EPİKTETOS’UN HAYATI, ESERLERİ ve FELSEFİ GÖRÜŞLERİ
Hayatı:
Milattan
sonra 55 yılında Phrygia (Frigya)’da Hierapolis’te (Şimdiki Pamukkale
yakınları) doğduğu rivayet edilen bir Yunan filozofudur.
Çocukken
Roma’da İmparator Neron’un azatlısı Epaphroditos’a satılmış bir köle idi. Asıl
adı bilinmediği için Yunanca “satın alınmış adam-köle uşak” anlamına
gelen “Epiktetos” olarak adlandırılmıştır.
Epiktetos,
Roma’da felsefe okuma imkânını bulmuş, kölelikten kurtulunca felsefe
öğretmenliği yapmış, 90–94 yıllarında Roma imparatoru Domitianus bütün
filozofları yurdundan kovunca, Nikopolis’e gitmiş orada Stoik felsefe (stoacılık,
stoik felsefe, acılara göğüs germe, metin olma) ilkelerini öğretmeğe
başlamıştır. Yokopolis’te yokluk içinde yaşamış ve burada ölmüştür.
Eserleri:
Hiçbir
yazılı eser bırakmamış, fakat büyük bir etki yapmıştır. Kendisini seven birçok
öğrencileri olmuş, bunlardan İzmitli Finvius Arrianus, Epiktetos’un
öğrettiklerini “Düşünceler-Epiktetos Elkitabı” adıyla sonradan kitap
halinde toplamış ve böylece felsefesi hakkında bilgi edinmek mümkün olmuştur.[1]
Gerçekte Epiktetos’un eseri sekiz kitaptan oluşmasına karşın günümüze kadar
ancak dört kitabı ulaşmıştır. Epiktetos’un, bu eseri daha çok ahlaki öğütlere
ayrılmış bir söyleşi türündedir. Cynic (Kinik) Okulu[2]
mensuplarının uyguladığı türde kurmaca bir muhatapla diyaloglar biçiminde,
kendisini tutkuların kölesi olmaktan kurtarıp doğaya uygun biçimde yaşamakla
yetinerek bilgece esenliğe ulaşmak için öğrencilere yöneltilen konuşma metodunu
kullanmıştır.
Felsefi
Görüşleri:
Epiktetos’un
felsefesinin ana hatları kısaca şöyledir: Tanrı’ya güvenmek, vicdanın sesini
dinlemek ve insanların kardeşçe yaşamaları esasına dayanmaktadır. Kendisine,
bilge kişi olarak Sokrates ile Diogenes’i örnek alan Epiktetos, temelde ahlak
ile ilgilenmiş ve gerçek eğitimin, tümüyle bireye ait olan tek şeyin bireyin
iradesi ya da amacı olduğunu kavramaktan başka bir şey olmadığını iddia
etmiştir. Ona göre insan, iradeden bağımsız olan iyi ya da kötü hiçbir şey
bulunmadığını öğrenmeli ve olayları öngörmeye veya yönlendirmeye kalkışmayıp
sadece onları anlama çabası göstermelidir. Epiktetos’a göre insana kendisinden
başka birisi zarar vermez. Epiktetos’un mesajı yönetici sınıfa değil daha çok
orta sınıfadır. O, insanı, Tanrı’dan başka insanları da içeren büyük bir
sistemin üyesi olarak görmüştür. Ona göre insanlar akıllı yanlarıyla Tanrı’nın
çocuklarıdırlar ve kendilerinde tanrısal öğeler taşırlar. Epiktetos’un ahlak
felsefesinin temelinde genel olarak şu iki kural dikkat çekmektedir:
a-İradenin
dışında, iyi ya da kötü olan hiçbir şey bulunmadığını kabul etmemiz gerekir.
b-Olayları
öngörüp yönlendirmeye çalışmak yerine, onları sadece bilgelikle kabul
etmeliyiz. [3]
Hazırlanan kitap rahmetli Burhan Toprak Hocamızın milletimize kazandırdığı
tercümeden hazırlanmıştır.[4]
Düzenlemede daha faydalı olur düşüncesiyle dağınık fikirler, eş-benzer metinler
olarak peşpeşe konularak konu başlıkları altında toplanılmıştır. Bu şekilde olunca asıl tercüme ile bağlantı
sadece paragraf şeklinde kalmıştır.
Ayrıca kitaptaki İslâmî literatüre uygunluk sağlanmıştır. Çünkü
Epiktetos’un eseri hakikat ve hikmet üzere tertip edildiği halde içinde çok az
miktarda olsa da Roma döneminin baskıcı tutumu yüzünden olan tahrifat ve daha
sonraki dönemlerde Hristiyanlar tarafından yapılan itikadi sapmalar kararınca
düzeltilmiştir. Bu şekilde okuyucunun hikmetlere karşı inanç ve sevgisi
sağlanması düşünülmüştür.
Epiktetos’u rahmet ve iyilikle anıyoruz.
DÜŞÜNCELER ve SOHBETLER
Şimdiden sonra kendine yalnızken de olsa, başkalarıyla birlikte iken de
olsa, asla değişmeyecek bir seciye ve her vakit itaat edeceğin ahlâk kanunları
bul.
*İnsanın gerçek asaleti faziletten gelir, doğuştan
değil.*
*Pek çok zahiresi olduğu halde yiyemediği için zayıf,
cılız kalan kimselere benzeriz. Güzel ahlâk kaidelerimiz vardır. Fakat
bunlar lâf etmek içindir, tatbik etmek için değildir. Hareketlerimiz
sözlerimizi yalanlar. Henüz adam değiliz. Filozof rolü oynamak isteriz. Yük
bizim için çok ağırdır. Bu hal tıpkı ski kiloluk yükü taşıyacak kuvveti olmayan
bir adamın Aias'ın taşını yüklenmeğe girişmesi gibidir.
Sende her biri yapılması lâzım gelen vazifeleri gerektiren
birtakım meziyetler vardır. Sen bir insansın; bir dünya vatandaşısın, Allah’ın
kulusun ve bütün insanların kardeşisin. Bunlardan başka bir Senatörsün yahut
daha başka bir makama sahipsin. Genç yahut ihtiyarsın. Ya oğul yahut babasın,
nihayet bir kadının kocasısın. Bütün bu unvanların seni nelere bağladıklarını
düşün ve hiçbirini lekelememeğe çalış.
Servetinin bir parçasını kaybettin. Bunu avunamayacağın
bir kayıp sayıyorsun. Fakat vefayı, saffeti, alçak gönüllülüğü bıraktığın
vakit bir şey kaybettiğini sanmıyorsun. Hâlbuki serveti kaybettiren irademizin
elinde olmayan yabancı bir kuvvettir. Onlara sahip olmamak veya kaybetmek utanılacak
bir şey değildir. İç servetimize gelince onu ancak kendi yanlışımız yüzünden
kaybederiz. Ona sahip olmamak ayıp ve acı bir şey olduğu gibi sahip olduktan
sonra kaybetmek de çok ayıp ve çok acıdır.*
*İnsanlara boyun eğen, ilkönce eşyaya boyun eğmiştir.*
*Senin için bayram günleri, bir azgın isteği yendiğin,
kibri, yersiz atılışı, hainliği, dedikoduculuğu, aç gözlülüğü, kötü konuşmayı,
israfı yahut seni ezen başka kötü huyları kendinden uzaklaştırdığın yahut hiç
olmazsa onların kuvvetini azalttığın günlerdir. Bu günler bir konsüllük yahut
bir ordu kumandanlığı aldığın zamanlardan çok kurban kesmene değer.*
*Saffet ruh için ne ise temizlik de vücut için odur.
Tabiat bile sana temizliği öğretiyor. Yemek yediğin vakit dişlerinin
arasında bir şey kalmaması imkânsız olduğu için, sana suyu vermiş, bir maymun
veya bir domuz olmayıp, bir insan olman için sana ağzını yıkamayı emretmiştir. Derimize
musallat olan kire karşı sana yıkanmayı, yağlarla uğunmayı, çamaşırı, kaşağıyı
sağlamıştır. Eğer bunlardan faydalanmazsan sen artık bir insan değilsin. Tımar
ettirdiğin atına, yıkattığın, tarattığın köpeğine candan bakmıyor musun? Bunun
için kendi bedenine; atma ve köpeğine ettiğin muameleden daha kötü muamele
etme! Senden kimsenin uzaklaşmaması için, onu yıka ve temizle. Zira pis ve
fena kokan bir insandan kim kaçmaz? Fakat pis ve kokmuş olmak niyetinde isen:
hiç olmazsa yalnız pis ve kokmuş cl ve pislikle yalnız başına kal!
Şehirden uzaklaş, göle git, komşularınla dostlarını zehirleme. Sen sadece
çirkefsin, böyle iken tükürmenin ve sümkürmenin yasak olduğu mabetlere bizimle
gelmeğe mi cesaret ediyorsun?
Kirli, kılığı zindandan çıkan bir katil gibi düşkün ve iğrenç olan
bir filozof güzel vecizelerini bana satmağa kalkarsa, beni nasıl kendisine
çeker? Bir adamı bu halde bırakan felsefeyi bana nasıl sevdirebilir? Onu
dinlemeğe bile cesaret edemem ve her ne bahasına olursa olsun ona
bağlanamam. Onun için temiz ve edepli olalım. Aynı şeyleri talebelerim hakkında
da söylüyorum. Ben kendisini felsefeye vermek isteyen bir delikanlının pis,
saçları yağlı ve taranmamış olarak karşıma çıkmasına tertemiz, efendice
giyinmiş olarak gelmesini tercih ederim. Zira bundan; onun güzellik hakkında
bir fikri olduğunu, edepli ve efendice şeylere bağlı olduğunu anlamış olurum.
Böylece bildiği güzelliğe saygı duyduğu ve dolayısıyla ona öğretilecek
güzelliğe de saygı besleyeceği sezilir. O iç güzelliği ki yalnız kendi aklını
kullanmaktan ibarettir ve onun yanında beden güzelliği sadece çirkinliktir.
Fakat iğrenç, korkunç, kir ve pislik içinde, saçları taranmamış, karmakarışık
bir halde ve sakalı göbeğine kadar uzamış olarak karşıma bir insan çıkarsa,
hiçbir düşüncesi olmadığı güzellik hakkında ona ne söyleyebilirim? O en güzel
çeşmeye kendi süprüntülüğünü üstün tutacak bir domuz yavrusudur.
Bir süre mânevi âlemde ilerlemeni bırakıyorsun ve yolunu bulunca buna yine
başlayacağını söyleyerek kendini avutuyorsun, aldanıyorsun! Bugün göz yumulan
küçük bir kusur, yarın seni daha büyüğüne yuvarlayacak ve tekrarlanan bu ihmal,
senin asla düzeltemeyeceğin bir alışkanlık meydana getirecektir.*
*Deliler yola gelmez. Darbımeselin dediği gibi bir
deliyi yola getirmektense parça parça etmek daha kolaydır.*
Bir kimsenin şan ve şeref içinde olduğunu, büyük bir
mevkie yükseldiğini yahut son derece bolluk içinde olduğunu görerek, hayalinin
tesiri altında kalıp onu bu nasibinden dolayı mutlu saymağa kalkma. Zira
gerçek özü elimizde olan şeylerde ne açgözlülüğe, ne imrenmeye, ne de
kıskanmaya yer kalmaz ve sen de general, senatör, konsül olmak istemez, belki
yalnız hür olmak istersin. İmdi bu amaca giden tek bir yol vardır: elimizde
olmayan şeyleri küçük görmek!
*Bir hükümdarın yahut büyük bir Beyin himayesi bizi
huzur içinde ve her türlü tehlikeden uzak tutmağa yeter. Hâlbuki koruyucu, vasi
ve velimiz olarak Allah’ımız var. Niye bu korunma; kaygılarımızı, korkularımızı
atmak için yetmiyor?*
*Caesar'ın ordusuna yazılan askerler alışılmış yemini ederler. Bu yemin
nedir? İmparatorun esenliğini her şeyin üstünde tutacaklarını, ona her konuda
boyun eğeceklerini ve onun için ölümü göze alacaklarını söylemekten ibarettir.
Sen ki doğuşunla, Allah’tan aldığın birçok armağanlarla ülûhiyete bağlısın ve
onun safları arasında doğdun, bu yemini yapmayacak mısın? Bu yemini yaptıktan
sonra ona vefalı kalmayacak mısın? Bu iki yemin arasında ne büyük fark var!
Asker, imparatorun esenliğini her şeyin üstünde tutacağına yemin ediyor, sen
ise her şeye kendi selâmetini üstün tuttuğuna yemin ediyorsun.*
*Her aldatmaya karşı kendine de ki: «İşte büyük bir savaş, ilâhî olan bir
iş.» Burada bahse konu olan hâkimiyet; hürriyet, saadet ve temizliktir.
Allah’ı hatırla, onu yardımına çağır, o senin için yardım göndeecektir. Denizde
bir fırtına, koptuğu vakit elbette Castor ile Pollux'ü imdada çağırırsın. Oysaki
istek senin için daha tehlikeli bir fırtınadır.
* Niçin Stoisyen oluyorsun? Hareketlerinin gerektirdiği adı al, sana uygun
olmayan ve lekeleyeceğin adı alma. Stoisyen'lerin prensiplerini, ileri sürmekle
geçinen birçok insanlar görüyorum. Fakat Stoisyen görmüyorum. Bana bir
Stoisyen göster.Bir tane istiyorum. Stoisyen yani hasta iken mesut, tehlike
içinde mesut, can verirken mesut! Bu tam Stoisyen'i bana gösteremezsen hiç
olmazsa yola girmiş bir Stoisyen'i bana göster. Bu büyük gösteriden henüz zevk
duyamadığımı söylemeğe mecbur olan benim gibi bir ihtiyarı bundan mahrum etme.
Bana Allah’ın iradesine uymak istiyen, Tanrıdan ve İnsanlardan şikâyet etmeyen,
asla arzularında mahrum olduğunu görmeyen, hiçbir şeyle yaralanmayan, ne
tamahı, ne öfkesi, ne kıskançlığı olan bu geçici bedende Allah’la gizli bir
alış verişi sürdüren ve insan kılığından soyunarak Allah olmak isteyen adamı
bana göster.*
*Bir nota, bir keman ve bir yay satın alınca insan
kendisini müzisyen sanır mı? Fakat sen kendini uzun bir sakalın, bir heyben,
bir değneğin ve bir çulun olduğu için filozof sanıyorsun. Dostum elbise
mesleğe uygundur. Fakat adı veren elbise değil sanattır.
Euphrates'in uzun zaman kendisinin filozof olduğunu
saklamakla çok rahat ettiğine dair söylediklerini hatırla. Çünkü bu davranışı
ile insanlara gösteriş olsun diye bir şey yapmadığına ve her şeyi Allah için ve
kişiliği için yaptığına vicdanını inandırmakla beraber yalnız başına savaştığı
için yalnız şahsını tehlikeye atmanın; ne soydaşını, ne de kendisinin
istemiyerek yapabileceği yanlışlıklar yüzünden felsefeyi tehlikeye koymamanın
tesellisini elde etmenin ve nihayet elbisesinden çok hareketleriyle filozof
tanınmanın gizli zevkini tatmıştır.
Öyle kör insanlar vardır ki Vulcauus'u bile bir külahı
olmasaydı iyi bir demirci saymayacaklardı. Bu yüzden o kadar aptal bir hâkim
olan ve insanları ancak işaretleri, ayırıcı alâmetleri ile seçen kalabalık
tarafından anlaşılamamaktan şikâyet etmek ne büyük aptallık! Sokrates bu yüzden
insanların çoğuna meçhul kalmıştır. Ona giderler ve kendilerini bir filozofa
götürmesini rica ederlerdi, o da götürürdü. Onu bir filozof saymamalarından
asla şikâyet etmiş midir? Hayır, onun alâmeti yoktu ve filozof görünmeden
filozof olmakla bahtiyardı. Ondan daha filozof kim gelmiştir? Sen de öyle ol:
felsefe; sende ancak hareketlerinle görünsün.*
*Caesar'ın gladiotorları arasında dövüşmediği için ümitsizliğe düşen, bu
aylaklıktan kurtulmak için Allah’a adak götüren ve halkın önüne çıkmayı en
büyük şeref sayan kimselere her gün rastlanır. Hâlbuki aramızda Allah’a
olan sevgisini göstermek için fırsat arayan kimse bulunmaz.
Allah seni şahit olarak çağırır ve sana sorar: «İradeden başka bir yerde
iyilik ve kötülük olmadığı doğru mudur? Bir kimseye zararım oldu mu? Herkese
faydalı olacak şeyleri herkesin iktidarına vermedim mi?» Buna sen ne cevap verirsin?
«Rabbim, şüpheli bir durumdayım. İstırap ve felâket içindeyim. Kimse bana
bakmıyor. Kimse bana yardım etmiyor. Herkes beni yeriyor, herkes bana
küfrediyor ve ben insanların kusmuğu bir varlığım.»
Kendisinin büyüklüğünü tasdik etmek üzere seni şahitliğe çağırmak şerefine
böyle mi mukabele ediyorsun? O kendi iyiliğinin, hakikatinin, adaletinin bir
şahidini arıyordu. Hâlbuki sen onu suçlandıran adam oldun.
Hayatta aşağı yukarı hepimiz evden kaçmış esirlerin tiyatrodaki
durumundayız. Bu esirler oynanan piyeslerin zenginliğini görmekle büyük zevk
duyarlar. Seyrettikleri trajedinin aktörlerine hayrandırlar. Fakat daima telâş
içindedirler. Sağa sola bakarlar ve efendilerinin adı söylendiğini duyar
duymaz dehşet içinde kalırlar, hemen kaçıp giderler. Biz de böyleyiz. Tabiatın
harikalarına hayran oluruz, bu manzara bizi büyüler. Ama her ân üzüntü içinde
yaşarız. Ve eğer efendimizin adını söylerlerse mahvolmuş bir insan durumuna
düşeriz.
O halde efendi nedir?
Bu bir adam değildir. Zira insan insanın efendisi olamaz. Bu ölüm,
hayat, şehvet, ıstırap, fakirlik yahut servettir. Caesar bile üzerime bunlarla
yürümesin, o zaman dayanmamı görürsün! Fakat gürleyerek, aydınlatarak, tehdid
ederek bu peyklerle gelirse ve ben korkarsam efendisini tanıyıp kaçan esir de
değil miyim? Ama eğer korkmazsam tam hürüm ve kendimden başka efendim yoktur.
Sultanların ve büyüklerin huzuruna girdiğin vakit daha yükseklerde seni
gören, seni duyan ve senin daha çok borçlu olduğun daha büyük bir sultanın var
olduğunu hatırla.*
Bellenmesi lâzım gelen ilk bilgi ilâhî lütufları ile
her şeyi idare eden bir Allah’ın varlığı, yalnız hareketlerimizin değil fakat
duygularımızın ve düşüncelerimizin de ondan, saklanmayacağıdır. Bundan sonra
onun mahiyetini çözmek gerekir. Mahiyeti iyice bilindiği için ona kendini
beğendirmek ve itaat etmek isteyenler bütün gayretlerini zarurî olarak ona
benzemeğe sarf etmeli yani hür, vefalı, hayırsever, merhametli ve efendi
olmalıdırlar. Bunun için senin de bütün düşüncelerin, sözlerin, işlerin
Allah’ı taklit eden, ona benzemek isteyen adamın işleri, sözleri ve düşünceleri
olmalıdır.
Hiçbir şey bilmedikleri; en basit anlamlardan bile
haberleri olmadıkları halde büyük mevki sahiplerinin her şeyi bildiklerini
ileri sürmeleri her zaman rast gelinen bir olaydır. Servet içinde
yüzdüklerinden, muhtaç olmadıklarından, her hangi bir şeyden yoksun oldukları
akıllarına gelmez. Bu cins insanların en büyüklerinden birine şunu söylüyordum:
«İmparator sizi seviyor. En yüksek mevkilere sahip birçok dostunuz ve büyük
makamlarla münasebetleriniz var. Bu imkânlarla dostlarınıza iyilik edebilir ve
düşmanlarınızı ezebilirsiniz! O da bana «Benim yoksun olduğum, her hangi bir
şey var mı?» dedi. «Gerçek saadet için lâzım olan en önemli unsurdan mahrumsunuz.
Bu âna kadar size lâzım ve lâyık olan tarzdan başka türlü hareket ettiniz.
İşte en köklü mesele: Ne Allah’ın ne olduğunu, ne de insanın ne olduğunu
biliyorsunuz. İyiliğin ve kötülüğün mahiyetinden haberiniz yok, bütün
bunlardan çok sizi şaşırtacak olan da, kendi kendinizi bilmemenizdir. Ah...
kaçıyorsunuz ve sizinle bu kadar açıkça konuştuğum için öfkeleniyorsunuz!
Size ne kötülük ettim? Sadece kendinizi olduğunuz gibi gösteren aynayı
karşınıza getirdim.»*
*Allah Teâlâ, bütün insanları mesut olmaları için yaratmıştır; kara bahtlı
oluyorlarsa kendi yanlışları yüzünden oluyorlar.*
*Büyük şeyler değil, hattâ bir üzüm tanesi, bir incir bile bir anda
olgunlaşmaz. Eğer bana: «Hemen şimdi bir incir istiyorum.» dersen sana
«Dostum, bunun için zaman lâzımdır. Bekle de tane olsun, sonra büyüsün ve
nihayet olgunlaşsın!» diye cevap veririm. Oysaki sen ruhların bir atılışta
meyvelerini tam olgunlaştırmalarını istiyorsun. Bu doğru mudur?*
*O kadar nankörüz ki, Allah’ın bize ihsan ettiği hârikalar bile bahse konu
olsa, bunun için şükretmek şöyle dursun, onu suçlandırır ve ondan şikâyet
ederiz. Bununla beraber bir parçacık olsun duygulu ve minnet nedir bilen bir
yüreğimiz olsa, tabiatın her hangi bir parçası, hattâ en basiti bile, ilâhî
kudreti ve üzerimizdeki lütuflarını duymamıza yetecektir.
*Eğer biraz duygumuz olsaydı yalnızken veya kalabalık içindeyken, bütün
hayatımızda, Allaha bize bahşettiği Te ömrümüzün her ânında faydalandığımız
nimetler için şükretmekten başka bir şey yapmazdık. Evet, çapa çapalarken,
tarla sürerken, yerken, gezerken, kalkar ve yatarken kısacası her hareketimizle
haykıracaktık: «Allah ne büyüktür!» Her şey bu ilâhı haykırışla titreyecekti :
«Allah ne büyüktür! »Fakat siz kör ne nankörsünüz. Bunun için ihtiyar,
topal, fakir ve sakat olmakla beraber bunu biteviye sizin için ben
söylemeliyim: «Allah ne büyüktür!»*
*Bülbül yahut kuğu kuşu olsaydım, onların yaptıklarını yapacaktım. Hâlbuki
ben bir insanım ve aklım var. O halde ne yapmalıyım? Allah’ı övmeliyim. İşte
bütün hayatımda yapacağım şey! Bu iş için bütün insanları da bana katılmağa
çağırıyorum.*
*Her şeyi yoluna koyacak olan akıl sapıtırsa onu yoluna kim koyacak?*
*Belli bir gerçeğe inanmaktan seni kim alıkoyabilir ve yanlışı
doğrulamaktan alakoyabilir? Seni kim zorlayabilir? Anlıyorsun ki senin
kimsenin elinden alamayacağı iraden vardır. Eğer senin hürriyetin elinden
alınabilseydi, Allah iyi bir "babanın sana göstereceği ilgiyi göstermemiş
olurdu.
Hiçbir kuvvetin hakkından gelemeyeceği adam kimdir? O; tasarılarında
sebatlı ve elimizde olmayan her hangi bir şeyin kendisini sarmasına müsaade
etmeyen adamdır. O bana göre bir
atlettir. Birinci savaşa dayandı. Bir ikincisine dayanabilecek midir? Paraya
dayandı. Güzel bir kadına karşı koyabilecek midir? Gündüz halk arasında
isteklerine dayandı, geceleyin ve yalnızken dayanabilecek mi? Şan ve şerefe,
yerilemeye, övgülere, ölüme dayanabilecek mi? Bütün rahatsızlıklara, her türlü
kedere katlanabilecek mi? Bir kelime ile rüyasında bile muzaffer olabilecek
mi? İşte benim aradığım atlet!
*Her hangi bir adam başkalarından fazla bir şey olursa veya olduğunu
sanırsa ve eğer filozof değilse tabiatiyle gurur ile göğsü kabaracak ve
böylelikle kötü yola sapmaktan, kurtulamayacaktır.
Bir müstebit (zorba) bana dedi ki : «Ben
mutlak hâkimim ve her şeyi yapabilirim!
Peki elinden ne gelir? Kendi kendine iyi bir ruh verebilir misin? Benim
hürriyetimi elimden alabilir misin? O halde gücün neye yeter? Arabanın içinde
iken arabacıya bağlı değil misin?
Herkes bana dalkavukluk ediyor.
Fakat bunu sana bir insana yaptıkları gibi mi yapıyorlar? Bana; sana
benzemek isteyen, Sokrates'in izlerinde yürümek istedikleri gibi yürümek
dileyen ve seni böyle kabul eden bir kimseyi göster!
Ben senin kafanı kesebilirim!
Hakkın var, zararlı Allah’a yaptıkları gibi sana da dalkavukluk etmek ve
cin çarpmasına karşı yaptıkları gibi sana da kurbanlar adamak lâzım geldiğini
unutmuştum. Onun Roma'da bir sunağı yok mudur? Sen ondan çok bu saygıya yaraşırsın,
Çünkü sen daha zararlısın. Fakat senin emrindekiler ve senin bütün gücün
ayaktakımını şaşırtıp korkutabilir. Beni asla şaşırtamazsın. Ben ancak kendim
sebep olursam meyus olabilirim. Beni boş yere tehdit ediyorsun, sana hür
olduğumu söylüyorum!
Sen mi hürsün? Nasıl?
Beni hür yaratan, kurtaran Allah’tır. Allah’ın kulunu senin iktidarına
bırakacağını sanıyor musun? Sen benim gövdemin hâkimisin, istersen onu al.
Fakat benim üzerimde hiçbir hükmün yoktur.»*
*Felsefe uzun ve zahmetli bir yoldur, deniliyor. Aldanıyorsun dostum. Bu o
kadar uzun değildir. Felsefe sana ne öğretmek istiyor? Allah’ın yolunda gitmek,
isteklerini düzene koymak, düşüncelerini iyi kullanmak
Bana; Allah’ın, isteklerinin, inançlarının ne olduğunu
söyle, işte uzun olan bunlardır. Fakat sana şehveti öğreten filozofların yolu
daha mı kısadır? Epikuros sana ne diyor? İnsanın iyiliği bedenindedir. Bana ruhun,
vücudun ve baş unsurumuzun ne olduğunu söyle, o zaman göreceksin ki bu, ondan
daha az uzun değildir.*
*Filozoflar insanın hür olduğunu söylerler. Demek ki imparatorun
otoritesini küçük görmeyi öğretiyorlar.
Hayır. Hiçbir filozof halkı devlet
başkanına karşı isyan ettirmeği veyahut iktidarı altında bulunan her hangi bir
şeyin onun elinden alınmasını istemez. Buyurun iste Dedenim, iste servetim
işte. şöhretim, işte ailem hepsini size veriyorum, alınız ve eğer size rağmen
her hangi bir kimseye bunları ellerinden bırakmamasını öğretiyorsam ben;
öldürünüz, ben bir âsiyim. Benim insanlara öğrettiğim bunlar değildir. Ben onlara
yalnız inançlarında hürriyeti korumalarını öğretiyorum ve Allah da yalnız
bunlara hâkim olmaları için onları yaratmıştır.
Ülühiyetin en doğru, en kuvvetli, en çok ayaklar atına alınamayacak kanunu
daima zayıfın kuvvetliye boyun eğmesi ve akılla onu yenmesidir.*
*Allah’ın mahiyeti nedir?
Zekâ, bilgi, düzen ve akıldır. Ancak onda gerçek
iyiliğinin ne olduğunu böylelikle öğrenebileceksin!
Asil bir aileden doğmuş isen, o kadar asaletin ile
doluşundur ki bundan bahsetmekten bıkmazsın, herkesi serseme döndürürsün. Fakat
Allah yaratandır ve o senin içindedir. Bu asaleti unutursun, nereden geldiğini
ve içinde ne taşındığını bilmezsin. Halbuki hayatının bütün hareketlerinde hatırlaman
lâzım gelen budur. Her an kendi kendine de ki: «Beni yaratan Allah’tır ve
Allah benim içimdedir, onu her gittiğim yere götürüyorum. Onu niçin utandırıcı düşüncelerle bayağı
hareketlerle ve alçakça isteklerle kirleteyim?»
Allah’ın varlığı veya kudreti karşısında ahlâksızca
bir hareket yapmamağa dikkat edersin; o seni görür ve duyar. Öyle ise huzurunda onu üzecek hayâsızca şeyleri düşünmekten utanmıyor
musun?
Ey Allah’ın düşmanı!
Ey kendi mahiyetini unutmuş alçak!
Fidyas’ın bir heykeli meselâ Minerva’sı yahut Jüpiter'i olsaydın ve biraz
da duygun olsaydı seni yaratan ustayı hatırlayarak ona ve sana yaraşmayan bir
şeyi yapmamağa, her ne bahasına olursa olsun kendi güzelliğini lekeleyecek
olan çirkin bir kılıkta görünmemeğe çok dikkat ederdin. Allah’ın huzuruna ne
halde çıktığına önem vermemekle seni yaratana leke sürüyorsun. Oysaki
ustadan ustaya, eserden esere ne büyük fark var!
Tanrı vasilik etmek üzere sana bir yetim verselerdi,
ona itina eder ve bu kadar değerli bir emanetin bozulmasına meydan vermezdin.
Hâlbuki vasilik etmek üzere seni sana verdiler. Dediler ki:
Seni daha sadık, daha şefkatli bir velinin ellerine
veremezdik. Bu çocuğu tabiatı gereği nasılsalar öylece koru. Onu bütün
temizliği ile vefası ile asâletiyle, her türlü ihtiras ve bulanıklıktan uzak
bulundurarak yetiştir!» Hâlbuki sen kendine boş veriyorsun.
Ne vefasızlık, ne cinayet!
Şu küçük filozofa, bu ağırbaşlılık şu gururlu bakış
nereden geliyor?
Biraz bekle dostum, çok geçmeden ben daha vakarlı
olacağım. Öğrendiğim ve benimsediğim prensiplerin gösterdikleri yolda henüz
sağlam değilim. Kuvvetsizliğimden korkuyorum. Biraz kuvvetleneyim, o zaman
büsbütün başka bir ağırbaşlılık göreceksin. Hayat henüz bitmedi. Allah son
düzeltmelerini yapmadı (Kıyamete kadar yaratma devam ediyor). Biter bitmez
göreceksin. Fakat bunun gururdan gelen bir ağırbaşlılık olacağını sanma. O
gerçeğe inanmaktan gelmektedir. Şu Jüpiter başında gördüğün zannınca gurur
mudur? Hayır. O sağlamlıktır ve sebattır. Sana şu. tarzda seslenen Allah böyle
olmalıdır: «Varlığımın bir işaretiyle tasdik ettiğim şey yalan olamaz,
kesindir ve mutlaka gerçekleşir.» Bu büyük örneği taklite çalışacağım. Ve
sen beni; vefalı, sâf, son derece cesur olarak ve müthiş diye vasıflandırılan
kazaların, belâların sebep olduğu heyecanların, perişanlıkların uzanamayacağı
bir halde bulacaksın. Fakat seni ölmez, hastalıklardan ve ihtiyarlıktan
kurtulmuş görebilecek miyim?
Hayır, ama ölmesini, ihtiyar ve hasta olmasını bildiğimi
göreceksin. Bir filozofun sinirlerini, son derecede rahat sinirlerini
göreceksin.
Hangi
sinirleri?
Asla yoksunluk
bilmeyen istekler; her türlü kötülüğü önleyen yerli yerinde korkular, ölçülü
ve uygun hareketler, düşünce mahsulü tasarılar ve asla arkasından pişmanlık
gelmeyen katlanmalar.*
*Ey insanoğlu!
Allah’ın sana verdiği nimetlere karşı nankör olma, sana bahşettiği büyük
iyilikleri unutma. Sana verdiği duymak, görmek kabiliyetleri için durmadan
şükret.
Ne diyorum?
Sana verdikleri hayat için ve onu devam ettirmek üzere şarap gibi,
zeytinyağı gibi, arzın bütün meyvaları için şükret. Hususuyla bunlardan daha
kıymetli olan her şeyi kullanmak, denemek ve her şeye değerini vermek
iktidarını hediye ettikleri için onlara şükret. *
*Vaktin hükümdarı yeryüzünde barışı sağladı. Artık ne
savaş, ne haydutluk, ne de korsanlık var. Her hangi bir zamanda her hangi bir
saatte yapayalnız, korkmadan, her yere serbestçe gidilebilir. Lâkin hükümdar
hastalıklara, kazalara, yangınlara, yer sarsıntılarına, yıldırıma karşı bizi
emniyete alabilir mi? Bu huzur ve sükûnu, ihtiraslarımıza, aşka, üzüntüye,
pintiliğe, açgözlülüğe karşı koruyabilir mi? Ah! Bu huzur ve sükûnu
hükümdarlar veremezler, onu ancak Allah verebilir ve onun yol göstericisi de
akıldır. Bu huzura sahip olan bütün hayatınca yalnız kalabilir.*
*Allah’ı suçlandırdığın zaman, kendi içine in, ona hak vereceksin. Kötü
insan hangi işte senden daha iyi muamele görmüştür? Zengin olduğu için mi? Fakat
onum iç âlemini incele, sürdüğü hayata bak, onun gibi olmak seni üzecektir.
Philostorgos'un refah ve saadetine isyan etmekte olan bir delikanlıya onu
söylüyordum:
Peki ama Sura ile yatmak ister mi
idin?
Allah göstermesin!" dedi,
ölmesini tercih ederim.
Şu halde Philostorgos Sura'ya
sattığına karşılık olarak bir şeyler alırsa neye kızıyorsun? Ve nefret ettiğin
şeylere sahib olduğu için neden onu mesut sayıyorsun? Sana mevcudunun en
iyisini veren Allah, sana hangi işte kötü muamele etmiştir? Hikmet
paradan daha değerli değil midir? Onun için asla şikâyet etme. Çünkü en değerli
şeye sahip bulunuyorsun?*
*Seni sürgüne gönderecekler!
Dünyanın ötesinde beni gönderecekleri bir ülke var mı? Gittiğim her
yerde gökleri, güneşi, ayı, yıldızları bulamayacak mıyım? Rüyalarım ve bir
talihim olmayacak mı? Allah ile sohbete imkân bulamayacak mıyım?*
*Bir küstah bir gün Diogenes'e sordu : «Sen Allah’ın mevcut olmadığına
inanan Diogenes misin?» «Ben Diogenes'im.» diye cevap Verdi, «ve ben Allah’ın
var olduğuna o kadar inanırım ki, onun senden nefret ettiğine son derece
eminim.»*
Biri çıkar da bir kimsenin seni yerdiğini söylerse ileri sürüleni
reddetmeğe kalkma. Yalnız şu cevabı ver: «Bunu söyleyen hiç şüphesiz başka
kusurlarımı bilmiyormuş. Bilseydi sadece bunu söylemekle kalmazdı!»
*Benim de yaptığım gibi insanlar işledikleri suçlara
kolayca özür bulurlar. Rufus bir gün beni bir suç yüzünden azarlarken ona «Peki
Efendim, Capitolium'u mu yaktım? diye itiraz ettim. O da bana «Alçak esir! Bu
durumda yapılacak yanlışın hepsini yapmış olmak Capitolium'u yakmak demektir!»
diye cevap verdi.*
Mümkün olursa evlenmeden önce cinsî münasebet zevklerine karşı perhizli ol.
Eğer bu zevkleri tadarsan hiç olmazsa meşru hareket et. Bununla birlikte bu
zevklerden faydalananlara karşı sert olma, biteviye perhizinle öğünme.
Hayalin gözlerinin önünde her hangi bir şehveti canlandırırsa, hemen her
zaman yapacağın gibi seni sürüklemesi için uyanık bulun. Ta ki, bu şehvet biraz
geciksin ve sen kendinden bir mühlet isteyebilesin. Ondan sonra zevk anIyle
arkasından gelecek pişmanlık ânını ve kendinden edeceğin şikâyetleri ve bu
şehvetten duyacağın hazla ona dayandığın vakit duyacağın övünmeyi karşılaştır.
Eğer bu zevki tatmanın senin içim tam zamanı olduğunu sanıyorsan, onun
tuzaklarıyla cazibesinin seni aldatmasına karşı tedbir al ve ona daha büyük bir
zevki olan yenmiş olma hazzını karşı koy.
*İnsanlar arasında tabii hiçbir toplum yoktur. Allah insanların iradelerine
karışmaz. Zevk ve şehvetten başka dünya yüzünde hiçbir ilgi çekici yönü
yoktur.*
Şu
düşünceler asla seni üzmesin: «Küçük düşeceğim. Yeryüzünde bir hiç olarak
kalacağım.» Çünkü küçük düşmek ve yoksul olmak bir fenalıksa, başkasının eliyle
felâkete çarpılamayacağın gibi kötü alışkanlıklara da düşmezsin. En büyük
mevkilere geçmek veya bir eğlenceye çağırılmak senin elinde mildir? Elbette
hayır! Nasıl olur da bu senin için bir küçük düşme veya şerefsizlik olabilir?
Ancak sana bağlıda bir şey olan sen nasıl dünya yüzünde bir hiç sayılırsın?
«Ama o zaman dostlarıma hiçbir yardımım dokunmaz.» Hiçbir yardımım dokunmaz
ne demek? Onlara para mı veremeyeceksin? Onları Roma hemşerisi mi
yapamayacaksın? Bu işlerin bizim elimizde bulunan şeylerden olduğunu ve
başkalarına değil bize ait olduğunu sana kim söyledi? Kendisinde olmayan bir
şeyi kim başkasına verebilir? Biri çıkıp da «Servet edinmeğe çalış, biz de
faydalanalım» diyebilir.
Utanmayı, alçak gönüllülüğü, haysiyet ve asaleti koruyarak servet
edinebilirsem, zengin olmak için tutulacak yolu göster, zengin olurum. Sizin
kalp nimetler kazanmanız için gerçek servetimi kaybetmemi istiyorsanız,
teraziyi nasıl doğru tutmadığınıza ve ne dereceye kadar nankör ve düşüncesiz olduğunuza
dikkat ediniz! Neyi üstün tutarsınız? Parayı mı yahut olgun ve sâdık bir dostu
mu? Ah! daha doğrusu bu faziletleri elde etmek için bana yardım ediniz ve
bunları bana kaybettirecek işleri yapmamı istemeyiniz!
Her hangi bir kimse ile konuşmağa, hususuyla memleketin en önemli
kişilerinden biriyle buluşmaya mecbur olursan, bu görüşmede Sokrates ile
Zenon'un nasıl hareket edebileceklerini kendi kendine sor. Böylelikle ödevini
yapmada güçlük çekmez ve karşına çıkan fırsatlardan faydalanmış olursun.
Mevki sahibi büyük bir adama saygılarını sunacağın vakit, onu evinde
bulamayacağını, evde ise yok dedirtebileceğini yahut sana kapısını açtırmağa
tenezzül etmeyeceğini yahut müracaatını kayıtsızlıkla karşılayacağını önceden
düşün. Eğer bütün bunlara rağmen ödevin seni zorluyorsa başına gelene katlan
ve asla «zahmete değmezdi.» demeyi aklına getirme. Zira bu sözler bayağı bir
adamın; dış eşyanın, ruhundan başka olan şeylerin çok büyük tesiri altında
kalan bir adamın sözlerindir.
*Ben topalım. Niye topal olmalı idim? Alçak adam! Bir
ayak için İlâhî hikmeti suçlandırmak mı lâzım? Allah’ın senin ayağına mı yoksa
ayağının mı Allaha uyması daha doğrudur?*
*Bir taşa küfret, neye yarar? O seni duymaz. Onun için taşı taklit et ve
sana söylenen küfürleri duyma!*
*Körlere, topallara acıyorsun. Niçin
kötü İnsanlara acımıyorsun? Onlar da başkalarının topal ve kör olmaları gibi
kötüdürler.*
*Homeros'un eserinde, Eumaios'un kendisini tanımadığı
halde gösterilen iyi muameleden hoşnut kaldığını anlatan pasajı hatırla.
«Yabancı! Senin düştüğün halden daha kötü ve daha sefil bir durumda bile evime
gelen bir yabancıya kötü davranmağa hakkım yoktur. Zira yabancılarla,
fakirleri Allah gönderir.» Sen de kardeşine, babana, soydaşına yine onu söyle.
«Şimdikinden daha kötü olsanız da, size iyilikten başka "bir şey
yapamam! Çünkü Allah göndermiştir.»
Dindarlığınız ve isteyerek katlandığınız mahrumiyetler,
beden egzersizlerimiz ne olağan üstü, ne de inanılmayacak derecelere varmalı ve
öğünme, gösteriş için de yapılmamalıdır. Aksi takdirde biz filozof değil
hokkabaz ve soytarı oluruz.*
*Ben senden değerliyim. Babam konsül idi Ben de hâkimim,
sen ise hiçbir şey değilsin.
Azizim eğer ikimiz de at olsaydık ve sen bana :
«Babam zamanının bütün atlarından çevikti. Benim ise pek çok dostum, arpam ve
fevkalâde bir eğerim var.» deseydin sana şöyle cevap verirdim : «Pekâlâ. O
halde koşalım!...» Ata göre koşu ne ise insanda da kendisine has vasıfları
onunla anlaşılacak, kıymeti onunla ölçülecek bir şey yok mudur? O şey saffet,
vefa, adalet değil midir? Bu anlamda beni aştığın tarafı göster. Adam olarak
benden daha değerli olduğunu ispat et. Eğer bana «Ben zarar verebilirim, tekme
atabilirim.» dersen, sana şöyle cevap verebilirim: «Sen insana değil, eşeğe
ve ata mahsus bir vasıfla öğünüyorsun.»*
*Bir jimnastik
hocası boynumu, omuzlarımı, kollarımı yuğurarak, yapılması zor idmanları
emrederek beni spora alıştırır. «Şu gülleyi iki elinle tutup iyice kaldır!»
der ve gülle ağır olduğu nispette sinirlerimi kuvvetlendirir. Bana kötü
muamele eden ve küfreden bir adam da böyledir. Beni beden idmanlarından
büsbütün başka türlü faydası olan idmanlara; sabra, tatlılığa, merhamete
alıştırır.*
*Bir insan sana bir sırrını emanet etti ve sen de ona bir sırrını emanet
etmenin namusluca, doğru ve nazik, bir hareket olduğunu sanıyorsun. Sen bir
hoppa ve bir aptalsın. Ekseriya tatbik edildiğini gördüğün şeyi hatırla. Sivil
elbise giymiş bir asker vatandaşın yanına oturur ve şuradan buradan konuştuktan
sonra, Caesar'ın aleyhinde bulunmağa başlar. Bu açık yüreklilik karşısında
yumuşayan vatandaş askerin emanet ettiği bu sırrı, samimiliğine delil sayarak
ona gönlünü açar, hükümdardan şikâyet eder ve nihayet asker kendisinin ne
olduğunu açığa vurarak, onu zindana sürükler. İşte bu, her gün rastlanan bir
olaydır. Sana sırrını söyleyen ekseriya namuslu bir adamın maskesini ve
elbisesini taşır. Zaten bu güvenlik değildir. Bu, boşboğazlıktır. Senin
kulağına söylediği şeyi rast geldiğine söyler. O, delinmiş bir fıçı gibidir.
Kendi sırrını saklayamadığı gibi senin sırrını da saklayamayacaktır.
Saffetin, sadakatin, vefan olduğunu ve delik bir fıçı olmadığını bana
göster. Senin bana bir sır vermeni beklemem ve benim sırrımı dinlemeni rica
ederim. Zira bu kadar tertemiz, bu kadar emin bir gemiyi bulmakla kim sevinmez.
İyiliğimizi isteyen ve sadık olan bir danışmanı kim itebilir? Kim bizim zayıflığımızı
mazur gören ve bize yükümüzü taşımak üzere yardım eden iyi sırdaşı büyük bir
hazla aramaz ve ona sarılmaz?
Meraklı, gözetleyici ve elimizde olmayan şeylere düşkün bir adam
görüyorsun. Onun bir geveze olduğundan ve senin sırrını asla
saklayamayacağından emin ol. Onu kızgın zifte veyahut insanın organlarını
kıran çarka yaklaştırmağa lüzum yoktur. Bir kızın bir göz kırpması, bir
orospunun okşayıvermesi, en küçük bir mevki ve makam ümidi, bir vasiyetnamede
bir mirası ele geçirme ihtirası, buna benzer binlerce şey kolayca, senin
sırrını açığa vurmasına yeter.*
*Hepimiz bedenin ölümünden korkuyoruz. Fakat ruhun
ölümünden korkan kimdir?*
*Dünyada her şey îlâhî kuvvetin övgüsü ile meşguldür.
Bana zeki yahut doğruyu teslim eden bir adam göster., Bunu anlayacaktır.*
* İnsan bu dünyada Allah’ın mahiyetinin ve yarattığı
eserlerin seyircisi, onun tefsircisi ve övücüsü olmalıdır Sen ise en bahtı kara
hayvanların başladığı yerde başlıyor Ve bitiyorsun, duymadan sadece görüyorsun.
Hiç olmazsa ülûhiyetin sende bittiği yerde bit. Bu kudret sende; sana kendisini
anlayacak kabiliyette zeki bir ruh vermekle bitmiştir. Onu kullanmasını bil. Bu
harikulade gösteriden (hayattan, dünyadan yalnız şöyle görmüş olarak çıkıp
gitme. Gör, tanı, öv ve kutla *
*Geceleyin kapılar kapanıp da lâmbalar söndüğü vakit odanda yalnız
kaldığını söylememeğe dikkat et. Zira yalnız değilsin.*
Bütün teşebbüslerine ve hareketlerine şu dua ile başla:
«Ey büyük Allah ve sen ey güçlü Talih! Gitmemi uygun gördüğünüz yere beni
götürünüz! Sizi bütün gönlümle, tereddütsüz takib edeceğim. Sizin emirlerinize
karşı gelmek istesem bile suçlu ve hain olmakla beraber, ister istemez sizi
takib etmem gerekecektir.»
Bundan sonra şunu söyle : «Zarurete
iyice uymasını bilen, ilâhi meselelerin anlaşılması hususunda hâkim ve
ariftir.»
Nihayet üçüncü dilek olarak şunları söyle : «Kriton cesaretle bu geçitten
yürüyelim. Zira Tanrı bizi oraya götürüyor ve oraya çağırıyorlar. Anytos ile Meletos beni öldürebilirler fakat
bana zarar veremezler!»
*Dostum artık memeden kesilmek ve sütü bırakarak, daha zengin bir gıda
olan etle beslenmek istemiyor musun? Hâlâ daha sütananın memesi ve seni
uyutmak için söylediği ninniler, masallar için ağlamak, haykırmak niyetinde
misin?
Dünyayı kötü ruhlardan temizlemek için ne bir Herakles, ne de bir Theseus
olabilirsin. Fakat içindeki kötü ihtirasları ortadan kaldırmakla onları taklit
edebilirsin. Senin içinde yaban domuzu, aslan ve ejder vardır, bunlara hâkim
ol. Prokrustes ile Skiron'u yeneceğine, İstıraba, korkuya, tamaha, hırsa,
kötülüğe, cimriliğe, hovardalığa, azgınlığa hâkim ol. Bu ejderhaları ezmek
için tek yol yalnız Allah’ı düşünmek, ona bağlanmak ve yalnız onun emirlerine
boyun eğmektir
Artık boyunduruğu at ve esirlikten kurtulduktan sonra başını gökyüzüne
kaldır ve Allah’a de ki: «Şimdiden sonra bana ne istersen onu yap. Bana
yapacağın her şeye razıyım. Ve senin bana yaptırdıklarının doğru olduğuna
bütün insanları inandıracağım.»*
Eğer bir deniz yolculuğunda bindiğin gemi bir limana
uğrar da seni kıyıya su almak için yollarlarsa, yolda midye kabuğu veya mantar
bulursan bunları toplayabilirsin. Fakat aklın daima gemide olmalıdır. Sık sık
başını gemiye çevirerek kaptanın seni çağırıp çağırmadığını araştırmalısın.
Eğer kaptan çağırırsa seni eli ayağı bağlı bir hayvan gibi gemiye atmalarına
meydan vermemek için, elindekilerinin hepsini atıp hızla geriye dönmelisin.
Hayat yolculuğunda da durum aynıdır. Bir midye kabuğu veya bir mantar yerine
bir kadın veya bir çocuk nasibin olursa, bunları benimsersin. Fakat kaptan seni
çağırınca arkana bakmadan her şeyi bırakıp gitmen lâzımdır. Eğer yaşlı isen yetişememek
korkusuyla, gemiden pek uzaklaşmamalısın.
Hatırla ki, hayatta bir misafirlikte imisin gibi hareket
etmelisin. Yemek sana kadar geldi mi, elini kibarca uzatarak bir parça al.
Tabağı önünden kaldırıyorlar mı? Alıkoymaya çalışma. Yemek henüz önüne gelmedi
mi? İstemeğe kalkma, sıranı bekle! Çocuklarına, kadınlara, mevki ve ikbale, paraya
karşı da böyle davran! O zaman Allah’ın bile sofrasına kabul edilmeğe lâyık
olursun. Sana verileni almazsan ve küçük görürsen, o zaman yalnız Allah’ın
davetlisi ve misafiri değil fakat eşiti olur ve onlarla birlikte hükmedersin.
İşte böylece hareket ederek Oiogenes, Herakleito ve daha bazı kimseler gerçekten
lâyık oldukları gibi ilâhî insan diye anılmışlardır
*Amfiteatrda senatörlerin yerlerine oturmak istiyorum.
Kendini bir hayli zahmete
sokacaksın, çok da acele etmen lâzım gelecek.
Ama böyle olmayınca oyunları rahatça
seyredemem
Seyr etmeyiver. Oyunları seyr etmeğe
ne mecburiyetin var? Eğer seni oralarda oturmak hırsı kışkırtıyorsa, halkın
çıkmasını bekle, oyun bittiği vakit o kadar istediğin yere oturacak ve keyfinde,
rahatında olacaksın!*
*Yalnız kalınca çocuklar ne yaparlar? Eğlenirler,
çakıl taşı ve kum toplayarak küçük kuleler yaparlar ve biraz sonra da onları
yıkarlar. Böylece her zaman eğlence eksik olmaz. Onların çocukluk veyahut
delilik yüzünden yaptıklarını kültür ve akıl ile yapamaz mısın? Her taraf çakıl
ve kum dolu. Aslında içimizde inşa edecek ve yıkacak o kadar çok şey var ki!
Yalnızlıktan hiç şikâyet etmeyelim.
Ancak başkalarıyla birlikte iken başkalarına uyarak
şarkı söyleyebilen kötü bir müzisyen olmak ister misin?
İnsanların ruhlarından söküp atacakları yalnız iki şey
vardır: Bencilik ve imansızlık.*
Dünyada olup biten şeylerin bir kısmı elimizdedir. Bir kısmı da elimizde
değildir. Elimizde olanlar düşüncelerimiz, yaşayışımız, isteklerimiz,
eğilimlerimiz, iğrenmelerimiz; bir kelimeyle bütün hareketlerimizdir.
O halde hatırla ki tabiatları dolayısıyla esir
olanları hür ve başkasına bağlı olan şeyleri sana ayrılmış sanıyorsan her
adımda engellere rastlayacak, kırılacak, üzülecek ve Allahtan da insanlardan da
şikâyet edeceksin. Buna karşılık senin olanı benimser ve başkasının olanı da
başkasının iradesinde sayarsan; o zaman kimse sana istemediğini yaptıramadığı
gibi, istediğini de yapmana engel olamaz. Dolayısıyla kimseden şikâyet etmez,
kimseyi suçlandırmaz ve istemeden hiçbir hareketi yapmağa zorlanmazsın. Kimse
sana bir fenalık edemez, düşmanın olamaz ve başına kötü, zararlı bir şey de
gelmez.
Bir gaye, erişilmemek için belirtilmediği gibi kötülüğün
hamuru da bu sebepten dünya yüzünde yoktur.
* İnsanlar daha az iptidai ve daha az kaba olan bir yemeği icadettiği için
Triptolemos'a mabetler ve sunaklar yaptılar. İçimizden hangimiz gönlünden;
gerçeği bulanları, yolumuzu aydınlatanları ve ruhlarımızdan bilgisizlikle
saptırmanın karanlıklarını kovanları kutlamıştır? *
*Uşaklarına kızıyor, evini alt üst ediyor ve komşularını rahatsız edip
şaşırtıyor, ondan sonra da olgun bir insanın tavırlarını takınarak bir
filozofu dinlemeğe gidiyor, insanın vazifeleri ve faziletlerin niteliği üzerinde
tartışmalara girişiyorsun.
Dostum bütün bu kaideler ve formüller sana hiç fayda vermez. Zira sen
onları dinlemek için gereken ruh haline sahip olarak gelmediğin için onları
dinledikten sonra yine geldiğin gibi gideceksin.
Dostluğu anlamağa yalnız filozof olan elverişlidir. İyi veya kötünün ne olduğunu ayıramayan nasıl sevebilir?
Şu küçük köpeklerin oynaştıklarını görüyorsun. Birbirlerini okşuyorlar,
birbirlerine sarılıyorlar, sevişiyorlar ve sana gerçekten iyi arkadaş gibi
görünüyorlar. Küçük bir kemik at, o zaman hakikati göreceksin. Kardeşlerin,
babaların ve çocukların dostlukları işte böyledir. Ele geçirilmesi lâzım gelen
servet, bir tarla, bir metres ortaya çıksın ne baba, ne kardeş, ne çocuk kalır.
Dünyada her hayvanın kendi çıkarına bağlandığı kadar sarılabileceği bir şey
yoktur. Ona, faydalı olandan kendisini mahrum ettiğini duyunca baba, kardeş,
oğul, dost ne olursa olsun tahammül edilmez bir yük olur. Çünkü o; baba„
kardeş, oğul, dost, akraba, vatan, hattâ Allah yerine geçen çıkarını sever.
Sevmek için faydayı, ermişliği, namusu, vatanı, akrabayı, dostları hattâ
adaleti bir araya getirmek gerekir. Bütün bunları birbirinden ayırırlarsa
artık dostluk kalmaz. Çünkü ben ile benim'in bulunduğu yerde hayvan ortaya
çıkar. Ben namus ile adaletin bulunduğu tarafta ise ben iyi dost, iyi baba,
iyi oğul, iyi kocayım. Fakat ben ile benim bir tarafta namus ile adalet başka
tarafta olursa dostluğa elveda!
En kutlu, en zorlayıcı ödevlere elveda!*
Bir iş yapacağın zaman yapacağın işin ne olduğunu
iyice düşün. Hamama gideceksin, hamamlardaki âdetleri; insanların birbirlerini
ıslattıklarını, itip kaktıklarını, küfür ettiklerini ve bu çevrede hırsızlığın
tabiî bir hal olduğunu düşün. Eğer önceden kendi kendine «Yıkanacağım, fakat
aynı zamanda varlığımın gerçek nimeti olan hürriyetimi, bağımsızlığımı koruyacağım!»
dersen o zaman yapmak istediğini daha güvenle yaparsın. Başına gelecek her iş
için bu böyledir. Zira bu usul ile yıkanmana her hangi bir şey engel olursa
cevabın hazırdır: «Ben sadece yıkanmak istemiyordum. Fakat aynı zamanda hürriyetimi
de korumak niyetindeyim. Eğer kızmış olsaydım onları koruyamazdım.»
diyebilirsin.
Yapacağın her işte, girişmeden önce ne olacağını ve
arkasından ne çıkacağını iyice düşün, ondan sonra teşebbüse kalk. Bu yolu
tutmazsan yapacağın her harekette başlangıçta zevk duyarsın. Zira arkasından
ne çıkacağını tasarlamış değilsindir. Fakat sonunda rezalet kendini gösterince
utanç içinde kalırsın.
*Sana ait olanı iyice koru ve başkasına ait olana tamah etme, böylece
hakaret edersen hiçbir aksilik saadetine engel olamaz.*
*Eğer bedenimi seversem, servete bağlı isem, ben mahvolmuşumdur, artık
esirim demektir. Böylelikle nereden ilde edilebileceğimi, vurulacağımı belli
etmişimdir.*
Sana bir ihtiras musallat olduğu vakit onunla savaşı yarına bırakırsan,
yarın gelecek ve savaşmayacaksın. Böylece yarından yarına bırakınca, sadece
yenilmeyecek fakat öyle bir duygusuzluğa saplanacaksın ki, günah işlediğinin
bile farkına varman mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla kesin olarak kendinde
Hesiodos'un şu mısraındaki gerçeği duyacaksın: «Bugün yapılması (gerekeni)
yarına bırakan her vakit yıkımlarla karşılaşır.»*
*Kalabalığa incir ve fındık atarlar. Çocuklar kapışmak
için birbirlerine girerler. Fakat yaşlı insanlar hiç aldırış etmezler.
Valilikler dağıtılır, işte çocuklara has olan bir şey.
Mahkeme reislikleri, konsüllükler, onlar da çocuklara hastır. Bunlar benim için
incir ve fındıktan ibarettir. Rastgele elbisemin üzerine düşerse alır ve yerim.
Bunların değeri işte bu kadardır. Ama onları yerden almak için eğilmem ve hiç
kimseyi itmem.
Sadece saraylarda oturmayı, sana hizmet edecek bir
sürü subayı, şık ve zengince giyinmeyi, avlanma tertiplerini, müzisyenleri ve
tiyatrocuları, aktörleri istiyorsun. Bütün bunlardan hiçbirini sende görüp
tamah ediyor muyum? Fakat buna karşılık sen hiç aklını geliştirmeyi düşündün
mü? Doğru düşünceler edinmek için gayret gösterdin mi? Gerçeğe bağlandın mı?
Senin boş verdiğin bir işte senden ileri gidersem buna niye canın sıkılıyor?
Fakat o çok
büyük ve çok değerlidir.
Bunu duyman
iyi. Öyle ise bu yola girmene engel nedir? Bu avcılar, müzisyenler,
hanendeler, aktörler yerine yanma olgun insanları al. Senden çok imkân ve
rahata, senden çok kitaba ve üstada kim sahip olabilir? Başla, zamanının küçük
bir parçasını aklına sarf et. Bir kelime ile seç! Eğer bunlara kendini vermeğe
devam edersen hiç şüphesiz daha nadir ve başkalarındakinden daha değerli,
eşyaya sahip olacaksın. Fakat boş verdiğin zavallı aklın son derece sınırlı ve
iğrenç kalacaktır.*
*Bir filozof nedir? O, eğer dinlemek istersen seni bütün Roma valilerinden
daha çok hür yapabilecek adamdır.*
Filozof mu olmak istiyorsun? Hemen alaya alınmaya
hazırlan ve inan ki halk yuha diye bağıracak ve «Bu adam hır gecede filozof
oldu. Bu küstahça bakış ona nereden geliyor?» diyecek. Sende küstahça bakış
olmasın. Sana iyi ve güzel görünen düşüncelere kuvvetle bağlan. Ve unutma ki
metin olursan önceleri seninle alay edenler bile ileride sana imreneceklerdir.
Hâlbuki onların alaylarına önem verirsen iki kat gülünç olursun.
Eğer birine yaranmak için dış eşyaya bağlanırsan bil
ki derecenden düşmüşsündür. Bu sebeple her işte ve her durumda filozof olmak
sana kâfi gelsin. Ve eğer filozof olduğunu göstermek istersen kendi kendine
görünmeği tercih et. Bu sana yeter.
*Gerçekten felsefeyi seviyorsak irademizi hâdiselere
göre düzenleyelim ki olan şeylerden ve olması icabederken olmayan şeyler
yüzünden daima mesut bir halde kalalım. Bundan çok büyük bir faydamız
olacaktır. İstediğimizden asla mahrum kalmaz ve korkularımızın sebebi olan
hale de asla düşmeyiz. Böylece üzüntüsüz soydaşlarımızla yaşayıp gider, tabii
veya sonradan doğmuş bütün bağlarımızı koruruz. Yani baba, oğul, kardeş, vatandaş, koca, komşu, ortak,
hâkim veya uyruk olarak bütün görevlerimizi iyice yapmış oluruz.*
Felsefe öğreniminde ilerlemek istersen, ruhu
ilgilendirmeyen işlerde ahmak görünmekten korkma.
Felsefe öğreniminde ilerlemek istersen, şu kaygılan
kafandan çıkarıp at: «İşlerime önem vermezsem, az zaman sonra iflâs ederim ve
yiyip içecek bir şey bulamam. Kölemi cezalandırmazsam, gittikçe küstah olur.»
Felsefenin en önemli bölümü kaidelerin tatbikinden bahseden bölümdür.
Meselâ: Asla yalan söylememelidir. İkinci bölümü bunun
ispatını gösterendir: neden yalan söylememeli? Üçüncüsü, ise bu
ispatların delillerini vererek, bir ispatın ne olduğunu ve onun gerçekliğini ve
kesinliğini gösteren bölümdür ki delil, netice, tezat, tenakuz, hakikat,
çürüklük gibi türlü terimleri tarif ve izah eder.
Üçüncü bölüm, ikincisi için ve ikinci birincisi için zaruridir. Fakat hepsi için zaruri olan birinci kısımdır ve orada durmak lâzımdır.
Umumiyetle bu düzeni tersine çevirir ve sadece üçüncüye önem veririz. Bütün
gayretimiz, bütün incelemelerimiz üçüncüsü için yani delil ve ispat için olur.
Ve birinciyi yani tatbikattan ibaret olan bölümü unuturuz. Bunun neticesi
olarak gerekince yalan söylemekten çekinmeyiz. Buna karşılık yalan söylememek
gerektiğini her zaman iyice ispata hazırız.
*Yumuşak peynirin olta iğnesinde kullanılacak bir yem
olmaması gibi, ılık ve gevşek adamlar da felsefe gerçeklerine uyamazlar.*
*Dostum niye bir baston yutmuş gibi yürüyorsun?
Sokakta rastladıklarımın hepsi
tarafından imrenilmek ve sağdan soldan : «İşte büyük bir filozof!» sözünün sarf
edilmesini duymak için böyle hareket ediyorum.
Hayranlığını istediğin kimlerdir?
Onlar senin deli dediğin kimseler değiller mi? Delilerin sana hayran mı
olmasını istiyorsun? Ah! Ey koca deli!*
Felsefe; ne olursa olsun yapmağa zorlandığımız
vazifelerde cılızlığımızı ve bilgisizliğimizi anlamak ile başlar.
İyilik ve kötülük, namuslu veya namussuz, doğru veya
yanlış, saadet ve bedbahtlık üzerinde yapılmış veyahut atlatılmış ödevler
konusunda tabii olarak şöyle böyle bir fikre sahip olmayan insan yoktur. Nasıl
oluyor da bu konularda şahsî olayları muhakeme ederken o kadar sık aldanılıyor?
Bu, önce söylediğim gibi müşterek anlamlarımızı kötü tatbik ettiğimizden ve
iyi çözülmemiş peşin düşüncelerle muhakeme etmemizden ileri geliyor. Güzel,
iyi, fena, doğru, yanlış anlamları, incelikle ve ölçü ile tatbik etmesini
öğrenmeden önce, herkesin rastgele kullandığı terimlerdir. Kavgalar, çatışmalar
ve savaşlar hep bundan doğar. Ben «Bu doğrudur» derim.. Başka biri «Doğru
değildir» der. Nasıl anlaşmalı?
İyice muhakeme etmek için elimizde hangi kaide var?
Acaba inanç mı?
Fakat iste iki kişiyiz ve ikimizin de birbirine zıt
iki inancımız var. Zaten inanç nasıl güvenilecek bir hâkim olabilir? Delilerin
de kendilerine mahsus inançları yok mu? Bununla beraber gerçeği öğrenebilmek
için sarsılmaz bir kaide olması gerekir. Zira Allah’ın insanları kendilerini
idare etmek için bilmeleri lâzım gelen işlerde tam bir bilgisizlik içinde
bırakması kabil değildir. O halde yanlışlarımızı önleyecek ve inançların delice
cüretlerinden bizi kurtaracak olan kuralı arayalım... Bu kural cinste görülen
özellikleri nev'e tatbik etmektir. Böylece herkes tarafından tasdik ve kabul
edilen karakterler her özel olay karşısında geri fikirlerimizi doğru yola
getirecektir. Meselâ iyilik fikrimiz var. Şehvetin biri iyilik olup olmadığını
anlamak istersek, şehveti bu fikre göre çözelim ve bu terazide onu tartalım.
Şehveti benim tartı aletim olan hayrın bu özellikleri ile tartarım. Neticede
onu hafif bulur ve iterim. Zira iyilik sağlam bir şeydir ve terazide çok ağır
basar.*
*Senin düşüncelerin yanlış, bunları yoluna koymama
izin ver. İşte bir filozofla konuşmak, bu demektir. Böyle yapacağın yerde beni
ziyaret eder, boşuna zahmete katlanır söylenerek geri dönersin: «Epiktetos da
bir şey değilmiş. Ne kaba konuşuyor, kendi dilini bile bilmiyor.» Hakikatta
bahse konu olan bu mu idi? İşte insanların mahiyeti! İyi konuşanları ararlar,
birbirlerini tanımadan, birbirlerini çözmeden ve daha iyi olmağa çalışmadan her
gün heykeller gibi birlikte bulunurlar. Eğlence yahut merak bütün ilişiklerimizin
ve eğilimlerimizin temelidir.*
*Hekimlik sürekli hastalığı olanlara hava değiştirmeyi
sağlık verdiği gibi, felsefe de böylece kökleşmiş alışkanlıkları olanlara yer
değiştirmelerini sağlık verir. Çünkü bu alışkanlıklarının kuruluşunu sağlayan
hava onları kuvvetlendirmekten başka bir şey yapmaz.*
*«Cynique» lerin felsefesine az çok merakı olan talebelerimden biri bir
gün bana bu felsefenin ne olduğunu ve bu alanda başarılı olmak için ne yapmak
lâzım geldiğini sordu.
Ona, dostum diye cevap verdim. Topu
topu sana söyleyebileceğim şey, Allah’ın daveti olmadan bu kadar büyük bir işe
kalkışan kimse bir saraya efendi olmak için giren yahut Agamemnoon rolünü
oynamak isteyen Thersites kadar delidir.
Ama ben bir çula, yamalı bir hırkaya
alışabilirim, yerde yatarım, bir torba ve bir asâ alırım ve herkese
küfredebilirim.
Dostum.; sen eğer bu felsefeyi
bundan ibaret sanıyorsan, onu hiç anlamamışsın demektir. Cynique filozof
baştan aşağı temizlik olan ve kendisini biteviye insanların gözü önüne
koymaktan korkmayan bir adamdır. Çünkü utanılacak hiçbir şey yapmamıştır. O,
Allah tarafından insanları yola getirmek için ve kendi verdiği örnekle onlara;
çıplak, parasız, göklerden başka yorganı ve topraktan başka yatağı olmadan
saadete kavuşmak kabil olduğunu öğretmek üzere gönderilmiş bir adamdır. O ne
kadar büyük olursa olsun, kötü huylara kapılmış olanları esir sayan, fena
muamele gördüğü, dövüldüğü zaman kendisine fena muamele edenleri ve kendisini
dövenleri seven ve takdis eden, her insanı kendi çocuğu sayan, onlar için
uyanık duran, bir baba gibi ve bir kardeş gibi ve Allah’ın davetçisi gibi
onları iyilikle, şefkatle yola getirmeğe çalışan ve perişan kılığına rağmen kendisine
karşı krallarla prenslerin hürmet duymadan bakamadıkları bir adamdır. Büyük
İskender Diogenes'i işte böyle karşılamıştır.*
*Gerçek filozofun büyük görüşlerini ve ruhunun ışığını iyice incelersen,
onu son derece uyanık bulacaksın, onun yanında bütün gözleriyle Argos bile sana
bir kör görünecektir.*
Kalp (sahte) bir insanın alâmeti uzun müddet sporla uğraşmak, uzun müddet
içmek, uzun müddet yemek yemek, bunlardan başka geriye kalan maddî ihtiyaçlara
uzun zaman sarf etmek, kısacası biteviye vücuduyla uğraşmaktır. Bunlar
hayatımızın esası değil, teferruatı olmalı ve bunları âdeta ayaküstünde bir
çırpıda yapıvermelidir. Bütün itinamız ve bütün dikkatimiz yalnız ruhumuz için
olmalıdır.
Ne zamana kadar şahsını en büyük şeylere lâyık saymak ve sağduyuyu
baltalamak hususunda kendi kendine süre vereceksin? Razı olacağın kaideleri
öğrendin ve onlara rızanı verdin. Kendini ıslah için hangi üstadın,
mürşidin gelmesini bekliyorsun? Artık sen bir çocuk değilsin, olgun bir
adamsın. Kendini ihmal ederek ve öğrenmekle vakit geçirerek karar üstüne karar
verirsen, kendini düzeltmen için her gün başka bir mühlet ayırırsan, haberin
olmadan hiç ilerlemediğini, hayatında olduğu gibi ölümünden sonra da cehalet
içinde kalacağını bir gün gelecek anlayacaksın. Şu halde bugünden başlayarak
bir insan gibi yaşamağa ve marifet işinde ilerlemiş bir adam gibi yaşamağa
lâyık olduğunu kabul et. Şana çok güzel, çok iyi görünen şeyler hiç
çiğnenmeyecek birer mukaddes gibi görünsün. Zahmetli yahut zevkli, şerefli
yahut utanılacak bir şey karşına çıkarsa, hatırla ki artık savaş günü
gelmiştir. Olimpiyad oyunları başlamış ve mühlet zamanı geçmiştir. İlerlemen
veya mahvolman bir âna, bir cesaret veya korkaklık hareketine bağlıdır. Her
şeyi ve her olayı kendi yükselmesine hizmet ettirerek ve sadece akla uyarak
Sokrates olgunluğa erişmiştir. Sana gelince: henüz Sokrates olmamakla beraber
Sokrates olmak isteyen bir adam gibi yaşamalısın.
*Başaklar niye sürer? Yetişmek ve sonra yetişince biçilmek için değil mi?
Çünkü onları kutlu şeylermiş gibi sapları üzerinde bırakmazlar. Eğer başakların
duyguları olsaydı biçilmemek dileğinde bulunacaklarını sanıyor musun? Şüphesiz
hayır. Aksine biçilmemeği bir felâket sayacaklardı. İnsanlar için de bu
böyledir. Ölmemek insanlar için bir felâkettir. Başak için sararıp
olgunlaşmamak ve biçilmemek ne ise Âdemoğlu için de ölmemek odur.*
*Bütün komşu memleket halkının gittiği bir panayırı görmedin mi? Bu
insanların bir bölüğü satmak, bir bölüğü de almak için oraya giderler. Oraya,
merak yüzünden, yalnız panayırı görmek, kimin bu panayırı kurduğuna ver için
açtığını öğrenmek için giden azdır. Dünya için de bu böyledir. Dünyaya gelen
insanların bir kısmı satmak, bir kısmı da satın almak için gelmişlerdir.
Bunların içinde bu muhteşem gösteriyi seyretmek, onun ne olduğunu anlamak,
kimin yaptığını, niçin yaptığını ve nasıl idare ettiğini öğrenmek kaygısını
taşıyanlar pek azdır. Zira dünyanın bir kuvvet tarafından yaratılmış olmaması
ve biri tarafından idare edilmemesi kabil değildir. Bir şehir; bir ev, bir işçi
olmayınca var olamaz ve biri döndürmezse devam edemez. Bu kadar muazzam ve bu
kadar harikulade bir makine nasıl olur da bir tesadüfle var olur ve sürer? Bu
imkânsızdır. Dolayısıyla onu yaratan ve döndüren bir kuvvet vardır. O kimdir ve
nasıl onu idare eder? Ya; onun eseri olan biz kimiz, niçin varız? Bunları
düşünen, esere imrendikten ve yaratanı kutladıktan sonra mutlu çekilip giden
pek az kimse vardır. Bu soruları kendilerine soranlar çıkarsa tıpkı panayırda
tüccarların alık diyerek eğlendikleri gibi öbürlerinin alay konusu olurlar.* *Eğer
öküzlerle domuzlar konuşabilselerdi yemden başka şey düşünenlerle böyle alay
edeceklerdi.*
*Kötü bir komşum, kötü bir babam var.
Onlar yalnız kendilerine karşı kötü, bana karşı çok iyidirler. Zira onlar
benim soğukkanlılığımı, hakseverliğimi, sabrımı kuvvetlendiriyorlar. İşte
Mercurius'un sopası. Onunla dokunacağın her şey altına dönmeyecektir. Zira bu,
çok büyük bir iş değildir. Fakat fena sanılan her belâyı, hastalığı,
fakirliği, sürünmeyi hattâ ölümü iyiliğe çevirecektir.*
*Ne Olympia yarışlarında kazanılan zaferler, ne savaşlarda elde edilen
yenmeler insanı mesud edemez. Onu mesud edecek başarılar, kendi üzerinde
kazandıklarıdır. Zevkin tuzaklarına karşı savunmalarınız gerçek savaşlardır.
Bir kere, iki kere, birçok kere yenildin. Yine döğüş. Sonunda her vakit yenmiş
bir insan gibi bütün hayatında mesut olursun.
Yaşadıkça vazifem, halk arasında veya yalnızken her işte Allaha şükretmek,
onu her fırsatta övmek ve ölünceye kadar kutlamaktır.*
*Ne zavallıyım! Okuyup inceleyecek vaktim yok!
Dostum niye okuyup yazıyorsun? Boş
bir merak için değil mi? Eğer bu doğru ise sen bayağı bir adamsın. Okuyup yazma
iyi bir hayata hazırlık içindir. Şu halde bugünden başlayarak daha iyi yaşa_
Her yerde kendi ödevini yapabilirsin ve olaylar seni kitaplardan çok
aydınlatabilirler.
Şu prensipleri göz önünde tut:
«Benim olan nedir? Benim olmayan nedir? Bana verilen
nedir? Allah’ın yapmamı istediği nedir? Yapmamamı
istediği nedir? Allah, bu zamana kadar sana büyük bir rahatsızlık verdi. Sana
kendinle sohbet etmek, okumak, düşünmek ve büyük meseleler hakkında yazmak ve
hazırlanmak zamanını verdi. Bu zaman sana yetmeli idi. Sana şöyle diyorlar:
«Gel, savaş! Elde ettiğin cevheri göster, bize mükâfatı
kazanmağa değer bir atlet misin yoksa bütün dünyayı dolaşan ve her yerde yenilen
serseri atletlerden misin, bunu göster?»*
*Romada, Atina’da yaşamakla mesud olunacağını iddia
ediyorsan sen mahvolmuşsundur. Zira ya
oraya dönmemek yüzünden kendini zavallı sayacaksın yahut oraya dönersen senin
için sonu feci bir sevince kapılacaksın. Bu yüzden şu hayranlıklardan kendini
kurtar: «Roma ne güzel bir şehirdir! Atina ne eşsiz bir şehirdir!» Evet, ama
saadet daha güzel bir şeydir. Roma’da o kadar yorgunluk vardır ve o kadar çok
insana dalkavukluk etmek lâzımdır ki! Bu kadar yorgunlukla, bu kadar sıkıntıyı
saadetle değiştirmiş olmandan sevinmemeli misin?
Sanıyor musun ki bütün gecelerini okuyup yazmakla,
çalışmakla ve incelemekle geçirirsen sana gayretli diyeceğim. Hiç şüphesiz hayır. Her şeyden önce bu incelemeleri ve çalışmaları ne
için yaptığını öğrenmek isterim. Bütün gece sevgilisini görebilmek için
uyanık kalan adama gayretli demem, âşık derim. Şöhret için uyanık kalırsan
sana haris derim. Eğer para için uyanık kalırsan, sana çıkarına düşkün cimri
derim, fakat aklını geliştirmek, olgunlaştırmak, tabiata uymaya alışmak ve
ödevlerini yerine getirmek için uyanık kalırsan ancak o zaman sana gayretli
derim. Çünkü insana yaraşır tek gayret işte budur.*
*Filozof kötü insanlardan, yaptıklarından daha çok
fenalık bekler. Biri bana küfretti. Ona beni dövmediği için teşekkür ederim.
Beni dövdü ise yaralamadığı için teşekkür ederim. Beni yaraladı ise
öldürmediği için teşekkür ederim.
*At şarkı söyleyemediği için talihsiz midir? Hayır,
ama koşamazsa talihsiz olur. Köpek uçamadığı için talihsiz midir? Hayır, fakat
koku alamazsa talihsiz olur. İnsan aslanları boğamadığı ve olağanüstü işler
yapamadığı için bedbaht mıdır? Hayır, o bunun için yaratılmış değildir. Ama
temizliği, iyiliği, vefayı, adaleti, kaybettiği vakit ve ruhuna Allah'ın işlediği
ilâhî değerler silindiği vakit bedbahttır.*
*O kadar büyük iktidar sahibi olan falan kimseye sokulmuyorsun
İstediği kadar iktidar sahibi olsun, bu benimle ilgili bir mesele mi ve
ben ona dalkavukluk etmek için mi doğdum? Benim yaranacağım, itaat edeceğim,
boyun eğeceğim kimsem yok mu? Elbette var, Allah ve onunla olanlar!.
İyiliğimiz
ve kötülüğümüz yalnız irademizdedir.
Kültürsüzlüğü ve kültürsüzleri küçük görmeyen sanat ve ilim yoktur. Felsefe
bu ilim topluluğu arasında bir ayrılık kurup, onların tenkitleri ile kalp
düşüncelerine önem verebilir mi?
Yanlış yapmamaya imkân yoktur. Ama bu yanlışı yapmamak için sürekli ve ince
bir dikkatin olması mümkündür. Bu arkası kesilmeyen dikkatin yapabileceğin
yanlışların sayısını azaltması ve bir parçasını ortadan kaldırması da büyük
bir iştir.
Yarın kendimi yola sokacağım dediğin vakit iyi bil ki bugün saygısız,
sefih, alçak, azgın, açgözlü, halktan uzak, çıkarına düşkün ve hain olmak
istiyorsun. Bak, kendine ne kadar kötülük için izin veriyorsun.
Ama yarın başka türlü bir adam olacağım.
Niye bu günden başlamıyorsun? Bugün yarın için hazırlanmağa koyul, başka
türlü hareket edersen yine yarına bırakacaksın.*
Kâhine danışmağa gittiğin vakit, başına gelecek şeyin ne olduğunu
bilmediğini ve öğrenmek için ona gitmiş olduğunu hatırla. Eğer filozofsan
kâhine kaderini öğrenmek üzere başvurduğun vakit, başına gelecek şeyin cinsini
bilmediğini ve öğrenmek için ona gittiğini düşün. Zira başına gelecek hâdise
bize tâbi olmayan bir şey ise bu muhakkak ki, senin için ne bir iyilik, ne de
bir kötülüktür. Şu halde kâhine giderken dünyanın her hangi bir nimeti için ne
temayülün, ne de nefretin olsun, aksi takdirde daima titreyeceksin. Yalnız şuna
inan ki, başına gelecek her hangi hâdise sana yabancıdır ve seninle ilgisi
yoktur. Kimse sana engel olamayacağı için özelliği, niteliği ne olursa olsun
onu faydalı bir hale getirmek senin elindedir.
Bunun için sana yol göstermek tenezzülünde bulunan Allah’ın önüne çıkar
gibi emniyetle git. Nihayet sana bazı tavsiyelerde bulundukları vakit başvurduğun
zatın kim olduğunu ve itaat etmezsen emirlerini hakîr görmüş olacağını unutma. Lâkin
kâhinlere Sokrates'in lüzum gördüğü hallerde müracaat et. Yâni yalnız olaylarla
öğrenilebilecek ve önceden akılla veyahut her hangi bir sanatın usulleriyle,
kaideleriyle keşfedilemeyecek meseleler için git. Bu yüzden bir dost için
veyahut vatan için büyük tehlikelere göğüs germen icabedince, bunu yapayım mı
yahut yapmayayım mı diye kâhine sorma. Zira kâhin eğer kurban barsaklarının kötü
olduğunu söylerse, bu işaret senin için ya ölüm, ya vurulma yahut sürgün
manasınadır. Fakat sağduyu bütün bunlara rağmen, dosta «yardım etmeyi ve vatan
için tehlikelere göğüs germeyi emreder. Bu yüzden oyuna başvurduğun kâhinden
daha büyük bir kâhine, öldürülmek üzere olduğunu gördüğün bir dostuna yardıma
koşmayan adamı mabedinden kovmuş olan Apollon Phthios'a uymağa çalış.
*İbadetlerimizin belli olduğu meselelerde kâhinin düşüncesini
almağa ne lüzum var? Dostum için her hangi bir tehlikeye göğüs germek veya
onun için ölmek bahis konusu ise kâhine ne ihtiyacım var? Bana iyiliğin ve
kötülüğün mahiyetini ve bunları tanıyabileceğim bütün alâmetleri öğrenmiş olan,
içimde inanılır ve asla yanılmaz bir kâhinim yok mu?*
*İnsanın kâhinlere ihtiyacı korkusundan gelir.
Olaylardan korkar. İşte bunun için kâhinlere son derece düşkündür. Onları
bütün işlerinin hâkimi yapar. Varını yoğunu onlara emânet eder. Eğer iyiliğini
söylerlerse sanki ona bunu hediye ediyorlarmış gibi teşekkür eder. Ne körlük!
Eğer hikmet nedir bilseydik, yolculukta yolumuzu sağa mı sola mı sapmak lâzım
geldiğini sorduğumuz gibi, hiç ehemmiyet vermeden kâhinlerin fikrini alırdık. Zira
hâkimlere danışmak ne demektir? Bu Tanrının iradesini öğrenmek ve yapmaktan
başka bir şey değildir. Şu halde gözlerimizi nasıl ve niçin kullanıyorsak
kâhinlerden de bu maksatlarla faydalanmalıyız. Gözlerimize filân veyahut falan
şeyi bize göstermeleri için rica etmiyoruz, fakat bize ne gösterirlerse onu
görüyoruz. Kâhinlere karşı da böylece hareket etmeliyiz. Onlara dalkavukluk
yapmamalıyız ve yalvarmamalıyız. Yalnız bize emrettiklerini yapmalıyız.*
*Kâhinlerden falımızı sorarken titrer ve ateşli dualar
ederiz: «Allah’ım bana acı, filân veya falan işten kolayca sıyrılmama müsaade
et!» Hey alçak esir! Senin için en doğru olandan başka bir şey mi istiyorsun?
Senin için en doğru olan, Allah’ın senin hakkında uygun gördüğünü yapmak değil
midir? Senin hâkimin ve hakemin olanı niçin elinden geldiği kadar lekelemek ve
kirletmek istiyorsun?*
*Saati gelince öleceğim. Lâkin kendisine verileni geri
veren bir adam gibi öleceğim.*
*Felicio hiç kimsenin konuşmağa tenezzül etmediği bir budala idi. Hükümdar
ona kâhyalığını verdi. Felicio birdenbire önemli ve aydın bir adam oldu.
Birçokları şöyle diyorlardı: Felicio bugün bir melek gibi konuştu. «Ey benim
dostum biraz bekleyin, Prens onu sadece kâhyalıktan çıkarsın, o yine
birdenbire budala olacaktır.»*
*Romalı bir hanımefendi Domitianus'un sürgüne
gönderdiği dostlarından bir hanımefendiye büyük bir para yollamak istiyordu.
Biri ona Domitianus'un bu paraya el koyacağını söyledi. «Ne önemi var, diye
cevap verdi. Ona bu parayı göndermemektense Domitianus'un el koymasını tercih
ederim.»
*Belli bir gerçek yoktur diyenler bu yalancı iddiayı sözde bir gerçekle
yalanlamaktadırlar. Çünkü söyledikleri ya doğru ya yanlıştır: Demek bu bilinen
bir gerçektir.*
*Bir hekim bir hastaya gider ve ona şunu söyler : «Sıtmanız
var. Bugün hiçbir şey demeyiniz, yalnız su içiniz.» Hasta ona inanır,
teşekkür eder ve ücretini verir. Filozof da bir kültürsüze şöyle der: «Azgın
isteklerinizin sonu yok, Kaygılarınız bayağıdır. İnançlarınız sahtedir,
yanlıştır.» Kültürsüz öfkelenerek çıkıp gider ve tahkir edildiğini söyler. Bu
ayrılık nereden geliyor? Çünkü hasta ağrısını duyar, ama cahil bu acıyı
duymaz*
*Eğer Allah sadece renkleri yaratmış ve onları ayırt
edecek, görecek gözleri yaratmamış olsaydı bu renkler neye yarayacaktı?
Renkleri ve gözleri yaratıp da ışığı yaratmasaydı renkler ve gözler niye
yarayacaktı? Bu üç şeyi birbiri için yaratmış olan kimdir? Bu harikulade
birliğin yaratıcısı, kimdir? Allah’tır. Demek ki İlâhî bir kuvvet vardır.*
Sana senden gelmemiş olan özelliklerle asla öğünme.
Bir at, gururla: «Ben güzelim!» dese buna tahammül edilebilir. Fakat sen
böbürlenerek «Güzel bir atım var!» dersen bil ki güzel bir ata sahip olmakla
öğünüyorsun. Bunda sana ait olan nedir? Muhayyileni kullanman! Bunun için
muhayyileni kullanırken tabiatı kolla. İşte o zaman kendindeki meziyetle
öğünebilirsin.
Eğer yenmesi senin elinde olmayan bir savaşa, girmezsen
yenilemezsin.
Bir kimsenin pek erkenden yıkandığını görürsen çok erkenden yıkanmış
olmakla fena ettiğini söyleme. Sadece zamanından önce yıkandığını söyle. Başka
birinin çok fazla şarap içtiğini görürsen çok içmekle fena ettiğini
söyleme, sadece çok içtiğini söyle. Zira onu böyle hareket ettiren sebebi
iyice bilmeden fena ettiğini nasıl bileceksin. İşte bu yolda muhakeme ettiğin
vakit, daima gözünle bir şeyi görüyor ve başka bir şey hakkında hüküm vermiş
oluyorsun.
Bir kimse Khrysippos'un eserlerini anlamak ve açıklamakla öğünürse kendi
kendine der ki; Eğer Khrysippos biraz kapalı yazmamış olsaydı, bu adamın
öğünebileceği hiçbir şey yoktu. Bana gelince, ben ne istiyorum? Tabiatı
bilmek ve ona uymak. O halde bu işi en iyi açıklayanı ararım. Diyorlar ki en
iyi anlatan Khrysippos tur. Onu bana anlatacak birini sorarım. Buraya kadar
olağan üstü bir şey yok. İyi bir tefsirci bulunca geriye, onun bana anlattığı
kaideleri kullanarak tatbik etmekten başka bir şey kalmaz. İşte sayılacak tek
şey budur. Zira sadece bu filozofu inceleyerek söylediklerine hayran olmakla
yetinirsem ben neyim? Halis bir gramerciyim ve filozof değilim. Şu farkla ki
Homeros'u çözeceğim yerde Khrysippos'u inceliyorum. Biri çıkar da bana
«Khrysippos'u anlat!» derse ve benim onun felsefesine uygun hareketim olmazsa,
o zaman anlatamamaktan da çok utanç ve şaşkınlık duyarım.
*Kendisine götürülen parayı yoklamak için sarraf neler yapmaz? Bütün
duyularını kullanır: göz, el burun ve kulak. Bir altını bir iki defa tıngırdatmakla
kalmaz. Sesleri dinliye dinliye âdeta bir müzisyen kesilir. Bize ait olduğunu
sandığımız şeylerde hepimiz sarrafız. Aldanmamak için sarf ettiğimiz dikkat ve
titizlik sonsuzdur. Aldatılmak korkusuyla aklimizi, fikrimizi yoklamak lâzım
geldiği vakit ise sanki bunlar bize ait değilmişler gibi, ihmalci ve tembeliz.
Çünkü bunların bize verdikleri zararları bilmeyiz.*
* Eğer vaktin padişahı seni evlâd edinirse herkese
karşı tahammül edilmez bir gururun olur ve o kadar borçlu olduğun Allah'ı
unutursun.*
*Ben sana fazilet alanında yaptığın ilerlemeyi
soruyorum. Ve sen bana Khrysippos'u iyi anladığını öğünerek söylediğin bir
kitabını gösteriyorsun. Bu tıpkı, kuvvetini öğrenmek istediğim bir atletin
bana sinirli kollarını ve geniş omuzlarını göstereceği yerde sadece
eldivenlerini göstermesi gibi bir şeydir. Ey alçak esir! Bir atletin
eldivenleri ile ne yaptığını öğrenmek istediğim gibi Khrysippos'un kitabının
da senin ne işine yaradığını öğrenmek isterim. İsteklerini ve korkularını
yerli yerine kullandın mı? Yalnız
eserle ilerleme kendini gösterir. Şimdi ruhun daha yüksek, daha hür, dahi
vefalı ve daha çok iffetle dolu mudur? Ruhun hiçbir şeyim, engel olamayacağı ve
bulandıramayacağı bir halde midir? Bütün hayatından iniltileri, şikâyetleri ve
mânâsız haykırışlara kovabildin mi?*
*Hemen şimdi bütün duygularını incele ve güvenle her
zorluğa, denenmeye hazırlan: silâhların tamdır ve en korkunç kazalardan yeni
bir süs çıkaracak haldesin.*
*Sizden tavsiye mektubu istemiyorum, onları alçak ve
korkaklar için saklayınız. İşte bu tavsiye mektuplarından birinin örneği :
«Size bu cesedi, bu henüz donmamış olan kan tulumunu takdim ediyorum.» İşte
kendisini kırmanın başkasının elinde olmadığını anlamak inceliğini göstermeyen
bir adamı böyle takdim etmelidir.*
*Çok büyük mevki sahibi bir adam, (bugün iaşe vekili)
sürgünden gelip Romaya giderken bana uğradı. Bana saray hayatının korkunç bir
tasvirini yaptı. Bundan iğrendiğine beni kandırmağa çalıştı ve her ne pahasına
olursa olsun bu çevreye artık girmeyeceğini, yılları sayılı olan ömrünün son
günlerini huzur içinde, işlerin telâşından ve gürültüsünden uzakta geçirmek
istediğini söyledi. Ben ona bunların hiçbirini yapmayacağını, Roma’ya ayağını
basar basmaz bütün bu güzel kararları unutacağını ve hükümdara yakınlaşmanın
kolayını bulur bulmaz bundan faydalanacağını anlattım. O, bana veda ederken «Epiktetos
ayağımı saraya attığımı duyarsan dünyanın en büyük bir alçağı olduğumu söyle!»
dedi. Netice: Romaya varmadan Caesar'ın mektubunu aldı ve ânında saraya
her zamankinden daha yakın oldu ve tahminim böylece doğru çıktı. Biri bana
«Ne yapmasını düşünüyordunuz? Hayatının gerisini avarelik ve tembellikle mi
geçirmesini istiyordunuz?» dedi. Hey dostum, bir filozofun, kendi ruhuna itina
etmek isteyen bir adamın; bir saray mensubundan daha tembel olacağını
zannediyor musun? Onun daha önemli ve daha ciddî işleri vardır.*
*Bir adam hâkim olur, evine döner, yuvasını şenlik içinde bulur. Herkes onu
tebrike gider. Hemen Capitolium'a çıkar, adaklar adar ve Allah’a şükreder. İçimizden
hangimiz doğru inançlara, kanuna ve tabiata uygun isteklerimiz olduğu için
Allah’a şükrederiz?
Bir adam Nicopolis'de Augustus
rahiplerinin tarikatına girmek için oyumu almağa geldi. Ona «Peki dostum maksadın
ne? Bu boş bir masraftır.» dedim.
Ama adım ebediyete kalacak, Çünkü
kayıtlara geçecek!
Adını bir taşa kazdır daha uzun
zaman kalır. Seni Nicopolis surlarının ötesinde kim bilecek?
Ama altın yaldızlı bir tacım olacak!
Eğer ihtirasın bu işe taç taca
eştir, gülden bir taç giy, sana daha az ağır gelecek ve daha çok yakışacak.»*
*Yunanlıların Troia'ya girdikleri vakit her şeyi kana ve ateşe boğmaları,
bütün Priamos ailesini öldürmeleri ve kadınlarını esir olarak alıp götürmeleri
Paris için çok büyük bir felaket olduğu söyleniyor.
Aldanıyorsun dostum! Paris'in büyük
felâketi saffeti, sadakati, tevazuu kaybettiği ve misafirperverliği çiğnediği
vakit olmuştur. Öylece Akhilteus'un felâketi de Patroklos öldüğü vakit olmuş
değil; fakat öfkeye tutulduğu., Briseis'e ağlamağa başladığı, bu savaşa
metreslere sahip olmak için değil, bir kadını kocasına geri vermek için
katıldığını unuttuğu vakit başlanmıştır.*
*Euristheus tarafından imtihana çekilen Herakles kendisini talihsiz
saymıyor ve bu zâlimin emirlerini yerine getiriyordu. Allah tarafından, seni
yaratan Allah tarafından imtihana çekilen sen bağırıyor; şikâyet ediyor,
kendini talihsiz sayıyorsun! Ne alçaklık! Ne kancıklık!*
*Dostum, oğlun kaçtı, seni bıraktı ve sen ağlıyorsun.
İnsanın bir yolcu olduğunu bilmiyor mu idin? Sen çılgınlığının cezasını,
azabını çekiyorsun. Senin ferahını sağlayan şeylerin her zaman yanında
olacağını ve daima sana hoş gelen yerlerden ve ilişiklerden zevk duyacağını mı
ümid ediyorsun. Bunu sana kim vadetti?
Bu kadar güzel bir yerden ayrılmak seni üzüyor; titriyor ve ağlıyorsun. Şu halde sen
kargalardan, kuzgunlardan zavallısın. Çünkü onlar inlemeden ve bıraktıklarına
acımadan iklim değiştirirler, denizleri aşarlar!
Ama onlar şuuru olmayan hayvanlardır.
Allah sana
şuuru kendi kendini alçaltmak için mi verdi? İnsanların
ağaçlar gibi köklerine yapışık olduklarını ve yer değiştirmeyeceklerini mi
sanıyorsun?
Ama dostlarımı
kaybediyorum!
Eh, ne yapalım!
Bütün dünya dost ile doludur. Çünkü senin dostun olan ve seni koruyan Allah onu
dost ile doldurmaktadır ve yeryüzü tabiatın seni bağladığı insanlarla doludur.
O kadar yolculuk eden Odysseus dost bulmadı mı? Yeryüzünü baştanbaşa gezip
dolaşan Herakles dost bulamadı mı?
Herakles, çocuklarını yetim bırakmaktan ıstırap çekmiyordu.
Zira yeryüzünde hiçbir kimsenin yetim olmadığını, bütün insanların her yerde
kendilerine bakacak ve kendilerini asla terk etmeyecek bir babaları olduğunu
biliyordu*
*Hikmetli
ve kültürlü insan hayatını feda ederek, onu kazanır.*
*Bir karga, ötüşü ile sana fena bir haber verdiği vakit,
sana bir karganın değil, Allah’ın seslendiğini sanıyorsun. Seni hâkim ve arif
bir kimse uyandırdığı vakit de, bir filozofun, değil Allah’ın uyandırdığına
inan.*
*Bir tüccarın, ayarı düzgün bir parayı çevirmemesi
gibi ruh da gerçek nimetleri itmez. Böyle iken ekseriya kalp olanları da alır.
Çünkü şekil onu aldatmıştır ve o kalpı, kalp olmayandan ayırdedecek bilgiye
sahip değildir.*
*Ruh su ile dolu bir havuz gibidir. Onun kanatları bu havuzu aydınlatan
ışıktır. Havuzun suyu dalgalandıkça ışığın da dalgalandığı sanılır. Hâlbuki
ışık olduğu gibidir. İnsan için de bu böyledir. O bulanık ve üzüntülü iken,
faziletleri bulanık ve perişan değildir. Onun özündeki kuvvetler harekete
gelmiştir. Bu kuvvetler durgunlaşınca her şey durgunlaşacaktır.*
*Epikuros'cu bir ilâhî hikmet var mıdır? Durmadan
burnumdan sümük akıyor! Der. Sen bir esirsin! Ellerin ne güne duruyor? Burnunu
sümek için değil mi? Epikuros'cu buna cevap verir: «Dünyada hiç balgam veya
sümük olmaması daha iyi değil mi?» Burnunu silmek İlâhî hikmeti suçlamaktan
daha iyi değil midir?*
*Vücutlarından yeryüzünü temizlediği aslanlar, kaplanlar, yaban domuzları,
haydutlar, kısacası bütün bu canavarlar olmasaydı, Herakles olur muydu? Yine
bu canavarlar olmasaydı asabî kollan, kuvveti, cesareti, yenilmez sabrı ve bütün
geri kalan faziletleri niye yarayacaktı?*
*Zarar verebilecek olanlara karşı gösterilen saygı Romanın ortasında
sıtmaya dikilen sunak gibidir. Bu kuvvete, korkulduğu için kulluk edilir.*
*Bir insanın en gerçek nimeti her vakit, hayvanlardan kendisini ayıran
yönündedir. Bu bölümün çok, pek çok kuvvetlendirilmiş olması ve faziletlerin
düşmanı kovmak için iyice uyanık bulunmaları onun selâmette olması ve hiçbir
şeyden korkmaması için yeter.*
*Bizi öldüren, bir kılıç, bir tekerlek, bir deniz, bir
kiremit veyahut bir müstebittir. Seni Ahirete götürecek yolun ne önemi var?
Hepsi birbirine eşittir. Bu yolların en kısalarından biri seni bir müstebidin
Ahirete gönderdiği yoldur. Asla bir müstebid bir insanı altı ayda öldüremez.
Halbuki bir hastalık yıllarca sürebilir.*
*Filozofun mektebi hekimin eczanesi gibidir. Oraya zevk duymak için
gidilmez, fakat kurtaran bir ıstırabı çekmek için gidilir. Birinin çıkık bir
omuzu, ötekinin bir yarası vardır. Berikinin bir fistülü, ötekinin başında bir
sancısı vardır. Zevk, onları iyi edebilir mi?*
*Allah beni fakirliğe, sürünmeğe ve esirliğe terkediyor. Bu bana düşmanlığı
yüzünden değildir. Çünkü sâdık bir hizmetçisinden nefret eden bir efendi var
mıdır? Yine bu bir ihmal yüzünden de değildir. Allah en küçük şeyleri bile
gözden kaçırmaz. Fakat Allah beni deniyor, benden iyilik için cesur bir
asker, namuslu bir vatandaş çıkıp çıkmayacağını anlamak diliyor ve nihayet
hareketimle insanlar arasında onun varlığına şahitlik etmemi istiyor.
Vatanında iken sahip, fakat şimdi mahrum olduğun bütün zevklerin acısını
çekerken, Allaha itaat ve teslimiyet göstermekte olduğunu, hikmetli bir
insanın ibadetlerini yaptığını düşünerek avun!! Kendi kendine şunu
söyleyebilmek ne büyük bir şeref: «Şu anda filozoflar mekteplerinde büyük meseleleri
ele almışlardır. İyi bir adamın bütün vazifelerini anlatıyorlar. Hâlbuki ben o
ibadetleri yapıyorum. Onlar benim faziletlerimi çözüyor, açıklıyorlar.
Bilmeden beni övüyorlar. Zira bert onların Överek öğrettiklerini yapıyorum!»
*Şimdi yapılmamasında fayda olan bir şeyin bırakılmasında daha büyük fayda
vardır.
Dikkat her şeyde, zevklerde bile elzemdir. Hayatta yarına bırakmanın bizi
daha çok başarıya götürdüğü olaylar gördün mü?*
Her korkunç hayalin karşısında «Sen bir hayalsin
ve asla göründüğün gibi değilsin!» demeğe hazır ol. Sonra onu iyice
incele. Ve bu inceleme için öğrendiğin usullerden hususuyla birincisini, yani
sana azap veren şeyin elimizde olup olmadığını bildiren usulü göz önünde
bulundur. Eğer bu bizim elimizde olmayan şeylerden ise kendi kendine
duraksamadan de ki : «Bu, benimle ilgili değildir!»
Bir kimsenin matemli olduğu yahut çocuğu gurbette
bulunduğu veya mal ve mülkünü kaybettiği için ağladığını görürsen, muhayyilenin
coşmasına ve bu dış şeyler için; bu adamın gerçekten talihsiz olduğuna seni
kandırmasına meydan verme! Kendi kendine içinden şöyle düşün: Onu dertli eden
şey basma gelen felâkettir. Zira ondan başkası üzüntü duymuyor. Onu
kederlendiren şey bu işteki inancıdır. Böyle iken gerekirse onunla birlikte
ağlamaktan ve sözlerinle onu teselliden kaçınma. Lâkin gerçekten üzülmemeğe
dikkat et.
*En çok göze çarpan gerçeklere teslim olmayanlarla
tartışma neye yarar? Bunlar insan değil taştırlar.*
* Olimpia'ya gidip atlet oyunları görmek için uzun:
bir yolculuğa katlanırsınız. Fidyas'ın güzel bir heykelini görmek için de daha
uzun bir yolculuğa çıkarsınız ve onları görme zevkini tatmadan ölmeyi büyük bir
felâket sayarsınız. Fakat Fidyas'ın heykellerinden çok üstün olan ve bulup
görmek için pek uzağa gitmeğe lüzum olmayan, ne o kadar zahmete ne de o kadar
yorgunluğa mal olmayan, her yerde karşılaşılan eserleri görme isteğini asla
duymayacak mısın? Acaba aklınıza kim olduğunuzu ve niçin doğmuş olduğunuzu
düşünme kaygısı gelmeyecek mi? Allah'ın bilmeniz ve tanımanız için
gözünüzün önüne yaydığı, kâinatın o kadar imrenmeye lâyık manzaralarına hiç
dikkat etmeden mi öleceksiniz? *
*Çocuğun son derece hasta olduğu vakit onu bırakıp gider ve çok sevdiğin
için onu bu halde görecek cesaretin olmadığını söylersin. Dostluk eğer bu ise,
onu bütün sevenlerin, anasının, sütanasının, kardeşlerinin, kızkardeşlerinin,
mürşidinin de terk etmesi ve zavallının kendisini sevmeyenlerin elleri arasında
kalması gerekir. Ne şaşkınlık, ne haksızlık, ne vahşet! Doğrusu, hasta iken,
seni bu kadar şefkatle seven dostlara sahip olmak ister misin?*
*İşte sana dalkavuklar hakkında doğru fikir verecek buna benzer başka bir
örnek. Nero'nun muhafız alayındaki subaylardan olan Epaphroditos'un zanaatı
kunduracılık olan bir esiri vardı. Fakat bu esir o kadar aptal ve beceriksizdi
ki, hiçbir işte kullanmadığı için onu sattı. Nero'nun uşaklarından biri onu
satın aldı ve tesadüfle bu esir sultanın ayakkabıcısı ve sonunda gözdesi oldu.
Epaphroditos hemen ertesi günden itibaren ona dalkavukluğa başladı. Artık
Epaphroditos ortalıklarda, görünmüyordu. İşe yaramadığı için sattığı bu adamla
en önemli işleri konuşmak için günlerce kapanıyor hiçbir yere çıkmıyordu.»*
*İnsan sıfatının (haysiyetinin) vadettiğini yapabilmek
pek kolay bir iş değildir. İnsan akla sahip geçici bir hayvandır ve ancak akıl
ile hayvanlardan ayrılır. O, akıldan uzaklaştığı, akılsız hareket ettiği zaman
insan kaybolur ve hayvan ortaya çıkar.*
*Ah, Atina'yı, Akropolis'i ne vakit göreceğim? Dostum göklerden, bu güneşten,
bu aydan, bu yıldızlardan, bu dünyadan ve bu denizden daha güzel şey görebilir
misin? Atina'yı görmekten mahrum olduğun için üzüntülü isen güneşi ebediyen
görmekten mahrum olmak zamanı gelince ne yapacaksın?*
*Hayalin seni şehvet ve eğlence rüyaları ile aldattığı vakit sürüklenme ve
o ânda de ki : «Ey hayalim dur, ilkönce biraz senin ne olduğunu, bana
sunduğunu göreyim ve çözeyim.» Onun daha ilerilere gitmesine ve sana daha
çekici gösteriler hazırlamasına izin verme. Yumuşarsan bitmişsin demektir.
Seni sürükleyecektir. Bu iğrenç resimler yerine onun sana daha uygun, daha
güzel, daha asıl hayaller göstermesine çalış. Kurtulmanın çaresi budur.*
Olimpiyad yarışlarında birincilik kazanmayı elbette
istersin. Doğrusu bunu ben de isterim. Çünkü çok şerefli bir şeydir. Fakat
ilkin böyle bir teşebbüsün önünde, sonunda olup bitenleri iyice düşün. Bu
incelemeden sonra teşebbüse girişebilirsin. Önce bir düzene girmek, zorla yemek
yemek, zevki okşayan her şeyden uzaklaşmak, sıcak olsun, soğuk olsun belli
saatlerde idman yapmak, soğuk suyu ve şarabı gayet ölçülü içmek, bir kelime
ile kayıtsız şartsız idman hocasına tıpkı bir doktora olduğu gibi teslim
olmak, ondan sonra da yarışlara girmek lâzımdır. Orada yaralanabilirsin, ayağın
kırılabilir, pek çok toz yutabilirsin, bazen kamçılanır ve nihayet
yenilebilirsin de. Bütün bunları iyice düşünüp taşındıktan sonra gönlün dilerse
git ve atlet ol. Bu tedbirleri almazsan bazen pehlivanları, bazen gladiatorları
taklit eden, biraz önce boru çalarken biraz sonra trajedileri temsile kalkarak
oyun oynayan çocuklar gibi saçma şeylerle uğraşmış olacaksın. Bazen atlet,
bazen gladiator, bazen hatip ve bütün bunlardan sonra da filozof olmağa
kalkacak ve hiçbir şey olmayacaksın. Bir maymun gibi yapıldığını gördüğün her
şeyi taklit edeceksin. Her şey sırası ile hoşuna gidecek. Zira ne yapmak
istediğini önceden düşünmedin, korkusuzca ve ileriyi görmeden, sadece hırsının
ve hevesinin önderliği ile bu işlere atıldın. Böylece birçok kimseler bir
filozofu görerek veyahut Euphrotes'in hatip olduğunu duyarak (onun gibi kim söz
söyleyebilir) hemen filozof olmak isterler.
Dostum evvelâ yapacağın işin mahiyetini anlamağa çalış. Sonra bu yükü
taşıyacak kadar kuvvetli olup olmadığını anlamak için kendi karakterini incele.
Pentathlo mu yahut gladiator mu olmak istiyorsun? Kollarına, bacaklarına,
beline bak. Zira hepimiz aynı şey için doğmuş değiliz. Filozof mu olmak
istiyorsun? Düşün ki bu mesleğe girmekle başkaları gibi yemekle beraber, ancak
filozoflar kadar içebilir, onlar gibi bütün zevklere veda edebilir misin?
Geceleri uyanık kalıp, çalışmağa, filenden ve dostlarından uzak kalmağa, bir
esirin oyuncağı olmağa, şeref, mevki yolunda, hulâsa her yerde geride durmağa
razı olmak icabeder. Bütün bunları gözünün önüne getir ve sükûnu, hürriyeti,
hakikati bu ücret karşılığında satın alıp alamayacağını düşün. Eğer mümkün
değilse, başka yola gir ve çocuklar gibi hareket etme. Bu gün filozof, yarın
tefeci sonra hatip ve nihayet kayserin vekilharcı olma. Bu işler birbirine
uymaz. Tek bir adam olman lâzım. İyi veya kötü bir adam. Ya ruhuna ait şeylerle
yahut bedenine ait şeylerle uğraşmalısın. Hulâsa ya iç âleminin servetini yahut
dış âleminin servetini elde etmeğe çalışmalısın. Yani ya bir filozofun
karakterini yahut alelade bir adamın karakterini seçmelisin.
*Birçok güzel parçalar elde ettin. Birçok altın ve gümüş,
vazoların var. Zenginsin. Ama sebattan, vefadan, Allah’ın emirlerine boyun
eğmeden, huzurdan; kaygı ve korkudan kurtulmak gibi en güzel nimetlerden
mahrumsun.. Bana gelince, son derecede fakir olmakla beraber senden daha
zenginim. Sarayda beni koruyacak bir kimseyi düşünmek aklımdan geçmez,
benim için hükümdara söylenecek olanlara önem vermem ve kimseye dalkavukluk
yapmam. İşte benim gözümde her türlü servetin yerini tutan bunlardır. Senin
altın ve gümüş, vazoların var. Fakat bütün düşüncelerin, bütün isteklerin,
bütün eğilimlerin, bütün hareketlerin madde içindir ve yere bağlıdır.*
*Dostum uzun zaman azgın isteklere karşı savaş. Bütün
hareketlerini incele ve bunların bir hastanın yersiz intihaları yahut isterik
bir kadının çırpınmaları olup olmadığını anla. Uzun zaman gizli kalmağa
çalış. Yalnız felsefe ile uğraş. Meyveler böylece olgunlaşır. Tohum uzun
zaman toprakta gömülü olarak gizli kalır. Olgunlaşmak için yavaş yavaş
büyür. Fakat gövdesi iyice gelişmeden başak verirse o, kusurludur ve sadece
Adonis bahçesinin bir otudur. Boş bir şan ve şeref isteği seni zamanından önce
ortaya çıkarıverdi, soğuk yahut sıcak seni öldürdü. Yaşar gibi görünüyorsun,
Çünkü henüz başında birkaç çiçek açıyor, oysaki sen ölmüşsün, kökünden
kurumuşsun.
Bir hastanın susaması sağlam bir adamın susamasından
başkadır. Sağlam adam suyu içer içmez kanar, susaması
geçmiştir. Ama öbürü bir ân zevk duyduktan sonra mide ağrıları başlar. Su onda safraya
döner ve ondan sonra kusmaya başlar. Bağırsak sancıları gelir, susaması
gittikçe çoğalır. Tamahla, hırsla servet sahibi olan, mevki ve makamına dört el
ile sarılmış olan ve güzel bir kadını ihtirasla seven için de bu böyledir. İşte
sıtmalının susuzluğu. Kıskançlıklar, korkular, iğrenç lâflar, kirli istekler
ve utanılacak hareketler hep buradan doğar. Dostum önceleri ne uslu idin ve ne
kadar saffetle dolu idin! Bu hikmet ve o saffet ne oldu? Khrysippos ile
Zenon'un eserlerini okuyacağına, iğrenç kitaplara dalıyorsun, Aristeides'in
Euenos'un kitaplarını okuyorsun. Sokrates'e, Diogenes'e hayran olacağın ve
onların verdikleri örneği güdeceğin yerde; kadınları baştan çıkarmasını,
aldatmasını bilenlere hayran oluyor ve onları taklit ediyorsun. Güzel olmak
istiyorsun, süsleniyorsun, daha ileri giderek güzel olayım diye boyanıyorsun.
Muhteşem elbiselerin var, güzel kokularla, esanslara büyük paralar sarf
ediyorsun. Kendine gel, kendinle savaş. Saffetini, haysiyetini, hürriyetini
yine ele geçir, bir kelime ile yine adam ol! Önceleri eğer sana «falanca,
Epiktetos’a zina işletecek, ona şu elbiseleri giydirecek ve onu lavantalar
sürünerek halk arasına çıkmağa mecbur edecek» deselerdi, hemen benim yardımıma
koşar ve sanırım ki o adamı öldürürdün. Burada bir insanı öldürmek bahse konu
değildir. Yalnız kendi içine girmen ve kendi kendinle konuşman yeter. Sen
kendi kendini kandırmaya herkesten fazla kabiliyetli değil misin? Yaptıklarını
çirkin bulmakla işe başla. Fakat seller gelmeden tez davran.*
Aklını kullanan bir adama akıllıca olmayan şey kadar
katlanılmayacak bir dert yoktur.
Cahilin hali ve seciyesi: iyiliğini ve kötülüğünü asla kendisinden
beklemez, daima başkalarından bekler. Filozofun hali ve seciyesi başına
gelecek bütün iyiliği ve bütün fenalığı kendisinden bekler.
Hikmet ve marifet öğreniminde bir adamın ilerlediğine gerçek alâmetler;
kimseyi yermez, kimseyi övmez, kimseden şikâyet etmez, kimseyi suçlandırmaz,
bir şahsiyetmiş yahut bir şeyler bilirmiş gibi kendisinden asla bahsetmez. Elde
etmek istediği şeyin eline geçmesine bir engel yahut her hangi şekilde
zorluklar çıkarsa yalnız kendisini sorumlu sayar. Şayet bir kimse kendisini
överse, onunla gizlice alay eder; eğer itham edilirse haklı çıkmağa çalışmaz.
Fakat iyileşme halinde bulunan hastalar gibi, sıhhati iyice yerine gelmeden,
yeni başlayan şifayı her hangi bir şey geciktirmesin diye kendisini yoklar ve
inceler. O, bütün isteklerini kökünden kesip atmıştır. Bütün tiksinmelerini
yalnız bizim elimizde olanlara yöneltmiştir. Hiçbir şeye karşı taşkın ve
coşkun hareketi yoktur. Onu aptal ve cahil yerine koyarlarsa aldırmaz. Bir
kelimeyle, sanki en tehlikeli düşmanı olan ve kendisine biteviye tuzak kuran
bir adama karşı imiş gibi kendisine karşı uyanıktır.
*Yalnızken çölde kaldığını söylersin. Büyük, kibar
muhitlerde de haydutların, hırsızların, hilekârların arasında bulunduğunu
söylersin. Akrabandan, karından, çocuklarından, dostlarından ve komşularından
şikâyet edersin. Eğer, akıllı bir adam olsaydın yalnız kaldığın zaman
dinlenmekte olduğunu, serbest yaşadığını, kendi kendinden zevk aldığını ve
Tanrılara benzediğini söylerdin. Kalabalık içinde iken de sıkılacağına ve buna
boş bir gürültü diyeceğine bayram, şenlik, umumî eğlence derdin ve böylece her
zaman mesud olurdun.*
«Fakat memleketim benden hiç bir hizmet görmeyecek!» diyebilirsiniz.
Ne hizmeti?
Memleketin senin tarafından yaptırılmış revaklara, hamamlara sahip
olmayacak mı? Bunlar nedir?. Tabiatıyla bir demircinin pabuçlarına yahut bir kunduracının
silâhlarına da sahip olmayacak. Hakikatte herkesin kendi mesleğiyle uğraşması
ve işini yapması yeter. Fakat eğer şahsını örnek göstererek memlekete akıllı,
hikmetli, alçak gönüllü, vefalı bir vatandaş kazandırırsan ona hiç hizmet
etmemiş mi olursun? Şüphesiz o zaman bir hizmet ve çok büyük bir hizmet etmiş
ve böylece faydasız olmamış olursun.
«O halde memlekette hangi derecede
yer almış olacağım?» Sadık ve alçak gönüllü kalmakla yükseleceğin seviyede!
Ama hizmet edeyim derken bu faziletleri kaybedersen, utanmaz ve saygısız
olursan memleketin senden ne hayır görür?
*Başıma geleni her şeye tercih ederim. Çünkü Allah’ın
hakkımda istediği şeyin benim istediğimden daha iyi olduğuna inanıyorum.
Dolayısıyla ona bağlanıyorum, onun ardı sıra gidiyorum, isteklerimi,
hareketlerimi, irademi, korkularımı ona bağlıyorum. Bir kelime ile Allah ne
isterse onu istiyorum.*
Bir zâlimi korkunç yapan nedir? Onun çavuşları
kılıçla, mızrakla silâhlanmış adamlarıdır. Fakat bunlara sokulan bir çocuk
korkmaz. Bu nereden geliyor? Çünkü çocuk tehlikeyi bilmez. Sen ise tehlikeyi
bilmeli ve küçük görmelisin.
Bir kimsenin hükümdarın gözdesi olduğunu ve bahtiyar
olduğunu duyarsam ilkin bu halin ona ne irat getirdiğini sorarım.
Bir vilâyetin
valiliğini almıştır.
İyi ama bu
vilâyeti iyi idare etmek için gereken şeylerin hepsini de almış mıdır?
En büyük
mahkemenin reisliğini almıştır
Fakat bu
vazifeyi yapmak için gereken her şeyi var mıdır? İnsanı mesud eden makam, mevki
değil, o mevkii doldurmak ve o yere yaraşmaktır.*
*Bir deli; mademki hür adam, başına gelen her şey
istediği şekilde olandır, diyordu, ben de başıma gelen her şeyin istediğim
gibi olmasını bekliyorum. Dostum hürriyetle delilik asla birlikte bulunmazlar.
Hürriyet sadece güzel değil aynı zamanda akla uygun
bir şeydir.
Başımıza gelenlerin tasarladığımız gibi olmasını
dilemek kadar budalalık, körlük yoktur. Dion kelimesini yazmağa niyet edersem
istediğim gibi değil bir harfini değiştirmeden bile olduğu gibi yazmak
zorundayım. Bütün sanatlarda ve bütün fenlerde de bu böyledir. Sen ise her
şeyin en büyüğü ve önemlisi olan bir konuda yani hürriyette hevesle fantezinin
hüküm sürmesini istiyorsun. Hayır dostum! Hürriyet olayların senin hoşuna
gittiği şekilde gelmesinde değil, fakat olduğu şekilde gelmesin dedir.*
*Komşusunun karısı arkasından koşan bir insanın hali
nedir? Temizliği, sadakati ayaklar altına almıştır. Komşuluğu, dostluğu
cemiyeti, en mukaddes kanunları kirletir. Artık ona ne dost, ne komşu, ne de
vatandaş gözüyle bakılmaz. Hattâ esir sayılmağa bile lâyık değildir. Hiçbir işe
yaramayan atılacak bir kab gibidir.
*Her hâdisede elimizde olanı yapmalı gerişi için metin ve sakin olmalıdır?
Deniz yolculuğuna çıkmak zorundayım. O halde ne yapmalıyım? Gemiyi, kaptanı,
tayfaları, mevsimi, günü, rüzgârı iyi seçmek, işte elimde olanlar. Denize
açılır açılmaz müthiş bir fırtına kopar, bu benim düşüneceğim bir iş değildir,
kaptanın vazifesidir. Gemi batıyor, ne yapmalıyım? Elimde olanı yaparım,
bağırıp çağırmam, kendimi yemem. Biliyorum ki her doğan ölür, bu bilinen
kanundur. O halde ölmem lâzımdır. Ben ebediyet değilim. Ben bir insanım; saat
günün bir parçası olduğu gibi, ben de bütünün bir parçasıyım. Saat gelir ve
geçer. Ben de gelir ve geçerim. Geçip gitme şekli önemli değildir. İster sıtma
ile, ister su ile olsun hepsi eşittir.*
*İşte Epikuros'un bize öğrettiklerine bir baksana, Hey şaşkın! Bu güzel
kitapları yazmak, birçok geceler uykusuz kalmağa değer mi idi? Sıcak yatağında
yatmak ve bir solucanın hayatını yaşamak daha iyi değil mi idi? Çünkü senin
yaşanmağa değer bulduğun biricik hayat budur. Sana göre dindarlık, şefkat,
merhamet; küstah ve safsatacı insanların icadından başka bir şey değildir.
Adalet zayıflıktır ve temizlik deliliktir. Ne baba, ne oğul, ne kardeş, ne
vatandaş vardır. Ey hayâsızlık! Ey küfür! Kapkara Furia'ların baştan çıkardığı
Orestes senden daha bunak değildir. Allaha yaranmak istiyorsun. Onun
kirlilik ile zulüm kadar iğrendiği bir şey mevcut olmadığını unutma.*
*Amfiteatra gidersin ve hemen bir tarafı tutarsın. Şu
aktörün veya şu atletin mükâfatı kazanmasını istersin. Elbette, başkaları da,
zaferi başka birinin kazanmasını isterler. Bu aksilik seni üzer. Çünkü sen
büyük mevki sahibi bir hâkimsin ve herkesin sana boyun eğmesini dilersin. Ama
başkalarının da bu konuda dilekleri ve inançları yok mudur?
Onların da, kendilerine doğru görünene senin karşı
koymandan kızmaya hakları yok mudur? Eğer rahat etmek niyetinde isen ve sana
asla aksilik çıkarılmasını istemiyorsan, ancak yenmiş sayılacak olanın yenmesini
iste. Yahut bu mükâfatı hoşuna gidene vermek istiyorsan, bu yarışları kendi
çiftliğinde hazırla. O zaman istediğin gibi ilân edebilirsin: «Falanca Nemea,
Pytho, Isthmos, Olympia oyunlarında galip gelmiştir!» Fakat halk arasında, senin
olmayan bir hakkı benimsemeğe kalkma ve kimsenin seçme hürriyetine engel olma.*
*İnsanın kendisine yanlış görünene rızâ göstermesi ve
kendisine gerçek görüneni itmesi elinde olmadığı gibi, iyi görüneni de
atıvermesi elinde değildir Hırsızlık kötü değildir. Fakat yakalanmak
kötüdür. Diyen Epikuros'cu görülmeden çalabilirse elbette
çalacaktır.*
*Epikuros'un prensiplerine göre idare edilen bir şehir
tasarlayın. Orada her şey altüst olacak ve şehir hayatı kurulamayacaktır. Evlilik
olmayacak, mahkeme olmayacak, mektep, medrese kalmayacak, polis olmadığı gibi
edep ve terbiye de olmayacak. O kasabadan dindarlık, namus, adalet ve saffet
kovulacaktır. Burada yalnız kötü inançlar; şehre zararlı inançlar; en
bayağı kadınların bile savunmağa cesaret edemeyecekleri inançlar hüküm
sürecektir. Halbuki aklın emrettiği prensiplerle idare edilen bir şehirde;
düzenin, edep ve hayânın hüküm sürdüğü görülür. Böyle bir şehirde en doğru
inançlar ele alınacak ve her türlü fazilet baş üstünde yer bulacaktır. Orda
adalet nur saçacaktır, güvenlik iyi düzenlenecek, herkesin çoluğu çocuğu
olacak ve bu çocuklar iyi terbiye edilerek yetiştirilecek, herkes imanla
Allah’a kulluk edecektir. Koca karısından hoşnut olacak ve komşusunun karısına
göz koymayacak, kendi servetinden memnun olacak başkasının servetini
kıskanmayacak, bir kelime ile bütün ödevler yapılacak, bütün bağlar iyice
korunacaktır.*
*Allah bana zenginlik vermedi. Benim bolluk içinde olup, zevk ve saf ada
yaşamamı istemedi. Fakat bundan ne diye şikâyet edeyim? Kendi oğlu Herakles'e
de böyle davrandı. Halbuki o ne evlâttı!
İsteklerini ve korkularını ortadan kaldır. Artık senin için hiçbir zâlim
kalmaz.
Diogenes pek haklı olarak: «Bir insanın hürriyetini korumasının tek
çaresi, hiç üzülmeden ölmeğe hazır olmaktır.» demiştir.
Diogenes İran padişahına yazmıştı: «Balıkları esir etmek kabil olmadığı
gibi, senin de Atinalıları esir etmen elinde değildir. Bir balık bir Atinalının
esaret altında yaşayacağı zamandan çok, su dışında yaşıyabilir.»*
*İsteyerek; cinayet, haksızlık, kuruntu, kaygı, sıkıntı içinde haris, her
zaman mahrum ve korkularına esir olarak kim yaşamak ister? Hiç kimse. Şu halde
bütün istemediklerini yapan kötü bir adam mevcut olmadığı gibi hür olan kötü
bir adam da yoktur.
Kendisinin hür ve bağımsız olduğunu sanan büyük: bir
adam bana: «Ne? Çelimsiz filozof, bütün dedeleri hür olan bana esir demeğe
cesaret mi ediyorsun? Senatör, önceleri konsül ve şimdi de hükümdarın gözdesi
olan bana? *
Büyük senatör bana dedelerinizin sizin gibi aynı
esaret içinde yaşamadığım ispat ediniz. Dilerim ki onlar yüce gönüllü olmuş
olsunlar. Hâlbuki siz, alçak, çıkarına düşkün ve utanılacak haldesiniz, onlar
belki kanaatkâr idiler, siz ise delice zevk içinde yaşıyorsunuz. Bununla
hürriyetin ne ilgisi var?
Fakat ben ne
istersem yaparım ve her şeyin hâkimi olan ve aynı zamanda benim efendim olan
imparatordan başka kimse buna engel olamaz.
Büyük konsül ağzınızdan sizi zorlayarak bir efendiniz
olduğu itirafını elde etmiş bulunuyoruz. Onun bütün dünyaya hâkim olması, size
büyük bir âlemde ve milyonlarca başka esir arasında esir bulunmak gibi acı bir
teselliden başka bir şey bırakmıyor..*
Elimizde olmayanlar; eşya, mal, şöhret, mevki bir kelime ile
hareketlerimiz arasında olmayan şeylerdir.
Elimizde olanlar tabiatları dolayısıyla hürdürler. Hiçbir
şey onları durduramadığı gibi onlara engel de olamaz. Elimizde olmayanlar ise
güçsüz, esir, boyunduruk altında, binlerce engel ve terslik içinde olup bütün
bütün bize aykırıdırlar.
Bu kadar büyük nimetler dileyince unutma ki onları
elde etmek için şöyle böyle çalışmak yetmeyecek ve varlığından başka şeylerin
bir parçasından tamamıyla vazgeçmen, bir parçasını başka bir zamana bırakman
lâzım gelecektir. Zira bu gerçek nimetlerle birlikte para, yer ve unvan da
istersen, bu son istediklerini belki elde edemezsin. Fakat buna karşılık Hürriyetini,
saadetini sağlayacak nimetlerden kesin olarak yoksun kalırsın.
* İnsanlar kendilerine ya çok pahalı veya çok ucuz
kıymet biçerler. Herkes kendine ne kıymet biçerse pahası odur. Bunun için
istersen kendine, hür, istersen esir olarak kıymet biç Bu, senin elindedir.
Gömleğinin bir teli nasıl bütün öteki tellere
benziyorsa öylece sen de bayağı insanlara benzemek istiyorsun! Ben, sadece
parlak olduğundan değil, fakat nerede kullanılırsa kullanılsın, orasını
güzelleştirdiği için beğenilen al renkte bir kuşak olmak isterim. Niçin bana
başkaları gibi olmamı tavsiye ediyorsun? O zaman sadece iplik olacağım, kadife
olmayacağım. *
*İnsanlar ne yaparlar? Korktukları şeyden titreyerek
yerlerinde dururlar ve çektikleri ıstıraptan inleyip şikâyet ederler. Bu
zayıflıktan ne çıkar, ne elde edilir?
Şikâyet ve küfür.*
*Epikuros çocuk beslememek ve yetiştirmemek fikrini savunur. Çünkü şehvete
bağladığı en büyük hayra bundan daha zararlı bir şey yoktur. Zavallı Epikuros'um;
yavrularını asla bırakmayan en vahşi hayvanlardan daha aşağı mı düşmemizi
istiyorsun? Babaların çocuklarına olan şefkati o kadar tabiidir ki annen ile
baban bir kâhinden bu kadar münasebetsiz bir fikri ileri süreceğini haber
alsalardı, senin doğmana meydan vermezlerdi.
* Bütün insanların benimsedikleri anlamlar vardır. Kavgalar, karışıklıklar,
savaşlar nereden çıkıyor? Bu ortaklaşa anlamların özel olaylara tatbikinden.
Adalet ve saffet şüphesiz her varlıktan üstündür. Fakat falan iş doğru ve temiz
midir? İşte üzerindeki çekişmelerde insanların birbirini boğazladıkları nokta.
Bu bilgisizliği atalım ve bu anlamları her özel hale tatbik etmesini öğrenelim.
Artık çekişme, savaş kalmaz ve Akhilleus ile Agamemnon anlaşırlar.*
*Hayatta çabucak telâşa düşmemeli.
Olup biteni öğrenmek için bir adam yollarız. Fakat casusumuzu iyi
seçmemişizdir. Zira duyduğu en ufak bir gürültü ile gölgesinden korkarak
dehşet için yanımıza gelir: «İşte ölüm, sürgün, iftira, fakirlik geliyor!»
der.*
*Dostum durumu iyice öğrenebilmek
kaygısıyla yolladığımız adamı bu kadar fena seçtiğimiz için aptalız. Bu işleri
senden çok önce araştırmış olan Diogenes bize t aşka türlü yol gösterir. O bize
der ki: utandırıcı olmayınca ölüm korkunç, fena bir şey değildir. İftira ise
bazı sersemlerin gürültüsünden ibarettir. Fakat Diogenes çalışma, ıstırap ve
fakirlik hakkında ne söylemiştir?
O, çıplaklığın bütün atlas
esvaplardan daha iyi olduğunu söyledi. Bir kelime ile «Hiçbir düşmanım yoktur,
her şey yolunda. İşte bana bakın. Beni döğdüler mi? Yaralandım mı? Korkudan
kaçtım mı?» İşte bu meseleleri araştırmaya gönderilecek adam! Bu cinsten
insanlar hep bize kendimizden başka korkulacak bir şey olmadığını
söyleyeceklerdir.*
*Hatırla ki bütün facialara konu hazırlayan zenginler, müstebitler ve krallardır:
Tiyatro sahnelerinde fakirler görünmez yahut görünürlerse şarkı söyleyenlerle
dans edenlerin arasında bulunurlar. Piyesin başlangıcında bahtiyar olan krallardır:
Her şey onlara gülümser, onlara boyun eğilir, saygı ve itibar gösterilir,
anıtlar yapılır, sarayları çelenklerle süslenir ve üçüncü yahut dördüncü
perdenin sonunda krallar Odipus ile birlikte haykırırlar: Ey Kytheron, beni
niye bu hale getirdin?*
*İnançlarımızın ölçü ve kanunu hareketlerimizdir Euripides'ın Atreus'u
nereden geliyor? İnançtan. Onun Medeia'sı, Hippolitos'u? İnançtan. Sophokles'in
Oidipus'u İnançtan.*
*Paris'in Helene'yi kaçırması ve Helene'nin Paris'in arkasından gitmesi
kendilerine güzel görünüyor, Menelaos'a da aldatan bir kadından vazgeçmek güzel
ve kolay gelseydi ne olacaktı? İlias’ı ve Odysseia'yı kaybetmiş olacaktık.
Ötesinin hiç kıymeti yoktur.*
*Ergeç bir gün öleceğiz. Ölüm bize ne ile oyalanırken baskın verecektir?
Çiftçi tarla işleriyle, bahçıvan bahçesiyle, tüccar ticaretiyle uğraşırken
ölüm gelecektir.
O zaman sen hangi işe dalmış bulunacaksın? Ben, bütün yüreğimle bu son anda ölümün beni irademi bilerken bulmasını
dilerim. Ta ki üzülmeden, özürsüz, baskısız hür bir adam gibi bu son hareketi
yerine getireyim ve Allah’a şunları söyleyeyim:
«Emirlerinize isyan ettim mi? Bana verdiğiniz meziyetleri size bağlamadım
mı? Sizden hiç şikâyet ettim mi? İlâhî hikmetinizi hiç suçlandırdım mı?
Hasta idim, Çünkü siz böyle istemiştiniz, ben de öyle istedim. Fakirdim,
Çünkü siz böyle istemiştiniz ve ben fakirliğimden memnundum. Sefalet
içindeydim, Çünkü siz böyle istemiştiniz ve ben asla bu sefaletten kurtulmak
istemedim. Benim halimden hiç mahzun olduğumu gördünüz mü? Beni kırılmış,
sızlanır gördünüz mü? Gene de hakkımda vereceğiniz hoşunuza gidecek her hükmü
kabule hazırım. Sizin tarafınızdan verilecek en küçük işaret benim için kesin
bir emirdir. Bu muhteşem gösteriden çıkıp gitmemi mi istiyorsunuz? Çıkıyorum
ve bütün eserlerinizi göstermek ve kâinatı idare ettiğiniz harikulade düzeni
gözlerimin önüne yaymak için beni buraya kabule tenezzülünüzden dolayı size
bin kere şükrediyorum.»*
*Roma’ya gidiyorsun. Bu yolculuğu kendi vatanında
elde ettiğin mevkiden daha büyüğünü ele geçirmek üzere yapıyorsun. Daha iyi
duygulara ve daha iyi düşüncelere sahip olmak için ne vakit yola çıktın? Fena
bir huyunu düzeltmek gayretiyle kimin reyine başvurdun? Ne vakit ve hangi yaşta
inançlarını çözmeyi düşündün? Hayatının bütün yıllarını incele. Bugün
yaptığını her zaman yapmış olduğunu anlayacaksın!.
Yolun rastgele bu şehre düştü. Bir kayıkçı ile pazarlık
ederken içinden «Haydi gidelim, Epiktetos'u dinleyelim, bakalım neler
söylüyor.» dersin. Gelirsin, beni görürsün. İşte o kadar. Bir insanla konuşmak
ne demektir? Bir insanla konuşmak ona düşünce ve inançlarını sormak ve ona kendi
inançlarımızı söylemek değil midir?
Benim kötü bir inancım var, onu benden sök çıkar.*
*Nasıl yanlış muhakeme etmeyelim. Çocukluğumuzdan
beri bize öğretilen bundan başka bir şey değildir. Bizi yürümeğe alıştıran
dadımız, bir taşa çarparak ağlamağa başladığımız vakit, bizi azarlayacağı
yerde taşı dövmeğe koyulur.
Hey Allah’ım!
Bu taşın kabahati nedir?
Çarpacağımızı keşfetmek ve yer değiştirmek taşın ödevi
mi? Büyüyünce; hamamdan dönüşümüzde yemeği hazır bulmazsak kızar, gürültü
ederiz ve lalamız bu taşkınlığı önleyeceği yerde, o da ayrıca bağırıp çağırmağa
ve aşçıyı dövmeğe kalkar.
Dostum seni aşçının lalası diye mi, yoksa çocuğun
lalası diye mi aldılar? O halde taşkınlıkları önle ve talebenin sabırsızlığını
yola koy! Yaşlanıp mevki sahibi olduğumuz vakit her gün gözlerimizin önünde
aynı misaller vardır. İşte çocuk yaşayıp çocuk öldüğümüzün sırrı buradadır.
Çocuk olmak nedir?
Musikide, edebiyatda bilmeyene yahut az bilene çocuk
denildiği gibi, böylece hayatta da yaşamasını bilmeyene veyahut doğru
inançlara sahip olmayana çocuk denir.*
*Sokrates çocuklarını seviyordu. Fakat hür bir adam gibi, Allah’ı her
şeyden fazla sevmek lazım geldiğini bilen bir adam gibi seviyordu. İşte bunun
için ne hâkimler önünde kendini savunurken, ne kendini ölüme mahkûm
ederlerken, ne senatör olduğu vakit, ne savaşta iken iyi bir adama lâyık
olmayan hareketi yapmadı ve sözü söylemedi. Hâlbuki bize gelince bir oğul, bir
ana, bir kardeş kısacası her şey bize bayağılık ve alçaklık, için fırsattır.
Bununla beraber hiçbir kimse için üzülmemek gerekir. Aksine her varlığı ve
bizi bahtiyar olmak için yaratmış olan Allah’ı saadetimize yararlı olmak üzere
inanmalıyız.*
*Ölüm kelimesini sanki uğursuz bir kelime imiş gibi kullanmak
istemiyorsun. Sadece tabiatın bir işini belirten şeylerde uğursuz bir yön
yoktur. Fakat tembellik, utanç, alçaklık, küstahlık ve bütün öbür kötü huylar
işte uğursuz olan bunlardır ve nihayet olayı önledikten sonra kelimeyi
kullanmaktan korkmamalıdır.
Hayrı seven insan, gerçek uslu; kendisinin nereden geldiğini, kendisini
kimin yarattığını hatırlayarak her zaman durumunu korur ve Allaha şöylece
seslenerek, sadece teslimiyetini göstermeğe çalışır. «Burada kalmamı mı
istiyorsunuz? Kalıyorum. Buradan çıkıp gitmemi mi istiyorsunuz? Çıkıp gidiyorum.
Zira burada yalnız sizin için bulunduğum gibi; yine sadece sizin için buradan
çıkıp gidiyorum. Ve her zaman gözümün önünde emirleriniz ve yasaklarınız
vardır.»*
Hayatında olup biten şeylerin, dilediğin şekilde olmasını
isteme: Nasıl oluyorlarsa, öyle olmalarını iste. Böylece her zaman mutlu
olursun.
Ölüm, sürgün ve bunlara benzeyen korkunç görünen
şeyler, hususuyla ölüm her vakit gözünün önünde olsun. O zaman asla bayağı
kaygılara düşmezsin ve hiçbir şeyi coşkunlukla istemezsin.
Unutma ki arzularının amacı istediklerini elde etmektir.
Ve korkularının sonu da korktuklarını önlemektir. İstediğini ele geçiremeyen
zavallıdır. Korktuğu çukura düşen de alçaktır. Gerçek yararına uygun olmayan
şeye karşı yalnız tiksinmen varsa ve o şey senin elinde ise
korktuğun çukura hiç düşmezsin. Fakat ölümden, hastalıktan, fakirlikten
korkarsan sefil olursun. O halde korkularının yerini değiştir ve elimizde
olmayan şeyleri elimizde olan şeylere kaydır. İsteklerine gelince onları
şimdilik tamamıyla ortadan kaldır. Zira elinde olmayan şeylerden birini
istersen zarurî olarak bedbaht olursun. Elimizde olan şeylere gelince henüz
bunların arasında hangilerinin istenmeğe yaraşır olduğunu bilecek halde
değilsin. Bu hale gelmek için uzaklaşman veyahut araman lâzım gelen şeyleri
aramakla veya onlardan uzaklaşmakla yetin. Fakat bu hareketlerin her vakit
ihtiyatlı olmalı ve acele ile yapılmamalıdır.
Eğer çocuklarının, karının, dostlarının ebediyen yaşamasını
istiyorsan, sen delisin. Zira elinde olmayan şeylerin sana bağlı olmasını ve
başkasına bağlı bulunan şeylerin sana bağlı bulunmasını istiyorsun. Nitekim
esirinin hiç kusur etmemesini diliyorsan; yine delisin. Zira kötülüğün
kötülükten başka bir şey olmasını istiyorsun. Arzularından mahrum olmamak
niyetinde misin? Bu mümkündür: ancak senin elinde olanları iste!
*Ne nankör ve ne akılsızsın! Yalnız kendine bağlı olabilirken
seni gerçek saadetinden uzaklaştıran, sana yabancı, bir milyon şeyin
boyunduruğuna girmek istiyorsun! *
*Denize açılmak niyetinde isek açılmak için, iyi bir
rüzgâr isteriz. Bu rüzgârı üzüntü içinde beklerken ekseriya havanın nasıl
olduğunu soruştururuz. «Ah, gene kuzey rüzgârı! İşimize hiç yaramayan bu kuzey
rüzgârını ne yapmalı? Ne vakit batı rüzgârı esecek?» Dostum bati rüzgârı ne
vakit isterse o vakit esecek, daha doğrusu ona hüküm yürüten ne vakit isterse!
Sen yani bir Aiolos gibi rüzgârları düzenleyen kuvvet misin. Biz ancak elimizde
olana hâkimiz ve bütün başka şeyleri karşımıza çıktıkları gibi almağa
mecburuz.
Lateranus'un cesaretini hatırla. Nero, serbest bıraktığı
kölesini, Epaphroditos'u göndererek onu katıldığı bir suikast içinde sorguya
çekmek istemişti. Lateranus ona dedi ki :
«Söylenecek sözüm varsa onu senin efendine söylerim.»
“Zindana gideceksin!”
“Zindana gideceksem göz yaşıyla mi gitmeliyim?”
“Sürgüne gideceksin!”
“Sürgüne neşe ile, ümitle ve kendimden memnun olarak gitmekten beni
alıkoyan ne olabilir?”
“Ölüme mahkûm olacaksın!”
“Homurdanarak, inleyerek mi ölmeliyim?”
“Sırrını bana söyle!”
“Onu sana söyleyemem. Zira bu bana ait bir şeydir.”
“Zincire vurun!”
“Dostum ne diyorsun? Zincire vurmakla mı beni tehdid
ediyorsun? Bunu yapamazsın! Yalnız bacaklarımı zincire vurabilirsin. İrademe
gelince, o her vakit hür kalacaktır. Jüpiter bile onun hürriyetine engel
olamaz.”
“Hemen şimdi boynumu vurduracağım!”
“Ben ne vakit boynumun vurulmamak imtiyazı olduğunu
söyledim?”
Olaylar bu cesur sözlere uygun çıktı. Lateranus ceza meydanına götürüldü.
Cellâdın ilk vuruşu başını koparacak kadar kuvvetli olmadığından, bir an için
kafasını geri çekti, sonra daha çok metanet ve cesaretle gene ileriye uzattı.*
*Dostum sen bir kadın mı yahut bir erkek misin? Eğer
bir erkeksen bir erkek gibi süslen, bir maskara veya sapıtmış bir adam gibi
ortaca çıkma. Sokrates Alkibiades'e daha güzel görünmesini tavsiye ettiği
vakit, ne demek istiyordu? Ondan bedenin güzelliğini öne almadan, ruhun
güzelliğini sağlamağa çalışmasını istiyordu. O halde pis ve iğrenç mi
olmalıyım? Hayır! Ama temizliğinin erkekçe ve erkeğe yaraşır olması gerektiğini
bilmelisin.*
*Bir çocuk; ağzı dar, içinde fındık incir bulunan bir
kaba elini sokar, avucunu alabildiği kadar doldurur ve bu kadar, şişince, elini
dışarıya çıkaramayarak ağlamağa başlar. Yavrum onun yansını bırak. Elini yine
oldukça dolu dışarıya çıkarabilirsin...
Sen işte bu çocuksun. Çok
istiyorsun ve hepsini elde edemiyorsun. Daha az iste, o zaman istediğin senin
olur.*
*Bu madalyayı kim verdi? Trianus mu? Onu alır ve
saklarım. Nero mu? O Madalyayı atar ve ondan iğrenirim. Bütün iyi işler ve kötü
şeyler için böyle hareket et! Şu adam nasıldı? O tatlı, cana yakın,
iyiliksever, sabırlı dost bir adamdır. Onu benimser, onu hemşerim, dostum,
yoldaşım, misafirim sayarım. Ya şu adam nasıldır? Bu adamın Nero'ya benzeyen
tarafları vardır. Atılgan, hain, azgın; utanma bilmeyen bir adamdır. Onu
iterim. Onun bana niye bir insan olduğunu söyledin? Atılgan, kinci, öfkeli bir
insan; bal mumundan bir elma olamayacağı gibi o da bir insan değildir. Onda
insanın yalnız sureti ve rengi vardır.
Güzel sözler yazarız. Fakat bu sözler bize işlemiş
midir ve onları tatbik ediyor muyuz? Lakedaimon'lulara söylenilen şey yani
kendi yurtlarında aslan, Ephessos'ta ise maymun olduklarını söyleyen atalar
sözü, biz filozofların «münevverlerin, aydınların» çoğumuza uygun düşmez mi?
Özel sohbetlerimizde aslan ve halk arasında ise maymunuz.
Bir şeye bütün varlığını verenin başarılı olması ve
kendini vermeyenden çok ilerlemiş olması tabiidir ve doğrudur.
Falan bütün ömrünce para kazanmağa ve mevki edinmeğe çalışır: yataktan
kalkar kalkmaz hükümdarın bir uşağına veya sevdiği bir kapatmasına nasıl
yaranacağını düşünür. Onların
önünde yerlere yatar, dalkavukluk eder, onlara hediyeler verir. Allah’a ibadet
ederken ve kurbanlar adarken, yalnız bu uşaklara yaranabilmeyi diler. Her
akşam vicdan hesaplaşmasını yapar: «Acaba ne kusur işledim? Ne yaptım? Yapmam
gereken şeylerden hangisini unuttum? Acaba efendimin hoşuna gidecek olan şu
dalkavukluğu yapmakta kusur mu ettim? Acaba onun hoşuna gitmeyecek her hangi
hakikati dikkatsizlikle ağzımdan kaçırdım mı? Onun kusurlarını, yaptığı falan
haksızlığı ve falan kötü hareketi alkışlamayı unuttum mu?» Eğer ahlâklı ve hür
bir adama yaraşır bir söz ağzından kaçarsa kendi kendini hırpalar, bunun
azabını çeker ve kendisini mahvolmuş sayar.
İşte böylece çıkarına çalışır ve servet toplamağa uğraşır. Sen ise hiç
kimseye sırnaşmazsın hiç kimseye dalkavukluk yapmazsın, ruhunu yükseltmeğe,
doğru inançlar elde etmeğe çalışırsın. Senin vicdan muhaseben onunkinden
büsbütün başkadır. Kendi kendine sorarsın: «Saadetin ele geçmesine yardım eden
ve Allah’ın hoşuna giden şeylerden hiçbirini ihmal ettim mi? Dostluğa, cemiyete; adalete karşı bir suç
işledim mi? Ahlâklı bir adamın yapması gereken şeylerden birini unuttum mu?» Bu
kadar aykırı arzularla, bu kadar zıt duygularla ve bu kadar değişik işlerle
şu adamın servetine denk bir refaha erişmemiş olmaktan niye üzülüyorsun? Ona aç
gözlerle bakman neden ileri geliyor? Her halde o seni kıskanmaz. Bunun sebebi
bahsi geçen adamın cehalete batmış, gerçek nimetlerden faydalandığına kuvvetle
inanmış olmasında ve senin ise bütün saadetin senin tarafında olduğunu görecek
ve duyacak kadar aydın ve prensiplerinde sağlam olmadığındadır.*
Kadınlar genç iken kocaları tarafından metres sayılırlar. Bu kadınlar
kocalarının; yalnız sağladıkları zevk için kendilerine değer verdiklerine
bakarak, sadece hoşa gitmek için süslenmeyi düşünürler ve bütün ümitlerini,
güvenlerini süse bağlarlar. Bu yüzden onlara yalnız taşıdıkları kültür, namus,
alçak gönüllülük nispetinde saygı göreceklerini anlatmağa çalışmak kadar
hiçbir şey faydalı değildir.
*Zina halinde yakalanmış olan bir sefih, Diogenes'e «Kadınlar orta
malıdır. Bu tabiatın kanunudur diyordu. «Sofraya konan etler de önce
ortaklaşadır. Fakat tabaklara dağıtıldıktan sonra komşunun hissesine düşeni
tabağından almağa kalkarsan bütün temizliğini, utanmanı kaybetmiş olursun.
Tiyatro da bütün vatandaşlar için ortaklaşadır. Fakat yerler tutulduktan
sonra o tomak için komşunu ne yerinden kaldırmağa teşebbüs eder, ne de
kaldırabilirsin. Kadınlar da böyledir. Fakat kanunu yapan onları dağıttıktan
ve her biri kocaya gittikten sonra, kendi karını bırakıp komşunun karısını
almağa kalkman meşru mudur? Eğer bunu yaparsan sen bir adam değil bir
maymunsun yahut bir canavarsın!*
*Bana kendisini vermeğe hazır güzel bir kadına, mukavemet edersem kendime
şunları söylerim: «Epiktetos çok iyi davrandım Bu en ince safsatayı yere
vurmaktan: daha mükemmel bir şeydir. Onun açık kapılarına karşı kendimi
savunduktan sonra okşamalarını itersem, en çapraşık istidlalleri yere
vurmaktan daha çok öğünme duyarım.. Ama bu kadar zorlayıcı bir büyüye nasıl
dayanmalı? Bunun için kendime hoş görünmeyi ve Allah’ın gözünde güzel olmayı
istemem, lâzımdır. Daha doğrusu bedenin ve ruhun temizliğini istemem, gerekir.*
Hatırla ki, uzun veya kısa bir piyeste rejisörün, sana
verdiği rolü oynayacak bir aktörsün. Eğer senin bir dilenci rolü oynamanı uygun
görmüşse, elinden geldiği kadar iyi oynaman lâzımdır. Eğer bir topalın yahut
bir prensin veyahut ayaktakımından birinin rolünü oynamanı uygun görürse, yine başka türlü hareket edecek değilsin.
Zira verilen rolü iyi oynamak sana düşer. Lâkin bu rolü seçmek başkasının
elindedir.
Hastalık beden için bir engeldir. Fakat irade zayıf
olmadıkça irade için engel değildir. «Ben topalım!» Bu, beden için bir
zayıflıktır. Fakat iradem için asla zaaf değildir. Başına gelecek her kaza için
aynı şeyi düşün. O zaman bunların başka bir şeye engel olduklarını fakat sana
asla engel olmadıklarını anlayacaksın.
Karga uğursuz sesi ile öttüğü vakit, hayalin sarsılmasın.
Hemen kendine gel ve de ki : «Bu uğursuz sesin haber verdiği felâketlerin
hiçbir kıymeti olamaz. Çünkü bu felâketler ya benim zayıf vücudumu, ya küçücük
servetimi, ya zavallı şöhretimi yahut çocuklarımı veya karımı ilgilendirir.
Bana gelince, benim için saadet müjdecisi olmayan hiçbir şey yoktur. Zira ne
olursa olsun ondan saadet çıkarabilmek benim elimdedir.»
Tabiatın gayesini üzerinde iyice anlaştığımız konulardan
çıkarabiliriz. Meselâ komşunun kölesi bir bardak veya başka bir şey kırmış
olsa onu yatıştırmak için bunun bayağı bir kaza olduğunu söylersin. O halde
senin bardağını kırdıkları vakit de komşunun bardağı kırıldığı zamanki kadar
sakin olmalısın. Bu prensibi en önemli meselelere tatbik et.. Başkasının oğlu
veya karısı öldüğü vakit hiçbir insan yoktur ki bunun insanlığın kaderi
olduğunu söylemesin. Fakat bu sözü söyleyen adamın oğlu veya karısı ölünce
yalnız hıçkırık, haykırış ve inleme duyulur: «Ne kadar talihsizim! Mahvoldum!»
Böyle hallerde aynı kazaların başkalarının başına geldiği vakit duyduklarımızı
hatırlamalıyız.
*Ruhun büyüklüğü enginliğiyle değil, inançlardaki
kesinlik ve gerçeklikle ölçülür.*
*Ben niye böyle bir ana ile böyle bir babadan doğdum?
Ey benim zavallı dostum, doğmadan evvel «Ben filancanın filânca ile
evlenmesini ve benim onlardan doğmamı istiyorum» demek elinde mi idi. Eğer
doğuşun uğursuz oldu ise bunu fazilet ile düzeltmek senin elinde değil midir?*
* Yüksek bir makamda bulunuyorsun. İşte hemen soydaşının müstebidi ve
zâlimi oluverdin. Artık kim olduğunu ve kimlere hükmettiğini hatırlamayacak
mısın? Akrabana ve kardeşlerine hükmediyorsun. «İyi ama ben yerimi satın
aldım. Benim imtiyazlarım ve haklarım var!» Ey zavallı, senin bütün kaygıların
balçık ve çamurdur; yalnız geçicilerin kanunu olan beşeri kanunları
düşünüyorsun ve gözlerini ilâhî kanunlara açmıyorsun.*
*Esirini serbest bıraktın. Fakat seni hür yapan kimdir? Sen hür müsün?
Paranın, bir kadının, bir kızın, bir müstebidin yahut müstebidin en âdi
uşağının esir değil misin?*
Güvenlik ile ihtiyat birbirleriyle barıştırılamaz
diyorsun. Bu bir yanlıştır ve sen onları birleştirebilirsin. İhtiyatı yalnız
senin elinde olan şeylere ve güveni de elinde olmayan şeylere tatbik et.
Böylece hem ihtiyatlı hem de emin olursun. Zira gerçek kötülükleri
(felâketleri) ihtiyatla uzaklaştırarak, tehdidi altında bulunduğun sahte
felâketlere cesaretle karşı koyacaksın.
İnsanların felâketi daima ihtiyatlarını, güvenlerini
kötü ve yanlış kullanmaktan gelir. Hepsi, üzerlerine saldıran kuştan kurtulmak
ve gizlenmenin çaresini bulmak için kendilerinin yakalanmalarına tuzak olan
ağın içine düşen geyikler gibidirler.*
*Güzel konuşmalar yazıyorum ve mükemmel kitaplar telif
ediyorum. Dostum daha iyisini istersen bana ihtiraslarına hâkim olduğunu,
isteklerini düzene soktuğunu ve inançların da gerçeğin yolundan gittiğini
göster. Ne zindandan, ne sür gulden, ne ıstıraptan, ne fakirlikten, ne de
ölümden korkmadığına beni inandır. Bunlar olmayınca ne kadar güzel kitaplar
meydana getirirsen getir, şuna inan ki sen henüz bir toysun.
Diogenes bir gün tavsiye mektubu isteyen birine, şu
cevabı verdi : «Dostum, kendisine mektup yazmamı istediğin kişi, ben söylemeden
önce senin bir adam olduğunu görecektir. Eğer ayırd etmeyi bilirse senin iyi
veya fena olduğunu da görecektir. Eğer ayırt edemiyorsa yüz mektup da yazsam
seni daha iyi tanıyıp bilemeyecektir. Senin için yapılacak şey halis altın ile
karışık altını anlayabilecek bir adama kendi kendini bildiren sâf bir atın gibi
olmaktır.»*
*Appollon, Laios'un, kendi kâhinliğine boyun
eğmiyeceğini biliyordu. Bu hal, Laios'a başında dolaşan tehlikeleri söylemesine
engel olmadı. Allah’ın iyiliği insanları uyandırmaktan bıkmaz. Gerçek
kaynağı biteviye akar, ama insanlar daima imansız, itaatsiz ve âsidirler.*
*Küçük ve büyük esirler vardır.
Küçükler küçük şeyler için, bir yemek, bir ev, ufak tefek yardımlar için
esir olanlardır.
Büyükler ise konsüllük, valilik gibi şeyler için esir olanlardır. Vilâyet
makamının sembolü olan baltaların ve okların kimin önünde taşındığını
görüyorsun, o vali öbür esirlerden daha esirdir.
Bir insanın hür olup olmadığını anlamak için mevkiine bakma. İş
tersinedir. Makam yükseldikçe, o makamın sahibi daha çok esirdir.
Fakat bunların arasında
istediklerini yapanları görüyorum diyeceksin. Kabul. Önce sana haber vereyim
ki o, bayramda efendisinin yokluğundan faydalanan bir esirdir. Bayram bitip de
efendisinin geri dönmesini bekle, göreceksin.
Onun efendisi kinidir?
Ondan istediğini elinden alabilen veyahut istediğini kendisine hediye
edebilendir.
Bir hükümdara sırf şahsına olan sevgiden dolayı milletinin bağlanması için,
o hükümdarın olağanüstü meziyetleri olması lâzım gelir.*
Bir ziyafette, bir toplantıda veyahut bir ziyarette
birisi sana üstün tutulsa, eğer bu bir mutluluk ise soydaşına nasip olan bu
halden sevinmelisin. Yok, bunlar sevinilecek şeyler değilse, kurtulduğun için
üzülme. Fakat hatırla ki elimizde olmayan şeyleri elde etmek için biz hiçbir
şey yapmazken ve başkaları birçok girişmeler yaparken, senin de onlar kadar
hisse alman veyahut eşit karşılanma görmen olamaz. Zira büyük bir kişinin
kapısına hiç uğramayan kimse, nasıl olur da, oraya her gün giden kadar veyahut
sokağa çıktığı vakit yanında bulunmayan, bulunan kadar, dalkavukluk etmeyen, övmeyen biteviye dalkavukluk edip, öven
kadar iyi muamele görür? Bu lütufları satın almak için verilen şeyleri
vermeden, onları bedava elde etmeğe kalkarsan, sen haksız ve aç gözlü bir adamsın
demektir.
Çarşıda marulları kaça satarlar?
Bir akçeye. Eğer komşun bir akçe vererek marulunu alıp
götürürse ve sen bir akçe vermediğin için çarşıdan marulsuz dönersen,
komşundan daha aza sahip olduğunu zannetme. Zira onun marulu varsa, senin de
sarf etmediğinden cebinde kalan paran vardır. İş burada da böyledir. Bir
ziyafete davetli değildin. Çünkü ziyafet sahibine bu ziyafeti sattığı bahayı
ödemedin. Bu baha ya bir övme, ya bir ziyaret, ya bir dalkavukluk, yahut
bağlılık ve teslim olmadır. İş eğer hoşuna gidiyorsa o halde bahasını öde! Lâkin bahasını vermeden o nesneye sahip olmak
istersen haksız ve açgözlüsün demektir. Gitmediğin ziyafetin yerine koyacağın
hiçbir şeyin yok mu? Şüphesiz o ziyafetten daha güzel bir şeyin vardır: O da
methetmek istemediğini methetmiş olmaman ve ziyafet sahibinin kapısında
gururuna ve küstahlığına katlanmış olmamandır.
Olabildiği kadar sus yahut elzem sözleri söyle ve az kelimeyle söyle. Ara
sıra konuşman lâzım gelir. Bu durumda asla bayağı konulardan söz açma.
Gladiator dövüşlerinden, at koşularından, atletlerden bahse kalkma ve yemekten,
içmekte» de söz açma. Hususuyla yerme, övme ve karşılaştırma için tanıdığın
insanları ele alma.
Becerebilirsen dostlarının konuşmalarını sözleri ile düzelt ve ahlâka uygun
konulara çevir. Eğer yabancılar arasında isen hiç ağzını açma.
Uzun zaman, sık sık ve kahkahalarla gülme.
Mecbur olmazsan hiçbir zaman, hiçbir şey için yemin etme. Mecbur olursan
olabildiği kadar az yemin et.
Bazı kimselerin hikâyelerini dinleme ve eserlerini dinlemeğe de gitme. Hiç
olmazsa mecbur olmayınca gitme. Lâkin zorlanırsan, ağırbaşlılığını, vakarını,
hiçbir sıkıntı aksettirmeyen huzurunu korumağa çalış.
Düpedüz konuşmalarda damdan düşer gibi ve uzun uzadıya; katıldığın
savaşlardan ve karşılaştığın tehlikelerden bahsetme. Sen bunları anlatmakla
çok zevk duyuyorsan, başkaları dinlemekten pek o kadar zevk, duymazlar.
Tuhaflık yapmamağa çok dikkat et. Bu yolla filozof olmayanların kılığına
girilmiş olur ve aynı zamanda başkalarının senin hakkında saygı ve itibarı
azalır.
Edebe aykırı lâkırdılara kendini bırakıp
koyuvermek: çok tehlikelidir. Böyle konuşmalara şahit olursan, fırsat düşünce
konuşanı azarlamaktan çekinme. Olmazsa sus ve yüzünün kızarmasıyla bakışlarının
ciddiyetiyle bu lâkırdıların hoşuna gitmediğini belli et.
Kendine asla filozof deme. Cahillerin önünde güzel vecizeleri sayıp dökme.
En iyisi bu vecizelerin emrettikleri şeyleri yap. Meselâ bir ziyafette nasıl
yemek yendiğini anlatma. Fakat nasıl yenmesi lazımsa öyle ye.
Ve hatırla ki, her şeyde ve her yerde Sokrates böylece her gösterişten kaçınmıştır.
Bazı gençler ondan kendilerini başka filozoflara tanıtmasını rica ederlerdi. Ve
o kendisine önem verilmemesine, şikâyetsiz katlanarak onların isteklerini
yerine getirirdi.
Kültürsüzlerin önünde derin ve
önemli meseleler açılırsa sus. Zira
henüz sindirmediğini çıkartmada büyük tehlike vardır. Bir gün bir kimse çıkar
da senin hiçbir şey bilmediğini ileri sürerse ve sen bu iddia karşısında
öfkelenmezsen o zaman filozof olmağa başladığını anla. Zira koyunlar ne
kadar yem yemiş olduklarını çobanlarına gidip göstermezler, fakat yedikleri
yemi iyice hazmettikten sonra süt ve yün yaparlar. Sen de cahillere güzel
vecizeler sayıp dökme, iyice hazmetmişsen bunları hareketlerinle göster.
* Bir gün Florus. Agrippinus'a soruyordu: Nero ile tiyatroya
gideyim ve onunla dans edeyim mi? Agrippinus ona: Git! dedi. Florus: Sen niye
gitmiyorsun? deyince Agrippinus : Bunu henüz düşünmedim! diye cevap verdi.
Şu büyük vecize Priseus Helvidius'un yüreğine iyice
işlemişti ve onu asaletle tatbik ediyordu. Vespasianus bir gün ona Senatoya
gelmemesi için haber yolladı. Helvidius ona :
Beni vazifemden atmak elindedir. Fakat senatör oldukça Senatoya gideceğim!»
diye cevap verdi Hükümdar ona:
Eğer gelirseniz sadece susmak için geliniz! dedi.
Helvidius :
«Düşüncemi sormayınız, susarım!» diye cevap verdi. Hükümdar :
Eğer siz orada hazır bulunursanız fikrinizi almak zorundayım! dedi.
Helvidius :
Ben de doğru bulduğumu söylemek zorundayım! diye cevap verdi.
Eğer fikrinizi söylerseniz sizi idam ettiririm.
Helvidius buna da :
Size ölmez olduğumu ne vakit söyledim? İkimiz de elimizde olan şeyi
yapacağız. Sen beni öldüreceksin ve ben hiç şikayetsiz ölüme katlanacağım!
İmparatora karşı yalnız olduğu için bu hareketi ile Helvidius ne kazanmış
oldu? Fakat ben de sana soranın. Bir manto üzerindeki şeref alâmeti olan
erguvan rengi yalnız olmakla ne kazanmış olur? Onu süsler, güzelleştirir ve
öyle bir mantoya sahip olmak arzusunu verir.*
*Bir güzel söz söyleme sanatı varsa, bir de güzel anlama ve dinleme sanatı
vardır.*
*Güzel yazmak veya güzel söylemek iktidarını küçük görmüyorum. Ama bazı
insanların bu meziyetlere en büyük yeri vermelerini istemiyorum. Çünkü
bunlardan daha köklü bir şey vardır.
Hain ve kötü bir kimseye istemediğini yaptığını ve istediğini yapmadığını
ispat edersen onu yola getirmiş olursun. Ama bunu ispat edemezsen, ondan
şikâyet etme. Kendinden şikâyet et.*
*Ne fakirlikten, ne sürgünden, ne zindandan ne de
ölümden korkmamalıdır. Fakat korkudan korkmalıdır.*
*Deniz yolculuğuna çıktığım ve yalnız gökle denizi gördüğüm vakit, etrafı
saran bu geniş su alanı beni korkutur. Sanki bir kaza olursa bütün bu suyu
yutacağımı sanırım. Üç kulaç suyun beni boğmaya yettiğini düşünmem. Yine böyle
bir yer sarsıntısında bütün şehrin başıma yıkılacağını sanırım ve tek bir kiremitin
kafatasımı parçalamağa yeteceğini aklıma getirmem. Yanlış düşüncenin talihsiz
kölesi!*
*Hiçbir şeyden korkma; hiçbir şey isteme. O zaman bir atın bir ata, bir
arının bir arıya karşı korkunç ve ezici bir silâhı olmadığı gibi, hiç kimsenin
de sana karşı korkunç ve ezici bir silâhı olamaz. İsteklerinin ve korkularının
seni esir etmek için efendilerinin tıpkı bir kalede olduğu gibi senin gönlünde
besledikleri silâhlı bir ordu olduğunun farkında değil misin? Bu askeri kov!
Kalene hükmet, hemen hür olacaksın!*
*İhtiyatlı yolcular geçecekleri yolun hırsızlarla, yol kesenlerle dolu
olduğunu haber alırlarsa ne yaparlar? Yollarına yalnız olarak devam etmemeğe;
fakat bir sefirin, bir questor'un yahut bir proconsül'ün kafilesi arkasından
gidebilmek için beklemeyi tercih ederler. Ve bu tedbirle yolculuklarını rahatça
geçirirler. Hâkim de bu dünyada böylece hareket eder. Her yer haydutlukla,
zulümle, sefaletle, felâketle doludur. Bu geçitten mahvolmadan nasıl yalnız
başına geçip gidebilir? İyi ama kimi bekleyecek? Bir Praetor (muhafız) mu?
Onlar en korkulacak düşmanlardandır. Bunun için emin, sâdık, baskına
uğramayacak bir yoldaşı bekler. Bu yoldaş ise Allah’tır. Bunun için Allaha sokulur,
onunla yürür ve bu hayatın bütün sarp kayalıklarından rahatça geçip gider.*
Bütün bu prensiplerin tatbikinde sebat et. Ve alçaklığa razı olmadan
aşamayacağın kanunlara itaat ettiğin gibi bunlara da itaat et. Hakkında
söylenecek şeylere önem verme. Çünkü bunlar senin elinde olan şeylerden
değildir.
*Nöbetçiler yanlarına sokulanlara parolayı sorarlar.
Sen de öyle yap. Muhayyilene gelen her şeye parolayı sor. Asla baskına
uğramazsın.*
*Bir kimse Epiktetos'a dedi ki: Hiçbirini atlamadan Allah’ın bütün
hareketlerimi görmüş olduğuna beni nasıl inandırabilirler? Epiktetos ona şu
cevabı verdi: Bütün dünyadaki eşya ve olayların aralarında bağları olduğuna
inanmıyor musun?
Evet
Dünyada olup bitenlerin gök kuvvetleri tarafından idare edildiğine emin
değil misin?
Evet
Nitekim her şeyin zamanında olup bittiğini ve her mevsimin zamanında
başladığını görüyorsun. Güneşin yakınlaşması veya uzaklaşması ile ayın
dolgunlaşması veya hilâle dönmesiyle bütün tabiatın yüzü değişiyor. Bundan
sonra, yeryüzündeki her şeyin vücutlarımızın «bütün» ile o kadar birleşik
olduğunu gördükten sonra, bu kâinattan daha ilâhî olan ruhumuzun ondan ayrı
olduğunu ve Onu yaratan Allah’ın ayrı ve bağımsız olabileceğini nasıl kabul
edebilirsin?
Fakat o, birbirinden çok değişik, uzak olan şeyleri nasıl görebilir?
Zavallı kör! Senin o kadar sınırlı olan aklın ne kadar çok birbirinden
başka işler yapıyor; ilâhî ve insanî olayları kavrıyor, muhakeme ediyor, taksim
ediyor, hükmediyor, razı oluyor ve inkâr ediyor. Onda ne kadar çok birbirine
benzemeyen hayaller ve hattâ birbirine zıt düşünceler vardır? Güneş aynı
zamanda dünyanın en büyük parçasını aydınlatıyor. Yalnız arzın gölgesinin
düştüğü yerler onun ışıklarından mahrum kalıyor. Güneşi yaratan ne kadar büyük
olursa olsun ki bu sonsuz kâinatın bir noktasıdır. Bu dünyayı baştanbaşa
aydınlatamaz mı?
Ama benim zekâm muhakemelelerini
yalnız birer birer yapar ve eşyayı teker teker göz önüne getirebilir.
Hey dostum senin anlayışının Tanrılık kadar engin olduğunu sana kim
söyledi? Fakat ey cılız solucan! Bu kadar küçük olan gözün ile birçok şeyi
birden nasıl kavradığını düşün! Ufukta görünen her şey senin gözünün
önündedir. Gözü yaratanın gözünden bazı şeylerin kaçıp kaçamayacağını sen
düşün.*
*Sağduyu nedir?
Bütün insanlarda ortaklaşa ve umumî olan bir duyma
kabiliyeti vardır ki, bununla, işittikleri bütün sesleri duyarlar ve söylenilen
her sözü anlarlar. Bundan başka yapma olan bir duyma kabiliyeti daha vardır ki,
tonları sezer ve ayırdedebilir. Gene bütün insanlarda tabiî bir duygu vardır
ki, ruhlarında esaslı bir kusur olmayınca, kendilerine söylenilen her şeyi
anlarlar. Bu kabiliyet bütün insanlarda eşittir. İşte sağduyu denilen
budur.*
*Galba öldürülünce, biri Rufus'a : «Şimdi artık Allah
dünyaya karışmağa başlıyor, dedi. Rusuf ona zavallı!» diye cevap verdi. «Bir
Galba'nın Allah’ı dünyayı idare etmekten alıkoyacağını sanıyor musun? Seni
Allahtan şüphe ettiren şey, üzerinde iyice izini bırakmış!»
Sık sık düşüp kalktığımız kimselerin üzerimizdeki
tesiri az değildir. Biteviye bir sefih ile düşüp kalkarsan, çok kuvvetli
bir şahsiyetin yoksa senin onu yola getireceğini ümîdî etmekten çok onun seni
bozmasından korkmalıdır. Mademki kültürsüzlerle temasta bu kadar tehlike
vardır, onlarla ancak: büyük bir ihtiyat ile ve anlayışla düşüp kalkmalıdır.
Harp çalan bir müzisyen, harpını eline alır almaz,
hangi tellerin bozuk olduğunu gönür ve kolayca akortlarını düzeltir. İnsanlar
arasında emniyetle yaşayabilmek için, hâkim harpı çalan müzisyenin yaptığını
insanlara tatbik etmek sanatına sahib olmalı, ahenksiz olanlarını görmeli,
notaları yola sokmalı, ahenkli bir hale getirmelidir. Sokrates bu sanatın
ustası idi.
Nasıl oluyor da tartışmalarda ve kavgalarda kültürsüzler
sizden daha kuvvetli oluyarlar ve sizi susmağa mecbur ediyorlar? Çünkü onlar
yanlış prensiplerine kuvvetle inanmışlardır. Siz ise kendi prensiplerinizin
gerçekliğine zayıf bir ilişik ile bağlısınız. Sizin gerçekleriniz yürekten
gelmiyor, dudaklarda doğuyor. İşte bunun için cılız ve ölüdürler. Bu prensipleriniz
bahsettiğiniz o sefil imtiyazı halkın kahkahasına uğratıyor ve kendileri de
güneşte bal mumu gibi eriyorlar. Bunun için bal mumundan inançlara sahip
olduğunuz müddetçe güneşten uzaklasınız.*
*Bazı felsefe prensiplerini yuttun, hemen onları öğretmeğe kalkıyorsun. Bu
hareketin, hazmedemediği için yenilen etleri kusan bozuk bir mide gibi;
hazmetmediğini kusmaktan başka nedir?
Önce sindir dostum ve senin esaslı bir yerindeki değişikliği göster.
Fakat falanca bir mektep açtı, ben de bir mektep açmak istiyorum.
Hey alçak! Bir heves veya bir
tesadüfle mi bir mektep açılır?
Olgun bir yaşa gelmek, belli bir hayat sürmek ve Allah’ın davetine erişmek
lâzımdır. Böyle olmayınca sen bir yalancı ve bir kâfirsin. Bir eczane
açıyorsun, ilâçların var. Fakat onları hazırlamasını ve kullanacağın yeri
bilmiyorsun.*
Tiyatroya veya umumî eğlencelere sık sık etmeğe lüzum yoktur. Bu yerlere
gidersen, hiçbir partiyi tutma, bütün partizanlığın kendinde kalsın! Netice
nasıl çıkarsa memnun olmağa çalış. Zaferin yenene ait olmasından memnun ol.
Böylece asla ne kızar, ne de üzülürsün! Hele alkıştan, kahkahadan ve taşkın
hareketlerden çekin. Bu yerlerden kendi evine döndüğün zaman, gördüklerinden
uzun uzadıya lâf açma. Çünkü bunlar ne senin huylarını düzeltmeğe, ne de seni
daha ahlâklı bir adam haline getirmeğe yarar. Bu sonsuz tartışmalar ve
konuşmalar yalnız senin gördüğün sahnelere hayran olduğunu ortaya kor.
Bir kimse sana haksızlık eder yahut aleyhinde söylerse onun bunu yapmağa
kendisini mecbur saydığına inanmağa çalış.
Zira o, hakikatte senin düşünceni değil, kendi fikrini güder. Neticede kötü
muhakeme ederse yalnız kendisi aldandığı gibi yine yalnız kendisini yaralamış
olur. Nitekim bir kimse çok doğru ve çok benimsenmiş bir kaziyeyi bâtıl
sanırsa, "bundan zarar görecek kaziye değil, onu yanlış muhakeme ederek,
aldanandır. Bu kaideyi iyi kullanırsan aleyhinde söyleyenlere sabırla
katlanırsın. Zira her küfredene «Kendini haklı zannediyor!» diyebilirsin.
Her birimizin gerçek efendisi istediğimizi bize veren
ve istemediğimizi yolumuzdan uzaklaştırandır. Şu halde hür olmak isteyen her
insan, ne başkalarının elinde olan şeyleri istemeli, ne de onlardan
kaçmalıdır. Eğer bunu yapmazsa zaruri olarak esirdir.
*Sende sana hediye edilmeyen, benim diyebileceğin hiçbir şey yoktur. Sana
her şeyi veren senden bir şeyi geri mi alıyor? Ona karşı koymakla yalnız deli
değil, aynı zamanda nankör ve haksızsın!
Bir konsüllük elde ettin ve bir il'e vali oldun. Kimin gölgesinde?
Felicio'nun gölgesinde mi? Bana gelince Felicio'nun gölgesinde yaşamak ve onun
kibrine, esirlere has küstahlığına uğramaktan ise ölmeyi tercih ederim. Zira
kendisini mutlu sanan ve servetiyle gözü kör olan bir esirin ne olduğunu
bilirim. Fakat sen hiç olmazsa sandığın kadar hür müsün? diyeceksin. Hayır,
hür olmağa çalışıyorum. Henüz buna ermedim.
Efendilerime karşı korkusuz gözlerle bakamıyorum. Henüz bedenime bağlıyım;
sakat olduğu halde onu korumak istiyorum. Zayıflığımı itiraf ediyorum. Fakat
sana tam hür olan bir adamı göstermemi ister misin? O, Diogenes'dir.
Onun bu kadar hür olması nereden
geliyor?
Zira o esirliğin ruhundaki bütün
köprübaşlarını koparıp atmıştı. Her şeyden sıyrılmış ve hiçbir şeye değer
vermemişti. Ondan servetini isterdiniz, verirdi. Ayağını isterdiniz, verirdi.
Bütün vücudunu isterdiniz, verirdi. Fakat mânevi varlığıyla Allaha bağlı idi.
Mutlak hâkime olan teslimiyetinde, saygısında, bağlılığında kimseden geri
kalmazdı. Onun hürriyeti işte buradan geliyordu. Fakat kendisini hayata
bağlayacak hiçbir şeyi olmayan ve dünyada tek başına kalmış bir inşam örnek
olarak gösteriyorsun mu diyeceksin? Sokrates'in karısı, çocukları vardı ve
Diogenes'den daha az hür değildi. Çünkü Diogenes her şeyi kanuna ve kanuna
borçlu olduğumuz boyun eğmeğe, teslim olmaya bağlamıştı.*
*Eğer Sokrates kurtulmuş olsaydı, hayatta insanlara,
daha da faydası olurdu mu? diyorsun. Dostum, Sokrates'in kendisini kurtarmaktan
vazgeçerek ve adalet uğrunda ölerek söylediği ve yaptığı; kurtulduktan sonra
söyleyeceği ve yapacağı işlerden çok daha faydalıdır.
Sahte bir hürriyeti kazanmak için insanlar en büyük tehlikelere göğüs
gererler. Denize atılırlar, en yüksek kulelerden kendilerini
fırlatırlar. Baştan başa birçok şehirlerin ahalisi tarafından yakıldığı
görülmüştür. Sen ise gerçek, güvenli, hiçbir kuvvetin elinden alamayacağı
hürriyeti kazanmak için hiçbir tedbir almayacak mısın? En ufak bir zahmete
girmeyecek misin?
İstediğini elde eder etmez mesut olacağını sanıyorsun.
Aldanıyorsun. Onu elde eder etmez aynı kaygılar, kederler, tiksinmeler,
korkular, istekler baş gösterecek. Saadet elde etmekte ve zevk duymakta değil,
fakat istememektedir. Çünkü saadet hür olmaktadır.*
*Allah bana hürriyet vermiştir ve ben de onun
emirlerini tanıyorum. Bu durumda hiç kimse beni esirliğe götüremez. Zira beni
koruyacak kurtarıcıya ve bana lâzım olan hâkime sahibim.*
* Ülûhiyet sana en acı felâketlere dayanman için silâhlar
ihsan etmiştir. Sana ruh büyüklüğü, kuvvet, sabır, sebat vermiştir. Bunlardan
faydalanman lâzımdır. Eğer şikâyet edersen hiç olmazsa sana verdiği silâhları
yere atmış olduğunu itiraf et. *
Önüne çıkan şer'ler karşısında, kendi içine çekilerek
o şeylerden iyice faydalanmak için mutlaka bir faziletin olacağını hatırla.
Eğer güzel bir çocuk veya güzel bir kız görürsen, bunlara karşı kendinde perhiz
denilen meziyeti bulacaksın. Eğer karşına zahmet; zorluklar çıkarsa cesareti
bulacaksın. Şayet küfürle, hakaretle karşılaşırsan rıza ile sabrı bulacaksın.
Böylece onları yenmek için, sana tabiatın verdiği iyi huylarla karşı koymak
âdetini kazanırsan boş korkuların asla seni sürükleyip götürmeyecektir.
Aza razı bir ömür sürmeğe ve bedenini sert kullanmaya alışmışsan, bundan
gurur duyma. Eğer sade su içiyorsan, her fırsatta yalnız su içtiğini söylemeğe
kalkma. Sabra tahammüle alışmak istiyorsan, bunları kendin için yap, başkaları
için değil. Heykelleri kucaklamağa kalkma.. En çok susadığın zaman ağzına bir
yudum su al, sonra tükür ve bunu kimseye söyleme.
* Thraseas yarın sürgüne gönderilmekten ise bu gün
öldürülmeyi tercih ettiğini söyledi. Bir gün Rufus ona şu cevabı verdi: «Ölümü
daha zor sanıyorsan ne aldanış! Eğer ölümü sürgünden daha tatlı sanıyorsan
sana seçme hakkını kim verdi?»
Bu da Agrippinus'un güzel bir sözüdür: «Kendi kendime
asla engel olmayacağım!»
Her şeyden memnun olan ve her şeyin gelmesi gerektiği
gibi gelmesini isteyen bir adam görmek ister misin? Bu adam Agrippinus'tur.
Senato'nun kendisini muhakeme etmek üzere olduğunu ona haber verdiler.
«Hele şükür! dedi. Ben de âdetim olduğu üzere banyoya gireceğim!»
Banyodan henüz çıkmıştı ki mahkûm olduğunu haber verdiler.
Ölüme mi, sürgüne mi?»
Sürgüne!
Malım hacz edilecek mi?
Hayır!
O halde hemen Aricia'da akşam yemeğini yemeğe gidelim.
Orada da, Roma'da olduğu kadar iyi yemek yiyebiliriz.*
* Yiyecek bir şeyin olmadığını ve bana; bunu sağlamak
için en iğrenç işlere, efendinin oturağını tutmağa kadar düşüp düşmemek mi
lâzım geldiğini soruyorsun? Bu işte ne söyleyebilirim? Bazı insanlar oturak
dökmeyi açlıktan ölmeğe üstün tutarlar. Bazıları oturak tutmağa katlanamazlar.
Bu meselede reyi alınacak ben değilim, sensin. Kendi değerini tart ve karar
ver.*
*Candan bir şeyden mahrum olmadan ve adamakıllı zarar
görmeden kimse hain veya alçak olamaz.*
*Öç almam ve bana yapılan fenalığa karşı koymam
icabetmez mi?
Dostum sana
fenalık yapılmamıştır. Çünkü iyi ve kötü senin iradene bağlıdır. Zaten her
hangi bir kimse sana karşı haksızlık yaparak kendini yaralamış ise, bu fenalığı
ona geri çevirerek neden sen de kendi kendini yaralamak istiyorsun?*
Başına gelen belâlar yüzünden başkasını suçlamak
bilgisizin yapacağı iştir. Yalnız kendini sorumlu saymak, bu, gözü açılmak
üzere olan bir adamın işidir. Ne kendini ne de başkalarını suçlandırmamaksa
uyanık bir kimseye yakışan davranıştır.
Vazifeler ekseriya bulunduğumuz durumla ilgili olarak ölçülür. Bahse konu
olan baban mıdır? Ona bakmağa, her şeyde itaate, azarlamalarına, kötü
muamelelerine katlanmağa, mecbursun.
Fakat benim babam kötü bir baba!
İyi ama dostum, tabiat sana mutlaka iyi bir baba mı bahşedecek? Hayır,
sadece sana bir baba verecektir. Kardeşin sana karşı haksızlık mı ediyor? Onun
yine kardeşi olarak kal ve yaptığına önem verme. Her şeyden önce yapmağa mecbur
olduğuna, hürriyetinin nerede bulunduğuna ve tabiatın senden yapmış olmanı
istemediği şeyi yapıp yapmadığına dikkat et. Zira başkaları (sen kendini
bilirsen) seni asla tahkir edemezler, kıramazlar. Sen ancak kırıldığını
sandığın vakit kırılabilirsin. Böylece, eğer bu münasebetleri göz önünde
tutmayı âdet edinirsen komşundan, hemşerinden, âmirinden her vakit hoşnut
olursun.
*Gerçekten sevinmeğe değer, kendilerine şeref veren ve
faydalı olan bir konu olduğu vakit, insanlar arasında sevinmeli ve yalnız o
zaman kendilerini kutlamalıdır.
Zindanda olsaydık ölüm cezası verilecek bir suç ile
muhakeme edileceğimiz vakitten bir gün önce, bize gelip de «Yazdığım şiirleri
okumamı ister misiniz?» diyen bir adama tahammül edebilir miydik?
Dostum beni
niye bu kadar yersiz rahatsız ediyorsun? Buna gelinceye kadar bir sürü işim
var. Bilmiyor musun ki yarın öldürüleceğim?
Sokrates zindanda
idi ve öldürüleceği günün arifesinde ilâhiler yazıyordu.*
*Sıtmam var, okuyup çalışamıyorum diye sızlanıyorsun. Pekâlâ, niçin okuyup
çalışacaksın? Sabırlı, dayanıklı, sağlam olmak için değil mi? Sıtma varken sabini, dayanıklı ol, her şeyi biliyorsun demektir.
Sıtma da gezinti, yolculuk gibi hayatı ören unsurlardandır, onlardan bile
faydalıdır. Çünkü olgun adamı imtihana çeker, kendisine elde ettiği ilerlemeyi
gösterir.
Sıtmam var. Bu hastalığı gerektiği gibi geçiriyorsan
sıtmalı iken olabileceğin en iyi durumdasın demektir. Sıtmayı gerektiği gibi
geçirmek ne demektir? Bu; ne Allahtan, ne insanlardan sızlanmamak; görünür
tehlikeden telâşa düşmemektir. Çünkü her şey yolunda gidecektir. Ölümü
cesaretle beklemek, hekimin iyileşmekte olduğunu söylemesiyle çılgınca sevinmemek,
daha kötü olduğunu söylediği vakit de üzülmemek. Çünkü fenalaşmak ne demektir?
Bu; ruhun bedenden ayrılacağı âna yakınlaşmaktır. Bu ayrılışa fenalık diye mi
bakıyorsun? Bu ayrılış saati bu gün gelmezse yarın gelmeyecek midir? Sen
öldüğün vakit dünya yıkılacak mı? Bunun için sağlamken olduğu gibi hastalıkta
da sakin ol.*
*Hiç cesaretin kırılmasın. Bir delikanlıya güreşte
yere yatırılınca hemen ayağa kalkmasını ve yine dövüşmesini emreden jimnastik
hocalarını örnek al. Sen de ruhuna öyle seslen. İnsan ruhu kadar idaresi kolay
bir şey yoktur. Sadece istemek lâzım. O zaman her şey olur. Fakat kendini
bırakırsan her şey mahvolmuştur. Bütün hayatında artık kalkınamazsın. Yok olman
da, kurtulman da senin elindedir.
Ne ile uğraşırken Ölümün sana baskın vermesini
istersin? Ben; ölümün bana insana yaraşır büyük, asıl, halka faydalı bir iş
yaparken gelmesini isterdim. Yahut daha doğrusu kendimi yola kor iken, bütün
ödevlerime karşı dikkatli bir haldeyken gelmesini isterdim. Ta ki o ânda
göklere temiz ellerimi kaldırayım ve Allah’a şunları söyleyebileyim: «İlâhî
yardımınızı tanıyabilmek, ona tam ve kesin olarak bağlanmak için bana verdiğiniz
bütün fakültelerin hiçbirini körletmedim. Elimden geldiği kadar, size
saygısızlık etmemeğe çalıştım. Duygularımı ve düşüncemi işte buna bağladım.
Sizden asla şikâyet etmedim. Alnıma yazdığınız şeyler başıma geldiği vakit
hiçbirinden ıstırap duymadım. Onları değiştirmek bile istemezdim. Bana verdiğiniz
dostlukların hiçbirini kirletmedim. Beni yaratmış olduğunuz için size
şükrederim. Sizin bana verdiğiniz nimetlerden bana müsaade ettiğiniz sürede
faydalandım. Şimdi onları geri almak istiyorsanız, onları size geri veriyorum.
O nimetler sizindir, onları nasıl isterseniz öylece kullanınız. Ben de kendimi
ellerinizin arasına bırakıyorum!»*
Kaygıyla, ıstırapla varlık ve bolluk içinde
yaşamaktansa; korkuları ve sıkıntıları kovup, açlık içinde ölmek daha iyidir.
Senin sefil olmaktansa, uşağının küstah ve hain olması daha iyidir. Bunun için,
küçük şeylerle işe başlayarak, yola gir. Yağını mı döktüler? Şarabını mı
çaldılar? Kendi kendine de ki:
«Huzurun bahası budur. Hürriyetin bahası budur.
Bedavaya hiçbir şey alınmaz.» Esirini çağırdığın vakit, düşün ki seni
duymayabilir yahut duysa bile, emrettiğin şeyi yapmayabilir. «Sabrım esirimi
azdırabilir ve sonunda yola gelmez olur» diyeceksin. Bunun böyle olması senin
için daha iyidir. Çünkü böylelikle kendini sıkıntılardan uzaklaştırmanın
çaresini bulmuş olursun.
İktidarını aşan rolü üzerine alırsan, bu rolü iyi oynayamadığın gibi
yapabileceğin rolü de bırakmış olursun.
Neden şikâyete ediyorsun? Allah sana zatında bulunan en büyük, en asıl, en
şahane, en ilâhî şeyi; düşüncelerini iyice kullanma kabiliyetini ve en gerçek
nimetleri kendinde bulma iktidarını verdi. Daha fazla ne istiyorsun? Bunun için
sevin, bu kadar iyi bir babaya teşekkür et ve biteviye duadan geri kalma.
*Hapsin, sürgünün ve zehrin ne olduğunu iyice biliyor musun? Her hangi
durumda; «bu geçitten geçelim, Çünkü Allah bizi bu yoldan çağırıyor!» diyebilir
misin?*
Bil ki, dinin esası ve temeli Allah Teâlâ’nın hakkında doğru ve sağlam
düşüncelere sahip olmak, onun var olduğuna ve ilâhî lütuflarını her şeyin
üzerine yaydığına, âlemi hikmet ve adaletle idare ettiğine ve senin ancak onlara
itaat için ve başına gelenleri, çok hâkim ve çok iyi olan ilâhi hikmetten gelen
şeylermiş gibi, tabiî olarak ve bütün gönlünle benimsemek ve onlara rıza
göstermek için dünyaya geldiğine inanmaktan ibarettir. Bu usulle Tanrıdan
asla şikâyet etmez ve sana ihtimam göstermediler diye onları suçlandırmazsın.
Fakat bu duygulara ancak elinde olmayan şeylerden vaz geçmekle ve bütün
saadetini ve felâketini yalnız elinde olan şeylere bağlamakla sahip
olabilirsin. Zira sana yabancı olan bu şeylerden birini iyi veya kötü diye
alırsan, istediğinden mahrum olduğun vakit yahut korktuğunla karşılaştığın
vakit felâketine sebep olandan şikâyet etmen veyahut ondan nefret etmen
zaruridir. Zira her hayvan kendisine fena görünenden, muzır olup zarara sebep
olandan nefret ederek, kaçmak ve kendisine faydalı olanı, iyi görüneni ve
iyiliğe sebep olanı sevmek, aramak için doğmuştur. Bu yüzden; vurulmuş
olduğunu zannedenin kendisini araladığını sandığı şeyden haz duyması
imkânsızdır. Bunun neticesi olarak hiç kimse felâketinden zevk duyup memnun
olamaz. Bir baba nimet, servet diye geçen şeylerden oğluna hisse vermezse
oğlun babasına küfretmesi işte buradan gelir. Eteokles ile Polyneikes'i ebedî
düşman yapan da budur. Onlar kral olmayı büyük bir saadet sanıyorlardı.
Çiftçinin, gemicinin ve tüccarın Allah’a lanet etmelerindeki sebep bundan
ibaret olduğu gibi karısını veya çocuklarını kaybedenlerin şikâyetlerindeki
sebep de budur. Zira fayda nerede ise şefkat, sevgi ve merhamet oradadır.
Böylece bir kimse isteklerini ve nefretlerini kanunu yaratanın tespit ettiği
kaidelere göre düzenlerse, dindarlığını, şefkatini kuvvetlendirmiş olur.
Tanrı’ya hürmet için dökülen şarap törenlerinde, kesilen kurbanlarda ve
verilen adaklarda herkes memleketinin âdetine uymağa mecburdur. Bu törenleri
saffetle, ihmalsiz, saygıda kusur etmeyerek yapmalı, âdi bir pintiliğe
düşmemekle beraber, kendi iktidarının üstünde harcamaya da kaçmamalıdır.
Hatırla ki ne sana söven, ne seni döven, ne de sana
hakaret eden vardır. Fakat bu işleri yapanların sana hakaret ettiklerine
inancın onları sana böyle göstermektedir. Şu halde ne zaman biri seni kırar
veya kızdırırsa, bil ki seni kızdıran o adam değil, senin inancındır.
İnsanları kederlendiren eşya ve olaylar değil, fakat
bunlar hakkında edindikleri düşüncelerdir. Meselâ ölüm bir felâket değildir.
Eğer bir felâket olsaydı, Sokrates'e de böyle görünecekti. Fakat ölümün bir
felâket ve (kötülük) olduğuna inancımız, işte asıl yıkım budur. Bunun içindir
ki kederli, üzüntülü, bahtı kara olduğumuz zaman kendimizden başkasını, yani düşünce
ve inançlarımızdan başkasını suçlandırmamalıyız.
Seni eğlendiren, ihtiyaçlarını doyuran, bir kelime ile
sevdiğin her şey karşısında, kendi kendine, onun ne olduğunu sormayı unutma.
İlkönce en küçüklerinden başla. Bir çömleği seviyorsan, topraktan yapılmış bir
çömleği sevdiğini bil Eğer kırılırsa üzülmezsin. Çocuğunu veya karını
seviyorsan kendi kendine geçici bir varlığı seviyorum de. Eğer ölüverirlerse
ıztırap çekmezsin.
Her ne hakkında olursa olsun: «Onu kaybettim!» deme.
Fakat «Onu geri verdim!» de. Çocuğun mu öldü? Onu geri verdin. Karın mı öldü?
Onu da geri verdin. Tarlanı mı elinden aldılar? İşte yine bir geri verme. Lâkin onu elimden alan kötü bir adamdı!
Onu sana verenin falan veya filân yolu ile geri
almasının ne önemi var? Onu sende bıraktığı sürede, yolcuların otellerden
faydalandıkları gibi, âdeta sana ait bir şey değilmiş gibi ondan faydalan.
*Filozofların kararlarında kesin ve dayanıklı olmak
lâzım geldiğini söylediklerini duymuş ve bu yüzden yanlış düşüncelerine,
sapıtmalarına, deliliklerine sarılmışsın. Fakat dostum en zarurî olan şey
kararların iyi olması yani bu kararların ihtiyatla, gerçeğe ve akla uyarak
alınmasıdır. Sana bir insanın sinirleri olması lâzımdır, diyorum. Fakat bu sinirler
sağlam bedenin, kuvvetli ve dinç bir atletin sinirleri olması lâzımdır. Sen
ise bana isterik bir insanın perişan sinirlerini gösteriyorsun. Bunlar sinirli
değil, sinir hastalığını belli ediyorlar.*
*Sana kötü bir haber getirdikleri vakit, bu haberin sana ait olmadığını
düşün. Zira o senin elinde olan şeylerin hiçbirini ilgilendirmez.
Bana en büyük suçu yüklüyorlar, bana dinsizlik isnad ediyorlar.
İyi ama Sokrates'i de bununla
suçlandırmadılar mı?
Fakat beni ölüme mahkûm edebilirler.
Sokrates de böylece mahkûm olmadı mı? Kafana iyice yerleştir ki ceza suçun
bulunduğu yerdedir. Bu iki şeyin birbirinden ayrılması kabil değildir. Bunun
için kendini talihsiz sanma. Sana göre Sokrates mi yahut onu mahkûm edenler mi
daha zavallıdırlar? Dolayısıyla senin için hiçbir tehlike yoktur. Tehlike
hâkimler içindir. Zira sen suçlu olarak ölemezsin, onlar ise bir suçsuzu
öldürebilirler.*
Şayet bir kimse senin bedenini karşına ilk çıkanın
keyfine teslim ederse, şüphesiz buna çok canın sıkılır. Hakaret ettiği vakit
müteessir olsun, bulansın diye sen kendi ruhunu önüne ilk çıkan adama
bıraktığın vakit utanmaz, kızarmaz mısın?
Yürürken bir çiviye basmamağa, ayağının burkulmamasına itina ettiğin gibi,
varlığının en esaslı tarafının yani seni idare eden aklın da çarpılmamasına
dikkat et. Hayatımızın her hareketinde bu kaideye riayet edersek her şeyi daha
emniyetle yapmış oluruz.
Ayak, pabucun ölçüsü olduğu gibi herkes için servetin ölçüsü de bedendir. Bu kaideye bağlanırsan daima doğru yoldan yürürsün. Buna önem vermezsen
mahvolursun. Bir uçurumda yuvarlanıyormuşsun gibi artık hiçbir şey seni tutamaz.
Pabuç için de böyledir. Ayağının ölçüsünü bir defa aştın mı ilkönce yaldızlı
ayakkabıların sonra erguvan renginde kumaştan ayakkabıların olur ve nihayet
nakışlı ayakkabı istemeğe kalkarsın. Zira bir kere sınırı aşan için artık sınır
yoktur.
*Bir hükümdarı yahut büyük bir kişiyi görmeğe gittiğin
vakit sararır, titrer ve şaşırırsın.
Acaba beni
nasıl kabul edecek? Bana nasıl muamele edecek?
Alçak esir! O
ânda nasıl isterse öyle kabul edecek ve öyle muamele edecek. Hikmetli bir
insanı kötü kabul ederse kendisi bilir, bunun ıstırabını yalnız başına çeker.
Başkasının yaptığı suçtan dolayı sen ıstırap çekebilir misin?
Fakat onunla
nasıl konuşacağım?
Nasıl istersen
öyle konuşursun.
Şaşırmaktan
korkuyorum.
Nasıl? Ölçü
ile, ihtiyatla, edepli bir hürriyetle konuşmasını bilmiyor musun? Ne diye bir
insandan korkuyorsun? Zenon Antigone'dan korkmazdı, fakat Antigone Zenon'dan
korkardı. Sokrates zalimlere ve mahkemede hâkimlerine cevap verirken, hiç şaşkınlık
alâmeti göstermiş miydi? Diogenes büyük İskender'e, Philippos'a, haydutlara,
kendisini satın alan efendisine hitabettiği vakit her hangi bir çekingenlik
gösteriyor muydu?*
*Kaptanın en ufak bir dalgınlığı, bir gemiyi mahvettiği
gibi yapacağımız en küçük ihmal, en küçük bir dikkatsizlik de hikmet
öğreniminde bütün ilerlemeyi yok edebilir. O halde uyanık olalım.
Koruyacağımız şey altın yüklü bir gemiden daha değerlidir. Bu; temizlik,
vefa; sebat, Allah’ın emirlerine itaat, İstıraptan, kaygıdan,
korkudan kurtulma, bir kelime ile gerçek hürriyettir.
Biri hâkimliği, başka biri ordu kumandanlığını ister.
Bana gelince saffet ile alçak gönüllülüğü isterim. Zira ben hürüm. Allah’ın
dostuyum ve ona bütün yüreğimle itaat ederim. Şu halde ne bedene, ne servete,
ne mevkie, ne şöhrete ve ne de her hangi bir şeye önem vermemem lâzımdır. Allah
bunları önemli saymamayı ister. Eğer Allah dilese idi bütün bunların benim için
bir nimet olmasını sağlardı. Mademki bunu yapmadı, bunlar nimet değildirler.
Benim ise onun emirlerine boyun eğmem lâzımdır.
Hatırla ki sadece şan ve şeref, mevki, servet arzusu
bizi boyunduruğa sokmaz. Rahatlık, gezmek, okuyup yazma istekleri de bizi
esirliğe götürürler. Bir kelime ile ne olursa olsun, bize yabancı her şey,
değer verdiğimiz takdirde bizi esirliğe götürebilir.
Gerçek saadetin karakteri devam etmek ve hiçbir engele
çarpmamaktadır. Bu iki karakteri olmayan saadet gerçek değildir.
İnsanların ne dediklerini, ne yaptıklarını, tenkit
veya küçük görme için değil, fakat kendi kendime şunları söyleyip yapmak için
çözüyorum: «Aynı suçları işliyor muyum? Bunlardan ne vakit vazgeçeceğim?
Kendimi ne vakit yola sokacağım? Pek az zaman önce bu insanlar gibi hareket
ediyordum. Allaha şükür artık onlar gibi günah işlemiyorum.»*
Bir işe girişirken, bu işi yapmanın senin ödevin olduğunu bildikten sonra,
halk ne kadar fena düşünecek olursa olsun yaparken görülmüş olmaktan korkma.
Eğer bu hareket fena ise onu hiç yapma. Yok, iyi bir hareketse, o halde seni sebepsiz
ve yersiz mahkûm edecek olanlardan niye korkuyorsun?
*Ben Yunanistan’da hâkimlik ediyorum.
Sen hâkim
misin? Sen hükmetmesini bilir misin? Bu ilmi nereden öğrendin?
Caesar'dan
fermanım var!
Eğer Caesar musikiden
hiç anlamadığın halde, musiki üzerinde hüküm yürütmen için sana ferman
gönderse idi ne yapardın? Bu ferman senin ne işine yarardı? Haydi, bu noktada
ısrar etmeyeyim. Sana yalnız, hangi vasıtalarla bu mevkii elde ettiğini soruyorum.
Bu mevkii sana sağlayan kimdir?
Kimin elini öptün?
Kimin kapısında yerlere yattın?
Kime rüşvet verdin?
Bu yeri hangi bayağılıklarla, hangi haysiyetsizlikle,
hangi sahtekârlıkla satın aldın?*
*Bütün olaylardan faydalanmak senin elindedir. Artık
bana «Başıma ne gelecek?» deme. Ne olursa olsun sana göre ne önemi var? Çünkü
sen onu iyi idare ederek, ondan faydalanabilirsin ve her kaza, belâ da ne
olursa olsun büyük bir saadete dönebilir. Herakles: «Büyük bir aslan, müthiş
bir yaban domuzu, asla karşıma çıkmasın, korkunç ve canavar gibi insanlarla
döğüşmiyeyim» dedi mi? Ne diye zahmete giriyorsun? Müthiş bir yaban domuzu
karşına çıkarsa, savaş daha büyük ve daha şerefli olacaktır. Yolunun üzerinde
acayip, hakkından gelinmez insanlar bulursan, dünyayı bunlardan. temizlemekle
daha büyük yararlık göstermiş olacaksın!
Ama ölürsem?
Pekâlâ! Bir
kahramana yakışan hareketi yaparak öleceksin, daha ne istersin?
Yeryüzünde hiçbir şey bedava değildir. Konsül mü olmak
istiyorsun? Rüşvet vermen; dolaplar çevirmen, yalvarman kayırıcı bulman, şunun
bunun elini öpmen, kapısında beklemen, bin bayağılık, bin haysiyetsizlik yapman
ve her gün yeni hediyeler göndermen lâzım gelecektir.
Konsül olmak nedir?
On iki değnekten ibaret bir demetle, ortasında bir
balta bulunan kuvvet ve kudret alâmetini gittiği yerde kendi önünde taşıtmak,
üç dört büyük mahkemede hazır bulunmak, halka ziyafetler vermek ve oyunlar
tertip etmek, işte bu kadar! İhtiraslardan ve kaygılardan kurtulmak, vefaya,
uyurken uyumak, gözü açık iken uyanık bulunmak ve hiçbir üzüntü ve korku ile
ezilmemek için hiçbir şey vermemek, hiçbir zahmete katlanmamak mı istiyorsun?
Haklı olup olmadığına sen karar ver!*
Bilgiç geçinmekten sakın. Bazı kimselerin gözünde bir
şahsiyet gibi görünürsen, kendinden şüphe et. Bil ki hem tabiata ve hem dış
eşyaya iradeni uydurmak kolay değildir. Fakat her şeye rağmen bunlardan birine
bağlanarak ötekini ihmal etmek zorundasın.
*Bizi mahveden şey, felsefeyi dudaklarımızın ucu ile
tadar tatmaz hemen hâkim rolü oynamağa çıkmak, başkalarına faydalı olmayı
düşünmek ve dünyayı yeniden düzeltmek isteyişimizdir. Hey dostum!
İlk önce kendini düzelt. Ondan sonra insanlara,
felsefenin yola koyduğu bir adam göster. Soydaşına yer, içerken, onlarla gezip
dolaşırken kendi örneğinle onları aydınlat. Hepsine teslim ol, hepsini kendine
üstün tut ve hepsine birden katlan. İşte böylece onlara faideli olursun.*
*İhtiyar bir zengine dalkavukluk edeceğine bir hakime
yaranmağa çalış. Bu görüşme senin yüzünü kızartmaz ve sen de asla onun yanından
elin boş olarak çıkmazsın. Bana inanmak istemiyorsan, dene. Bu deneme
utanılacak bir şey değildir.
Dostlarının tenkitleri ve alayları senin hayatını değiştirmeğe engel
olmasın. Rezalet içinde olup, onlara yaranmayı mı yahut faziletli olarak
onların gözünden düşmeyi mi üstün tutarsın?*
Evinden dışarıda yemek yeme ve bütün ziyafetlerden kaçmağa çalış. Lâkin
olağanüstü bir sebep seni zorlarsa, ayaktakımı gibi hareket etmemek için, bütün
dikkatini kendi özerinde topla. Bil ki, davetlilerden biri temiz ve namuslu denilse
onun yanında oturan ve onun gibi hareket eden, özünde ne kadar temizlik olursa
olsun gene kirlenir.
Bedene lâzım olan şeyleri meselâ
yeme içmeyi, elbiseyi, «evi, hizmetçileri v. s. ruhun ihtiyaçları ne kadar ve
nasıl gerektiriyorsa o kadar iste.
Şu iki görüş «Şimdi gündüzdür, yahut şimdi gecedir.» ayrı oldukları ve iki
cüz halinde bulundukları vakit doğrudurlar, ikisi karıştırıldığı veya iki cüz
birleştirildiği vakit de yanlıştırlar. Tıpkı bunun gibi, ziyafetlerde
başkalarını düşünmeden her şeyin bize ait olmasını istemek kadar akılsızca bir
şey olamaz. Bir yemeğe davet edildiğinde, seni çağıranın meziyetlerini ve ona
borçlu olduğun saygıyı düşündüğün kadar, önüne Konacak ve iştihanı açacak
yemeklerin lezzetini düşünme.
Her şeyin iki kulpu vardır: biri onu taşımağa elverişli olan kulp, öteki
taşmağa elverişli olmayan kulptur. Şu halde kardeşin sana bir kötülük ederse,
onu sana kötülük yaptığı yandan alma. Bu onu götürüp gitmeğe elverişli olmayan
kulptur. Fakat öbür yandan yani senin kardeşin olduğu taraftan al. Bu suretle
onu sana, tahammül edilebilir gösteren sağlam taraftan tutmuş olacaksın.
Şöyle düşünmek doğru muhakeme etmek
değildir: «Ben sizden zenginim, demek ki sizden iyiyim. Ben sizden daha güzel
konuşuyorum. Sizden daha kıymetliyim.» Doğru muhakeme etmek için şöyle
düşünmelidir: «Ben sizden zenginim, yani servetim sizinkinden çoktur. Ben
sizden daha güzel konuşuyorum. O halde benim sözlerim sizinkilerden daha
değerlidir.» Çünkü sen ne söz ne de servetsin.
* Biz birbirinden çok farklı iki tabiattan kuruluyuz:
Hayvanlarla ortaklaşa sahip olduğumuz bir beden ve Allah ile ortaklaşa sahip
olduğumuz bir ruh. Bazıları deyim yerinde ise, kötü ve geçici olan birinci
akrabalığa düşkündürler. Bazıları da sonuncusuna; bu güzel ve ilâhi akrabalığa
sokulurlar. Bu yüzden bir takım insanların düşünceleri asildir, sayısı çok
olan öbürlerinin de düşünceleri sadece âdidir. Bana gelince ben neyim?
Zavallı, küçücük bir adam; bedenimi meydana getiren bu pazılar ise hakikatta
son derece cılız ve sefildirler.
Fakat sende bu
kemiklerden, etlerden çok daha asıl şeyler vardır. O halde niçin o kadar
yüksek olan bu prensipten uzaklaşarak pazılara ve kemiklere bağlanıyorsun? İşte
aşağı yukarı bütün insanların ayaklarının kaydığı yer. Ve yine işte bunun için
onların arasında bu kadar canavar, kurt, aslan, kaplan ve domuz vardır. Kendine
dikkat et ve bu canavarların sayısını kabartmamağa çalış.*
*Kötü huylara, kötü ihtiraslara düşkün kimselerin ruhu asla doymaz. Daima
kararsız, sebatsız akımlarına uyarak sürüklenip durur. Bunlar dost olamazlar.
Şu iki adamın dost olup olmadıklarını bilmek ister misin? Kardeş midirler,
birlikte mi yetişmişlerdir, aynı hocalarda mı okumuşturlar, bunları sorma,
sadece (iyilik ve kötülük) dediklerinin ne olduğunu öğrenmeğe çalış. Eğer
iyilik dedikleri elimizde olmayan bir şey ise, onların dost olduklarını
söylemekten çekin. Vefalı, hakikatli ve hür olmadıkları gibi dost da
değillerdir. Fakat iyilik dedikleri şey irademiz altında olan ve sağduyulara
bağlı bir şey ise, onların baba, oğul, kardeş olup olmadıklarını, uzun
zamandan beri tanışıp tanışmadıklarını düşünme ve dost olduklarını söylemekten
çekinme. Dostluk; saffetin, vefanın ve bütün güzel, temiz olan şeylerde
kaynaşmanın bulunduğu yerden başka bir yerde olabilir mi?
Amphiaraos uzun zaman karısı Eriphyle ile yaşamıştı. Bir sürü çocukları
olmuştu. Bu kadar mutlu bir aile hiçbir yerde görülmemişti. Bu kadına bahalı
bir gerdanlık sunuldu. Ne kadın, ne ana kaldı.
Güzellik ile çirkinlik arasında hiçbir fark olmadığını iddia etmek nankör
ve toy olmaktır.
Nasıl?
Thersites, Akhillcus kadar hoş ve çekici olabilir mi? Şu çirkin kadın
Helene'yi görmek kadar zevk verebilir mi? Bu inanç bayağıdır ve küfürdür. Bu,
eşyanın mahiyetini bilmeyen ve aradaki farkı duyarlarsa sürüklenip
mahvolacaklarını sanan kimselerin düşüncesidir. Güzelliği inkâr ederek
ondan kurtulmak mümkün değildir. Onu bilmek ve ona dayanmak gerektir.*
*Alışkanlıklara zıt alışkanlıklarla hâkim olunur.
Şehvete mi düşkünsün, ona mahrum olmak ıstırabıyla hâkim ol. Tembel misin?
Çalışmağa sarıl. Şaraba mı düşkünsün, sade su iç. Bütün kötü alışkanlıklara
karşı böyle davran; boşuna uğraşmadığını göreceksin. Yalnız iyice kendine
güvenmeden kötü alışkanlıklarla üstünkörü de olsa savaşma. Çünkü savaş için henüz
iki kuvvet denk değildir. Seni yenmiş olan yine yenebilir.
Yalnızlıktan şikâyet ediyorsun. Yalnız olmak ne
demektir. Acaba insanlarla düşüp kalkmaktan uzak olmak mıdır yahut her türlü
yardımdan mahrum kalmak mıdır? İyi ama düşün ki Romanın ortasında, aile içinde,
dostlar, komşular ve bir sürü esir arasında da insan ekseriya yalnız olduğu
zamankinden daha az yalnız sayılamaz. Yalnızlığı ortadan kaldıran her hangi
bir insanla buluşmak değildir. Belki faziletli, vefalı, yardımsever bir insanla
görüşmektir. Yalnızsan düşün ki Allah da yalnızdır ve kendisinden memnundur,
her şeyi de kendisinde bulur. Ona benzemeğe çalış. Bu, senin elindedir. Kendi
kendinle sohbet et, kendine söyleyeceğin ve soracağın o kadar çok şey var ki!
Başkalarına ne ihtiyacın olabilir? Her türlü yardımdan mahrumsun. Ne baban, ne
kardeşin, ne çocukların, ne dostların var. Hepsini kaybettin. Lâkin sana
bakmakta kusur etmeyecek ve sana mutlaka lâzım olan her yardımı yapacak ölmez
bir Rabbın yok mu? *
*Sağlık bir iyilik, hastalık bir kötülüktür.
Yanlış düşünce.
Sıhhati yerinde kullanmak bir iyilik kullanmamak bir kötülüktür. Hastalığı
akıllıca idare etmek bir iyilik, idare etmemek bir kötülüktür. İyiliği her
şeyden, ölümden bile sızdırmak kabildir. Kreon'un oğlu Menoikeus vatanı için öldüğü
vakit bundan büyük bir iyilik görmedi mi? Böylece dindarlığını, yüksekliğini,
sadakatini ve cesaretini ispat etmiş oldu. Eğer hayata bağlı olsaydı bütün
bunları kaybedecek ve bunların zıddı olan suçları işlemiş olacaktı: nankörlük,
dinsizlik, korkaklık, sadakatsizlik, cesaretsizlik. O halde çamurdan Tanrıdan
korkunuz ve hür olmak için gerçeğe gözlerinizi açınız.*
*Mutluluk ile istek birlikte olamazlar.İhtiyarlamak istiyorsun ve
sevdiklerinden hiçbirinin öldüğünü görmek istemiyorsun. Bu; bütün dostlarının
ölmez cumasını ummak ve yalnız senin için Allah’ın kanunlarını ve dünyanın
düzenini değiştirmesini istemektir. Bu, doğru mudur ve sen haklı mısın?
Roma’dan haber alıyorsun, birden üzüntüye ve mateme düşüyorsun. Senden iki
yüz fersah mesafede olup bitenin seni kırmasına imkân var mıdır? Yalvarırım,
bana söyle, senin bulunmadığın yerden sana ne zarar gelebilir?
Nasıl bir hayat sürüyorsun? İyice uyuduktan sonra, ne vakit istersen o
vakit kalkıyorsun, esniyorsun, oyalanıyorsun, yüzünü yıkıyorsun, ondan sonra
vaktini öldürmek için ya eline kötü bir kitap alıyorsun veyahut etrafında ilgi
uyandırmak için saçma bir şeyler kaleme alıyorsun. Sonra çıkıyor; misafirliğe
gidiyor, geziyor, dolaşıyorsun. Eve dönüyorsun, banyoya giriyorsun, yemek
yiyorsun, yatıyorsun. Sürdüğün bu karanlık hayatın sırlarını sana açacak
değilim, onları keşfetmek çok kolay. Bir Epikuros'cunun yahut bir hovardanın
yapabileceği bu hareketlerle birlikte Zenon gibi Sokrates gibi konuşuyorsun.
Dostum; ya huylarını değiştir yahut konuştuğun dili. Sahte olarak Roma
hemşerisi adını kullanan ağır ceza görür. Filozofluğun büyük unvanını lâyık
olmadan kullanan ceza görmeden kullanabilir mi? Bu, olamaz. Çünkü cezaların
cinayetlerle denk olmasını isteyen Allah’ın sarsılmaz kanununa uygun düşmez.*
[1] (trc. Burhan
Toprak), İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul–1962
[2] Cynic: i.
alaycı tip, toplumsal değerleri küçümseyen kimse, kinik, hayatın güzelliklerine
karşı çıkan felsefeci, kötümser, (köpekleşme tarzı)
[3] -Epicteto’s
Life, His Works and Philosophical İdeas-
Dr. Enver DEMİRPOLAT (Fırat Ü.
İlahiyat Fakültesi-İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı)
[4] Epiktetos-
Düşünceler ve Sohbetler, İstanbul-1962
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar