuna
gittiler. Hitler, Buenos Aires’de mütevazı bir hayat sürerek, 90 yaşının
üstünde normal bir şekilde öldü. Eva Braun ise bugün hâlâ yaşıyor. Sanırım yaşı
90′nın üstünde.
LZ: Hitler’in UFO’ları ne tür bir
enerji kullanıyordu?
VA: Antigravitasyonel güç ile…
W: (tamamlayarak) Schauberger’in
belirttiği manyetik enerji ile…
VA: Evet, Schauberger bu konuda
temel bilgileri ortaya koymuştu. Schauberger’den önce 19. yüzyılın başlarında
Prof. Dr. Philipps bir uzay gemisi yapmış ve Ay’a, Mars’a, Venüs’e ve
çevresindeki gezegenlere yolculuk yapmıştı.
LZ: Bunu kendisi mi başardı yoksa
yardım aldı mı?
W: Bu konuda sorunlarla karşılaştı.
VA: Hitler ve Göring onun
teknolojisine sahip olmak istediler ama o gittiği yerden geri dönmedi. Hitler
arzuladığı bu teknolojiyi bir başka şekilde elde etti. Hitler’den önce
Almanya’da uzay gemisi yapabilen iki gizli örgüt vardı. Bunlar Vril ve Thule
localarıydı.
Vril Locası, yaptığı uzay gemilerini
1920′li yıllarda uçurmayı başarmıştı.
W: Hitler’in Vril Locasına mensup
iki kişi tarafından eğitildiğine inanıyorum.
VA: Bu doğru ama daha sonra ondan
uzaklaştılar.
Philipps uzay gemisini onlardan çok
önce yapmıştı. Kişisel görüşüm, Vril Locasının Philipps’e yardım ettiği
şeklindedir. Bu Loca metafizik bir dünya görüşünü temsil ediyordu. Onlar uzayda
özgürce dolaşarak, dünya dışı hayat biçimlerini tanımak istiyorlar.
LZ: Hitler’in savaş plânlarını
bilmelerine rağmen ona bu teknolojiyi verdiler mi?
VA: Sanıyorum ki Hitler ne Thule
Locasından, ne de diğerinden böyle bir bilgi almadı. O, bu teknolojiyi ABD
gibi kötü niyetli dünya dışı varlıklardan aldı. Uzaylılar ona şöyle demişti:
“Bize biyolojik deneme malzemesi
olarak Alman halkını verirsen, biz de size savaşı kazanmanız için gerekli
teknolojiyi veririz. Hitler onlara, “Yo, hayır… Ari ırk üzerinde deneme
yapmanıza izin veremem. Fakat, size kamplardaki insanları (Polonyalı, Rus,
Yahudi) verebilirim,” demişti. Gerçekten de kamplarda birçok insan iz
bırakmadan kaybolmuştu.
Yahudiler toplama kamplarında
6.000.000 insan kaybettiklerini ileri sürerler, fakat bu doğru değil. Savaştan
sonra yayınlanan UNO ve diğer uluslararası örgütlerin raporlarına göre,
Yahudiliğin kaybı 600.000′i aşmamaktadır.
(Aslında gerçek Yahudi kayıpları
600.000′inin de altındadır. 1990 yılına kadar, Auschwitz Birkenau
Kampında dört milyon insanın kitle halinde öldürüldüğü bir gerçekti. 1990′dan
sonra ortaya ye ni bir tez atıldı: iddialara ve hatta varolduğu söylenen
belgelere göre, Auschwitz’de ölenlerin sayısı 1.500.000 civarındaydı. Yine bu iddiaya
göre, 1990 yılında ani bir emirle Auschwitz’de bulunan 19 dille yazılı, dört
milyon ölünün anısına çakılmış 19 metal tablet yerinden silinmişti. 1994′te
eczacı ve “Soykırım” araştırmacısı olan Jean Claude Pressac, Auschwitz Müze
yetkililerine karşı çıkıyor ve kampta 630.000-710.000 arasında insanın öldüğünü
ve bunların 470.000-550.000 kadarının Yahudi olduğunu ileri sürüyordu.
Bu yeni iddiaya göre, Auschwitz
Birkenau’daki gaz odalarının amacı dezenfeksiyondu. Yapımsal olarak Amerikan
modeli de böyledir. Tüm kamplarda elbiseler HCN temelli Zyklon-B gazıyla
temizleniyordu, buna göre “Soykırım” savunucularının iddia ettiği gibi
milyonlarca Yahudi Zyklon-B gazı ile öldürülmemiş, aksine çok az bir kitle
temizlenmiş, yani dezenfekte edilmişlerdir.
Dachau Kampı’ndan elde edilen resmi
ölüm istatistiklerinde görüldüğü gibi, 1940-1941 ve 1942-1943 yılları arsında
kış aylarında büyük bir tifüs salgını yaşanmıştır. Görülür ki, ölümlerin
çoğunluğu savaşın son dönemine aittir, bu dönem Alman ulaşım sisteminin
bombardımanlar sonucunda çöktüğü dönemdir.
Bugün Dachau’nun bir ölüm kampı
olduğu iddiasını destekleyen kişiler çok azalmıştır, bunun en önemli nedeni
Nürnberg Mahkemelerinde Dachau’da olduğu söylenen gaz odalarının sahte
olduğunun anlaşılmasıdır.)
Hitler, bu insanları biyolojik
araştırma malzemesi olarak kullanmaları için kötü niyetli uzaylılara
vermişti!..
W: Kötü uzaylılar Thera’dan mı yoksa
Orion’dan mı geliyor?
VA: Evet, Orion’dan. Fakat çoğunluğu
Reticuli’den geliyor. ABD Başkanı Truman zamanında, ABD “Griler’le” bir anlaşma
yapmıştı, iki çeşit “Gri” var; iyiler ve kötüler. (Kötü “Griler” küçük yapılı
takriben 1-2 m. uzunluğundaydı. Hitler’le anlaşma yapan bunlardı.)
(Griler: Zeki, küçük kertenkele
insanlardır. Ortalama olarak 90 cm. boyundadırlar. Deri renkleri grib eyazdan
gri maviye, gri yeşil ve gri kahverengiye değişir. Ama asıl önemlisi insanların
ruh enerjisi, veya yaşama enerjisiyle beslendikleri iddiasıdır. Rivayetlere göre,
Griler aldatıcıdır ve mantıkla hareket etmelerine rağmen, onlara göre
hedeflerine ulaşmak için aldatmaca mantığa uygundur. Tekil ya da çift yıldızlı
sistemde bulunan Orion ve Alfa Drakon, Griler faaliyetinin merkezidir.)
W: Antarktis’teki UFO’lar bulundu
mu? Orada büyük bir UFO filosu mu var?
VA: Evet, ben onlara “Üçüncü Güç”
diyorum. Amiral Byrd, Hitler’in her iki UFO’sunu ele geçirmek ve “Üçüncü Gücün”
kayıtsız şartsız teslim olmasını sağlamak için yeniden kutba yollandı. Ona
sekiz ay süre tanımışlardı ama sekiz haftadan kısa bir süre içinde büyük bir
hezimete uğradı. Oradaki teknoloji o kadar üstündü ki, hiçbir şeye başlayamadı,
örneğin, uçaklarından biri, elektromanyetik enerjiden oluşan görünmeyen bir
duvara çarparak paramparça oldu. Bu Hitler’in adamlarının dünya dışı varlıklardan
öğrendiği bir teknoloji idi.
LZ: Bu Ronald Reagan’ın plânladığı
SDI (Yıldız Savaşları Projesi) kalkanına benziyor.
VA: Evet. Onların sahip olduğu bir
diğer sistem de Psikotronik’ti. O zamanlar bu konu ABD’de hiç bilinmiyordu.
Ama şimdi biliniyor.
W: Bu gücü oluşturan dünya dışı
varlıklar mı yoksa III. Reich mensupları mı?
VA: Her ikisi de. Uzaylılar
Reticuli’den gelen “Gri”lerdi. Ben “Gri”lerin bugün için bir tehlike
oluşturacağını sanmıyorum. Muhtemelen “Boş dünya” mensupları ile bir ittifak
yaptılar ve şimdi barışçılar. Bir zamanlar tehlikeli idiler ama artık değiller.
W: Dünya politikalarını etkiliyorlar
mı?
VA: Hayır, onunla ilgileri yok.
Varlıklarını bizim dünyamızdan geri çektiler.
(Söyleşinin sonu)
Dünyanın
Kralı:
Saint Yves d’Alveydre “Hint Misyonu”
adlı eserinde, Dünya Kralına ait olan yeraltı krallığı, Agarta’nın varlığını
açıklamıştı.
Saint Yves d’Alveydre tanıklığına,
Ferdinand Ossendowski’nin Moğolistan’da karşılaşmış olduğu Lamalara ve diğer
birçok tanıklara dayanarak, bu esrarengiz “Dünya Kralı”nın tamamen gerçek
olduğunu söyleyebiliriz.
Ossendowski ve Thule üyesi A.
Trebitsch Lincoln’e göre, bu Dünya Kralı yalnızca bir ilah olmakla kalmayıp,
aynı zamanda insanlığın kaderini eksiksiz olarak gerçekleştirmesini de görüp
gözetmektedir.
(Y. N: Bu konuda bakınız, “Hitler
Almanyasının Gizli Tarihi” Thule Örgütünün Tibet Bağlantısı).
Maceraperest T. Lincoln 1937 yılında
yayınlanan bir broşürde şu açıklamayı yapmaktan çekinmiyordu:
“Tibet’te yaşayan Dünya Kralı, siz
kokuşmuş Batılılara karşı pek yakında, varlığını henüz bilmediğiniz ve karşısında
tamamen çaresiz kalacağınız güçleri harekete geçirecektir.”
Bu Dünya Kralı, F. Osscndowski’nin
de “Hayvanlar insanlar ve Tanrılar” isimli kitabında yazdığı gibi, insanların
okült yönetimi ile temastaydı.
Tarihin yönlenip ve oluşumu gerçekte
metodlu üstün bir plânın yansıması mıdır? Agarta’nın hükümdarı olan “Dünya
Kralı” mitolojik veya doğaüstü bir varlık değil, dünyanın gizli kaderinin
efendisi olan ve tamamen etten kemikten bir şahıstır.
G.H. Williamson’a göre, Dünyanın
Kralı, tufan öncesi insanları arasında hayatta kalmış olanların sonuncusudur.
Başka bir iddiaya göre, Dünyanın
Kralı gezegenimizde devlerin dolaşmakta olduğu devirlerde yeryüzünde yaşamış
olan büyük insanların, o eskilerin içinden, hayatta kalmış olandır.
Dünyada 10.000 civarında inisiye
olmuş insan Şamballa’ya nasıl ulaşılabileceğini biliyor. Bunlardan biri de
Nikolas Roerich idi.
Roerich için Şamballa bir semboldü.
Başka bir gezegenden dünyamıza getirilen Gral (Kutsal Kase) de Şamballa’da
bulunuyordu. Bu Gral, “Kara Güneş” ile ilgili “Kara Taş”tan başka bir şey
değildi!..
Roerich Gral’ı ararken, Şamballa ile
temas kurmuştu. 0, Lama’larla yaptığı konuşmalardan sonra, “Dünya Kralı” ile
temas kurmuş ve dünyadaki en gizli loca olan “Beyaz Kardeşliğe” inisiye
edilmişti. Rahip Yohanna, Şamballa’nın efendisinin ki 600 yıldan beri batı ile,
özellikle papalar ve imparatorlar ile mektuplaşmıştı, takma adı idi. Dalay
Lama, Rahip Yohanna’nın Dış Dünya’daki temsilcisi idi. Yani, Dalay Lama “Dünya
Kralı”nın temsilciliğini yapıyordu. Papalar Şamballa’ya ait bilgileri
sakladıkları için, Dünya Kralı’nın yolladığı mektuplar Vatikan’ın gizli
arşivlerinde bulunmaktadır.
Roerich daha sonra Şamballa ile
Amerikan ve Sovyet hükümetleri arasında aracılık görevini üstlenmişti. O,
Şamballa mektuplarını ilgili hükümetlere iletmişti. III. Reich (Nazi Almanyası)
da Şamballa’dan mektuplar almıştı.
Teozofi Derneği kurucusu Helena
Petrovsky, dünyanın altındaki tünelleri gösteren haritasında, Peru’daki mağaraları
ve yeraltı geçitlerini işaretlemişti. Gerçekten de daha sonra Peru’da
bilinmeyen bir zamana ait mağaralar ve tüneller şebekesi bulunmuştu.
(“Büyük Beyaz Kardeşlik” defa on
binlerce yıl önce “Rutas” veya “Mu” diye bilinen kıta üzerinde ortaya çıktı.
Mu’daki bilgeler, insanları eğitmek için bazı okullar açmışlardı. Bu okullar 12
adet idi. 13. okul ise medeniyetin en zeki ve bilgili, bilge adamlarına
ayrılmıştı. 12 okul insanlara hayata ait temel bilgileri veriyordu. 13. okul
ise üstün insanlardan, yani büyük zihinsel güç ve yeteneklere sahip
“Üstad’lardan oluşmuştu. Mu kıtasının yok olmasından sonra, 13. okul ve
üstadları dünyanın kendilerine ihtiyaçları olduğunu anlayarak Tibet’te “Büyük
Beyaz Kardeşlik “örgütünü kurdular. Kardeşliği 7 üstad yönetiyordu ve bunlar
“Yediler Konseyi” olarak biliniyordu.)
Blavatsky, 1848-1850 yılları
arasında Peru’da Lima’dan Arica’ya (Bugünkü kuzey Şili toprakları) uzanan bir
bölgeyi gezmişti. Blavatsky, ayrıca eski Peru’nun başkenti olan Cuzco’daki
“Güneş Tapınağı”nı ziyaret etmişti. Onun anlattıklarına göre, tapınağın çatısı
kalın altın plâkalarla kaplıydı. Tapınakta ayrıca İnka’ların
“Iuacrunu”dedikleri mistik beyaz bir taş bulunuyordu. İddialara göre, bu taş
kehanette bulunmak için kullanılıyordu. Blavatsky, bu tapınaktaki mistik
işaretleri yorumlayarak, güneşten belirli saatte, belirli bir açı ile gelen
ışınların yardımı ile, gizli tünellere nereden gidilebileceğini bulmuştu.
İddialara göre, tüneli yapanlar
kayıp beyaz Atlantis ırkına mensuptu. Bunların Peru’da kurdukları medeniyete
“Hy Brasil” deniyordu. Bu ırka ait hatıralar vahşi Güney Amerika yerlilerinin
geleneklerinde yaşamaktaydı.
Blavatsky’in iddialarına bakılırsa,
yaşlı bir Peru’lu ona tünellerin ve büyük hazine odasının plânlarını vermişti.
Blavatsky’nin tünel haritası halen Adyar, Madras’da Teozofi Derneği’nin
arşivlerinde bulunmaktadır. Eski bir Brahmanik Hindistan geleneği, eşi
görülmemiş güzellikte bir adanın Orta Asya’daki bir iç denizin
ortasında bulunduğundan bahseder. (Bu yer, bugünkü Himalaya’ların
kuzeyindedir.) Nefilim ırkı veya “Altınçağ” insanları bu adada yaşamışlardı.
Onlar ve anakara arasında, her tarafa doğru yayılan yüzlerce mil uzunluğundaki
tüneller hariç, herhangi bir bağlantı mevcut değildi. Hindistan’ın antik
kentlerinden bu tünellere giriş olduğu iddia edilir.
(Bir zamanlar çevresi kapalı bir
deniz olan Gobi Çölü, Baavi’den gelmiş olan uzaylılar tarafından “Beyaz Ada” ya
da daha doğrusu “Yabancı Denizin Beyaz Adası” adı verilmiş olan muhteşem bir
adaya sahipti. Burası uzaylıların önemli bir iniş noktası oldu. Günümüzde bu
adadan geriye, Atis Tepesi kalmıştır.)
İç Moğolistan’daki Moğol
kabilelerinin geleneklerinde, tüneller ve yeraltı dünyasına ait fantastik
sayılabilecek iddialar vardır. Bunlardan biri de dünyanın her tarafındaki tüneller
ve yeraltı dünyası ile irtibatlı olduğu iddia edilen “Agarti”dir. Tibetli
Lamalar, kuzey, güney ve orta Amerika’da yeraltı mağara ve tüneller şebekesi
olduğunu ve eski dünyanın toplumlarının büyük bir felâketten kaçarak buralarda
yaşadıklarından sözederler. Asya’daki başka bir eski geleneğe göre, efsanevi
Atlantis kıtasının Afrika ve eski Brezilya’ya uzanan kıta köprüleri çöktüğü
zaman, her yöne doğru uzanan labirentler ve tüneller yapılmıştı. Ama ne yazık
ki, Atlantis’deki tüneller kara büyü kültleri tarafından kullanılmıştı.
New York’ta oturanların farkında
bile olmadığı, Central Park’ın altında sonsuz bir tünel sistemine (Metroya
değil!) giriş vardır.
Buna benzer mağara ve tüneller
şebekesi Afganistan’da da bulunmaktadır. Buradaki tünellerin de Agarti’ye kadar
uzandığı iddia edilmektedir.
A.B.D’de NSA (Millî Güvenlik Ajansı)
ve NASA gibi kurumlar, dünyamızın içi ile ilgili bilgileri sürekli kamuoyundan
saklamaktadırlar.
Amerikan Hava Kuvvetlerinden emekli
olmuş bir subayın 1997 yılı başındaki açıklamalarına bakılırsa, 1960′lı yılların
ortalarında Kessler Hava Kuvvetleri Üssünde, “İç Dünya” ile ilgili bir derste,
konuyla ilgili bilgiler tüm detaylarıyla verilmişti, İç Dünya, onların öğrenim
plânının temel konularından biriydi.
Dünyanın
yapısı ile ilgili yeni bilgiler:
29 Eylül 1981 tarihli New York
Times’da çıkan bir habere göre, Rusya’daki Kola yarımadasında ve Azerbaycan’da
yapılan delgi deneylerinde hiç alışılmamış bir olayla karşılaşılmıştı;
10 km derinliğe ulaşıldığında
sıcaklığın artması beklenirken, aniden ısının düştüğü gözlemlenmişti. Bunun
dışında 7 km. den fazla derinde fosil mikro organizmalara rastlanmıştı ki bu,
bugüne kadar dünyamızın yapısıyla ilgili olarak ortaya atılan bütün teorilere
ters düşüyordu. Dünyamızın içindeki ısının kaynağı ya başka bir şeydir,
yahutta dünyamızın içi sanıldığı gibi çok sıcak değildir.
Ayrıca A.B.D’nin Güney Georgia
eyaleti Surrency şehrinde bir jeolojik formasyona rastlanmıştı ki bu, bugüne
kadar dünyamızda rastlanmayan bir bulgu idi. Jeologlarca “Surrency Bright
Spot” diye adlandırılan bölgede 14,5 km. derinlikte 200 milyon yıllık eski bir
su rezervine rastlanmıştı. Adı geçen su rezervuarı ve daha önce belirtilen
Rusya’da elde edilen sonuçlar, jeologları bugüne kadar kabul edilen dünyanın
yapısı ile ilgili modeli gözden geçirmeye mecbur etti. Bugüne kadar geçerli
olan modele göre, 14,5 km. derinlikte yüksek ısı ve basınç altında hiçbir
sıvının mevcut olmaması gerekirdi.
Cornell Üniversitesinden Prof. Dr.
Larry Brown’ın açıklamalarına göre, bulunan sıvı petrol değil, su idi. Brown
açıklamalarına şöyle devam ediyordu;
“Gerçekten bulunan sıvı su ise,
bunun anlamı bugüne kadar dünyanın yapısı ile ilgili bütün teorilerin altüst
olduğudur. Bu buluntu bize dünya kabuğunun şekillenmesi ile ilgili olarak,
suyun rolünün göz önüne alınmasını icab ettiriyor.” (Vanguard Sciences, 17
Nisan 1991)
Buradan çıkan sonuç, dünya kabuğunun
bugüne kadar bilim çevrelerince kabul edildiği gibi sert ve sıcak olmadığıdır.
Harvard Üniversitesi araştırmacılarının
jeokimyasal analizleri sonucu, sıvı magmanın doğrudan dünya yüzeyinin altına
kadar ulaşabildiği, diğer yandan 700-1100 km. derinlikte katı kütlenin mevcut
olduğu ortaya çıkmıştır. Bu araştırma sonuçlan bize, dünyanın içinde katı
maddenin mevcut olduğunu ve 700-1100 km. derinlikten itibaren başladığını
göstermektedir. Dünya yüzeyinden bu katı kütleye kadar soğuk ve katı
bağlantılar vardır.
İç Dünya Teorisine göre, dünya
kabuğu takriben 1200 km. kalınlığında ve içinde “İç Dünya”ya uzanan tünel sistemi
bulunmaktadır. İç Dünya 1200 km.lik dünya kabuğunun iç tarafında
bulunmaktadır.
Kolombiya Üniversitesinden Paul G.
Richards ve Xiao- dong Song adlı sismologların, Lamont Doberty Earth
Observatorium (Newyork) da tesbit ettiklerine göre, dünyanın içi, gezegenin
geri kalan kısmından daha hızlı hareket ediyordu. Araştırmalara göre, içteki
katı çekirdek dıştaki sıvı dış kabuğun içinde dönebiliyordu.
Dünyanın çekirdeği daha hızlı
hareket edebildiğine göre, ya yerçekim gücü ile ortada bağımsız bir şekilde
salınabiliyor ya da onu çevreleyen kütle ona basınç uygulayamıyordu. Bu
çekirdek, Kolombiya Üniversitesi sismologlarının “İç Dünya” teorisine göre, “İç
Güneş” olarak adlandırılıyor.
Ayrıca bugüne kadar geçerli olan,
dünyanın kabuğunun 60 km. kalınlığında ve altında sıvı kaya tabakası mevcut
olduğu teorisinin, yanlış olduğu ortaya çıkmıştır.
California’lı ve Illinois’li
Jeofizikçiler bir deprem analizi sırasında 400 km. derinlikte dünyanın
kabuğunu oluşturan sert kaya tabakalarına rastlamışlardı. Jeofizikçilerin hesaplamalarına
göre dünyanın katı tabakasının kalınlığı 250 km. idi. Bu kalın iç kabuk, acaba
İç Dünya’nın boş küresini mi oluşturuyor?
Kaynak:
Yeraltındaki Gizli Dünyalar – Turgut
GÜRSAN
(Görseller sonradan ilave
edilmiştir)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.