Print Friendly and PDF

ÇARE…/SORUN/ SUÇLU/ NE….?




Ahlak bana yardım edemez.
Ben, yaradılışımla, ahlak karşıtıyım.
Ben yasalara değil, ayrıcalıklara uygun insanlardanım, insanın yaptıklarında yanlışlık görmem, ama insanın yapısında yanlışlık görürüm.
Bunu öğrenmiş olmak çok iyi.
**
Din bana yardım edemez.
Başkalarının, görülmez bir şeye inanç duymalarına karşılık ben, dokunulabilen, görülebilen şeylere inanırım.
Benim tanrılarım, elle yapılmış tapınaklarda otururlar; kendi deneyimlerimin meydanında benim inancım olgunlaşıp yetkinleşti, çünkü cennetlerini bu dünyaya yerleştirenlerin çoğu ya da hepsi gibi ben de onda yalnızca cennetin güzelliğini değil, cehennemin dehşetini buluyorum.
Aklımdan din geçtiğinde ise, inanamayanlar için bir mezhep kursam iyi olurdu diye düşünüyorum;
İmansızlar Cemaati olarak adlandırılabilecek bu toplumun, yüreğinde huzurun zerresi bulunmayan papazı, hiçbir mumun yakılmadığı sunakta, kutsanmamış ekmekle ve boş şarap kadehiyle ayin yapmalıydı.
Her doğru şey, bir din olmalıdır.
İnanç gibi, bilinemezcilik de, kendine özgü törenlere sahip kılınmalıdır.
O, kendi şehitlerini saçtı dünyaya, şimdi kendi ermişlerini devşirmek ve her gün Tanrı'ya, insandan gizlendiği için şükranlarını sunmalıdır.
O, kendi şehitlerini saçtı dünyaya, şimdi kendi ermişlerini devşirmek ve her gün Tanrı'ya, insandan gizlendiği için şükranlarını sunmalıdır.
Ama ister inanç olsun bu, ister bilinemezcilik, bana dışardan gelmemelidir.
Onun simgeleri, benim kendi yaratma eylemimin ürünleri olmalıdır.
Kendi biçimini kendisi oluşturabilendir tinsel olan.
Onun gizini kendi, içimde bulamazsam, hiç bulamayacağım demektir; ona çoktan sahip değilsem, bana bir yerden gelmez o.
**
Akıl da bana yardım edemez.
Akıl, bana hüküm giydirmiş olan yasaların yanlış, adaletsiz yasalar olduğunu ve bana acı çektiren sistemin yanlı, adaletsiz olduğunu söyler.
Ama ben, bunların ikisini de kendime, doğru ve haklı kılmalıyım.
 Sanat alanında insan, belli bir şeyin belli bir anda kendisini nasıl etkilediğine önem verir yalnızca; ahlak gelişimi konusunda da insan, aynı şeye önem verir.
Başıma neler gelmişse bunların tümünü kendim için iyi kılmak zorundayım.
Tahtadan yatak, mide bulandıran yemek, acıdan parmakuçları körleşene dek çekilip koparılıp üstüpüye dönüştürülen sert halatlar, her gün sabah akşam yinelenen adi işler, zorunluluktan değil de alışkanlıktan verilen katı buyruklar bakanları tuhaf bir biçimde hüzünlendiren korkunç giysiler, o sessizlik, o yalnızlık, o utanç; bunların her birini ve tümünü, yüceltici deneyimlere dönüştürmeliyim.
Bedeni alçaltıcı şeylerin tümünü, ruhu yücelten Şeylere dönüştürmeye çalışmalı ve bunu başarmalıyım.
**
Öyle bir duruma gelmek isterim ki yaşamımda iki önemli dönüm noktasını, babam tarafından Oxford'a gönderilişim ve toplum tarafından cezaevine gönderilişim olduğunu, hiç abartmasız söyleyebileyim.
Benim için en iyi şeyin, cezaevine girmek olduğunu söylemeyeceğim; çünkü bu, kendime karşı büyük bir küskünlük demektir.
Bunun yerine benim, çağımın tipik bir çocuğu olduğumu, öyle ki aykırılığımla ve aykırılığım uğruna, yaşamımdaki iyi şeyleri kötüye ve kötü şeyleri iyiye dönüştürdüğümü söylemeyi yeğlerim, benden böyle söz edilmesini isterim.
**
Cezaevine girişimin ilk zamanlarında, bazıları bana, kim olduğumu unutmaya çalışmamı salık verdiler.
Yıkıcı bir öneriydi bu. Kim olduğumu bilmeliyim ki kendime bir avuntu bulabileyim.
Şimdi de kimileri bana, cezaevinden çıkışımdan sonra, bir zamanlar cezaevinde yattığımı belleğimden silmemi öneriyorlar.
Bunun, önceki kadar yıkıcı bir öneri olduğundan kuşkum yok.
Böyle yaparsam dayanılmaz bir utanç duygusunun bana musallat olmasından kurtulamam ve herkes gibi benim için de değer taşıyan şeyler -güneşin ve ayın güzelliği, mevsimlerin görkemli oyunu, günbatımındaki ezgiler, büyük gecelerin sessizliği, yapraklar arasında inen yağmur, çimenlerin üzerinde yuvarlanıp onları gümüş parıltılarına boğan çiy taneleri- lekelenir, iyileştirme güçlerini, yaşama sevinci verme yeteneklerini yitirirler.
Kendi yaşadıklarını insanın yadsıması, kendi gelişimini durdurması demektir.
Yaşananlar yok sayılırsa, yaşamın dudakları arasına yalan sokuşturulmuş olur. Bu, ruhun yadsınmasından başka bir anlama gelmez.
**
Beden yalnızca, papazların ya da mistik görülerin arıttığı şeyleri değil, bayağı ve temizlenmemiş şeyleri de nasıl sindirirse ve onları çevikliğe, güçlülüğe, güzel kasların devinimine, diri ete ve saçın, gözkapaklarının, gözlerin kıvrımlarına ve renklerine nasıl dönüştürürse, ruh da onun gibi, sindirici işlemler yapar ve kendisindeki bayağı, kötü, alçaltıcı şeyleri soylu düşüncelere, yüce tutkulara dönüştürebilir; hatta bunlarda, kendini olumlamanın en güzel biçimlerini bulabilir; lekelemeye ve yıkıma uğratmaya yönelik şeylerin aracılığıyla kendini en yetkin düzeyde ortaya koyabilir.
**
Sıradan bir cezaevinde sıradan bir hükümlü olarak yattığımı, çıktıktan sonra içtenlikle kabul etmeliyim: tuhaf görünür belki, ama kendime öğretmem gereken şeylerden biri şu olacak:
Geçmişteki hükümlülüğümden utanmamak.
Bunu, bir cezalandırılma saymalıyım; ama insanın, cezalandırılmışlığından utanması, sonuç bakımından, hiç cezalandırılmamış olmasına denktir.
Aslında yapmadığım birçok şeyden hüküm giydim; ama hüküm giydiğim şeyler arasında gerçekten yaptığım birçok şey vardı; yaşamımda bunların hepsinden daha çoktur bana hiçbir suçlama getirtmeyen şeyler.
Madem ki tanrılar güçlüdür ve bizi yalnızca kötü ve sapkın yanlarımız için değil, iyi ve insansal yanlarımız için de cezalandırırlar, o zaman ben insanların, yaptıkları kötü işler yanında, iyi işler yüzünden de cezalandırıldıklarını bir gerçek olarak kabul etmek zorundayım.
Bence en doğrusu bu.
Bu, söz konusu olayların ikisini de kavramak ve onlar üzerine fazla düşünmemek konusunda insana yardımcı olur, ya da yardıma olmalıdır. Eğer ben, işte bu düşünceyle, cezalandınlmışlığından utanç duymazsam, ki duymayacağımı umuyorum, özgürlük içinde düşünme, yürüme ve yaşama gücü kazanacağım.
**
Bireyleri ağır cezalara uğratma hakkını kendine alan Toplum, aynı zamanda, sığlık gibi bir kusura sahiptir ve kusurların en büyüğü olan bu sığlığıyla, ne yapmış olduğunu algılayamaz.
İnsanı, ceza süresi bitince, kendi haline bırakır; yani bu insanı, tam da ona karşı en büyük ödevinin başladığı anda terk eder.
Aslında Toplum, yaptıklarından utanır, işte bu yüzden sanki kaçar cezalandırdığı kimselerden; alacaklısından, borcunu ödeyemediği için kaçan biri gibi ya da gideremeyeceği, bedelini ödeyemeyeceği bir zarara uğrattığı kimseden uzak duran biri gibi.
Kendi payıma ben, neden acı çektiğimin farkındaysam, Toplum da bana ne yaptığının farkında olsun diyorum; her iki tarafta, ne dargınlık ne nefret olsun.
Kaynak: De Profundis / Mektup, Oscar Wilde, çeviren: Yaşar Günenç, Yaba Yayınları, 1996.

Alıntı Kaynak: Oscar WILDE, Reading Zindanı Baladı, HZL: Türkçesi Özdemir ASAF, Broy Yayınları: 167- 1998, İstanbul

Beyaz perdeye yansıyan görüntüleri izliyorum. Sanırım bu bir Stan Brakhage filmi. Renk patlamaları ve asitle yanmış pelikül kraterleri. Çıplak bir kadının görüntüsünü izliyorum şimdi. Ve kadraja bir diğer beden giriyor. Erkek. O da çıplak. Az sonra bir bebeğin annesinin rahminden iç dünyayı terk edişini izleyeceğim. Bir bedenden bir başka bedenin çıkmasının hokus- pokus'unu.
Bir ağacın gövdesine bakınıyorum. Etrafında tam bir tur atıp. Ağacın gövdesine bir kalp işareti içinde kazınmış S-G harflerini görüyorum. Sıfır kol bir t-shirt giymiş adamın kalın pazılarındaki kalp ve içindeki S-G harflerini düşünüyorum.
Bedenleri düşünüyorum.
Bir Cold-Cut videosunu anımsıyorum: Elektro beatler bir motorlu testerenin sesini besliyor. Yağmur Ormanları'nı kesiyor adamlar. Bir bedenin organında uzuvlaşan makine bir ağacın kökleriyle olan yüzyıllık bağlantısını kesiyor.
Pazılarına bakıyorum adamın, dikkatlice.
Bir Guy Debord film kolajının içerisinde Hitler kareleri görüyorum. Çağrışımlar, halüsinojenik imajinasyonlar ölü bedenlere çarpıyor.
Bir rahibin cesedini palalarla parçalayıp doğaya savuruyor müritleri, yüksek bir dağın doruğunda.
Ve bir devlet kanalı, Filistinli ölü çocukların bedenlerini gösteriyor dünyaya. Ve renkli kuşe kağıtlara basılıyor ölü beden.
Kabe'de yüksek otelin çatısından güneşin altında tavaf yapan insanları izliyorum; beyazlara bürünmüş, tek-bir tüm olmuş binlerce beden.
Bir deriyi beziyor adam, ince ve yüksek debili dövme iğnesiyle. Bindiği motorun gövdesinde ki (kendi çizdiği) alevi düşünüyorum. Bedeni boydan boya dövülü metal. Metalden bir beden. Metalin ve adamın bedenini düşünüyorum.
Cyberlaşıyor beden. değişiyor.
Saç dipleri mum ve boya kalıtı Punk.
1998: Sol kolumun omzuma yakın yerinde 7 cm uzunluğunda derinleşen bir kesik açıyorum bıçağımla. Hızla açılıyor iki deri arasındaki mesafe, tuhaf kansız bir beyaz. Parmağımı sokuyorum ağır ağır içeriye. Bir göt deliğine değil ama ıslak bir vajinaya benziyor -adet gören-, kan süzülüyor, ince bir sızı.
Polisin vurduğu insan bedeni. Polisin vurduğu insan bedeni politik bir nesne haline dönüşüyor hızla. Televizyona çıkıyor nesneleşen dövülmüş beden sayısal kodlara ayrılmış olarak, webin içine düşüyor yayımlanışından hemen sonra.
Örgütçe öldürülmüş bir beden görüyorum ulus çıkarlarına hizmet eden. Bedensel hizmet evriliyor ölümle.
Yönsüz bir manifesto oluyor beden: çıkarlar doğrultusunda bağıra çağıra anlamı yok bir dilde okunan içleri politik yoz irin dolu sağırlaşmış kulaklara.
Bayrağa sarılı bir beden görüyorum. Bayrağa sarılı bir beden öldükten sonra çok şey yapamaz. "Yaptırılabilir ama!" diye düşünüyorum.
Bir beden iddia ediyor, kendisini sanat eseri olarak sunduğunu.
Neyi hiçliyordu rüya görme özürlü, halüsinasyon bağımlısı çiçek çocukları çıplak bedenleri CIA tarafından ele geçirilmişken ve bir hiçken ruhsal akımsal varlıkları.
Eşcinsel eylemlerde Frisco'da kapitalizmi besliyor aktif-pasif bedenler. Kendini yakan bir beden görüyorum, bedenini boyayan bir kadın görüyorum, tarlada fide eken bir bedenin yanından geçiyor hızla beni taşıyan tren. Düzüşen ve sodyum salgılayan bedenleri dinliyorum.
Çıplaklığıyla, birilerinin evreninde günaha ve sapkınlığa giren beden, giyinme zaruriyetiyle kapitalizmi beslemek zorunda olan beden.
Bedeni işçilik adı altında köleleştiren diğer beyaz bedenler.
O ya da bu, sergilenen beden, kadının yırtmacına sıkışan erkek göz, somutlaşıp salyalaşan şehvet, beyin spermi testosteron. Bacaklarının arasında vajinasını sıkıştırıp kıvranıyor kız.
Market et reyonu, fileto, ev, az pişmiş, kanlı.
Viyana Aksiyonerleri, asker cesetleri, gerilla kadının sol kolu -bileği- yok.
Kayganlaştırıcısız bir anal, çok rahat alıyor içine, boka batıyor penis, "sıçmamı ister misin gidip," diyor, "ara vermeyelim," diyor, yaslıyor rektumu sertçe mala, yavaşça geri çekiliyor penis, kasılan ve gevşeyen delikten yeşilimsi kahverengi benekli, sıvımsı dışkı süzülüyor, az sonra beyaz bir blok halinde sperm ve bok salıyor kendini genişlemiş rektumdan dışarıya, kasılıyor sinirler, işaret parmağıyla dışarı çekiyor içeride kalan her şeyi. Dudakları ve yanakları aynı renk.
Bedenleri dinliyorum:
Osuruyorlar, geğiriyorlar, kusuyorlar, tükürüp, sıçıp kanıyorlar.
Aksak, sakat, yarım, çolak, protez.
Bir şeyci olarak beden-sahibinden dolayı.
Sahibinden satılık beden.
Kiralık.
Beden salt köle oysa.
Esir beden ilkele gittiğinde aşar ritüeli. Geçmişi çok daha ileridir şimdisinden bedenin.
Glikoz beden. Salgı. Enzim.
İktidar isteyen histerik beden.
Tüm halklar eşcinsel.
İktidar isteyen halk bedendir.
Hiçlik ve zavallılıkla ve yoksunlukla oluşan kapitalin bedeni. Devletlerce yaratılır beden, onunca düzülür.
Devletler "tersine homo-seksüel"
Dil tabuyu aşmaz ve yalandır aşmışlıklar.
Beden-sanat gizlenir.
Beden sapkındır.
Beden sapıklaştırılır.
-Cinsel köle olan toplumlar gözünde.
Beden, yazılı ve şifai ahlaka sığmaz.
Beden ahlaka sığmaz.
Bilmez ve tanımaz onu beden.
Beden ahlaksızdır.
Beden kendine dayatılanı kusar.
Yaraları vardır bedenin, açılır.
Çiçektir, mevsimi ve toprağı vardır.
Ayağını yalatır beden, sırtını kamçılatır.
Başka bir Junk formunu düzer, kendi içinde boşalmanın bir yolunu arar. "Sizin" olan anlamı terk eder beden, terk etmek ister.
Toplumsalı anlayamaz beden.
Sizin sözde aykırılıklarınız ona sistemleştirilmiş bir başka aynılık gibi gelir.
Bilinçaltı hep farkındadır:
Beden, devletler ve organlarınca bir şekilde -hep- düzülen.
Sanat bedenin bahçesidir.
Ve devletler kendi yanlısı olmayan sanatı sevmez.
Sanat, doğası gereği devletlere yanlı olamaz.
Devletler bedene düşmandır.
Ve devletleri bedenler oluşturur.
Bu iki beden birbirine düşmandır.
Bir bedenin ölümü, bir bedenin ölümü anlamına gelmez bazen.
Bazen bir bedenin ölümü Bir Ermeni'nin ölümüdür.
Kürt ölür bazen.
Bazen İsrailli ölür.
Yahudi bazen.
Beden çok şeye bürünebilendir -ölümüyle dahi.
Bir tek beden bilmez kim ve nereli olduğunu. Bu bedeni ilgilendirmez, onun ilgi alanına girmez.
Zaten beden kendisiyle ilgilenmez, kişidir bedeni-ni- öteleyen, iteleyen. Bazen asılır beden, tecavüze uğrar bazen, elektrikli sandalyede yiter bazen, beden kapatılır, yok olur birden bire bazen.
Beden "korkak" kelimesinin tözüdür.
Beden doğaya ve genetiğe müdahale eden bir korkak taşır.
Güzel olmak ister beden. Beden kozmetik sanayini de ayakta tutandır.
Bir beden "fashion"dır.
Deniz aşırı kabiledir beden.
Metropoldür.
Renginden rahatsız olabilir beden, diğer bedenlerin renginden de.
Bazıları satar kendilerini Bazı bedenler büyük paradır.
Beden, üzerine kişice yapıştırılan her şeyden kurtulamadığı sürece beden olmayandır.
Nihayetinde çürür ve çözülür beden. Biter!
Alıntı Kaynak: "Copy/Paste""Trash Kulture"da yer alan yazılar, Şenol Erdoğan'ın kendi bloğundan

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar