Talmud’da Hahamlardan Yaşayan Allah Diye Söz Edilmekte; Hatta Allah’tan Daha Büyük İfadesi Var
YAHUDİ KARAKTERİ VE BOZULMA NEDENLERİ
Yahudilerinde çektikleri ve
karakterlerini bozan heryerde olduğu gibi yine din adamlarının hatalarından
başka bir şey değil.
Talmud’da
hahamlardan “yaşayan Allah” diye söz edilmekte; hatta “Allah’tan daha büyük”
ifadesine yer verilmektedir. Dini
temsil eden insanlar düzelmedikçe dünya düzene girmeyecektir.
Hzl:
Süleyman SAYAR
Yahudiler, uzun tarihleri boyunca çeşitli açılardan hep “aktüel”
olmuşlardır. Günümüzde de, dünya gündeminin belki ilk maddesini Yahudi sorunu
teşkil etmektedir. Böyle bir toplumun zihniyet ve karakterini, bu zihniyet ve
karakteri oluşturan sosyal, kültürel ve psikolojik dinamikleri tarihî çerçevede
ve sosyo-psikolojik bir yaklaşımla ele almak dikkat çekici olmalıdır.
A. Anahatlarıyla Yahudi Tarihi
Yahudiler kendi tarihlerini Hz.İbrahim’le başlatırlar. O, Kalde’nin Ur
kentinde doğmuş ve oradan ailesiyle birlikte Haran’a gelmiş; sonra ilâhî emir
gereği Kenan diyarına (Filistin) göç etmiştir66. Tevrat, İbrahim’e “İbrânî”
demektedir. İbrânî deyiminin kökeni ve anlamıyla ilgili çeşitli görüşler
vardır. Nitekim İsrail ve Yahudi deyimleri de köken ve anlam bakımından farklı
görüşlere konu olmuştur. Bu tartışmalar bir yana, üç deyimin de aynı toplumu
ifade etmek üzere eş anlamlı olarak kullanıldığı bilinmektedir.
Hz.İbrahim, “İbrahimî dinler”in dayandığı ve bu dinlerin mensuplarınca
büyük değer atfedilen merkezî bir şahsiyettir. Hem İsmailoğulları, hem de
İsrailoğullannın büyük atasıdır. Tevrat’a göre Allah, onunla ve onun şahsında
zürriyetiyle bir sözleşme (“ahit”) yapmış; bunu “sünnet”le sembolize etmiştir.
Kur’an’da anlatılan kıssasıyla Hz.İbrahim, babası Âzer’in de içinde
bulunduğu putperest kavmini Allah’a tapmaya çağıran seçkin bir peygamber, bir
tevhid mücadelesi önderidir . O, Yahudi ve Hıristiyan olmadığı gibi,
müşriklerden de değildir; aksine, sadece “hanîf” bir “müslim”dir .
Yahudilerin gerçek tarihini Hz.Yakub’la başlatmak gerekir. Onların
atası olan ve “İsrail” lâkabıyla anılan Yakub Peygamber Hz.İbrahim’in torunudur. Yahudi toplumu,
İsrail adına nisbetle Yakub’un nesli olarak İsrail ve İsrailoğulları (Benî
İsrâil); Yakub’un dördüncü oğlu Yahuda (Juda)’ya nisbetle de Yahudiler şeklinde
adlandırılmaktadır. Tamamen akrabalık bağları temeline oturan bu toplum, bugün
yeryüzündeki milletlerin en eskilerinden birini teşkil etmekte; heyecan ve
canlılık içindeki kendi dinine, edebiyatına ve tarihine sahip bulunmaktadır .
Göçebe bir topluluk olarak çobanlık yapan ve kendilerine peygamberler
gönderilen İsrailoğulları Hz.Yusuf aracılığıyla Mısır’a göç etmişlerdir. Bu göç
olayı sırasında Mısır Hiksos hanedanının hakimiyetinde bulunuyordu (M.Ö.
1700-1580). Hiksoslar, yönetimi zorla ele geçirdikleri için, Mısırlıları ve
Mısır’ı ihmal ediyorlardı. Mısır milliyetçileri saltanatı bunlardan geri almaya
çalışıyor, onlar da Mısırlı unsurlarla el ele vererek saltanatlarını sürdürme
amacını güdüyorlardı. Tevrat’ın kaydettiğine göre Firavun, bu sebeple Yusuf’un
kardeşlerinin Mısır’a gelmesini, bütün ülke servetlerinin onların olacağını
vaad ederek ısrarla istemişti . Göç gerçekleşince de, İsrailoğulları Mısır’ın
en verimli topraklarında yerleştirilmiş ve ilk zamanlar saygın bir hayat
sürmüşlerdi.
Yahudiler Mısır’da hızla çoğaldılar. Ancak toplumdan ayrı yaşamaları,
kendilerini soyutlamaları dikkat çekmiş ve bu durum Mısırlıları
endişelendirmeye başlamıştı. Bu arada Hiksoslar hakimiyeti sona ermiş, yeni
yönetimde Yahudilerin durumu kötüleşmişti. Firavun II.Ramses dönemine gelinceye
kadar ve özellikle bu dönemde onlar büyük bir kin ve düşmanlığın hedefi
olmuşlardı. Bu ise, Hiksoslar’la işbirliği içinde ülkenin bütün nimetlerinden
yararlanan Yahudilere karşı, yerli Mısırlıların hesap sorma aşamasına gelmiş
bir reaksiyonuydu. Ancak Yahudiler de boş durmuyor, bozguncu bir zihniyetle
Mısırlılara karşı imha plânları ve ihtilâller düzenliyorlardı. Çünkü
Hiksoslar’ın kendilerine sağladığı politik amaçlı imtiyazlara alışmışlardı.
Hızlı nüfus artışlarının da doğurduğu endişeyle Mısır yönetimi Yahudiler için
korkunç bir baskı ve plânlı bir soykırım başlatmıştı. Dört asır kadar süren bu
baskı dönemi , Yahudi kişilik ve karakterine olan etkileri açısından çok önemli
bir zaman kesitidir.
Mısır’daki kölelik ve sığıntılık hayatı Hz.Musa’nın önderliğinde son
bulmuş ve Yahudiler Firavunların zulmünden kurtulmuşlardır (M.Ö. 1250). “Çıkış”
(Exodus) olarak anılan bu olaydan sonra geçici bir süre kölelikten kurtulan
Yahudiler, yaptıklarından ötürü 40 yıl kadar çölde dolaşmaya mahkûm edilmişler;
dolayısıyla hürriyete lâyık olamamışlardır. Mısır’daki kölelik ve ezilmişlik
hayatı ruhlarında bir “zillet” duygusu meydana getirmiş, aşağılanma ve
horlanmışlık iliklerine işlemiştir. “Asabiyet kaybı” olarak da
değerlendirilebilecek bu durumdan dolayıdır ki, zilleti yaşamamış ve korku
nedir bilmeyen yeni bir neslin gelmesi, bunun için de 40 yılın geçmesi
gerekmiştir . Nihayet Filistin’e girmişler, Hz.Davud (David) ve Hz.Süleyman
(Şlomo) zamanında ise bağımsız ve ihtişamlı bir devlete kavuşmuşlardır (M.Ö.
1050-950).
Hz.Süleyman’dan sonra devlet “İsrail” ve “Yahuda” olmak üzere ikiye
bölünmüş, İsrail krallığı Asur kralı II.Sargon tarafından kısa bir süre sonra
ortadan kaldırılmıştır (M.Ö. 719). Yahuda (Juda) krallığı ise, daha sonra Babil
hükümdarı II.Buhtunnasr (Nabukadnezar, Nabukodonosor) tarafından yerle bir
edilmiş; Mabed (Beyt ha-Mikdaş) tahrip edilmiş ve Babil’e sürülen Yahudiler’in
esaret dönemleri başlamıştır (M.Ö. 586). Bu tarih, Yahudiler açısından “birinci
mabed dönemi”nin sonunu işaret etmektedir. Yahudi toplumu, millî kimliğini ve
varlığını korumayı yarım asırlık sürgün döneminde Babil’de öğrenmiştir (M.Ö.
586-538). “Bir fikir sistemi, bir ideoloji ve çoğunluk uluslar içinde bir yaşam
şekli olarak Yahudilik, Babil’de doğmuştur” . Bu dönem Pers hakimiyetiyle sona
ermiş; sürgünden kurtulan Yahudiler, İmparator Kurus’un (Koreş, Kirus)
desteğiyle Mabed’i yeniden inşa etme imkânına kavuşmuşlardır (M.Ö. 516). Ne var
ki, bu kez de Büyük İskender’in Filistin’i zaptetmesiyle Yunan hakimiyetine
giren Yahudiler (M.Ö. 332); Romalılarla işbirliği içinde kısa süreli bir
bağımsızlık döneminin ardından, aralarındaki bitimsiz kavga ve isyanlar sonucu
Romalı Pompeus tarafından dağıtılmışlardır (M.Ö. 63). Bir süre sonra yine
bağımsızlık için isyan eden, ihtilâller çıkaran bu topluma Roma İmparatoru
Titus son darbeyi vurarak, Kudüs’ü ve Mabed’i yakıp yıkmış; Yahudilerin bir
kısmını öldürmüş, çoğunluğunu da Akdeniz esir pazarlarında sattırmış ve
sürmüştür (M.S. 70). Bu olay, “ikinci mabed dönemi”nin sona ermesine ve
Yahudilerin yeryüzüne dağılmasına neden olmuştur (“diaspora”). Mabed’in
yıkılmasıyla dinî bağımsızlıklarını da kaybeden Yahudiler, bundan sonraki uzun
tarihleri boyunca Mesihiik iddiasıyla ortaya çıkan Bar Kohba zamanında
Romalıların kanlı bir şekilde bastırdığı iki yıllık bir bağımsızlık isyanı
dışında (M.S. 132-135), 1948’e kadar hep sürgün ve esarete maruz kalmışlardır.
Bir noktayı tesbit etmek gerekir ki, Yahudilerin yabancı
hakimiyeti altında alabildiğine ezilmiş, horlanmış ve aşağılanmış olmaları
büyük ölçüde kendi isyankâr, uyumsuz, bozguncu ve entrikacı karakterlerine de
bağlı kalmıştır. Gerek Mısır, gerek Babil,
Yunan, Roma ve hatta İslâm hâkimiyeti dönemlerinde hep düşmanla işbirliği
yaparak yaşadıkları ülkeyi çökertmeye çalışmışlar, ama her seferinde
başarısızlığa uğramışlardır. İslâm’ın hoşgörüye dayalı yönetiminde bile
eski alışkanlıkla çevirdikleri entrika ve düşmanlıklardan ötürü Hicaz’dan
sürülmüşlerdir. Ortaçağ boyunca İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya gibi
Batı ülkeleri Yahudi sürgünlerine sahne olmuştur. 1492 yılı ise; Endülüs İslâm
Devleti’nin çöküşünün ardından Hıristiyan zulmü ve soykırımına uğrayan İspanya
Yahudileri’nin yeryüzüne dağılması şeklinde yeni bir sürgün döneminin
başlangıcıdır. Hiçbir ülkenin kabul etmek istemediği bu topluluk, nihayet
Osmanlı hoşgörüsüyle önce Selânik’te, sonra da yurdun diğer bölgelerinde
yerleştirilmek suretiyle Osmanlı ülkesinde yaşama şansı bulmuştur.
Orta ve Yeniçağda Batı ülkelerindeki Yahudi hayatını sembolize eden
kelime “Ghetto”dur. Yahudiler,
bellibaşlı kentlerin kenar mahallelerinde yaşamak zorunda bulunuyorlardı.
Toplumdan soyutlanmış olarak duvarlarla çevrilmiş ghetto’larda bir tür
hapishane hayatına itilmişlerdi. Ancak, bir açıdan böyle görünen olayın başka
açılardan farklı biçimde değerlendirilmesi de mümkündür. Meselâ E. Hoffer bu konuda şunları söylemektedir: “Orta
Çağlarda Yahudilerin içinde yaşamaya mecbur edildikleri mahalleler, onlar için
bir hapishane olmaktan çok, bir kale idi. Yahudi mahallelerinin kendilerine
sağladığı çok kuvvetli birlik duygusu olmasaydı, o karanlık devirlerin zulmüne
Yahudiler imanlarını bozmadan dayanamazlardı. Orta Çağın zulmü, İkinci Dünya
Savaşı’nda kısa bir süre için geri geldiğinde Yahudi’yi bu eski savunmasından
yoksun olarak yakaladı ve onu ezdi” .
Demek ki; Yahudilerde öteden beri var olan ve “üstün ırk” anlayışından
kaynaklanan “farklı olma” karakteri, ghetto’larda daha bir bilinçle
korunmuştur. Kollektif bir yapının kimliğini taşıyan, bunu taşıdığına inanan
her bir Yahudi güçlü bir birlik şuuruna sahip olmuştur. Bunun daha eski bir
örneği, yukarıda belirtildiği gibi, Babil sürgünü dönemidir.
Yahudiler, uzun tarihleri boyunca siyasî güç ve bağımsızlıklarını elde
edemedikleri, ya da sürekli baskı altında yaşadıkları için, mesailerini fikrî
ve iktisadî alanlara yöneltmiş; binbir entrika ve hile ile büyük bir ekonomik
güce ulaşmış, sonra bu yolla siyasî güç dengelerini de bozmaya çalışmışlardır.
Böylece diğer milletlerin nefretini kazanmışlar; bu nefret onların daha çok hor
görülmelerine neden olmuş, ama kendileri de karşı nefret ve ihtirasla, üstün
ırk idealiyle ayakta kalmayı başarmışlardır. Avrupa’da XIX. yüzyılın
sonlarında ileri boyutlara varan Yahudi düşmanlığı (“antisemitizm”), büyük
ölçüde Politik Siyonizm’in gelişmesine neden olmuş; T. Herzl’in çalışmalarıyla
güçlenen bu akım, İngiltere’nin fiilî desteği ve diğer Batılı devletlerin de
arzusuyla Filistin’de bir İsrail Devleti’nin kuruluşunu hazırlamıştır (1948)
Burada, Yahudi tarihinin önemli olayları ve dönüm noktalarına kısaca
yer verilmiştir. Aslında bu çalışmanın ilgi alanı, Kur’an’ın vahyedildiği
döneme kadar olan Yahudi tarihidir. Tarihî Yahudi karakterini günümüz Yahudi
toplumunun temsil edip etmediği meselesi, yeni örnek olaylar çerçevesinde ele
alınması gereken bir konudur. Herkesin gözü önünde cereyan eden güncel olaylar
bir yana bırakılırsa, bu noktada, Kur’an’ın geleceğe ilişkin belirleyici bazı
sarih ifadelerinden başka dayanağımız bulunmamaktadır.
B. Yahudi Zihniyetinin
Kaynakları
Yahudi millî karakterini besleyen Yahudi zihniyetidir. Bu zihniyetin,
özetlediğimiz tarihî süreç içinde oluşmasını sağlayan en önemli kaynak Yahudi
kültür ve edebiyatıdır. Bu kültür ve edebiyatın başında Yahudi Kutsal Kitabı
(Eski Ahit) vardır.
Irkçı bir yapıyı yansıtan Yahudi öğretilerinin tamamına “Tora” adı
verilir. Bu terim, Arapça “Tevrat”ın karşılığı olmakla birlikte çok daha geniş
bir anlama sahiptir. Yahudiler, bu geniş anlamıyla kutsal kitaplarına İbranice
“Tanah” derler. Tanah; Tora (Tevrat), Nebiîm (Peygamberler) ve Ketubîm
(Kitaplar) olmak üzere üç bölüm ve toplam 39 kitaptan oluşmaktadır. Yahudilere
göre bu sayı 24 veya 22’dir. Bunların tamamlanması, yaklaşık olarak bin yılı
aşkın bir süre içinde gerçekleşmiştir (M.Ö. 1200-100).
Yahudi öğretilerinin tamamının adı olarak Tora, “yazılı” ve
“sözlü” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Yahudiler, Rabbânî çoğunluk itibariyle
“Sözlü Tora”ya çok önem verirler. Onlara göre, “Sözlü Tora” da vahiy eseridir
ve o olmadan “Yazılı Tora” anlaşılamaz.
Sözlü gelenek, anlaşılacağı gibi Tora (=Tevrat)nın tefsiri ve
Yahudilerin fıkıh kaynağı olarak nesilden nesile intikal etmiş, M.S. II.
yüzyılda Yahuda Ha-Nasi tarafından “Mişna” adıyla kitaplaştınlmıştır. Fakat
bu, sözlü geleneğin bütünü değildir. Daha sonra hahamların çalışmalarıyla bütün
sözlü gelenek bir araya getirilmiş ve “Mişna”nın tefsiriyle (“Gemara”) birlikte
“Talmud”u oluşturmuştur. Talmud, dar anlamda Gemara ile özdeştir . Talmud
çalışmaları hem sürgündeki Yahudiler, hem de Kudüs (Yeruşalim)’de kalan
Yahudiler arasında sürdürüldüğü için Babil ve Kudüs Talmud’ları ortaya
çıkmıştır. Her ikisi de Mişna metnine dayanmasına rağmen, aralarında büyük
farklar söz konusudur. Daha önemlisi, Mişna metni üzerinde de ittifak yoktur;
aksine tutarsızlıklar vardır. M.S. IV.-V. yüzyıllarda derlendiği halde, ilk
Talmud basımı 1520-1523 yıllarında Venedik’te gerçekleştirilmiştir .
Talmud, bütünüyle kendi içine kapanmış bir toplumun ruh durumunu
yansıtır. Daha çok pratik hayatı düzenleyen kuralları, emir ve yasakları ihtiva
eder . Ayrıca çok miktarda hikâye, mesel, hikmetli söz ve lejand mevcuttur ki,
bunlar, Yahudi edebiyat ve folkloruna da yansımıştır . Kudüs ve Babil
versiyonlarıyla Talmud, geleneksel İbrânî (Yahudi) kültürünün, Mişna tertibine
göre yazılmış genel bir ansiklopedisi niteliğindedir . O, aynı zamanda, din
bakımından Eski Ahit’i ikinci plâna iten en yüksek otorite olarak kabul
edilmiştir .
Bu genel bilgiden sonra; Yahudi Allah inancını, Yahudilerin kendilerini
ve diğer insanları nasıl gördüklerini Tanah ve Talmud’dan belgelendirmek
yararlı olacaktır.
Eski Ahit’te (“Tanah”) Allah inancı, insanbiçimci
(antropomorfik) bir özellik gösterir. Tanrı, Yahudi ırkçılığının gereği olarak
sadece “İbranilerin Allahı”dır . Bir Eski Ahit cümlesi şöyledir: “Bütün
dünyada Allah yoktur, ancak İsrail’de vardır’ .
İsrail’in Tanrısı insan gibi dinlenme ihtiyacı duyan , acı
çeken , güreşen , koca olan , ağlayan ; dalgınlık, uyku, helâya gitme ve
yolculuğa çıkma gibi arazlar gösteren ve
günün serinliğinde bahçede gezinen bir
varlıktır. Bu özellikleriyle âdeta İsrailoğulları tarafından yaratılmıştır.
Talmud’a göre de Yahudi Allah inancı aynı özelliklere sahiptir .
Mevcut şekliyle Eski Ahit, Yahudilerin “üstün ırk” olduğunu
öngören birçok belge içermektedir. Onlar; “siyon’un değerli oğulları” , hem
“ilâhlar” hem de “Yüce Allah’ın oğulları”
olarak tanımlanmaktadırlar.
Yahudi milleti; yeryüzüne hükmedecek, milletlerin hepsine varis
olacak seçilmiş bir kavim ve mukaddes
millettir . Yahudiler, bu seçkinlik ve üstünlük tasavvuruna rağmen, aşağı
yaratıklar olarak gördükleri diğer insanların egemenliği ve baskısı altında
yaşamalarının doğurduğu çelişkiyi de pek çözememişlerdir. Onlara göre leş yemek
yasaktır, ama yabancılara satılabilir . Köle ve cariyeler yabancılardan
olmalıdır; kendi aralarında bu uygulama yasaklanmıştır . Yabancılardan kız
alıp-verme yasağı vardır . İsrail soyunun diğer milletleri mülk edineceği
belirtilmiştir .
Bu
konuda Talmud’un prensipleri Eski Ahit’inkilerden farklı değildir. Talmud’a
göre yabancıları soymak, mülkünü ve ticaretini elinden almak iyi bir
davranıştır. Yabancılar çalışacak, Yahudiler yiyecektir. Yabancılara karşı
yemin, hile ve aldatma çok normaldir. Çünkü Yahudi olmayana insan gözüyle
bakılamaz; onlar birer hayvandır. Yabancıların kanlarını dökmek Allah’a kurban
sunmaktır .
Eski Ahit ve Talmud’un öngördüğü zihniyet yapısını “Siyon Liderlerinin
Protokolleri”nde de görmek mümkündür. Protokoller, dünya hakimiyetine giden
yolda Yahudilerin uygulayacakları bir programdır. Yahudi liderlerince
hazırlandığı kabul edilen bu program Yahudi zihniyetinin kaynakları arasında
sayılmalıdır .
Özü verilmeye çalışılan yukarıdaki prensip ve inançlar, Yahudi zihniyet
ve karakterinin yapısı hakkında yeterince aydınlatıcıdır.
S.
Freud’a göre Yahudi karakteri bugün ne ise, dün de odur; değişikliğe
uğramamıştır. Bu kendilerini üstün görme karakteri, onlara bir gurur ve güven
vermiş; farklılıklarına olan inançlarının verdiği cesaretle de hayata sıkı
sıkıya bağlanmışlardır .
C. Kur’ân-ı Kerim Açısından
Yahudi Karakteri
İnsanın, kendisini yaratan Allah’a karşı tutumu temel alındığında
Kur’an’daki dinî karakter belirleyici kavramlar birbirine zıt iki kategoriye
ayrılabilir: Olumlu ve olumsuz karakter kavramları. Bu ayırma işleminin temel
ölçüsü “Allah’a iman” olduğu için, birinci kategorideki kavramlar “mü’min”
karakter özelliklerini, ikinci kategorideki kavramlar ise “kâfir” karakter
özelliklerini oluşturmaktadır. Kur’an baştan sona bu iki karakter çatışmasının
örnekleriyle doludur. Yahudiler de genel olarak kâfir, yani inkârcı karakter
tipinin örnekleri arasında yer almaktadırlar. Bunun başlıca sebebi, Kur’an’ın
konuya yaklaşımının dinî/ahlâkî amaçlı oluşudur. Daha önce de belirtildiği
gibi, Yahudi dinî karakterini ortaya koymak demek, onların sosyal ya da millî
karakterlerinin temel özelliklerini de yakalamak demektir.
Araştırmamıza
göre, Kur’an terminolojisi bakımından inkâr anlam sahasında yer alan Yahudi
karakterinin belirleyici kavramları şu şekilde sıralanabilir:
1. İnkâr
(“küfr”) ,
2. Allah’a eş
koşma (“şirk”) ,
3. Yalanlama ve
yalancılık (“tekzîb” ve “kezib”) ,
4. Üstünlük
taslama (“istikbâr”) ,
5. Cinayet
(“katl”) ,
6. Döneklik
(“tevellî” ve “i‘râd”) ,
7. Aşağılık
duygusu ve korkaklık (“zillet” ve “meskenet”) ,
8. Hâinlik ve
ikiyüzlülük (“hıyânet” ve “nifak”) ,
9. Bozgunculuk
(“fesâd”) ,
10. Haksızlık
(“zulüm”) ,
11. İsyan ve
serkeşlik (“isyân”, “i‘tidâ”, “tuğyân”, “israf’, “fısk”, “dalâlet”, “hevâ”) ,
12. İhtilâf ve
tartışmacılık (“ihtilâf’ ve “muhâcce”) ,
13. Kıskançlık
(“hased”) ,
14. Katı
yüreklilik (“kasvet”) ,
15. Dünya hayatına
düşkünlük (“hırs”) ,
16. Cehâlet ve
beyinsizlik (“cehl” ve “sefeh”) ,
17. Sözü değiştirme
(“tebdîl” ve “tahrif’) ,
18. Hakkı gizleme
(“ketm”) ,
19. Gazap ve lânet
(“ğadab” ve “lâ‘net”) .
Bütün bu kavramlarla tasvir edilen karakter yapısına Yahudi millî
karakteri olarak bakılamaz mı? Bize göre, bu soruya müsbet cevap vermek
gerekir. Her ne kadar Kur’an dinî karakter özellikleri üzerinde daha çok
duruyorsa da, bunlar arasından tarihî/millî Yahudi sosyo-psikolojisini çıkarmak
mümkün görünmektedir.
Yahudi karakter tasvirlerinde,
öteden beri üzerinde durulan bazı karakter özellikleri vardır. Bu özellikler
şöyle sıralanabilir:
Yahudi ketumdur, sır vermez.
Kurnaz ve hilekârdır.
Dayanıklı ve sabırlıdır.
Gürültücü, yaygaracı ve telâşlıdır.
Adsız kalmaya, sinsi davranmaya özen gösterir.
Çıkarlarına, kazancına ve maddeye düşkündür.
Avareleği ve geziciliği sever. Bu yüzden adı “Serseri
Yahudi”ye çıkmıştır.
dinine ve din adamlarına çok bağlıdır.
Onların sözü kanun yerindedir.
Milli ülküsüne bağlıdır.
Belli etmez görünse de, kinci ve intikamcıdır.
Bu, tarih boyunca onun en önemli gücünü teşkil etmiştir.
Tutumludur, cimridir.
Başkalarına (Yahudi olmayanlara) iki yüzlü
davranmayı, yalan söylemeyi doğal görür.
Ahlâk ilkeleri millîdir, kendi aralarında geçerlidir.
Yabancılara karşı farklı ilkeler oluşturmuştur.
Ekonomi ve ticaret alanında tarih boyunca alışkanlık
ve beceri kazanmıştır ; kendine güvenir.
Yahudi, Yahudi ırkçısıdır .
Uzmanlığa önem verir, disiplinli çalışır.
Plâncı ve teşkilâtçıdır.
Gelenekçidir.
Bu tablo, yukarıda sıralanan Kur’anî kavramların oluşturduğu karakter
özellikleriyle karşılaştırıldığında birçok benzer ve ortak nokta dikkat
çekecektir. Öyleyse; Kur’an’ın izlediği ya da Kur’an’a dayanarak bizim ortaya
koymaya çalıştığımız Yahudi karakter yapısı bir ütopyadan ibaret değildir.
Aksine, burada devamlılık arzeden ve tarihî süreçle desteklenen bir gerçeklik
söz konusudur.
O halde, Yahudi karakteri Kur’anî kavramlar çerçevesinde
şöyle tasvir edilebilir:
Yahudi inkâradır. Bu konuda gerek Eski Ahit ve gerek
Kur’an birçok belge ihtiva etmektedir. Allah’a eş koşmuştur; Uzeyr’i Allah’ın
oğlu olarak tasavvur etmiş, hahamlarını tanrılaştırmıştır.
Talmud’da hahamlardan “yaşayan
Allah” diye söz
edilmekte; hatta “Allah’tan daha büyük” ifadesine yer verilmektedir .
Yahudi yalancıdır; dinî emirleri, ilahî
âyetleri de yalanlamıştır.
Tevrat’ın emirlerini bildiği halde yalanlamış,
hatta Allah’a bile yalan isnat etmiştir.
Hiçbir zaman ulaşamayacağı bir üstünlük
duygusuna sahiptir.
Bunun sonucu olarak Allah’a, peygamberlere ve
diğer insanlara karşı büyüklük taslayarak aşın gitmiştir.
“Allah fakir, biz zenginiz” , “biz, Allah’ın
oğulları ve gözdeleriyiz” iddiasında bulunmuştur .
Cinayet, vazgeçilmez karakteridir;
peygamberlerini bile öldürmüştür.
Hak’tan yüz çevirdiği için dönektir,
ikiyüzlüdür.
Anlaşmalarına sadık değildir, hâindir.
Kin ve düşmanlık peşindedir.
Bozguncu, isyankâr ve zâlimdir.
Aşağılık duygusu ve korku ruhuna işlemiştir.
Kıskançtır.
Katı yüreklidir.
Cahildir; doğru ile yanlışı birbirinden ayırma
yeteneğini yitirmiştir.
Doğruyu gizleme ve sözü değiştirme huyu vardır.
Bütün bu olumsuz karakter özelliklerinden
ötürü, özellikle de inkârcı tabiatı gereği Allah, peygamberler ve diğer
insanların gazabına, lânetine uğramıştır.
Kur’an, Yahudi karakterini tasvir ederken sosyo-psikolojik unsurları da
ihmal etmez. Bunların bir kısmı, esasen genel anlatımdan da
çıkarılabilmektedir. Sözgelimi, Yahudilerin aşağılık duygusu ve korkaklık
özelliği, altın buzağıya tapma olayı, Hz.Musa’dan putperest ulusların tanrıları
gibi somut bir tanrı isteğinde bulunmaları, bütün bunların arkasında Mısır’daki
kölelik yaşantısı ile Mısır tanrılarından etkilenme olgusu vardır. Korku gibi,
“buzağı” putuna sevgi ve saygı da tabiatlarına yerleşmiştir. Mısır’daki baskı
dönemi Yahudilerde hem bir kin, hem de Mısırlılara karşı bir imrenme duygusu
geliştirmiştir. Kendilerini ezen bir ulusun tanrılarının da çok güçlü olduğunu
düşünmüşlerdir. Dolayısıyla Mısır hayatı, onlar için sosyo-psikolojik bir
arka-plân olmuştur. Ayrıca, Babil’deki sürgün hayatı ve 1948’e kadar gelen
tarihî süreç de Yahudi karakterini şekillendirmiştir.
Yahudilerdeki korkaklık duygusu, sosyo-ekonomik şartlara bağlı olarak
değişmiş kabul edilmektedir . Ancak, bunu ispat edecek belgelerin yeterli
olmadığı öne sürülebilir. Çünkü İsrail’in kuruluşu resmen ilân edildikten sonra
Yahudiler tek başına ciddi bir savaş yapmamış, yani onların cesur ve savaşçı
karakterlerini ortaya çıkaracak geniş boyutlu bir çatışma söz konusu
olmamıştır. Bugün İsrail, Amerika’nın Ortadoğu’ya uzanmış bir eli ya da ileri
karakolu durumundadır. İsrail dışındaki Yahudilerin ekonomik gücüyle
beslenen, neredeyse bağımsız bir maliyesi bile olmayan İsrail, üstün silah
gücüne rağmen Araplarla yaptığı savaşlarda hep Amerika ve diğer Batılı
devletlerin yardımı, gizli plânları sayesinde başarılı olmuş ya da yenilgiden
kurtulmuştur.
Yahudilerdeki üstünlük anlayışını, aşağılık duygusunun bir telâfisi ve
tatmini olarak düşünmek mümkündür. Sürekli ezilen, acı ve ıstırap çeken Yahudi
toplumu bu ideal ile tatmin olmuş ve ayakta kalabilmiştir. Baskı ve soykırıma
uğrayışını da, üstünlüğünden dolayı kendisine duyulan kıskançlığın bir tezahürü
olarak değerlendirmiştir.
Şunu da
belirtmek gerekir ki Yahudiler, siyasî güç elde etmek ve bağımsızlıklarını
kazanmak suretiyle maddî anlamda bir kahramanlık gösteremeyince gizli plân ve
entrikaya yönelmiş; para ve zekâ gibi iki önemli silah kullanmışlardır.
Yahudi Ben
Rubi’nin bu konudaki açıklamaları dikkat çekicidir. Ona göre Yahudiler, hürmete lâyık her şeyi bozmak ve
yıkmak, böylece dünya milletlerinden intikam almak peşindedirler .
Kur’an’da da belirtildiği gibi Yahudilerin hayata ve maddeye aşırı
düşkünlüğü, bir yandan kendi üstünlüklerine olan inançtan, bir yandan da
ezilmişlik duygusundan kaynaklanmaktadır. Bu iki faktör, Yahudilerin hayata sımsıkı
sarılmaları sonucunu doğurmuştur.
Şunu da eklemek gerekir ki Kur’an, İsrailoğullarının bazı
meziyetlerinden de söz etmektedir. Hatta onların âlemlere üstün kılındığını
ifade eden âyetler de vardır . Ancak buradaki üstünlük, dinî anlamda
toplumların psiko-sosyal değişimleri esasına bağlanmıştır; mutlak ve sürekli
değildir. Aksi takdirde, Kur’an’ın, Yahudiler’den hep övgüyle söz etmesi
gerekecekti. Oysa önemsiz istisnalar bir yana , Yahudi çoğunluğu Kur’an
anlatımında cezaya müstehak bir toplum olarak karşımıza çıkmaktadır. Demek ki,
İsrailoğullarının üstünlüğü kitap, hikmet ve peygamber gibi nimetlere bağlı
olarak sadece belli bir dönemle sınırlı ya da “ahit”lerine sadık kaldıkları
sürece geçerli bir üstünlüktür.
SONUÇ
Karakter ve zihniyet kavramları çerçevesinde Yahudi tarih ve kültürünün
şekillendirdiği Yahudi millî/sosyal karakteri, üstünlük anlayışı ve tarihî
ezilmişlik duygusu odağında ırkçı, bozguncu, entrikacı, kinci, intikamcı,
dünyacı, isyankâr, dönek vb. karakter özelliklerine sahiptir. Bu karakterin din
alanındaki belirleyici temel kavramları ise küfür, şirk ve nifak’tır. Bu tablo,
sosyo-psikolojik unsurları da dikkate alan tarihî karakter tesbiti çalışmamızda
varılan doğal bir sonuç olmaktadır. Kur’an anlatımında Yahudi, dinî/ahlâkî
bakış açısından olumsuz bir tutum ve davranışın sembolü olarak dikkat
çekmektedir. Yahudi toplumunun tarihî karakteri ve sosyal psikolojisi, kendi
kutsal kitaplarında da (“Eski Ahit”) Kur’an’dakine benzer özelliklerle gözler
önüne serilmiştir . İki dinin kutsal metinlerinde de aynı olumsuz kişilik
yapısı ve aykırı sosyal davranış biçiminin yansıtılması, bu karakterin objektif
olarak tesbiti yanında, sürekliliğinin de delili sayılabilir.
Kaynak:
Süleyman SAYAR, YAHUDİ KARAKTERİ,
(Tarihî ve Sosyo-Psikolojik Bir Yaklaşım), T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ, İLÂHİYAT
FAKÜLTESİ, Sayı: 9, Cilt: 9, 2000, Bursa
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.