Print Friendly and PDF

Divandan


86
Boyuna, önüne bir ayna komadasın; çünkü benzerin yok, aynadakinden başka bir eşit yok sana.
Yüzünün hayâlinden başka nerde erişeceğim sana ben? Gönülde, canda, gözde görecek güç var ama görülecek yer yok ki.
Sert, hem yerden münezzehsin, hem her yerdesin... neliksiz-niteliksiz oluşunun delili, hem yalnız sende; hem her yerde apaçık görünmede.
Sana karşı, senin bir bilmedeyim, kendime göreyse her şeye benzetmedeyim.
Senin yanından ulaşma var bana, kavuşma var; benim yönümdense ayrılık var, ayrılık.
Seni seveni reddettin mi yakıyorsun onu; fakat çağırdın mı, bu lütuf, yetiyor da artıyor bile.
Kerem buyurdun da yanıma geldin mi, varlığımı bırakmıyorsun da gizleniyorsun benden, göremiyorum seni.
Sh:148
206
Bunca sevginle, bunca merhametinle beraber gene de öfkelisin; fakat gönül vermişim sana ben.
Bütün bu sırçalar yurdunu, "Beni hiç mi hiç göremezsin" diye birbirine vurmuş, kırmış-geçirmişsin.
Dünyâ yurdu depremler içinde; çünkü varını-yoğunu evden taşıyorsun sen.
Yüz binlerce hasta, senin yüzünden ağlıyor; sensiz yaşıyamazlar, bunu sen de biliyorsun.
Dünyâ gece sanki; sense bir güneşsin; halk, tamamiyle şekilden, kalıptan ibâret, sensin can.
Geçim derdine düşmüşlerdir de candan haberleri yoktur amma
Can, yerinden kımıldadı mı, feryâda-figana başlarlar.
Güneş tutuldu mu, ne zevk kalır, ne neş'e.
Cilt 5, Sh:362

86
Yücelerdeniz, yücelere gidiyoruz biz; denizdeniz, denize gidiyoruz biz.
Biz ordan da değiliz, burdan da; mekânsızlık âlemindeniz, mekânsızlığa gidiyoruz biz.
Tapacak Allah'tır ancak sözü, yoktur tapacak sözünün ardından gelir, biz de yokuz âdeta, vara gidiyoruz biz.
«Dekii : Gelin», Tanrı çekişini bildiren âyettir, Ulu Tanrı'nın çekişine uymuşuz, gidiyoruz biz.
Can tufanında Nuh'un gemisiyiz; h âsılıelsiz-ayaksız gidiyoruz biz.
Dalga gibi kendimizden baş çıkardık, gene kendimizi seyre gidiyoruz biz.
Tanrı yolu iğne yordamından da ince; fakat iplik gibi yalınkat gidiyoruz biz.
Aklını başına devşir de yoldaşlarını, konak yerini hatırla; hatırla da bil ki her an yol almadayız, her an gidiyoruz biz.
«Gene de dönüp ona varacağız» âyetini okumuşsundur; oku da anla; nerelere gidiyoruz biz.
Yıldızımız, ay devrinde değil, Ülker'in yücesine gidiyoruz biz.
Başlarımızda yüce bir him m et var; yücelerden yüceler yücesi Rabbe gidiyoruz biz.
A kör sıçan, harman günümüz bugün; kör değilsen aç gözünü de gör, gözü açık gidiyoruz biz.
A söz, sus, gelme benimle, dikkat et de bak; kıskançlığımızdan bizsiz gidiyoruz biz.
A varlığımız, yolumuzu kesme; Kafdağına, Zümrüd ü Ankâ’ya gidiyoruz biz.
Cilt: 4 sh: 229

14
Tanrı, kıskançlığından Âdem'e herşeyin adını öğretti de Âdem, Tanrı yüzüne perde olan bütün kâinat cüzlerini varlığın tümü olarak gördü.
Halbuki kıskançlık bir başkasına karşı duyulur, başka bir var, başka bir varlık yokken o biricik Tanrı, ne diye biri iki gösterdi?
Şu susup duran kâinatın ağzı, sırlarla dopdoludur; böyle olduğu halde harfleri ölçüp biçen, sözleri örüp düzen, güzel sözler söyliyenlere ne mâni var ki susuyorlar?
Gerçekleri söyliyen şeker dudaklılar, birbiri ardınca ağızlarımızı öpüp duruyorlar da ağızlarımız kapanıyor, söz söylememize imkân yok.
Gâh sevgilinin öpüşü, gâh şarap kadehini sunuş,; söz söyleme şöyle dursun, işarete bile mecal yok.
Öpüş yarasiyle sözü ne de güzel yaralıyorlar, öpücükle sözü ne de güzel kesiyorlar; âdeta fitneyle, fitnenin, kavganın yolunu kesiyorlar.
Güzeller, fitne gibi sarhoş oldular mı çoşup köpürüyorlar; korkusu -pervası kalmıyan sarhoşu ne bağlıyabilir ki?
Dağlar, dalgaların yatışması gibi düzleşip her taraf deniz kesilse granit kayaların sudan ne korkusu olacak?
Fakat taşlar su kesildi, su taş gibi dondu kaldı mı artık seyret herşeyi gören, tuttuğunu koparan padişahın herşeyi kaplayışını.
Savaş barış oldu, barış savaş kesildi mi seyret herşeyi bilen tek yaratıcının; dilediği gibi işliyen ustanın elinin sanatını.
Ört yüzünü, ört, zaten güzellerin işidir yüz örtmek, gizlemek; bizi zebun buldun, âciz buldun, herşeyine râm olmadayız zâten.
Şu işe bak, arslan tavşanla karşı-karşıya gelmiş; fakat etme, uzlaşma yolunu tamamiyle kapama.
Cilt, 3, sh: 71
9
A insanlar arasında güzelliği gizli dilber, a karanlıkları aydınlatan dolunay, sen kuşluk ışıklarının da arasında gizlenmişbir Tanrı güneşisin.
Öylesine olgunsun, olgunluğun, öylesine son hadde varmış ki Arş'ın Rabbi bile, kıskançlığından güzelliğini kendisinden de gizliyecek nerdeyse.
Keşke bir gün gölgesinde düşüp ölsem; gerçekten de bu çeşit ölüm, umulmaz bir devlettir bana.
Cilt 3, sh:379

97
A can, a dünya, dün gece nerdeydin? Hayır, yanıldım; bizim gönlümüzdeydin sen!
Dün gece, ayrılığınla cefâlar çektim; halbuki a benim sevgilim, sen, vefâ padişahısın.
Ah, ben dün gece ne haldeydim; ah, dün gece kimindin sen?
Elbiseyi kıskanıyorum ben, keşke Elbise olsaydım; çünkü elbisenin kucağındasın sen.
Ne çârem kaldı, ne karârım; neden bu çâresiz kuldan ayrısın demiye de cesâretim yok.
A tez canlı sevgili, kaçacağın vakit, meğer seher yelinden de tezmişsin sen.
Sensiz, zahmetler , belâlar bağladı-gitti beni; tut ki sen belâ bağıyla bağlanmışsın.
Güzelim yüzünün rengi tanıktır; Tanrı lütfunun ta içindeymişsin sen.
Renk, senin rengin; çünkü dünyâ renginden arınmışsın, ter-temizsin, ölümsüzlük rengine boyanmışsın sen.
Bir aynasın sen; senin pasın, birisinin aksi; sen, her rengten ayrılmış-gitmişsin
cilt 5, sh.104
Tanrının lûtfunu uman, o lûtuftan başka hiçbir şeye gönül bağlamaz.
Kısakanacaksan Tanrıyı kıskan; bu kıskançlık, peygamberlerde de vardır.
cilt, 5, sh:205
Sus ki kıskançlığından kâfir nefis bile, ondan başka yoktur tapacak diyor.
cilt, 5, sh:211
Gönül evine, ondan başkası sığmaz; peygamberlerin kıskançlığını, gönül bilir ancak.
cilt, 5, sh:215
A putların da, puta tapanların da kıskandıkları güzel; a yıkılmış sarhoşların gönüllerine rahat-huzur veren dilber;
Sana uyanlardan çekme ayağını; a Ay, söyle hele, nerdensin sen?
A Tebrizli Şems, bir padişahsın ucu-bucağı olmayan Tanrısal ülkede;
Aydan balığa dek herşey buyruğuna uymuş; a Ay, söyle hele, nerdensin sen?.
Cilt,5, sh. 372
Gönül kızgınlığından bir başka can yaratır; çünkü o candan utanır - arlanır o.
Öylesine kıskançtır o padişah ki padişah da kendidir, perdeci de kendi.
Bir avuç toprağa öylesine bir sevgi besler ki gâh onu gül haline getirir, gâh lalelik.
Sevgili, onu her an bir sıfata sokar, bir şekle bürür, sonunda da zorla çeker, hepsinden de ayırır.
Maksadı da, onların vefasız olduğunu bildirmek, bu seçilmiş dostun kadrini anlamasını sağlamaktır.
Onunla bir tuhaf mağara dostluğuna girişir; öylesine ki dost da odur, mağara da o.
Dilini kes, ibret gözünü aç, çünkü ibret alma yolunu açmıştır o.
Cilt 6, sh:207
Biz de şu gürültüyü-patırtıyı senin gibi inkâr ederdik; fakat sevgilinin bir bakışıyla şu hale düştük, elden çıktık-gitti.
Ne vaktedek kıskançlıklar edecek, seni seveni kırıp geçireceksin?
Şu hasta gönül, bırak da iki-üç feryad etsin-
cilt 7, sh: 24
46
Şehrine ulaştım, benden kaçtın, bir bucağa sığındın., şehrinden gittim, vedalaşmak için beni görmeye bile gelmedin.
İster lûtufta bulun, ister kin güt; tümden canımızın sağlığı-esenliği sensin; tümden bayramımızın süsü, bezentisi sensin.
Gizli oluşun, kıskançlığındandır; yoksa tümden apaçık güneşsin; her zerreden  görünür-durursun sen.
Bir bucağa sığınsan da ciğerimizin köşesisin, beyimizsin; perde ardına da girsen herkesin perdesini yırtan sensin.
Kâfirliğin gönlü, senin yüzünden dağınık, işkilli., inancın başı, senin şarabınla sarhoş., herkesin aklım-fikrini kaptın, herkesin kulağını çektin, durdun.
Bütün güller, kışa rehin; bütün başlar şaraba rehin., sense hem bunu ölümün elinden satın alıp kurtardın; hem onu.
Gülün vefası yoksa, tüme yol bulunmazsa bir uğurdan sana dayanırız; sen hem  dayancımızsın, hem güvencimiz,
Hani bir bölük halk, Yûsuf a bakakaldıda ellerini doğradıya; sen öylesine güzelsin ki yüzlerce Yûsuf un aklmı-fıkrini doğradın-gitti.
Bir pisliğin kokusundan adam, iki fersahlık yola kaçar; oysa ki sen tutar, o pis şeyden, o kan pıhtısından bir insan yaratırsın.
Sonra tutar, onu toprağa lokma olarak verirsin de tertemiz bir bitki kesilir; bir de ona can üfürdün mü, pislikten kurtulur-gider.
Hele a gönül, göğe ağ; bir hayli zaman hayvanların yaylasında yayıldın-durdun; şimdi de Tanrı yaylasına var.
Önce de ümîdin yoktu ama buraya eriştin., şimdi de hani ümitsizsin ya; bütün tamahını o ümit etmediğin şeye yer.
Sen sus da söz bağışlıyan Tanrı söylesin.. çünkü kapıyıyapan da o, kilidi kitleyen de o, anahtarı veren de o.
Cilt7 ,sh: 449

Kaynak: MEVLÂNÂ CELÂLEDDİN- DÎVÂN-I KEBÎR, Hazırlayan: Abdülbâkiy GÖLPINARLI, Kültür Bakanlığı, 1992, Ankara

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar