Print Friendly and PDF

EPİKTETOS’UN HAYATI, ESERLERİ ve FELSEFİ GÖRÜŞLERİ

Bunlarada Bakarsınız



Hayatı:
Milattan sonra 55 yılında Phrygia (Frigya)’da Hierapolis’te (Şimdiki Pamukkale yakınları) doğduğu rivayet edilen bir Yunan filozofudur.
Çocukken Roma’da İmparator Neron’un azatlısı Epaphroditos’a satılmış bir köle idi. Asıl adı bilinmediği için Yunanca “satın alınmış adam-köle uşak” anlamına gelen “Epiktetos” olarak adlandırılmıştır.
Epiktetos, Roma’da felsefe okuma imkânını bulmuş, kölelikten kurtulunca felsefe öğretmenliği yapmış, 90–94 yıllarında Roma imparatoru Domitianus bütün filozofları yurdundan kovunca, Nikopolis’e gitmiş orada Stoik felsefe (stoacılık, stoik felsefe, acılara göğüs germe, metin olma) ilkelerini öğretmeğe başlamıştır. Yokopolis’te yokluk içinde yaşamış ve burada ölmüştür.
Eserleri:
Hiçbir yazılı eser bırakmamış, fakat büyük bir etki yapmıştır. Kendisini seven birçok öğrencileri olmuş, bunlardan İzmitli Finvius Arrianus, Epiktetos’un öğrettiklerini “Düşünceler-Epiktetos Elkitabı” adıyla sonradan kitap halinde toplamış ve böylece felsefesi hakkında bilgi edinmek mümkün olmuştur.[1] Gerçekte Epiktetos’un eseri sekiz kitaptan oluşmasına karşın günümüze kadar ancak dört kitabı ulaşmıştır. Epiktetos’un, bu eseri daha çok ahlaki öğütlere ayrılmış bir söyleşi türündedir. Cynic (Kinik) Okulu[2] mensuplarının uyguladığı türde kurmaca bir muhatapla diyaloglar biçiminde, kendisini tutkuların kölesi olmaktan kurtarıp doğaya uygun biçimde yaşamakla yetinerek bilgece esenliğe ulaşmak için öğrencilere yöneltilen konuşma metodunu kullanmıştır.
Felsefi Görüşleri:
Epiktetos’un felsefesinin ana hatları kısaca şöyledir: Tanrı’ya güvenmek, vicdanın sesini dinlemek ve insanların kardeşçe yaşamaları esasına dayanmaktadır. Kendisine, bilge kişi olarak Sokrates ile Diogenes’i örnek alan Epiktetos, temelde ahlak ile ilgilenmiş ve gerçek eğitimin, tümüyle bireye ait olan tek şeyin bireyin iradesi ya da amacı olduğunu kavramaktan başka bir şey olmadığını iddia etmiştir. Ona göre insan, iradeden bağımsız olan iyi ya da kötü hiçbir şey bulunmadığını öğrenmeli ve olayları öngörmeye veya yönlendirmeye kalkışmayıp sadece onları anlama çabası göstermelidir. Epiktetos’a göre insana kendisinden başka birisi zarar vermez. Epiktetos’un mesajı yönetici sınıfa değil daha çok orta sınıfadır. O, insanı, Tanrı’dan başka insanları da içeren büyük bir sistemin üyesi olarak görmüştür. Ona göre insanlar akıllı yanlarıyla Tanrı’nın çocuklarıdırlar ve kendilerinde tanrısal öğeler taşırlar. Epiktetos’un ahlak felsefesinin temelinde genel olarak şu iki kural dikkat çekmektedir:
a-İradenin dışında, iyi ya da kötü olan hiçbir şey bulunmadığını kabul etmemiz gerekir.
b-Olayları öngörüp yönlendirmeye çalışmak yerine, onları sadece bilgelikle kabul etmeliyiz. [3]
Hazırlanan kitap rahmetli Burhan Toprak Hocamızın milletimize kazandırdığı tercümeden hazırlanmıştır.[4] Düzenlemede daha faydalı olur düşüncesiyle dağınık fikirler, eş-benzer metinler olarak peşpeşe konularak konu başlıkları altında toplanılmıştır.  Bu şekilde olunca asıl tercüme ile bağlantı sadece paragraf şeklinde kalmıştır.
Ayrıca kitaptaki İslâmî literatüre uygunluk sağlanmıştır. Çünkü Epiktetos’un eseri hakikat ve hikmet üzere tertip edildiği halde içinde çok az miktarda olsa da Roma döneminin baskıcı tutumu yüzünden olan tahrifat ve daha sonraki dönemlerde Hristiyanlar tarafından yapılan itikadi sapmalar kararınca düzeltilmiştir. Bu şekilde okuyucunun hikmetlere karşı inanç ve sevgisi sağlanması düşünülmüştür.
Epiktetos’u rahmet ve iyilikle anıyoruz.

DÜŞÜNCELER ve SOHBETLER
Şimdiden sonra kendine yalnızken de olsa, başkalarıyla birlikte iken de olsa, asla değişmeyecek bir seciye ve her vakit itaat edeceğin ahlâk kanunları bul.
*İnsanın gerçek asaleti faziletten gelir, doğuştan değil.*
*Pek çok zahiresi olduğu halde yiyemediği için za­yıf, cılız kalan kimselere benzeriz. Güzel ahlâk kaidelerimiz var­dır. Fakat bunlar lâf etmek içindir, tatbik etmek için değildir. Hareketlerimiz sözlerimizi yalanlar. Henüz adam değiliz. Filozof rolü oynamak isteriz. Yük bizim için çok ağırdır. Bu hal tıpkı ski kiloluk yükü taşıyacak kuvveti olmayan bir adamın Aias'ın taşını yüklenmeğe girişmesi gibidir.
Sende her biri yapılması lâzım gelen vazifeleri ge­rektiren birtakım meziyetler vardır. Sen bir insansın; bir dünya vatandaşısın, Allah’ın kulusun ve bütün insanların kardeşisin. Bunlardan başka bir Senatörsün yahut daha başka bir maka­ma sahipsin. Genç yahut ihtiyarsın. Ya oğul yahut babasın, ni­hayet bir kadının kocasısın. Bütün bu unvanların seni nelere bağladıklarını düşün ve hiçbirini lekelememeğe çalış.
Servetinin bir parçasını kaybettin. Bunu avunamayacağın bir kayıp sayıyorsun. Fakat vefayı, saffeti, alçak gö­nüllülüğü bıraktığın vakit bir şey kaybettiğini sanmıyorsun. Hâlbuki serveti kaybettiren irademizin elinde olmayan yabancı bir kuvvettir. Onlara sahip olmamak veya kaybetmek utanı­lacak bir şey değildir. İç servetimize gelince onu ancak kendi yanlışımız yüzünden kaybederiz. Ona sahip olmamak ayıp ve acı bir şey olduğu gibi sahip olduktan sonra kaybetmek de çok ayıp ve çok acıdır.*
*İnsanlara boyun eğen, ilkönce eşyaya boyun eğ­miştir.*
*Senin için bayram günleri, bir azgın isteği yendi­ğin, kibri, yersiz atılışı, hainliği, dedikoduculuğu, aç gözlülüğü, kötü konuşmayı, israfı yahut seni ezen başka kötü huyları ken­dinden uzaklaştırdığın yahut hiç olmazsa onların kuvvetini azalttığın günlerdir. Bu günler bir konsüllük yahut bir ordu ku­mandanlığı aldığın zamanlardan çok kurban kesmene değer.*
*Saffet ruh için ne ise temizlik de vücut için odur. Tabiat bile sana temizliği öğretiyor. Yemek yediğin vakit dişle­rinin arasında bir şey kalmaması imkânsız olduğu için, sana su­yu vermiş, bir maymun veya bir domuz olmayıp, bir insan olman için sana ağzını yıkamayı emretmiştir. Derimize musallat olan kire karşı sana yıkanmayı, yağlarla uğunmayı, çamaşırı, kaşağıyı sağlamıştır. Eğer bunlardan faydalanmazsan sen artık bir insan değilsin. Tımar ettirdiğin atına, yıkattığın, tarattığın köpeğine candan bakmıyor musun? Bunun için kendi bedeni­ne; atma ve köpeğine ettiğin muameleden daha kötü muamele etme! Senden kimsenin uzaklaşmaması için, onu yıka ve temiz­le. Zira pis ve fena kokan bir insandan kim kaçmaz? Fakat pis ve kokmuş olmak niyetinde isen: hiç olmazsa yalnız pis ve kokmuş cl ve pislikle yalnız başına kal! Şehirden uzaklaş, göle git, komşularınla dostlarını zehirleme. Sen sadece çirkefsin, böy­le iken tükürmenin ve sümkürmenin yasak olduğu mabetlere bi­zimle gelmeğe mi cesaret ediyorsun?
Kirli, kılığı zindandan çıkan bir katil gibi düşkün ve iğrenç olan bir filozof güzel vecizelerini bana satmağa kalkarsa, beni nasıl kendisine çeker? Bir adamı bu halde bırakan felsefeyi bana nasıl sevdirebilir? Onu dinlemeğe bile cesaret edemem ve her ne bahasına olursa olsun ona bağlanamam. Onun için temiz ve edepli olalım. Aynı şeyleri talebelerim hakkında da söylüyorum. Ben kendisini felsefeye vermek isteyen bir delikanlının pis, saçları yağlı ve taranmamış olarak karşıma çıkmasına tertemiz, efendice giyinmiş olarak gelmesini tercih ederim. Zira bundan; onun güzellik hakkında bir fikri olduğunu, edepli ve efendice şeylere bağlı olduğunu anlamış olurum. Böylece bildiği güzelliğe saygı duyduğu ve dolayısıyla ona öğretilecek güzelliğe de saygı besleyeceği sezilir. O iç güzelliği ki yalnız kendi aklını kullanmak­tan ibarettir ve onun yanında beden güzelliği sadece çirkinlik­tir. Fakat iğrenç, korkunç, kir ve pislik içinde, saçları taranma­mış, karmakarışık bir halde ve sakalı göbeğine kadar uzamış olarak karşıma bir insan çıkarsa, hiçbir düşüncesi olmadığı güzellik hakkında ona ne söyleyebilirim? O en güzel çeşmeye kendi süprüntülüğünü üstün tutacak bir domuz yavrusudur.
Bir süre mânevi âlemde ilerlemeni bırakıyorsun ve yolunu bulunca buna yine başlayacağını söyleyerek kendini avu­tuyorsun, aldanıyorsun! Bugün göz yumulan küçük bir kusur, yarın seni daha büyüğüne yuvarlayacak ve tekrarlanan bu ih­mal, senin asla düzeltemeyeceğin bir alışkanlık meydana getire­cektir.*
*Deliler yola gelmez. Darbımeselin dediği gibi bir deliyi yola getirmektense parça parça etmek daha ko­laydır.*
Bir kimsenin şan ve şeref içinde olduğunu, bü­yük bir mevkie yükseldiğini yahut son derece bolluk içinde ol­duğunu görerek, hayalinin tesiri altında kalıp onu bu nasibin­den dolayı mutlu saymağa kalkma. Zira gerçek özü elimizde olan şeylerde ne açgözlülüğe, ne imrenmeye, ne de kıskanmaya yer kalmaz ve sen de general, senatör, konsül olmak istemez, belki yalnız hür olmak istersin. İmdi bu amaca giden tek bir yol vardır: elimizde olmayan şeyleri küçük görmek!
*Bir hükümdarın yahut büyük bir Beyin himayesi bizi huzur içinde ve her türlü tehlikeden uzak tutmağa yeter. Hâlbuki koruyucu, vasi ve velimiz olarak Allah’ımız var. Niye bu korunma; kaygılarımızı, korkularımızı atmak için yetmiyor?*
*Caesar'ın ordusuna yazılan askerler alışılmış yemi­ni ederler. Bu yemin nedir? İmparatorun esenliğini her şeyin üstünde tutacaklarını, ona her konuda boyun eğeceklerini ve onun için ölümü göze alacaklarını söylemekten ibarettir. Sen ki doğuşunla, Allah’tan aldığın birçok armağanlarla ülûhiyete bağ­lısın ve onun safları arasında doğdun, bu yemini yapmayacak mısın? Bu yemini yaptıktan sonra ona vefalı kalmayacak mısın? Bu iki yemin arasında ne büyük fark var! Asker, imparatorun esenliğini her şeyin üstünde tutacağına yemin ediyor, sen ise her şeye kendi selâmetini üstün tuttuğuna yemin ediyorsun.*
*Her aldatmaya karşı kendine de ki: «İşte bü­yük bir savaş, ilâhî olan bir iş.» Burada bahse konu olan hâ­kimiyet; hürriyet, saadet ve temizliktir. Allah’ı hatırla, onu yardımına çağır, o senin için yardım göndeecektir. Denizde bir fırtına, koptuğu vakit elbette Castor ile Pollux'ü imdada çağırırsın. Oysaki istek senin için daha tehlikeli bir fırtınadır.
* Niçin Stoisyen oluyorsun? Hareketlerinin gerektirdiği adı al, sana uygun olmayan ve lekeleyeceğin adı alma. Stoisyen'lerin prensiplerini, ileri sürmekle geçinen birçok in­sanlar görüyorum. Fakat Stoisyen görmüyorum. Bana bir Stoisyen göster.Bir tane istiyorum. Stoisyen yani hasta iken mesut, tehlike içinde mesut, can verirken mesut! Bu tam Stoisyen'i bana gösteremezsen hiç olmazsa yola girmiş bir Stoisyen'i bana göster. Bu büyük gösteriden henüz zevk du­yamadığımı söylemeğe mecbur olan benim gibi bir ihtiyarı bundan mahrum etme. Bana Allah’ın iradesine uymak istiyen, Tanrıdan ve İnsanlardan şikâyet etmeyen, asla arzula­rında mahrum olduğunu görmeyen, hiçbir şeyle yaralanmayan, ne tamahı, ne öfkesi, ne kıskançlığı olan bu geçici be­dende Allah’la gizli bir alış verişi sürdüren ve insan kılığın­dan soyunarak Allah olmak isteyen adamı bana göster.*
*Bir nota, bir keman ve bir yay satın alınca insan kendisini müzisyen sanır mı? Fakat sen kendini uzun bir saka­lın, bir heyben, bir değneğin ve bir çulun olduğu için filozof sa­nıyorsun. Dostum elbise mesleğe uygundur. Fakat adı veren el­bise değil sanattır.
Euphrates'in uzun zaman kendisinin filozof oldu­ğunu saklamakla çok rahat ettiğine dair söylediklerini hatırla. Çünkü bu davranışı ile insanlara gösteriş olsun diye bir şey yapmadığına ve her şeyi Allah için ve kişiliği için yaptığına vicdanını inandırmakla beraber yalnız başına savaştığı için yal­nız şahsını tehlikeye atmanın; ne soydaşını, ne de kendisinin istemiyerek yapabileceği yanlışlıklar yüzünden felsefeyi tehlike­ye koymamanın tesellisini elde etmenin ve nihayet elbisesin­den çok hareketleriyle filozof tanınmanın gizli zevkini tat­mıştır.
Öyle kör insanlar vardır ki Vulcauus'u bile bir külahı olmasaydı iyi bir demirci saymayacaklardı. Bu yüzden o kadar aptal bir hâkim olan ve insanları ancak işaretleri, ayırıcı alâmetleri ile seçen kalabalık tarafından anlaşılamamaktan şikâyet etmek ne büyük aptallık! Sokrates bu yüzden insanla­rın çoğuna meçhul kalmıştır. Ona giderler ve kendilerini bir filozofa götürmesini rica ederlerdi, o da götürürdü. Onu bir filo­zof saymamalarından asla şikâyet etmiş midir? Hayır, onun alâmeti yoktu ve filozof görünmeden filozof olmakla bahtiyar­dı. Ondan daha filozof kim gelmiştir? Sen de öyle ol: felsefe; sende ancak hareketlerinle görünsün.*
*Caesar'ın gladiotorları arasında dövüşmediği için ümitsizliğe düşen, bu aylaklıktan kurtulmak için Allah’a adak götüren ve halkın önüne çıkmayı en büyük şeref sayan kimsele­re her gün rastlanır. Hâlbuki aramızda Allah’a olan sevgisini göstermek için fırsat arayan kimse bulunmaz.
Allah seni şahit olarak çağırır ve sana sorar: «İradeden başka bir yerde iyilik ve kötülük olmadığı doğru mu­dur? Bir kimseye zararım oldu mu? Herkese faydalı olacak şey­leri herkesin iktidarına vermedim mi?» Buna sen ne cevap ve­rirsin?
«Rabbim, şüpheli bir durumdayım. İstırap ve felâket içindeyim. Kimse bana bakmıyor. Kimse bana yardım etmiyor. Herkes beni yeriyor, herkes bana küfrediyor ve ben insanların kusmuğu bir varlığım.»
Kendisinin büyüklüğünü tasdik etmek üzere seni şahitliğe çağırmak şerefine böyle mi mukabele ediyorsun? O kendi iyiliğinin, hakikatinin, adaletinin bir şahidini arıyordu. Hâlbuki sen onu suçlandıran adam oldun.
Hayatta aşağı yukarı hepimiz evden kaçmış esirlerin tiyatrodaki durumundayız. Bu esirler oynanan piyesle­rin zenginliğini görmekle büyük zevk duyarlar. Seyrettikleri tra­jedinin aktörlerine hayrandırlar. Fakat daima telâş içindedir­ler. Sağa sola bakarlar ve efendilerinin adı söylendiğini duyar duymaz dehşet içinde kalırlar, hemen kaçıp giderler. Biz de böy­leyiz. Tabiatın harikalarına hayran oluruz, bu manzara bizi büyüler. Ama her ân üzüntü içinde yaşarız. Ve eğer efendimi­zin adını söylerlerse mahvolmuş bir insan durumuna düşeriz.
O halde efendi nedir?
Bu bir adam değildir. Zira insan insanın efendisi olamaz. Bu ölüm, hayat, şehvet, ıstırap, fakirlik yahut ser­vettir. Caesar bile üzerime bunlarla yürümesin, o zaman dayan­mamı görürsün! Fakat gürleyerek, aydınlatarak, tehdid ederek bu peyklerle gelirse ve ben korkarsam efendisini tanıyıp kaçan esir de değil miyim? Ama eğer korkmazsam tam hürüm ve ken­dimden başka efendim yoktur.
Sultanların ve büyüklerin huzuruna girdiğin va­kit daha yükseklerde seni gören, seni duyan ve senin daha çok borçlu olduğun daha büyük bir sultanın var olduğunu hatırla.*
Bellenmesi lâzım gelen ilk bilgi ilâhî lütufları ile her şeyi idare eden bir Allah’ın varlığı, yalnız hareketlerimizin değil fakat duygularımızın ve düşüncelerimizin de ondan, saklanmayacağıdır. Bundan sonra onun mahiyetini çözmek gerekir. Mahiyeti iyice bilindiği için ona kendini beğendirmek ve itaat etmek isteyenler bütün gayretlerini zarurî olarak ona benzemeğe sarf etmeli yani hür, vefalı, hayırsever, merhametli ve efen­di olmalıdırlar. Bunun için senin de bütün düşüncelerin, sözle­rin, işlerin Allah’ı taklit eden, ona benzemek isteyen adamın işleri, sözleri ve düşünceleri olmalıdır.
Hiçbir şey bilmedikleri; en basit anlamlardan bi­le haberleri olmadıkları halde büyük mevki sahiplerinin her şeyi bildiklerini ileri sürmeleri her zaman rast gelinen bir olaydır. Servet içinde yüzdüklerinden, muhtaç olmadıklarından, her hangi bir şeyden yoksun oldukları akıllarına gelmez. Bu cins insanların en büyüklerinden birine şunu söylüyordum: «İmpara­tor sizi seviyor. En yüksek mevkilere sahip birçok dostunuz ve büyük makamlarla münasebetleriniz var. Bu imkânlarla dost­larınıza iyilik edebilir ve düşmanlarınızı ezebilirsiniz! O da bana «Benim yoksun olduğum, her hangi bir şey var mı?» dedi. «Gerçek saadet için lâzım olan en önemli unsurdan mahrumsu­nuz. Bu âna kadar size lâzım ve lâyık olan tarzdan başka tür­lü hareket ettiniz. İşte en köklü mesele: Ne Allah’ın ne oldu­ğunu, ne de insanın ne olduğunu biliyorsunuz. İyiliğin ve kötü­lüğün mahiyetinden haberiniz yok, bütün bunlardan çok sizi şaşırtacak olan da, kendi kendinizi bilmemenizdir. Ah... kaçı­yorsunuz ve sizinle bu kadar açıkça konuştuğum için öfkeleni­yorsunuz! Size ne kötülük ettim? Sadece kendinizi olduğunuz gibi gösteren aynayı karşınıza getirdim.»*
*Allah Teâlâ, bütün insanları mesut olmaları için ya­ratmıştır; kara bahtlı oluyorlarsa kendi yanlışları yüzünden olu­yorlar.*
*Büyük şeyler değil, hattâ bir üzüm tanesi, bir incir bile bir anda olgunlaşmaz. Eğer bana: «Hemen şimdi bir in­cir istiyorum.» dersen sana «Dostum, bunun için zaman lâ­zımdır. Bekle de tane olsun, sonra büyüsün ve nihayet olgunlaşsın!» diye cevap veririm. Oysaki sen ruhların bir atılışta meyvelerini tam olgunlaştırmalarını istiyorsun. Bu doğru mudur?*
*O kadar nankörüz ki, Allah’ın bize ihsan ettiği hâ­rikalar bile bahse konu olsa, bunun için şükretmek şöyle dur­sun, onu suçlandırır ve ondan şikâyet ederiz. Bununla beraber bir parçacık olsun duygulu ve minnet nedir bilen bir yüreğimiz olsa, tabiatın her hangi bir parçası, hattâ en basiti bile, ilâhî kudreti ve üzerimizdeki lütuflarını duymamıza yetecektir.
*Eğer biraz duygumuz olsaydı yalnızken veya ka­labalık içindeyken, bütün hayatımızda, Allaha bize bahşettiği Te ömrümüzün her ânında faydalandığımız nimetler için şükret­mekten başka bir şey yapmazdık. Evet, çapa çapalarken, tarla sürerken, yerken, gezerken, kalkar ve yatarken kısacası her ha­reketimizle haykıracaktık: «Allah ne büyüktür!» Her şey bu ilâhı haykırışla titreyecekti : «Allah ne büyüktür! »Fakat siz kör ne nankörsünüz. Bunun için ihtiyar, topal, fakir ve sakat ol­makla beraber bunu biteviye sizin için ben söylemeliyim: «Allah ne büyüktür!»*
*Bülbül yahut kuğu kuşu olsaydım, onların yaptık­larını yapacaktım. Hâlbuki ben bir insanım ve aklım var. O halde ne yapmalıyım? Allah’ı övmeliyim. İşte bütün hayatımda yapacağım şey! Bu iş için bütün insanları da bana katılmağa çağırıyorum.*
*Her şeyi yoluna koyacak olan akıl sapıtırsa onu yoluna kim koyacak?*
*Belli bir gerçeğe inanmaktan seni kim alıkoyabi­lir ve yanlışı doğrulamaktan alakoyabilir? Seni kim zorlayabi­lir? Anlıyorsun ki senin kimsenin elinden alamayacağı iraden vardır. Eğer senin hürriyetin elinden alınabilseydi, Allah iyi bir "babanın sana göstereceği ilgiyi göstermemiş olurdu.
Hiçbir kuvvetin hakkından gelemeyeceği adam kim­dir? O; tasarılarında sebatlı ve elimizde olmayan her hangi bir şeyin kendisini sarmasına müsaade etmeyen adamdır.  O bana göre bir atlettir. Birinci savaşa dayandı. Bir ikincisine dayanabilecek midir? Paraya dayandı. Güzel bir kadına karşı koyabile­cek midir? Gündüz halk arasında isteklerine dayandı, geceleyin ve yalnızken dayanabilecek mi? Şan ve şerefe, yerilemeye, öv­gülere, ölüme dayanabilecek mi? Bütün rahatsızlıklara, her tür­lü kedere katlanabilecek mi? Bir kelime ile rüyasında bile mu­zaffer olabilecek mi? İşte benim aradığım atlet!
*Her hangi bir adam başkalarından fazla bir şey olursa veya olduğunu sanırsa ve eğer filozof değilse tabiatiyle gurur ile göğsü kabaracak ve böylelikle kötü yola sapmaktan, kurtulamayacaktır.
 Bir müstebit (zorba) bana dedi ki : «Ben mutlak hâkimim ve her şeyi yapabilirim!
Peki elinden ne gelir? Kendi kendine iyi bir ruh verebilir misin? Benim hürriyetimi elimden alabilir misin? O halde gücün neye yeter? Arabanın içinde iken araba­cıya bağlı değil misin?
Herkes bana dalkavukluk ediyor.
Fakat bunu sana bir insana yaptıkları gibi mi yapıyorlar? Ba­na; sana benzemek isteyen, Sokrates'in izlerinde yürümek iste­dikleri gibi yürümek dileyen ve seni böyle kabul eden bir kim­seyi göster!
 Ben senin kafanı kesebilirim!
Hakkın var, za­rarlı Allah’a yaptıkları gibi sana da dalkavukluk etmek ve cin çarpmasına karşı yaptıkları gibi sana da kurbanlar adamak lâ­zım geldiğini unutmuştum. Onun Roma'da bir sunağı yok mu­dur? Sen ondan çok bu saygıya yaraşırsın, Çünkü sen daha za­rarlısın. Fakat senin emrindekiler ve senin bütün gücün ayaktakımını şaşırtıp korkutabilir. Beni asla şaşırtamazsın. Ben an­cak kendim sebep olursam meyus olabilirim. Beni boş yere tehdit ediyorsun, sana hür olduğumu söylüyorum!
 Sen mi hür­sün? Nasıl?
Beni hür yaratan, kurtaran Allah’tır. Allah’ın ku­lunu senin iktidarına bırakacağını sanıyor musun? Sen benim gövdemin hâkimisin, istersen onu al. Fakat benim üzerimde hiç­bir hükmün yoktur.»*
*Felsefe uzun ve zahmetli bir yoldur, deniliyor. Aldanıyorsun dostum. Bu o kadar uzun değildir. Felsefe sana ne öğretmek istiyor? Allah’ın yolunda gitmek, isteklerini düzene koymak, düşüncelerini iyi kullanmak
 Bana; Allah’ın,  istekle­rinin, inançlarının ne olduğunu söyle, işte uzun olan bunlardır. Fakat sana şehveti öğreten filozofların yolu daha mı kısadır? Epikuros sana ne diyor? İnsanın iyiliği bedenindedir. Bana ru­hun, vücudun ve baş unsurumuzun ne olduğunu söyle, o zaman göreceksin ki bu, ondan daha az uzun değildir.*
*Filozoflar insanın hür olduğunu söylerler. Demek ki imparatorun otoritesini küçük görmeyi öğretiyorlar.
 Hayır. Hiçbir filozof halkı devlet başkanına karşı isyan ettirmeği veya­hut iktidarı altında bulunan her hangi bir şeyin onun elinden alınmasını istemez. Buyurun iste Dedenim, iste servetim işte. şöhretim, işte ailem hepsini size veriyorum, alınız ve eğer size rağmen her hangi bir kimseye bunları ellerinden bırakmaması­nı öğretiyorsam ben; öldürünüz, ben bir âsiyim. Benim insanlara öğrettiğim bunlar değildir. Ben onlara yalnız inançlarında hür­riyeti korumalarını öğretiyorum ve Allah da yalnız bunlara hâ­kim olmaları için onları yaratmıştır.
Ülühiyetin en doğru, en kuvvetli, en çok ayaklar atına alınamayacak kanunu daima zayıfın kuvvetliye boyun eğ­mesi ve akılla onu yenmesidir.*
*Allah’ın mahiyeti nedir?
Zekâ, bilgi, düzen ve akıldır. Ancak onda gerçek iyiliğinin ne olduğunu böylelikle öğrenebileceksin!
Asil bir aileden doğmuş isen, o kadar asaletin ile doluşundur ki bundan bahsetmekten bıkmazsın, herkesi serseme döndürürsün. Fakat Allah yaratandır ve o senin içinde­dir. Bu asaleti unutursun, nereden geldiğini ve içinde ne taşı­ndığını bilmezsin. Halbuki hayatının bütün hareketlerinde ha­tırlaman lâzım gelen budur. Her an kendi kendine de ki: «Beni yaratan Allah’tır ve Allah benim içimdedir, onu her gittiğim yere götürüyorum.   Onu niçin utandırıcı düşüncelerle bayağı hareketlerle ve alçakça isteklerle kirleteyim?»
Allah’ın varlığı veya kudreti karşısında ahlâksızca bir hareket yapmamağa dikkat edersin; o seni görür ve duyar. Öyle ise huzurunda onu üzecek hayâsızca şeyleri düşünmekten utanmıyor musun?
Ey Allah’ın düşmanı!
Ey kendi mahiyetini unutmuş alçak!
Fidyas’ın bir heykeli meselâ Minerva’sı yahut Jüpiter'i olsaydın ve biraz da duygun olsaydı seni yaratan ustayı hatırlayarak ona ve sana yaraşmayan bir şeyi yapma­mağa, her ne bahasına olursa olsun kendi güzelliğini lekeleyecek olan çirkin bir kılıkta görünmemeğe çok dikkat ederdin. Allah’ın huzuruna ne halde çıktığına önem vermemekle seni yaratana leke sürüyorsun. Oysaki ustadan ustaya, eserden ese­re ne büyük fark var!
Tanrı vasilik etmek üzere sana bir yetim verselerdi, ona itina eder ve bu kadar değerli bir emanetin bozulmasına meydan vermezdin. Hâlbuki vasilik etmek üzere seni sana verdiler. Dediler ki:
Seni daha sadık, daha şefkatli bir velinin ellerine veremezdik. Bu çocuğu tabiatı gereği nasılsalar öylece koru. Onu bütün temizliği ile vefası ile asâletiyle, her türlü ihtiras ve bulanıklıktan uzak bulundurarak yetiştir!» Hâlbuki sen kendine boş veriyorsun.
Ne vefasızlık, ne cinayet!
Şu küçük filozofa, bu ağırbaşlılık şu gururlu ba­kış nereden geliyor?
Biraz bekle dostum, çok geçmeden ben da­ha vakarlı olacağım. Öğrendiğim ve benimsediğim prensiplerin gösterdikleri yolda henüz sağlam değilim. Kuvvetsizliğimden korkuyorum. Biraz kuvvetleneyim, o zaman büsbütün başka bir ağırbaşlılık göreceksin. Hayat henüz bitmedi. Allah son düzelt­melerini yapmadı (Kıyamete kadar yaratma devam ediyor). Biter bitmez göreceksin. Fakat bunun gurur­dan gelen bir ağırbaşlılık olacağını sanma. O gerçeğe inan­maktan gelmektedir. Şu Jüpiter başında gördüğün zannınca gurur mudur? Hayır. O sağlamlıktır ve sebattır. Sana şu. tarzda seslenen Allah böyle olmalıdır: «Varlığımın bir işare­tiyle tasdik ettiğim şey yalan olamaz, kesindir ve mutlaka gerçekleşir.» Bu büyük örneği taklite çalışacağım. Ve sen beni; vefalı, sâf, son derece cesur olarak ve müthiş diye vasıflandırı­lan kazaların, belâların sebep olduğu heyecanların, perişan­lıkların uzanamayacağı bir halde bulacaksın. Fakat seni öl­mez, hastalıklardan ve ihtiyarlıktan kurtulmuş görebilecek mi­yim?
Hayır, ama ölmesini, ihtiyar ve hasta olmasını bildi­ğimi göreceksin. Bir filozofun sinirlerini, son derecede rahat sinirlerini göreceksin.
 Hangi sinirleri?
 Asla yoksunluk bilmeyen istekler; her türlü kötülüğü önleyen yerli yerinde kor­kular, ölçülü ve uygun hareketler, düşünce mahsulü tasarı­lar ve asla arkasından pişmanlık gelmeyen katlanmalar.*
*Ey insanoğlu!
Allah’ın sana verdiği nimetlere karşı nankör olma, sana bahşettiği büyük iyilikleri unutma. Sana verdiği duymak, görmek kabiliyetleri için durmadan şükret.
Ne diyorum?
Sana verdikleri hayat için ve onu devam ettirmek üzere şarap gibi, zeytinyağı gibi, arzın bütün meyvaları için şükret. Hususuyla bunlardan daha kıymetli olan her şeyi kullanmak, denemek ve her şeye değerini vermek iktidarını hediye ettikleri için onlara şükret. *
*Vaktin hükümdarı yeryüzünde barışı sağladı. Ar­tık ne savaş, ne haydutluk, ne de korsanlık var. Her hangi bir zamanda her hangi bir saatte yapayalnız, korkmadan, her yere serbestçe gidilebilir. Lâkin hükümdar hastalıklara, kazalara, yangınlara, yer sarsıntılarına, yıldırıma karşı bizi emniyete ala­bilir mi? Bu huzur ve sükûnu, ihtiraslarımıza, aşka, üzüntü­ye, pintiliğe, açgözlülüğe karşı koruyabilir mi? Ah! Bu huzur ve sükûnu hükümdarlar veremezler, onu ancak Allah verebilir ve onun yol göstericisi de akıldır. Bu huzura sahip olan bütün hayatınca yalnız kalabilir.*
*Allah’ı suçlandırdığın zaman, kendi içine in, ona hak vereceksin. Kötü insan hangi işte senden daha iyi muamele görmüştür? Zengin olduğu için mi? Fakat onum iç âlemini in­cele, sürdüğü hayata bak, onun gibi olmak seni üzecektir. Philostorgos'un refah ve saadetine isyan etmekte olan bir delikanlıya onu söylüyordum:
 Peki ama Sura ile yatmak ister mi idin?
 Allah göstermesin!" dedi, ölmesini tercih ederim.
 Şu halde Philostorgos Sura'ya sattığına karşılık olarak bir şey­ler alırsa neye kızıyorsun? Ve nefret ettiğin şeylere sahib oldu­ğu için neden onu mesut sayıyorsun? Sana mevcudunun en iyisini veren Allah, sana hangi işte kötü muamele etmiştir? Hik­met paradan daha değerli değil midir? Onun için asla şikâyet etme. Çünkü en değerli şeye sahip bulunuyorsun?*
*Seni sürgüne gönderecekler!  Dünyanın ötesinde beni gönderecekleri bir ülke var mı? Gittiğim her yerde gök­leri, güneşi, ayı, yıldızları bulamayacak mıyım? Rüyalarım ve bir talihim olmayacak mı? Allah ile sohbete imkân bulamayacak mıyım?*
*Bir küstah bir gün Diogenes'e sordu : «Sen Allah’ın mevcut olmadığına inanan Diogenes misin?» «Ben Diogenes'im.» diye cevap Verdi, «ve ben Allah’ın var olduğuna o kadar inanırım ki, onun senden nefret ettiğine son derece eminim.»*
Biri çıkar da bir kimsenin seni yerdiğini söylerse ileri sürüleni reddetmeğe kalkma. Yalnız şu cevabı ver: «Bunu söyleyen hiç şüphesiz başka kusurlarımı bilmiyormuş. Bilseydi sadece bunu söylemekle kalmazdı!»
*Benim de yaptığım gibi insanlar işledikleri suçla­ra kolayca özür bulurlar. Rufus bir gün beni bir suç yüzünden azarlarken ona «Peki Efendim, Capitolium'u mu yaktım? diye itiraz ettim. O da bana «Alçak esir! Bu durumda yapılacak yan­lışın hepsini yapmış olmak Capitolium'u yakmak demektir!» di­ye cevap verdi.*
Mümkün olursa evlenmeden önce cinsî münasebet zevklerine karşı perhizli ol. Eğer bu zevkleri tadarsan hiç olmaz­sa meşru hareket et. Bununla birlikte bu zevklerden faydala­nanlara karşı sert olma, biteviye perhizinle öğünme.
Hayalin gözlerinin önünde her hangi bir şehveti canlandırırsa, hemen her zaman yapacağın gibi seni sürüklemesi için uyanık bulun. Ta ki, bu şehvet biraz geciksin ve sen ken­dinden bir mühlet isteyebilesin. Ondan sonra zevk anIyle arka­sından gelecek pişmanlık ânını ve kendinden edeceğin şikâyetle­ri ve bu şehvetten duyacağın hazla ona dayandığın vakit duya­cağın övünmeyi karşılaştır. Eğer bu zevki tatmanın senin içim tam zamanı olduğunu sanıyorsan, onun tuzaklarıyla cazibesinin seni aldatmasına karşı tedbir al ve ona daha büyük bir zevki olan yenmiş olma hazzını karşı koy.
*İnsanlar arasında tabii hiçbir toplum yoktur. Allah insanların iradelerine karışmaz. Zevk ve şehvetten başka dünya yüzünde hiçbir ilgi çekici yönü yoktur.*
Şu düşünceler asla seni üzmesin: «Küçük düşeceğim. Yeryüzünde bir hiç olarak kalacağım.» Çünkü küçük düşmek ve yoksul olmak bir fenalıksa, başkasının eliyle felâkete çarpılamayacağın gibi kötü alışkanlıklara da düşmezsin. En büyük mevkilere geçmek veya bir eğlenceye çağırılmak senin elinde mi­ldir? Elbette hayır! Nasıl olur da bu senin için bir küçük düşme veya şerefsizlik olabilir? Ancak sana bağlıda bir şey olan sen nasıl dünya yüzünde bir hiç sayılırsın? «Ama o zaman dost­larıma hiçbir yardımım dokunmaz.» Hiçbir yardımım dokun­maz ne demek? Onlara para mı veremeyeceksin? Onları Roma hemşerisi mi yapamayacaksın? Bu işlerin bizim elimizde bulunan şeylerden olduğunu ve başkalarına değil bize ait olduğunu sa­na kim söyledi? Kendisinde olmayan bir şeyi kim başkasına ve­rebilir? Biri çıkıp da «Servet edinmeğe çalış, biz de faydalana­lım» diyebilir.
Utanmayı, alçak gönüllülüğü, haysiyet ve asa­leti koruyarak servet edinebilirsem, zengin olmak için tutulacak yolu göster, zengin olurum. Sizin kalp nimetler kazanmanız için gerçek servetimi kaybetmemi istiyorsanız, teraziyi nasıl doğru tutmadığınıza ve ne dereceye kadar nankör ve düşüncesiz oldu­ğunuza dikkat ediniz! Neyi üstün tutarsınız? Parayı mı yahut ol­gun ve sâdık bir dostu mu? Ah! daha doğrusu bu faziletleri el­de etmek için bana yardım ediniz ve bunları bana kaybettire­cek işleri yapmamı istemeyiniz!
Her hangi bir kimse ile konuşmağa, hususuyla mem­leketin en önemli kişilerinden biriyle buluşmaya mecbur olursan, bu görüşmede Sokrates ile Zenon'un nasıl hareket edebilecekle­rini kendi kendine sor. Böylelikle ödevini yapmada güçlük çek­mez ve karşına çıkan fırsatlardan faydalanmış olursun.
Mevki sahibi büyük bir adama saygılarını sunacağın vakit, onu evinde bulamayacağını, evde ise yok dedirtebileceğini yahut sana kapısını açtırmağa tenezzül etmeyeceğini ya­hut müracaatını kayıtsızlıkla karşılayacağını önceden düşün. Eğer bütün bunlara rağmen ödevin seni zorluyorsa başına gele­ne katlan ve asla «zahmete değmezdi.» demeyi aklına getirme. Zira bu sözler bayağı bir adamın; dış eşyanın, ruhundan başka olan şeylerin çok büyük tesiri altında kalan bir adamın sözlerin­dir.
*Ben topalım. Niye topal olmalı idim? Alçak adam! Bir ayak için İlâhî hikmeti suçlandırmak mı lâzım? Allah’ın senin ayağına mı yoksa ayağının mı Allaha uyması daha doğrudur?*
*Bir taşa küfret, neye yarar? O seni duymaz. Onun için taşı taklit et ve sana söylenen küfürleri duyma!*
 *Körlere, topallara acıyorsun. Niçin kötü İnsanlara acımıyorsun? Onlar da başkalarının topal ve kör olmaları gibi kötüdürler.*
*Homeros'un eserinde, Eumaios'un kendisini tanı­madığı halde gösterilen iyi muameleden hoşnut kaldığını anla­tan pasajı hatırla. «Yabancı! Senin düştüğün halden daha kö­tü ve daha sefil bir durumda bile evime gelen bir yabancıya kö­tü davranmağa hakkım yoktur. Zira yabancılarla, fakirleri Al­lah gönderir.» Sen de kardeşine, babana, soydaşına yine onu söyle. «Şimdikinden daha kötü olsanız da, size iyilikten başka "bir şey yapamam! Çünkü Allah göndermiştir.»
Dindarlığınız ve isteyerek katlandığınız mahrumi­yetler, beden egzersizlerimiz ne olağan üstü, ne de inanılmayacak derecelere varmalı ve öğünme, gösteriş için de yapılmama­lıdır. Aksi takdirde biz filozof değil hokkabaz ve soytarı oluruz.*
*Ben senden değerliyim. Babam konsül idi Ben de hâ­kimim, sen ise hiçbir şey değilsin.
Azizim eğer ikimiz de at ol­saydık ve sen bana : «Babam zamanının bütün atlarından çe­vikti. Benim ise pek çok dostum, arpam ve fevkalâde bir eğe­rim var.» deseydin sana şöyle cevap verirdim : «Pekâlâ. O halde koşalım!...» Ata göre koşu ne ise insanda da kendisine has va­sıfları onunla anlaşılacak, kıymeti onunla ölçülecek bir şey yok mudur? O şey saffet, vefa, adalet değil midir? Bu anlamda be­ni aştığın tarafı göster. Adam olarak benden daha değerli ol­duğunu ispat et. Eğer bana «Ben zarar verebilirim, tekme ata­bilirim.» dersen, sana şöyle cevap verebilirim: «Sen insana de­ğil, eşeğe ve ata mahsus bir vasıfla öğünüyorsun.»*
 *Bir jimnastik hocası boynumu, omuzlarımı, kol­larımı yuğurarak, yapılması zor idmanları emrederek beni spo­ra alıştırır. «Şu gülleyi iki elinle tutup iyice kaldır!» der ve gül­le ağır olduğu nispette sinirlerimi kuvvetlendirir. Bana kötü muamele eden ve küfreden bir adam da böyledir. Beni beden idmanlarından büsbütün başka türlü faydası olan idmanlara; sabra, tatlılığa, merhamete alıştırır.*
*Bir insan sana bir sırrını emanet etti ve sen de ona bir sırrını emanet etmenin namusluca, doğru ve nazik, bir hareket olduğunu sanıyorsun. Sen bir hoppa ve bir aptalsın. Ek­seriya tatbik edildiğini gördüğün şeyi hatırla. Sivil elbise giymiş bir asker vatandaşın yanına oturur ve şuradan buradan konuş­tuktan sonra, Caesar'ın aleyhinde bulunmağa başlar. Bu açık yüreklilik karşısında yumuşayan vatandaş askerin emanet ettiği bu sırrı, samimiliğine delil sayarak ona gönlünü açar, hüküm­dardan şikâyet eder ve nihayet asker kendisinin ne olduğunu açığa vurarak, onu zindana sürükler. İşte bu, her gün rastlanan bir olaydır. Sana sırrını söyleyen ekseriya namuslu bir ada­mın maskesini ve elbisesini taşır. Zaten bu güvenlik değildir. Bu, boşboğazlıktır. Senin kulağına söylediği şeyi rast geldiğine söyler. O, delinmiş bir fıçı gibidir. Kendi sırrını saklayamadığı gibi se­nin sırrını da saklayamayacaktır.
Saffetin, sadakatin, vefan olduğunu ve delik bir fıçı olmadığını bana göster. Senin bana bir sır vermeni beklemem ve benim sırrımı dinlemeni rica ederim. Zira bu kadar tertemiz, bu kadar emin bir gemiyi bulmakla kim sevinmez. İyiliğimizi isteyen ve sadık olan bir danışmanı kim itebilir? Kim bizim za­yıflığımızı mazur gören ve bize yükümüzü taşımak üzere yar­dım eden iyi sırdaşı büyük bir hazla aramaz ve ona sarılmaz?
Meraklı, gözetleyici ve elimizde olmayan şeylere düş­kün bir adam görüyorsun. Onun bir geveze olduğundan ve se­nin sırrını asla saklayamayacağından emin ol. Onu kızgın zif­te veyahut insanın organlarını kıran çarka yaklaştırmağa lü­zum yoktur. Bir kızın bir göz kırpması, bir orospunun okşayıvermesi, en küçük bir mevki ve makam ümidi, bir vasiyetnamede bir mirası ele geçirme ihtirası, buna benzer binlerce şey kolay­ca, senin sırrını açığa vurmasına yeter.*
*Hepimiz bedenin ölümünden korkuyoruz. Fakat ruhun ölümünden korkan kimdir?*
*Dünyada her şey îlâhî kuvvetin övgüsü ile meş­guldür. Bana zeki yahut doğruyu teslim eden bir adam göster., Bunu anlayacaktır.*
* İnsan bu dünyada Allah’ın mahiyetinin ve ya­rattığı eserlerin seyircisi, onun tefsircisi ve övücüsü olmalıdır Sen ise en bahtı kara hayvanların başladığı yerde başlıyor Ve bitiyorsun, duymadan sadece görüyorsun. Hiç olmazsa ülûhiyetin sende bittiği yerde bit. Bu kudret sende; sana kendisini anlayacak kabiliyette zeki bir ruh vermekle bitmiştir. Onu kullanmasını bil. Bu harikulade gösteriden (hayattan, dünyadan yalnız şöyle görmüş olarak çıkıp gitme. Gör, tanı, öv ve kutla *
*Geceleyin kapılar kapanıp da lâmbalar söndüğü vakit odanda yalnız kaldığını söylememeğe dikkat et. Zira yal­nız değilsin.*
Bütün teşebbüslerine ve hareketlerine şu dua ile başla:
«Ey büyük Allah ve sen ey güçlü Talih! Gitmemi uy­gun gördüğünüz yere beni götürünüz! Sizi bütün gönlümle, tereddütsüz takib edeceğim. Sizin emirlerinize karşı gelmek iste­sem bile suçlu ve hain olmakla beraber, ister istemez sizi takib etmem gerekecektir.»
 Bundan sonra şunu söyle : «Zarurete iyice uy­masını bilen, ilâhi meselelerin anlaşılması hususunda hâkim ve ariftir.»
Nihayet üçüncü dilek olarak şunları söyle : «Kriton cesaretle bu geçitten yürüyelim. Zira Tanrı bizi ora­ya götürüyor ve oraya çağırıyorlar.   Anytos ile Meletos beni öldürebilirler fakat bana zarar veremezler!»
*Dostum artık memeden kesilmek ve sütü bıraka­rak, daha zengin bir gıda olan etle beslenmek istemiyor mu­sun? Hâlâ daha sütananın memesi ve seni uyutmak için söy­lediği ninniler, masallar için ağlamak, haykırmak niyetinde misin?
Dünyayı kötü ruhlardan temizlemek için ne bir Herakles, ne de bir Theseus olabilirsin. Fakat içindeki kötü ihtirasları ortadan kaldırmakla onları taklit edebilirsin. Se­nin içinde yaban domuzu, aslan ve ejder vardır, bunlara hâ­kim ol. Prokrustes ile Skiron'u yeneceğine, İstıraba, korkuya, tamaha, hırsa, kötülüğe, cimriliğe, hovardalığa, azgınlığa hâ­kim ol. Bu ejderhaları ezmek için tek yol yalnız Allah’ı düşün­mek, ona bağlanmak ve yalnız onun emirlerine boyun eğ­mektir
Artık boyunduruğu at ve esirlikten kurtulduktan sonra başını gökyüzüne kaldır ve Allah’a de ki: «Şimdiden sonra bana ne istersen onu yap. Bana yapacağın her şeye ra­zıyım. Ve senin bana yaptırdıklarının doğru olduğuna bütün insanları inandıracağım.»*
Eğer bir deniz yolculuğunda bindiğin gemi bir lima­na uğrar da seni kıyıya su almak için yollarlarsa, yolda midye kabuğu veya mantar bulursan bunları toplayabilirsin. Fakat ak­lın daima gemide olmalıdır. Sık sık başını gemiye çevirerek kap­tanın seni çağırıp çağırmadığını araştırmalısın. Eğer kaptan ça­ğırırsa seni eli ayağı bağlı bir hayvan gibi gemiye atmalarına meydan vermemek için, elindekilerinin hepsini atıp hızla geriye dönmelisin. Hayat yolculuğunda da durum aynıdır. Bir midye kabuğu veya bir mantar yerine bir kadın veya bir çocuk nasibin olursa, bunları benimsersin. Fakat kaptan seni çağırınca arkana bakmadan her şeyi bırakıp gitmen lâzımdır. Eğer yaşlı isen ye­tişememek korkusuyla, gemiden pek uzaklaşmamalısın.
Hatırla ki, hayatta bir misafirlikte imisin gibi ha­reket etmelisin. Yemek sana kadar geldi mi, elini kibarca uza­tarak bir parça al. Tabağı önünden kaldırıyorlar mı? Alıkoy­maya çalışma. Yemek henüz önüne gelmedi mi? İstemeğe kalk­ma, sıranı bekle! Çocuklarına, kadınlara, mevki ve ikbale, pa­raya karşı da böyle davran! O zaman Allah’ın bile sofrasına kabul edilmeğe lâyık olursun. Sana verileni almazsan ve küçük görürsen, o zaman yalnız Allah’ın davetlisi ve misafiri değil fakat eşiti olur ve onlarla birlikte hükmedersin. İşte böylece hareket ederek Oiogenes, Herakleito ve daha bazı kimseler ger­çekten lâyık oldukları gibi ilâhî insan diye anılmışlardır
*Amfiteatrda senatörlerin yerlerine oturmak is­tiyorum.
 Kendini bir hayli zahmete sokacaksın, çok da acele etmen lâzım gelecek.
 Ama böyle olmayınca oyunları rahatça seyredemem
 Seyr etmeyiver. Oyunları seyr etmeğe ne mecbu­riyetin var? Eğer seni oralarda oturmak hırsı kışkırtıyorsa, halkın çıkmasını bekle, oyun bittiği vakit o kadar istediğin ye­re oturacak ve keyfinde, rahatında olacaksın!*
*Yalnız kalınca çocuklar ne yaparlar? Eğlenirler, çakıl taşı ve kum toplayarak küçük kuleler yaparlar ve biraz son­ra da onları yıkarlar. Böylece her zaman eğlence eksik olmaz. Onların çocukluk veyahut delilik yüzünden yaptıklarını kültür ve akıl ile yapamaz mısın? Her taraf çakıl ve kum dolu. Aslında içimizde inşa edecek ve yıkacak o kadar çok şey var ki! Yalnızlıktan hiç şikâyet etmeyelim.
Ancak başkalarıyla birlikte iken başkalarına uya­rak şarkı söyleyebilen kötü bir müzisyen olmak ister misin?
İnsanların ruhlarından söküp atacakları yalnız iki şey vardır: Bencilik ve imansızlık.*
Dünyada olup biten şeylerin bir kısmı elimizdedir. Bir kısmı da elimizde değildir. Elimizde olanlar düşüncelerimiz, ya­şayışımız, isteklerimiz, eğilimlerimiz, iğrenmelerimiz; bir keli­meyle bütün hareketlerimizdir.
O halde hatırla ki tabiatları dolayısıyla esir olanları hür ve başkasına bağlı olan şeyleri sana ayrılmış sanıyorsan her adımda engellere rastlayacak, kırılacak, üzülecek ve Allahtan da insanlardan da şikâyet edeceksin. Buna karşılık senin olanı be­nimser ve başkasının olanı da başkasının iradesinde sayarsan; o zaman kimse sana istemediğini yaptıramadığı gibi, istediğini de yapmana engel olamaz. Dolayısıyla kimseden şikâyet etmez, kimseyi suçlandırmaz ve istemeden hiçbir hareketi yapmağa zorlanmazsın. Kimse sana bir fenalık edemez, düşmanın ola­maz ve başına kötü, zararlı bir şey de gelmez.
Bir gaye, erişilmemek için belirtilmediği gibi kö­tülüğün hamuru da bu sebepten dünya yüzünde yoktur.
* İnsanlar daha az iptidai ve daha az kaba olan bir yemeği icadettiği için Triptolemos'a mabetler ve sunaklar yaptılar. İçimizden hangimiz gönlünden; gerçeği bulanları, yolumuzu aydınlatanları ve ruhlarımızdan bilgisizlikle saptırmanın karanlıklarını kovanları kutlamıştır? *
*Uşaklarına kızıyor, evini alt üst ediyor ve kom­şularını rahatsız edip şaşırtıyor, ondan sonra da olgun bir in­sanın tavırlarını takınarak bir filozofu dinlemeğe gidiyor, insanın vazifeleri ve faziletlerin niteliği üzerinde tartışmalara gi­rişiyorsun.
Dostum bütün bu kaideler ve formüller sana hiç fayda vermez. Zira sen onları dinlemek için gereken ruh ha­line sahip olarak gelmediğin için onları dinledikten sonra yi­ne geldiğin gibi gideceksin.
Dostluğu anlamağa yalnız filozof olan elverişli­dir. İyi veya kötünün ne olduğunu ayıramayan nasıl sevebilir?
Şu küçük köpeklerin oynaştıklarını görüyorsun. Bir­birlerini okşuyorlar, birbirlerine sarılıyorlar, sevişiyorlar ve sa­na gerçekten iyi arkadaş gibi görünüyorlar. Küçük bir kemik at, o zaman hakikati göreceksin. Kardeşlerin, babaların ve ço­cukların dostlukları işte böyledir. Ele geçirilmesi lâzım gelen servet, bir tarla, bir metres ortaya çıksın ne baba, ne kardeş, ne çocuk kalır.
Dünyada her hayvanın kendi çıkarına bağlandığı kadar sarılabileceği bir şey yoktur. Ona, faydalı olandan kendisini mahrum ettiğini duyunca baba, kardeş, oğul, dost ne olursa olsun tahammül edilmez bir yük olur. Çünkü o; baba„ kardeş, oğul, dost, akraba, vatan, hattâ Allah yerine geçen çı­karını sever.
Sevmek için faydayı, ermişliği, namusu, vatanı, akrabayı, dostları hattâ adaleti bir araya getirmek gerekir. Bü­tün bunları birbirinden ayırırlarsa artık dostluk kalmaz. Çünkü ben ile benim'in bulunduğu yerde hayvan ortaya çıkar. Ben namus ile adaletin bulunduğu tarafta ise ben iyi dost, iyi baba, iyi oğul, iyi kocayım. Fakat ben ile benim bir tarafta namus ile adalet başka tarafta olursa dostluğa elveda!
En kutlu, en zorla­yıcı ödevlere elveda!*
Bir iş yapacağın zaman yapacağın işin ne olduğunu iyice düşün. Hamama gideceksin, hamamlardaki âdetleri; insan­ların birbirlerini ıslattıklarını, itip kaktıklarını, küfür ettikle­rini ve bu çevrede hırsızlığın tabiî bir hal olduğunu düşün. Eğer önceden kendi kendine «Yıkanacağım, fakat aynı zamanda varlığımın gerçek nimeti olan hürriyetimi, bağımsızlığımı koruya­cağım!» dersen o zaman yapmak istediğini daha güvenle yapar­sın. Başına gelecek her iş için bu böyledir. Zira bu usul ile yı­kanmana her hangi bir şey engel olursa cevabın hazırdır: «Ben sadece yıkanmak istemiyordum. Fakat aynı zamanda hürriye­timi de korumak niyetindeyim. Eğer kızmış olsaydım onları koruyamazdım.» diyebilirsin.
Yapacağın her işte, girişmeden önce ne olaca­ğını ve arkasından ne çıkacağını iyice düşün, ondan sonra te­şebbüse kalk. Bu yolu tutmazsan yapacağın her harekette baş­langıçta zevk duyarsın. Zira arkasından ne çıkacağını tasarla­mış değilsindir. Fakat sonunda rezalet kendini gösterince utanç içinde kalırsın.
*Sana ait olanı iyice koru ve başkasına ait olana ta­mah etme, böylece hakaret edersen hiçbir aksilik saadetine en­gel olamaz.*
*Eğer bedenimi seversem, servete bağlı isem, ben mahvolmuşumdur, artık esirim demektir. Böylelikle nereden il­de edilebileceğimi, vurulacağımı belli etmişimdir.*
Sana bir ihtiras musallat olduğu vakit onunla savaşı yarına bırakırsan, yarın gelecek ve savaşmayacaksın. Böylece yarından yarına bırakınca, sadece yenilmeyecek fakat öyle bir duygusuzluğa saplanacaksın ki, günah işlediğinin bile farkına varman mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla kesin olarak kendinde Hesiodos'un şu mısraındaki ger­çeği duyacaksın: «Bugün yapılması (gerekeni) yarına bırakan her vakit yıkımlarla karşılaşır.»*
*Kalabalığa incir ve fındık atarlar. Çocuklar ka­pışmak için birbirlerine girerler. Fakat yaşlı insanlar hiç aldı­rış etmezler.
Valilikler dağıtılır, işte çocuklara has olan bir şey. Mahkeme reislikleri, konsüllükler, onlar da çocuklara hastır. Bunlar benim için incir ve fındıktan ibarettir. Rastgele elbisemin üzerine düşerse alır ve yerim. Bunların değeri işte bu kadardır. Ama onları yerden almak için eğilmem ve hiç kimseyi itmem.
Sadece saraylarda oturmayı, sana hizmet edecek bir sürü subayı, şık ve zengince giyinmeyi, avlanma tertipleri­ni, müzisyenleri ve tiyatrocuları, aktörleri istiyorsun. Bütün bunlardan hiçbirini sende görüp tamah ediyor muyum? Fakat buna karşılık sen hiç aklını geliştirmeyi düşündün mü? Doğru düşünceler edinmek için gayret gösterdin mi? Gerçeğe bağlan­dın mı? Senin boş verdiğin bir işte senden ileri gidersem buna niye canın sıkılıyor?
 Fakat o çok büyük ve çok değerlidir.
 Bunu duyman iyi. Öyle ise bu yola girmene engel nedir? Bu av­cılar, müzisyenler, hanendeler, aktörler yerine yanma olgun in­sanları al. Senden çok imkân ve rahata, senden çok kitaba ve üstada kim sahip olabilir? Başla, zamanının küçük bir parça­sını aklına sarf et. Bir kelime ile seç! Eğer bunlara kendini ver­meğe devam edersen hiç şüphesiz daha nadir ve başkalarındakinden daha değerli, eşyaya sahip olacaksın. Fakat boş verdi­ğin zavallı aklın son derece sınırlı ve iğrenç kalacaktır.*
*Bir filozof nedir? O, eğer dinlemek istersen seni bütün Roma valilerinden daha çok hür yapabilecek adamdır.*
Filozof mu olmak istiyorsun? Hemen alaya alın­maya hazırlan ve inan ki halk yuha diye bağıracak ve «Bu adam hır gecede filozof oldu. Bu küstahça bakış ona nereden geliyor?» diyecek. Sende küstahça bakış olmasın. Sana iyi ve güzel gö­rünen düşüncelere kuvvetle bağlan. Ve unutma ki metin olursan önceleri seninle alay edenler bile ileride sana imreneceklerdir. Hâlbuki onların alaylarına önem verirsen iki kat gülünç olursun.
Eğer birine yaranmak için dış eşyaya bağlanırsan bil ki derecenden düşmüşsündür. Bu sebeple her işte ve her du­rumda filozof olmak sana kâfi gelsin. Ve eğer filozof olduğunu göstermek istersen kendi kendine görünmeği tercih et. Bu sana yeter.
*Gerçekten felsefeyi seviyorsak irademizi hâdise­lere göre düzenleyelim ki olan şeylerden ve olması icabederken olmayan şeyler yüzünden daima mesut bir halde kalalım. Bun­dan çok büyük bir faydamız olacaktır. İstediğimizden asla mah­rum kalmaz ve korkularımızın sebebi olan hale de asla düşme­yiz. Böylece üzüntüsüz soydaşlarımızla yaşayıp gider, tabii veya sonradan doğmuş bütün bağlarımızı koruruz. Yani baba,  oğul, kardeş, vatandaş, koca, komşu, ortak, hâkim veya uyruk olarak bütün görevlerimizi iyice yapmış oluruz.*
Felsefe öğreniminde ilerlemek istersen, ruhu ilgilendirmeyen işlerde ahmak görünmekten korkma.
Felsefe öğreniminde ilerlemek istersen, şu kaygı­lan kafandan çıkarıp at: «İşlerime önem vermezsem, az zaman sonra iflâs ederim ve yiyip içecek bir şey bulamam. Kölemi cezalandırmazsam, gittikçe küstah olur.»
Felsefenin en önemli bölümü kaidelerin tatbikin­den bahseden bölümdür. Meselâ: Asla yalan söylememelidir. İkinci bölümü bunun ispatını gösterendir: neden yalan söylememeli? Üçüncüsü, ise bu ispatların delillerini vererek, bir ispatın ne olduğunu ve onun gerçekliğini ve kesinliğini gösteren bölümdür ki delil, netice, tezat, tenakuz, hakikat, çürüklük gi­bi türlü terimleri tarif ve izah eder.
Üçüncü bölüm, ikincisi için ve ikinci birincisi için zaruridir. Fakat hepsi için zaruri olan birinci kısımdır ve orada durmak lâzımdır. Umumiyetle bu dü­zeni tersine çevirir ve sadece üçüncüye önem veririz. Bütün gayretimiz, bütün incelemelerimiz üçüncüsü için yani delil ve ispat için olur. Ve birinciyi yani tatbikattan ibaret olan bö­lümü unuturuz. Bunun neticesi olarak gerekince yalan söyle­mekten çekinmeyiz. Buna karşılık yalan söylememek gerektiği­ni her zaman iyice ispata hazırız.
*Yumuşak peynirin olta iğnesinde kullanılacak bir yem olmaması gibi, ılık ve gevşek adamlar da felsefe gerçekleri­ne uyamazlar.*
*Dostum niye bir baston yutmuş gibi yürüyorsun?
 Sokakta rastladıklarımın hepsi tarafından imrenilmek ve sağdan soldan : «İşte büyük bir filozof!» sözünün sarf edilmesi­ni duymak için böyle hareket ediyorum.
 Hayranlığını iste­diğin kimlerdir? Onlar senin deli dediğin kimseler değiller mi? Delilerin sana hayran mı olmasını istiyorsun? Ah! Ey koca deli!*
Felsefe; ne olursa olsun yapmağa zorlandığımız vazifelerde cılızlığımızı ve bilgisizliğimizi anlamak ile başlar.
İyilik ve kötülük, namuslu veya namussuz, doğru veya yanlış, saadet ve bedbahtlık üzerinde yapılmış veyahut at­latılmış ödevler konusunda tabii olarak şöyle böyle bir fikre sahip olmayan insan yoktur. Nasıl oluyor da bu konularda şahsî olayları muhakeme ederken o kadar sık aldanılıyor? Bu, önce söylediğim gibi müşterek anlamlarımızı kötü tatbik ettiğimiz­den ve iyi çözülmemiş peşin düşüncelerle muhakeme etmemiz­den ileri geliyor. Güzel, iyi, fena, doğru, yanlış anlamları, in­celikle ve ölçü ile tatbik etmesini öğrenmeden önce, herkesin rastgele kullandığı terimlerdir. Kavgalar, çatışmalar ve savaşlar hep bundan doğar. Ben «Bu doğrudur» derim.. Başka biri «Doğru değildir» der. Nasıl anlaşmalı?
İyice muhakeme etmek için eli­mizde hangi kaide var? Acaba inanç mı?
Fakat iste iki kişiyiz ve ikimizin de birbirine zıt iki inancımız var. Zaten inanç na­sıl güvenilecek bir hâkim olabilir? Delilerin de kendilerine mah­sus inançları yok mu? Bununla beraber gerçeği öğrenebilmek için sarsılmaz bir kaide olması gerekir. Zira Allah’ın insanları kendilerini idare etmek için bilmeleri lâzım gelen işlerde tam bir bilgisizlik içinde bırakması kabil değildir. O halde yanlışlarımızı önleyecek ve inançların delice cüretlerinden bizi kurtaracak olan kuralı arayalım... Bu kural cinste görülen özellikleri nev'e tatbik etmektir. Böylece herkes tarafından tasdik ve kabul edi­len karakterler her özel olay karşısında geri fikirlerimizi doğru yola getirecektir. Meselâ iyilik fikrimiz var. Şehvetin biri iyilik olup olmadığını anlamak istersek, şehveti bu fikre göre çözelim ve bu terazide onu tartalım. Şehveti benim tartı aletim olan hay­rın bu özellikleri ile tartarım. Neticede onu hafif bulur ve ite­rim. Zira iyilik sağlam bir şeydir ve terazide çok ağır basar.*
*Senin düşüncelerin yanlış, bunları yoluna koymama izin ver. İşte bir filozofla konuşmak, bu demektir. Böyle yapacağın yerde beni ziyaret eder, boşuna zah­mete katlanır söylenerek geri dönersin: «Epiktetos da bir şey değilmiş. Ne kaba konuşuyor, kendi dilini bile bilmiyor.» Hakikatta bahse konu olan bu mu idi? İşte insanların mahiyeti! İyi konuşanları ararlar, birbirlerini tanımadan, birbirlerini çözmeden ve daha iyi olmağa çalışmadan her gün heykeller gibi birlikte bulunurlar. Eğlence yahut merak bütün ilişikleri­mizin ve eğilimlerimizin temelidir.*
*Hekimlik sürekli hastalığı olanlara hava değiş­tirmeyi sağlık verdiği gibi, felsefe de böylece kökleşmiş alışkan­lıkları olanlara yer değiştirmelerini sağlık verir. Çünkü bu alış­kanlıklarının kuruluşunu sağlayan hava onları kuvvetlendirmek­ten başka bir şey yapmaz.*
*«Cynique» lerin felsefesine az çok merakı olan ta­lebelerimden biri bir gün bana bu felsefenin ne olduğunu ve bu alanda başarılı olmak için ne yapmak lâzım geldiğini sor­du.
 Ona, dostum diye cevap verdim. Topu topu sana söyleyebileceğim şey, Allah’ın daveti olmadan bu kadar büyük bir işe kalkışan kimse bir saraya efendi olmak için giren yahut Agamemnoon rolünü oynamak isteyen Thersites kadar delidir.
 Ama ben bir çula, yamalı bir hırkaya alışabilirim, yerde yatarım, bir torba ve bir asâ alırım ve herkese küfredebilirim.
 Dostum.; sen eğer bu felsefeyi bundan ibaret sanıyorsan, onu hiç anla­mamışsın demektir. Cynique filozof baştan aşağı temizlik olan ve kendisini biteviye insanların gözü önüne koymaktan korkmayan bir adamdır. Çünkü utanılacak hiçbir şey yapmamıştır. O, Allah tarafından insanları yola getirmek için ve kendi verdiği örnekle onlara; çıplak, parasız, göklerden başka yorganı ve topraktan başka yatağı olmadan saadete kavuşmak kabil oldu­ğunu öğretmek üzere gönderilmiş bir adamdır. O ne kadar bü­yük olursa olsun, kötü huylara kapılmış olanları esir sayan, fena muamele gördüğü, dövüldüğü zaman kendisine fena mua­mele edenleri ve kendisini dövenleri seven ve takdis eden, her insanı kendi çocuğu sayan, onlar için uyanık duran, bir baba gibi ve bir kardeş gibi ve Allah’ın davetçisi gibi onları iyilikle, şefkatle yola getirmeğe çalışan ve perişan kılığına rağmen ken­disine karşı krallarla prenslerin hürmet duymadan bakamadıkları bir adamdır. Büyük İskender Diogenes'i işte böyle karşı­lamıştır.*
*Gerçek filozofun büyük görüşlerini ve ruhunun ışığını iyice incelersen, onu son derece uyanık bulacaksın, onun yanında bütün gözleriyle Argos bile sana bir kör görünecektir.*
Kalp (sahte) bir insanın alâmeti uzun müddet sporla uğ­raşmak, uzun müddet içmek, uzun müddet yemek yemek, bun­lardan başka geriye kalan maddî ihtiyaçlara uzun zaman sarf etmek, kısacası biteviye vücuduyla uğraşmaktır. Bunlar hayatımızın esası değil, teferruatı olmalı ve bunları âdeta ayaküstünde bir çırpıda yapıvermelidir. Bütün itinamız ve bütün dikka­timiz yalnız ruhumuz için olmalıdır.
Ne zamana kadar şahsını en büyük şeylere lâ­yık saymak ve sağduyuyu baltalamak hususunda kendi kendi­ne süre vereceksin? Razı olacağın kaideleri öğrendin ve onla­ra rızanı verdin. Kendini ıslah için hangi üstadın, mürşidin gel­mesini bekliyorsun? Artık sen bir çocuk değilsin, olgun bir adamsın. Kendini ihmal ederek ve öğrenmekle vakit geçire­rek karar üstüne karar verirsen, kendini düzeltmen için her gün başka bir mühlet ayırırsan, haberin olmadan hiç ilerlemediği­ni, hayatında olduğu gibi ölümünden sonra da cehalet içinde kalacağını bir gün gelecek anlayacaksın. Şu halde bugünden başlayarak bir insan gibi yaşamağa ve marifet işinde iler­lemiş bir adam gibi yaşamağa lâyık olduğunu kabul et. Şa­na çok güzel, çok iyi görünen şeyler hiç çiğnenmeyecek birer mukaddes gibi görünsün. Zahmetli yahut zevkli, şerefli yahut utanılacak bir şey karşına çıkarsa, hatırla ki artık savaş günü gelmiştir. Olimpiyad oyunları başlamış ve mühlet zamanı geçmiştir. İlerlemen veya mahvolman bir âna, bir cesaret veya korkaklık hareketine bağlıdır. Her şeyi ve her olayı kendi yük­selmesine hizmet ettirerek ve sadece akla uyarak Sokrates ol­gunluğa erişmiştir. Sana gelince: henüz Sokrates olmamakla beraber Sokrates olmak isteyen bir adam gibi yaşamalısın.
*Başaklar niye sürer? Yetişmek ve sonra yetişince biçilmek için değil mi? Çünkü onları kutlu şeylermiş gibi sapları üzerinde bırakmazlar. Eğer başakların duyguları olsaydı biçilme­mek dileğinde bulunacaklarını sanıyor musun? Şüphesiz hayır. Aksine biçilmemeği bir felâket sayacaklardı. İnsanlar için de bu böyledir. Ölmemek insanlar için bir felâkettir. Başak için sararıp olgunlaşmamak ve biçilmemek ne ise Âdemoğlu için de ölmemek odur.*
*Bütün komşu memleket halkının gittiği bir panayırı görmedin mi? Bu insanların bir bölüğü satmak, bir bölüğü de almak için oraya giderler. Oraya, merak yüzünden, yalnız panayırı görmek, kimin bu panayırı kurduğuna ver için açtığını öğrenmek için giden azdır. Dünya için de bu böyledir. Dünyaya gelen insanların bir kısmı satmak, bir kısmı da satın almak için gelmişlerdir. Bunların içinde bu muhteşem gösteriyi seyretmek, onun ne olduğunu anlamak, kimin yaptığını, niçin yaptığını ve nasıl idare ettiğini öğrenmek kaygısını taşıyanlar pek azdır. Zira dünyanın bir kuvvet tarafından yaratılmış olmaması ve biri tarafından idare edilmemesi kabil değildir. Bir şehir; bir ev, bir işçi olmayınca var olamaz ve biri döndürmezse devam edemez. Bu kadar muazzam ve bu kadar harikulade bir makine nasıl olur da bir tesadüfle var olur ve sürer? Bu imkânsızdır. Dolayısıyla onu yaratan ve döndüren bir kuvvet vardır. O kimdir ve nasıl onu idare eder? Ya; onun eseri olan biz kimiz, niçin varız? Bunları düşünen, esere imrendikten ve yaratanı kutladıktan sonra mutlu çekilip giden pek az kimse vardır. Bu soruları kendilerine soranlar çıkarsa tıpkı panayırda tüccarların alık diyerek eğlendikleri gibi öbürlerinin alay konusu olurlar.* *Eğer öküzlerle domuzlar konuşabilselerdi yemden başka şey düşünenlerle böyle alay edeceklerdi.*
*Kötü bir komşum, kötü bir babam var.  Onlar yalnız kendilerine karşı kötü, bana karşı çok iyidirler. Zira on­lar benim soğukkanlılığımı, hakseverliğimi, sabrımı kuvvetlen­diriyorlar. İşte Mercurius'un sopası. Onunla dokunacağın her şey altına dönmeyecektir. Zira bu, çok büyük bir iş değildir. Fa­kat fena sanılan her belâyı, hastalığı, fakirliği, sürünmeyi hat­tâ ölümü iyiliğe çevirecektir.*
*Ne Olympia yarışlarında kazanılan zaferler, ne sa­vaşlarda elde edilen yenmeler insanı mesud edemez. Onu mesud edecek başarılar, kendi üzerinde kazandıklarıdır. Zevkin tu­zaklarına karşı savunmalarınız gerçek savaşlardır. Bir kere, iki kere, birçok kere yenildin. Yine döğüş. Sonunda her vakit yen­miş bir insan gibi bütün hayatında mesut olursun.
Yaşadıkça vazifem, halk arasında veya yalnızken her işte Allaha şükretmek, onu her fırsatta övmek ve ölünceye kadar kutlamaktır.*
*Ne zavallıyım! Okuyup inceleyecek vaktim yok!
 Dostum niye okuyup yazıyorsun? Boş bir merak için değil mi? Eğer bu doğru ise sen bayağı bir adamsın. Okuyup yazma iyi bir hayata hazırlık içindir. Şu halde bugünden başlayarak daha iyi yaşa_ Her yerde kendi ödevini yapabilirsin ve olaylar seni kitap­lardan çok aydınlatabilirler.
Şu prensipleri göz önünde tut:
«Benim olan nedir? Benim olmayan nedir? Bana verilen nedir? Allah’ın yapmamı is­tediği nedir? Yapmamamı istediği nedir? Allah, bu zamana ka­dar sana büyük bir rahatsızlık verdi. Sana kendinle sohbet et­mek, okumak, düşünmek ve büyük meseleler hakkında yazmak ve hazırlanmak zamanını verdi. Bu zaman sana yetmeli idi. Sana şöyle diyorlar:
«Gel, savaş! Elde ettiğin cevheri göster, bize mü­kâfatı kazanmağa değer bir atlet misin yoksa bütün dünyayı dolaşan ve her yerde yenilen serseri atletlerden misin, bunu göster?»*
*Romada, Atina’da yaşamakla mesud olunacağını id­dia ediyorsan sen mahvolmuşsundur. Zira ya oraya dönmemek yüzünden kendini zavallı sayacaksın yahut oraya dönersen se­nin için sonu feci bir sevince kapılacaksın. Bu yüzden şu hay­ranlıklardan kendini kurtar: «Roma ne güzel bir şehirdir! Ati­na ne eşsiz bir şehirdir!» Evet, ama saadet daha güzel bir şey­dir. Roma’da o kadar yorgunluk vardır ve o kadar çok insana dalkavukluk etmek lâzımdır ki! Bu kadar yorgunlukla, bu ka­dar sıkıntıyı saadetle değiştirmiş olmandan sevinmemeli misin?
Sanıyor musun ki bütün gecelerini okuyup yazmak­la, çalışmakla ve incelemekle geçirirsen sana gayretli diyece­ğim. Hiç şüphesiz hayır. Her şeyden önce bu incelemeleri ve ça­lışmaları ne için yaptığını öğrenmek isterim. Bütün gece sevgilisini görebilmek için uyanık kalan adama gayretli demem, âşık derim. Şöhret için uyanık kalırsan sana haris derim. Eğer para için uyanık kalırsan, sana çıkarına düşkün cimri derim, fa­kat aklını geliştirmek, olgunlaştırmak, tabiata uymaya alışmak ve ödevlerini yerine getirmek için uyanık kalırsan ancak o za­man sana gayretli derim. Çünkü insana yaraşır tek gayret işte budur.*
*Filozof kötü insanlardan, yaptıklarından daha çok fenalık bekler. Biri bana küfretti. Ona beni dövmediği için te­şekkür ederim. Beni dövdü ise yaralamadığı için teşekkür ede­rim. Beni yaraladı ise öldürmediği için teşekkür ederim.
*At şarkı söyleyemediği için talihsiz midir? Hayır, ama koşamazsa talihsiz olur. Köpek uçamadığı için talihsiz mi­dir? Hayır, fakat koku alamazsa talihsiz olur. İnsan aslanları boğamadığı ve olağanüstü işler yapamadığı için bedbaht mıdır? Hayır, o bunun için yaratılmış değildir. Ama temizliği, iyiliği, vefayı, adaleti, kaybettiği vakit ve ruhuna Allah'ın işlediği ilâ­hî değerler silindiği vakit bedbahttır.*
*O kadar büyük iktidar sahibi olan falan kimseye sokulmuyorsun
İstediği kadar iktidar sahibi olsun, bu be­nimle ilgili bir mesele mi ve ben ona dalkavukluk etmek için mi doğdum? Benim yaranacağım, itaat edeceğim, boyun eğeceğim kimsem yok mu? Elbette var, Allah ve onunla olanlar!.
İyiliğimiz ve kötülüğümüz yalnız irademizdedir.
Kültürsüzlüğü ve kültürsüzleri küçük görmeyen sanat ve ilim yoktur. Felsefe bu ilim topluluğu arasında bir ay­rılık kurup, onların tenkitleri ile kalp düşüncelerine önem verebilir mi?
Yanlış yapmamaya imkân yoktur. Ama bu yanlışı yapmamak için sürekli ve ince bir dikkatin olması mümkündür. Bu arkası kesilmeyen dikkatin yapabileceğin yanlışların sa­yısını azaltması ve bir parçasını ortadan kaldırması da büyük bir iştir.
Yarın kendimi yola sokacağım dediğin vakit iyi bil ki bugün saygısız, sefih, alçak, azgın, açgözlü, halktan uzak, çı­karına düşkün ve hain olmak istiyorsun. Bak, kendine ne kadar kötülük için izin veriyorsun.
Ama yarın başka türlü bir adam olacağım.
Niye bu günden başlamıyorsun? Bugün yarın için hazırlanmağa koyul, başka türlü hareket edersen yine yarına bırakacaksın.*
Kâhine danışmağa gittiğin vakit, başına gelecek şeyin ne olduğunu bilmediğini ve öğrenmek için ona gitmiş ol­duğunu hatırla. Eğer filozofsan kâhine kaderini öğrenmek üze­re başvurduğun vakit, başına gelecek şeyin cinsini bilmediğini ve öğrenmek için ona gittiğini düşün. Zira başına ge­lecek hâdise bize tâbi olmayan bir şey ise bu muhakkak ki, senin için ne bir iyilik, ne de bir kötülüktür. Şu halde kâhine gider­ken dünyanın her hangi bir nimeti için ne temayülün, ne de nefretin olsun, aksi takdirde daima titreyeceksin. Yalnız şuna inan ki, başına gelecek her hangi hâdise sana yabancıdır ve se­ninle ilgisi yoktur. Kimse sana engel olamayacağı için özelliği, niteliği ne olursa olsun onu faydalı bir hale getirmek senin elin­dedir.
Bunun için sana yol göstermek tenezzülünde bulunan Allah’ın önüne çıkar gibi emniyetle git. Nihayet sana bazı tavsi­yelerde bulundukları vakit başvurduğun zatın kim olduğunu ve itaat etmezsen emirlerini hakîr görmüş olacağını unutma. Lâ­kin kâhinlere Sokrates'in lüzum gördüğü hallerde müracaat et. Yâni yalnız olaylarla öğrenilebilecek ve önceden akılla veyahut her hangi bir sanatın usulleriyle, kaideleriyle keşfedilemeyecek meseleler için git. Bu yüzden bir dost için veyahut vatan için büyük tehlikelere göğüs germen icabedince, bunu yapayım mı yahut yapmayayım mı diye kâhine sorma. Zira kâhin eğer kur­ban barsaklarının kötü olduğunu söylerse, bu işaret senin için ya ölüm, ya vurulma yahut sürgün manasınadır. Fakat sağduyu bütün bunlara rağmen, dosta «yardım etmeyi ve vatan için teh­likelere göğüs germeyi emreder. Bu yüzden oyuna başvurduğun kâhinden daha büyük bir kâhine, öldürülmek üzere olduğunu gördüğün bir dostuna yardıma koşmayan adamı mabedinden kov­muş olan Apollon Phthios'a uymağa çalış.
*İbadetlerimizin belli olduğu meselelerde kâhinin dü­şüncesini almağa ne lüzum var? Dostum için her hangi bir teh­likeye göğüs germek veya onun için ölmek bahis konusu ise kâ­hine ne ihtiyacım var? Bana iyiliğin ve kötülüğün mahiyetini ve bunları tanıyabileceğim bütün alâmetleri öğrenmiş olan, içimde inanılır ve asla yanılmaz bir kâhinim yok mu?*
*İnsanın kâhinlere ihtiyacı korkusundan gelir. Olaylardan korkar. İşte bunun için kâhinlere son derece düş­kündür. Onları bütün işlerinin hâkimi yapar. Varını yoğunu onlara emânet eder. Eğer iyiliğini söylerlerse sanki ona bunu hediye ediyorlarmış gibi teşekkür eder. Ne körlük! Eğer hik­met nedir bilseydik, yolculukta yolumuzu sağa mı sola mı sap­mak lâzım geldiğini sorduğumuz gibi, hiç ehemmiyet vermeden kâhinlerin fikrini alırdık. Zira hâkimlere danışmak ne demek­tir? Bu Tanrının iradesini öğrenmek ve yapmaktan başka bir şey değildir. Şu halde gözlerimizi nasıl ve niçin kullanıyorsak kâhinlerden de bu maksatlarla faydalanmalıyız. Gözleri­mize filân veyahut falan şeyi bize göstermeleri için rica etmi­yoruz, fakat bize ne gösterirlerse onu görüyoruz. Kâhinlere karşı da böylece hareket etmeliyiz. Onlara dalkavukluk yapma­malıyız ve yalvarmamalıyız. Yalnız bize emrettiklerini yapma­lıyız.*
*Kâhinlerden falımızı sorarken titrer ve ateşli dualar ederiz: «Allah’ım bana acı, filân veya falan işten kolay­ca sıyrılmama müsaade et!» Hey alçak esir! Senin için en doğ­ru olandan başka bir şey mi istiyorsun? Senin için en doğru olan, Allah’ın senin hakkında uygun gördüğünü yapmak değil midir? Senin hâkimin ve hakemin olanı niçin elinden geldiği kadar lekelemek ve kirletmek istiyorsun?*
*Saati gelince öleceğim. Lâkin kendisine verileni ge­ri veren bir adam gibi öleceğim.*
*Felicio hiç kimsenin konuşmağa tenezzül etmediği bir budala idi. Hükümdar ona kâhyalığını verdi. Felicio birden­bire önemli ve aydın bir adam oldu. Birçokları şöyle diyorlar­dı: Felicio bugün bir melek gibi konuştu. «Ey benim dostum bi­raz bekleyin, Prens onu sadece kâhyalıktan çıkarsın, o yine birdenbire budala olacaktır.»*
*Romalı bir hanımefendi Domitianus'un sürgüne gönderdiği dostlarından bir hanımefendiye büyük bir para yollamak istiyordu. Biri ona Domitianus'un bu paraya el koyacağını söyledi. «Ne önemi var, diye cevap verdi. Ona bu parayı göndermemektense Domitianus'un el koymasını tercih ederim.»

*Belli bir gerçek yoktur diyenler bu yalancı iddiayı sözde bir gerçekle yalanlamaktadırlar. Çünkü söyledikleri ya doğru ya yanlıştır: Demek bu bilinen bir gerçektir.*
*Bir hekim bir hastaya gider ve ona şunu söyler : «Sıtmanız var. Bugün hiçbir şey demeyiniz, yalnız su içiniz.» Hasta ona inanır, teşekkür eder ve ücretini verir. Filozof da bir kültürsüze şöyle der: «Azgın isteklerinizin sonu yok, Kaygıları­nız bayağıdır. İnançlarınız sahtedir, yanlıştır.» Kültürsüz öfke­lenerek çıkıp gider ve tahkir edildiğini söyler. Bu ayrılık nere­den geliyor? Çünkü hasta ağrısını duyar, ama cahil bu acıyı duymaz*
*Eğer Allah sadece renkleri yaratmış ve onları ayırt edecek, görecek gözleri yaratmamış olsaydı bu renkler neye yarayacaktı? Renkleri ve gözleri yaratıp da ışığı yaratmasaydı renkler ve gözler niye yarayacaktı? Bu üç şeyi birbiri için yaratmış olan kimdir? Bu harikulade birliğin yaratıcısı, kimdir? Allah’tır. Demek ki İlâhî bir kuvvet vardır.*
Sana senden gelmemiş olan özelliklerle asla öğünme. Bir at, gururla: «Ben güzelim!» dese buna tahammül edi­lebilir. Fakat sen böbürlenerek «Güzel bir atım var!» dersen bil ki güzel bir ata sahip olmakla öğünüyorsun. Bunda sana ait olan nedir? Muhayyileni kullanman! Bunun için muhayyileni kullanırken tabiatı kolla. İşte o zaman kendindeki meziyetle öğünebilirsin.
Eğer yenmesi senin elinde olmayan bir savaşa, gir­mezsen yenilemezsin.
Bir kimsenin pek erkenden yıkandığını görürsen çok erkenden yıkanmış olmakla fena ettiğini söyleme. Sadece zamanından önce yıkandığını söyle. Başka birinin çok fazla şa­rap içtiğini görürsen çok içmekle fena ettiğini söyleme, sadece çok içtiğini söyle. Zira onu böyle hareket ettiren sebebi iyice bil­meden fena ettiğini nasıl bileceksin. İşte bu yolda muhakeme ettiğin vakit, daima gözünle bir şeyi görüyor ve başka bir şey hakkında hüküm vermiş oluyorsun.
Bir kimse Khrysippos'un eserlerini anlamak ve açıklamakla öğünürse kendi kendine der ki; Eğer Khrysippos biraz kapalı yazmamış olsaydı, bu adamın öğünebileceği hiçbir şey yoktu. Bana gelince, ben ne istiyorum? Tabiatı bilmek ve ona uymak. O halde bu işi en iyi açıklayanı ararım. Diyorlar ki en iyi anlatan Khrysippos tur. Onu bana anlatacak birini so­rarım. Buraya kadar olağan üstü bir şey yok. İyi bir tefsirci bulunca geriye, onun bana anlattığı kaideleri kullanarak tat­bik etmekten başka bir şey kalmaz. İşte sayılacak tek şey bu­dur. Zira sadece bu filozofu inceleyerek söylediklerine hayran olmakla yetinirsem ben neyim? Halis bir gramerciyim ve fi­lozof değilim. Şu farkla ki Homeros'u çözeceğim yerde Khrysippos'u inceliyorum. Biri çıkar da bana «Khrysippos'u anlat!» derse ve benim onun felsefesine uygun hareketim olmazsa, o zaman anlatamamaktan da çok utanç ve şaşkınlık duyarım.
*Kendisine götürülen parayı yoklamak için sarraf neler yapmaz? Bütün duyularını kullanır: göz, el burun ve ku­lak. Bir altını bir iki defa tıngırdatmakla kalmaz. Sesleri dinli­ye dinliye âdeta bir müzisyen kesilir. Bize ait olduğunu sandı­ğımız şeylerde hepimiz sarrafız. Aldanmamak için sarf ettiğimiz dikkat ve titizlik sonsuzdur. Aldatılmak korkusuyla aklimizi, fik­rimizi yoklamak lâzım geldiği vakit ise sanki bunlar bize ait de­ğilmişler gibi, ihmalci ve tembeliz. Çünkü bunların bize verdikleri zararları bilmeyiz.*
* Eğer vaktin padişahı seni evlâd edinirse herkese karşı tahammül edilmez bir gururun olur ve o kadar borçlu olduğun Allah'ı unutursun.*
*Ben sana fazilet alanında yaptığın ilerlemeyi soruyorum. Ve sen bana Khrysippos'u iyi anladığını öğünerek söylediğin bir kitabını gösteriyorsun. Bu tıpkı, kuvvetini öğ­renmek istediğim bir atletin bana sinirli kollarını ve geniş omuzlarını göstereceği yerde sadece eldivenlerini göstermesi gibi bir şeydir. Ey alçak esir! Bir atletin eldivenleri ile ne yap­tığını öğrenmek istediğim gibi Khrysippos'un kitabının da se­nin ne işine yaradığını öğrenmek isterim. İsteklerini ve kor­kularını yerli yerine kullandın mı?   Yalnız eserle ilerleme kendini gösterir. Şimdi ruhun daha yüksek, daha hür, dahi vefalı ve daha çok iffetle dolu mudur? Ruhun hiçbir şeyim, engel olamayacağı ve bulandıramayacağı bir halde midir? Bütün hayatından iniltileri, şikâyetleri ve mânâsız haykırışlara kovabildin mi?*
*Hemen şimdi bütün duygularını incele ve güven­le her zorluğa, denenmeye hazırlan: silâhların tamdır ve en korkunç kazalardan yeni bir süs çıkaracak haldesin.*
*Sizden tavsiye mektubu istemiyorum, onları alçak ve korkaklar için saklayınız. İşte bu tavsiye mektuplarından bi­rinin örneği : «Size bu cesedi, bu henüz donmamış olan kan tulumunu takdim ediyorum.» İşte kendisini kırmanın başkasının elinde olmadığını anlamak inceliğini göstermeyen bir adamı böyle takdim etmelidir.*
*Çok büyük mevki sahibi bir adam, (bugün iaşe vekili) sürgünden gelip Romaya giderken bana uğradı. Bana sa­ray hayatının korkunç bir tasvirini yaptı. Bundan iğrendiğine beni kandırmağa çalıştı ve her ne pahasına olursa olsun bu çevreye artık girmeyeceğini, yılları sayılı olan ömrünün son günlerini huzur içinde, işlerin telâşından ve gürültüsünden uzakta geçirmek istediğini söyledi. Ben ona bunların hiçbirini yapmayacağını, Roma’ya ayağını basar basmaz bütün bu güzel kararları unutacağını ve hükümdara yakınlaşmanın kolayını bulur bul­maz bundan faydalanacağını anlattım. O, bana veda ederken «Epiktetos ayağımı saraya attığımı duyarsan dünyanın en bü­yük bir alçağı olduğumu söyle!» dedi. Netice: Romaya varma­dan Caesar'ın mektubunu aldı ve ânında saraya her zamankin­den daha yakın oldu ve tahminim böylece doğru çıktı. Biri ba­na «Ne yapmasını düşünüyordunuz? Hayatının gerisini avarelik ve tembellikle mi geçirmesini istiyordunuz?» dedi. Hey dostum, bir filozofun, kendi ruhuna itina etmek isteyen bir adamın; bir saray mensubundan daha tembel olacağını zannediyor musun? Onun daha önemli ve daha ciddî işleri vardır.*
*Bir adam hâkim olur, evine döner, yuvasını şenlik içinde bulur. Herkes onu tebrike gider. Hemen Capitolium'a çı­kar, adaklar adar ve Allah’a şükreder. İçimizden hangimiz doğru inançlara, kanuna ve tabiata uygun isteklerimiz olduğu için Allah’a şükrederiz?
 Bir adam Nicopolis'de Augustus rahiplerinin tarika­tına girmek için oyumu almağa geldi. Ona «Peki dostum mak­sadın ne? Bu boş bir masraftır.» dedim.
 Ama adım ebediyete kalacak, Çünkü kayıtlara geçecek!
 Adını bir taşa kazdır daha uzun zaman kalır. Seni Nicopolis surlarının ötesinde kim bile­cek?
 Ama altın yaldızlı bir tacım olacak!
 Eğer ihtirasın bu işe taç taca eştir, gülden bir taç giy, sana daha az ağır ge­lecek ve daha çok yakışacak.»*
*Yunanlıların Troia'ya girdikleri vakit her şeyi ka­na ve ateşe boğmaları, bütün Priamos ailesini öldürmeleri ve kadınlarını esir olarak alıp götürmeleri Paris için çok büyük bir felaket olduğu söyleniyor.
 Aldanıyorsun dostum! Paris'in büyük felâketi saffeti, sadakati, tevazuu kaybettiği ve misafir­perverliği çiğnediği vakit olmuştur. Öylece Akhilteus'un felâketi de Patroklos öldüğü vakit olmuş değil; fakat öfkeye tutulduğu., Briseis'e ağlamağa başladığı, bu savaşa metreslere sahip olmak için değil, bir kadını kocasına geri vermek için katıldığını unut­tuğu vakit başlanmıştır.*
*Euristheus tarafından imtihana çekilen Herakles kendisini talihsiz saymıyor ve bu zâlimin emirlerini yerine ge­tiriyordu. Allah tarafından, seni yaratan Allah tarafından im­tihana çekilen sen bağırıyor; şikâyet ediyor, kendini talihsiz sa­yıyorsun! Ne alçaklık! Ne kancıklık!*
*Dostum, oğlun kaçtı, seni bıraktı ve sen ağlıyorsun. İnsanın bir yolcu olduğunu bilmiyor mu idin? Sen çılgınlığının cezasını, azabını çekiyorsun. Senin ferahını sağlayan şeylerin her zaman yanında olacağını ve daima sana hoş gelen yerlerden ve ilişiklerden zevk duyacağını mı ümid ediyorsun. Bunu sana kim vadetti? 
Bu kadar güzel bir yerden ayrılmak seni üzüyor;  titriyor ve ağlıyorsun. Şu halde sen kargalardan, kuzgunlardan zavallısın. Çünkü onlar inlemeden ve bıraktıklarına acımadan iklim değiştirirler, denizleri aşarlar!
Ama onlar şuuru olmayan hayvanlardır.
 Allah sana şuuru kendi kendini alçaltmak için mi verdi? İnsanların ağaçlar gibi köklerine yapışık ol­duklarını ve yer değiştirmeyeceklerini mi sanıyorsun?
 Ama dostlarımı kaybediyorum!
 Eh, ne yapalım! Bütün dünya dost ile doludur. Çünkü senin dostun olan ve seni koruyan Allah onu dost ile doldurmaktadır ve yeryüzü tabiatın seni bağladığı in­sanlarla doludur. O kadar yolculuk eden Odysseus dost bulma­dı mı? Yeryüzünü baştanbaşa gezip dolaşan Herakles dost bu­lamadı mı?
Herakles, çocuklarını yetim bırakmaktan ıstırap çek­miyordu. Zira yeryüzünde hiçbir kimsenin yetim olmadığını, bütün insanların her yerde kendilerine bakacak ve kendilerini asla terk etmeyecek bir babaları olduğunu biliyordu*
*Hikmetli ve kültürlü insan hayatını feda ederek, onu kazanır.*
*Bir karga, ötüşü ile sana fena bir haber verdiği va­kit, sana bir karganın değil, Allah’ın seslendiğini sanıyorsun. Seni hâkim ve arif bir kimse uyandırdığı vakit de, bir filozofun, değil Allah’ın uyandırdığına inan.*
*Bir tüccarın, ayarı düzgün bir parayı çevirmemesi gibi ruh da gerçek nimetleri itmez. Böyle iken ekseriya kalp olanları da alır. Çünkü şekil onu aldatmıştır ve o kalpı, kalp olmayandan ayırdedecek bilgiye sahip değildir.*
*Ruh su ile dolu bir havuz gibidir. Onun kanatları bu havuzu aydınlatan ışıktır. Havuzun suyu dalgalandıkça ışığın da dalgalandığı sanılır. Hâlbuki ışık olduğu gibidir. İnsan için de bu böyledir. O bulanık ve üzüntülü iken, faziletleri bulanık ve perişan değildir. Onun özündeki kuvvetler harekete gelmiş­tir. Bu kuvvetler durgunlaşınca her şey durgunlaşacaktır.*
*Epikuros'cu bir ilâhî hikmet var mıdır? Durma­dan burnumdan sümük akıyor! Der. Sen bir esirsin! Ellerin ne güne duruyor? Burnunu sümek için değil mi? Epikuros'cu buna cevap verir: «Dünyada hiç balgam veya sümük olmaması da­ha iyi değil mi?» Burnunu silmek İlâhî hikmeti suçlamaktan daha iyi değil midir?*
*Vücutlarından yeryüzünü temizlediği aslanlar, kaplanlar, yaban domuzları, haydutlar, kısacası bütün bu ca­navarlar olmasaydı, Herakles olur muydu? Yine bu canavarlar olmasaydı asabî kollan, kuvveti, cesareti, yenilmez sabrı ve bü­tün geri kalan faziletleri niye yarayacaktı?*
*Zarar verebilecek olanlara karşı gösterilen saygı Romanın ortasında sıtmaya dikilen sunak gibidir. Bu kuvvete, korkulduğu için kulluk edilir.*
*Bir insanın en gerçek nimeti her vakit, hayvan­lardan kendisini ayıran yönündedir. Bu bölümün çok, pek çok kuvvetlendirilmiş olması ve faziletlerin düşmanı kovmak için iyice uyanık bulunmaları onun selâmette olması ve hiçbir şey­den korkmaması için yeter.*
*Bizi öldüren, bir kılıç, bir tekerlek, bir deniz, bir ki­remit veyahut bir müstebittir. Seni Ahirete götürecek yolun ne önemi var? Hepsi birbirine eşittir. Bu yolların en kısalarından biri seni bir müstebidin Ahirete gönderdiği yoldur. Asla bir müstebid bir insanı altı ayda öldüremez. Halbuki bir hastalık yıllarca sürebilir.*
*Filozofun mektebi hekimin eczanesi gibidir. Ora­ya zevk duymak için gidilmez, fakat kurtaran bir ıstırabı çekmek için gidilir. Birinin çıkık bir omuzu, ötekinin bir yarası vardır. Berikinin bir fistülü, ötekinin başında bir sancısı vardır. Zevk, onları iyi edebilir mi?*
*Allah beni fakirliğe, sürünmeğe ve esirliğe terkediyor. Bu bana düşmanlığı yüzünden değildir. Çünkü sâdık bir hiz­metçisinden nefret eden bir efendi var mıdır? Yine bu bir ih­mal yüzünden de değildir. Allah en küçük şeyleri bile gözden kaçırmaz. Fakat Allah beni deniyor, benden iyilik için cesur bir asker, namuslu bir vatandaş çıkıp çıkmayacağını anlamak dili­yor ve nihayet hareketimle insanlar arasında onun varlığına şahitlik etmemi istiyor.
Vatanında iken sahip, fakat şimdi mahrum oldu­ğun bütün zevklerin acısını çekerken, Allaha itaat ve teslimi­yet göstermekte olduğunu, hikmetli bir insanın ibadetlerini yap­tığını düşünerek avun!! Kendi kendine şunu söyleyebilmek ne büyük bir şeref: «Şu anda filozoflar mekteplerinde büyük me­seleleri ele almışlardır. İyi bir adamın bütün vazifelerini anlatı­yorlar. Hâlbuki ben o ibadetleri yapıyorum. Onlar benim fazilet­lerimi çözüyor, açıklıyorlar. Bilmeden beni övüyorlar. Zira bert onların Överek öğrettiklerini yapıyorum!»
*Şimdi yapılmamasında fayda olan bir şeyin bıra­kılmasında daha büyük fayda vardır.
Dikkat her şeyde, zevklerde bile elzemdir. Hayatta yarına bırakmanın bizi daha çok başarıya götürdüğü olaylar gör­dün mü?*
Her korkunç hayalin karşısında «Sen bir ha­yalsin ve asla göründüğün gibi değilsin!» demeğe hazır ol. Son­ra onu iyice incele. Ve bu inceleme için öğrendiğin usullerden hususuyla birincisini, yani sana azap veren şeyin elimizde olup olmadığını bildiren usulü göz önünde bulundur. Eğer bu bizim elimizde olmayan şeylerden ise kendi kendine duraksamadan de ki : «Bu, benimle ilgili değildir!»
Bir kimsenin matemli olduğu yahut çocuğu gur­bette bulunduğu veya mal ve mülkünü kaybettiği için ağladığını görürsen, muhayyilenin coşmasına ve bu dış şeyler için; bu adamın gerçekten talihsiz olduğuna seni kandırmasına meydan verme! Kendi kendine içinden şöyle düşün: Onu dertli eden şey basma gelen felâkettir. Zira ondan başkası üzüntü duymuyor. Onu kederlendiren şey bu işteki inancıdır. Böyle iken gerekirse onunla birlikte ağlamaktan ve sözlerinle onu teselliden kaçınma. Lâkin gerçekten üzülmemeğe dikkat et.
*En çok göze çarpan gerçeklere teslim olmayanlarla tartışma neye yarar? Bunlar insan değil taştırlar.*
* Olimpia'ya gidip atlet oyunları görmek için uzun: bir yolculuğa katlanırsınız. Fidyas'ın güzel bir heykelini gör­mek için de daha uzun bir yolculuğa çıkarsınız ve onları görme zevkini tatmadan ölmeyi büyük bir felâket sayarsınız. Fakat Fidyas'ın heykellerinden çok üstün olan ve bu­lup görmek için pek uzağa gitmeğe lüzum olmayan, ne o kadar zahmete ne de o kadar yorgunluğa mal olmayan, her yerde kar­şılaşılan eserleri görme isteğini asla duymayacak mısın? Aca­ba aklınıza kim olduğunuzu ve niçin doğmuş olduğunuzu düşün­me kaygısı gelmeyecek mi? Allah'ın bilmeniz ve tanımanız için gözünüzün önüne yaydığı, kâinatın o kadar imrenmeye lâyık manzaralarına hiç dikkat etmeden mi öleceksiniz? *
*Çocuğun son derece hasta olduğu vakit onu bırakıp gider ve çok sevdiğin için onu bu halde görecek cesaretin olma­dığını söylersin. Dostluk eğer bu ise, onu bütün sevenlerin, ana­sının, sütanasının, kardeşlerinin, kızkardeşlerinin, mürşidinin de terk etmesi ve zavallının kendisini sevmeyenlerin elleri ara­sında kalması gerekir. Ne şaşkınlık, ne haksızlık, ne vahşet! Doğrusu, hasta iken, seni bu kadar şefkatle seven dostlara sahip olmak ister misin?*
*İşte sana dalkavuklar hakkında doğru fikir verecek buna benzer başka bir örnek. Nero'nun muhafız alayındaki su­baylardan olan Epaphroditos'un zanaatı kunduracılık olan bir esiri vardı. Fakat bu esir o kadar aptal ve beceriksizdi ki, hiçbir işte kullanmadığı için onu sattı. Nero'nun uşaklarından biri onu satın aldı ve tesadüfle bu esir sultanın ayakkabıcısı ve so­nunda gözdesi oldu. Epaphroditos hemen ertesi günden itiba­ren ona dalkavukluğa başladı. Artık Epaphroditos ortalıklarda, görünmüyordu. İşe yaramadığı için sattığı bu adamla en önem­li işleri konuşmak için günlerce kapanıyor hiçbir yere çıkmıyordu.»*
*İnsan sıfatının (haysiyetinin) vadettiğini yapa­bilmek pek kolay bir iş değildir. İnsan akla sahip geçici bir hayvandır ve ancak akıl ile hayvanlardan ayrılır. O, akıldan uzaklaştığı, akılsız hareket ettiği zaman insan kaybolur ve hayvan ortaya çıkar.*
*Ah, Atina'yı, Akropolis'i ne vakit göreceğim? Dos­tum göklerden, bu güneşten, bu aydan, bu yıldızlardan, bu dünyadan ve bu denizden daha güzel şey görebilir misin? Atina'yı görmekten mahrum olduğun için üzüntülü isen güne­şi ebediyen görmekten mahrum olmak zamanı gelince ne ya­pacaksın?*
*Hayalin seni şehvet ve eğlence rüyaları ile aldat­tığı vakit sürüklenme ve o ânda de ki : «Ey hayalim dur, il­könce biraz senin ne olduğunu, bana sunduğunu göreyim ve çözeyim.» Onun daha ilerilere gitmesine ve sana daha çekici gösteri­ler hazırlamasına izin verme. Yumuşarsan bitmişsin demektir. Seni sürükleyecektir. Bu iğrenç resimler yerine onun sana daha uygun, daha güzel, daha asıl hayaller göstermesine çalış. Kurtulmanın çaresi budur.*

Olimpiyad yarışlarında birincilik kazanmayı el­bette istersin. Doğrusu bunu ben de isterim. Çünkü çok şerefli bir şeydir. Fakat ilkin böyle bir teşebbüsün önünde, sonunda olup bitenleri iyice düşün. Bu incelemeden sonra teşebbüse girişebilirsin. Önce bir düzene girmek, zorla yemek yemek, zevki okşayan her şeyden uzaklaşmak, sıcak olsun, soğuk olsun belli saatlerde idman yapmak, soğuk suyu ve şarabı gayet ölçülü iç­mek, bir kelime ile kayıtsız şartsız idman hocasına tıpkı bir dok­tora olduğu gibi teslim olmak, ondan sonra da yarışlara girmek lâzımdır. Orada yaralanabilirsin, ayağın kırılabilir, pek çok toz yutabilirsin, bazen kamçılanır ve nihayet yenilebilirsin de. Bütün bunları iyice düşünüp taşındıktan sonra gönlün dilerse git ve atlet ol. Bu tedbirleri almazsan bazen pehlivanları, bazen gladiatorları taklit eden, biraz önce boru çalarken biraz sonra trajedileri temsile kalkarak oyun oynayan çocuklar gibi saçma şeylerle uğraşmış olacaksın. Bazen atlet, bazen gladiator, bazen hatip ve bütün bunlardan sonra da filozof olmağa kalkacak ve hiçbir şey olmayacaksın. Bir maymun gibi yapıldığını gördüğün her şeyi taklit edeceksin. Her şey sırası ile hoşuna gidecek. Zira ne yapmak istediğini önceden düşünmedin, korkusuzca ve ileri­yi görmeden, sadece hırsının ve hevesinin önderliği ile bu işle­re atıldın. Böylece birçok kimseler bir filozofu görerek veyahut Euphrotes'in hatip olduğunu duyarak (onun gibi kim söz söyleyebilir) hemen filozof olmak isterler.
Dostum evvelâ yapacağın işin mahiyetini anlamağa çalış. Sonra bu yükü taşıyacak kadar kuvvetli olup olmadığını anlamak için kendi karakterini incele. Pentathlo mu yahut gladiator mu olmak istiyorsun? Kollarına, bacaklarına, beline bak. Zira hepimiz aynı şey için doğmuş değiliz. Filozof mu olmak istiyorsun? Düşün ki bu mesleğe girmekle başkaları gibi yemekle beraber, ancak filozoflar kadar içebilir, onlar gibi bütün zevk­lere veda edebilir misin? Geceleri uyanık kalıp, çalışmağa, fi­lenden ve dostlarından uzak kalmağa, bir esirin oyuncağı olmağa, şeref, mevki yolunda, hulâsa her yerde geride durmağa ra­zı olmak icabeder. Bütün bunları gözünün önüne getir ve sükû­nu, hürriyeti, hakikati bu ücret karşılığında satın alıp alamayacağını düşün. Eğer mümkün değilse, başka yola gir ve ço­cuklar gibi hareket etme. Bu gün filozof, yarın tefeci sonra ha­tip ve nihayet kayserin vekilharcı olma. Bu işler birbirine uymaz. Tek bir adam olman lâzım. İyi veya kötü bir adam. Ya ruhuna ait şeylerle yahut bedenine ait şeylerle uğraşmalısın. Hulâsa ya iç âleminin servetini yahut dış âleminin servetini elde etmeğe çalışmalısın. Yani ya bir filozofun karakterini yahut alelade bir adamın karakterini seçmelisin.
*Birçok güzel parçalar elde ettin. Birçok altın ve gü­müş, vazoların var. Zenginsin. Ama sebattan, vefadan, Allah’ın emirlerine boyun eğmeden, huzurdan; kaygı ve korkudan kurtulmak gibi en güzel nimetlerden mahrumsun.. Bana gelin­ce, son derecede fakir olmakla beraber senden daha zenginim. Sarayda beni koruyacak bir kimseyi düşünmek aklımdan geçmez, benim için hükümdara söylenecek olanlara önem ver­mem ve kimseye dalkavukluk yapmam. İşte benim gözümde her türlü servetin yerini tutan bunlardır. Senin altın ve gümüş, vazoların var. Fakat bütün düşüncelerin, bütün istekle­rin, bütün eğilimlerin, bütün hareketlerin madde içindir ve yere bağlıdır.*
*Dostum uzun zaman azgın isteklere karşı savaş. Bütün hareketlerini incele ve bunların bir hastanın yersiz inti­haları yahut isterik bir kadının çırpınmaları olup olmadığını anla. Uzun zaman gizli kalmağa çalış. Yalnız felsefe ile uğraş. Meyveler böylece olgunlaşır. Tohum uzun zaman toprakta gö­mülü olarak gizli kalır. Olgunlaşmak için yavaş yavaş büyür. Fakat gövdesi iyice gelişmeden başak verirse o, kusurludur ve sadece Adonis bahçesinin bir otudur. Boş bir şan ve şeref isteği seni zamanından önce ortaya çıkarıverdi, soğuk yahut sıcak se­ni öldürdü. Yaşar gibi görünüyorsun, Çünkü henüz başında bir­kaç çiçek açıyor, oysaki sen ölmüşsün, kökünden kurumuşsun.
Bir hastanın susaması sağlam bir adamın susa­masından başkadır. Sağlam adam suyu içer içmez kanar, su­saması geçmiştir. Ama öbürü bir ân zevk duyduktan sonra mide ağrıları başlar. Su onda safraya döner ve ondan sonra kus­maya başlar. Bağırsak sancıları gelir, susaması gittikçe çoğalır. Tamahla, hırsla servet sahibi olan, mevki ve makamına dört el ile sarılmış olan ve güzel bir kadını ihtirasla seven için de bu böyledir. İşte sıtmalının susuzluğu. Kıskançlıklar, korkular, iğ­renç lâflar, kirli istekler ve utanılacak hareketler hep buradan doğar. Dostum önceleri ne uslu idin ve ne kadar saffetle dolu idin! Bu hikmet ve o saffet ne oldu? Khrysippos ile Zenon'un eserlerini okuyacağına, iğrenç kitaplara dalıyorsun, Aristeides'in Euenos'un kitaplarını okuyorsun. Sokrates'e, Diogenes'e hayran olacağın ve onların verdikleri örneği güdeceğin yerde; kadınları baştan çıkarmasını, aldatmasını bilenlere hayran olu­yor ve onları taklit ediyorsun. Güzel olmak istiyorsun, süsleni­yorsun, daha ileri giderek güzel olayım diye boyanıyorsun. Muh­teşem elbiselerin var, güzel kokularla, esanslara büyük paralar sarf ediyorsun. Kendine gel, kendinle savaş. Saffetini, haysiye­tini, hürriyetini yine ele geçir, bir kelime ile yine adam ol! Önce­leri eğer sana «falanca, Epiktetos’a zina işletecek, ona şu elbi­seleri giydirecek ve onu lavantalar sürünerek halk arasına çık­mağa mecbur edecek» deselerdi, hemen benim yardımıma koşar ve sanırım ki o adamı öldürürdün. Burada bir insanı öldürmek bahse konu değildir. Yalnız kendi içine girmen ve kendi ken­dinle konuşman yeter. Sen kendi kendini kandırmaya herkes­ten fazla kabiliyetli değil misin? Yaptıklarını çirkin bulmakla işe başla. Fakat seller gelmeden tez davran.*
Aklını kullanan bir adama akıllıca olmayan şey ka­dar katlanılmayacak bir dert yoktur.
Cahilin hali ve seciyesi: iyiliğini ve kötülüğünü asla kendisinden beklemez, daima başkalarından bekler. Filozo­fun hali ve seciyesi başına gelecek bütün iyiliği ve bütün fena­lığı kendisinden bekler.
Hikmet ve marifet öğreniminde bir adamın ilerle­diğine gerçek alâmetler; kimseyi yermez, kimseyi övmez, kimse­den şikâyet etmez, kimseyi suçlandırmaz, bir şahsiyetmiş yahut bir şeyler bilirmiş gibi kendisinden asla bahsetmez. Elde etmek istediği şeyin eline geçmesine bir engel yahut her hangi şekilde zorluklar çıkarsa yalnız kendisini sorumlu sayar. Şayet bir kim­se kendisini överse, onunla gizlice alay eder; eğer itham edi­lirse haklı çıkmağa çalışmaz. Fakat iyileşme halinde bulunan hastalar gibi, sıhhati iyice yerine gelmeden, yeni başlayan şifayı her hangi bir şey geciktirmesin diye kendisini yoklar ve ince­ler. O, bütün isteklerini kökünden kesip atmıştır. Bütün tiksinmelerini yalnız bizim elimizde olanlara yöneltmiştir. Hiçbir şeye karşı taşkın ve coşkun hareketi yoktur. Onu aptal ve cahil yeri­ne koyarlarsa aldırmaz. Bir kelimeyle, sanki en tehlikeli düş­manı olan ve kendisine biteviye tuzak kuran bir adama karşı imiş gibi kendisine karşı uyanıktır.
*Yalnızken çölde kaldığını söylersin. Büyük, kibar muhitlerde de haydutların, hırsızların, hilekârların arasında bulunduğunu söylersin. Akrabandan, karından, çocuklarından, dostlarından ve komşularından şikâyet edersin. Eğer, akıllı bir adam olsaydın yalnız kaldığın zaman dinlenmekte olduğunu, serbest yaşadığını, kendi kendinden zevk aldığını ve Tanrılara benzediğini söylerdin. Kalabalık içinde iken de sıkılacağına ve buna boş bir gürültü diyeceğine bayram, şenlik, umumî eğlence derdin ve böylece her zaman mesud olurdun.*
«Fakat memleketim benden hiç bir hizmet görmeyecek!» diyebilirsiniz.
Ne hizmeti?
Memleke­tin senin tarafından yaptırılmış revaklara, hamamlara sahip olmayacak mı? Bunlar nedir?. Tabiatıyla bir demircinin pabuçlarına yahut bir kunduracının silâhlarına da sahip olmayacak. Hakikatte herkesin kendi mesleğiyle uğraşması ve işini yapması ye­ter. Fakat eğer şahsını örnek göstererek memlekete akıllı, hikmetli, alçak gönüllü, vefalı bir vatandaş kazandırırsan ona hiç hizmet etmemiş mi olursun? Şüphesiz o zaman bir hizmet ve çok büyük bir hizmet etmiş ve böylece faydasız olmamış olursun.
 «O halde memlekette hangi derecede yer almış olacağım?» Sa­dık ve alçak gönüllü kalmakla yükseleceğin seviyede! Ama hiz­met edeyim derken bu faziletleri kaybedersen, utanmaz ve say­gısız olursan memleketin senden ne hayır görür?
*Başıma geleni her şeye tercih ederim. Çünkü Allah’ın hakkımda istediği şeyin benim istediğimden daha iyi olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla ona bağlanıyorum, onun ardı sıra gidi­yorum, isteklerimi, hareketlerimi, irademi, korkularımı ona bağ­lıyorum. Bir kelime ile Allah ne isterse onu istiyorum.*
Bir zâlimi korkunç yapan nedir? Onun çavuşları kılıçla, mızrakla silâhlanmış adamlarıdır. Fakat bunlara so­kulan bir çocuk korkmaz. Bu nereden geliyor? Çünkü çocuk tehlikeyi bilmez. Sen ise tehlikeyi bilmeli ve küçük görmelisin.
Bir kimsenin hükümdarın gözdesi olduğunu ve bahtiyar olduğunu duyarsam ilkin bu halin ona ne irat getirdi­ğini sorarım.
 Bir vilâyetin valiliğini almıştır.
 İyi ama bu vilâyeti iyi idare etmek için gereken şeylerin hepsini de almış mıdır?
 En büyük mahkemenin reisliğini almıştır
 Fakat bu vazifeyi yapmak için gereken her şeyi var mıdır? İnsanı mesud eden makam, mevki değil, o mevkii doldurmak ve o yere ya­raşmaktır.*
*Bir deli; mademki hür adam, başına gelen her şey istediği şekilde olandır, diyordu, ben de başıma gelen her şeyin istediğim gibi olmasını bekliyorum. Dostum hürriyetle de­lilik asla birlikte bulunmazlar.
Hürriyet sadece güzel değil aynı zamanda akla uygun bir şeydir.
Başımıza gelenlerin tasarladığı­mız gibi olmasını dilemek kadar budalalık, körlük yoktur. Dion kelimesini yazmağa niyet edersem istediğim gibi değil bir har­fini değiştirmeden bile olduğu gibi yazmak zorundayım. Bütün sanatlarda ve bütün fenlerde de bu böyledir. Sen ise her şeyin en büyüğü ve önemlisi olan bir konuda yani hürriyette hevesle fantezinin hüküm sürmesini istiyorsun. Hayır dostum! Hürriyet olayların senin hoşuna gittiği şekilde gelmesinde değil, fakat olduğu şekilde gelmesin dedir.*
*Komşusunun karısı arkasından koşan bir insanın ha­li nedir? Temizliği, sadakati ayaklar altına almıştır. Komşu­luğu, dostluğu cemiyeti, en mukaddes kanunları kirletir. Artık ona ne dost, ne komşu, ne de vatandaş gözüyle bakılmaz. Hattâ esir sayılmağa bile lâyık değildir. Hiçbir işe yaramayan atıla­cak bir kab gibidir.
*Her hâdisede elimizde olanı yapmalı gerişi için me­tin ve sakin olmalıdır? Deniz yolculuğuna çıkmak zorundayım. O halde ne yapmalıyım? Gemiyi, kaptanı, tayfaları, mevsimi, günü, rüzgârı iyi seçmek, işte elimde olanlar. Denize açılır açıl­maz müthiş bir fırtına kopar, bu benim düşüneceğim bir iş de­ğildir, kaptanın vazifesidir. Gemi batıyor, ne yapmalıyım? Elim­de olanı yaparım, bağırıp çağırmam, kendimi yemem. Biliyorum ki her doğan ölür, bu bilinen kanundur. O halde ölmem lâzım­dır. Ben ebediyet değilim. Ben bir insanım; saat günün bir par­çası olduğu gibi, ben de bütünün bir parçasıyım. Saat gelir ve geçer. Ben de gelir ve geçerim. Geçip gitme şekli önemli değildir. İster sıtma ile, ister su ile olsun hepsi eşittir.*
*İşte Epikuros'un bize öğrettik­lerine bir baksana, Hey şaşkın! Bu güzel kitapları yazmak, birçok geceler uykusuz kalmağa değer mi idi? Sıcak yatağında yatmak ve bir solucanın hayatını yaşamak daha iyi değil mi idi? Çünkü se­nin yaşanmağa değer bulduğun biricik hayat budur. Sana gö­re dindarlık, şefkat, merhamet; küstah ve safsatacı insanla­rın icadından başka bir şey değildir. Adalet zayıflıktır ve te­mizlik deliliktir. Ne baba, ne oğul, ne kardeş, ne vatandaş vardır. Ey hayâsızlık! Ey küfür! Kapkara Furia'ların baştan çıkardığı Orestes senden daha bunak değildir. Allaha yaranmak istiyorsun. Onun kirlilik ile zu­lüm kadar iğrendiği bir şey mevcut olmadığını unutma.*
*Amfiteatra gidersin ve hemen bir tarafı tutarsın. Şu aktörün veya şu atletin mükâfatı kazanmasını istersin. Elbette, başkaları da, zaferi başka birinin kazanmasını isterler. Bu ak­silik seni üzer. Çünkü sen büyük mevki sahibi bir hâkimsin ve herkesin sana boyun eğmesini dilersin. Ama başkalarının da bu konuda dilekleri ve inançları yok mudur?
Onların da, ken­dilerine doğru görünene senin karşı koymandan kızmaya hak­ları yok mudur? Eğer rahat etmek niyetinde isen ve sana asla aksilik çıkarılmasını istemiyorsan, ancak yenmiş sayılacak ola­nın yenmesini iste. Yahut bu mükâfatı hoşuna gidene vermek istiyorsan, bu yarışları kendi çiftliğinde hazırla. O zaman iste­diğin gibi ilân edebilirsin: «Falanca Nemea, Pytho, Isthmos, Olympia oyunlarında galip gelmiştir!» Fakat halk arasında, senin olmayan bir hakkı benimsemeğe kalkma ve kimsenin seç­me hürriyetine engel olma.*
*İnsanın kendisine yanlış görünene rızâ göster­mesi ve kendisine gerçek görüneni itmesi elinde olmadığı gi­bi, iyi görüneni de atıvermesi elinde değildir Hırsızlık kötü değildir. Fakat yakalanmak kötüdür. Diyen Epikuros'cu görül­meden çalabilirse elbette çalacaktır.*
*Epikuros'un prensiplerine göre idare edilen bir şe­hir tasarlayın. Orada her şey altüst olacak ve şehir hayatı kurulamayacaktır. Evlilik olmayacak, mahkeme olmayacak, mek­tep, medrese kalmayacak, polis olmadığı gibi edep ve terbiye de olmayacak. O kasabadan dindarlık, namus, adalet ve saffet kovulacaktır. Burada yalnız kötü inançlar; şehre zararlı inanç­lar; en bayağı kadınların bile savunmağa cesaret edemeyecekleri inançlar hüküm sürecektir. Halbuki aklın emrettiği pren­siplerle idare edilen bir şehirde; düzenin, edep ve hayânın hüküm sürdüğü görülür. Böyle bir şehirde en doğru inançlar ele alınacak ve her türlü fazilet baş üstünde yer bulacaktır. Orda adalet nur saçacaktır, güvenlik iyi düzenlenecek, herke­sin çoluğu çocuğu olacak ve bu çocuklar iyi terbiye edilerek yetiştirilecek, herkes imanla Allah’a kulluk edecektir. Koca karısından hoşnut olacak ve komşusunun karısına göz koymayacak, kendi servetinden memnun olacak başkasının ser­vetini kıskanmayacak, bir kelime ile bütün ödevler yapılacak, bütün bağlar iyice korunacaktır.*
*Allah bana zenginlik vermedi. Benim bolluk içinde olup, zevk ve saf ada yaşamamı istemedi. Fakat bundan ne diye şikâyet edeyim? Kendi oğlu Herakles'e de böyle davrandı. Hal­buki o ne evlâttı!
İsteklerini ve korkularını ortadan kaldır. Artık se­nin için hiçbir zâlim kalmaz.
Diogenes pek haklı olarak: «Bir insanın hürri­yetini korumasının tek çaresi, hiç üzülmeden ölmeğe hazır ol­maktır.» demiştir.
Diogenes İran padişahına yazmıştı: «Balıkları esir etmek kabil olmadığı gibi, senin de Atinalıları esir etmen elinde değildir. Bir balık bir Atinalının esaret altında yaşayaca­ğı zamandan çok, su dışında yaşıyabilir.»*
*İsteyerek; cinayet, haksızlık, kuruntu, kaygı, sıkıntı içinde haris, her zaman mahrum ve korkularına esir olarak kim yaşamak ister? Hiç kimse. Şu halde bütün istemediklerini yapan kötü bir adam mevcut olmadığı gibi hür olan kötü bir adam da yoktur.
Kendisinin hür ve bağımsız olduğunu sanan büyük: bir adam bana: «Ne? Çelimsiz filozof, bütün dedeleri hür olan bana esir demeğe cesaret mi ediyorsun? Senatör, önceleri konsül ve şimdi de hükümdarın gözdesi olan bana? *
Büyük senatör bana dedelerinizin sizin gibi aynı esaret içinde yaşamadığım ispat ediniz. Dilerim ki onlar yüce gönüllü olmuş olsunlar. Hâlbuki siz, alçak, çıkarına düşkün ve utanılacak haldesiniz, onlar belki kanaatkâr idiler, siz ise delice zevk içinde yaşıyorsunuz. Bununla hürriyetin ne ilgisi var?
 Fakat ben ne istersem yaparım ve her şeyin hâkimi olan ve aynı zamanda benim efendim olan imparatordan başka kimse buna engel olamaz.
Büyük konsül ağzınızdan sizi zorlayarak bir efendiniz olduğu itirafını elde etmiş bulunuyoruz. Onun bütün dünyaya hâkim olması, size büyük bir âlemde ve milyonlarca başka esir arasında esir bulunmak gibi acı bir teselliden başka bir şey bırakmıyor..*
Elimizde olmayanlar; eşya, mal, şöhret, mevki bir ke­lime ile hareketlerimiz arasında olmayan şeylerdir.
Elimizde olanlar tabiatları dolayısıyla hürdürler. Hiç­bir şey onları durduramadığı gibi onlara engel de olamaz. Eli­mizde olmayanlar ise güçsüz, esir, boyunduruk altında, binlerce engel ve terslik içinde olup bütün bütün bize aykırıdırlar.
Bu kadar büyük nimetler dileyince unutma ki onları elde etmek için şöyle böyle çalışmak yetmeyecek ve varlığından başka şeylerin bir parçasından tamamıyla vazgeçmen, bir par­çasını başka bir zamana bırakman lâzım gelecektir. Zira bu gerçek nimetlerle birlikte para, yer ve unvan da istersen, bu son istediklerini belki elde edemezsin. Fakat buna karşılık Hür­riyetini, saadetini sağlayacak nimetlerden kesin olarak yoksun kalırsın.
* İnsanlar kendilerine ya çok pahalı veya çok ucuz kıymet biçerler. Herkes kendine ne kıymet biçerse pahası odur. Bunun için istersen kendine, hür, istersen esir olarak kıymet biç Bu, senin elindedir.
Gömleğinin bir teli nasıl bütün öteki tellere benziyorsa öylece sen de bayağı insanlara benzemek istiyorsun! Ben, sadece parlak olduğundan değil, fakat nerede kullanılır­sa kullanılsın, orasını güzelleştirdiği için beğenilen al renkte bir kuşak olmak isterim. Niçin bana başkaları gibi olmamı tav­siye ediyorsun? O zaman sadece iplik olacağım, kadife olmayacağım. *
*İnsanlar ne yaparlar? Korktukları şeyden titreyerek yerlerinde dururlar ve çektikleri ıstıraptan inleyip şikâ­yet ederler. Bu zayıflıktan ne çıkar, ne elde edilir?
Şikâyet ve küfür.*
*Epikuros çocuk beslememek ve yetiştirmemek fikri­ni savunur. Çünkü şehvete bağladığı en büyük hayra bundan daha zararlı bir şey yoktur. Zavallı Epikuros'um; yavrularını as­la bırakmayan en vahşi hayvanlardan daha aşağı mı düşmemizi istiyorsun? Babaların çocuklarına olan şefkati o kadar tabiidir ki annen ile baban bir kâhinden bu kadar münasebetsiz bir fikri ileri süreceğini haber alsalardı, senin doğmana meydan ver­mezlerdi.
* Bütün insanların benimsedikleri anlamlar vardır. Kavgalar, karışıklıklar, savaşlar nereden çıkıyor? Bu ortaklaşa anlamların özel olaylara tatbikinden. Adalet ve saffet şüphesiz her varlıktan üstündür. Fakat falan iş doğru ve temiz midir? İşte üzerindeki çekişmelerde insanların birbirini boğazladıkları nokta. Bu bilgisizliği atalım ve bu anlamları her özel hale tatbik etmesini öğrenelim. Artık çekişme, savaş kalmaz ve Akhilleus ile Agamemnon anlaşırlar.*
 *Hayatta çabucak telâşa düşmemeli. Olup biteni öğrenmek için bir adam yollarız. Fakat casusumuzu iyi seçmemişizdir. Zira duyduğu en ufak bir gürültü ile gölgesinden kor­karak dehşet için yanımıza gelir: «İşte ölüm, sürgün, iftira, fa­kirlik geliyor!» der.*
 *Dostum durumu iyice öğrenebilmek kaygısıyla yolladığımız adamı bu kadar fena seçtiğimiz için aptalız. Bu işleri senden çok önce araştırmış olan Diogenes bize t aşka türlü yol gösterir. O bize der ki: utandırıcı olmayınca ölüm korkunç, fena bir şey değildir. İftira ise bazı sersemlerin gürültü­sünden ibarettir. Fakat Diogenes çalışma, ıstırap ve fakirlik hakkında ne söylemiştir?
 O, çıplaklığın bütün atlas esvaplardan daha iyi olduğunu söyledi. Bir kelime ile «Hiçbir düş­manım yoktur, her şey yolunda. İşte bana bakın. Beni döğdüler mi? Yaralandım mı? Korkudan kaçtım mı?» İşte bu meseleleri araştırmaya gönderilecek adam! Bu cinsten insanlar hep bize kendimizden başka korkulacak bir şey olmadığını söyleyeceklerdir.*
*Hatırla ki bütün facialara konu hazırlayan zengin­ler, müstebitler ve krallardır: Tiyatro sahnelerinde fakirler gö­rünmez yahut görünürlerse şarkı söyleyenlerle dans edenlerin arasında bulunurlar. Piyesin başlangıcında bahtiyar olan kral­lardır: Her şey onlara gülümser, onlara boyun eğilir, saygı ve itibar gösterilir, anıtlar yapılır, sarayları çelenklerle süslenir ve üçüncü yahut dördüncü perdenin sonunda krallar Odipus ile birlikte haykırırlar: Ey Kytheron, beni niye bu hale getirdin?*
*İnançlarımızın ölçü ve kanunu hareketlerimizdir Euripides'ın Atreus'u nereden geliyor? İnançtan. Onun Medeia'sı, Hippolitos'u? İnançtan. Sophokles'in Oidipus'u İnançtan.*
*Paris'in Helene'yi kaçırması ve Helene'nin Paris'in arkasından gitmesi kendilerine güzel görünüyor, Menelaos'a da aldatan bir kadından vazgeçmek güzel ve kolay gelseydi ne olacaktı? İlias’ı ve Odysseia'yı kaybetmiş olacaktık. Ötesinin hiç kıymeti yoktur.*
*Ergeç bir gün öleceğiz. Ölüm bize ne ile oyalanırken baskın verecektir?
Çiftçi tarla işleriyle, bahçıvan bahçesiyle, tüccar ticaretiyle uğraşırken ölüm gelecektir.
O zaman sen han­gi işe dalmış bulunacaksın? Ben, bütün yüreğimle bu son anda ölümün beni irademi bilerken bulmasını dilerim. Ta ki üzülme­den, özürsüz, baskısız hür bir adam gibi bu son hareketi yeri­ne getireyim ve Allah’a şunları söyleyeyim:
«Emirlerinize isyan ettim mi? Bana verdiğiniz meziyetleri size bağlamadım mı? Siz­den hiç şikâyet ettim mi? İlâhî hikmetinizi hiç suçlandırdım mı?
Hasta idim, Çünkü siz böyle istemiştiniz, ben de öyle istedim. Fakirdim, Çünkü siz böyle istemiştiniz ve ben fakirliğimden memnundum. Sefalet içindeydim, Çünkü siz böyle istemiştiniz ve ben asla bu sefaletten kurtulmak istemedim. Benim halim­den hiç mahzun olduğumu gördünüz mü? Beni kırılmış, sızlanır gördünüz mü? Gene de hakkımda vereceğiniz hoşunuza gide­cek her hükmü kabule hazırım. Sizin tarafınızdan verilecek en küçük işaret benim için kesin bir emirdir. Bu muhteşem göste­riden çıkıp gitmemi mi istiyorsunuz? Çıkıyorum ve bütün eser­lerinizi göstermek ve kâinatı idare ettiğiniz harikulade düzeni gözlerimin önüne yaymak için beni buraya kabule tenezzülü­nüzden dolayı size bin kere şükrediyorum.»*
*Roma’ya gidiyorsun. Bu yolculuğu kendi vatanın­da elde ettiğin mevkiden daha büyüğünü ele geçirmek üzere yapıyorsun. Daha iyi duygulara ve daha iyi düşüncelere sahip olmak için ne vakit yola çıktın? Fena bir huyunu düzeltmek gayretiyle kimin reyine başvurdun? Ne vakit ve hangi yaşta inançlarını çözmeyi düşündün? Hayatının bütün yıllarını in­cele. Bugün yaptığını her zaman yapmış olduğunu anlayacaksın!.
Yolun rastgele bu şehre düştü. Bir kayıkçı ile pa­zarlık ederken içinden «Haydi gidelim, Epiktetos'u dinleyelim, bakalım neler söylüyor.» dersin. Gelirsin, beni görürsün. İşte o kadar. Bir insanla konuşmak ne demektir? Bir insanla ko­nuşmak ona düşünce ve inançlarını sormak ve ona kendi inanç­larımızı söylemek değil midir?
Benim kötü bir inancım var, onu benden sök çıkar.*
*Nasıl yanlış muhakeme etmeyelim. Çocukluğu­muzdan beri bize öğretilen bundan başka bir şey değildir. Bizi yürümeğe alıştıran dadımız, bir taşa çarparak ağlamağa başla­dığımız vakit, bizi azarlayacağı yerde taşı dövmeğe koyulur.
Hey Allah’ım!
Bu taşın kabahati nedir?
Çarpacağımızı keşfetmek ve yer değiştirmek taşın ödevi mi? Büyüyünce; hamamdan dönü­şümüzde yemeği hazır bulmazsak kızar, gürültü ederiz ve lala­mız bu taşkınlığı önleyeceği yerde, o da ayrıca bağırıp çağırma­ğa ve aşçıyı dövmeğe kalkar.
Dostum seni aşçının lalası diye mi, yoksa çocuğun lalası diye mi aldılar? O halde taşkınlık­ları önle ve talebenin sabırsızlığını yola koy! Yaşlanıp mevki sahibi olduğumuz vakit her gün gözlerimizin önünde aynı mi­saller vardır. İşte çocuk yaşayıp çocuk öldüğümüzün sırrı bura­dadır. Çocuk olmak nedir?
Musikide, edebiyatda bilmeyene ya­hut az bilene çocuk denildiği gibi, böylece hayatta da yaşa­masını bilmeyene veyahut doğru inançlara sahip olmayana ço­cuk denir.*
*Sokrates çocuklarını seviyordu. Fakat hür bir adam gibi, Allah’ı her şeyden fazla sevmek lazım geldiğini bilen bir adam gibi seviyordu. İşte bunun için ne hâkimler önünde kendi­ni savunurken, ne kendini ölüme mahkûm ederlerken, ne senatör olduğu vakit, ne savaşta iken iyi bir adama lâyık olmayan hare­keti yapmadı ve sözü söylemedi. Hâlbuki bize gelince bir oğul, bir ana, bir kardeş kısacası her şey bize bayağılık ve alçaklık, için fırsattır. Bununla beraber hiçbir kimse için üzülmemek ge­rekir. Aksine her varlığı ve bizi bahtiyar olmak için yaratmış olan Allah’ı saadetimize yararlı olmak üzere inanmalıyız.*
*Ölüm kelimesini sanki uğursuz bir kelime imiş gibi kullanmak istemiyorsun. Sadece tabiatın bir işini belirten şey­lerde uğursuz bir yön yoktur. Fakat tembellik, utanç, alçaklık, küstahlık ve bütün öbür kötü huylar işte uğursuz olan bunlardır ve nihayet olayı önledikten sonra kelimeyi kullanmaktan kork­mamalıdır.
Hayrı seven insan, gerçek uslu; kendisinin nereden geldiğini, kendisini kimin yarattığını hatırlayarak her zaman durumunu korur ve Allaha şöylece seslenerek, sadece teslimiye­tini göstermeğe çalışır. «Burada kalmamı mı istiyorsunuz? Ka­lıyorum. Buradan çıkıp gitmemi mi istiyorsunuz? Çıkıp gidi­yorum. Zira burada yalnız sizin için bulunduğum gibi; yine sa­dece sizin için buradan çıkıp gidiyorum. Ve her zaman gözü­mün önünde emirleriniz ve yasaklarınız vardır.»*
Hayatında olup biten şeylerin, dilediğin şekilde ol­masını isteme: Nasıl oluyorlarsa, öyle olmalarını iste. Böylece her zaman mutlu olursun.
Ölüm, sürgün ve bunlara benzeyen korkunç gö­rünen şeyler, hususuyla ölüm her vakit gözünün önünde olsun. O zaman asla bayağı kaygılara düşmezsin ve hiçbir şeyi coşkun­lukla istemezsin.
Unutma ki arzularının amacı istediklerini elde et­mektir. Ve korkularının sonu da korktuklarını önlemektir. İste­diğini ele geçiremeyen zavallıdır. Korktuğu çukura düşen de al­çaktır. Gerçek yararına uygun olmayan şeye karşı yalnız tik­sinmen varsa ve o şey senin elinde ise korktuğun çukura hiç düş­mezsin. Fakat ölümden, hastalıktan, fakirlikten korkarsan sefil olursun. O halde korkularının yerini değiştir ve elimizde olmayan şeyleri elimizde olan şeylere kaydır. İsteklerine gelince onları şimdilik tamamıyla ortadan kaldır. Zira elinde olmayan şeylerden birini istersen zarurî olarak bedbaht olursun. Elimiz­de olan şeylere gelince henüz bunların arasında hangilerinin istenmeğe yaraşır olduğunu bilecek halde değilsin. Bu hale gel­mek için uzaklaşman veyahut araman lâzım gelen şeyleri ara­makla veya onlardan uzaklaşmakla yetin. Fakat bu hareketlerin her vakit ihtiyatlı olmalı ve acele ile yapılmamalıdır.
Eğer çocuklarının, karının, dostlarının ebediyen ya­şamasını istiyorsan, sen delisin. Zira elinde olmayan şeylerin sa­na bağlı olmasını ve başkasına bağlı bulunan şeylerin sana bağlı bulunmasını istiyorsun. Nitekim esirinin hiç kusur etmemesini diliyorsan; yine delisin. Zira kötülüğün kötülükten başka bir şey olmasını istiyorsun. Arzularından mahrum olmamak niyetinde misin? Bu mümkündür: ancak senin elinde olanları iste!
*Ne nankör ve ne akılsızsın! Yalnız kendine bağlı ola­bilirken seni gerçek saadetinden uzaklaştıran, sana yabancı, bir milyon şeyin boyunduruğuna girmek istiyorsun! *
*Denize açılmak niyetinde isek açılmak için, iyi bir rüzgâr isteriz. Bu rüzgârı üzüntü içinde beklerken ekseriya ha­vanın nasıl olduğunu soruştururuz. «Ah, gene kuzey rüzgârı! İşimize hiç yaramayan bu kuzey rüzgârını ne yapmalı? Ne va­kit batı rüzgârı esecek?» Dostum bati rüzgârı ne vakit isterse o vakit esecek, daha doğrusu ona hüküm yürüten ne vakit is­terse! Sen yani bir Aiolos gibi rüzgârları düzenleyen kuvvet misin. Biz ancak elimizde olana hâkimiz ve bütün başka şeyle­ri karşımıza çıktıkları gibi almağa mecburuz.
Lateranus'un cesaretini hatırla. Nero, serbest bırak­tığı kölesini, Epaphroditos'u göndererek onu katıldığı bir sui­kast içinde sorguya çekmek istemişti. Lateranus ona dedi ki :
«Söylenecek sözüm varsa onu senin efendine söylerim.»
“Zindana gideceksin!”
“Zindana gideceksem göz yaşıyla mi gitmeliyim?”
“Sürgüne gideceksin!”
“Sürgüne neşe ile, ümitle ve kendimden memnun olarak gitmekten beni alıkoyan ne olabilir?”
“Ölüme mahkûm olacaksın!”
“Homurdanarak, inleyerek mi ölmeliyim?”
“Sırrını bana söyle!”
“Onu sana söyleyemem. Zira bu bana ait bir şeydir.”
“Zincire vurun!”
“Dostum ne diyorsun? Zincire vurmakla mı beni tehdid ediyorsun? Bunu yapamazsın! Yalnız bacaklarımı zincire vura­bilirsin. İrademe gelince, o her vakit hür kalacaktır. Jüpiter bi­le onun hürriyetine engel olamaz.”
“Hemen şimdi boynumu vurduracağım!”
“Ben ne vakit boynumun vurulmamak imtiyazı olduğunu söyledim?”
Olaylar bu cesur sözlere uygun çıktı. Lateranus ceza mey­danına götürüldü. Cellâdın ilk vuruşu başını koparacak kadar kuvvetli olmadığından, bir an için kafasını geri çekti, sonra daha çok metanet ve cesaretle gene ileriye uzattı.*
*Dostum sen bir kadın mı yahut bir erkek misin? Eğer bir erkeksen bir erkek gibi süslen, bir maskara veya sapıtmış bir adam gibi ortaca çıkma. Sokrates Alkibiades'e daha güzel görünmesini tavsiye ettiği vakit, ne demek istiyordu? Ondan bedenin güzelliğini öne almadan, ruhun güzelliğini sağlamağa çalışmasını istiyordu. O halde pis ve iğrenç mi olmalıyım? Ha­yır! Ama temizliğinin erkekçe ve erkeğe yaraşır olması ge­rektiğini bilmelisin.*
*Bir çocuk; ağzı dar, içinde fındık incir bulunan bir kaba elini sokar, avucunu alabildiği kadar doldurur ve bu kadar, şişince, elini dışarıya çıkaramayarak ağlamağa baş­lar. Yavrum onun yansını bırak. Elini yine oldukça dolu dışarı­ya çıkarabilirsin...   Sen işte bu çocuksun.   Çok istiyorsun ve hepsini elde edemiyorsun. Daha az iste, o zaman istediğin senin olur.*
*Bu madalyayı kim verdi? Trianus mu? Onu alır ve saklarım. Nero mu? O Madalyayı atar ve ondan iğrenirim. Bütün iyi işler ve kötü şeyler için böyle hareket et! Şu adam nasıldı? O tatlı, cana yakın, iyiliksever, sabırlı dost bir adamdır. Onu be­nimser, onu hemşerim, dostum, yoldaşım, misafirim sayarım. Ya şu adam nasıldır? Bu adamın Nero'ya benzeyen tarafları vardır. Atılgan, hain, azgın; utanma bilmeyen bir adamdır. Onu iterim. Onun bana niye bir insan olduğunu söyledin? Atılgan, kinci, öfkeli bir insan; bal mumundan bir elma olamayacağı gibi o da bir insan değildir. Onda insanın yalnız sureti ve rengi var­dır.
Güzel sözler yazarız. Fakat bu sözler bize işlemiş midir ve onları tatbik ediyor muyuz? Lakedaimon'lulara söyle­nilen şey yani kendi yurtlarında aslan, Ephessos'ta ise maymun olduklarını söyleyen atalar sözü, biz filozofların «münevverle­rin, aydınların» çoğumuza uygun düşmez mi? Özel sohbetleri­mizde aslan ve halk arasında ise maymunuz.
Bir şeye bütün varlığını verenin başarılı olması ve kendini vermeyenden çok ilerlemiş olması tabiidir ve doğrudur.
Falan bütün ömrünce para kazanmağa ve mevki edinmeğe ça­lışır: yataktan kalkar kalkmaz hükümdarın bir uşağına veya sevdiği bir kapatmasına nasıl yaranacağını düşünür.   Onların önünde yerlere yatar, dalkavukluk eder, onlara hediyeler verir. Allah’a ibadet ederken ve kurbanlar adarken, yalnız bu uşak­lara yaranabilmeyi diler. Her akşam vicdan hesaplaşmasını ya­par: «Acaba ne kusur işledim? Ne yaptım? Yapmam gereken şeylerden hangisini unuttum? Acaba efendimin hoşuna gidecek olan şu dalkavukluğu yapmakta kusur mu ettim? Acaba onun hoşuna gitmeyecek her hangi hakikati dikkatsizlikle ağzımdan kaçırdım mı? Onun kusurlarını, yaptığı falan haksızlığı ve falan kötü hareketi alkışlamayı unuttum mu?» Eğer ahlâklı ve hür bir adama yaraşır bir söz ağzından kaçarsa kendi kendini hırpa­lar, bunun azabını çeker ve kendisini mahvolmuş sayar.   İşte böylece çıkarına çalışır ve servet toplamağa uğraşır. Sen ise hiç kimseye sırnaşmazsın hiç kimseye dalkavukluk yapmazsın, ru­hunu yükseltmeğe, doğru inançlar elde etmeğe çalışırsın. Senin vicdan muhaseben onunkinden büsbütün başkadır. Kendi kendi­ne sorarsın: «Saadetin ele geçmesine yardım eden ve Allah’ın hoşuna giden şeylerden hiçbirini ihmal ettim mi?   Dostluğa, cemiyete; adalete karşı bir suç işledim mi? Ahlâklı bir adamın yapması gereken şeylerden birini unuttum mu?» Bu kadar ay­kırı arzularla, bu kadar zıt duygularla ve bu kadar değişik iş­lerle şu adamın servetine denk bir refaha erişmemiş olmaktan niye üzülüyorsun? Ona aç gözlerle bakman neden ileri geliyor? Her halde o seni kıskanmaz. Bunun sebebi bahsi geçen adamın cehalete batmış, gerçek nimetlerden faydalandığına kuvvetle inanmış olmasında ve senin ise bütün saadetin senin tarafında olduğunu görecek ve duyacak kadar aydın ve prensiplerinde sağ­lam olmadığındadır.*
Kadınlar genç iken kocaları tarafından metres sayılırlar. Bu kadınlar kocalarının; yalnız sağladıkları zevk için kendilerine değer verdiklerine bakarak, sadece hoşa gitmek için süslenmeyi düşünürler ve bütün ümitlerini, güvenlerini süse bağlarlar. Bu yüzden onlara yalnız taşıdıkları kültür, namus, al­çak gönüllülük nispetinde saygı göreceklerini anlatmağa çalış­mak kadar hiçbir şey faydalı değildir.
*Zina halinde yakalanmış olan bir sefih, Diogenes'e «Kadınlar orta malıdır. Bu tabiatın kanunudur diyordu. «Sof­raya konan etler de önce ortaklaşadır. Fakat tabaklara dağıtıl­dıktan sonra komşunun hissesine düşeni tabağından almağa kalkarsan bütün temizliğini, utanmanı kaybetmiş olursun.
Ti­yatro da bütün vatandaşlar için ortaklaşadır. Fakat yerler tutul­duktan sonra o tomak için komşunu ne yerinden kaldırmağa teşebbüs eder, ne de kaldırabilirsin. Kadınlar da böyledir. Fa­kat kanunu yapan onları dağıttıktan ve her biri kocaya gittik­ten sonra, kendi karını bırakıp komşunun karısını almağa kalk­man meşru mudur? Eğer bunu yaparsan sen bir adam değil bir maymunsun yahut bir canavarsın!*
*Bana kendisini vermeğe hazır güzel bir kadına, mukavemet edersem kendime şunları söylerim: «Epiktetos çok iyi davrandım Bu en ince safsatayı yere vurmaktan: daha mükemmel bir şeydir. Onun açık kapılarına karşı kendi­mi savunduktan sonra okşamalarını itersem, en çapraşık is­tidlalleri yere vurmaktan daha çok öğünme duyarım.. Ama bu kadar zorlayıcı bir büyüye nasıl dayanmalı? Bunun için ken­dime hoş görünmeyi ve Allah’ın gözünde güzel olmayı istemem, lâzımdır. Daha doğrusu bedenin ve ruhun temizliğini istemem, gerekir.*

Hatırla ki, uzun veya kısa bir piyeste rejisörün, sana verdiği rolü oynayacak bir aktörsün. Eğer senin bir dilenci rolü oynamanı uygun görmüşse, elinden geldiği kadar iyi oy­naman lâzımdır. Eğer bir topalın yahut bir prensin veyahut ayaktakımından birinin rolünü oynamanı uygun görürse,  yine başka türlü hareket edecek değilsin. Zira verilen rolü iyi oyna­mak sana düşer. Lâkin bu rolü seçmek başkasının elindedir.
Hastalık beden için bir engeldir. Fakat irade zayıf olmadıkça irade için engel değildir. «Ben topalım!» Bu, beden için bir zayıflıktır. Fakat iradem için asla zaaf değildir. Başına gelecek her kaza için aynı şeyi düşün. O zaman bunların başka bir şeye engel olduklarını fakat sana asla engel olmadıklarını anlayacaksın.
Karga uğursuz sesi ile öttüğü vakit, hayalin sar­sılmasın. Hemen kendine gel ve de ki : «Bu uğursuz sesin haber verdiği felâketlerin hiçbir kıymeti olamaz. Çünkü bu felâketler ya benim zayıf vücudumu, ya küçücük servetimi, ya zavallı şöhretimi yahut çocuklarımı veya karımı ilgilendirir. Bana gelince, benim için saadet müjdecisi olmayan hiçbir şey yoktur. Zira ne olursa olsun ondan saadet çıkarabilmek benim elimdedir.»
Tabiatın gayesini üzerinde iyice anlaştığımız ko­nulardan çıkarabiliriz. Meselâ komşunun kölesi bir bardak veya başka bir şey kırmış olsa onu yatıştırmak için bunun bayağı bir kaza olduğunu söylersin. O halde senin bardağını kırdıkları vakit de komşunun bardağı kırıldığı zamanki kadar sakin ol­malısın. Bu prensibi en önemli meselelere tatbik et.. Başkasının oğlu veya karısı öldüğü vakit hiçbir insan yoktur ki bunun in­sanlığın kaderi olduğunu söylemesin. Fakat bu sözü söyleyen adamın oğlu veya karısı ölünce yalnız hıçkırık, haykırış ve in­leme duyulur: «Ne kadar talihsizim! Mahvoldum!» Böyle haller­de aynı kazaların başkalarının başına geldiği vakit duydukları­mızı hatırlamalıyız.
*Ruhun büyüklüğü enginliğiyle değil, inançlardaki kesinlik ve gerçeklikle ölçülür.*
*Ben niye böyle bir ana ile böyle bir babadan doğdum? Ey benim zavallı dostum, doğmadan evvel «Ben filan­canın filânca ile evlenmesini ve benim onlardan doğmamı isti­yorum» demek elinde mi idi. Eğer doğuşun uğursuz oldu ise bu­nu fazilet ile düzeltmek senin elinde değil midir?*
* Yüksek bir makamda bulunuyorsun. İşte hemen soy­daşının müstebidi ve zâlimi oluverdin. Artık kim olduğunu ve kimlere hükmettiğini hatırlamayacak mısın? Akrabana ve kar­deşlerine hükmediyorsun. «İyi ama ben yerimi satın aldım. Be­nim imtiyazlarım ve haklarım var!» Ey zavallı, senin bütün kay­gıların balçık ve çamurdur; yalnız geçicilerin kanunu olan beşe­ri kanunları düşünüyorsun ve gözlerini ilâhî kanunlara açmı­yorsun.*
*Esirini serbest bıraktın. Fakat seni hür yapan kimdir? Sen hür müsün? Paranın, bir kadının, bir kızın, bir müstebidin yahut müstebidin en âdi uşağının esir değil misin?*
Güvenlik ile ihtiyat birbirleriyle barıştırılamaz diyor­sun. Bu bir yanlıştır ve sen onları birleştirebilirsin. İhtiyatı yal­nız senin elinde olan şeylere ve güveni de elinde olmayan şeyle­re tatbik et. Böylece hem ihtiyatlı hem de emin olursun. Zira gerçek kötülükleri (felâketleri) ihtiyatla uzaklaştırarak, tehdidi altında bulunduğun sahte felâketlere cesaretle karşı koyacaksın.
İnsanların felâketi daima ihtiyatlarını, güvenlerini kötü ve yanlış kullanmaktan gelir. Hepsi, üzerlerine saldıran kuştan kurtulmak ve gizlenmenin çaresini bulmak için kendi­lerinin yakalanmalarına tuzak olan ağın içine düşen geyikler gibidirler.*
*Güzel konuşmalar yazıyorum ve mükemmel kitaplar telif ediyorum. Dostum daha iyisini istersen bana ihtirasla­rına hâkim olduğunu, isteklerini düzene soktuğunu ve inançların da gerçeğin yolundan gittiğini göster. Ne zindandan, ne sür gul­den, ne ıstıraptan, ne fakirlikten, ne de ölümden korkmadığına beni inandır. Bunlar olmayınca ne kadar güzel kitaplar meyda­na getirirsen getir, şuna inan ki sen henüz bir toysun.
Diogenes bir gün tavsiye mektubu isteyen birine, şu cevabı verdi : «Dostum, kendisine mektup yazmamı istediğin kişi, ben söylemeden önce senin bir adam olduğunu görecektir. Eğer ayırd etmeyi bilirse senin iyi veya fena olduğunu da göre­cektir. Eğer ayırt edemiyorsa yüz mektup da yazsam seni daha iyi tanıyıp bilemeyecektir. Senin için yapılacak şey halis altın ile karışık altını anlayabilecek bir adama kendi kendini bildiren sâf bir atın gibi olmaktır.»*
*Appollon, Laios'un, kendi kâhinliğine boyun eğmiyeceğini biliyordu. Bu hal, Laios'a başında dolaşan tehlikeleri söylemesine engel olmadı. Allah’ın iyiliği insanları uyandırmak­tan bıkmaz. Gerçek kaynağı biteviye akar, ama insanlar daima imansız, itaatsiz ve âsidirler.*
*Küçük ve büyük esirler vardır.
Küçükler küçük şeyler için, bir yemek, bir ev, ufak tefek yardımlar için esir olanlardır.
Büyükler ise konsüllük, valilik gibi şeyler için esir olanlardır. Vilâyet makamının sembolü olan baltaların ve okla­rın kimin önünde taşındığını görüyorsun, o vali öbür esirler­den daha esirdir.
Bir insanın hür olup olmadığını anlamak için mev­kiine bakma. İş tersinedir. Makam yükseldikçe, o makamın sa­hibi daha çok esirdir.
 Fakat bunların arasında istediklerini yapanları görüyorum diyeceksin. Kabul. Önce sana haber ve­reyim ki o, bayramda efendisinin yokluğundan faydalanan bir esirdir. Bayram bitip de efendisinin geri dönmesini bekle, gö­receksin.
Onun efendisi kinidir?
Ondan istediğini elin­den alabilen veyahut istediğini kendisine hediye edebilendir.
Bir hükümdara sırf şahsına olan sevgiden dolayı milletinin bağlanması için, o hükümdarın olağanüstü meziyetle­ri olması lâzım gelir.*
Bir ziyafette, bir toplantıda veyahut bir ziyarette birisi sana üstün tutulsa, eğer bu bir mutluluk ise soydaşına nasip olan bu halden sevinmelisin. Yok, bunlar sevinilecek şeyler değilse, kurtulduğun için üzülme. Fakat hatırla ki elimizde olmayan şeyleri elde etmek için biz hiçbir şey yapmazken ve baş­kaları birçok girişmeler yaparken, senin de onlar kadar hisse alman veyahut eşit karşılanma görmen olamaz. Zira büyük bir kişinin kapısına hiç uğramayan kimse, nasıl olur da, oraya her gün giden kadar veyahut sokağa çıktığı vakit yanında bulunmayan, bulunan kadar, dalkavukluk etmeyen,   övmeyen biteviye dalkavukluk edip, öven kadar iyi muamele görür? Bu lü­tufları satın almak için verilen şeyleri vermeden, onları bedava elde etmeğe kalkarsan, sen haksız ve aç gözlü bir adam­sın demektir.
Çarşıda marulları kaça satarlar?
Bir akçeye. Eğer komşun bir akçe vererek marulunu alıp götürürse ve sen bir ak­çe vermediğin için çarşıdan marulsuz dönersen, komşundan da­ha aza sahip olduğunu zannetme. Zira onun marulu varsa, se­nin de sarf etmediğinden cebinde kalan paran vardır. İş bu­rada da böyledir. Bir ziyafete davetli değildin. Çünkü ziyafet sa­hibine bu ziyafeti sattığı bahayı ödemedin. Bu baha ya bir öv­me, ya bir ziyaret, ya bir dalkavukluk, yahut bağlılık ve teslim olmadır. İş eğer hoşuna gidiyorsa o halde bahasını öde!  Lâkin bahasını vermeden o nesneye sahip olmak istersen haksız ve açgözlüsün demektir. Gitmediğin ziyafetin yerine koyacağın hiç­bir şeyin yok mu? Şüphesiz o ziyafetten daha güzel bir şeyin vardır: O da methetmek istemediğini methetmiş olmaman ve zi­yafet sahibinin kapısında gururuna ve küstahlığına katlanmış olmamandır.
Olabildiği kadar sus yahut elzem sözleri söyle ve az kelimeyle söyle. Ara sıra konuşman lâzım gelir. Bu durumda asla bayağı konulardan söz açma. Gladiator dövüşlerinden, at koşularından, atletlerden bahse kalkma ve yemekten, içmekte» de söz açma. Hususuyla yerme, övme ve karşılaştırma için tanı­dığın insanları ele alma.
Becerebilirsen dostlarının konuşmalarını sözleri ile düzelt ve ahlâka uygun konulara çevir. Eğer yabancılar ara­sında isen hiç ağzını açma.
 Uzun zaman, sık sık ve kahkahalarla gülme.
Mecbur olmazsan hiçbir zaman, hiçbir şey için yemin etme. Mecbur olursan olabildiği kadar az yemin et.
Bazı kimselerin hikâyelerini dinleme ve eserlerini dinlemeğe de gitme. Hiç olmazsa mecbur olmayınca gitme. Lâkin zorlanırsan, ağırbaşlılığını, vakarını, hiçbir sıkıntı aksettirmeyen huzurunu korumağa çalış.
Düpedüz konuşmalarda damdan düşer gibi ve uzun uzadıya; katıldığın savaşlardan ve karşılaştığın tehlikelerden bahsetme. Sen bunları anlatmakla çok zevk duyuyorsan, başka­ları dinlemekten pek o kadar zevk, duymazlar.
Tuhaflık yapmamağa çok dikkat et. Bu yolla filo­zof olmayanların kılığına girilmiş olur ve aynı zamanda başka­larının senin hakkında saygı ve itibarı azalır.
 Edebe aykırı lâkırdılara kendini bırakıp koyuvermek: çok tehlikelidir. Böyle konuşmalara şahit olursan, fırsat düşün­ce konuşanı azarlamaktan çekinme. Olmazsa sus ve yüzünün kızarmasıyla bakışlarının ciddiyetiyle bu lâkırdıların hoşuna git­mediğini belli et.
Kendine asla filozof deme. Cahillerin önünde gü­zel vecizeleri sayıp dökme. En iyisi bu vecizelerin emrettikleri şeyleri yap. Meselâ bir ziyafette nasıl yemek yendiğini anlatma. Fakat nasıl yenmesi lazımsa öyle ye. Ve hatırla ki, her şeyde ve her yerde Sokrates böylece her gösterişten kaçınmıştır. Bazı gençler ondan kendilerini başka filozoflara tanıtmasını rica ederlerdi. Ve o kendisine önem verilmemesine, şikâyetsiz katlanarak onların isteklerini yerine getirirdi.
 Kültürsüzlerin önünde derin ve önemli meseleler açılırsa sus. Zira henüz sindirmediğini çıkartmada büyük tehli­ke vardır. Bir gün bir kimse çıkar da senin hiçbir şey bilmedi­ğini ileri sürerse ve sen bu iddia karşısında öfkelenmezsen o za­man filozof olmağa başladığını anla. Zira koyunlar ne kadar yem yemiş olduklarını çobanlarına gidip göstermezler, fakat yedik­leri yemi iyice hazmettikten sonra süt ve yün yaparlar. Sen de cahillere güzel vecizeler sayıp dökme, iyice hazmetmişsen bun­ları hareketlerinle göster.
* Bir gün Florus. Agrippinus'a soruyordu: Nero ile ti­yatroya gideyim ve onunla dans edeyim mi? Agrippinus ona: Git! dedi. Florus: Sen niye gitmiyorsun? deyince Agrippinus : Bunu henüz düşünmedim! diye cevap verdi.
Şu büyük vecize Priseus Helvidius'un yüreğine iyice işlemişti ve onu asaletle tatbik ediyordu. Vespasianus bir gün ona Senatoya gelmemesi için haber yolladı. Helvidius ona :
Beni vazifemden atmak elindedir. Fakat senatör oldukça Senatoya gideceğim!» diye cevap verdi Hükümdar ona:
Eğer gelirseniz sadece susmak için geliniz! dedi. Helvidius :
«Düşüncemi sormayınız, susarım!» diye cevap verdi. Hükümdar :
Eğer siz orada hazır bulunursanız fikrinizi almak zorun­dayım! dedi.
Helvidius :
Ben de doğru bulduğumu söylemek zorundayım! diye cevap verdi.
Eğer fikrinizi söylerseniz sizi idam ettiririm.
Helvidius buna da :
Size ölmez olduğumu ne vakit söyledim? İkimiz de eli­mizde olan şeyi yapacağız. Sen beni öldüreceksin ve ben hiç şikayetsiz ölüme katlanacağım!
İmparatora karşı yalnız olduğu için bu hareketi ile Helvi­dius ne kazanmış oldu? Fakat ben de sana soranın. Bir manto üzerindeki şeref alâmeti olan erguvan rengi yalnız olmakla ne kazanmış olur? Onu süsler, güzelleştirir ve öyle bir mantoya sahip olmak arzusunu verir.*
*Bir güzel söz söyleme sanatı varsa, bir de güzel anlama ve dinleme sanatı vardır.*       
*Güzel yazmak veya güzel söylemek iktidarını kü­çük görmüyorum. Ama bazı insanların bu meziyetlere en büyük yeri vermelerini istemiyorum. Çünkü bunlardan daha köklü bir şey vardır.
Hain ve kötü bir kimseye istemediğini yaptığını ve istediğini yapmadığını ispat edersen onu yola getirmiş olur­sun. Ama bunu ispat edemezsen, ondan şikâyet etme. Kendin­den şikâyet et.*
*Ne fakirlikten, ne sürgünden, ne zindandan ne de ölümden korkmamalıdır. Fakat korkudan korkmalıdır.*
*Deniz yolculuğuna çıktığım ve yalnız gökle denizi gördüğüm vakit, etrafı saran bu geniş su alanı beni korkutur. Sanki bir kaza olursa bütün bu suyu yutacağımı sanırım. Üç kulaç suyun beni boğmaya yettiğini düşünmem. Yine böyle bir yer sarsıntısında bütün şehrin başıma yıkılacağını sanırım ve tek bir kiremitin kafatasımı parçalamağa yeteceğini ak­lıma getirmem. Yanlış düşüncenin talihsiz kölesi!*
*Hiçbir şeyden korkma; hiçbir şey isteme. O za­man bir atın bir ata, bir arının bir arıya karşı korkunç ve ezici bir silâhı olmadığı gibi, hiç kimsenin de sana karşı korkunç ve ezici bir silâhı olamaz. İsteklerinin ve korkularının seni esir etmek için efendilerinin tıpkı bir kalede olduğu gibi senin gönlünde besledikleri silâhlı bir ordu olduğunun farkında de­ğil misin? Bu askeri kov! Kalene hükmet, hemen hür olacak­sın!*
*İhtiyatlı yolcular geçecekleri yolun hırsızlarla, yol kesenlerle dolu olduğunu haber alırlarsa ne yaparlar? Yol­larına yalnız olarak devam etmemeğe; fakat bir sefirin, bir questor'un yahut bir proconsül'ün kafilesi arkasından gidebilmek için beklemeyi tercih ederler. Ve bu tedbirle yolculuklarını ra­hatça geçirirler. Hâkim de bu dünyada böylece hareket eder. Her yer haydutlukla, zulümle, sefaletle, felâketle doludur. Bu geçitten mahvolmadan nasıl yalnız başına geçip gidebilir? İyi ama kimi bekleyecek? Bir Praetor (muhafız) mu?
Onlar en korkulacak düş­manlardandır. Bunun için emin, sâdık, baskına uğramayacak bir yoldaşı bekler. Bu yoldaş ise Allah’tır. Bunun için Allaha soku­lur, onunla yürür ve bu hayatın bütün sarp kayalıklarından ra­hatça geçip gider.*

Bütün bu prensiplerin tatbikinde sebat et. Ve alçaklığa razı olmadan aşamayacağın kanunlara itaat ettiğin gibi bunlara da itaat et. Hakkında söylenecek şeylere önem ver­me. Çünkü bunlar senin elinde olan şeylerden değildir.
*Nöbetçiler yanlarına sokulanlara parolayı sorar­lar. Sen de öyle yap. Muhayyilene gelen her şeye parolayı sor. Asla baskına uğramazsın.*
*Bir kimse Epiktetos'a dedi ki: Hiçbirini atlamadan Allah’ın bütün hareketlerimi görmüş olduğuna beni nasıl inan­dırabilirler? Epiktetos ona şu cevabı verdi: Bütün dünyadaki eşya ve olayların aralarında bağları olduğuna inanmıyor mu­sun?
 Evet
Dünyada olup bitenlerin gök kuvvetleri tarafın­dan idare edildiğine emin değil misin?
Evet
Nitekim her şeyin zamanında olup bittiğini ve her mevsimin zamanında başladığını görüyorsun. Güneşin yakınlaşması veya uzaklaşma­sı ile ayın dolgunlaşması veya hilâle dönmesiyle bütün tabiatın yüzü değişiyor. Bundan sonra, yeryüzündeki her şeyin vücutla­rımızın «bütün» ile o kadar birleşik olduğunu gördükten son­ra, bu kâinattan daha ilâhî olan ruhumuzun ondan ayrı oldu­ğunu ve Onu yaratan Allah’ın ayrı ve bağımsız olabileceğini na­sıl kabul edebilirsin?
Fakat o, birbirinden çok değişik, uzak olan şeyleri nasıl görebilir?
Zavallı kör! Senin o kadar sınır­lı olan aklın ne kadar çok birbirinden başka işler yapıyor; ilâhî ve insanî olayları kavrıyor, muhakeme ediyor, taksim ediyor, hükmediyor, razı oluyor ve inkâr ediyor. Onda ne kadar çok birbirine benzemeyen hayaller ve hattâ birbirine zıt düşünceler vardır? Güneş aynı zamanda dünyanın en büyük parçasını ay­dınlatıyor. Yalnız arzın gölgesinin düştüğü yerler onun ışık­larından mahrum kalıyor. Güneşi yaratan ne kadar büyük olur­sa olsun ki bu sonsuz kâinatın bir noktasıdır. Bu dünyayı baştanbaşa aydınlatamaz mı?
 Ama benim zekâm muhakemelelerini yalnız birer birer yapar ve eşyayı teker teker göz önüne getirebilir.
Hey dostum senin anlayışının Tanrılık ka­dar engin olduğunu sana kim söyledi? Fakat ey cılız solucan! Bu kadar küçük olan gözün ile birçok şeyi birden nasıl kavradığı­nı düşün! Ufukta görünen her şey senin gözünün önündedir. Gözü yaratanın gözünden bazı şeylerin kaçıp kaçamayacağını sen düşün.*
*Sağduyu nedir?
Bütün insanlarda ortaklaşa ve umumî olan bir duyma kabiliyeti vardır ki, bununla, işittikleri bütün sesleri duyarlar ve söylenilen her sözü anlarlar. Bundan başka yapma olan bir duyma kabiliyeti daha vardır ki, tonları sezer ve ayırdedebilir. Gene bütün insanlarda tabiî bir duygu vardır ki, ruhlarında esaslı bir kusur olmayınca, kendilerine söylenilen her şeyi anlarlar. Bu kabiliyet bütün insanlarda eşittir. İşte sağduyu denilen budur.*
*Galba öldürülünce, biri Rufus'a : «Şimdi artık Al­lah dünyaya karışmağa başlıyor, dedi. Rusuf ona zavallı!» diye cevap verdi. «Bir Galba'nın Allah’ı dünyayı idare etmekten alıkoyacağını sanıyor musun? Seni Allahtan şüphe ettiren şey, üze­rinde iyice izini bırakmış!»
Sık sık düşüp kalktığımız kimselerin üzerimizdeki tesiri az değildir. Biteviye bir sefih ile düşüp kalkarsan, çok kuvvetli bir şahsiyetin yoksa senin onu yola getireceğini ümîdî etmekten çok onun seni bozmasından korkmalıdır. Mademki kültürsüzlerle temasta bu kadar tehlike vardır, onlarla ancak: büyük bir ihtiyat ile ve anlayışla düşüp kalkmalıdır.
Harp çalan bir müzisyen, harpını eline alır almaz, hangi tellerin bozuk olduğunu gönür ve kolayca akortları­nı düzeltir. İnsanlar arasında emniyetle yaşayabilmek için, hâkim harpı çalan müzisyenin yaptığını insanlara tatbik etmek sanatına sahib olmalı, ahenksiz olanlarını görmeli, notaları yo­la sokmalı, ahenkli bir hale getirmelidir. Sokrates bu sanatın ustası idi.
Nasıl oluyor da tartışmalarda ve kavgalarda kül­türsüzler sizden daha kuvvetli oluyarlar ve sizi susmağa mec­bur ediyorlar? Çünkü onlar yanlış prensiplerine kuvvetle inan­mışlardır. Siz ise kendi prensiplerinizin gerçekliğine zayıf bir ilişik ile bağlısınız. Sizin gerçekleriniz yürekten gelmiyor, du­daklarda doğuyor. İşte bunun için cılız ve ölüdürler. Bu pren­sipleriniz bahsettiğiniz o sefil imtiyazı halkın kahkahasına uğ­ratıyor ve kendileri de güneşte bal mumu gibi eriyorlar. Bunun için bal mumundan inançlara sahip olduğunuz müddetçe güneşten uzaklasınız.*
*Bazı felsefe prensiplerini yuttun, hemen onları öğ­retmeğe kalkıyorsun. Bu hareketin, hazmedemediği için yeni­len etleri kusan bozuk bir mide gibi; hazmetmediğini kusmak­tan başka nedir?
Önce sindir dostum ve senin esaslı bir yerin­deki değişikliği göster.
Fakat falanca bir mektep açtı, ben de bir mektep açmak istiyorum.
 Hey alçak! Bir heves veya bir tesadüfle mi bir mektep açılır?
Olgun bir yaşa gelmek, belli bir hayat sürmek ve Allah’ın davetine erişmek lâzımdır. Böyle ol­mayınca sen bir yalancı ve bir kâfirsin. Bir eczane açıyorsun, ilâçların var. Fakat onları hazırlamasını ve kullanacağın yeri bilmiyorsun.*
Tiyatroya veya umumî eğlencelere sık sık etmeğe lüzum yoktur. Bu yerlere gidersen, hiçbir partiyi tutma, bütün partizanlığın kendinde kalsın! Netice nasıl çıkarsa memnun ol­mağa çalış. Zaferin yenene ait olmasından memnun ol. Böylece asla ne kızar, ne de üzülürsün! Hele alkıştan, kahkahadan ve taşkın hareketlerden çekin. Bu yerlerden kendi evine döndüğün zaman, gördüklerinden uzun uzadıya lâf açma. Çünkü bunlar ne senin huylarını düzeltmeğe, ne de seni daha ahlâklı bir adam haline getirmeğe yarar. Bu sonsuz tartışmalar ve konuşmalar yalnız senin gördüğün sahnelere hayran olduğunu ortaya kor.
Bir kimse sana haksızlık eder yahut aleyhinde söylerse onun bunu yapmağa kendisini mecbur saydığına inan­mağa çalış. Zira o, hakikatte senin düşünceni değil, kendi fik­rini güder. Neticede kötü muhakeme ederse yalnız kendisi aldandığı gibi yine yalnız kendisini yaralamış olur. Nitekim bir kimse çok doğru ve çok benimsenmiş bir kaziyeyi bâtıl sanırsa, "bundan zarar görecek kaziye değil, onu yanlış muhakeme ede­rek, aldanandır. Bu kaideyi iyi kullanırsan aleyhinde söyleyenlere sabırla katlanırsın. Zira her küfredene «Kendini haklı zan­nediyor!» diyebilirsin.
Her birimizin gerçek efendisi istediğimizi bize ve­ren ve istemediğimizi yolumuzdan uzaklaştırandır. Şu halde hür olmak isteyen her insan, ne başkalarının elinde olan şeyleri is­temeli, ne de onlardan kaçmalıdır. Eğer bunu yapmazsa zaruri olarak esirdir.
*Sende sana hediye edilmeyen, benim diyebilece­ğin hiçbir şey yoktur. Sana her şeyi veren senden bir şeyi geri mi alıyor? Ona karşı koymakla yalnız deli değil, aynı zaman­da nankör ve haksızsın!
Bir konsüllük elde ettin ve bir il'e vali oldun. Ki­min gölgesinde? Felicio'nun gölgesinde mi? Bana gelince Felicio'nun gölgesinde yaşamak ve onun kibrine, esirlere has küs­tahlığına uğramaktan ise ölmeyi tercih ederim. Zira kendisini mutlu sanan ve servetiyle gözü kör olan bir esirin ne olduğunu bilirim. Fakat sen hiç olmazsa sandığın kadar hür müsün? diye­ceksin. Hayır, hür olmağa çalışıyorum. Henüz buna ermedim.
Efendilerime karşı korkusuz gözlerle bakamıyorum. Henüz be­denime bağlıyım; sakat olduğu halde onu korumak istiyorum. Zayıflığımı itiraf ediyorum. Fakat sana tam hür olan bir ada­mı göstermemi ister misin? O, Diogenes'dir.
 Onun bu kadar hür olması nereden geliyor?
 Zira o esirliğin ruhundaki bütün köprübaşlarını koparıp atmıştı. Her şeyden sıyrılmış ve hiçbir şeye değer vermemişti. Ondan servetini isterdiniz, verirdi. Aya­ğını isterdiniz, verirdi. Bütün vücudunu isterdiniz, verirdi. Fakat mânevi varlığıyla Allaha bağlı idi. Mutlak hâkime olan teslimi­yetinde, saygısında, bağlılığında kimseden geri kalmazdı. Onun hürriyeti işte buradan geliyordu. Fakat kendisini hayata bağlayacak hiçbir şeyi olmayan ve dünyada tek başına kalmış bir in­şam örnek olarak gösteriyorsun mu diyeceksin? Sokrates'in ka­rısı, çocukları vardı ve Diogenes'den daha az hür değildi. Çünkü Diogenes her şeyi kanuna ve kanuna borçlu olduğumuz boyun eğmeğe, teslim olmaya bağlamıştı.*
*Eğer Sokrates kurtulmuş olsaydı, hayatta insanlara, daha da faydası olurdu mu? diyorsun. Dostum, Sokrates'in kendisini kurtarmaktan vazgeçerek ve adalet uğrunda ölerek söylediği ve yaptığı; kurtulduktan sonra söyleyeceği ve yapacağı işlerden çok daha faydalıdır.
Sahte bir hürriyeti kazanmak için insanlar en büyük tehlikelere göğüs gererler. Denize atılırlar, en yüksek kuleler­den kendilerini fırlatırlar. Baştan başa birçok şehirlerin ahalisi tarafından yakıldığı görülmüştür. Sen ise gerçek, güvenli, hiç­bir kuvvetin elinden alamayacağı hürriyeti kazanmak için hiç­bir tedbir almayacak mısın? En ufak bir zahmete girmeyecek misin?
İstediğini elde eder etmez mesut olacağını sanıyorsun. Aldanıyorsun. Onu elde eder etmez aynı kaygılar, kederler, tik­sinmeler, korkular, istekler baş gösterecek. Saadet elde etmekte ve zevk duymakta değil, fakat istememektedir. Çünkü saadet hür olmaktadır.*
*Allah bana hürriyet vermiştir ve ben de onun emirlerini tanıyorum. Bu durumda hiç kimse beni esirliğe gö­türemez. Zira beni koruyacak kurtarıcıya ve bana lâzım olan hâ­kime sahibim.*
* Ülûhiyet sana en acı felâketlere dayanman için si­lâhlar ihsan etmiştir. Sana ruh büyüklüğü, kuvvet, sabır, sebat vermiştir. Bunlardan faydalanman lâzımdır. Eğer şikâyet eder­sen hiç olmazsa sana verdiği silâhları yere atmış olduğunu itiraf et. *
Önüne çıkan şer'ler karşısında, kendi içine çekile­rek o şeylerden iyice faydalanmak için mutlaka bir faziletin ola­cağını hatırla. Eğer güzel bir çocuk veya güzel bir kız görürsen, bunlara karşı kendinde perhiz denilen meziyeti bulacak­sın. Eğer karşına zahmet; zorluklar çıkarsa cesareti bulacaksın. Şayet küfürle, hakaretle karşılaşırsan rıza ile sabrı bulacaksın. Böylece onları yenmek için, sana tabiatın verdiği iyi huylarla karşı koymak âdetini kazanırsan boş korkuların asla seni sürükleyip götürmeyecektir.
Aza razı bir ömür sürmeğe ve bedenini sert kul­lanmaya alışmışsan, bundan gurur duyma. Eğer sade su içi­yorsan, her fırsatta yalnız su içtiğini söylemeğe kalkma. Sabra tahammüle alışmak istiyorsan, bunları kendin için yap, başka­ları için değil. Heykelleri kucaklamağa kalkma.. En çok susadı­ğın zaman ağzına bir yudum su al, sonra tükür ve bunu kimseye söyleme.
* Thraseas yarın sürgüne gönderilmekten ise bu gün öldürülmeyi tercih ettiğini söyledi. Bir gün Rufus ona şu ce­vabı verdi: «Ölümü daha zor sanıyorsan ne aldanış! Eğer ölü­mü sürgünden daha tatlı sanıyorsan sana seçme hakkını kim verdi?» 
Bu da Agrippinus'un güzel bir sözüdür: «Kendi ken­dime asla engel olmayacağım!»
Her şeyden memnun olan ve her şeyin gelmesi ge­rektiği gibi gelmesini isteyen bir adam görmek ister misin? Bu adam Agrippinus'tur. Senato'nun kendisini muhakeme et­mek üzere olduğunu ona haber verdiler.
«Hele şükür! dedi. Ben de âdetim olduğu üzere banyoya gireceğim!»
Banyodan henüz çıkmıştı ki mahkûm olduğunu haber ver­diler.
Ölüme mi, sürgüne mi?»
Sürgüne!
Malım hacz edilecek mi?
Hayır!
O halde hemen Aricia'da akşam yemeğini yemeğe gide­lim. Orada da, Roma'da olduğu kadar iyi yemek yiyebiliriz.*
* Yiyecek bir şeyin olmadığını ve bana; bunu sağla­mak için en iğrenç işlere, efendinin oturağını tutmağa ka­dar düşüp düşmemek mi lâzım geldiğini soruyorsun? Bu işte ne söyleyebilirim? Bazı insanlar oturak dökmeyi açlıktan ölmeğe üstün tutarlar. Bazıları oturak tutmağa katlanamazlar. Bu me­selede reyi alınacak ben değilim, sensin. Kendi değerini tart ve karar ver.*
*Candan bir şeyden mahrum olmadan ve adama­kıllı zarar görmeden kimse hain veya alçak olamaz.*
*Öç almam ve bana yapılan fenalığa karşı koy­mam icabetmez mi?
 Dostum sana fenalık yapılmamıştır. Çünkü iyi ve kötü senin iradene bağlıdır. Zaten her hangi bir kimse sana karşı haksızlık yaparak kendini yaralamış ise, bu fenalığı ona geri çevirerek neden sen de kendi kendini yaralamak istiyorsun?*    
Başına gelen belâlar yüzünden başkasını suçlamak bilgisizin yapacağı iştir. Yalnız kendini sorumlu saymak, bu, gö­zü açılmak üzere olan bir adamın işidir. Ne kendini ne de baş­kalarını suçlandırmamaksa uyanık bir kimseye yakışan davra­nıştır.
Vazifeler ekseriya bulunduğumuz durumla ilgili olarak ölçülür. Bahse konu olan baban mıdır? Ona bakmağa, her şeyde itaate, azarlamalarına, kötü muamelelerine katlanmağa, mecbursun.
Fakat benim babam kötü bir baba!
İyi ama dostum, tabiat sana mutlaka iyi bir baba mı bahşedecek? Hayır, sadece sana bir baba verecektir. Kardeşin sana karşı haksız­lık mı ediyor? Onun yine kardeşi olarak kal ve yaptığına önem verme. Her şeyden önce yapmağa mecbur olduğuna, hürriyetinin nerede bulunduğuna ve tabiatın senden yapmış olmanı isteme­diği şeyi yapıp yapmadığına dikkat et. Zira başkaları (sen ken­dini bilirsen) seni asla tahkir edemezler, kıramazlar. Sen an­cak kırıldığını sandığın vakit kırılabilirsin. Böylece, eğer bu münasebetleri göz önünde tutmayı âdet edinirsen komşundan, hemşerinden, âmirinden her vakit hoşnut olursun.
*Gerçekten sevinmeğe değer, kendilerine şeref veren ve faydalı olan bir konu olduğu vakit, insanlar arasında sevin­meli ve yalnız o zaman kendilerini kutlamalıdır.
Zindanda olsaydık ölüm cezası verilecek bir suç ile muhakeme edileceğimiz vakitten bir gün önce, bize gelip de «Yazdığım şiirleri okumamı ister misiniz?» diyen bir adama ta­hammül edebilir miydik?
 Dostum beni niye bu kadar yersiz rahatsız ediyorsun? Buna gelinceye kadar bir sürü işim var. Bilmiyor musun ki yarın öldürüleceğim?
 Sokrates zindan­da idi ve öldürüleceği günün arifesinde ilâhiler yazıyordu.*
*Sıtmam var, okuyup çalışamıyorum diye sızlanıyorsun. Pekâlâ, niçin okuyup çalışacaksın? Sabırlı, dayanıklı, sağlam olmak için değil mi?   Sıtma varken sabini,   dayanıklı ol, her şeyi biliyorsun demektir. Sıtma da gezinti, yol­culuk gibi hayatı ören unsurlardandır, onlardan bile faydalı­dır. Çünkü olgun adamı imtihana çeker, kendisine elde ettiği ilerlemeyi gösterir.
Sıtmam var. Bu hastalığı gerektiği gibi geçiriyorsan sıtmalı iken olabileceğin en iyi durumdasın demek­tir. Sıtmayı gerektiği gibi geçirmek ne demektir? Bu; ne Allahtan, ne insanlardan sızlanmamak; görünür tehlike­den telâşa düşmemektir. Çünkü her şey yolunda gidecek­tir. Ölümü cesaretle beklemek, hekimin iyileşmekte olduğunu söylemesiyle çılgınca sevinmemek, daha kötü olduğunu söylediği vakit de üzülmemek. Çünkü fenalaşmak ne demektir? Bu; ruhun bedenden ayrılacağı âna yakınlaşmaktır. Bu ayrılışa fe­nalık diye mi bakıyorsun? Bu ayrılış saati bu gün gelmezse yarın gelmeyecek midir? Sen öldüğün vakit dünya yıkılacak mı? Bunun için sağlamken olduğu gibi hastalıkta da sakin ol.*
*Hiç cesaretin kırılmasın. Bir delikanlıya güreşte yere yatırılınca hemen ayağa kalkmasını ve yine dövüşmesini emreden jimnastik hocalarını örnek al. Sen de ruhuna öyle ses­len. İnsan ruhu kadar idaresi kolay bir şey yoktur. Sadece is­temek lâzım. O zaman her şey olur. Fakat kendini bırakırsan her şey mahvolmuştur. Bütün hayatında artık kalkınamazsın. Yok olman da, kurtulman da senin elindedir.
Ne ile uğraşırken Ölümün sana baskın vermesini istersin? Ben; ölümün bana insana yaraşır büyük, asıl, halka faydalı bir iş yaparken gelmesini isterdim. Yahut daha doğrusu kendimi yola kor iken, bütün ödevlerime karşı dikkatli bir hal­deyken gelmesini isterdim. Ta ki o ânda göklere temiz ellerimi kaldırayım ve Allah’a şunları söyleyebileyim: «İlâhî yardımınızı tanıyabilmek, ona tam ve kesin olarak bağlanmak için bana ver­diğiniz bütün fakültelerin hiçbirini körletmedim. Elimden gel­diği kadar, size saygısızlık etmemeğe çalıştım. Duygularımı ve düşüncemi işte buna bağladım. Sizden asla şikâyet etmedim. Alnıma yazdığınız şeyler başıma geldiği vakit hiçbirinden ıstırap duymadım. Onları değiştirmek bile istemezdim. Bana verdiği­niz dostlukların hiçbirini kirletmedim. Beni yaratmış olduğu­nuz için size şükrederim. Sizin bana verdiğiniz nimetlerden ba­na müsaade ettiğiniz sürede faydalandım. Şimdi onları geri al­mak istiyorsanız, onları size geri veriyorum. O nimetler sizindir, onları nasıl isterseniz öylece kullanınız. Ben de kendimi elleri­nizin arasına bırakıyorum!»*
Kaygıyla, ıstırapla varlık ve bolluk içinde yaşamaktansa; korkuları ve sıkıntıları kovup, açlık içinde ölmek daha iyidir. Senin sefil olmaktansa, uşağının küstah ve hain olması daha iyidir. Bunun için, küçük şeylerle işe başlayarak, yola gir. Yağını mı döktüler? Şarabını mı çaldılar? Kendi kendine de ki:
«Huzurun bahası budur. Hür­riyetin bahası budur. Bedavaya hiçbir şey alınmaz.» Esirini ça­ğırdığın vakit, düşün ki seni duymayabilir yahut duysa bile, em­rettiğin şeyi yapmayabilir. «Sabrım esirimi azdırabilir ve sonun­da yola gelmez olur» diyeceksin. Bunun böyle olması senin için daha iyidir. Çünkü böylelikle kendini sıkıntılardan uzaklaş­tırmanın çaresini bulmuş olursun.
İktidarını aşan rolü üzerine alırsan, bu rolü iyi oynayamadığın gibi yapabileceğin rolü de bırakmış olursun.
Neden şikâyete ediyorsun? Allah sana zatında bulunan en büyük, en asıl, en şahane, en ilâhî şeyi; düşüncelerini iyi­ce kullanma kabiliyetini ve en gerçek nimetleri kendinde bulma iktidarını verdi. Daha fazla ne istiyorsun? Bunun için sevin, bu kadar iyi bir babaya teşekkür et ve biteviye duadan geri kal­ma.
*Hapsin, sürgünün ve zehrin ne olduğunu iyice biliyor mu­sun? Her hangi durumda; «bu geçitten geçelim, Çünkü Allah bizi bu yoldan çağırıyor!» diyebilir misin?*
Bil ki, dinin esası ve temeli Allah Teâlâ’nın hakkında doğru ve sağlam düşüncelere sahip olmak, onun var olduğuna ve ilâhî lütuflarını her şeyin üzerine yaydığına, âlemi hikmet ve adaletle idare ettiğine ve senin ancak onlara itaat için ve başına gelenleri, çok hâkim ve çok iyi olan ilâhi hikmetten gelen şeylermiş gibi, tabiî olarak ve bütün gönlünle be­nimsemek ve onlara rıza göstermek için dünyaya geldiğine inan­maktan ibarettir. Bu usulle Tanrıdan asla şikâyet etmez ve sana ihtimam göstermediler diye onları suçlandırmazsın. Fakat bu duygulara ancak elinde olmayan şeylerden vaz geçmekle ve bütün saadetini ve felâketini yalnız elinde olan şeylere bağla­makla sahip olabilirsin. Zira sana yabancı olan bu şeylerden bi­rini iyi veya kötü diye alırsan, istediğinden mahrum olduğun vakit yahut korktuğunla karşılaştığın vakit felâketine sebep olandan şikâyet etmen veyahut ondan nefret etmen zaruridir. Zi­ra her hayvan kendisine fena görünenden, muzır olup zarara sebep olandan nefret ederek, kaçmak ve kendisine faydalı olanı, iyi görüneni ve iyiliğe sebep olanı sevmek, aramak için doğmuş­tur. Bu yüzden; vurulmuş olduğunu zannedenin kendisini ara­ladığını sandığı şeyden haz duyması imkânsızdır. Bunun neti­cesi olarak hiç kimse felâketinden zevk duyup memnun olamaz. Bir baba nimet, servet diye geçen şeylerden oğluna hisse ver­mezse oğlun babasına küfretmesi işte buradan gelir. Eteokles ile Polyneikes'i ebedî düşman yapan da budur. Onlar kral olma­yı büyük bir saadet sanıyorlardı. Çiftçinin, gemicinin ve tüc­carın Allah’a lanet etmelerindeki sebep bundan ibaret ol­duğu gibi karısını veya çocuklarını kaybedenlerin şikâyetlerindeki sebep de budur. Zira fayda nerede ise şefkat, sevgi ve mer­hamet oradadır. Böylece bir kimse isteklerini ve nefretlerini ka­nunu yaratanın tespit ettiği kaidelere göre düzenlerse, dindarlı­ğını, şefkatini kuvvetlendirmiş olur. Tanrı’ya hürmet için dö­külen şarap törenlerinde, kesilen kurbanlarda ve verilen adak­larda herkes memleketinin âdetine uymağa mecburdur. Bu tö­renleri saffetle, ihmalsiz, saygıda kusur etmeyerek yapmalı, âdi bir pintiliğe düşmemekle beraber, kendi iktidarının üstünde harcamaya da kaçmamalıdır.
Hatırla ki ne sana söven, ne seni döven, ne de sana hakaret eden vardır. Fakat bu işleri yapanların sana haka­ret ettiklerine inancın onları sana böyle göstermektedir. Şu hal­de ne zaman biri seni kırar veya kızdırırsa, bil ki seni kızdıran o adam değil, senin inancındır.
İnsanları kederlendiren eşya ve olaylar değil, fakat bunlar hakkında edindikleri düşüncelerdir. Meselâ ölüm bir felâket değildir. Eğer bir felâket olsaydı, Sokrates'e de böyle gö­rünecekti. Fakat ölümün bir felâket ve (kötülük) olduğuna inan­cımız, işte asıl yıkım budur. Bunun içindir ki kederli, üzüntülü, bahtı kara olduğumuz zaman kendimizden başkasını, yani dü­şünce ve inançlarımızdan başkasını suçlandırmamalıyız.
Seni eğlendiren, ihtiyaçlarını doyuran, bir kelime ile sevdiğin her şey karşısında, kendi kendine, onun ne olduğunu sormayı unutma. İlkönce en küçüklerinden başla. Bir çömleği seviyorsan, topraktan yapılmış bir çömleği sevdiğini bil Eğer kırılırsa üzülmezsin. Çocuğunu veya karını seviyorsan kendi ken­dine geçici bir varlığı seviyorum de. Eğer ölüverirlerse ıztırap çekmezsin.
Her ne hakkında olursa olsun: «Onu kaybettim!» deme. Fakat «Onu geri verdim!» de. Çocuğun mu öldü? Onu geri verdin. Karın mı öldü? Onu da geri verdin. Tarlanı mı elinden aldılar? İşte yine bir geri verme.  Lâkin onu elimden alan kö­tü bir adamdı!
Onu sana verenin falan veya filân yolu ile geri almasının ne önemi var? Onu sende bıraktığı sürede, yol­cuların otellerden faydalandıkları gibi, âdeta sana ait bir şey değilmiş gibi ondan faydalan.
*Filozofların kararlarında kesin ve dayanıklı olmak lâzım geldiğini söylediklerini duymuş ve bu yüzden yan­lış düşüncelerine, sapıtmalarına, deliliklerine sarılmışsın. Fa­kat dostum en zarurî olan şey kararların iyi olması yani bu kararların ihtiyatla, gerçeğe ve akla uyarak alınmasıdır. Sa­na bir insanın sinirleri olması lâzımdır, diyorum. Fakat bu si­nirler sağlam bedenin, kuvvetli ve dinç bir atletin sinirleri ol­ması lâzımdır. Sen ise bana isterik bir insanın perişan sinirle­rini gösteriyorsun. Bunlar sinirli değil, sinir hastalığını belli ediyorlar.*
*Sana kötü bir haber getirdikleri vakit, bu habe­rin sana ait olmadığını düşün. Zira o senin elinde olan şeylerin hiçbirini ilgilendirmez.
Bana en büyük suçu yüklüyorlar, ba­na dinsizlik isnad ediyorlar.
 İyi ama Sokrates'i de bununla suçlandırmadılar mı?
Fakat beni ölüme mahkûm edebilirler.
Sokrates de böylece mahkûm olmadı mı? Kafana iyice yerleş­tir ki ceza suçun bulunduğu yerdedir. Bu iki şeyin birbirinden ayrılması kabil değildir. Bunun için kendini talihsiz sanma. Sana göre Sokrates mi yahut onu mahkûm edenler mi daha za­vallıdırlar? Dolayısıyla senin için hiçbir tehlike yoktur. Tehlike hâkimler içindir. Zira sen suçlu olarak ölemezsin, onlar ise bir suçsuzu öldürebilirler.*
Şayet bir kimse senin bedenini karşına ilk çı­kanın keyfine teslim ederse, şüphesiz buna çok canın sıkılır. Ha­karet ettiği vakit müteessir olsun, bulansın diye sen kendi ru­hunu önüne ilk çıkan adama bıraktığın vakit utanmaz, kızarmaz mısın?
Yürürken bir çiviye basmamağa, ayağının burkulmamasına itina ettiğin gibi, varlığının en esaslı tarafının yani seni idare eden aklın da çarpılmamasına dikkat et. Hayatımı­zın her hareketinde bu kaideye riayet edersek her şeyi daha em­niyetle yapmış oluruz.
Ayak, pabucun ölçüsü olduğu gibi herkes için ser­vetin ölçüsü de bedendir. Bu kaideye bağlanırsan daima doğ­ru yoldan yürürsün. Buna önem vermezsen mahvolursun. Bir uçurumda yuvarlanıyormuşsun gibi artık hiçbir şey seni tuta­maz. Pabuç için de böyledir. Ayağının ölçüsünü bir defa aştın mı ilkönce yaldızlı ayakkabıların sonra erguvan renginde kumaş­tan ayakkabıların olur ve nihayet nakışlı ayakkabı istemeğe kalkarsın. Zira bir kere sınırı aşan için artık sınır yoktur.
*Bir hükümdarı yahut büyük bir kişiyi görmeğe git­tiğin vakit sararır, titrer ve şaşırırsın.
 Acaba beni nasıl ka­bul edecek? Bana nasıl muamele edecek?
 Alçak esir! O ânda nasıl isterse öyle kabul edecek ve öyle muamele edecek. Hikmet­li bir insanı kötü kabul ederse kendisi bilir, bunun ıstırabını yalnız başına çeker. Başkasının yaptığı suçtan dolayı sen ıstırap çekebilir misin?
 Fakat onunla nasıl konuşacağım?
 Nasıl istersen öyle konuşursun.
 Şaşırmaktan korkuyorum.
 Nasıl? Ölçü ile, ihtiyatla, edepli bir hürriyetle konuşmasını bilmiyor musun? Ne diye bir insandan korkuyorsun? Zenon Antigone'dan korkmazdı, fakat Antigone Zenon'dan korkardı. Sokrates za­limlere ve mahkemede hâkimlerine cevap verirken, hiç şaş­kınlık alâmeti göstermiş miydi? Diogenes büyük İskender'e, Philippos'a, haydutlara, kendisini satın alan efendisine hitabettiği vakit her hangi bir çekingenlik gösteriyor muydu?*
*Kaptanın en ufak bir dalgınlığı, bir gemiyi mahvetti­ği gibi yapacağımız en küçük ihmal, en küçük bir dikkatsizlik de hikmet öğreniminde bütün ilerlemeyi yok edebilir. O halde uyanık olalım. Koruyacağımız şey altın yüklü bir gemiden daha değerlidir. Bu; temizlik, vefa; sebat, Allah’ın emirlerine itaat, İstıraptan, kaygıdan, korkudan kurtulma, bir kelime ile gerçek hürriyettir.
Biri hâkimliği, başka biri ordu kumandanlığını ister. Bana gelince saffet ile alçak gönüllülüğü isterim. Zira ben hürüm. Allah’ın dostuyum ve ona bütün yüreğimle itaat ederim. Şu halde ne bedene, ne servete, ne mevkie, ne şöhrete ve ne de her hangi bir şeye önem vermemem lâzımdır. Allah bunları önemli saymamayı ister. Eğer Allah dilese idi bütün bunların benim için bir nimet olmasını sağlardı. Mademki bunu yapmadı, bunlar nimet değildirler. Benim ise onun emirlerine boyun eğ­mem lâzımdır.
Hatırla ki sadece şan ve şeref, mevki, servet arzusu bizi boyunduruğa sokmaz. Rahatlık, gezmek, okuyup yazma is­tekleri de bizi esirliğe götürürler. Bir kelime ile ne olursa olsun, bize yabancı her şey, değer verdiğimiz takdirde bizi esirliğe gö­türebilir.
Gerçek saadetin karakteri devam etmek ve hiçbir engele çarpmamaktadır. Bu iki karakteri olmayan saadet gerçek değildir.
İnsanların ne dediklerini, ne yaptıklarını, tenkit veya küçük görme için değil, fakat kendi kendime şunları söy­leyip yapmak için çözüyorum: «Aynı suçları işliyor muyum? Bunlardan ne vakit vazgeçeceğim? Kendimi ne vakit yola soka­cağım? Pek az zaman önce bu insanlar gibi hareket ediyordum. Allaha şükür artık onlar gibi günah işlemiyorum.»*
Bir işe girişirken, bu işi yapmanın senin ödevin olduğunu bildikten sonra, halk ne kadar fena düşünecek olursa olsun yaparken görülmüş olmaktan korkma. Eğer bu hareket fena ise onu hiç yapma. Yok, iyi bir hareketse, o halde seni se­bepsiz ve yersiz mahkûm edecek olanlardan niye korkuyorsun?
*Ben Yunanistan’da hâkimlik ediyorum.
 Sen hâ­kim misin? Sen hükmetmesini bilir misin? Bu ilmi nereden öğrendin?
 Caesar'dan fermanım var!
 Eğer Caesar mu­sikiden hiç anlamadığın halde, musiki üzerinde hüküm yü­rütmen için sana ferman gönderse idi ne yapardın? Bu fer­man senin ne işine yarardı? Haydi, bu noktada ısrar etmeyeyim. Sana yalnız, hangi vasıtalarla bu mevkii elde ettiğini so­ruyorum. Bu mevkii sana sağlayan kimdir?
Kimin elini öp­tün?
Kimin kapısında yerlere yattın?
Kime rüşvet verdin?
Bu yeri hangi bayağılıklarla, hangi haysiyetsizlikle, hangi sahte­kârlıkla satın aldın?*
*Bütün olaylardan faydalanmak senin elindedir. Artık bana «Başıma ne gelecek?» deme. Ne olursa olsun sana göre ne önemi var? Çünkü sen onu iyi idare ederek, ondan faydalanabilirsin ve her kaza, belâ da ne olursa olsun büyük bir saadete dönebilir. Herakles: «Büyük bir aslan, müthiş bir yaban domuzu, asla karşıma çıkmasın, korkunç ve canavar gibi insan­larla döğüşmiyeyim» dedi mi? Ne diye zahmete giriyorsun? Müt­hiş bir yaban domuzu karşına çıkarsa, savaş daha büyük ve da­ha şerefli olacaktır. Yolunun üzerinde acayip, hakkından ge­linmez insanlar bulursan, dünyayı bunlardan. temizlemekle da­ha büyük yararlık göstermiş olacaksın!
 Ama ölürsem?
 Pek­âlâ! Bir kahramana yakışan hareketi yaparak öleceksin, daha ne istersin?
Yeryüzünde hiçbir şey bedava değildir. Konsül mü olmak istiyorsun? Rüşvet vermen; dolaplar çevirmen, yal­varman kayırıcı bulman, şunun bunun elini öpmen, kapısında beklemen, bin bayağılık, bin haysiyetsizlik yapman ve her gün yeni hediyeler göndermen lâzım gelecektir.
Konsül olmak ne­dir?
On iki değnekten ibaret bir demetle, ortasında bir balta bu­lunan kuvvet ve kudret alâmetini gittiği yerde kendi önünde ta­şıtmak, üç dört büyük mahkemede hazır bulunmak, halka ziya­fetler vermek ve oyunlar tertip etmek, işte bu kadar! İhtiraslar­dan ve kaygılardan kurtulmak, vefaya, uyurken uyumak, gözü açık iken uyanık bulunmak ve hiçbir üzüntü ve korku ile ezilmemek için hiçbir şey vermemek, hiçbir zahmete katlanmamak mı istiyorsun? Haklı olup olmadığına sen karar ver!*
Bilgiç geçinmekten sakın. Bazı kimselerin gözünde bir şahsiyet gibi görünürsen, kendinden şüphe et. Bil ki hem tabiata ve hem dış eşyaya iradeni uydurmak kolay değildir. Fa­kat her şeye rağmen bunlardan birine bağlanarak ötekini ihmal etmek zorundasın.
*Bizi mahveden şey, felsefeyi dudaklarımızın ucu ile tadar tatmaz hemen hâkim rolü oynamağa çıkmak, başkalarına faydalı olmayı düşünmek ve dünyayı yeniden düzeltmek isteyişimizdir. Hey dostum!
İlk önce kendini düzelt. Ondan sonra insanlara, felsefenin yola koyduğu bir adam göster. Soyda­şına yer, içerken, onlarla gezip dolaşırken kendi örneğinle on­ları aydınlat. Hepsine teslim ol, hepsini kendine üstün tut ve hepsine birden katlan. İşte böylece onlara faideli olursun.*
*İhtiyar bir zengine dalkavukluk edeceğine bir haki­me yaranmağa çalış. Bu görüşme senin yüzünü kızartmaz ve sen de asla onun yanından elin boş olarak çıkmazsın. Bana inanmak istemiyorsan, dene. Bu deneme utanılacak bir şey de­ğildir.
Dostlarının tenkitleri ve alayları senin hayatını değiştirmeğe engel olmasın. Rezalet içinde olup, onlara yaranmayı mı yahut faziletli olarak onların gözünden düşmeyi mi üstün tutarsın?*
Evinden dışarıda yemek yeme ve bütün ziyafet­lerden kaçmağa çalış. Lâkin olağanüstü bir sebep seni zorlarsa, ayaktakımı gibi hareket etmemek için, bütün dikkatini kendi özerinde topla. Bil ki, davetlilerden biri temiz ve namuslu de­nilse onun yanında oturan ve onun gibi hareket eden, özünde ne kadar temizlik olursa olsun gene kirlenir.
 Bedene lâzım olan şeyleri meselâ yeme içmeyi, elbiseyi, «evi, hizmetçileri v. s. ruhun ihtiyaçları ne kadar ve nasıl gerek­tiriyorsa o kadar iste.
Şu iki görüş «Şimdi gündüzdür, yahut şimdi gece­dir.» ayrı oldukları ve iki cüz halinde bulundukları vakit doğru­durlar, ikisi karıştırıldığı veya iki cüz birleştirildiği vakit de yanlıştırlar. Tıpkı bunun gibi, ziyafetlerde başkalarını düşün­meden her şeyin bize ait olmasını istemek kadar akılsızca bir şey olamaz. Bir yemeğe davet edildiğinde, seni çağıranın meziyetle­rini ve ona borçlu olduğun saygıyı düşündüğün kadar, önüne Konacak ve iştihanı açacak yemeklerin lezzetini düşünme.
Her şeyin iki kulpu vardır: biri onu taşımağa el­verişli olan kulp, öteki taşmağa elverişli olmayan kulptur. Şu halde kardeşin sana bir kötülük ederse, onu sana kötülük yap­tığı yandan alma. Bu onu götürüp gitmeğe elverişli olmayan kulptur. Fakat öbür yandan yani senin kardeşin olduğu taraftan al. Bu suretle onu sana, tahammül edilebilir gösteren sağlam taraftan tutmuş olacaksın.
 Şöyle düşünmek doğru muhakeme etmek değildir: «Ben sizden zenginim, demek ki sizden iyiyim. Ben sizden daha güzel konuşuyorum. Sizden daha kıymetliyim.» Doğru mu­hakeme etmek için şöyle düşünmelidir: «Ben sizden zenginim, yani servetim sizinkinden çoktur. Ben sizden daha güzel konu­şuyorum. O halde benim sözlerim sizinkilerden daha değerlidir.» Çünkü sen ne söz ne de servetsin.
* Biz birbirinden çok farklı iki tabiattan kurulu­yuz: Hayvanlarla ortaklaşa sahip olduğumuz bir beden ve Allah ile ortaklaşa sahip olduğumuz bir ruh. Bazıları deyim ye­rinde ise, kötü ve geçici olan birinci akrabalığa düşkündürler. Bazıları da sonuncusuna; bu güzel ve ilâhi akrabalığa sokulur­lar. Bu yüzden bir takım insanların düşünceleri asildir, sayısı çok olan öbürlerinin de düşünceleri sadece âdidir. Bana gelin­ce ben neyim? Zavallı, küçücük bir adam; bedenimi meydana getiren bu pazılar ise hakikatta son derece cılız ve sefildir­ler.
 Fakat sende bu kemiklerden, etlerden çok daha asıl şey­ler vardır. O halde niçin o kadar yüksek olan bu prensipten uzaklaşarak pazılara ve kemiklere bağlanıyorsun? İşte aşağı yukarı bütün insanların ayaklarının kaydığı yer. Ve yine işte bunun için onların arasında bu kadar canavar, kurt, aslan, kaplan ve domuz vardır. Kendine dikkat et ve bu canavarla­rın sayısını kabartmamağa çalış.*
*Kötü huylara, kötü ihtiraslara düşkün kimselerin ruhu asla doymaz. Daima kararsız, sebatsız akımlarına uyarak sürüklenip durur. Bunlar dost olamazlar.
Şu iki adamın dost olup olmadıklarını bilmek is­ter misin? Kardeş midirler, birlikte mi yetişmişlerdir, aynı ho­calarda mı okumuşturlar, bunları sorma, sadece (iyilik ve kö­tülük) dediklerinin ne olduğunu öğrenmeğe çalış. Eğer iyilik dedikleri elimizde olmayan bir şey ise, onların dost olduklarını söylemekten çekin. Vefalı, hakikatli ve hür olmadıkları gibi dost da değillerdir. Fakat iyilik dedikleri şey irademiz altında olan ve sağduyulara bağlı bir şey ise, onların baba, oğul, kar­deş olup olmadıklarını, uzun zamandan beri tanışıp tanışma­dıklarını düşünme ve dost olduklarını söylemekten çekinme. Dostluk; saffetin, vefanın ve bütün güzel, temiz olan şeylerde kaynaşmanın bulunduğu yerden başka bir yerde olabilir mi?
Amphiaraos uzun zaman karısı Eriphyle ile yaşa­mıştı. Bir sürü çocukları olmuştu. Bu kadar mutlu bir aile hiç­bir yerde görülmemişti. Bu kadına bahalı bir gerdanlık sunul­du. Ne kadın, ne ana kaldı.
Güzellik ile çirkinlik arasında hiçbir fark olmadı­ğını iddia etmek nankör ve toy olmaktır.
Nasıl?
Thersites, Akhillcus kadar hoş ve çekici olabilir mi? Şu çirkin kadın Helene'yi görmek kadar zevk verebilir mi? Bu inanç bayağıdır ve küfürdür. Bu, eşyanın mahiyetini bilmeyen ve aradaki farkı du­yarlarsa sürüklenip mahvolacaklarını sanan kimselerin düşün­cesidir. Güzelliği inkâr ederek ondan kurtulmak mümkün de­ğildir. Onu bilmek ve ona dayanmak gerektir.*
*Alışkanlıklara zıt alışkanlıklarla hâkim olunur. Şeh­vete mi düşkünsün, ona mahrum olmak ıstırabıyla hâkim ol. Tembel misin? Çalışmağa sarıl. Şaraba mı düşkünsün, sade su iç. Bütün kötü alışkanlıklara karşı böyle davran; boşuna uğraşmadığını göreceksin. Yalnız iyice kendine güvenmeden kötü alışkanlıklarla üstünkörü de olsa savaşma. Çünkü savaş için he­nüz iki kuvvet denk değildir. Seni yenmiş olan yine yenebilir.
Yalnızlıktan şikâyet ediyorsun. Yalnız olmak ne demektir. Acaba insanlarla düşüp kalkmaktan uzak olmak mıdır yahut her türlü yardımdan mahrum kalmak mıdır? İyi ama düşün ki Romanın ortasında, aile içinde, dostlar, komşular ve bir sürü esir arasında da insan ekseriya yalnız olduğu zaman­kinden daha az yalnız sayılamaz. Yalnızlığı ortadan kaldıran her hangi bir insanla buluşmak değildir. Belki faziletli, vefalı, yardımsever bir insanla görüşmektir. Yalnızsan düşün ki Allah da yalnızdır ve kendisinden memnundur, her şeyi de ken­disinde bulur. Ona benzemeğe çalış. Bu, senin elindedir. Kendi kendinle sohbet et, kendine söyleyeceğin ve soracağın o kadar çok şey var ki! Başkalarına ne ihtiyacın olabilir? Her türlü yar­dımdan mahrumsun. Ne baban, ne kardeşin, ne çocukların, ne dostların var. Hepsini kaybettin. Lâkin sana bakmakta kusur etmeyecek ve sana mutlaka lâzım olan her yardımı yapacak öl­mez bir Rabbın yok mu? *
*Sağlık bir iyilik, hastalık bir kötülüktür.
 Yanlış düşünce. Sıhhati yerinde kullanmak bir iyilik kullanma­mak bir kötülüktür. Hastalığı akıllıca idare etmek bir iyilik, idare etmemek bir kötülüktür. İyiliği her şeyden, ölümden bile sızdırmak kabildir. Kreon'un oğlu Menoikeus vatanı için öldüğü vakit bundan büyük bir iyilik görmedi mi? Böylece dindarlığı­nı, yüksekliğini, sadakatini ve cesaretini ispat etmiş oldu. Eğer hayata bağlı olsaydı bütün bunları kaybedecek ve bunların zıd­dı olan suçları işlemiş olacaktı: nankörlük, dinsizlik, korkaklık, sadakatsizlik, cesaretsizlik. O halde çamurdan Tanrıdan korkunuz ve hür olmak için gerçeğe gözlerinizi açınız.*
*Mutluluk ile istek birlikte olamazlar.İhtiyarlamak istiyorsun ve sevdiklerinden hiçbiri­nin öldüğünü görmek istemiyorsun. Bu; bütün dostlarının ölmez cumasını ummak ve yalnız senin için Allah’ın kanunlarını ve dünyanın düzenini değiştirmesini istemektir. Bu, doğru mudur ve sen haklı mısın?
Roma’dan haber alıyorsun, birden üzüntüye ve ma­teme düşüyorsun. Senden iki yüz fersah mesafede olup bitenin seni kırmasına imkân var mıdır? Yalvarırım, bana söyle, senin bulunmadığın yerden sana ne zarar gelebilir?
Nasıl bir hayat sürüyorsun? İyice uyuduktan sonra, ne vakit istersen o vakit kalkıyorsun, esniyorsun, oyalanıyor­sun, yüzünü yıkıyorsun, ondan sonra vaktini öldürmek için ya eline kötü bir kitap alıyorsun veyahut etrafında ilgi uyandır­mak için saçma bir şeyler kaleme alıyorsun. Sonra çıkıyor; mi­safirliğe gidiyor, geziyor, dolaşıyorsun. Eve dönüyorsun, banyo­ya giriyorsun, yemek yiyorsun, yatıyorsun. Sürdüğün bu karan­lık hayatın sırlarını sana açacak değilim, onları keşfetmek çok kolay. Bir Epikuros'cunun yahut bir hovardanın yapabileceği bu hareketlerle birlikte Zenon gibi Sokrates gibi konuşuyorsun. Dostum; ya huylarını değiştir yahut konuştuğun dili. Sahte ola­rak Roma hemşerisi adını kullanan ağır ceza görür. Filozoflu­ğun büyük unvanını lâyık olmadan kullanan ceza görmeden kullanabilir mi? Bu, olamaz. Çünkü cezaların cinayetlerle denk olmasını isteyen Allah’ın sarsılmaz kanununa uygun düşmez.*


[1] (trc. Burhan Toprak), İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul–1962
[2] Cynic: i. alaycı tip, toplumsal değerleri küçümseyen kimse, kinik, hayatın güzelliklerine karşı çıkan felsefeci, kötümser, (köpekleşme tarzı)
[3] -Epicteto’s Life, His Works and Philosophical İdeas-
Dr. Enver DEMİRPOLAT (Fırat Ü. İlahiyat Fakültesi-İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı)

[4] Epiktetos- Düşünceler ve Sohbetler, İstanbul-1962

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar