Bugünün Diliyle MEVLÂNÂ HAYATINI İLGİLENDİREN ŞİİRLER
Hoş hıraman
mîrevî iy cân-ı
can bi men
merov
İy hayât-ı dûstan der bûstan bî men merov
İy hayât-ı dûstan der bûstan bî men merov
Demek sen
böyle salına salına bensiz gidiyorsun,
ey cânımın
cânı.
Ey, dostların
canına can katan,
gül bahçesine
böyle bensiz gitme, istemem.
İstemem, ey
gökkubbe, bensiz dönme,
İstemem, ey ay,
bensiz doğma,
İstemem, ey
yeryüzü, bensiz durma.
Bensiz geçme,
ey zaman, istemem.
Sen benimle
beraberken
hem bu dünya
güzel bana, hem o dünya güzel,
İstemem, bensiz kalma bu dünyada sen,
o dünyaya
bensiz gitme, istemem.
İstemem, ey
dizgin, bensiz at sürme,
İstemem, ey dil, bensiz okuma,
İstemem, ey
göz, bensiz görme.
Bensiz uçup
gitme, ey ruh, istemem.
Senin
aydınlığındır aya ışığını veren geceleyin.
Ben bir
geceyim, sen bir aysın madem,
gökyüzünde
bensiz gitme, istemem.
Gül sayesinde
yanmaktan kurtulan dikene bak bir.
Sen gülsün,
bense senin dikeninim madem,
gül bahçesine
bensiz gitme, istemem.
Senin gözün
bende iken
ben senin
çevgânın önündeyimdir.
Ne olur,
öylece bak dur bana,
bırakıp gitme
beni, istemem.
O güzelle
berabersen, sen ey neşe,
istemem,
sakın içme bensiz.
Hünkârın
damına çıkarsan, ey bekçi,
sakın bensiz
çıkma, istemem.
Bir şey yoksa
bu yolda senden,
bitik bu yola
düşenlerin hali.
Ben senin
izindeyim,
ey izi
görünmez dost,
bensiz gitme,
istemem.
Ne yazık bu
yola bilmeden,
rasgele
girene!
Sen ey,
gideceğim yolu bilen,
sen ey
yolumun ışığı,
sen ey benim
değneğim,
bensiz gitme,
istemem.
Onlar sadece
aşk diyorlar sana,
oysa aşk sultanımsın sen benim.
Ey, hiç
kimsenin düşüne sığmayan dost,
bensiz gitme,
istemem.
Azm-i reften
kerdeî çun ömr-i
şîrin yâd dâr
Kerdeî esb-i cudâyî ragm-i mâ zin yâd dâr
Bir tatlı
ömür gibi gitmeye niyetlendin,
ayrılık atına
eyer vurdun inadına.
Ama bizi
unutma, hatırla ama.
Sana temiz
dostlar, iyi dostlar,
bağdaş
dostlar yeryüzünde de var,
gökyüzünde de
var.
Eski dostla
ettiğin yemini, hatırla ama.
Sen her
gece ay değirmisini başına yastık
edince yollarda,
dizime
yattığın geceleri, hatırla ama.
Sen ey,
Hüsrev’i kendine kul,
Şirin gibi
bir nice güzeli esir eden,
aşkının
ateşiyle tıpkı Ferhat gibi benim
ayrılık
dağını delmede olduğumu, hatırla ama.
Bir deniz
kesilen gözlerimin kıyısında
bir aşk
ovasını görmüştün hani;
safran
dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaşdolaş.
Bunu unutma,
hatırla ama.
Ey Tebrizli
Şems,
dinim aşktır
benim, senin yüzünü gördüm göreli,
benim dinim
senin yüzünle övünür, ey sevgili.
Bunu unutma,
hatırla ama.
Biyâ biyâ
ki zi hecret
ne akl mand-u
ne din
Karâr
u sabr bireftest zin dil-i miskîn
Ne aklım
kaldı benim, ne dinim,
ne kararım
kaldı benim,
ne sabrım,
gel ne olur,
gel artık.
Ne gönlümün
derdini sor bana,
ne sararan
yüzümü sor bana,
ne içimin
ateşini sor bana,
gel gözünle gör, gel artık.
Sıcağınla
pişmiş bir somun gibi o kıpkızıl,
al al yüzümü
sorma.
Gene ekmek
gibi bayatlayıp bayatlayıp,
gene ekmek
gibi ufalana ufalana çaresiz,
dökülmüşüm
yollara,
gel topla
beni, gel artık.
Bir vakitler
bir aynaydım,
yüzünden
izler toplamadaydım,
şimdi
buruştum,
şimdi
sarardım,
gel gör beni, gel artık.
Dere gibi
akıyorum sağa sola,
ayrılık her yanımda pusuda.
Sabahları
yalvarırım yakarırım rüzgârların karşısında,
gel ne olur,
gel artık.
Başın kille
ıslaksa da,
ayağına diken
batmışsa da,
durma gel
Allah aşkına,
gel demeden
kurtar beni.
Ey âşıklar peygamberi,
gönül
ateşinde yanmışım
ben,
boğulmuşum göz yaşına.
Git sor
Allahın seversen:
Ne yol
gösterir sevgili,
ne çare yazar
bana?
Çi bûyest
in çi bûyest
in meger on
yâr miyâyed
Meger
on yâr-ı gül-ruhsâr ezon gülzâr miyâyed
Bu ne güzel
koku böyle, bu ne güzel koku.
Gül
bahçesinden yoksa gelen o mu?
Gece mi bu
gelen, misk mi bu, amber mi bu?
Bu ne güzel
koku böyle,
bu ne güzel
koku.
O pazardan
tezcecik yoksa o mu geliyor,
yoksa
güzelimiz geri mi geliyor ne?
Bu nasıl yüz
böyle, bu nasıl ışık?
Bu nasıl ay
böyle, bu nasıl güneş?
Mağaradan mı
çıktı, dağdan mı iniyor,
o yalnızlığın
adamı, o dost?
Boş yere
arama şarap testisini sen.
Koklama onun
ağzını sen boş yere.
Şu
meyhaneciden mi geliyor sandın onu;
dostum, onu
sen kendin gibi belleme.
Yolda o
yapayalnızsa ne olur?
Başında sarık
yoksa ne çıkar?
Ne bundan
güneşe bir leke olur,
ne ayın
gösterişine zarar.
Bu gece uyuma
dostum, uyuma.
Bir kolayına
getir onu bul.
Sarhoşlar
meclisine hep böyle geceleyin gelir o.
Bu gece uyuma
dostum, uyuma.
Biz duvarda
asılı duran resimleriz.
Bizi yapan
ressamın varlık şavkı duvarın üzerine bir vurdu mu,
bakarsın o
anda canlanıvermiş, kımıldanmışız.
Onun selvi boyu bir göründü mü,
bakarsın
dünya güllük gülistanlık.
Kalktı bir,
salındı, kendini bir gösterdi mi,
bakarsın
kıyamet koptu gitti.
Bakarsın
Calinus gibi hastalar ülkesindedir o.
Bakarsın
hayret yurdunda dolaşır hastalar gibi.
Sustum artık
ben, sustum artık.
Bu şiir
utanıyor ondan. -
Âb zenîd
râhrâ hin ki
nigâr mîresed
Müjde
dehîd bâgrâ bûy-ı behâr mîresed
Yollara sular
dökün, bahçelere müjdeler edin,
bahar
kokuları geliyor,
o geliyor, o.
Ay parçamız,
sevgilimiz,
yârimiz
geliyor.
Yol verin,
açılın, savulun.
Beri durun,
beri.
Yüzü
apaydınlık, akpak,
bastığı yeri
ardında gündüzler gibi bırakarak,
o geliyor, o.
Ay parçamız,
sevgilimiz,
yârimiz
geliyor.
Gökler
yeryüzünü kapladı,
örttü bir
anda.
Bir anda dört
yanı misk gibi bir koku sardı.
Bir anda bir
velvele,
bir kıyamet
koptu cihanda.
O geliyor, o.
Ay parçamız,
sevgilimiz, yârimiz geliyor.
Bir anda can
geldi bağlara,
bağlar ışıdı.
Bir anda
açıldı baktı bağlarda gözler.
Bir anda
bizde ne gam kaldı,
ne dert
kaldı, ne keder.
O geliyor, o.
Ay parçamız,
sevgilimiz,
yârimiz
geliyor.
Yayından
fırladı ok.
Hedefe ha
vardı, ha varacak.
Bahçeler
selâma durdu.
Selviler
ayağa kalktı.
Çayır çimen
yollara düştü.
İşte konca,
ata binmiş geliyor.
Biz ne
duruyoruz,
o geliyor, o.
Ay parçamız,
sevgilimiz, yârimiz geliyor.
Sen bizim
yöremize gelirsen göreceksin,
ey Şems,
huyumuz sadece susmak olmuş bizim,
susmak.
Senin güzel
gözlerinçin işte canım pusuda.
Rahatım kaçtı
benim,
geceleri
uykum kalmadı gitti ama,
bak işte o
güzel günler yola çıkmış geliyor.
Şems u
kamerem âmed sem'u
başaram âmed
Von
sîm-berem âmed von kân-ı zerem âmed
Güneşim, ayım
geldi.
Gözüm,
kulağım geldi.
Gümüş bedenlim geldi.
Altın madenim geldi.
Başımın
sarhoşluğu geldi.
Gözümün nuru geldi.
Başka bir şey
dilediysen
işte o başka
bir şeyim geldi.
Yolumu vuran
geldi.
Tövbemi bozan
geldi.
Gümüş bedenli
güzel kapımdan
ansızın
çıkageldi.
Ey eski
dostum benim,
bak bugün
dünden çok iyi.
Dün ondan bir haber almıştım,
hemen de
sarhoş olmuştum.
Dün gece onu
mumla aramış durmuştum.
Bak bugün bir
demet gül gibi yol uğrağıma geliverdi.
Şarap içmeliyim
şarap,
şimşekler saçmalı
aklım,
bunun tam vakti.
Kuş
olmalıyım, uçmalıyım,
kolum,
kanadım geldi.
Bir anda
aydınlık içinde dünya.
Bir anda dünya sabahlar gibi.
İşte
bağırmanın tam zamanı şimdi.
İşte
kükremenin tam zamanı.
Benim koca
arslanım geldi.
Âmed but-i
meyhane tâ hâne
bered mârâ
Binmûd
behâr-ı nov tâ tâze kuned mârâ
İşte meyhane
güzeli geldi,
bizi alacak, eve götürecek.
İşte geldi
baharlar içinde,
geldi yüzümüz
gülsün diye,
içimiz açılsın,
ışısın diye,
olalım diye
genç ve taze.
İşte
dağarcığını açtı.
İşte belini
sıktı.
İşte yayını
kurdu.
İşte okunu yastı.
İşte yolumuzu
vuracak.
İşte bizi
yermek, yutmak için,
bin dereden su getirecek,
bir nice
düzenler kuracak.
Ama durma
gene yürü sen,
gölge kesil
onun ince boyuna.
Önünde
ardında koş yuvarlan.
Sonunda taze
bir fidan gibi
kökümüzden
söküp çıkaracaksa da
bizi aldırma.
Mermer bir
yürek varsa sende dostum, dayan!
Gene geldi
işte gene geldi,
İşte o uzun ömür geldi.
Sultanların
şahı geldi.
Gizli hazine
geldi.
Cihanın canı
geldi.
İşte güneş
koç burcuna geldi,
gülen
yüzümüzü görmek için
yaradılış
ağacının üstünde.
İmrûz cemâl-i
tü sîmâ-yı diğer
dâred
İmrûz leb-î nûşet helvâ-yı diğer dâred
Bugün yüzünde
bir başka güzellik var senin,
bugün
dudağında bir başka tad var,
boyunda bir
başka yücelik.
Bugün kırmızı
gülün bir başka daldan.
Ayın
gökyüzüne bugün sığmamış.
Göklere
benzeyen göğsün bugün daha geniş.
Hangi yanından kalktın bu sabah, söyle,
bir başka
kavga var dünyada senin yüzünden,
dünyada bir başka gidiş.
Biz senin
gözlerinden gördük arslanlara meydan okuyan o ceylânı.
Başka bir
ovası var o ceylânın bugün iki cihandan da dışarı.
Seven insanın
ayağı mı yok, işte
ona ölümsüzlük kanadı.
Yukarlarda
onunla uçar gider.
Gözlerinin
denizinde onu arama. O inci bir başka denizde.
Bakarsın
bugün sever bu yürek, yarın sevilir bakarsın.
Yüreğimin
özünde başka yarınlar var.
Ey hoşâ
seb kez visâl-i
yar mârâ dûş
bûd
Müşteri
der tâli-u horşid der âgûş bûd
Ne güzel
geceydi dün gece,
ne güzel
geceydi:
Onunla
sarmaşdolaş, dudak dudağa,
talih kapısı
ardına kadar açık,
güneş kucağımızda.
Ne güzel
geceydi dün gece, ne güzel geceydi:
Şarap tasını
her sunuşunda diyordu aklını başına al.
Hani dün gece
aklın da tam sırasıydı ya!
Bâz turuş
şodi meğer yâr-ı
diğer guzidei
Dest-i
cefâ guşâdeî pây zi mâ keşîdeî
Gene ne oldu
sana böyle birdenbire,
neden gene suratın asık?
Yoksa bir
başka dost mu buldun kendine?
Gene neden
uzattın cefa elini,
neden ayağını
bizden çekiverdin?
Ay parçam
benim, sevgilim,
kötü şeyler
söylemiş düşmanlar sana.
Yalancılık etmişler,
kandırmışlar seni.
Dün gece
içlendim, acındım, bir hal oldum.
Gözüme bir
damla uyku girmedi.
Ey sıcak
soluğum benim, kalk.
Ey dün gecem
benim, geri gel.
Ne gördün,
nasıl gördün, söyle.
Böyle çaresiz
bırakma bizi.
Bir ayna
almışsın eline, yüzüne bakıp duruyorsun.
Perdemizin ardına girmişsin, yırtmışsın
perdemizi.
Bir çıkar yol
nasıl bulayım, bilmem ki,
seni gördüğüm
günden bu yana
akıl mı kaldı
bende, fikir mi kaldı sanki.
İşte gönül
yurdunun kapısı ardına kadar açık.
İşte her
yanda ayak izlerin senin.
Ne diye
düşmanların kapısına koşarsın
hâlâ anlamadım,
ne diye hâlâ
onların evine girersin.
Bizim
dudaklarımızı emdiğin günden bu yana
aklımda hep
senin dudakların, ağzın.
Nerde senden
bir söz açan görsem
hep onun
ağzına bakar, biterim.
Onda senden
bir şeyler görsem
aklıma kötü
şeyler gelir,
sakın bu
hırsız falan olmasın, derim,
derim, sen
bunu nerden buldun,
sen bunu
nerden aldın, derim.
Ey Rum
ülkesinin övündüğü Şemseddin,
bir daha
yüzünü çevirip bakmadın bize.
Artık şu
dünyanın sensiz hiç tadı yok:
Dünyada her
şey gözünü seninle açardı,
sen her
şeyden olgun ve güzeldin.
Bize Tebriz’den
bir habercik salarsan,
sana kalk bu yana gel, kalk gel, derim,
kalk gel,
derim, seni doğuran,
büyüten
toprağa.
Eyyühel
uşşâk âteş keşte çün istâreîm
Lâcerem
raksan heme şeb gerd i on meh- pâreim
Ey âşıklar,
gelin bakın, gelin bakın, ey iş erleri.
Gelin de bizi
görün işte.
Bakın nasıl
yıldızlar gibi ateş kesilmişiz,
ayın
yöresinde bütün gece nasıl oynayıp dönmeye
koyulmuşuz.
Güneşimiz gideli
ortaya nasıl çıkmışız
işte bakın.
Bakın
nasıl anadan doğma
çırılçıplak olmuşuz,
nasıl başıboş
olmuşuz bakın.
Ey âşıklar,
gelin, gelin ey iş erleri,
şarabın en
tatlısı burda işte bakın,
işte burda şarabın
en iyisi,
işte burda
yıllanmışı şarabın.
Tanyeri
ağarınca her gün,
güzeller
sultanımız çağırır,
haydi der,
ey çaresizler der, gelin,
âşıklara
derman olan biziz asıl,
âşıklara
biziz asıl tek çare, der.
Turdağı o
şarabı içti.
Körkandil
sarhoş oldu.
Turdağı
kendinden geçti.
Bizim
elimizden ne gelir,
biz demirden dağ değiliz ki!
Gökyüzünde,
harman yerinde,
yanan
yıldızlarız ama,
kesilsek
dilim dilim,
bolünsek
parça parça,
olsak arpa
gibi, tane tane,
gene de söz
açamayız sırdan yana,
veremeyiz
ondan bir zerre bile.
Diyorlar
aşk deli.
Ama biz
zırdeliyiz.
Diyorlar
kötülüğe götürür insanı insanın içi.
Ama biz o iç’e emrederiz.
Tek bir aşka
tutulmuşuz yani,
yani senin
aşkına tutulmuşuz.
Sen bir kez
daha şu yolculuktan dön gel, gel
Allah aşkına
bir gör halimizi.
Der
furûbend ki mâ âşık-ı in meykedeîm
Derdih on bâde-i canrâ ki sebük-dil şudeîm
O kapıyı
kapa.
Gayret
kemerini kuşan.
Bize can
şarabını sun.
Bu meyhaneye
âşık kişileriz biz,
hem çok
uzaklardan geliyoruz bak,
çok
uzaklardan.
O kapıyı
kapa,
gel sen asıl
bizi gör, gör halimizi, acı.
Bir başka
kapı aç, İşte na şurda,
bir gizli
kapı.
Bir büyük
sağrak bul getir bize.
Sonra doldur
şarabı
eski
dostluğumuzun şerefine.
O kapıyı
kapa.
Gel bizi
yıka, arıt.
Hani bir gün,
bilmem unuttun mu,
biz hepimiz uykudaydık.
Sen bir tekme
atmıştın bize,
derken bir,
bir daha.
Sıçramış
uyanmıştık uykudan.
Oturup şarap
içmiştik sonra.
Şarap
başımıza vurmuştu.
O zaman
olmuştu işte ne olduysa.
Denizleri yüksük
gibi gören timsahlarız
artık,
tirit,
mercimek, aş erleri değil.
Haydi inadı
falan bırak,
inadı
bırak da kendine
gel,
bize şarap
ver, şarap.
Goft
yekî Hâce Senâî bimord
Merk-i
çünan Hâce ne kârîst hord
Biri geldi,
Hoca Senâi öldü dedi.
Yabana atılır
bir er değildi ki, omuz silkelim.
Saman çöpü
değildi ki, uçtu diyelim.
Su değildi
ki, soğuktan dondu diyelim.
Tarak değildi
ki, bir saç teli kırdı onu diyelim.
Buğday tanesi
değildi ki, toprakta kayboldu diyelim.
O şu toprak
yurtta bir altın gömüsüydü.
Bir arpaya
sayardı iki cihanı.
Aldı
topraktan yaratılan bedeni bir gün,
fırlattı
toprağa attı.
Aldı götürdü
akıl denen şeyi.
Yanlış lâf mı
ediyoruz ne?
Kimsenin
bilmediği bir can daha vardı,
bağışladı
gitti o canı sevgiliye.
Saf şarap
tortu koyvermişti.
Safı tortunun üstüne çıkmıştı,
arınmıştı
tortudan.
Günlerden bir
gün, azizim,
yolda
birbirlerine rastlamışlar,
birlikte
yolculuk etmişlerdi,
bir Kürt, bir
Maraga’lı, bir Rey’li,
bir de Rum
ülkesinden biri.
Bir olur
muydu atlas kumaşla kara çul?
Elbet yollar
ayrıldı bir gün,
her biri
kendi yurduna gitti.
Bang mîzen
ey münâdî ber
ser-î her desteî
Hîç
dîdîd ey müselmânan gulâmî cesteî
Nerde bir
topluluk görürsen,
tellâl, hiç durma, bağır:
Kaçan bir kul
gördünüz mü ey insanlar, de,
tertemiz
kokan bir kul gördünüz mü,
ay parçası
bir yüzü var,
baştanbaşa
fitne.
Savaş vakti
tez gider,
de,
tellâl, barış
vakti
uysal olur,
de.
Nerde bir
topluluk görürsen,
tellâl, hiç durma,
sor:
İnce boylu,
güler yüzlü, tatlı sözlü,
tez canlı, çevik bir kul gördünüz mü?
Sırtında bir
al kaftan taşıyor.
Kucağında bir
rebap,
elinde bir
yay var, de, tellâl.
Çaldığı hep
güzel, hep sıcak havalar, de.
Nerde bir
topluluk görürsen, tellâl,
hiç durma, bağır:
Onun bağından
bir meyva
devşiren var mı ey irfanlar, de,
onun gül
bahçesinden bir demet gül deren var mı?
İş ki çıksın
bir habercik getirsin biri ondan bana, tellâl,
çıksın biri
ondan bana bir şeyler desin iş ki,
söyle, verdim
canımı ona gitti,
tellâl,
verdim canımı ona gitti.
Bişnov in
kıssa-i bülhâne emîr-î
asesan
Rindi
ez halka-i mâ keşt derin kûy nihan
Kulağını ver,
dinle, bak asesbaşı ne diyor:
Bu mahallede
bizden bir gönül eri kayboldu,
diyor, derken
ansızın biri yolda izini buldu, diyor.
Belirtilerini
görün işte, diyor.
İşte al
kanlar içinde bir elbise, diyor.
Ne zamandır
onu aradık, yandık yakıldık.
Ne zamandır
onu arayanlar her yanda dövündüler.
Ne üst
kodular, ne baş.
Âşıkların
kanı hiç eskimiyor, unutulmuyor.
Âşıkların
kanı nasılsa hep öyle kalıyor.
Hep öyle
taze, sıcak.
Bu eski bir
kan davasıdır deme sakın.
Atma
kulağının arkasına sen şu lâfı:
Kan bir kere
eskidi mi kararır, kurur ama,
âşıkların
kanı durmayacak, gönüllerden biteviye akacak.
Bu bucağa
sığınan senin kanlı bakışındır.
O büyük
sağrağı sunan senin nerkis gözlerin.
Sarhoşça
gelen de onlar, gönüller çalan da onlar,
adamı
canevinden vuran da onlar.
Ya o yok
olunca sen çık ortaya,
ya da o
kaybolan gönlü geri ver.
Ey gönül,
o şeker gibi
gönülden bir parçacık yüz bulursan şükret haline.
Bütün âlem
denizin bir damlasında erimiş gitmiş ama
bir sinek o
şekerden sanki ne kadar yer?
Bir gün sen
de böyle öldürülürsen sonsuzluğa erecek,
hep diri kalacaksın, diri.
Böyle bir
şehidin canından selâm Tebriz’e!
Dırîgâ kez
miyan iy yâr
reftî
Be
derd u hasret-i bisyâr reftî
Buradan bir
nice acıyla, özlemle gittin,
sonra
yalvardın yakardın amma
eline
düşmüştün bir kere kaderin,
ne fayda
sevgili, ne fayda.
Her yanda
çareler aradın kendine,
olmadık
şeyler yaptın her yanda.
Bulmadın bir
çare, sonunda gittin,
ne fayda
sevgili, ne fayda.
Kucağın
güllerle doluydu senin,
ayın ondördü
bir yüzün vardı.
Kopup
halkasından dostlar meclisinin,
o aşağılık, o
bayağı yere sen,
o karıncaların,
yılanların yanına ne oldu,
nasıl oldu da
gittin?
Nerde hani o
cânım sözlerin şimdi?
Nerde hani o
sırları çözen akıl?
Nerde hani
gül bahçesine giden ayak?
Elimizi tutan
el nerde hani?
Hoştun,
güzeldin, eşin yoktu senin,
insanları hemen elde ederdin.
Ama kalktın
çıktın bir uzun yolculuğa,
insanları
yiyen toprağa gittin.
Ağlaya inleye
sen gittin ama,
gökler de
arkandan durmadı ağladı.
Parça parça
etti yüzünü ay.
Gönlüm
arkandan kan bağladı.
Şimdi ne
edeyim, kime sorayım seni?
İyi insanlar arasında mısın orda?
Yani dostlar
meclisinde mi?
Yoksa bir
kenarda boynun bükük mü kaldın?
Öyle bir yere
gittin ki bu sefer,
izinin tozu
bile belli değil.
Ne kadar da
kanlıymış gittiğin yol!
Kadr-i gam
ger çeşm-i şer
bigrîstî
Rûz
u şebhâ tâ seher bigrîstî
Göz gamın ne
olduğunu bilseydi,
gökyüzü bu ayrılığı çekseydi,
padişah bu
acıyı duysaydı;
göz gece
demez gündüz demez ağlardı,
gökler
yıldızlarla, güneşle, ayla
gece demez
gündüz demez ağlardı,
padişah
bakardı ününe,
tacına,
tahtına, tolgasına, kemerine,
gece demez
gündüz demez ağlardı.
Gül bahçesi
güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş
avlanacağını bilseydi,
gerdek gecesi
bu özlemi görseydi;
gül bahçesi
hem güle hem dala ağlardı,
uçan kuş
uçmaktan vazgeçer ağlardı,
gerdek gecesi
öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.
Zaloğlu bu
zulmü görseydi,
ecel bu
çığlığı duysaydı,
cellâdın
yüreği olsaydı;
Zaloğlu
savaşa, yiğitliğe ağlardı,
ecel bakardı
kendine ağlardı, cellât,
yüreği taş
olsa, ağlardı.
Kumru, başına
geleceği duysaydı,
tabut, içine
gireni bilseydi,
hayvanlarda
bir parça akıl olsaydı;
kumru
selviden ayrılır ağlardı,
tabut omuzda
giderken ağlardı,
öküzler,
beygirler, kediler ağlardı.
Ölüm
acılarını gördü tatlı can,
koyuldu işte
böyle ağlamaya.
Olanlar oldu,
gitti dostum benim,
şu dünya bir
altüst olsa,
ağlasa yeri
var,
öylesine
topraklar altında kalmışım.
Negoftemet merov
ancâ ki âşnât
menem
Derin
serâb-ı fenâ çeşme-î hayât menem
Oraya gitme
demedim mi sana,
seni yalnız
ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu
yokluk yurdunda hayat çeşmesi
ben’im?
Bir gün
kızsan bana, alsan başını,
yüz bin
yıllık yere gitsen,
dönüp
kavuşacağın yer ben’im demedim mi?
Demedim mi şu
görünene razı olma,
demedim mi
sana yaraşır otağı kuran ben’im asıl,
onu süsleyen,
bezeyen
ben’im demedim mi?
Ben bir
denizim demedim mi sana?
Sen bir
balıksın demedim mi?
Demedim mi o
kuru yerlere gitme sakın,
senin duru
denizin
ben’im
demedim mi?
Kuşlar gibi
tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi
senin uçmanı sağlayan ben’im,
senin kolun
kanadın
ben’im demedim mi?
Demedim mi
yolunu vururlar senin,
demedim mi
soğuturlar seni.
Oysa senin
ateşin ben’im, sıcaklığın
ben’im
demedim mi?
Türlü şeyler
derler sana demedim mi?
Kötü huylar
edinirsin demedim mi?
Ölmezlik
kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani beni
kaybedersin demedim mi?
Söyle,
bunları sana
hep demedim
mi?
Dil çu
dâne mâ misâl-i
âsyâ
Âsyâ key dâned in gerdiş çirâ
Gönül buğday
tanesine benziyor, bizse değirmene.
Değirmen
nereden bilecek bu dönüşün sebebi ne?
Değirmen
taşına benziyor beden, düşünce ve kaygı, suyu.
Su kulak
kabarttı, dinledi,
taş başından
geçeni söyledi durdu.
Su der ki:
Değirmencidir
suyu ark’a döken, ona sor sen bu işi.
Ey ekmek
yiyen, der sana değirmenci,
ekmekçi
dediğin de kim oluyor bu değirmen bir dönmedi mi?
Başından
geçenler uzar gider, gelmez sonu bir türlü.
Yücelik
sayesinde bilgi değirmeni bir hayli tane övüttü.
Söylesin
sana, ona sor.
Tebrizli
Şems, devlet kuşu,
padişahın
kutluluk göğünde yücelere doğru
uçuyor da
uçuyor.
Ger nehusbî
şebekî can çi
şeved
Ver
nekûbî der-i hicran çi şeved
Bir gececik
uyuma, ne olur.
Ayrılık
kapısını çalma bir gececik.
Bir gececik
dostların gönlü olsun,
ne olur
sabahı et bir gececik.
Bir gececik
gözlerimiz seninle aydın olsun,
kör olsun
şeytan bir gececik.
Dünyayı güzel
kokular sarsın bütün.
Karanlıklardan
ışıklar aksın ovalara.
Sofrandakiler
dirilsin bir gececik.
Bir gececik
uyuma, ne olur.
Ayrılık
kapısını çalma bir gececik.
Bir gececik
ata bin, meydana gel.
Gönüller bir
gececik rahat olsun,
göğüsler
meydana dönsün bir gececik.
Yeniler
giyinelim biz kulların.
Musa gibi sen
bir sopa al eline.
Sopa bir anda
elinde yılan olsun.
Süleyman gibi
sen karıncaların yanına var.
Karıncalar
bir anda birer Süleyman olsun.
Ne olur, bir
gececik kapısını çalma ayrılığın.
Hezeyan ki
goft duşmen be
derûn-ı dil şinîdem
Pey-i
men tasavvurîrâ ki bikerd hem bidîdem
Düşman
saçmasapan lâflar eder,
duyar can
kulağım.
Benim için
kötü şeyler düşünür, görür can gözüm.
Üzerime
köpeğini salar, ısırır köpek ayağımı,
çok acılar
çekerim, çok acılar.
Köpek
değilim, onu ısıramam, ısırırım dudağımı.
Büyük
kişilerin sırlarına ortağım,
gene de na şu
kadar övünemem.
Bütün ayıplar
bende ama,
ne yapıp
yapmalı, ulaşmalı dostlara,
geride
kalmayı kendime yediremem.
Bâdâ mübarek
ber cihan sûr-u
arûsîhâ-yı mâ
Sûr-u
arûsîrâ Hudâ bibrîd ber bâlâ-yı mâ
Toy, düğün
kumaş oldu, ölçüldü biçildi.
Toy, düğün
elbise oldu uzun boya.
Toylar,
düğünler tam bizim için,
toyumuz,
düğünümüz kutlu olsun dünyaya.
Şekere eş
oldu dudu kuşu, zühre eş oldu aya.
Toylar,
düğünler tam bizim için,
toyumuz,
düğünümüz kutlu olsun dünyaya.
Bugün hayat
öylesine rahat.
Bugün
yürekler öylesine ferah.
Bugün
insanlar öylesine kardeş.
Toylar,
düğünler tam bizim için,
toyumuz,
düğünümüz kutlu olsun dünyaya.
Ey şehrimizi
aydınlatan sultan,
güvey oluyorsun
bir güzele bu gece.
Ne de güzel
yürüyorsun mahallemizde salına salına,
ne de güzel
akıyorsun deremizde çağlaya çağlaya,
ey bizi
unutmayan, bizi arayan dost,
ey bizim
suyumuz, ırmağımız.
Toylar,
düğünler tam bizim için,
toyumuz,
düğünümüz kutlu olsun dünyaya.
Dostlarım,
gün bugün,
oynayın,
raksedin, dönün.
Bir bölük
halk deniz gibi köpürüyor,
bir bölük
halk dalga dalga secdede.
Bir bölük
halk kılıç gibi savaşıyor,
bir bölük
halk kanımızı içmede.
İşte girdi
gerdeğe nesrinle gül,
işte astım
davulumu boynuma.
Toylar,
düğünler tam bizim için,
toyumuz,
düğünümüz kutlu olsun dünyaya.
Mâ
der cihan muvâfakat-i kes nemîkûnîm
Mâ
hâne zîr-i künbed-i atlas nemîkûnîm
Bu dünyada ne
kimseye uymuşluğumuz var,
ne şu atlas
kubbe altında ev kurmuşluğumuz.
Biz susuz kalmışız,
içtikçe
içiyoruz.
Güzel bir
sarhoşluğumuz var,
güzel, hiç
doymayan.
Rahmet
denizinin dalgasıdır bu,
bir saman
çöpünden başka bir şey değildir bu
dalganın
üstünde düşman.
Aşağılık
kişinin peşine düşmemeyi şiar edindik biz.
Gönül
dalgasını bırakmamayı şiar edindik.
Şu yokluk
yurdunda Nuh ve Halil gibi,
ölmezlik
denen yerde aşk çardağı kurmak varken,
burnu büyük
Âd ve Samud gibi köşkler kurmamayı,
Kafdağı’nda avlanmak dururken
Gerkes gibi
leş avlamamayı,
iyi yürekli,
tertemiz
dostları bırakıp kahpeleri aldatan dev’e yönelmemeyi,
şu kapkara
toprağa
meyvası cefa
olan fidanı dikmemeyi,
kafiyeye de, şiire de önem vermemeyi,
bizden
olmayan şeylere pek aldırış etmemeyi şiar edindik.
Renc-i ter
dür ez tü
ey tü râhat-ı
canhâ-yı mâ
Çeşm-i
bed dûr ez tü ey tü dîde-î bînâ-yı mâ
Hastalıklar
senden uzak olsun,
ey
canlarımızın rahatı, ey gören gözümüz,
kem gözler
senden uzak olsun!
Bedenin
sağlam olsun, ay yüzlü güzel,
gölgen başımızdan eksik olmasın!
Gül bahçesine
benzeyen yüzün,
o gönül otlağımız,
ovamızın
yeşilliği, nasılsa hep öyle kalsın,
hep öyle
taze, yeşil.
Bizim
canımıza gelsin senin bedenine gelen ağrı.
Yâr merâ
çu uşturan bâz
mehâr mîkeşed
Uştur-i
mest-i hîşrâ der çi katâr mîkeşed
Sevgili
tutmuş yularımdan beni,
develer gibi
habire çeker.
Esrik
devesini böyle nereye götürür,
böyle hangi
katara?
Hem canımı
çiğnedi benim o,
hem bedenimi çiğnedi.
Gönlümü
bağladı benim o,
kırdı şişemi.
Ne iş
yaptırmaya götürür, bilmem,
nereye götürür beni.
Sevgili takar
beni oltasına,
atar karaya
balık gibi.
Sevgili kurar
gönlüme bir tuzak,
avcıdan yana
çeker sürür beni.
Bakarım
tabiat başlar büyük işine:
Bulutlar
gelir uzaktan katar katar,
küme küme. Bulutlar sular ovaları.
Bulutlar
yürür dağlara doğru.
Uyanır açar
gözlerini yeryüzü.
Gökler çalar
davulunu.
Dalların
gönlüne çeker gülün özü
en güzel
kokusunu baharın.
Tohumun gönlü
başlar vermeye tohum.
Ağaç durmadan
söyler, döker içini.
İy cihân-ı
âb u gil
tâ men turâ
bişnâhtem
Sad
hezârân mihnet u renc u belâ bişnâhtem
Seni bildim
bileli, ey balçık dünya,
başıma nice
belâlar geldi,
nice mihnet,
nice dert.
Seni sırf
belâdan ibaret gördüm,
seni sırf
mihnetten, dertten ibaret.
Isa’nın yurdu
değilsin sen,
yayıldığı
yersin eşeklerin.
Nerden
tanıdım seni bilmem ki,
nerden
parçası oldum bu yerin?
Bana vermedin
bir yudum tatlı su,
sofranı
yaydın yayalı.
Elimi ayağımı
bağladın gitti,
elimin
ayağımın farkına varalı.
Bırak da bir
ağaç gibi
yerin
altından çıkarıp ellerimi
sevgilinin
havasıyle sarmaşdolaş olayım,
uzayıp
gideyim bâri.
Ey çiçek,
dedim çiçeğe,
dedim, bu
küçük yaşta sen, neden ihtiyar oldun bu kadar,
dedim, nasıl
oldu bu böyle?
Çocukluktan
kurtuldum,
dedi çiçek,
sabah rüzgârını tanıyalı,
hep yukarlara
doğru çıkar yukarlardan gelmiş bir ağaç dalı.
Şunu da
söyledi çiçek:
Madem aslımı
tanıdım, madem yersizlik âlemi aslım,
artık bana
tek bir şey düşecek:
Yücelip
aslıma gitmek.
Sus yeter
artık,
var git
yokluğa haydi, yoklukta yok ol.
Git,
yokluklardan tanı yokluktan var olanı.
İy mutrıb
in gazel gû
kez yâr tevbe
kerdem
Ez
her gulî borîdem vez hâr tevbe kerdem
Ey çalgıcı,
şu gazeli
oku:
Ben
sevgiliden geçtim, de.
Gülden,
dikenden geçtim,
tövbe ettim, de.
Bir gün
sarhoştum, bir gün şöyle böyle.
İkisinden de
yudum elimi.
Baktım na
buraya kadar tövbenin içindeyim,
dedim tövbelerime tövbe.
Bu köyün
şarapçısı hani nerde?
Çabuk şu
sağrağı doldursun.
Ar da neymiş,
namus da ne?
Körkütük
olmuşum, körkütük işte,
sıcağa,
soğuğa tövbe etmişim,
yaşa, kuruya
tövbe.
Gel çalgıcı,
gel,
ben yolumdan
çıkmışım bikere.
Sen bilirsin
yolunu,
al çalgıyı,
vur tele.
Gönlüm benim
paramparça.
Bir çare
derdime, bir çare.
Göster kendini,
çık ortaya,
gecemizi
aydınlat.
Çok karanlık,
çok.
Men on
şeb-i siyâhem kez
mâh hışm kerdem
Men
on gedâ-yı ürem kez şâh hışm kerdem
Aya
öfkelenmişim ben,
işte böyle
kapkaranlık bir gece olmuşum.
Padişaha kızmışım,
çırılçıplak
bir yoksul olmuşum.
Güzeller
sultanı gel demiş, evine çağırmış beni.
Ben bir
yolunu bulmuşum, yola baş kaldırmışım.
Sevgilim baş
çeker, naz ederse, gamlara atar,
kararsız
korsa beni, bir kez olsun ah demem, inad için.
Ah'a da
kızmışım ben.
Bir bakarsın
altınla aldatır beni o.
Bir bakarsın
şanla şerefle aldatır beni.
Oysa altın
falan istemiş değilim ondan,
Şanla şerefe hele çoktan boş vermişim.
Ben bir
demirim, mıknatıstan kaçıyorum.
Bir saman çöpüyüm ben,
mıknatıslara
yan çizmişim.
Ben öyle bir
zerreyim ki,
bütün âleme
isyan etmişim.
Havaya,
toprağa isyan etmişim.
Ateşe, suya
isyan etmişim.
Altı yöne
isyan etmişim.
Beş duyuya
isyan etmişim.
Hava, toprak,
ateş, su da neymiş ki,
altı yön de
neymiş,
beş duyu da
ne.
Benim hiç bir
şey umurumda değil.
Çi rûz
bâşed-i k'in ism
u resm binverdîm
Miyân-ı
meclis-i con halka halka mîgerdîm
Ne zaman bu
addan sandan geçeceğiz,
ne zaman?
Can
meclisinin halkasına
ne zaman hep
birden
girip
oturacağız?
Dudağımıza
bir tek kadeh dokundurmadan
ne zaman
içeceğiz büyük dostumuzun huzurunda
can şarabını,
ne zaman
içeceğiz, ne zaman?
Ne zaman
diyeceğiz can sâkisine,
uzat elini,
biz bu yana göçtük artık,
armağanlar
getirdik sana.
Ne zaman
diyeceğiz can sâkisine,
ne
duruyorsun, tutulduk bikere,
düştük
ocağına senin,
gurbet elde
üşüdük, donduk kaldık,
selâm ver,
hatırımızı sor,
kucakla, ısıt
bizi,
bize kırmızı
şarap sun.
Ne zaman bize
cevap verecek o, ne zaman?
Ne zaman
diyecek, nem varsa sizin,
buyurun, âfiyetler olsun?
İn
bül - aceb kender hazan şod âftâb ender hamel
Hûnem
be çûş âmed künun der hûn-ı hod raks-ül cemel
Pek acayip
bir şey bu:
Güz
mevsiminde olduğumuz halde birdenbire
güneş koç
burcuna girdi baktım.
Baktım
birdenbire ilkbahar oldu.
Birdenbire
kaynadı kanım.
Nerdeyse hani
bulanıp kanıma
bir deve gibi
köpürecek,
bir deve gibi
oynamaya başlayacağım.
Bir uzaklaşıp
bir yaklaşması kan dalgalarının.
Kendinden geçmiş
insanla dolu bir ova.
Ölümsüz,
gözle görülmez bir içki âlemi.
Baktım
birdenbire canlandı ölü. İhtiyarlar baktım genç oluverdi.
Baktım
bakırlar kesildi som altın. Daha iyisi geldi yerine,
daha güzeli
geldi baktım, şehrimizden ayrılanın.
İçki, eğlence,
tad sarmış şehrimizi.
Elinde bir kadeh var her sarhoşun.
Kimi doymuş,
rahat, kendinde.
İçkiye doğru
koşmakta kimi.
Gürül gürül
süt ırmağı bir yanda,
bir yanda
gürül gürül bal nehri.
Pek acayip
bir şey bu:
Bir şehirde
padişah bir tane olurdu,
gökyüzünde ay
bir tane.
Bu şehir
padişahlarla dolu,
gökyüzü
aylarla, zuhallerle.
Sen haydi koş
var git hekimlere,
orda işiniz yok de sizin.
Orda ne
dermansızlık, ne dert var, de.
Orda ne gam,
ne kasavet var, de.
Orda ne kadı,
ne vali.
Ne bey, ne
beyin vergicisi.
Davalar,
düşmanlıklar,
kavgalar
zaten denizlerin üzerinde
hiç bir zaman
yürüyemedi.
Zan şâh
ki ûrâ heves-i
tabl-u alem nîst
Dîvâne
şüdem ber ser-i divâne kalem nîst
Kusuruma
bakmayın benim,
dostlar,
bağışlayın beni.
Ben
davullara, bayraklara aldırmayan
bir padişahın
yoluna düşmüşüm,
deli divane
olmuşum.
Çok
uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben,
çok uzaklardan geçen bir hayal gibi.
Ama yok da
sayılamam hani, var olan bir şeyim ben.
Hadi ben
bensiz geleyim, sen sensiz gel.
Ne varsa şu
ırmağın içinde var, soyunalım iki can,
dalalım şu
ırmağa, hadi.
Bu kupkuru
yerde yakınmadan gayri ne gördük,
bu kupkuru
yerde ne gördük zulümden gayri.
Bu ırmakta ne
ölmek var bize,
bu ırmakta ne
gam var, ne keder var, ne dert.
Bu ırmak alabildiğine yaşamaktan,
bu ırmak
iyilikten, cömertlikten ibaret.
Durma, çabuk
gel, gelmem deme.
Ne evet demek
yaraşır sana, ne hayır.
Senin sânına
sadece gelmek yaraşır,
dostum, senin sânına sadece gelmek yaraşır.
Endek endek
cem-i mestan mîresend
Endek
endek mey - perestan mîresend
Sarhoşlar
göründü.
Şaraba
tapanlar bir bir gelmeye başladılar.
Güzeller
nazlı nazlı yollara düştü.
Salına salına
gül bahçesinden gül yanaklılar geliyor.
Bir anda
hem var olan,
hem yok olan,
bir anda
değişen, yenilenen şu
dünyadan yoklar bir bir çekip gittiler.
Var olanlar
geliyor.
Eteklerini
altınla doldurmuşlar.
Som altın
kesilmişler.
Darda
olanlara verecekler.
Hastalar,
yorgunlar, arıklar
iyileşmişler,
kanlanmışlar, canlanmışlar,
aşk
yaylâsından geliyorlar.
İyi
insanların şarkıları ta yukarlardan aşağılara
güneşin
ışıkları gibi iniyor.
iyi insanlar
yağmur demiyor,
kar demiyor, ortalık kış kıyamet,
kolları
sıvamışlar,
taze yaz
meyveleri yetiştiriyorlar.
Ben sustum.
Sofra kuruldu.
Onlar bir gül
bahçesinden yola çıktı,
bir gül
bahçesine doğru.
Rov
çeşm-i canrâ berguşâ der bîdilan enderniger
Kovmî çü dil zîr u zeber kovmî çü con bî pâ vu
ser
Yürü, can
gözünü aç,
şu âşıklara
bir bak hele:
Nasıl
sarmaşdolaş,
gönül gibi
bir şey olmuşlar,
nasıl
gelmişler can gibi
elsiz,
ayaksız hale.
Bahçeden daha
güler yüzlü onlar,
gülden daha
güler yüzlü.
Bilgiden daha
doğru,
akıldan daha hünerli,
serviden daha
hür.
Ölmezlik
suyundan daha arı, duru.
Hep zerreler
gibi havadalar.
Güneş onlara
kaftan.
Balçığa ayak
basmışlar,
baş komuşlar
gönül dizine.
Kanların
üzerinden geçmişler,
kan
denizlerinin dalgaları arasından.
Etekleri gene
tertemiz;
bir şey
bulaşmamış eteklerine.
Diken
içindeler, ama gül gibiler.
Hapisteler,ama şarap gibiler.
Balçık içindeler, ama gönül gibiler.
Gece içindeler, ama sabah gibiler.
Sen onların
şarabını bir iç de gör:
Nasıl
birdenbire ferah olur,
aydınlanır
yüreğin,
birdenbire
nasıl unutulur her şey,
nasıl
birdenbire gözlerinin içi güler.
Bîşter
â bîşter çend ezin reh-zenî
Çun
tu menî men tuem çend tuyiyy u menî
Beri gel,
daha beri, daha beri.
Bu yol
vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır gür,
bu savaş nereye dek?
Sen bensin
işte, ben senim işte.
Ne diye bu direnme
böyle, ne diye?
Ne diye
aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir
tek olgun kişiyiz, bir tek,
ne diye böyle
şaşı olmuşuz, ne diye?
Zengin
yoksulu hor görür, ne diye?
Sağ soluna
yan bakar, ne diye?
İkisi de
senin elin, ikisi de,
peki, kutlu ne,
kutsuz ne?
Topumuz bir
tek inciyiz, bir tek.
Başımız da
tek, aklımız da tek.
Ne diye iki
görür olup kalmışız
iki büklüm
gökkubbenin altında, ne diye?
Sen habire
gevele dur bakalım,
habire «usul
boylu birlik çam ağacı» de,
sonu nereye varır bunun, nereye?
Şu beş
duyudan,
altı yönden varını yoğunu birliğe çek,
birliğe.
Kendine gel,
benlikten çık, uzak dur,
insanlara
karıl, insanlara,
insanlarla
bir ol.
İnsanlarla bir
oldun mu bir
madensin,
bir ulu
deniz.
Kendinde
kaldın mı bir damlasın, bir dane.
Erkek arslan
dilediğini yapar, dilediğini.
Köpek köpekliğini ede durur,
köpekliğini.
Tertemiz can
canlığını işler, canlığını.
Beden de
bedenliğini yapar,
bedenliğini.
Ama sen canı
da bir bil, bedeni de,
yalnız sayıda
çoktur onlar, alabildiğine,
hani şu
bademler gibi, bademler gibi.
Ama
hepsindeki yağ bir.
Dünyada nice
diller var, nice diller,
ama hepsinde
de anlam bir.
Sen kapları,
testileri hele bir kır,
sular nasıl
bir yol tutar, gider.
Hele birliğe
ulaş, hır gürü, savaşı bırak,
can nasıl
koşar,
bunu canlara
iletir.
Çu
gulâm-ı âftâbem heme zâftâb gûyem
Ne
şebem ne şeb-perestem ki hadîs-i hâb gûyem
Mademki ben
güneşe kulum,
güneşten söz
açmalıyım size.
Mademki gece
değilim ben,
mademki
karanlıklara tapmıyorum,
düşten dem vurmak nafile.
Mademki tıpkı
güneşe benziyorum,
elimi eteğimi
çekmeliyim üzerinden ferah,
mâmur olan
yerin.
Mademki tıpkı
güneşe benziyorum,
doğmalıyım
ortasında harabelerin.
Gerçi bugün
bir kuru elmayım,
ama değerim
ağacımdan çok.
Gerçi
sarhoşum,
yıkılmışım
ama doğru lâf etmedeyim,
erkekçe
konuşmadayım.
Benim
gönlümün kokusu
yöresindeki
topraktan gelir.
Ben o
topraktan utanırım da
nedense bir
tek söz söyleyemem suya dair.
Güzel
yüzünden kaldır perdeni,
böyle konuşmayı yakıştırma bana.
Taş gibi
kaskatıysa senin kalbin,
bak benim
kalbim yanmış, ateş haline gelmiş.
Bir iyilik
eder, şişeyi alırsan eline,
bir de
bakacaksın ki kadehle
şarap bende
dile gelmiş.
İmrûz
menem Ahmed nî Ahmed-i pârîne
İmrûz menem anka nî murgak-î bâçîne
Bugün Ahmet
benim,
ama dünkü Ahmet değil.
Bugün anka
benim,
ama yemle
beslenen
kuşçağız değil.
Enelhak
kadehiyle
bir yudumcuk
içen sızdı
Tanrılık
şarabından.
Şişelerle,
küplerle içtim ben,
sızmadım,
ben,
sultanların
aradığı sultan.
Ben hâcetler
kıblesiyim.
Gönlün
kıblesiyim ben.
Ben cuma
mescidi değilim,
insanlık
mescidiyim ben.
Ben saf
aynayım,
sırım
dökülmemiş,
paslanmamışım.
Ben kin dolu
bir gönül değilim,
Sinâ dağının
gönlüyüm ben.
Üzüm sarhoşluğu
değil benim sarhoşluğum,
benim
sarhoşluğumun sonu yok.
Tarhana
çorbası içmem ben,
can yemeği
yerim,
içerim can
şerbeti.
İşte sararttı
seni
bir gümüş
bedenlinin özlemi.
Altın haline
geldin artık.
Sen altına
âşıksın,
altın benim
rengime âşık.
Gönlü saf
sûfiyim ben,
benim tekkem âlem,
medresem
dünya benim.
Değilim abalı
sûfilerden.
İster yakarış
eri ol sen,
meyhane eri
istersen,
bundan sanki
ne çıkar?
Yok
cumartesiymiş,
yok cumaymış,
bence ne farkı var?
Gerçeğin
tadını alan er ne altına aldırış eder,
ne kalender
tacına bakar.
Ne tasası
vardır, ne kini.
Ey Tebriz’li
hak Şems’i, yüzünü göstermeseydin sen,
yoksul, çaresiz kalırdı kulun; ne gönlü
olurdu, ne dini.
Zin dü
hezâran men-ü mâ
ey ecebâ mençimenem
Gûş binih arbederâ gûş menih ber dehenem
Şu
insanlardan hangisi ben’im?
Hele sen şu
kavgayı, gürültüyü dinle,
ağzıma,
sözüme kulak asma.
Hem sen beni
elden çıktı bil.
Yoluma kadeh
madeh koyayım da deme.
Önüme ne çıkarsa tuzla buz ederim.
Hem ben
tıpatıp sana benzerim.
Ağlarsan
ağlarım,
gülersen
gülerim.
Asıl sen
varsın ortada,
ben senin
elinde bir ayna.
Sen
yeşillikte bir ağaç, ben senin gölgen.
Ben senin
gölgen olduktan sonra hemen gider
kendime bir
dost ararım
kurmak için
yanında çadırımı,
ararım bir
taze gül fidanı.
Sonra sâkinin
kapısına varır,
vurur testimi
kırarım.
Sonra oturur
bardak bardak içerim
ciğerimden akan kanı.
Merâ
âşık çunan bâyed ki her bârî ki berhîzed
Kıyamethâ-yı
pur âteş zi her sûyî berengîzed
Benim
istediğim sevgili
şöyle bir
kımıldandı,
bir doğruldu,
bir silkindi mi kıyametler koparmalı dört
yanından,
ateşten
kıyametleri.
Benim
istediğim sevgili cehennem gibi olsun ama,
bir anda
kurutup, yok edip denizleri,
gene bir anda
bir dalgadan
bir deniz
çıkararak meydana unutturmalı cehennemi.
Benim
istediğim sevgili
elinde
gökleri bir mendil gibi dürmeli,
güneşi bir
kandil gibi tutup asmalıdır.
Timsah yüreği
gibi bir yürekle arslanlar gibi savaşmalıdır.
Ortada
kendinden başka kimse komadan girmeli cenge
kendi kendisiyle
bile.
Çıkınca yedinci
denizden,
yüztutunca Kaf
dağına o,
sermeli ardından
incileri toprağın kucağına o.
Sonra gönlün
yedi yüz perdesini birdenbire sıyırınca o,
gökler
yerlere dek eğilmeli.
Sonra sermeli
üzerimize incileri
Tebriz’li Şemseddin’im
gibi
hak
şarabından sarhoş olup.
Âh çi
bî reng-ü bî
nişan ki menem
Ki bibîned merâ çunan ki menem
Olduğum gibi
kim görebilir beni,
ne rengim var
benim, ne nişanım.
Benim de
bildiğim sırlar var,
diyeceksin
ama, hem o sırlarım ben,
hem o sırları
saklayanım.
Bu gönül ne
vakit durulacak, bilmem.
Ama şu anda
hiç kımıldamadan duran da benim,
yürüyüp giden
de ben.
Ben bir
denizim,
kendi varlığı
içinde taşan, uçsuz bucaksız,
alabildiğine
geniş,
kıyısız, hür
bir deniz.
İki dünya da
yok oldu gitti bende.
Artık ne bu
dünyadan sorsunlar beni,
ne o
dünyadan.
Sen bizim
tıpkımızsın, dedim, ey can!
Amma yaptın,
dedi,
o da ne
demek?
Şu
gördüklerin hep ben’im.
Yoksa, dedim,
sen o musun?
Hey, kendine gel, sus, dedi,
benim ne
olduğum, dedi, dile gelmez.
Öyleyse,
dedim, işte sana dilsiz,
dudaksız
konuşan biri,
yoklukta
ayaksız yürümedeyim,
gökteki ay
gibi,
işte sana
elsiz ayaksız durmadan koşan biri.
Böyle koşup
durmak, dedi bir ses,
senin nene
gerek.
Bak bana,
apaçık ortadayım da gene gizliyim.
Sen beni gör
asıl, beni!
Eşi bulunmaz
bir gizli maden olmuşum,
eşi bulunmaz
bir deniz olmuşum ben,
Tebrizli
Şems’i gördüm göreli.
Dey şud-u
behmen guzeşt fasl-ı
beharan resîd
Cilve-i
gülşen be bâg hemçu nigâran resîd
Geçti gitti
kara kış ayları.
Bahar geldi,
bahar.
Gül
bahçesinde cilve başladı.
Başladı gül
dalında kızıl güller açma çağı.
Kış perişan
etmişti bahçeyi.
Bir şeycikler
kalmamıştı bahçede.
Bir şeycikler
kalmamıştı ama,
güneşimiz koç
burcuna girdi gene,
gene gün doğdu sevişenlere,
geldi bol
parayla bağışı bol padişah.
Çiçeklerle
doldu ova.
Dağlardan
tatlı tatlı yel esti.
Yüreğini
rahat tut, hiç korkma,
dileğinin
olacağı gün erişti.
Onu en güzel
saracağın zaman, bu zaman.
Biyâyîd
biyâyîd ki gülzâr demîdest
Biyâyîd
biyâyîd ki dildâr resîdest
Gelin
kardeşler gelin, toprak yumuşadı,
bahçeler
yeşerdi, dünyamız aydınlık oldu.
Gelin
kardeşler gelin, gelin görün onu.
Zincirden
boşanır gibi çekti kılıcını,
tozu dumana
kattı, geldi girdi şehrimize.
Başladı bir uğultu,
bir ana baba
günü.
Duyun
kardeşler duyun.
Hiçbir şey
bizim değil, nemiz var nemiz yok onun.
Verin kardeşler verin.
Toprağımız
yumuşadı, gelin kardeşler gelin.
Dünyamız
aydınlandı, susun kardeşler susun.
Alın elinize
davulu, çalın kardeşler çalın.
Reftîm
bakıyyerâ bekaa bâd
Lâbud
bireved her on ki û zâd
Biz gittik,
kalanlar sağ olsun;
doğan, eninde
sonunda ölür.
Gökkubbede oturanlar iyi bilir,
damdan bir taş atıldı mı, düşer.
Hırsı bırak,
kendini boş yere harcama.
Şu toprak
altında çırak da bir, usta da.
Hiç naz etme,
a güzel,
bu mezarda ne
Şirinler var, ne Şirinler,
Ferhat gibi yok olup gittiler.
Direği yelden
yapı, a güzel, dayansa dayansa,
ne kadar dayanır.
Kötü idiysek,
geçtik gittik kötülüğümüzle, iyi idiysek, hayırla anın bizi.
Zamanının tek
eri olsan bile
bir gün
gidersin sen de tek tek gidenler gibi.
Yok olmayı
istemiyor musun,
iyi şeylerden evlâdın olsun.
İyiliklerin
bükülmüş ipliğidir kalan,
odur dünyaya
direk olanların canı.
Şu akıp giden
kum seline bak,
ne durması
var, ne dinlenmesi,
bak
birdenbire bir dünya nasıl bozulur,
nasıl atar bir başka dünyanın temelini.
Bu kupkuru
yerde ben Nuh’un gemisi.
Ömrümün sona
ermesi de Tûfan.
Girdik
susanlar arasına, yattık uyuduk.
Çığlığımız
sınırları aştıydı nasıl olsa.
Gene gel,
gene. Ne olursan ol,
ister kâfir
ol, ister ateşe tap, ister puta, ister yüz kere tövbe etmiş ol,
ister yüz
kere bozmuş ol tövbeni.
Umutsuzluk kapısı
değil bu kapı; nasılsan öyle gel.
Tekmil
medreseler, minareler bir gün yıkılmayacaksa,
iman küfür
olmayacaksa bir gün,
küfür bir gün
imanın yerine geçmeyecekse,
işte o zaman
halimiz tamam:
Bir daha ne
kalenderliğin yolu yordamı bulunur,
ne de dünyamıza lâyık bir adam.
Müslümanlığın,
kâfirliğin dışında bir ova.
Uçsuz
bucaksız ovada sevdamız uzar gider.
Anlayan vardı
mı usulca başını kor.
Ne
Müslümanlığa yer var, ne kâfirliğe yer.
Ne vakit
olacak, ne vakit olacak, ne vakit olacak, ne
vakit?
Şarab olacak,
şarab olacak, şarab olacak, şarap.
Ben olacağım,
ben olacağım, ben olacağım, ben.
O olacak, o
olacak, o olacak, o.
Ne senden
daha güzel, daha parlak bir ay gördüm,
ne senden
daha erken uyanan bir sabah.
Ne senden
daha tatlı bir şeker gördüm,
ne senden daha yeşil, daha taze bir ağaç.
Her gün bir
yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir
yere konmak ne güzel.
Bulanmadan,
donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber
gitti, cancağzım,
ne kadar söz
varsa düne ait.
Şimdi yeni
şeyler söylemek lâzım.
Aşk kâfiriyiz
biz, Müslüman başka.
Ufacık
karıncayız biz, Süleyman başka.
Bizden sarı
bir yüz iste, ciğer parçası iste.
İpekli kumaş
satan bezirgân başka.
Birini
anacaksam
ne yapar
yapar seni anarım.
Ağzımı
açacaksam
senden bir
şeyler anlatmak içindir.
Keyfim
yerindeyse bil ki sebep sensin.
Bir hile
yapmak istediysem
senden
öğrenmişimdir, ne yapayım!
Alemin bal
şerbetinden bana ne?
İşte önümde benim
ayran tasım.
Ne malım
mülküm var, ne azığım.
Ben gene de
senin azığın olsun diye çalışırım,
senin başını
sokacak bir yerin olsun diye, senin bir dikili ağacın.
Ama hürriyeti
kulluğa taş çatlasa satmam!
Kaynak: A .KADİR, Bugünün Diliyle MEVLÂNÂ , DÖRDÜNCÜ BASKI,
DÖRDÜNCÜ BASKI, Kasım 1966, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder