“GEN SAVAŞLARI” İLE “CESUR YENİ DÜNYA” YA DÖNÜŞ
Cesur Yeni Dünya’ya hoş geldin Dolly!
Geçen yılın gündemine yerleşiveren kuzucuk bir dizi etik tartışmayı da beraberinde
getirdi. Son on yılın en önemli gelişmesi olarak selamlanan bu ‘laboratuvar
imali’ kuzu, Kopernik ve Galile ile birlikte bilim tarihindeki yerini aldı.
Gerçi bu deneyin bilim tarihinde bu kadar mümtaz bir konuma yerleştirilmesine
itiraz edenler de vardı ve genetik kanunlarını bulan Mendel ve DNA’yı keşfeden
Watson ve Crick’e haksızlık edildiği söylendi. Ama kuzucuk yine de önemli bir
‘icat’tı ve kamuoyunda yankı uyandırdı. Yetişkin bir canlıdan insan eliyle
türetilen ilk kopya olan Dolly, laboratuvarlarda bir dizi teknik işlemle
gerçekleştirildi. Bir koyunun genetik materyali, içindeki genetik bilgi
silinmiş bir yumurta hücresiyle birleştirildi, elektrik akımıyla rahim
duvarına tutunacak bir embriyo haline getirildi ve bir kiralık annenin
rahminde büyütüldü. Burada tüyleri ürperten nokta bu işlemin binyıllardır
canlıların üremesini sağlayan biçimlerde değil de, eşeysiz olarak, insan
marifetiyle gerçekleşiyor olmasıdır. Kimileri ‘zaten bütün koyunlar birbirine
benzemiyor muydu’ diye dalga geçse de, Dolly üretme tekniğinin insanlara
uygulanma ihtimali, bir karabasan gibi önümüzde duruyor. Bütün bu olup bitenler
haklı olarak insanlara Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünyaadlı romanını çağrıştırıyor.
İnsanların kuluçka merkezlerinde üretildiği bir dünyanın resmini çizen
Huxley’in öngörüleri, gerçekleşecek mi dersiniz?
Biyolog George Williams eşeysiz üremenin piyango biletinizi fotokopi
ettirmekle aynı şey olduğunu söylüyor, kazanan numaraya da sahip olsanız, o
numara her seferinde aynı olmadığı sürece bu yöntem işe yaramaz. Bu yöntemle
değil insan, bir kurbağa bile üretmek şu an için mümkün gözükmüyor ancak
varsayalım ki bu mümkün oldu, bu insanın daha çabuk yaşlanacağı, yaşlılık
hastalıklarından yaygın biçimde ölebileceği, cinsel açıdan kısır olabileceği
sanılıyor. Öte yanda bu deney insanlara uygulandığında pek çok hücre telef
olacaktır, bir insanın kopyası yapılmaya çalışılırken ortaya ‘laboratuvar
garibesi’ mahlûklar çıkarsa bunun hesabını kim verebilecektir?
Sağduyu sahibi kimi bilim adamları tek bir olgudan büyük genellemelere
ulaşmanın yanıltıcı olabileceğini söylüyorlar. Araştırmacılar varolan
yumurtanın bütün orijinal genetik materyalini silememiş olabilirler ve yeni
çekirdeği yerleştirme işlemi bir ‘yalancı pozitiften ibaret olabilir. Üstelik
Dolly, DNA’sını henüz olgunlaşmamış bir kök hücreden de almış olabilir. Yöntemin
insanlara uygulanmasını önerenler bunun organ nakli hususunda büyük avantajlar
söyleyeceğini iddia ediyorlar. Beyin ölümüne uğramış insanların kopyeleri
çıkarılarak organ naklinde kullanılabileceği söyleniyor. Bu kuşkusuz
‘insan olma’nın ne anlama geldiğine dair yeni bir tanımlama yapılmasını
gerektirecek.
Bir kişinin ‘fotokopisi’ insandan sayılmayacak mı?
Onun hak ve hukuku olmayacak mı?
Bilgi, tek başına bir hedef olarak, manevi ve etik değerleri önceleyecek ve
suiistimallere açık araştırmalara salt ‘bilgi adına’ izin mi verilecek?
Bu gibi sorular Dolly’nin hukuk alanında da fırtınalar estireceğini gösteriyor.
Bir Einstein ki onun orijinalinin dehasını göstermesi gerekmiyor, hayat
hikayelerimiz biyolojilerimizden daha önemli, yine de bu önümüze pek çok
sorular koyuyor:
Bir klon kendisini nasıl algılayacak?
Hür iradesi olan, sorumlu bir birey olarak mı, yoksa ipleri başkalarının
eline verilmiş bir robot olarak mı?
Genetik, insanı yeniden tanımlamak istiyor: O sorumlu bir varlık değil,
genler havuzundan rasgele bir seçmeyle oluşmuş ve doğuşta temel özellikleri
programlanmış bir yaratıktır. İnsanı biyolojinin zindanına mahkûm eden bu
anlayış, insanlığın kadim birikimine ve dine bir meydan okumadır. Genetik
çalışmalarının yakın zamanlarda ulaştığı sonuçlardan birisi ‘geleceğin
savaşları genler üzerinden mi yapılacak? ’ sorusunu giderek daha anlamlı
kılan bir gelişmeyi göstermektedir. Geçtiğimiz aylarda Japonya’dan bir bilim
adamları grubu bir fareye insanın kromozomlarını yani binlerce geni nakletmeyi
başardılar. The lndependent gazetesinin verdiği habere göre hâlihazırda
Amerikan Biocyte firması ile Avrupalı bazı firmalar arasında bir hukuk savaşı
sürüyor. Biocyte Avrupa Birliği sınırları içinde doğan bebeklerin göbek kordonundaki
alyuvarları kullanma hakkını elinde tutuyor. Avrupalı doktor ve kan uzmanları
ise Avrupa Patent Bürosu’nun geçtiğimiz yıl verdiği bu hakka şiddetle karşı
çıkıyorlar.
Japonya’daki nakil olayında bilim
adamları insanın bağışıklık sistemi için antikor üreten bir dizi geni fareye
yerleştirdiler. Daha önceki çalışmalarda ‘transjenik’ organizmalar
üretilmişti: yani birkaç geni özgün organizmadan diğerlerini nakledilenden alan
organizmalar. Japon çalışmasıyla ilk kez bir hayvana insanın tüm kromozomu
nakledilmiş oluyor. İleride her türlü hastalığa karşı bu tür hayvanların
antikor üretiminde kullanılması düşünülüyor. Elbette bu da gen pazarını
mültimilyar dolarlık bir işkolu haline dönüştürüyor. Sözgelimi inekler insan
antikoru üretmeye başlarlarsa inek sütü anne sütünün yerini alabilir.
İşte dananın kuyruğu burada kopuyor:
Bir buluş yapan grup bunun patentini alarak insan sağlığını bir ticaret
metaına dönüştürdüğünde tartışma başlıyor. Mesela Biocyte firması göbek kordonu
hücrelerinin biricikliğini keşfeden ilk firma oldu: Bu hücreler ‘Kök
hücresi’ işlevi görüyor ve şırınga edildikleri hastalıklı dokuda taze
alyuvarlar üretebiliyorlardı. Kanserler ve kalıtsal kan bozukluklarında kemik
iliği naklinin yerini almaya başlayan bu yöntemden bugüne kadar 5000 kişi
yararlandı. Büyük firmalar biyoteknolojiye büyük yatırım yapıyorlar ve bunun
kendilerine geri dönmesini istiyorlar. Ama bu iş çoğu zaman bir kumara da
benzeyebiliyor:
Sözgelimi Dupont firması kanser geliştirmeye
genetik yatkınlığı olan bir fare üretmek için 10 milyon dolar harcadı ve bu
ürününü satamadığı için harcadıklarıyla kaldı. Anlaşılan o ki geleceğin
sektörü biyoloji pazarında. Bu kıran kırana rekabetin, yoksul insanların bazı
tedavilerden mahrum kalacakları bir vahşi kapitalizme dönüşmesi tehlikesi
mevcuttur. Düşünsenize, artık güç sahipleri gelişmiş silahlara değil ileri gen
teknolojilerine sahip olmakla övünebileceklerdir. Gen manipülasyonlarıyla
insan katliamı da mümkün olabilecektir. Dolly kuzu ile zirve noktasına
varan bilim prometeciliği, dur durak tanımadan, insan hayatının kudsiyetini ve
biricikliğini ayaklar altına alarak yolculuğuna devam ediyor.
Canlılar dünyasına
ilişkin deneylere ciddi ahlâki ilkeler getiren bir bioetik devrime ihtiyacımız
var.
İnsan, kendi soyunu
bir talan yerine çevirmeden önce, sorumluluk sahibi insanlar bu devrimin
fitilini ateşlemelidirler.
Türkiye iç siyasetin sıkıcı atmosferinde nefes almaya uğraşadursun dünya
genetik ve biyoteknolojideki gelişmelerle çalkalanıyor. Bu alanlardaki
bilimsel tecessüs safiyane bir heves de değil, şifresi çözülen gen
parçacıklarının patentlerinin alınmasıyla dev bir pazar yürürlüğe girmiş
oluyor. Artık kistik fibroz hastalığı için mahallenin gen bakkalından
iki kutu DNA isteyebileceğiz.
[Kistik Fibrozis kalıtsal (ailevi geçiş gösteren) bir hastalıktır. Doğumdan itibaren birden
çok organımızı etkileyerek bu organlarda fonksiyon (işlev) bozukluklarına yol
açar. Kistik fibroziste esas olarak etkilenen organlarımız dış salgı bezlerinin
bulunduğu organlarımızdır. Akciğer, pankreas, barsak, ter bezleri dış salgı
bezlerinin en çok yer aldığı organlardır. Normalde dış salgı bezlerinin ince ve
akışkan salgısı vardır. Bu salgılar ile akciğerlerin temiz ve sağlam kalması
sağlanır; toz ve yabancı cisimler, mikroplar bu akıcı salgı ile atılabilirler.
Kistik fibrozisli hastalarda ise bu salgıların kıvamı artmış olup, akcı
özelliğini kaybederler.]
İşin daha vahim tarafı, bir hastalığın genetik kodunu önce hangi
laboratuvar çözerse patente de o sahip olacağından koydukları ücreti tartışma
şansımız olmayacak. Economist dergisinden öğrendiğimize göre biyoteknoloji
firmaları henüz bu sektörden umduklarını bulamamışlar ama gelecek onyıllarda
harcamalarının karşılığını alacaklarına inanıyor olmalılar ki keşif
faaliyetleri tam gaz sürüyor. Bugünlerde gen projesi ABD ile Avrupa arasındaki
soğuk savaşın gizli bir yüzünü oluşturuyor.ABD ulusal sağlık kurumu insan
kromozomlarındaki DNA şifrelerinin çözümü işlemine yılda 180 milyon dolar harcıyor,
aynı işlem Avrupa’da da hükümetlerin ve çeşitli vakıfların desteğiyle benzer
meblağlar harcanarak sürdürülüyor. Bir çekişme de ‘hayatın patenti’konusunda yaşanıyor.
Fransa kimi hastalıkların çözülen genetik şifrelerinin kamu malı sayılması ve
bunun üzerinden ticaret yapılmamasını savunurken, ABD eksenli çalışmacılar bu
bilgileri sızdırmamak için çaba harcıyorlar. Ne olursa olsun dünya üzerinde
genetik araştırmaların faturası 3 milyar doları bulmuş durumda ve bu ancak uzay
yolculuklarına harcanan parayla kıyaslanabilir. İnsanın genetik şifresinin büsbütün
çözülmesi yolundaki bu gayretkeşlik felsefe ve bilim çevrelerinde şüpheyle
karşılanıyor: İlkin genetiğe yapılan bu vurgu insanların aklına Nazi bilimini
ve âri ırk projelerini getiriyor ister istemez. Kusurlu genlerin yerine ıslah
edilmiş olanları koyarak bir genetik temizliğe doğru mu gidiyoruz? Burada
biraz durup genetik tarama testlerinden bahsedebiliriz.
Huntington hastalığı
insanlarda erken bunamaya yol açan bir durum ve anne yada babadan tevarüs
edilebilecek bir genle ortaya çıkabiliyor. Ebeveynlerinden birisi bu hastalığa
yakalanmış birisi, yakın zamana kadar, yüzde ellilik hastalık ihtimali taşıyordu.Geliştirilen yeni bir
test kişide sözkonusu kusurlu genin olup olmadığını söyleyebiliyor. Fenilketonuri de kusurlu bir gen
vasıtasıyla geçen ve zihinsel özür bırakabilen bir hastalık. Bu hastalık da
testlerle tanınabiliyor ve andığımız ilk hastalığın aksine, durdurulabiliyor. Çocuğun gıdalarından
bir aminoasiti kaldırmak yeterli oluyor.Ancak testler burada durmuyorlar. Yalnızca
doğmamış çocuk için değil anne-baba adayları için de yürürlüğe giriyorlar. Mesela
anne ve baba adayının kistik fibroz geni taşıyıp taşımadıkları kontrol
edilebiliyor ve her ikisinin de bulgu vermeyen(sessiz) taşıyıcı olması
durumunda, çocukta aynı hastalığın dörtte bir ihtimalle ortaya çıkabileceği
öğreniliyor:
Ya sonra?
Ayrılırken ‘ biz seninle aynı genlerin
ve bu yüzden ayrı dünyaların insanıyız’ demenin zamanıdır. Siyahlarda sık
görülen bir kansızlık durumu, orak hücreli anemi, sıtmaya karşı bağışıklık
sağlar. Afrika’da bu takdir edersiniz ki çok önemli ancak 1970’lerde
iyiliksever Amerikan yönetimi ‘zenci’leri bu hastalıktan korumak için bir
tarama başlatmış. Sonuçta olanlar genlerinde bu hastalığı taşıyan ama aslında
hasta olmayan kişilere olmuş. Bu insanlar hasta olmadıkları halde
‘iyilikseverler’ tarafından ayrıma tabi tutulmuş ve hasta muamelesi görmüşler.
Bu türden tarama testleri hastalık ile sağlık arasındaki sınırları
muğlaklaştırmakta ve insanı bir köşede sessiz sedasız bekleyen genleri
yüzünden mahkum etmektedir. Aslında genetik elçabukluğu farklı olgularda farklı
kimliklerle karşımıza çıkıyor: Andığım örnekte zavallı aşağılık ırkı ıslah
etmek için ve yakın zamanlarda, homoseksüalitede genlerin oynadığı rolden
bahsederken ahlâki bir konuyu tıbbın hükümranlık alanına çekmek için.
Genetik araştırmaların en ilginç ve o
ölçüde korkutucu olanı ise klonlama tekniğinin keşfi. Temmuz 93’te ABD’den
Hail ve Stillman laboratuvar ortamında döllenmiş bir hücrenin çoğalmasından
türeyen ve biastomer adı verilen iki hücreyi ayırmayı başardılar. Daha sonra
bu hücreleri yapay zarlar içinde birbirinden ayırabildiler ve 32 kez daha
bölünmelerini sağladılar. Bu yeni bir embriyonun rahimde yerleşip büyümesi için
gerekli asgari özelleşmiş hücre sayısı demekti. Yani laboratuvar koşullarında
bir insan rüşeymi oluşturulmuş oluyordu. Bir an için bu deneyin dışarıdaki
dünyada da çoğaltılabilir olduğunu düşünelim. Gardırobumuzda organlarımızdan
bir koleksiyona da yer verebil liriz artık, eskiyen organların yerine
yenilerini koyabilir veya daha geniş imkânları haiz bir gen bankasından
önümüzdeki bir kaç ay için bir sanat geni rica edebiliriz. Dilerseniz kendi
kopyanızdan beş on tane de edinebilirsiniz. Tıpkı bir bilimkurgu romanı
gibi. Ama görünen o ki geleceğin bilimkurguları da uzay maceralarını değil
gen savaşlarını anlatacak.
Biyolojinin krallığı hayatlarımıza beşikten mezara kadar el koymuş durumda.
Gelişen gen teknolojisi, sınırları daha bir silikleştiriyor ve müdahale
sürecini beşiğin de öncesine, ana rahmine taşıyor. Modern bilimin ‘tabiat
üzerinde tahakküm’ fikri, biyoloji ve gen mühendisliğinde, doğrudan hayatın
binlerce yıllık akışına bir müdahele şeklinde karşımıza çıkıyor. Doğanın
nesnel olduğunu söyleyen ve gerçek bilginin yegâne kaynağı olarak mantıkla
tecrübenin evliliğini gösteren basit fikir, yeni biyolojiye geniş bir iktidar
sahası açarken ruhu krize itiyor. Bu ikonoklazm bugüne kadar şüphesiz kabul
ettiğimiz şeylerin gerçekliğine dair zihinlerimizde sorular uyandırmakla kalmıyor,
kendimizi ve dünyayı bilme biçimimizi de kökten dönüştürmek istiyor.
Sözgelimi insanların bir anne ve bir babadan geldiklerini hepimiz bilir ve
kabul ederiz. Yeni biyoloji, üre(t)me mekanını laboratuvarlara taşıyarak bir
anne ve babayı yalnızca sperm ve yumurta vericisi olarak görmemizi
sağlamaktadır. Bir çocuk gerekli materyal olduğu sürece, suni ortamlarda ve cinsel edim
gerçekleşmeksizin de doğabilir. Hatta klonlama tekniği ileride elverirse bir
anne babaya ‘malzemeci’ olarak duyulan ihtiyaç da ortadan kalkacak ve
fotokopiye hayli benzeş bir yöntemle, bir insanın genetik malzemesinden sonsuz
sayıda yeni nüsha üretilebilecektir.
Bütün bunlar, biyolojiyle politika ve ticaretin içiçe geçtiği bir zeminde
olup bitmektedir. Gen haritalarının keşfedilen bölgeleri için patentler
alınmakta ve çokuluslu ilaç şirketleri gen teknolojisine büyük yatırımlar
yapmaktadır. Genetik ıslah projeleri de tam bu sırada devreye girmekte ve biyolojinin
“krallığından yararlanarak insan ırkını ‘tashih etmek’ istemektedir.
Genetik rahatsızlıklar anne karnında tesbit edilmeli ve sakat çocukların
doğumu önlenmelidir. Sözgelimi bazı çevreler yaygın bir genetik hastalık olan
kistik fibrozun tüm gebelikleri tarayarak ve hastalıktan etkilenmese bile onun
tek bir genini bile taşıyan rüşeymleri alarak, gelecek kırk yıl içinde tamamen
ortadan kaldırılabileceğini söylemişlerdir. Bu filmi daha önce nerede
görmüştük?
19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ÖJENİ AKIMI mükemmel nesiller yetiştirmeyi arzuluyordu. Olumlu ojeni toplumun üstün
kesimlerini daha çok çocuk sahibi olmaya zorlarken, olumsuz öjeni ‘aşağı’
tabakadaki insanların evlenmesini önlemek ya da onları kısırlaştırmak gibi bir
amaç güdüyordu. Aşağı tabakayı ise özürlüler, akıl hastaları veya
çingeneler, siyahlar, Yahudiler gibi belirli ırklar oluşturuyordu. Öjeni
fikri asıl yurdunu Almanya’da buldu ve 20. yüzyıl başlarında adına
bilimsel enstitüler kuruldu, ojenik fikirler ders kitaplarında yer aldı ve
nihayet ‘doğuştan hasta nesilleri önleme yasası’ çıkarıldı. Bu yasa
‘doğuştan akıl hastalan ve saralılar, şizofrenler, manik-depresif psikozlular
ve ağır alkolikler’i kısırlaştırmayı hedefliyordu. Öjenist idealler Nazi
Almanya’sında ‘ari ırk’ projesiyle birlikte zirveye ulaştı ve ‘aşağı
tabaka’nın soykırımıyla nihayet buldu.
20. yüzyılın son çeyreğinde genetik bilimindeki sıçramayla birlikte
‘sağlık adına’ yeni öjenik eğilimler de ortaya çıkmakta gecikmedi.Genetik taramayla
bazı hastalıkların anne karnında tesbit edilebilmesi, bu hastalığı taşıyan
çocukların alınması yolunda bir tıbbi müdaheleye yol açtı. Hatta nesillerin
bu hastalıklardan kurtulması için, hastalığın genlerini taşıyan ancak hasta
olmayan bebeklerin de alınması gerektiğini söyleyen çevreler oldu.
Öjenik eğilimler bir yana, sakat çocukların doğumuna izin verilmemesi
önemli bir ahlaki soruyu çıkarıyor karşımıza: herkesin, her ceninin eşit bir
biçimde doğmaya hakkı yok mudur?
Daha zayıf insanları hayat hakkından mahrum bırakarak ortalama insan ömrünü
uzatmak mı istiyoruz?
Yalnız ‘mükemmel’ bebeklerin yaşamasına mı izin verilecektir?
Ve en önemlisi acaba ıslah projeleri peşinde koşanlar yanlış genleri mi
izliyorlar?
Vietnam savaşını çıkaranlar herhalde Down sendromlu kişiler değildi.
Yeryüzü kaynaklarını tüketen ve onu kirleten kişiler de herhalde zekâ özürlü
insanların bulunduğu bir kurumdan çıkmamışlardı. Dünya genetik kusurlardan
değil ahlaki ve manevi kusurlardan muzdariptir.
Biyomedikal teknolojilerin ye belki de tabiatı ele geçirip ona tahakküm
etme yolundaki projenin örtük amacı, bir anlamda yeryüzüne düşüşü tersine
çevirmektir, başka bir deyişle cennete geri dönmektir. Ancak geri dönülen
cennette harika bahçeler asfaltların altında kaybolmuş olacaktır ve dahası,
yeni ‘‘cennet’in sakinlerinin bir öncesi, bir anne babası olmayacaktır, tıpkı
Hz. Âdem gibi masumdurlar ancak aynı zamanda ‘Cennet’in işlemesini sağlayan
teknolojik büyücülerdir onlar. Diğer teknolojiler insanın kullandığı alet
edevatı değiştirirlerken biyomedikal teknoloji kullanıcının kendisini, insanı
değiştirmek arzusundadır.
Otomobil, televizyon, çamaşır makinası insanların yaşadığı koşulları
değiştirmişlerdir ancak insanın biyolojik varlığı aynı kalmıştır. İnsanlar bu
teknolojileri kabul veya red edebilir, onların arasında bir seçim yapabilirler.
Biyomedikal teknoloji ise seçim yapma yeteneğinin kendisini değiştirme imkânı
sunmaktadır. Bu teknolojiler insana kendini yeniden yaratma yanılsamasını
vermektedirler.
Babil’in meşhur kulesi gibi, genetik mühendisliği de cennete tırmanmak,
Tanrı’yla boy ölçüşmek sevdasındadır.
Bilim ve teknolojinin nasıl kullanılacağına dair sorular yalnızca teknik
sorular değildir, onlar belki daha çok, ahlaki ve politik sorulardır.
Biyomedikal teknolojinin kullanılıp kullanılmamasına dair şahsi veya ortak
kararlar kaçınılmaz olarak iyi ve kötü yargılarımızdan, bilinen anlamıyla ‘değerlerimizden
beslenir. Biyomedikal bilim bize iyinin ve kötünün standartlarını sağlayamaz,
onun yaptığı önü açılmış bir yolda ilerlemekten ibarettir. Yolun açık olması
giiç ve iktidar arzusuyla yakından alakalıdır, nitekim insanın gen haritaları
üzerinde at koşturan güçler bizi her ne kadar ‘insanlık adına’
çalıştıklarına ikna etseler de, yolun sonunda, harcadıkları milyon dolarların
iktidar ve para olarak onlara geri döneceğini hesaplamaktadırlar. Öte yanda az
bulunur kaynakların nasıl dağıtılacağı sorusu vardır.
Eğer talep arzı aşarsa hangi insanlar bir-böbrek nakli veya suni kalpten
yararlanacaktır?
Gen tedavisinin sunduğu imkanları kimler kullanabilecektir?
‘Erken Gelen Oturur’ ilkesini mi benimseyeceğiz yoksa kimi insanları bu hizmetlerden yararlanma
konusunda daha değerli mi sayacağız?
Bu sorulara verilecek ahlaki cevaplarımız yoksa, elimizdeki teknolojiler
zenginler ve fakirler arasında zaten var olan uçurumu büyütmekten başka işe
yaramaz ve ‘bazı insanların diğerlerinden daha eşit olduğu’ yolundaki totaliter
soya kapı aralanmış olur. Biyoloji ve tıp teknolojisiyle ilgili çalışmalara
ayrılan kaynaklar eğer yoksulluğu, sefaleti, kirlenmeyi, ayrımcılığı ve kötü
eğitimi ortadan kaldırmak için harcanan kaynaklardan fazlaysa ciddi bir politik
ahlaksızlıktan söz edebiliriz. Toplumsal dertler acil çözüm beklerken nadir
görülen genetik hastalıklar için para ve beyin gücünü seferber etmek en kibar
deyimle haksızlıktır. Öncelikler ihtiyaçlara göre belirlenmelidir. Aslında az
önceki soruyu yani ‘biyoteknolojinin sağlayacağı imkânları adil biçimde nasıl
dağıtabiliriz’ sorusunu başka bir soruya tercüme etmek cevaba ulaşmamızı
kolaylaştırabilir:
Bu imkanları nasıl dağıtacağımıza kim karar verecektir?
Soruyu biraz daha ileriye taşıyalım: klonlama tekniğinin insanlara uygulanabildiğini
varsayarsak hangi bireyi çoğaltılmaya değer üstün insan olarak sayacağımıza
kim karar verecektir?
İnsanların üremesine ve bu üremenin hangi yöntemle olması gerektiğine
karar verme yetkesi kimin elinde olacaktır?
Bu sorular bilimin hiç de öyle masum bir zeminde işlemediğini, aksine
bilimin işleyişine dair pek çok sorunun ancak politik alanın içinden
verilebilecek cevaplarla anlam kazanacağını gösteriyor sanırız.
Bebeklerin laboratuvarlarda yapılması ebeveynliğin bir tenzil-i rütbeye
uğratılması demektir. Programlı üremenin gayrı insani sonuçları sadece yeni bir
hayat ortaya koymakla sınırlı tutulamaz. İlkahın ve dolayısıyla hayatın
laboratuvarlara kayması evlilik ve ailenin dayandığı meşru temelleri
sarsmaktadır. Cinsellik için artık evliliğe ihtiyaç duyulmaz, çocuk büyütme
giderek devlete, okullara, kreşlere bırakılan bir etkinlik olur, insanlığın
kadim bir sığmağı olan aile çözülmeye terkedilir. Oysa aile insanların
giderek yalnızlığa itildiği bir dünyada, kişilerin şöyle ve- ya böyle
oldukları, şunu veya bunu yaptıkları için değil yalnızca kendileri oldukları
için sevildikleri neredeyse yegâne kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Aile
aynı zamanda bize geçmişe ilişkin bir devamlılık ve geleceğe ilişkin bir
taahhüt duygusu veren yerdir. Ailenin çözülmesi işte bu yüzden bizi geçmişten
ve gelecekten koparır, yaşamakta olduğumuz anda bizi ıssız ve yalnız bırakır.
İnsanı moleküllerin bir toplamı veya evrim sürecinde bir kaza olarak
değerlendiren yaklaşımlar evin mahremiyetini laboratuvarların aleniyetiyle
kolayca değişebilmektedirler. Ana rahminin karanlığı ile laboratuvarların
parlak ışıkları yer değiştirirken, insanın cinsel edimi çoğalma ve ailenin
sürdürülmesi anlamından sıyırılır ve genetikçi-doktor tanrılığa soyunur.
Bu insana bakışımızda köklü bir değişikliği beraberinde getirmektedir, artık
insan üzerine kadim uygarlıklardan bugüne süzülerek gelen bilgiler işe yaramaz.
Artık kökleriyle birlikte anılan, ebeveyn ve akrabalarıyla bağı olan bir insan
değildir sözkonusu olan ; Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya adlı romanında
anlattığı Bokanovskileştirilmiş bireyler yahut yumurtalardır.
[Bunun nedeni ise otomobillerin montaj hattında kitlesel olarak üretilmesi
gibi Cesur Yeni Dünya romanında da bireyler, Londra Merkez Kuluçka ve
Şartlandırma Merkezi’nde, Bokanovski Yöntemi ile in vitro (vücut dışı) döllenme
sistemiyle kuluçkalama makinelerinde klonlanmaktadırlar. Bu noktada Huxley iki
unsuru ortaya koymaktadır: O’na göre bilimsel-endüstriyel toplum en insani
olmayan eğilimleri içinde barındıran temel ideoloji ve pratiktir. Günümüze
kadar bu temelde en fazla yol kat etmiş olan ülkenin ise, Fordizm en sistematik
uyarlayıcısıolarak Amerika olduğunu açıkça belirtmektedir.]
Huxley’in Cesur Yeni Dünya adlı romanında tekdüzelik ve istikrara adanmış
bir toplumla karşılaşırız. Bu toplumu oluşturan bireyler anında memnun
edilerek idare edilirler, insan şeklindedirler ancak insanlıkları körelmiştir. Tüketir,
evlililik dışı ilişkide bulunur, makineleri idare eder ve ‘soma’ alırlar.
Okumazlar, yazmazlar, düşünmezler, sevmezler, hür iradeleri yoktur. Üretkenlik
ve merak, akıl ve tutku ancak köreltilmiş olarak içlerinde vardır. Bildiğimiz
anlamıyla insan değillerdir ancak bundan yakınmazlar da. Aslında onlar mutlu
kölelerdirler ve köle olduklarını görmezler, görseler de umursayacak
değillerdir.
İnsanlar toplumun ihtiyaçlarına göre beyin veya kol gücü olarak kuluçkalıklarda
üretilirler.
Huxley insanlık durumunu iyileştirmeye çalışan müşfik bir yaklaşımın
berisinde gizlediği despotizme dikkatimizi çekmektedir. Biyomedikal
teknolojinin ‘insanlık adına’, ‘sağlık adına’ giriştiği
hamiyetperverlik bir kez de Huxley’in olağanüstü sezgilerini dikkate alarak
okunabilir. Teknoloji bilimsel araştırmanın temel meşruiyetini aldığı yer
olarak karşımıza çıkmaktadır, amaç tek başına bilgi değil iktidardır. Üstelik iktidar
yegâne amaç da değildir, o aynı zamanda bilginin geçerlenmesidir. Ancak
yapabildiğimiz şeyleri biliriz demektir bu. Aydınlanma bilimi laboratuvarlarda
insan üretme konusunda hayli mesafe aldı ancak hayatın veya insanın ne olduğu
sorusuna verebileceği cevapları yitirdi. İnsan tabiatına ilişkin sınırların silinmesi
biyolojinin krallığını getirdi beraberinde, dahası bu krallığın elindeki
yetkeyi nasıl kullanacağına dair bir ölçü yok.
Her şey müdahaleye açıktır, hiçbir şey tabii değildir, ilke olarak hiçbir
şey daha iyi ve daha kötü sayılamaz.
işte yeni biyolojinin derin tehlikesi burada yatmaktadır: sahip olduğu
sınırsız güçte. Ne onu kullanırken başvurabileceğimiz ölçüler vardır ne de
gücüne bir sınır çekilebilmektedir. Biyomedikal teknolojiler topluma tıbbın
şefkatli kollarında girdiği için, bu tehlike gözden kaçırılmaktadır. Cesur
Yeni Dünya’da olduğu gibi.
Kaynak:
KEMAL
SAYAR, OLMAK CESARETİ, Denemeler, Değiniler, İz- 1997-İstanbul
*******************************************************************************************
Kitap: Cesur Yeni Dünya
Yazar: Aldous Huxley
Yazar: Aldous Huxley
‘‘ Mideni bozan birşey
mi yedin? dedi Bernard.
Vahşi başıyla doğruladı. “ Uygarlık yedim. “
Vahşi başıyla doğruladı. “ Uygarlık yedim. “
Aldous Huxley
(1894 – 1963)
* 26 Temmuz 1984 de
Surrey – İngiltere’de doğdu.
* Ailesinin gelir
seviyesi orta üst sınıftır.
* Annesi Julia Arnold
okul müdürüdür.
* Babası Leonard
Huxley yazar ve öğretmendir.
* Ailesi İngiltere’nin
bilim ve edebiyat camiasında tanınır.
* Dedesi Thomas Henry
ünlü bir zoologdur. Darwin’in fikirlerinin koyu savunucusu olduğu için lakabı “Darwin’s
Bulldog” dur.
* Anne tarafından
akrabası Matthew Arnold, tanınmış bir şair ve eleştirel deneme yazarıdır.
[-- Matthew Arnold
Fransa’da Grande Chartreuse manastırında kalırken yazdığı en ünlü şiirinden bir
mısra:
Stanzas (Şiir
kıtaları) from the Grande Chartreuse
Wandering (gezinmek)
between two worlds, one dead
The other powerless
(güçsüz) to be born,
With nowhere yet to
rest (dinlendirme) my head
Like these, on earth I
wait forlorn (umutsuzca).
-- Manastırdaki sakin,
sükunetli ve dindar hayat ile dış dünyadaki acımasız makineleşme çağın
tezatlığı. Manastırdaki sakinlik onun için ölen bir dünyayı temsil eder.]
* Huxley, ilk
eğitimini evde alır. Annesi öldükten sonra Eton’a (1903-1913) gider.
* 16 yaşında lepröz keratit
hastalığı geçirir ve bir kaç yıl neredeyse kör kalır. Tedavi ve özel gözlük ile
bir gözü olabildiğince iyileşir.
* Eğitimine Balliol
College, Oxford’da devam eder ve 1916 yılında İngilizce bölümünden mezun olur.
* Gözlerinden dolayı
aile geleneği olan bilim adamı olamaz. Her ne kadar 1. Dünya Savaşına katılmak
istediyse de reddedilir ve kendini yazmaya verir.
* Hayatı boyunca
İngilizce kullanımı alanında master yapar ve en ileri bilimsel buluşlardan
haberdar olur.
* Bilimsel anlayışı
yüzelsel olsa da zaman içinde bilimi, romanlarında başarı ile işler.
* İngiliz üst
tabakasını hicveden yazıları ile kendine isim yapar.
* Romanlarını yazmaya
başlamadan önce 4 ciltlik şiir kitabı çıkarır. (1916–1920)
In Uncertainty To A
Lady
I am not one of those
who sip (içmek),
Like a quotidian
(günlük) bock (alman birası),
Cheap (ucuz) idylls
(kırsal yaşamı tasvir eden şiir) from a languid (isteksiz) lip (ağızdan)
Prepared (hazır) to
yawn (esnemek) or mock (alay etmek).
I wait the indubitable
(kesin) word,
The great Unconscious
(şuursuz) Cue (fikir).
Has it been spoken
(söylendi de) and unheard (duyulmadı mı)?
Spoken, perhaps, by
you … ?
* 1919 da ilk karısı
Belçikalı mülteci Maria Nys ile evlenir ve bir oğulları olur (Matthew Huxley).
* 1920 de yakın
arkadaşı D.H. Lawrence ile İtalya ve Fransa’ya yolculuk yapar.
[D.H. Lawrence roman
yazarı, şair, eleştirmen , öykücü ve ressam. Gençlik yıllarının çoğu fakir
geçmiştir. D. H. Lawrence en önemli şiirinden:
How Beastly (Hayvanca)
The Bourgeois (Burjuva) Is
How beastly the bourgeois
is
Especially
(özelliklede) the male of the species (türü) –
Nicely groomed
(bakımlı), like a mushroom
Standing there so
sleek (düzgün) and erect (dimdik) and eyeable –
And like a fungus
(mantar), living on the remains of a bygone (geçmiş) life
Sucking his life out
of the dead leaves of greater life
Than his own.]
* Huxley’in ilk romanı
1921 basılır ve arka arkaya romanları yayımlanır:
1921 – Crome Yellow
1923 – Antic Hay
1925 – Those Barren
Leaves
1928 – Point Counter
Point
* Bu romanlar savaş sonrası
geçiş dönemindeki İngiltere toplumunu anlatır. Huxley, 1. Dünya Savaşı sonrası
dünyası ters yüz olan İngiliz üst tabakasının düş kırıklığı ve çöküşünü hiciv
eder.
* 1930′da Fransa’da
uzun ömürlü çalışması Cesur Yeni Dünya ortaya çıkar ve 1932 de kitabı basılır.
* 1930′larda Pasifizmi
savunur. Savaşları yalnızca bankacıların ve sanayicilerin kazandığına inanır.
Savaşın kökünün rekabet ve zafer olduğuna ve barışın ancak bu iki değeri
reddederek gerçekleşeceğine inanır.
* Huxley yakın
arkadaşı Gerald Heard’in düşüncelerinden epey etkileniyordu. Heard bireylerin
dünya barışı için meditasyon yapmaları ve ilk önce kendi içlerindeki mücadeleyi
çözmeleri gerektiğini savunuyordu.
[Gerald Heard bir
tarihçi, bilim adamı, eğitmen ve filozoftur. Birçok tanınmış Amerikalı için
kılavuzluk ve danışmanlık yapar. 1950 ve 1960'larda Alcoholics Anonymous'un
(A.A.) kurucusudur.]
* Etrafındaki
gelişmeler (Hitlerin güçlenmesi, İspanyadaki İç Savaş) pasifist ve nötr
davranması hemşerilerini kızdırır.
* 1937 de Avrupa
savaşa hazırlanırken Huxley, ailesi ve arkadaşı Gerald Heard ile konferans
vermek için Kaliforniya, USA’ya gider.
* Huxley, Neden
USA’ya Gider?
Çünkü Huxley bir
Pasifist (Barışsever) olarak Avrupa’daki silahlanma onu rahatsız eder ve savaş
ihtimalinden kendini uzaklaştırmak ister.
* USA’de şansını
senaryo yazarak kazanmak ister ve MGM stüdyosu Huxley soyadının değerini
bildikleri için hemen işe alır.
* 1940 tarihli Pride
& Prejudice romanının filme uyarlanmasını yapar. Huxley “Jane Austen
için insan yapabildiğinin en iyisini yapmalıdır’’ der.
* 1944′te Jane Eyre
filminin senaristliğini yapar. Başrolde Huxley’in hayranı olan Orson Welles
oynar. Gotik hikâye Huxley’in elinde Protestan İngiltere’sine soğuk ve sert bir
bakış açısıyla bakar.
* 1950 başlarında LSD
ve Mescaline, Hipnotizma ve Mistisizm’e merak salar.
* Huxley 1954 ‘te “The
Doors of Perception” kitabı ile Mescaline kullanırken deneyimlerini anlatan bir
araştırma yayınlar. Kaliforniya’lı hippilerin gurusu haline gelir.
* Jim Morrison bu
kitaptan çok etkilenir ve grubunun ismini
“THE DOORS” koyar.
[“The Doors of
Perception” kitabı William Blake'in şiiri “The Marriage of Heaven and Hell” den
gelir.
If the doors of
perception (algılama) were cleansed every thing would appear to man as it is,
infinite (sınırsız).
For man has closed
himself up, till he sees all things thro’ narrow chinks(yarık) of his cavern
(mağara).—
İnsanın aklının
sınırlarla çevrili olduğu ve sınırların veya kapıları kırarak aslında aklın her
şeyi veya herhangi bir şeyi aynı zamanda algılayabileceği. Algıdaki sınırları
kaldırarak gerçeği görmek.]
* 1955 yılında karısı
Maria ölür. 1956 yılında İtalyan asıllı kemanist ve terapist ikinci karısı
Laura ile evlenir.
* 1961 yılında evi ve
birçok eseri de yanar. 1962 yılında son kitabı Island basılır ve 22 Kasım 1962
yılında kanserden ölür.
CESUR YENİ DÜNYA
Modern Library’nin
yazı işleri kurulu (Modern Library: Random House’a bağlı bir yayınevidir ve
Random House: Dünyanın en büyük İngilizce dili kitap yayınevidir.) tarafından
20y.y. en iyi 100 İngilizce Romanları arasında 5 inci sırada yerini almıştır.
1. Ulysses – James
Joyce
2. The Great Gatsby –
F. Scott Fitzgerald
3. A Potrait of the
Artist as a Young Man – James Joyce
4. Lolita – Vladimir
Nabokov
5. Brave New World –
Aldous Huxley
6. The Sound on the
Fury – William Faulkner
7. Catch 22 – Joseph
Heller
8. Darkness at Noon –
Arthur Koestler
9. Sons and Lovers –
D.H. Lawrence
10. The Grapes of
Wrath – John Steinbeck
Kitabın Tarzı:
DYSTOPIA
ÜTOPYA – Hayali bir
ortamda insanlar için ideal bir yer yaratmak. Nefret, acı ve dünyadaki tüm
kötülüklerin ortandan kaldırılması.
ÜTOPYA NEREDEN
GELİYOR?
* Bu kelime ilk defa
1516 da Sir Thomas More’un romanı “Vtopiae Insvlae Figvra – Ütopya Adında Yeni
Bir Ada” da kullanılmıştır. Köken olarak Yunanca, anlamı ise “İyi Yer” veya “Hiçbir
Yer” dir.
* More’un amacı ideal
toplumu veya yeri yazmaktan ziyade yarattığı hayal ürünü adanın olağandışı
politik düşüncelerini dönemin düzensiz Avrupa politikalarını eleştirmek için
sosyal bir zemin oluşturmuştur.
* Bu tarz toplumları
anlatan yazılar Plato’nun “Republic” adlı eserine kadar uzanır.
[Republic; Socrates,
çeşitli Yunanlı ve yabancıların Şehir-Devlet üzerine diyaloglardır. Örneğin:
Adaletin anlamını konuşmak. Haklı birey daha mı mutludur haksız bireyden? Toplum
filozof krallar tarafından yönetilse nasıl olur?]
DYSTOPIA – Bazen
tanımlanan toplumlar en iyi toplumu tanımlar ama bazen ütopyalar mevcut toplumu
hicvetmek için yaratılır.
Kitabın İsmi : Cesur
Yeni Dünya ( Brave New World)
NİÇİN?
The Tempest (Fırtına)
O wonder (şaşırmak)!..
How many goodly
(güzel) creatures (mahluk) are there here!
How beauteous (güzel)
mankind (insanoğlu) is!
O brave new world !..
That has such people
in’t!..
(Miranda’nın konuşması
Act V, Scene I – William Shakespeare)
(Cesur Yeni Dünya –
sf. 187 – 188)
* Miranda’nın 3
yaşından beri dış dünya ile bir teması olmadığından karşısında birden fazla
erkek gördüğünde bu sözleri söyler.
* Vahşi John,
Lenina’yı ilk gördüğünde birebir bu dizeleri söyler.
* “THE TEMPEST
(Fırtına)” William Shakespeare:
Shakespeare (1564 –
1616), Elizabethan Döneminde yaşadı. Bu dönemde İngiltere sınırlarının dışına
çıkmış ve başka kültürleri kolonize etmeye başlamıştı.
İngiltere’nin gücü
farklı boyutları yükselmişti. Shakespeare bu oyununda Emperyalist İngiltere’nin
bu yeni gücünü sorgular.
The Tempest,
Shakespeare’in Amerikan oyunu olarakda kabul edilir. Neden? Çünkü İngiltere’nin
başka ülkeleri kolonize etme hakkını sorgular aynen Amerika’ya giden
kolonilerin, 200 yıl sonra Amerika’yı kolonize ettikleri gibi.
Shakespeare hayatı
boyunca Kraliçeyi hoşnut etmek için oyunlar yazmıştır ancak bu son oyununda
Kraliçenin ve ülkesinin değer yargılarını sorgular.
Milan Dükü Büyücü
Prospero’nun hakları zorla kardeşi Antonio ve Napoli Krali Alonso tarafından gasp
edilir. Prospero ve 3 yaşındaki kızı Miranda ile birlikte küçük bir kayığa
bindirilip insanlıktan uzak 12 yıl bir adada yaşarlar.
Adaya geldiklerinde
Prospero, Cezayirli bir büyücü olan Sycorax tarafından ağaca hapis olmuş Peri
Ariel’i kurtarır. Oyun boyunca Prospero Ariel’e göstermiş olduğu iyiliği ona
karşı şantaj olarak kullanır.
Prospero gelmeden
Sycorax ölmüştür ve Prospero Sycorax’ın oğlu Caliban (sakat canavar) sahiplenir
ve büyütür. Caliban Prospero’ya adada nasıl hayatta kalınacağını, Prospero
& Miranda’da Calibana dini ve kendi dillerini öğretir. Caliban, Miranda’ya
tecavüze kalkışır ve bu olaydan sonra Prospero’nun kölesi olur. Kötü koşullarda
çalıştırılır.
Oyun bir adada geçer.
Bu ada ve adada yaşayan yerel halk (Ariel ve Caliban) Prospero’nun kontrolü
altındadır.
Prospero Peri Ariel
aracılığıyla kardeşi Antonio gemisinin adanın yakınından geçeceğini öğrenir.
Geminin içinde Napoli krali Alonso, Alonso’nun erkek kardesi Sebastian ve oğlu
Ferdinand vardır. Prospero büyü yaparak Fırtına çıkarır ve gemileri karaya
oturur.
Bundan sonra 3 olay
olur:
1) Caliban
mürettebattan bir kaç kişi ile Prospero’ya karşı ayaklanır ama ayaklanma
bastırılır.
2) Miranda ve
Ferdinand birbirlerine âşık olur.
3) Antonio ve
Sebastian işbirliği yaparak Napoli kralı Alanso’ya suikast düzenler ama
planlarını Ariel engeller.
Sonuç:
Prospero, Alanso’yu
bağışlar.
Prospero, Antonio ve
Sebastian’ı uyarır
Prospero, Ariel ve
Caliben özgür bırakır.
Miranda ve Ferdinand
evlenir.
Prospero büyü gücünü
bırakacağını ilan eder.
Hepsi beraber
ülkelerine geri dönerler.
Tüm seyircileri
alkışlamaya davet eder Ada’dan azat edilmesi için!..
• Kimlerden & Hangi
Kitaplardan Etkilendi ?
H. G. Wells
Liberal gazetesinde çalışan
depresif gazeteci Mr. Barnstaple ve birkaç arkadaşı yanlışlıkla paralel dünya
Ütopya gönderilir.
Ütopya gelişmiş bir
dünyadır. Sosyalist dünya devleti, ilerlemiş bilim, hastalıklar elimine
edilmiş… Mr. Barnstaple ve arkadaşlarının kafası karışır.
Mr. Barnstaple sorar: “Sizin
Hükümetiniz Nerede?”
Cevap : “Bizim
Hükümetimiz Egitimimizde!..”
Mr. Barnstaple sorar: “Neden
bahçıvan çalıştırmıyorsun da kendin çalısıyorsun?”
Cevap: “Çünkü yıllar
önce işçi sınıfı yok oldu. Eğer gülü seviyorsan ona hizmet edebilmelisin.”
Mr. Barnstaple’in
zaman içinde fikirleri değişir, bu yeni dünyayı takdir eder.
Ancak bir süre sonra
Ütopyalılar hastalanmaya başlar ve bağışıklık sistemleri zayıflar. Sebep olarak
dünyalılar gösterilir ve çözüm Dünyalıların kendi Dünyasına göndererek
sağlanır.
The Sleeper Awakes
* Graham 230 yıl uyur
ve uyanışında tamamen değişmiş bir Londra’ya gözlerini açar.
* Bu arada dünyanın en
zengin adamı olur. Neden? Uyurken adına beyaz konsey bankadaki parasını bileşik
faizde çalıştırır. Banka parasını dünya politika ve ekonomisini yönlendirmek
için kullanır.
* Uyanınca kültür şoku
yaşar. Beyaz Konsey durumdan rahatsız olur çünkü Graham sorular sormaya
başlamıştır. Graham göz- altında tutulur ve sonunda aslında Beyaz Konsey’in
Graham adına dünya’yı yönettiğini öğrenir.
* Ostrog gibi konseye
karşı ajanlarla tanışır ve onlarla birlikte Beyaz Konsey’e karşı ayaklanır.
Beyaz Konsey yönetimden el çeker. Şimdide Graham adına Ostrog yönetmeye başlar.
Graham’da bu arada yeni dünyayı keşfetmeye başlar.
* Ancak Ostrog da
Beyaz konseyden farklı değildir. Hiçbirsey değişmemiştir. Sonuçta Graham işleri
eline alır ve şimdide halk kendilerinden olan Ostrog karşı ayaklanır
WE/ BİZ
George Orwell’e göre,
Cesur Yeni Dünya, Yevgeni Zamyatin’in 1921 yazılan “We/Biz” romanından
türetilmiştir. Huxley 1962 mektubunda Cesur Yeni Dünya’yı yazdığı yıllarda “We”
romanı hakkında hiçbir bilgisi olmadığını yazar.
26y.y. da baş
kahramanımız D-503’ın tuttuğu detaylı günlüğü: matematikçi olarak çalışmaları,
INTEGRAL uzay gemisinin inşa çalışmaları, Mephi (Mephistopheles – cehennemin 7
prenslerinden biri) direnişçileri ile yaşadıkları…
D-503’ün yaşadığı
ortam: bir devletin var olduğu tamamen camdan inşa edilmiş ve sürekli gizli
polis tarafından denetlenen kentsel bir halk.
İnsanların hayatı
Maximum Üretgenlik ve Verimlilik üzerine kurulmuştur.
İnsanlar aynı elbise
giyer. İsim yerine erkelere tek sayı ve sessiz harf, kadınlara ise çift sayı ve
sesli harf verilir.
Hükümetin yaptırdığı
kan testleri insanların seks hormon düzeylerini tespit eder ve bu sonuca göre
hükümet bir sayının herhangi bir sayı ile hangi sıklıkta seks yapacağına karar
verir.
Herhangi bir birey
pink kupon sistemi ile istediği bir numara ile seks talep edebilir.
Adam olmaz ve
suçlular, özel bir ışına tutularak su haline getirilirler yani idam edilirler.
Yemekleri petrol bazlı bir içecektir.
D-503 zamanın çoğunu
kız arkadaşı O-90 ve Hükümet şairi R-13 ile geçirir. Rejimin koyu bir
destekçisidir ve tek devletin keşfettiği mutluluğu yaymak için vasiyet
niyetinde bir günlük tutmaya başlar. VE bu mutluluğu uzaylı medeniyetlere
INTEGRAL ile ihraç etmeyi planlar.
Başın acımasız bir
diktatör olduğunu kabul eder ama başın dürüst ve ehil olduğunu ve bu
acımasızlığın daha iyi için kullanıldığını düşünür.
Gizemli ve cinsel
açıdan çekici I-330 ile tanışır ve kayıtsızlıktan kurtulur. I-330 Mephi adında
bir direniş grubundadır. D-503’ın I-330 tutku ile bağlanması hayatını zehir
eder. I-330’a olan yıkıcı tutkusu, tek devlete olan sadakatini yener.
Sonunda D-503
yakalanır ve X-ray ile hayal gücü alınır öyle ki I-330’un idamını sakin bir
şekilde izler. Bu sırada direnişçiler güç toplar, sosyal isyanlar başlar…
Hikâye güvensizlikle
biter çünkü roman tekrarlanan bir tuzaktır oda aslında hiçbir devrim
olmamasıdır.
1) Billingham,
İngiltere’de yeni açılan ve ileri seviyede teknolojik açıdan gelişmiş Brunner
& Mond tesislerini gezer. Bu tesis Imperial Chemical Industries bağlıdır.
Dünyanın en büyük kimyasal üreticisidir. Şu anda AkzoNobel’e bağlıdır. Tesisin
işleyiş yönteminden etkilenir.
ÖNEMLI NOT: Kitabın başında
karakterlerden önce Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi’nin detaylı
işleyişi hakkında bilgi verilir.
2) Roman her nekadar
gelecekte geçse de 20y.y. yani güncel öğeler içerir.
– Seri Üretim,
gelişmiş ülkelerde araba, radyo ve telefon gibi endüstriyel ürünleri ucuz ve
erişilebilinir hale getirmiştir.
– 1917 Rus Devrimi
– 1914 – 1918 I. Dünya
Savaşı
ÖNEMLI NOT: Kitaptaki karakter
isimleri dönemin önemli şahıslarıdır. Bu karakterleri kullanmasının sebebi;
çoğunluğun fikirlerini ifade etmek yani hızlı gelişen dünyada bireyselliğin
kayboluşudur…
Benito Hoover: Benito Mussolini (
İtalyan diktatör) & Herbert Hoover (USA Başkanı)
Herbert Bakunin: Herbert Spencer (
İngliliz filozof ve Sosyal Darwinci) & Mikahil Bakunin ( Rus filozof ve
anarşist )
Darwin Bonaparte: Napoleon Bonaparte
(Fransız imparatorluğunun lideri) & Charles Darwin (Türlerin Kökeni yazarı)
Polly Trotsy: Leon Trotsky (Rus
devrim lideri)
Prime Mellon: Miguel Primo de
Rivera (1923-1930 İspanya Başbakan ve diktatörü) & Andrew Mellon (Amerikan
Bankacı)
Sarojini Engels: Friedrich Engels (Karl
Marx’la birlikte Komünist Manifesto yazarı) & Sarojini Naidu (Özgürlük
savaşçısı Hintli politikacı)
Morgana Rothschild: J P Morgan (Çok
zengin bir işadamı ve bankacı) & Rothchild Ailesi (Avrupa’da banka
operasyonları ile meşhur).
Fifi Bradlaugh: Charles Bradlaugh
(İngiliz politik eylemci ve ateist).
Joanna Diesel: Rudolf Diesel (Disel
motoru icat eden Alman bilimci)
Clara Deterding: Henri Deterding
(Hollanda Kraliyet Petrol Şirketinin kurucularından)
Tom Kawaguchi: Ekai Kawaguchi
(Japon budist rahip ve ilk Tibet & Nepal giden Japon)
Jean-Jacques
Habibullah: Jean-Jacques Rousseau (Fransız politik filozof) & Habibullah Khan
(Afganistan’ın Emiri, ülkesini modernizasyona, Batı tıbbına ulaştırmış ve
ülkesinde ilerici değişimler yapmıştır)
Miss Keate: John Keate (19y.y.
okul müdürü, okulda disiplini çok sert önlemlerle sağladı. Örneğin: kamçı veya
sopa ile öğrencilerin dövülmesi. Halkın önünde bir günde 80 öğrenciyi
kamçılamasıyla bilinir.
Arch-Community
Songster (Catenbury Büyük Cemaat İlahievi Baş Şarkıcısı) : Archbishop of
Cantenbury (1930 kilisenin limitli olarak doğum kontrol yöntemlerinin
kullanılmasın onay vermiştir)
3) Amerika’ya
seyahatlerinde gördükleriyle dehşete düşmüştür:
– gençlik
– ticari reklamlar
– rastgele cinsel
ilişki
Döneminde Avrupalılar,
Amerikanlaşmaktan korkuyordu. Kendisinin Amerika’yı görmesi, fikirlerini
okuması ve deneyimleri kitabı için önemli bir zemin hazırladı.
a.) Konuşan Sinemalar (
Talkie Motion Pictures): Cesur Yeni Dünya’da bu Duygusal Film ve kokulu Org
dönüşüyor (feelies).
b.) Hormonly Sakız
(Sex-Hormone Chewing Gum) : Sakız Amerika’nın sembolü idi.
c.) Henry Ford: Gemi ile
Amerika’ya giderken Henry Ford’u anlatan bir kitap keşfeder.
Kitabın Zaman Çizgisi:
F.S. (A.F.) 632: Ford
Sonrası (After Ford) 632 yıl.
Ford, Motor Company
kurucusu ve seri üretimde kullanılan montaj hattının babası olarak kabuledilir.
Üretken bir mucittir.
Amerika’da 161 tane patenti vardır.
Piyasalara 1908
yılında Model T arabasını çıkararak ulaşım ve Amerikan Sanayisi’nde devrim yapmıştır.
Başta fiyatı $825 olan Model T 4 yıl sonra $575 kadar düşürülmüştür
FORDİSM diye bir
kavram vardır. O da montaj hattını kullanarak seri üretim yöntemi ile yüksek
miktarlarda ucuz araba üretmektir.
Çalışanlarına yüksek
ücret öderdi. Muhasebecilere inanmazdı ve
şirket kendi yönetimi
altında iken bir defa audit yapılmamıştır. Maliyeti düşürme çabaları teknik ve
ticari yeniliklere yol açmıştır. En önemlisi Kuzey Amerika’da her eyalete
Franchise sistemi yani bayilik sisteminin kurulması gibi.
SONUÇ: Orta sınıf
çalışan bir Amerika’lı için kullanımı basit, güvenilir ve bütçesine uygun bir
araba. Model T ve Seri Üretim Amerika’da çok büyük bir devrim yaptı ve şu anda
yaşadığımız dünyayı da biçimlendirdi.
Gregoryen – Miladi
Takvim: Papa XIII Gregory tarafından yaptırılmıştır. Miladı tarih başlangıcı ve
Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüş süreci olan 365 gün 6 saatlik zamanı 1 yıl
olarak kabul eder. Milad İsa’nın doğduğu gün olarak kabul edilir yani sıfır
noktası. Bu tarihten önceki tarihlere Milattan Önce (M.Ö) ve bu tarihten
sonraki tarihlere Milattan Sonra (M.S.) olarak tanımlanır.
BİLGİ: A.D. (Anno
Domini( In the year of (the/Our) Lord)– M.S.) ve B.C. (Before Christ – M.Ö)
Kitap Hangi Tarihte
geçiyor? F.S. 632 , Ford’un Model T’yi piyasaya sürdükten 632 sonra .
Kısaca: 1908 + 632 =
M.S. (A.D.) 2540
Kurgusal gelecekte,
özgür irade ve bireysellik feda edilir.
NİÇİN?
Sosyal Denge İçin
Huxley bu kitapta,
hiciv hüneri ile bilim büyülenmesini birleştirerek bir anti ütopya (dystopian)
yaratır. İçinde yaşayan toplum totaliter bir hükümet tarafından teknoloji ve
bilim ile üretilir & yönetilir.
Toplumdaki bireyler
Fordist seri hattı gibi üretilir ve sınıflara ayrılır.
BİLİM, TEKNOLOJİ &
POLİTİKA
Bu 3 halka
bireyselliğin azalmasına sebep olur!..
Cesur Yeni Dünya’nın
basımından 1 yıl sonra Hitler başa geçer.
6 yıl sonra 2. Dünya
Savaşı başlar. Totaliter devletin tehlikesi ve trajik sonuçları yaşanır.
13 yıl sonra Atom
Bombası atılır bu da soğuk savaşı tetikler. Modern dünyada silahların yarışı başlar
ve bu da TEKNOLOJİNİN altını çizmiştir.
Huxley’in kitabı sanki
geleceğin kehaneti gibidir. Cesur Yeni Dünya’da bunları tahmin etmiş ve öyle
bir ütopya yaratmıştır ki aslında yaşananlar bir ütopyadan çok bir anti
ütopyadır.
Kitabın Temaları:
A) Teknoloji
kullanarak bir toplumu kontrol altına almak:
CYD, bir uyarı
niteliğindedir. Bir hükümete güçlü bir teknolojinin kontrolünü verilmesinin ne
kadar tehlikeli olduğunu göstermeye çalışmıştır.
1. Üremenin teknolojik
ve tıbbi yöntemlerle kontrol altına alınması:
* Bokanovski İşlemi
* Hipnopedya
2. Duyusal Filmler
(Feelies)
3. Soma
Hükümet her ne kadar
bilim ve gelişim konuşsa da aslında daha çok bilim keşfi ve deney demek
istemiyor. Yanlıca mevcut kullanılan teknoloji daha nasıl verimli hale
getirilir ki bireyler daha KUSURSUZ, MUTLU & YÜZEYSEL olsun!..
Hükümet Bilim’e limit
koyuyor.
NEDEN?
ÇÜNKÜ Bilim gerçeği
bulmaktır. Bu da hükümetin kontrolüne darbe demektir.
B) Tüketim
Toplumu:
Bireyin mutluluğu
ihtiyaçlarını tatmin etmesi olarak değerlendirilir. Bir toplumun başarısı
ekonomik büyüme olarak kabul görür. Aslında Huxley yaşadığı toplumu da taşlar.
C) Mutluluk
& Gerçek Uyuşmazlığı:
* CYD da karakterlerin
çoğu durumlarının gerçekliğini görmemek için kaçar. Soma buna bir örnek. Soma
gerçeklere bir bulut çekiyor ve mutlu halüsinasyon görüyorlar. SOMA SOSYAL
İSTİKRAR İÇİN ÇOK ÖNEMLİ BİR ARAÇTIR.
* John bunu kendi yolu
ile denemeye çalışır. O YOL NEDİR? Shakespear’in Dünyası’dır. Örneğin:
Lenina’yı ilk olarak Juliet gibi görmek ister ama sonra hüsrana uğrar ve ona “küstah
bir fahişe” der.
* Mond, mutluluğa
öncelik veriyor ama burada gerçeği feda ediyor. İnsanların mutlulukla daha iyi
olacağına inanıyor.
MOND GÖRE:
Mutluluk: Tüm
bireylerin anında tatmini. Ne için? Yemek, seks, esrar, güzel elbiseler ve
diğer tüketim elemanları…
Gerçeklik/Hakikat:
Mond’un John ile konuşmalarından anlaşılan Mond 2 çeşit gerçeği ELİMİNE etmek
ister:
1. Bilimsel ve
Deneysel gerçeğe hiçbir vatandaşın ulaşamaması. Sürekli kontrol ediyor ve
sakıncalı buluşları örtmesi.
2. “İnsani” gerçeklerin
yok edilmesi: Aşk, arkadaşlık, kişisel ilişkiler…
BU 2 GERÇEK ÇOK
FARLIDIR.
1) Objective Gerçek:
Bir gerçeğin veya olayın kesin sonucu.
2) İnsancıl Gerçek:
Bu yalnızca keşfedilir tanımlanamaz.
AMA BU 2 GERÇEKTE BİR
ŞEY ORTAKTIR:
TUTKU / IHTIRAS
Mond’un gençken yeni
keşiflerle kendinden geçmesi
John’un Shakespeare
dilinde ve duygu yoğunluğunda kaybolması gibi.
Gerçeği bulmak
bireylerde gayret gerektiriyor ve bu da yanında terslikler getiriyor. Gerçeği
bulmak bireysel bir istek veya emeldir ve bununla toplum birleşmez!..
Tam Yetki Devletin
Tehlikeleri: Devlet kendi gücünü ve istikrarını sağlamak için bireylerin
davranış ve faaliyetlerini kontrol ediyor.
George Orwell’ın 1984
ünde devlet gözetimi gizli polis ve işkence ile sağlanıyor.
CYD ise teknolojik
müdahale ile doğumdan ölüme kadar.
1984 de gücü kaba
kuvvet ve korkutma ile
CYD ise gerçek dışı
bir mutluluk sağlayarak insanlar özgür olup olmadıklarını bile umursamıyor.
1984 & CYD Hükümet
Kontrolünün Sonuçu
İtibarın kayboluşu
Ahlakın yok oluşu
Değer Yargılarının yok
oluşu
Duyguların yok oluşu
KISACA İNSANLIĞIN YOK
OLUŞU!……………
A) Pneumatic (İçi hava
dolu) :
1) Lenina’nın
vücudu: Henry Foster ve Benito Hoover Lenina ile seks yapmanın açıklamasını
bu kelime ile yapıyor. Lenina’nın kendisi de sevgililerinin onu içi hava dolu
bulduğunu söyleyip bacaklarına vurur. Balon gibi bir vücut özellikle
sinesi/göğsü
2) Sandalye:
Duyusal Film ve Mond ofisindeki sandalyeler.
Bu kelime ile fiziksel
bir özelliği tanımlamak bir kadını mobilyaya benzetmektir. Aslında Lenina’nın
cinselliği bir emtea yani mala benzetiliyor.
B) “Ford Aşkına (My
Ford):
Normal hayatta Aman
Allahım (Oh my Lord) yerine Aman Fordum gibi terimlerin kullanılması
Ford = İsa
Bu dinsel söylem bir
alışkanlıktır. Bu dinsel söylem saygı göstermek için teknoloji ile yer
değiştirmiştir.
C) Yabancılaşma
(Dışlanma):
Dünya devletinde uygun
görülen davranışların ve görüntünün dışına çıkıldığında karakterler dışlanıyor.
Neden Uygunsuz Kabul
ediliyorlar?
*Bernard Marx:
Pozisyonu Alfa artı için Küçük ve Güçsüz
*Helmholtz Watson:
Alfa artı rolü için çok akıllı
*John: Kızılderiler
diğer dünyadan geldiği için kabul etmiyor. Johh’da CYD’nın bir parçası olmak
istemiyor.
D) Seks:
Kitabın her yerinde
bolca bulunuyor. Nüfus sıkı kurallarla kontrol altına alınıyor.
*Kadınların üreme
hakkı yok. Kadınların 2/3 kısırlaştırılıyor geri kalanı doğum kontrolü yöntemi
ile korunuyor. Hayata yeni bir insan gelmesi gerektiğinde ise kadınların
yumurtalıkları alınıyor.
*Sosyal ödül olarak
kullanılıyor. Gelişi güzel seks ve birbirine bağlanmama destekleniyor.
İki toplum arasındaki
FARK:
John, Lenina olan ŞEHVETLİ AŞKINDAN acı çekiyor Lenina
ise SEKS
ŞEHVETİNDEN acı çekiyor.
E) Shakespeare:
CYD da, Ford öncesi
dünyada mevcut olan duygusal yoğunluk , trajedi yok ediliyor. Shakespeare ise
John’un anladığı ve kendini ifade edebildiği bir dünya. Burada sert bir zıtlık
ortaya çıkıyor.
Kitabın Sembolü:
Soma:
Toplumu kontrol altına
almak için kullanılan teknolojik bilimin aracı. Toplum üzerinde dinsel ayin
niteliğinde…
CEMAAT, ÖZDEŞLİK &
İSTİKRAR İÇİN HANGİ YÖNTEMLER KULLANILIYOR?
1) Bokanovski Yöntemi
(İnsan Kolonlama):
Bir yumurtanın 8 – 96
tomurcuklanarak çoğalması. Her tomurcuk 1 embriyo ve her 1 embriyo ise bir
yetişkin demek. Önceden 1 insan yetiştirirken şimdi 96 insan yetiştirmek
hedefleniyor.
Yalnızca Gamma, Delta
ve Epsilonlar bu yöntemden geçer. Çünkü bu yöntem embriyoyu zayıflatıyor. Alfa
ve Betalar bu yönteme tabi tutulmazlar. Bu yöntem istikrarın sağlanması için en
önemli araçlardan biridir. Tek tip gruplarda standard erkek ve kadınlar. 96 tek
tip makinede çalışan 96 tek yumurta ikizi.
2) Podsnap’s Tekniği
(Hızlı Olgunlaşma):
1 yumurtanın
olgunlaşmasını hızlandırmak. 2 yıl boyunca bir yumurta ve spermden binlerce
kardeş bireyler üretmek.
3) Sosyal Belirleme
Odası (Doğum Öncesi Şartlandırılma):
Niteliklerin bireylere
dağıtılması. Yazgıları belirlenip şartlanmış olarak gözlerini açıyor. Hangi
kastta iseler ona göre şartlandırılıyorlar. Örneğin: Kimya çalışanları toksik
maddelere karşı direnci artırılıyor veya tropik hava şartlarında çalışacak olan
işçilerin ısıya dayanıklı şartlandırılması gibi. Yapmak zorunda olduğu şeyi
sevmek. Tüm şartlandırmaların amacı budur.
İNSANLARA KAÇINILMAZ
TOPLUMSAL YAZGILARINI SEVDİRMEK!..
* Bu 3 teknik
bireylerin genetik, fiziki ve psikolojik olarak kaçınılmaz sosyal kaderlerini
hazırlıyor. Kast sistemindeki istikrar, köleliklerini sevip kabullenmelerinden
geçiyor
* Seri üretim (Fordism)
prensibi sonunda biyolojiye de uygulanır.
4) Neo-Pavlov
Şartlandırma Odaları:
Kastlara neyi
sevdirmek veya sevdirmemek isteniyorsa uygulanan yöntem. Örneğin: Delta
bebeklerine Kitap & Çiçek veriliyor sonrasında çok yüksek zil sesleri ve
elektrik şoku. Birkaç defadan sonra bebekler kitap ve çiçek gördüklerinde
otomatik olarak kaçıyor.
5) Hipnopedya:
Uykuda öğrenme yöntemi
entelektüel bilgilendirme için değil ama ahlaki değer yargılarının oluşumu için
kullanılır. Örneğin. Bir Beta ya sürekli uykusunda Beta olmanın gururu ve
mutluluğu, Gama, Delta & Epsilonlardan daha akıllı oldukları, Betaların
Alfalar kadar çok çalışması gerekmediği….
6) Malthusin Kemeri:
Thomas Robert Malthus
(1766-1834) İngiliz nüfus bilimci, ekonomik ve politik teorisyendir. Nüfus
artışının yoksulluğa ve ölümlere yol açacağını savunmuştur. Teorisi
yiyeceklerin aritmetik arttığı (1,2,3,4…) ama nüfusun ise geometrik arttığı (
2, 4, 8, 32…..)
7) Seks
8) Soma
9) Günü Yaşamak:
Tarih öğretilmiyor ve “Tarih
saçmalıktır” der Mond ( History is bunk -Henry Ford’un sözü-). Eğitimleri
tarihi gereksiz ve yalnızca günün yaşanması gerektiği kısaca alternatif
yaşamları hayal edemiyorlar.
10) Fordson Cemaat
İlahi Evinde Dayanışma Günleri:
12 bireyin tek vücut
olmaya, bir araya gelmeye, kaynaşıp 12 ayrı kimliği daha yüce bir varlıkta
yitirmeye…
Benliğimin silinişine
içiyorum.
Yüce varlığa içiyorum.
Yüce varlığın gelmek
üzere oluşuna içiyorum.
Kitapta Shakespeare:
1.)
Nay, but to live
In the rank sweat of
an enseamed bed,
Stew’d in corruption,
honeying and making love
Over the nasty sty …
(Hamlet)
Hayır, fakat yaşamak
Dağınık bir yatağın ekşimiş
ter kokusunda,
Çürüme, dalkavukluk ve
sevişmeyle ağır ağır pişerek
Leş kokan domuz
ahırının üst katında…
(CYD syf. 178)
Hamlet burada
annesinin yeni kocası olan amcasıyla sevişmesinden duyduğu tiksintiyi dile
getiriyor.
John gelişi güzel
sekse şartlandırılmayan bir kişi olarak doğru zamanı bekliyor. Sevişeceği
kişiyi umursamak istiyor. Gelişi güzel seksin problem olduğunu ve annesinin
köyde gelişi güzel erkeklerle yatması köyden dışlanmalarına sebep olmuştur.
2.)
When he is drunk
asleep, or in his rage
Or in the incestuous
pleasure of his bed …
(Hamlet)
Sarhoş sızmışken, ya
da öfkeli
Veya yatağında
ensestten keyifli……
(CYD, sfy. 180)
Hamlet
Claudius(amcası) kızgındır ve onu nasıl öldüreceğini söylemektedir.
Annesi ile yatan
Pope’u uykudayken bıçaklama esnasında bu dizeleri söyler. Bu alıntı bir sav
olarak davranışına kılavuz oluyor.
3.)
O wonder!
How many goodly
creatures are there here!
How beauteous mankind
is
O brave new world
(The Tempest)
Mucize
Ne kadar çok iyi
yürekli varlık var burada!
Ne kadar güzel
insanoğlu!
Hey cesur yeni dünya
(CYD, sfy. 187-188)
4.)
“Her eyes, her hair,
her cheek, her gait, her voice;
Handlest in thy
discourse O! that her hand,
In whose comparison
all whites are ink
Writing their own
reproach; to whose soft seizure
The cygnet’s down is
harsh …”
(Troilus &
Cressida)
Onun gözleri, saçları,
yanağı, yürüyüşü, sesi:
Sözlerinle can bulur,
Ah! Güzel elleri,
Tüm beyaz mürekkeptir
yanında
Yazarlar kendi
utançlarını: yumuşak dokunuşuna kıyasla
Yavru kuğunun tüyü
sert kalırı…
(CYD, syf. 193)
Troilus bu dizelerle
Cressida’ya olan duygularını tabir ediyor. Cressida’ya deli gibi âşıktır ve
odada olmamasına rağmen iltifat üstüne iltifat ediyor.
Rezervasyondan
dönmeden önce Lenina uyurken Jonh bu dizeleri kullanarak Lenina’yı tarif eder.
John’da Lenina’ya âşıktır.
5.)
“On the white wonder
of dear Juliet’s hand, may seize
And steal immortal
blessing from her lips,
Who, even in pure and
vestal modesty,
Still blush, as
thinking their own kisses sin.”
(Romeo & Juliet)
Konabilir sevgili Juliet’in
mucizevî beyaz eline
Ölümsüz saadeti
çalabilirler dudaklarından,
O dudaklar ki saf ve
bakir iffetlerinde bile
Kızarırlar hala, kendi
öpüşlerini günah sayar gibi.
(CYD, syf.193)
John burada Lenina’yı
uyurken gördüğünde büyülenir. Aynen Romeo’nun Juliet ile tanıştığında
büyülendiği gibi.
John burada aşkı saf
ve kutsal kabul ediyor. Kafasına giren şehvetli düşüncelerden utanıyor.
6.)
Eternity was in our
eyes and lips.
(Antony &
Cleopatra)
Dudaklarımız ve
gözlerimizdeydi sonsuzluk
(CYD, syf. 205)
Linda’nın soma tatili
ömrünü kısaltır. Soma zamanın birkaç yılını yitirilmesine neden oluyor ama
zamandan bağımsız tanıdığı ölçülemez süreler veriyor yani İnsanların uyuşturucu
alıp sonsuzluğa uçması.
7.)
“Oh! She doth teach
the torches to burn bright.
It seems she hangs
upon the cheek of night,
Like a rich jewel in
an Ethiop’s ear;
Beauty too rich for
use, for earth too dear…”
(Romeo & Juliet)
Ah, o sevgili ki
meşalelere ışıldayarak yanmayı öğretir!
Bir Etyopyalı’nın
kulağındaki şık küpe misali
Asılı durur yanağına
gecenin: öyle bir güzellik ki,
Kıyamazsın dokunmaya,
yeryüzünde yok eşi….
(CYD, syf. 234)
Romeo, Juliet’i
gördüğünde nasıl mükemmel ve güzel olduğunu söyler.
John da burada yine
Lenina ve onun güzelliğini tasvir etmek için bu dizeleri kulanır.
8.)
“Let the bird of
loudest lay
On the sole Arabian
tree,
Herald sad and trumpet
be…”
(The Phoenix and The
Turtle)
Uzansın tek Arap
ağacına,
Kuşların en
çığırtkanı,
Müjdelesin kötü haberi
trompet olsun…
(CYD, syf. 240)
Burada iki mükemmel
sevgilinin doğuşu ve ölümü anlatılıyor.
John burada
Helmholtz’u rahatlatmak için bu şiiri okur. Helmholtz öğrencilerine yalnızlık
ve tutkunun eksikliği hakkındadır bu şiiri(syf. 237-238) okuduktan sonra
şikayet edilir. John burada her mücadelenin bedeli vardır demek istiyor.
9.)
Is there no pity
sitting in the clouds,
That sees into the
bottom of my grief?
O sweet my mother,
cast me not away:
Delay this marriage
for a month, a week;
Or, if you do not,
make the bridal bed
In that dim monument
where Tybalt lies …”
(Romeo & Juliet)
Hiç mi acıma yok
bulutlarda,
Izdırabımın
derinliğini anlayacak?
Ah, canım annem, verme
beni ellere!
Bir ay ertele bu
evliliği, bir hafta:
Veya ertelemezsen,
gelinlik yatağımı
O loş kabre kur
Tybalt’un yattığı….
(CYD, syf. 241 – 242)
Lady Capulet, Juliet’i
Paris ile evlenmesi için zorlar ve bu dizeler Juliet’in haykırmasıdır.
Juliet’in üzüntüsünü
hissedeceğine Helmholtz güler bu da John’un sinirlenmesine sebep olur. Çünkü
John kendini Romeo ve Lenina’yı Juliet’in yerine koyar ve aşklarının hiçbir zaman
Kendi hayal dünyasında gerçekleşmeyeceğine inanır.
10.)
The murkiest den, the
most opportune place” ,
the strongest
suggestion our worser genius can,
shall never melt mine
honour into lust.
Never, never!” .
(The Tempest)
Mağaraların en
karanlığı, mekânların en elverişlisi,
En kötü dâhilerimizin
dil dökmesi dahi,
Şehvete dönüştüremez
şerefimi. Asla, asla!..
(CYD, syf. 251)
The Tempest’de
Prospero, Ferdinand’ı kızı Miranda evlendikten sonra seks yapmasına ikna etmeye
çalışması. Ferdinand kabul eder.
John’da, ilişkide
beklemenin daha iyi olacağını Lenina’ya kabul ettirmeye çalışır.
11.)
O thou weed, who are
so lovely fair and smell’st
so sweet that the
sense aches at thee.
Was this most goodly
book made to write ‘whore’ upon?
Heaven stops the nose
at it …”
(Othello)
Ah yabani ot, öyle
mükemmelsin,
Kokun öyle güzel ki,
Duyularım can atar kavuşmaya.
Bu güzelim kitap,
üzerine, orusupu, yazılsın diye mi yaratıldı?
Tanrı durur bu
kelimede, okumaz….
(CYD, syf. 255 – 256)
Othello karısını
burada orospu olarak adlandırır. Her ne kadar sevse de ondan nefret eder.
John’da Lenina’nın
orospu olduğunu düşünür. Lenina’nın bakire olmasını ister.
12.)
Sometimes a thousand
twangling instruments will hum
About my ears and
sometimes voices.
(The Tempest)
Bazen bin tane telli
çalgı mırıldanır kulaklarıma,
Bazen de insan
sesleri.
(CYN, syf. 282)
Mond sorar : “Uygarlıktan
hiç mi hoşlanmadınız?” John:” bazı güzel yanları var mesela bütün o müzikler.”
Mond Shakespeare’in bu dizelerini söyler.
1) Duygular
2) Tutku
3) Bağlılık
4) İnsani ilişkiler
5) Eşitlik
6) Gerçek
7) Sanat
8) Deneyimler
l Kitap da Karakterler:
JOHN:
Thomas (Londra Merkez
Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi Direktörü) ve Linda’nın oğlu.
Kitabın başında
Bernard ana karakter gibi gözükse de rezervasyon dönüşünden sonra arka plana
atılır ve John ana karakter olur.
Dünya Devletinin
dışında New Mexico’da Vahşi Rezervasyonunda büyümüştür. Bu ilkel toplumdan da
dışlanmış ve aynı şekilde Dünya Devletine de ayak uyduramamıştır. İki toplum
tarafından ret edilir, “Ultimate Outsider” dır.
Dünya görüşü ve
bilgisi Shakespeare’in oyunlarına dayalıdır. Değerlerini 900 yıllık yazar
William Shakespeare’den alır.
Bu kitabın önemi
nedir?
– Kendi karışık duygu
ve reaksiyonlarını bu kitap ile dile
getirir.
– Dünya Devletinin
değerlerini kritize etmek için Shakespeare’in kitabı bir iskelet oluşturur.
– Mustapha Mond ile
yüzleşmesinde onun gibi müthiş bir konuşmacı karşısında durmasına yardımcı
olur.
Shakespeare, insan ve
insancıl değerleri barındırıyor ki bu epey bir zaman önce Dünya Devleti
tarafından terk edilmiştir.
John’un Dünya
Devletindeki sığ mutluluğu reddetmesi, Lenina ile aşkını uzlaşamaması ve ona
karşı şehveti ve sonucundaki intiharı aslında Shakespeare temalarını yansıtır.
Othelo (intihar eder)
& Desdemona (öldürülür)
Romeo (intihar eder)
& Juliet (intihar eder)
Hamlet (öldürülür)
& Ophelia (boğulur)
John’un başta
kullandığı “Cesur Yeni Dünya” Dünya Devletini tanıdıkça ironik ve pesimist hale
gelir. John’un kendi değerleri ile Dünya Devletinin gerçeklerinin çatışmasının
sonuçu delirmesine ve intihara sebep oluyor.
BERNARD MARX:
Alpha artı erkeği
ancak fiziksel özelliklerinden dolayı dışlanır.
Psikiyatrist ve
hipnopedya da ihtisaslaşmıştır.
Seks, spor ve toplum
olaylarına karşı düşünceleri unorthodox kabul edilir.
Kendine olan
güvensizliği Dünya Devletine memnuniyetsizlik olarak geri döner.
Memnuniyetsizliği aslında kendi ortamına ayak uyduramayışıdır. Hoşnutsuzluğu
sistematik veya felsefi yönden değildir .
Bu karakteri tanımamız
biraz ironiktir. Neden? Direktör öğrencilere aşk ile ilgili tüm hayal
kırıklıkları, bastırılmış duygular… kısaca insancıl duyguların elimine
edildiğini anlatırken birden Bernard’ın özel düşüncelerine gidilir ve
kıskançlığı ve rakiplerine karşı kızgınlığı…. Kısaca insancıl duygularını
görürüz.
Bernard romanda
kahraman değildir hatta roman ilerledikçe daha da düşer ama yine de okuyucuya
ilginç gelir çünkü insandır. Elde edemeyeceği şeyleri ister.
Vahşi Rezervasyona
gitmeden önce yalnızdır, kendine güveni yoktur ve tecrit edilmiştir. John ile
birlikte popülaritesi artar ve Dünya Devletinin eleştirdiği tüm yanlarından
yararlanmaya başlar. Gelişi güzel seks gibi.
Ne zamanki John,
Bernard’ın oyuncağı olmadığını ve onun istediklerini yapmayacağını söyler, işte
o zaman Bernard tekrar düşüşe yani eski haline geri döner.
İsmi:
Bernard Marx : 19y.y.
Alman yazar. Kitabı “Das Capital” , kapitalist bir toplumu kritize eden tarihi
bir başyapıttır. Fikirleri komünizm temelini atmıştır.
George Bernard Shaw:
İrlandalı oyun yazarı. Pygmalion (My Fair Lady) romanı için 25 yaşında Nobel
ödülü, 38 yaşında da Oscar almıştır. Her 2 ödülü de almış tek insandır.
Sosyalizm & Kadın haklarının savunucusudur. Genelde sosyal problemler,
eğitim, din, hükümet, sağlık sistemi gibi konularda yazmıştır.
MUSTAPHA MOND:
Alpha çift artı dır.
Dünya’yı kontrol eden
10 denetçiden biridir. Batı Avrupa’nın başındadır.
Bir zamanlar hırslı
genç bir bilim adamıymış. Kanuna aykırı ve tutkulu araştırma yaparmış. Ne zaman
keşif edilir kendisine iki seçenek sunulur: ya sürgün ya da dünya denetçisi
olarak eğitilecek.
Bilimi kendi isteği
ile bırakır ve şimdi bilimsel buluşları sansürler ve farklı düşünenleri sürgüne
yollar.
Dünya Devletini
savunan en güçlü ve akıllı kimsedir. Romanın başında sesi Dünya Devletinin
tarihini ve felsefesini açıklar. John ile olan münakaşasında ise Dünya Devleti
ve Shakespeare toplumu arasındaki temel farklılıkları ortaya koyar.
Çelişkili bir karakterdir.
Neden?
Çünkü Shakespeare ve
İncil gibi yasaklanmış birçok kitabı vardır. Eskiden bir bilim adamıdır ama
şimdi bu fikirleri sansürler ve totaliter bir devleti kontrol eder.
Ona göre insanlığın
esas hedefi istikrar ve mutluluktur.
İnsan ilişkileri, duygular,
kendini ifade etmek gibi kavramlara karşıdır.
İsmi:
Mustafa Kemal Atatürk:
1. Dünya Savaşından sonra Laik Cumhuriyetin kurucusu .
Sir Alfred Mond:
Sanayici ve Kraliyet Kimyasal Endüstrisinin kurucusu. Sonra Siyonist hareketine
katılmıştır (Filistin’de İsrail kurmak)
HELMHOLTS WATSON:
Duygu Mühendisliği
Üniversitesinde yazı bölümünde hocadır ve Alpha artı dır.
Kastının en mükemmel
örneği ama o işinin boş ve anlamsız olduğunu düşünür ve yazma yeteneğini daha
anlamlı şeyler için kullanmak ister.
Bernard ile arkadaştır
çünkü ortak noktaları Dünya Devletinden ikisi de hoşnut değildir.
Helmholts’un
eleştirileri Bernard’dan daha felsefi ve entelektüeldir. Aslında Bernard
önemsiz şikâyetler yapmaktadır.
Bernard için Helmholts
olamadığı her şeydir: Kuvvetli, akıllı ve çekici…
Bernard verilen sosyal
statü için yeterli değildir ve Helmholts ise tam tersi haddinden fazla
yeterlidir ve bundan dolayı da dışlanır ve kendini yalnız hisseder.
Jonh ile iyi
arkadaştır. Ama ikisi arasında çok büyük bir fark vardır. Helmholts
Shaskepear’in şiirlerini anlar ama ne zaman anne, evlilik, baba kelimelerini
duyar, bunları kaba bulur ve saçmalık olarak kabul eder, hatta güler. John ile
konuşmalarından çıkan Helmholts gibi akıllı biri bile yetiştiği çevre
tarafından etkilenir.
İsmi:
Herman Von Helmholts:
Alman fizikci ve hekim.
John B. Watson:
Amerikan davranış bilimci.
LENİNA CROWNE:
Londra Merkez Kuluçka
ve Şartlandırma Merkezinde aşılama görevlisi bir Beta artı.
Major ve minor
karakter için arzulanan bir obje.
Bazen davranışları
alışılmışın dışında olduğu için ilginç bir karakterdir. Örneğin 4 ay aynı
adamla (Henry Foster) çıkması veya Bernard gibi topluma uymayan birinden
hoşlanması veya John’a karşı ihtirası gibi.
Ama eninde sonunda
değerleri Dünya Devletinin geleneksel değerlerleridir.
İsmi:
Vladimir llyich Lenin:
Komünist devrimci ve Bolşevik Partinin lideri
FANNY CROWNE:
Merkezde Embriyo
bölümünde çalışan bir Beta ve Lenina’nın arkadaşı.
Lenina ile akraba
değildir. Dünya Devletinde aynı soyadı olağandır. Çünkü yalnızca 10.000 soyadı
kullanılır.
Fanny’nin sesi kendi
kast ve toplumdaki geleneklere uygundur.
Lenina’yı sürekli
uyarır (sağduyusu gibi )
İsmi:
Fanny Kaplan: Rus
politik devrimci. Lenin’e başarısız bir suikast girişimi olmuştur. Fanny ile
Lenina ‘nın arkadaşlığı ironiktir.
HENRY FOSTER:
Merkezde bilim
adamıdır. Geleneksel bir Alpha erkeğidir. Lenina’nın sevgililerinden biridir.
İdeal bir vatandaştır:
İşinde verimli ve akıllı. Boş zamanlarını spor ve seks ile doldurur.
Önemli bir karakter
değildir ama merkezin nasıl çalıştığının açıklamasında yardımcı olur.
THOMAS ‘ TOMAKİN’ :
Merkezin Alpha
direktörü ve John’un babası.
Bilmiş ve kendi
öneminin etkisi altındadır.
John oğludur ve bu onu
savunmasız bırakır. İşini bırakmak zorunda kalır çünkü Dünya Devletinde bir çocuğun
babası olmak skandal ve müstehcen bir davranıştır.
LİNDA:
Jonh’un annesi Beta
eksi.
Vahşi Bölgeye, Tomakin
ile ziyaretinde kaybolur ve orada bırakılır. Tomakin’den olan oğlu John’u orada
doğurur ve bebek ile Dünya Devletine dönmeye utanır.
18 yıldan beri Vahşi
Bölge’de yaşamaktadır.
Dünya Devletindeki
şartlandırılmasından dolayı köy erkekleri ile gelişi güzel ilişkiye girer ve
bundan dolayı dışlanır.
Dünya Devletine
geldiğinde de dışlanır: çünkü şişmandır ve yaşlanmıştır.
POPE:
New Mexıco’daki Malpais’in
yerlisi.
Linda’nın sevgili ve
Linda’ya ‘ The Complete Works of Shakespeare’ verir.
Linda ile ilişkiye
girerek Linda’nın köyden dışlanmasına sebep olur ve John gençken onu öldürmeye
çalışır.
İsmi:
Pope: Pueblo
Kızılderili kabilesinin dini lideri ve Pueblo Ayaklanmasının lideri (İspanyol
kolonistlere karşı ayaklanmıştır).
Kitabın Etrafındaki
Tartışmalar:
1. CYD, 1932 da
İrlanda’da yasaklanmıştır.
2. 1980 de Miller,
Missouri eyaleti okullarından kaldırılmıştır.
3. 1993 de Kaliforniya
eyalet okullarının okuma listesinden kaldırılmaya çalışılmıştır.
4. Polonyalı
eleştirmenler Huxley’in CYD yazdığında Mieczyslaw Smolarski ( The City of the
Sun 1924) ve Podroz poslubna pana Hamiltona ( The Honeymonn Trip of Mr.
Hamilton 1928) kopya çektiğini savunur.
ALDOUS HUXLEY – CESUR
YENİ DÜNYA & GEORGE ORWELL- 1984
– Orwell’in korkusu
kitapların yasaklanması idi. Huxley ise kitapları yasaklamaya gerek kalmamasın
zaten kimse okumak istemeyeceğini anlatır.
– Orwell bilgi
akışının engelleneceğinden korktu. Huxley ise tam tersinden korktu. Çünkü her
şeyin fazlası insanları pasif yapmaktadır.
– Orwell gerçeğin
gizleneceğinden korktu. Huxley ise gerçeğin ilgisizlikten yok olacağından.
– Orwell toplumun esir
olmasından korktu. Huxley ise önemsiz bir toplum olmamızdan (duyusal filmler,
gelişi güzel seks…..)
– Orwell insanların
şiddet ile kontrol edildiklerini, Huxley ise zevk enjekte edilerek kontrol
edilebildiklerini yazdı.
– Orwell, KORKTUKLARIMIZ
bizim sonumuzu getireceğini ama Huxley ise ARZULARIMIZIN sonumuzu
getireceğini savundu.
BRAVE NEW WORLD
REVISITED (1958)
– BNWR, roman
değildir. İlk romanındaki hikâye veyahut karakterlere geri dönüş mevcut
değildir. Bu kitap neredeyse 30 yıl sonra, o gün yaşadığı dünyanın Cesur Yeni
Dünya’ya ne kadar yakınlaştığıdır.
– Hayal dünyası çok
hızlı gerçeğe dönüşmektedir.
– Dünya çok
değişmiştir. II Dünya savaşı sonrasında Soğuk Savaş ve Dünyanın teknolojik
silahlarla donatıldığı insanların ise totaliter devletler tarafından
yönetildiği.
– İnsanların
rahatlıkları ve zevkleri için özgürlüklerini feda etmeye hazır olduklarını
görebiliyordu.
–Televizyonlardaki
sayısız reklam bombardımanları, insanların kullandıkları mutluluk hapları….
– Propaganda
yaygınlaşmış ve Hitler gibi diktatörler propagandanın kuvvetini dünya’ya
göstermişti.
‘’ Give me liberty or give
me death ‘’
çok kolaylıkla
‘’ Give me television and
hamburgers, but dont bother me with the responsibilities of liberty’’
değiştirilebilineceğini
görmüştür.
Kaynak
**************
Erich Fromm, George Orwel’in meşhur kitabına yazdığı sonsözde şunları
belirtir (Orwell, 1962, s. 260- 261):
“1984” ve “Biz” “Cesur Yeni Dünya”dan daha fazla ortak noktaya sahiptir.
Her iki eserde insanın kişiliğinden uzaklaştırıldığı tamamen bürokratikleşmiş
bir toplum ele alınmaktadır. Bu toplumlarda yer yer fiziki baskıya da varan
ideolojik ve psikolojik bir yönlendirme söz konusudur. Huxley’in çalışmasında
ise insanın bir tür makineye dönüştürülmeye çalışılması ele alınır. Genel
kabule göre, Zamyatinve Orvell’in örnekleri daha ziyade Stalinist ve Nazist
diktatörlükleri, Huxley’in Cesur Yeni Dünyası ise sanayileşen Batı dünyasındaki
gelişmelerin sonucunu temsil etmektedir.”
Nitekim Cesur Yeni Dünya’da tarihler Ford’a endekslenmiştir. Ünlü otomotiv
üreticisi Ford, kitapta yeni dünyanın Tanrısı olarak görülmektedir. İnsanlar T
işareti yapmakta, ilahiler söylemektedirler. Mesela dayanışma ilahisinin
sözleri şöyledir
“Fordum, on ikiyiz biz, bizi bir eyle,
Sosyal Nehir’deki damlalar misali,
Ah, güç ver bize koşalım birlikte,
Parlak Dört tekerin gibi çevikçe” (Huxley, 2000, s. 117).
Cesur Yeni Dünya, kitaba bir son- söz yazan David Bradshaw’ın da belirttiği
gibi “şirket-devletin doğasındaki totaliter tehlikelerin bir geleceğe
yansıtımı olarak okunabileceği gibi Amerikan öcüsüne dair bir hiciv olarak da
alınabilir” (Huxley, 2000, s. 117).
1984 ile Cesur Yeni Dünyacı kıyaslayan Huxley’e (2001, s. 12 vd.) göre,
1984 Stalinizm’i kapsayan bir şimdi ile Nazizm’in gelişmesine tanık olan bir
yakın geçmişin büyütülmüş bir gelecek yansıtımıdır: “Cesur Yeni Dünya, Hitler
Almanya’da iktidarın en üst basamağına çıkmadan, Rus zorbası yürüyüşüne başlamadan
önce yazılmıştı. 1931′de sistemli terörizm 1948′de dönüştüğü çağdaş saplantısal
olgu değildi henüz; benim hayali dünyamın gelecekteki diktatörlüğü de Orweli’in
çok başarılı bir şekilde betimlediği gelecekteki diktatörlükten çok daha az
acımasızdı. 1948 bağlamında 1984 korkutucu derecede inandırıcıydı. Fakat en
nihayetinde zorbalar ölümlüdür ve koşullar değişir. Rusya’daki son
gelişmeler, bilim ve teknolojideki son gelişmeler Orvell’in kitabını gerçeğe
olan korkunç benzerliğinin bir kısmından mahrum etti. Elbette ki bir nükleer
savaş herkesin tahminlerini altüst edecektir, fakat bir an için Büyük Güçlerin
bizi bir şekilde yok etmekten kaçınacaklarını kabul edersek diyebiliriz ki
zarlar şu anda 1984 gibi bir şeyden çok Cesur Yeni Dünya gibi bir şeyin lehindedir”.
Nitekim, son senelerde sıkça söz edildiğini işittiğimiz Genom Projesi ve
gen teknolojileriyle ilgili araştırmaların şimdilik elde edilen sonuçlan bile
inanılması güç sonuçlar ortaya koymaktadır. Toplumu kontrol eğilimlerinin ya m
sıra bu tür teknolojilerin de gelişmesi gözetim ve özel hayat açısından çok
daha zorlu bir dönemin bizi beklenildiğine işaret.
Kaynak:
Bilim ve Gelecek,
Aylık Bilim, Kültür,
Politika Dergisi, Kasım 2004, s.21
Politika Dergisi, Kasım 2004, s.21
'SÜPER
BEYİNLER' ÇAĞINA DOĞRU
Miguel Nicolelis:
Bu deney 'organik bilgisayar' yaratmak için hayvanların beyinlerini birbirine bağlama olasılığının yolunu açtı
Bu deney 'organik bilgisayar' yaratmak için hayvanların beyinlerini birbirine bağlama olasılığının yolunu açtı
Amerika'da yapılan deneyle süper beyin
yaratıldı. Yarattılan süper beyin aracılığıyla iki farklı kıtada bulunan
farelerin birbirine yardımcı olmaları sağlandı.
Birbirlerine beyin elektrotlarıyla
bağlanan farelerden biri Brezilya'nın Natal kentindeki bir enstitüde
tutulurken, bir diğeri de ABD'nin Kuzey Karolina Eyaletinin Durham kentindeki
bir laboratuvarda tutuldu. Natal'daki fare internet aracılığıyla gönderdiği
sinyalle Durham'daki farenin ödül kazanmasına yardımcı oldu.
Brezilyalı Nörobiyolog Miguel
Nicolelis, bu deneyin 'organik bilgisayar' yaratmak için hayvanların
beyinlerini birbirine bağlama olasılığının yolunu açtığını söylerken, felç
geçirmiş ya da Locked-in Sendromu olan insanları güçlendirme araştırmalarında
da yardımcı olacağını belirtti. Nicolelis, “İki beyin arasında fonksiyonel bir
bağlantı sağladık. İki beyini kapsayan bir süper beyin yarattık” ifadelerini
kullandı.
“Scientific Reports” adlı dergide
yayınlanan araştırmaya göre, araştırma ekibi susuz farelere ışıkları ayırt edip
suya ulaşmak için bir manivelayı kaldırmasını içeren temel bir eğitim verdi.
Daha sonra farelerin beyinlerine
kabloyla bilgisayara bağlanan elektrotlar yerleştirildi.
Natal'da camdan bir kapta bulunan fare
'şifreleyici' görevi görürken, ödül almak için gerekli ipuçlarını çözdüğünde
beyni elektrik sinyali gönderiyordu. Sinyaller gerçek zamanlı olarak Kuzey
Karolina'da aynı aleti gözlemleyen 'şifre çözücü' ikinci farenin beynine
gönderildi. Diğer fareden sinyali alan ikinci fare çok kolay bir şekilde ödüle
ulaşmayı başardı.
Nicolelis, “Fareler bir sorunu çözmek
için birlikte hareket etti” açıklamasını yaptı. İkinci farenin düşünce ya da
görüntüler almadığını kaydeden Nicolelis, şifreleyici fare bazı görevleri
başardığında, beyin sinyallerindeki en yüksek bölümlerin ikinci fare tarafından
algılanan bir çeşit elektronik sinyallere dönüştüğünü söyledi.
Fare bunların faydalı olduğunu
anladığında da görsel ve dokunma süreçlerine dâhil edildi.
(Deutsche Welle
Türkçe)
http://t24.com.tr/haber/super-beyin-yaratildi/224774
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar