Ey Eşsiz Güzelim
CII
Ansızın bir koku aldım,
belki de sevgilimden geliyor bu koku, belki de o vefalı sarhoş güzelim beni
anarak şarap içmede.
Ey canda,
gönülde konaklayan dilber, nasıl olur da onun gönlünden çıkarım, beni anmaz;
her lâhza hasta gönlüme bir macun hazırlamada.
Hele şimdi o
coşkunluk yüzünden, o örtülüp gizlenemeyecek coşup köpürüşünden rahmet, benim sırlar
denizimde Ceyhun gibi çağlayıp akıyor.
Bu söyleyişim,
şu sözlerim, hallerime perdedir, gül bahçesine benzeyen gönlüm, dikene benzeyen
düşüncemden öylesine utanıp arlanıyor ki.
Nerde benim
sevdama lâyık bir nara, bir ses; nerde benim nurlarıma benzer bir güneş, yahut
ay?
*
Bırak şimdi bunu, benim pasımı gidererek Zencileri
birbirine katmak, kırıp geçirmek için Habeş ülkesine Rum diyarından bir kayser
geldi.
Damına çık da
seyret, haberi her lâhza gönül penceresinden giriyor da ateşlerle beslenen
canıma gelip çatıyor.
Onunla buluşmaktan nasıl bahsedeyim.
Güzelliğini nasıl anlatayım?
O dudu kuşları, benim şu söz tuzağıma yaklaşmıyor ki.
Sevgilime
sözlerimin kadrince bakma; fikirlerimin gönlünde Mûsa’nın Turusînasını seyret.
Benim o uyanık
devletim, bu gece bu sözlerle uyanıklara, sırlara ait bir remiz söyleyecek, bir
işarette bulunacak.
*
O uykusuz fil, geceleyin nasıl oldu da Hindistan’ı
rüyasında gördü, şaşıyorum buna; Leylâ sevgilisini aramak için Mecnun’a dönen
gönlüme geldi benim.
Bu gece gönül
selimden suyum, toprağım yıkılacak, çünkü nehirlerimin çeşmesi gönül oluğundan
akıp duruyor.
*
Kulağıma öylesine haykırdı ki o sesle her zerre sarhoş
oldu. Benim uçan Ca’fer’imin kanat seslerini duyuyorum, anlıyorum ki uçtukça
uçuyor.
*
Yarabbi, canıma bu dilden başka bir dil ver de birliğini
söylerken zünnârım çözülmesin.
Gönlümden sabrı,
kararı aldın, beni sarhoş ettin, yerlere yıktın; nerde bilgim, nerde hilmim,
nerde o her şeyi anlayan aklım?
Oğul, ört bunu,
o gümüş bedenli güzel duymasın; ondan başka ne varsa, can bile olsa ağyardır
bana.
Ey eşsiz
güzelim, ey sözle anlatmama imkân bulunmayan, ey vasfı söze sığmayan dilberim,
ey suçlarımı örten, söze bir güzellik ver, şu sözü bir beze.
*
Ey bir sofrada beslendiğimiz dudu kuşumuz, keyfiyete
sığmayan şekerden başka bir şey çiğneme; ne ayndan bahset, ne arazdan, ne
şekilden söyle bana, ne eserlerden.
Canım, gönlüm,
küfürden de kaçar, imandan da, o yana gider. Ondan başka işim gücüm varsa
cehennem kesilir bana o iş güç.
A güzelim,
tablam senin şekerlerinle dopdoluyken başkasının davulunu nasıl döverim, ey
saçının her büklümünde yüzlerce misk olan, yüzlerce güzel koku satana kokular veren
sevgilim.
Oğul, beni
konukla; budur yiyeceğim, içeceğim; budur bağım bahçem, budur altınım gümüşüm
diye ta seher çağına dek bu perdeden çal.
Uyumuş gönlüm
uyandı, gece sarhoş olanım ayıldı; o bol bol yağmurla dolu bulutumdan canıma
bir şimşektir çaktı.
Ey gözlerime
ibret kesilen, önce gelenlerin de, sonra gelenlerin de ibret gözleri bu çeşit
bir aşk görmedi gitti.
Çok taş oldum,
çok inci kesildim, çok inandım, çok kâfir oldum; şu çağırışta, şu tekrar
tekrar, çeşit çeşit hallere girişte gâh ayak oldum, gâh baş.
Bir günceğiz de
kendimden geçeyim, iyiye, kötüye boş vereyim, herkesin muhtaç olduğu o
ihtiyaçsız Tanrı’nın sıfatlarını söylemeye koyulayım.
*
Canım bunlardan bir neşe almadı ey yol yol hâreli göğün
sahibi, ey gül yüzlüm, ey benim gül bahçem, ey cennetim benim, ey çiçeklerim
benim.
Bu gece de
nedir; yüzyıllar geçti de bu ateş sönmedi, bu cehennem yatışmadı; ben
utancımdan su kesildim de gene şu ateşim sakinleşmedi.
Her an daha da
fazla gençleşmedeyim, daha da fazla gizlenmedeyim kendimden; o düzgün, o
yolunda devletimin sayesinde daima daha da fazla güzelleşmedeyim, daha da fazla
alımlı bir hale gelmedeyim.
*
Mademki canın bir parçasıyım, tüm can olayım; gülün
dikeniyim, gül haline geleyim. “Duyduk” sözü oldum, beni döndürüp halden hale
sokan güzelimin şu devrinde “Söyle” sözüne döneyim.
Ey el çırpanım,
şaşırma, ey çalgıcım, tembelleşme; bir gün olur o vergi sahibi padişahım senden
özürler diler elbet.
Bir gün gelir
onun sarhoşu olursun, bir gün olur elini öpersin onun, bir gün gelir sarığım
gibi perişan olur gidersin.
*
Ey canım, kendisine Ferhad kesilen güzel, bu gece can
onu andı; çengi tellerimi kırdı, feryat bu yeni türeden.
Ona karşı Mecnun
da kim oluyor, onun aşkıyla gönlü yaralanan Leylâ kesilir; türesi hoş Leylâ da
Leylâların sabrını, kararını alır gider.
Oğul, babanın
elini tut, seher çağına kadar vefa göster ona; çünkü bu gece o ateşler yağdıran
bulutun yüzünden kıvılcımlara boğuldum ben.
*
Şarap onun için haram oldu ki can sabırsızlaşır onu
içince; kutsuz Zühal de ay yüzlümü görmeye yol vermez ona.
Can onun
yüzünden titreyip duruyor ya, fakat o yüzlerce titreyişe değer; nerde benim
uçsuz bucaksız coşkun denizimin dalgalarını arayan, o dalgalara can veren
gözler?
*
Ey beşin, altının padişahı, kıyamete dek onu
söyleyeceğim; hayret bile benim haşır neşir olmama hayran olup duruyor.
İster söyle,
ister söyleme, benim ona sabrım yok ey yüzü bu yılım olan, saçları geçen yılım
olan sevgilim.
Halk ondan
çekinip durmada, halbuki onun tapısında ölüm şeker gibi bence; onsuz yaşamam
ölümüm zaten, onsuz övünmem de ayıbım, ârım benim.
Ah aldatan
aydan, yâr, yaver olmayan, kalakalmış bilgime danışmayan, kaydıma kalmayan
yıldızdan.
Güzelim, milin
çevresinde döneceğim, yıldızlardan halvete sığınacağım, fakat nerde sabah
şarabı içenlerin sabahı, nerde hür kişilerin topluluğu?
Ey sözler
söyleyen, kocamış, usanmış kişilerin pehlivanıyla omuzdaş ol, uy onlara; çünkü
şu dilden, şu kıt’alarımdan, şiirlerimden bezdim artık.
Tebrizli
Şems’ten başkasından bahsetme, yardımdan, zaferden başka bir söz söyleme,
aşktan gönül yanışından başka bir şeyden söz açma; bil ki bundan başka bir şeyi
ikrar etmiyorum ben.
Kaynak:
Cilt 1
Mevlânâ
Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy GÖLPINARLI
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar