HZ. MEVLÂNA CELÂLEDDİN RUMÎ'NİN MESNEVİ 1.CİLTTEKİ SANSÜRLENEN HİKAYESİ
Mesnevî-i Şerif’in 1.cildinde “Taassup yüzünden Hıristiyanları öldüren Yahudi padişahın hikâyesi”
adı ile geçen kıssa diyalogcu geçinen kişiler tarafından sansürlendiğini
üzülerek utanarak ifade ediyorum ki;
Bu önemli "aldatma hikâyesini" anlatım
sonunda gelen nasihatteki mevzuya bağlayarak “Ahmed’e
Doğru” diye alakasız bir isim altında zikrediyorlar. Bu hikâyeyi konusuna bağlı olarak bu başlık ile
ilişkilendirilmesi resmen Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize
yapılmış bir hakarettir. (!)
Hikâyenin ana fikrine göre isim başlığı başka olması
gerekirken Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize bu isim altında
bağlayan insanlar ne yapmak istiyorlar?
Birşeyin üzerini kapatmak mı istiyorlar?
Bizim anlamadığımız çok şeyi mi biliyorlar?
Ayrıca bazı “Seçmece Mesnevi Hikâyelerinde” ise
bu konuyu bulmak pek mümkünde değil.
Bizim buradan anladığımız bir şey yok diyelim. Ancak
Mevlevi veya sempatizanı olarak geçinen bu kişiler, acaba birilerini memnun
etmek için Mevlâna Celaleddin Rumî Efendimizi niçin incitiyorlar? Bunu düşünmek
istemiyorum ve bu hatanın sehven yapıldığını zannetmiyorum. Acilen düzeltilmesi
gereken bu hususun gereğini tekrar ederek ve sözü uzatmadan İsmail Güleç
Beyefendinin bu hikâye üzerindeki mütalaalarını fayda kabilinden buraya derc
ediyoruz.
MESNEVÎ’DE
GEÇEN HİKÂYEDEKİ VEZİR, AZİZ PAVLUS MUDUR?
27 Haziran 2008 Cuma
Mesnevî"de Geçen “Taassup Yüzünden Hıristiyanları Öldüren Yahudi
Padişahın Hikayesi”ndeki Vezir, Aziz Pavlus mudur?
Can the Vizier in the Tale of the Jewish Sultan who
Murdered Christians Because of his Fanaticism, Recounted in the Mesnevi, Be
Identified as Saint Pavlus?
Öz
Mevlâna"nın Mesnevî"sinde birçok hikaye yer
almaktadır. Bunlardan biri de taassup yüzünden Hıristiyanları öldüren Yahudi
padişahın hikayesidir. Bu hikayede geçen ve ismi belirtilmeyen vezirin kim
olduğu konusunda şarihler arasında tartışmalar olmuştur. Kimi şarihler, bu
vezirin Aziz Pavlus olduğunu ileri sürerken, kimileri de bu konuda fikir beyan
etmemişlerdir. Bu makalede vezirin gerçekten kimi şerhlerde geçtiği gibi Aziz
Pavlus olup olmadığı tartışılmış ve konu hakkındaki görüşler
değerlendirilmiştir.
Anahtar sözcükler: Mevlana - Mesnevi, Pavlus - Hikaye.
Abstract
Mevlâna"s Mesnevî includes many
stories. One of them is about a Jewish Sultan who slaughtered Christians
because of fanaticism. There have been debates on the identity of this
anonymous vizier among the poets. Some argued that it was no other than Saint
Pavlus in the tale while others have adopted a neutral position. In this
article, it has been discussed whether it was Saint Pavlus who was the vizier
in the story or not and the various arguments have been considered as well.
Keywords: Mevlâna - Mesnevî, Commentary – Paul.
Mevlâna Celaleddin Rûmî"nin (ö. 1273), Mesnevî isimli
tanınmış eserinde klasik Doğu edebiyatının ortak malzemesi olan ayetler,
hadisler, enbiya kıssaları, evliya menkıbeleri yer alır. Bunların yanı sıra Mesnevî"de,
özellikle Hâkim Senâî (ö. 1150) ve Şeyh Attar (ö. 1221) gibi kendinden önceki
büyük şairlerin eserlerinde olduğu gibi, mazmunlarının teşkil ettiği
sanatındaki malzemenin önemli bir kısmını hayvan hikaye ve motifleri oluşturur.
Mevlâna, bu hikaye ve motiflerde birçok konulara temas etmiş, tasavvufi, dini,
felsefi, ahlakî ve terbiyevî düşüncelerini, görüşlerini, bazen başlı başına
bir hikaye ile remzi olarak, bazen de bir veya birkaç beyitten ibaret
motiflerle telmih ve insan-hayvan, iç-dış benzerliklerinden ve
münasebetlerinden faydalanarak yaptığı teşbihlerle
açıklamıştır.[1] Mesnevî"de geçen hayvan hikayelerinden bir
kısmının Kelile ve Dimne"den alınmış olduğu bilinmekle
beraber[2]Hıristiyanlıkla ilgili hikayelerin alındığı kaynaklar hakkındaki
bilgilerimiz yeterli değildir.
Mevlâna"nın
Hıristiyanlarla ilgili anlattığı ilk hikaye, Mesnevî"nin birinci cildinin
üçüncü hikayesi olan “Taassup yüzünden Hıristiyanları öldüren Yahudi padişahın
hikayesi”dir. Sözünü ettiğimiz hikaye Mesnevî"nin birinci cildinde
321-739. beyitler arasında yer almaktadır:
“Yahudiler arasında zâlim, İsâ düşmanı ve Hıristiyan öldüren bir hükümdar
vardı. Peygamberlik zamanı ve nöbeti İsa"nındı. Musa devri geçmişti. Öyle
olmakla beraber o, Musa"nın; Musa da o"nun ruhu mesâbesindeydi. O
şaşı hükümdar Allah yolunda iki demsâz ve hemdem olan Musa ve İsa"yı
birbirinden ayrı gördü. Yahudi hükümdar çıfıtlık kini ile o kadar şaşı oldu ki,
aman Yâ Rabbî sana sığındık! Ben Musa dininin hâmî ve yardımcısıyım diye yüz
binlerce mazlum mümîni öldürdü. Yahudi hükümdarın sapık ve hileci bir veziri
vardı ki hile ile suyun üstüne düğüm vururdu. Bu vezir dedi ki, Hıristiyanlar
canlarını kurtarmak için dinlerini hükümdardan gizlerler. Onları öldürme ki,
öldürmenin faydası yoktur. Din, misk ve öd ağacı değildir ki kokusu olsunda
ondan anlaşılsın.
Hükümdar vezire sordu ki o halde ne tedbir alalım? Bu hilenin, bu yalanın
–Yani İseviliğin- yayılmasına mâni olmanın çaresi nedir? Tâ ki dünyada
Nasrâniliğini ilan eden, yahut gizli din kullanan bir Hıristiyan kalmasın.
Vezir dedi ki: Şahım, kulağımı ve elimi kestir ve acı bir hüküm ile burnumu ve
dudağımı yardır. Ondan sonra beni darağacının altına getir. O sırada bir
şefaatçi çıksın ve senden affımı istesin. Bu işi tellal çağrılan ve kalabalık
olan dört yol ağzı bir meydanda yaptır. Ondan sonra beni yanından uzaklaştır ve
uzak bir şehre sür ki, Hıristiyanlar arasında şer ve fitne çıkarayım. Gizli
olarak diyeyim ki: Ben sırren Hıristiyan"ım. Ey sırların âlimi olan Rabbim
sen bilirsin. Şah benim imânıma vâkıf oldu. Yahudilik taassubu dolayısıyla
canıma kastetti. Dinimi gizlemek, şahın dinini izhâr etmek istiyordum. Şah
esrarımdan koku aldı. Sözlerim onun nezdinde töhmetli tutuldu. Şah bana dedi
ki: Senin sözün, içinde iğne bulunan ekmek gibidir. Senin kalbinden benim
kalbime pencere vardır. Ben o kalp penceresinden senin halini gördüm. Halini
görüp anladığım dedikoduna kulak asmam. Eğer İsa dini yardımcım olmasaydı şah
beni çıfıtçasına parçalatacaktı. İsa için canımı feda eder, başımı veririm.
Hatta bundan dolayı kendimi yüz bin kere minnettar sayarım. İsa"dan canımı
esirgemem, lakin onun dinine dair iyiden iyiye malumatım vardır. O pak dinin
birtakım cahiller arasında kalıp ziyana uğrayacağına hayıflanıyorum. Allah"a ve İsa"ya şükür ki biz bu hak
dinin rehberi olmuşuz. Yine şükrolsun ki o çıfıttan da çıfıtlıktan da
kurtulmuş, Hıristiyanlık zünnarını belimize bağlamışız. Ey
insanlar; zaman İsa devridir. O"nun dinine ait esrarı candan gönülden
dinleyiniz.
Vezir bu hileyi sayıp dökünce, hükümdarın kalbindeki endişeyi tamamıyla
izâle etti. Hükümdar vezirin dediği siyaseti onun hakkında yaptırdı. Ahali ise
vezirin cürümü ve cezası karşısında hayran kaldı. Hükümdar veziri,
Hıristiyanların bulunduğu memlekete sürdü. O da gittiği yerlerde onları davete
başladı. Yavaş yavaş mezhebine girmek suretiyle yüz binlerce Hıristiyan vezirin
başına toplandı. Vezir o cemaate İncil"in, zünnarın, namazın esrarını
gizlice anlatıyordu. Vezir zâhirde din hükümlerinin vâizi idi. Lâkin batında ve
hakîkatte kuşbazların ıslığı ve tuzağı gibiydi. Bundan dolayı ashaptan
bazıları, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)"den insanı azdıran nefsin hilesine dair
malumat isterlerdi... Hıristiyanlar tamamıyla o vezire tabi oldular. Zaten avam
insanların taklit kuvveti nedir ki? Vezirin muhabbetini kalplerine ektiler.
Kendisini İsa"nın vekili farz ettiler. O vezir hakikatte tek gözlü ve
melun bir deccal idi. Ey ni"me"l-mûîn olan Allah; imdâda yetiş!... O
alçak vezirin aslı ve mayası haset idi. Onun kulağını ve burnunu batıl yere ve
bedava olarak verdi... Vezir gibi halkı sapıtmayı kendine sermaye yapma ve
herkesi namazdan, niyazdan ve ibadetten alıkoyma.
O kafir vezir ki din nasihatçisi kılığına girmiş, hile ile bâdem helvasına
sarımsak karıştırmıştı. Kuvve-i zaikası olanlar –yani ağzının manevi tadı
yerinde bulunanlar- vezirin sözlerindeki lezzet arasında bir de acılık
duyuyorlardı. Vezir nükteli sözler söylüyordu. Lakin o sözler, içine zehir
karıştırılmış şeker şerbeti gibi idi. Vezirin zahiri kelamı: Hak yolunda
gayretli ol diyordu. Zımnen ve fiilen ise rûha atâlet ve miskinlik tavsiye
ediyordu... Veziri dinleyenlerden her kim anlayışlı ve zevk sahibi değilse,
vezirin sözleri onun boynuna halka gibi geçiyordu. Hükümdardan ayrı olarak
vezir altı sene müddetle İsevi"lerin penâhı ve muktedâsı oldu. Halk –yani Hıristiyanlar-
dini de, kalbi de ona teslim ettiler, onun emrine ve hükmüne karşı can fedâ
edecek dereceye geldiler. Vezir ile hükümdar arasında gizli muhabere oluyordu.
Vezirin vaatlerinden hükümdarın kalbi rahatlaşıyordu. Hükümdar ona: Ey benim
makbulüm, zamanı geldi. Kalbimdeki endişeyi çabucak gider, diye bir mektup
yazdı. Vezir ise “Şahım İsa dinine fitne düşürmek işiyle meşgulüm”, diye cevap
gönderdi.
İsa kavminin rabt u zabt hususunda on iki hakimi vardı. Her fırka, ayrı bir
beyin tabii idi ve tamahkarlık sevkiyle onun kulu ve kölesi olmuştu. Bu on iki
bey ile onların kavmi, o nişanı kötü vezirin itaatine girmiş ve bendesi
olmuştu. Hıristiyan beyleriyle tâbîlerin hepsi de vezirin sözlerine kanmışlar,
ahvâl ve harekâtına bağlılık göstermişlerdi. Vezir öleceksin demiş olaydı, o
beylerden her biri, her an ve saat huzurunda can verirdi. Vezir o beylerden her
birinin namına bir tomar tanzim etti ki tomarların hepsi de meslek ve mezhep
itibarıyla bambaşka idi. O tomarlardan her birinin hükümleri başka türlü ve biri,
başından sonuna diğerine aykırı idi. Tomarın birinde, riyâzet ve açlık yolunu,
tövbenin ve günahlardan dönüşün rüknü kılmış. Tomarın birinde demişti ki:
Riyâzetin faydası yoktur. Bu yolda cömertlikten başka kurtulacak cihet
bulunmaz. Tomarın birinde de demişti ki; senin açlığın da cömertliğin de
mağbuduna karşı şirk koşman olur. Gamda olsun, rahatta olsun, tevekkül ve
teslimden başka amellerin hepsi hile ve tuzaktan ibarettir. Tomarın birinde
demişti ki: Vacip olan hizmettir. Yoksa tevekkül düşüncesi bâis-i töhmettir. Tâ
ki o emir ve nehiylerle kendi aczimizi ve Hakk"ın kemâl-i kudretini görüp
anlayalım. Tomarın birinde demişti ki: Kendi aczini görme, aklını başına al.
Kendinde acz görmek, Allah"ın nimetine küfran göstermektir. Kendi kudretini gör ki bu kudret ondandır. Kendindeki kudreti
Allah"ın bir nimeti bil. Tomarın birinde demişti ki: Bu ikisinden –yani
kendinde acz ve kudret görmekten- geç. Nazara sığan, görülebilen her ne varsa
tevhid yolunda manevi put sayılır. Tomarın birinde demişti ki: Bu mumu söndürme.
Çünkü nazar ve istidlâl bu meclisin mumu gibidir. Nazar ve istidlâlden
geçersen, vuslat gecesinin yarısında mumu söndürmüş, karanlıkta kalmış olursun.
Tomarın birinde demişti ki: Korkma, nazar ve istidlâl mumunu söndür. Yani
müessiri bulmak için esere bakmaktan vazgeç ki ona mukabil yüzlerce nur görmüş
olasın... Tomarın birinde demişti ki: Allah sana ne vermişse, onu icâd ederken
sana şirin kılmıştır. Tomarın birinde demişti ki: Kendi isteğini bırak. Çünkü
senin tabiatınca makbûl olan, kötü ve merdûd bir harekettir. Tomarın birinde
demişti ki: Allah"ın müyesser kıldığı şeyler –yani icrasını
kolaylaştırdığı hareketler- kalbin hayâtı ve rûhun gıdasıdır... Tomarın birinde
demişti ki: Kendine bir üstat bul. Haseb ve neseb dolayısıyla âkıbet-i umûra
vâkıf olamazsın. Tomarın birinde demişti ki: Üstadı tanıdığın için üstat
sensin. Tomarın birinde demişti ki: Bunların hepsi birdir. İki gören şaşı bir
zavallıdır. Tomarın birinde demişti ki: Yüz nasıl bir olur? Böyle düşünen
delidir. Her biri diğerine zıt bir sözdür. Nasıl olabilir ki biri zehir, öbürü
şekerdir?
İsa dininin düşmanı olan o Yahudi vezir bu tarzda ve nevide on iki tomar
yazdı... O Yahudi vezir hükümdarı gibi cahil ve gâfil idi. Bunun için kadim ve
kabulü zaruri olan bir emr-i ilâhî ile pençeleşmeye kalkıştı. Öyle bir Kâdir-i
mutlak uğraşmak istedi ki, bunun gibi yüzlerce âlemi bir dem içinde, yahut bir
kün emriyle yokluktan vücûda getirir... O vezir de, onun gibi yüz, hatta yüz
bin vezirin de hîlesini Allah, bir kıvılcımla mahveder. Cenab-ı Hak, o Yahudi
vezir ve emsâlinin düşündükleri hileleri, mazlumlar hakkında hikmet hâline
getirir. Yine zehirli su gibi olan tezvirlerini mağdurları için şerbet
derecesine çıkarır... O vezir, kendiliğinden başka bir hile yaptı. Vaazı
bıraktı, halvete oturdu. Kırk elli gün kadar halvette oturup müritlerini
ayrılık ateşine yaktı. Halk o vezirin hâl u kâli ve zevk u iştiyâkından deli
divâne oldu. Müritler ağlayıp vezirin dışarı çıkması için yalvarıyorlardı. O
ise halvet hanesinde riyâzat yüzünden iki kat olmuştu. Müritler diyorlardı ki:
Sensiz bizim için hidayet nuru yoktur. Yedici bulunmazsa körün hali nasıl olur?
İkram ve ihsan etmiş olmak için ve Allah aşkına artık bundan fazla bizi
kendinden ayırma. Biz çocuk gibiyiz ki sen de dadımız mesâbesindesin. Terbiye
ve irşâd gölgeni başımızdan eksik etme. Vezir dedi ki: Rûhum dostlarımdan uzak
değildir. Lakin dışarıya çıkmam için müsaade yoktur. Hıristiyan vezirleri
şefaat için, diğerleri de nefislerini kötülemek üzere vezirin yanına geldiler.
Dediler ki: Ey kerim olan vezir, biz sensiz, gönlümüzden, dinimizden yetim
kalmış olduk. Bizim için bu ne bedbahtlıktır. Sen halvetten çıkmamak için
bahane buluyorsun. Bizim ise yüreğimiz yandığı için yüreğimizi çekiyoruz. Biz
senin güzel sözlerine alışmış, süt gibi olan hikmetlerini bol bol içmiştik.
Allah aşkına olsun bize bu cefayı etme, lutfeyle de halvetten çıkmak için
bugünü yarına bırakma. Bu aşıklar sana gönül vermişlerdir. Sen olmayınca
delâlete düşeceklerdir. Hepsi de senin firakında karada kalmış balık gibi
çırpınıyorlar. Derenin bendini aç da suyu salıver. Ey şu asırda misli
bulunmayan, Allah aşkına olsun, halkın feryâdına koş ve imdâda yetiş. Vezir
dedi ki: Ey dedikoduya angarye olarak tutulmuş gevezeler, ey vaaz, söz, dil ve
kulak arayanlar. Adi bir hissin mevzii bulunan kulağınıza pamuk tıkayınız,
bilakis gözünüzdeki his bağını çözüp atınız. Guş-ı sırrın, yâni bâtın kulağının
pamuğu bu zahirdeki kulaktır. Bu kulak tıkalı bulunmadıkça manevi kulak sağır
demektir. Hissiz, kulaksız ve fikirsiz olun ki irciğ hitabını işitesiniz...
Müritlerin hepsi dediler ki: Ey sıvışmak için fırsat arayan hakîm, bu hileyi,
bu cefayı bize yapma. Yük taşıyacak hayvana kudretine göre yük vur. Zayıf
insanlara da tâkâtleri miktarı iş buyur...Vezir müritlere dedi ki: Delil ve
hüccetlerinizi kısa kesiniz. Verdiğim nasihatlere kalbinizde ve ruhunuzda yol
veriniz. Ben bu halvethaneden dışarı çıkamam. Çünkü kalp ahvâli ile
meşgûlüm. Müritlerin hepsi dediler ki: Ey vezir, sana söylediğimiz
sözler, itiraz ve inkar kabilinden değildir. Bizim temennilerimiz, yabancıların
sözüne benzemez...
O vezir halvethane dilinden seslendi ki: Ey müritler, malumunuz olsun. İsa
bana bütün dost ve akrabadan münferit ol diye haber gönderdi. Yüzünü duvara
çevir ve yalnız otur. Hatta kendi varlığından halvet ve inziva et. Bundan sonra
konuşma yoktur. Artık benim sözle işim gücüm kalmamıştır. Dostlar,
Allahaısmarladık. Ben ölmüşüm ve dördüncü kat feleğe intikal etmişim. Bu
intikalim felek-i nârî altında meşakkat çekmemek ve odun gibi yanıp mahvolmamak
içindir. Artık dördüncü kat semada İsâ"nın yanında oturacağım. Sonra
Hıristiyan beylerini çağırdı. Tenhaca her biriyle görüşüp konuştu. Her birine
dedi ki: İsa dininde Hakk"ın vekili ve benim halefim sensin Öbür beyler
senin tebğan olacaktır. İsa hepsini senin tabilerin kılmıştır. Serkeşlik edecek
beyi yakala, ya öldür, yahut esir et. Lakin ben sağ oldukça şu vasiyeti kimseye
söyleme. Ben ölmedikçe de riyâset ve niyâbet talebine kalkışma. İşte bu tomarı
ve dîn-i İsa hükümlerini ümmete karşı birer birer ve fesâhatle oku. Beylerden her
birine ayrı ayrı olarak Hak dininde senden başka vekil yoktur dedi. Her birini
birer birer tazîz ve takdîs etti, ona söylediğini aynen buna da söyledi. Her
birine birer tomar verdi ki murâd ve mazmûnları birbirine zıt idi. Eliften
ye"ye kadar olan harflerin şekli nasıl muhtelif ise, o tomarların metni de
öylece birbirine aykırı idi. Bu tomarın hükmü, diğerinin zıddı idi. Nitekim bu
tezadı evvelce beyân etmiştik. Ondan sonra kırk gün kapısını kapadı, kendisini
öldürüp varlığından kurtuldu.
Halk vezirin öldüğünü haber alınca mezarının başı mahşere döndü. Halk,
saçını sakalını yolarak ve elbisesini yırtarak onun matemine o kadar toplandı
ki, Arap"tan, Türk"ten, Rum"dan ve Kürt"ten mürekkep o
kalabalığın sayısını ancak Allah biliyordu. Onun mezarının toprağını başlarına
saçtılar. Onun derdini kendileri için derman saydılar. O kimseler, vezirin
kabri başında bir ay oturup matem ettiler ve gözlerinden kanlı yaşlar
akıttılar. Bir ay sonra halk dedi ki: Ey büyükler, beylerden vezirin yerine
geçecek kimdir? Ki o vezirin makamında imam ve muktedâ tanıyalım; ve elimizi,
eteğimizi onun eline teslim edelim... O muktedanın yani vezirin
ölümünden sonra kalktılar ve yerine vekil istediler. O beylerden biri ilerledi.
O vefakar kavmin yanına gitti. Dedi ki, işte o zatın vekili, hatta İsa"nın
bu zamanda nâibi bendim. İşte bu tomar benim vesikamdır ki ondan sonra niyâbet
ve riyâset benim hakkımdır. Diğer bir bey de pusudan çıktı ve ortaya atıldı; o
da hilâfet davâsında idi. O da koltuğunun altında bir tomar gösterdi. Bunun
üzerine ikisinde de çıfıt gazabı peyda oldu. Diğer beyler de birer birer ve
birbirinin arkasından keskin kılıçlar çekerek geldiler. Her birinin elinde kılıç ve tomar vardı. Neticede
azgın filler gibi birbirlerine girdiler. Yüz binlerce Hıristiyan maktul düştü. Kesilmiş
başlardan tepeler peydâ oldu.Sağdan, soldan kan
selleri aktı, havaya dağlar gibi tozlar kalktı. Vezirin ektiği fitne tohumları,
o ölülerin başlarına afet olmuştu. Cevizler kırıldı. İçi olanların ölümden
sonra temiz ruhu kaldı...”[3]
1- Hikayenin kaynağı
Kaynaklarda bu hikayenin, Tefsîr-i
Ebu"l-Fütûh-ı Râzî ve Kısâsü"l-Enbiyâadlı
kitapta yer aldığı ve Pîrûz"un Hayâlât"ıyla savaşındaki elini
kulağını kesmesinin de bu hikayeye katıldığı belirtilmektedir.[4] Mevlâna"nın yararlandığı kaynaklardan Şeyh Ebu"l-Hasan
b. Haysam"ın Kısâsü"l-Enbiyâ"sının Muhammed b. Esed
Tüsterî tarafından Farsça"ya tercümesinde yer alan hikaye ise şöyledir:
“Yüce Tanrı İsa"yı göğe ağdırdıktan sonra
Hıristiyanlar, Polos onları yoldan çıkarıncaya dek iyi bir yol tutmuşlardı. Polos
Yahudî"ydi. İsa"yı İsa dinine uyanları kötü görür, boyuna onların kötülüklerini
söyler onlara düşmanlık ederdi. Kocalınca şerrimin kötülüğümün onlardan
eksilmesini istemem dedi, bir gözünü kör olmuş gösterdi. Hıristiyanlara dedi
ki: Beni tanıyor musunuz? Evet, dediler, Tanrı mahlukatının en kötüsüsün sen.
Dedi ki: Dün gece İsa"yı rüyamda gördüm, gözüme bir yumruk indirdi, kör
etti beni. Ne vakte dek benim yoluma girenleri inciteceksin dedi. Ben titreye
titreye sıçrayıp uyandım, baktım ki bir gözüm görmüyor. Şimdi İsa"nın
benden razı olması için dininize girmek istiyorum, bunun için geldim size;
çünkü onun gazabına dayanamam ben, dedi. Hıristiyanlar onu aldılar, bir eve
götürdüler. O da rahiplerin yolunu yordamını tuttu. Bütün gün oruç tutardı, bütün
gece namaz kılardı. Sonunda halk ona inandı. Derken bir topluluğu yanına
çağırdı. Dedi ki: Görmüyor musunuz, ordu padişahın önünden gider. Evet dediler.
Öyleyse namazda doğuya dönmeniz daha doğru. O topluluk Kudüs"ten yüz
çevirdi, doğuya yöneldi. Bir zaman sonra bir başka topluluğu çağırdı, dedi ki:
Yüce Tanrı her şeyi insanın faydası için yarattı. Evet dediler, doğru. Peki
neden öküz eti helal olsun da domuz eti haram olsun? Ben şöyle görüyorum: Domuz
eti de helal. O topluluk domuz etini kendilerine helal saydı. Bir zaman sonra
bir başka topluluğu çağırdı ve dedi ki: Diriltmek, yaratmak yüce Tanrı"dan
başkasına kolay değil. Evet, dediler. Peki dedi, bu halde İsa"nın Tanrı
olması gerek. Çünkü o kuş yarattı, ölüyü diriltti. Bir zaman sonra da halkı topladı,
dün gece rüyada İsa"yı gördüm, senden razı oldum, dedi, elini yüzüme
sürdü. Tanrı, onun elinin kutluluğu yüzünden gözümü açtı, aydınlattı.
Bana size söylemem için birkaç söz ısmarladı. Bilginlerinizden büyüklerinizden
bir topluluğu seçin, bana gönderin de onlara söyleyeyim. Onlar,
bilginlerinden, ulularından üç kişiyi seçip gönderdiler. Teker teker benim
yanıma gelin, dedi. Önce birisini çağırdı, ona, İsa bana dedi ki, dedi, neden
onlar bana kul diyorlar? Siz de biliyorsun ki ben ölüyü dirilttim, kuş yarattım,
anadan doğma körün gözünü açtım, bunları Tanrı"dan başkası yapamaz. Ben
Tanrı"yım. Bana Tanrı demeniz gerek. O adam bundan böyle İsa"ya Tanrı
demeyi kabul etti, yanından çıktı. Sonra öbürünü çağırdı. Ona dedi ki; İsa bana
ümmetime söyle, dedi, ben öyle şeyler yaptım ki onları Tanrı"dan başkası
yapamaz. Neden bana Tanrı kulu diyorsunuz. Tanrı"nın ortağıyım ben, benim
hakkımda bu inancı beslemelisiniz. O adam da bu sözü kabul etti, dışarıya
çıktı. Sonra üçüncüsünü çağırdı, dedi ki: İsa, ben dedi, Tanrı"nın
oğluyum, siz de gördünüz, işittiniz, ben nasıl yarattım, nasıl ölüyü dirilttim,
İncil"i böyle okumanız gerek. O da bu sözü kabul etti, yanından çıktı.
Sonra Polos o gece kendini öldürdü. Bazıları da, İsa"nın sözlerini haber
verdim ona gideceğim, dedi. Halkın gözleri önünde kendini öldürdü.
Hıristiyanlar bu hali gördüler, ertesi günü üç kişinin yanına gittiler. Dediler
ki: İsa Polos"a ne demiş, o size neler söyledi? Üçü de duyduğunu söyledi,
sözleri birbirini tutmadı; aralarında ayrılık çıktı. Onlardan birinin adı
Nastur"du, birinin Melka, öbürünün de Mâr Yakub idi.[5]
Nastûrîler Hz. İsa"nın Allah"ın oğlu
olduğunu ileri sürdüler, Melkânîler; Mesih, annesi ve Allah diye üç ilâha
inandılar ve Yakubîler, Mesih"in Allah olduğunu kabul ettiler.[6]
İbrahim b. Mansur Nişâbûrî"nin (ö. 1035)
Kısâsu"l-Enbiyâ isimli eserinde "Kıssa-ı Agâz-ı Tersâyî"
bahsinde Yunus adlı bir Yahudi"nin, Hıristiyanlığa ihtilaf soktuğu ve
sonunda da kendisini öldürdüğü aynı tarzda anlatılmaktadır.[7]
2- Mesnevî şerhlerine göre vezir kimdir?
a- Vezirin kimliği konusunda yorum yapmayanlar
Mesnevî, yazıldığı dönemden itibaren birçok kereler
tercüme ve şerh edilmiştir.[8] Mesnevî"nin ilk mütercim ve şârihlerinden olan
Mûinî (ö. 1436"dan sonra), manzum şerhinde vezirin ismi konusunda herhangi
bir yorum yapmamıştır.[9] Abdülmecid-i Sivâsî (ö. 1639) vezirin hilekar, adam
aldatan ve iki yüzlü olduğunu söylemekle yetinmiş ve kim olduğu konusunda bir
şey söylememiştir.[10] Sarı Abdullah Efendi de (ö. 1661) vezirin kim olduğu
konusunda yorum yapmamıştır.[11] Ankaravî İsmail Efendi (ö. 1631) bu beyti sadece tercüme etmekle yetinmiş,
hiçbir açıklama yapmadan bir sonraki beyte geçmiştir.[12] Şifâî Mehmed Dede (ö. 1671)[13] ve Şeyh Murad-ı Buhârî (ö. 1848), vezirin kim olduğu
konusunda yorum yapmayan diğer şârihlerdir.[14] Âbidin Paşa (ö. 1848) ise, okuyuculardan veziri, tanıdıkları ve
bildikleri en hilekâr ve düzenbâz bir adam olarak düşünmeleriniistemekle yetinmiş ve vezirin kimliği konusunda
herhangi bir açıklama yapmamıştır.[15]
Ahmet Avni Konuk (ö. 1938) mufassal şerhinde;
padişahın Yahudi kralı Herod"un oğullarından Celîl ve “müzevir Yahudî
vezir”in de onun vezirinin olması gerektiğini söylemekte ve bunun ayrıntı
olduğu için tarihçiler tarafından pek dikkate alınmadığını belirtmektedir.[16] Bunun yanı sıra Pavlos"un, hikayedeki vezir olup
olmadığı konusunda herhangi bir yorum yapmadan Ahmet Mithat Efendi"nin (ö.
1912) Müdâfaa namındaki eserinden aldığı iki paragraflık
bilgiyi dercetmiştir.[17] Son dönem Mesnevî şârihlerinden Kenan Rifâî (ö. 1950)
vezirin kim olduğu konusunun üzerinde
durmamış, sadece vezirin sahte mürşitlere benzediğini
söyleyerek açıklamalarına geçmiştir.[18] Tahirü"l-Mevlevî (ö. 1651) bu hikayenin uzunca
bir bölümünü tercüme etmekle yetinmiş ve vezirin kim olduğu konusunda bir fikir
belirtmemiştir.[19] İncil kelimesine yaptığı açıklamada ise İncillerin
çokluğundan ve birbirleriyle çelişmesinden rahatsız olan Pavlus"un bu
duruma müdahale ettiğini belirtmekle yetinmiştir.[20]
b- Vezirin kimliği konusunda yorum yapanlar
Vezirin kim olduğu konusunda üç şarih açıklama yapmıştır. Vezirin kim olduğu konusunda ilk defa isim
telaffuz eden şarih Mustafa Şemî Dede"dir (ö. 1596"dan sonra). Şemî
Dede şerhinde, vezirin isminin,
be"nin üzerine ötre koyarak “Bûles” olduğunu söylemekte ve Pavlus"un,
Hıristiyanları çeşitli mezheplere ayırdığını belirtmektedir.[21] Şemî Dede gibi İsmail Hakkı Bursevî (ö. 1725) de
şerhinde vezirin ismini kesin olmayan bir dille ifade etmekte ve açıklamasını
şöyle yapmaktadır:
“Yahudi padişahın ateşe tapan, aldatıcı, su üzerine
nakış yapıp düğüm atan hilekar bir veziri var idi. Kimileri, bu beyitteki
vezirin Bevles[22]olduğunu söylerler. Burada da vezîr ile şeytana işaret
vardır. Çünkü Allah"ı anmaktan sakındıranın yakını şeytandır. Mecûsî
devamlı ateşi üflediği gibi şeytan da insanın kulağına vesvese ve kibir üfler.
Vezîrden kastedilen huy veya şehvet olması uygundur. Çünkü rûhun vezîri akl
olunca nefsin veziri aklın karşıtı olan şehvet olması gerekir. Ondan dolayı su
ile temsîl etdi. Çünkü yeme içmeden oluşur. Ve şehvetin mecûsiyyet ile
münâsebeti aşırı yemek düşkünlüğünde tabiatın ateşten olmasının gereği vardır.
Bundan dolayı, Ramazan ayında yeme içme haramdır. Tâ ki, murettebât istimâl
etmek hasebiyle haraiçteki sıcaklığı sabırla kontrol altına alıp ateş
tuzağından kurtulmak mümkün olsun. Çünkü iki cihânda âteş yanmaz.”[23]
Şemî ve Bursevî"den sonra vezirin kim olduğu
konusunda yorum yapan ve kendinden öncekilere göre daha ayrıntılı bilgi veren
Abdülbaki Gölpınarlı"dır (ö. 1982). Gölpınarlı"ya göre bu hikayenin
kahramanı Polos (Pavlos)tur. Miladın II. yılında doğmuştur. İsrailoğullarından
olup asıl adı Saul"dür. Önceleri İsa dininin en büyük düşmanı iken
sonradan Hıristiyan olmuş Anadolu, Kıbrıs ve Yunanistan"da bu dini yaymaya
çalışmış, MS 62 veya MS 63"te Roma"ya gitmiş ve MS 66"da idam
edilmiştir.[24] İncil"i inceleyen Mevlâna bu hikayeyi o kitaba
göre yorumlamış ve tasarladığı şekliyle hikayeyi almıştır.[25]
3- Tefsirlere göre Pavlus elçi midir?
Hileci vezirin kim olduğu konusunda kesin bir ifadede
bulunmayı zorlaştıran sebeplerden biri de Kuran-ı Kerim"de, Yasin suresi
13-30"daanlatılan kasaba halkına gönderilen elçiler kıssasıdır.[26] Kimi müfessirler bu elçilerden birinin Pavlus olduğunu
söylerler. Elmalılı Hamdi Yazır (ö. 1942), gönderilen elçilerin Yuhanna ile
Pavlus olduğunu belirtirken[27] Süleyman Ateş"e göre ise elçiler; Yuhanna, Simun
ve Pavlus"tur.[28] Fahreddin Râzî"nin (ö. 1209) rivayetine göre Hz.
İsa Antakya kralına iki elçi gönderir. Kral mucizeler gösteren bu elçileri
tutuklar ve hapse attırır. Hz. İsa daha sonra onları kurtarmak üzere
Simun"u gönderir ve Simun Kral"ı ikna ederek iki elçiyi hapisten
kurtarır.[29] Hasan Basri Çantay (ö. 1964), meal-tefsirinde ismi
geçen şehrin Antakya olduğunu ve elçilerin de Yuhanna ve Bevles (Pavlus)
olduğunu Beydavî"den (ö. 1286) nakletmektedir.[30] Ömer Nasuhî Bilmen (ö. 1971), kendinden önceki
müfessirlerin eserlerine göre bu elçilerin Yuhanna, Bulus (Bevles, Pavlus) ve
Simun olduğunu söylemektedir.[31] Bursevî tefsirinde gönderilen elçilerin Yahya, Yunus
ve Simun[32], İmam Kurtubî (ö. 1273); Sadık, Saduk, Şelum, Simon ve Yahya[33] Ebu"l-Leys Semerkandî (ö. 983); Terman, Talus ve
Şemun[34] Mehmet Vehbî (ö. 1828); Yunus, Yahya ve Şemun[35] Emir Sultan (ö. 1429); Yahya, Suğbân ve Şemun[36] isimlerini vermektedir. M. Asım Köksal (ö.
1998), Peygamberler Tarihi isimli eserinde Hz. İsa"nın on
iki yere elçiler gönderdiğini ve Antakya"ya gönderilen elçinin Butrus ile
birlikte Bulus isminde havarilerden olmayan birisinin olduğunu
söylemektedir.[37] Tefsirlerde ittifak olan isim Simun veya
Şem"un"dur. Üzerinde ittifak edilen bir diğer isim ise olayın geçtiği
mahallin Antakya oluşudur. Elçilerin Hz. İsa tarafından gönderilmiş olması da
üzerinde ittifak edilen hususlardandır.
Hicazî ise bu rivayetleri mesnedsiz iddialar olarak
bulmakta ve bu konudaki bilgileri israiliyyat olarak değerlendirmektedir.[38] Muhammed Esed (ö. 1992), şehrin neresi olduğu ve
elçilerin kim olduğu konusunda yapılan bu tip yorumları spekülatif bulmakta ve
kıssayı temsil olarak değerlendirmektedir.[39]
4- Vezir olduğu söylenen Pavlus kimdir?
a- Hayatı
Pavlus"un yaşamı ve öğretilerine ait bilgiler
konuyla ilgili Hıristiyan literatüründen kaynaklanır. Pavlus"la ilgili
bilgilerin temel kaynağı Yeni Ahit"tir. Hıristiyan literatürü dışında
Pavlus"la ilgili ilk elden bilgilere başka kaynaklarda rastlanılmaz.[40].
Pavlus"un nereli olduğu ve ne zaman doğduğu tartışmalıdır. İlk elden
kaynaklarda onun doğum tarihiyle ilgili açık bir ifadeye rastlamak mümkün
değildir. Muhtemelen MS 10"da doğmuş olduğu kabul edilir.[41]
Pavlus hakkında tartışılan bir konu da ismidir. Luka,
Yeni Ahit"in "Elçileri İşleri" bölümünde Pavlus"tan
"Saul" ismiyle bahseder. Pavlus"un Yahudi kökeniyle ilişkili
olan bu İbranice isim, büyük ihtimalle İsrailoğulları tarihindeki meşhur kral
Saul"un isminden hareketle verilmiş olmalıdır.[42] Pavlus ismine ise Yeni Ahit"te Elçilerin İşleri
13/9"dan itibaren rastlanır. Saul isminin yalnızca Luka tarafından
kullanılması ve mektuplarında kendisinden bu isimle hiç bahsetmemesi
Luka"nın Yahudi cemaati içinde Pavlus"un kabul görmesi isteğiyle
davranmış olmasını düşündürmektedir.[43] Bir kısım araştırmacı ise onun birden fazla ismi
olduğunu, ona dinsel isim olarak Saul isminin verildiğini, Pavlus isminin ise
Roma vatandaşı olması nedeniyle aldığı ismi olduğu söylenir. Bazı araştırıcılar
ise Pavlus isminin İbranice Saul"ün Yunanca telaffuzu olduğunu söylerler.
Pavlus ismini sonradan aldığını, Kıbrıs valisi Sergius Pavlus"un onun
öğretisini kabul eden ilk kişi olması hasebiyle valinin isminden hareketle
Pavlus adını seçtiğini düşünenler de vardır. Bütün bu ihtimaller arasında
Pavlus"un doğumundan itibaren bir Yahudi bir de Romalı olmak üzere iki
isim taşıması ihtimali daha kuvvetli görünmektedir.[44]
Saul, Tarsus doğumlu olup, zengin ve tanınmış bir
Yahudi ailesinin erkek çocuğudur. Ferisi mezhebine bağlı ve çadırcılıkla
geçinen bir Yahudi olan babası[45] o dönemde Tarsus kentinde pek az aileye tanınan
imtiyazlardan birine sahip olan Roma vatandaşlığına kabul edilir. Annesinden
hiç bahsedilmeyen Pavlus"un bir kız kardeşi ve ondan doğan bir yeğeni
olduğu söylenmektedir (Elç. İş. 23/16). Bazı araştırıcılar ise onun
evlendiğini, bir çocuk sahibi olduğunu ve sonradan dul kaldığını iddia
ederler.[46] Halbuki onun mektuplarından hiç evlenmediği
anlaşılmaktadır (Korintoslulara I.Mektup. 7/8-9).
Pavlus"un, ilk eğitimini doğum yeri
Tarsus"ta aldığı kabul edilir. Eğitimini sürdürmesi için ailesi tarafından
MS 14"te Kudüs"e gönderilen Pavlus"un burada, 5-6 yıl kadar, tüm
halkın sevgisini kazanmış bir Ferisi kutsal yasa öğretmeni Hillel"in
torunu Gamaliel"in dizinin dibinde eğitim gördüğü ve Sanhedrin"i
izleyen ve verilen kararları etkileyen birisi olduğu söylenir (Elç. İş., 5/34,
8/1, 22/3, 26/10). Kudüs"te Gemaliel"in talebesi iken hocasının
kızına aşık olduğu ve onunla evlenmek istediği, fakat kızın kendisinden yüz
çevirmesi üzerine saldırganlaşarak öfkeyle Yahudi ilke ve değerlerine düşman
olduğu ve bu doğrultuda Musa hukuku karşıtı faaliyetlere başladığı iddia
edilir.[47] Bununla birlikte Pavlus"un Kudüs"te bulunup
bulunmadığı konusu tartışmalı olup bu
konuda en yetkin araştırmacılardan biri olan Şinasi Gündüz, onun Kudüs"te bulunmama
ihtimalinin daha yüksek olduğunu düşünmektedir.[48]
Saul, Kudüs"te Sanhedrin üyesi iken Suriye
Yahudilerini teftişe gönderilir. Ayrıca o, Suriye"de de İsa"nın
yolunda yürüyen kadın erkek kimi bulursa tutuklayıp Kudüs"e getirmek
niyetindedir. (Elç. İş., 9/2) Saul, bu görevle Şam"a yolculuk ederken,
ilginç bir deneyim yaşar. Şam"a yaklaştığı esnada bir öğle vakti
birdenbire gözleri kör eden bir ışığın çevresini aydınlattığını görür. Işık o
kadar güçlüdür ki Pavlus"un gözleri görmez olur. Bunun etkisiyle yere
yıkılan Pavlus"a bir ses “Saul, Saul! Bana neden zulmediyorsun?” der.
Bunun üzerine Pavlus"un “Ey Efendim, sen kimsin?” sorusuna aynı ses “Ben
senin bana zulmettiğin
İsa"yım.” der. (Elç. İş., 9/3-5, 22/6-9, 26/13-15) Daha sonra İsa,
Pavlus"a hitaben yaptığı konuşmada, onu, kendisine hizmet etmekle
görevlendirdiğini, ulusların gözlerini açmak ve şeytan hükümranlığından Tanrı
hükümranlığına döndürmek için gönderdiğini söyler. (Elç. İş., 26/16-18)
Bu olayın tarihi kesin olmayıp 33 ile 36 arasında
değişik tarihler verilir.[49] Pavlus, İsa sonrası yaklaşık 30 yıl boyunca Mesih ve
Rab olarak nitelendirdiği tanrısal varlık İsa ile ilgili çeşitli vizyonlar
görmüştür. Yahudi kaynaklarına göre ise yolda Pavlus"a güneş çarpmış ve
kendinden geçmiştir. Ayıldığında görmediği ve tanımadığı Hz. İsa"nın
taraftarı kesilir.[50]
Havarilerden Hananya"ya bu olay bir vizyonla
bildirilince, Hananya"nın teşvikiyle Pavlus vaftiz olup cemaate kabul
edilir. (Elç. İş., 9/9-19) Yahudiler Saul"u öldürmek isterler ve
öğrencilerinin yardımıyla Kudüs"ten kaçar. (Elç. İş., 9/23-25)
Kudüs"e geldiğinde İsa"nın öğrencileri kendilerine kötülük eden bu
adama ancak Barnabas"ın delaletiyle inanırlar. (Elç. İş., 9/26-29)
Kudüs"te Yahudileri kendini öldürmek istemeleri üzerine Tarsus"a
gider. (9/30) Pavlus çeşitli mucizeler göstererek İsa gibi felçlileri
iyileştirir (9/32-34), ölüleri diriltir (9/39-43).
Saul, Barnaba ile birlikte Kıbrıs"a gider ve orada
Vali Sergius Pavlus adında bir zata Allah"ın sözünü anlatır. Vali,
Saul"e iman eder ve valinin yanında bulunan Beryaşu veya Elimas adında bir
sihirbazı da kısa süreliğine kör ederek kendisine inandırır. (Elç. İş.,
13/4-12)
Pavlus"un hayatı yolculuklarla geçmiştir. Üç ana
misyon yolculuğu altında özetlenen bu yolculuklar esnasında her gittiği yerde
hoşgörü ile karşılaşmaz. Antakya"da halkın şiddetli saldırısına uğrar ve
taşlanır. İnsanlar onu öldü sanıp bırakırlar. Şehrin dışına sürüklerler. Öğrencileri
çevresinde toplanınca Pavlus ayağa kalkıp şehre döner ve gayretli çalışmasına
devam eder. (Elç. İş. 14/19-22) Müfessirler bu olaydan dolayı, ilgili ayetleri
tefsir ederlerken Pavlus"u da zikrederler. Yanlarına seçecekleri adam
yüzünden araları açılan Barnaba ile Pavlus ayrılır ve yollarına ayrı ayrı devam
ederler. (Elç. İş. 15/36-40) Pavlus Tyatira"da hapse atılır ve bir mucize
sonucu zindandan çıkartılır. (Elç. İş. 16/16-40)
Son yolculuğunda Kudüs"te, Tanrısal hukuka karşı
gelmediğini göstermek ve Yahudilerin tepkisini çekmemek için adak adamıştır.
Bunun üzerine dört kişiyle birlikte tapınağa gider ve yedi günlük arınma
törenine katılır. Ancak olaylar beklendiği gibi gelişmez ve Anadolulu bazı
Yahudiler “Kutsal Yasaya karşı öğretileri yayan adam budur.” diyerek halkı
toplayıp Pavlus"u apar topar dışarı çıkarırlar ve döverler. Kızgın halk
tarafından öldürülmek üzereyken Romalı askerler tarafından kurtarılır ve kaleye
götürülür. (Elç. İş. 21/27-36) Kalede Roma vatandaşı olduğunu söyleyerek
kırbaçlanmaktan kurtulur. Ertesi gün, Sanhedrin"de Pavlus hakkında ölüm
kararı verileceğini öğrenen Romalı komutan, onu Yahudilerin hiddetinden ve
kininden korumak için Sezariye valisi Feliks"e gönderir. (Elç. İş.,
23/12-29) Vali Feliks, Pavlus"u suçlayan Yahudileri de çağırarak mahkeme
kurup yargılamaya başlar. İki yıl kadar (MS 58-60) Sezariye"de valinin
yanında tutuklu kalan Pavlus, Feliks"in yerine vali atanan Festus"un
kendisini Kudüs"te yargılanmasını önermesi üzerine Roma vatandaşı olarak
Roma"da yargılanmak istediğini belirtir ve Roma yolculuğu başlar. (Elç.
İş. 25/11-12) Maceralı bir seyahatten sonra Roma"ya ulaşan Pavlus, orada
taraftarları tarafından karşılanır (Elç. İş. 28/17-24). Kiraladığı bir evde iki
yıl kalır ve bu zaman zarfında hiçbir engelle karşılaşmadan öğretisini yaymaya
çalışır (Elç. İş.28/30-31). Öte yandan Roma"daki yaşantısı hakkında bilgi
veren kaynaklar Pavlus"un eza ve işkencelere maruz kaldığını
belirtmektedirler.[51]Geleneksel Hıristiyan düşüncesi, Pavlus"un,
İmparator Nero tarafından, iktidarının zedelenmesi korkusuyla MS 67"de
öldürtüldüğü kanaatindedir. Tarih konusundaki bilgiler, diğer birçok konuda olduğu gibi kesin değildir.[52]Bir başka görüşe göre meşhur
Roma yangınından sonra Nero"nun bütün Hıristiyanları suçladığı ve onlara
karşı sistematik bir eza ve işkence başlattığı, bazı Hıristiyanları çarmıha
gerdirdiği, ateşe veya vahşi hayvanların önüne attırdığı anlatılır.[53]
Pavlus"un ölümü hakkında Yeni Ahit bir şey
söylemezken, bazı Hıristiyan yazarlar eserlerinde Petrus"la birlikte
Roma"da acı çektirilerek öldürüldüklerini söylerler.[54]
Pavlus; cüsse olarak ufak tefek ancak yapılı, başı
açık, çarpık bacaklı, kaşları birbirine bitişik, uzunca burunlu, koyu gri
sakallı, mavi gözlü, gülümser yüzlü ve tamamen zarif bir adam olarak tarif
edilmektedir.[55]
b- Pavlus"un misyonu ve etkisi
Pavlus, Hıristiyanlar için o kadar çok önemlidir ki o
olmaksızın ne Katolik Kiliseden, ne Yunan veya Latin patristik teolojisinden ve
ne de Hıristiyan-Helenistik kültürden bahsedilebilir.[56] Bununla birlikte o, bir yönden yaklaşık iki bin yıldır
ileri sürdüğü görüş ve düşünceleriyle tartışılagelen bir kişi, diğer yönden
tarihte üstlendiği önemli rolün hemen herkesçe kabul edildiği bir düşünür, bir
misyoner, teolog ve din kurucusudur. Kimine göre halüsinasyonlar gören bir epileptik veya
sürekli vizyonlar gören bir histeriktir. Kimilerine göre ise yaratıcı bir
düşünür, teolojik bir devrimcidir. Pavlus"un öğretilerini benimseyen
sıradan inananlara göre ise, Tanrı oğlu İsa Mesih"in mesajını insanlara
iletmek üzere Tanrı tarafından seçilen bir elçidir.[57]Mektuplarında ise
kendini, çarmıha gerilerek öldürülen ve sonra tekrar dirilen Rab İsa
Mesih"in mesajını vazetmek üzere seçilerek görevlendirilen kişi olarak
tarif etmektedir (Galatyalılara Mektup, 1/1-2, 2/7, I. Kor. 11/23,
Selaniklilere I. Mektup, 4/2).
Birçok araştırmacı, tarihsel İsa"nın[58] mesajını değiştirerek bozan kişinin Pavlus olduğu
konusunda hemfikirdirler.[59] Pavlus, İsa"nın inancına ihanet etmekle
suçlanmış, İsa"nın basit öğretilerini tahrip eden, Hıristiyanlık olarak
bilinen dini oluşturan kişi olmakla itham edilmiştir. Hıristiyanlık, mesih
mistizmine sır dini olarak Pavlus"un ellerinde şekillenmiştir. O
Hıristiyanlığı Yahudilikten kurtarmış paganist sır dinlerinin bir adaptasyonu
olarak Hıristiyanlığı oluşturmuştur.[60]
Pavlus"un yetiştiği çevreye ve kültürel geri
plana bakıldığında üç önemli öğe olduğu görülür. Bunlar; eski ahit ve
Yahudilik, Helenizm ve sır dinleri ile gnostizmdir.[61] Dolayısıyla Pavlus"un tarihsel İsa ile ilişkisi
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden beri tartışılmaktadır. Kumran metinlerinde
bazı ifadelerde bulunan doğruluk öğretmeninden İsa"nın kardeşi
Yakub"u, yalancılar adamı ifadesinden de Pavlus"u kastettiği iddia
edilmektedir.[62]
Pavlus, tarihsel İsa"nın yaşamına ilişkin
anlatılarda yer alan İsa"nın vaftizi, Havarileriyle yediği yemek, haç,
mucizeleri ve benzeri unsurları zaman zaman kullanmış ve bunları kendi
öğretilerinde destekleme bağlamında yorumlamıştır.[63] Pavlus öğretisinde, tarihsel İsa"dan öte kendi
öğretilerinin kaynağı olarak algıladığı Tanrısal İsa"yı ve Tanrısal
İsa"ya imanı ön plana çıkarmaktadır.[64] İsa"nın Tanrı merkezli din anlayışına karşılık
Pavlus"un öğretilerinin temelini ise Kristosentrizm veya Mesih merkezlilik
düşüncesi teşkil eder.[65] Pavlus; Tanrının egemenliği, İsa"nın şahsının
getirdiği mesajın önüne geçirmesi, Tanrı düşüncesi, Tanrısal hukuk, başta
sünnet olmak üzere yiyeceklerle ve şabatla ilgili kurallar, otorite anlayışı ve
sosyal-siyasal yapıya karşı tutum ve davranışları, mesih, Rab, tanrı oğlu gibi
konularda kaynak olarak tarihsel İsa"yı değil, vizyonlarla kendisine
göründüğünü ileri sürdüğü metafizik varlık Mesih"i esas aldı ve hitap
ettiği insanlara Mesih"in vahyine mazhar olan ve bunu yayan kişi olarak
kendisine uymalarını, her yönden kendisini izlemelerini öğretti.[66] Bu açıdan baktığımızda, günümüz Hıristiyanlığının
temel dogma ve düşüncelerinin geri planında Pavlus"un yaklaşımları
yatmaktadır. Bu nedenle Pavlus Hıristiyanlık tarihinin en önemli siması, hatta
Hıristiyan dinsel geleneğinin hemen her alanına damgasını vuran merkezi bir
figürdür. Hıristiyanlık, Pavlus tarafından geliştirilen bir din olarak
karşımıza çıkmakta ve Helenistik İsa cemaati tarafından savunulan inanç ve
değerleri alarak kendi bakış açısı ve yorumları çerçevesinde değerlendirerek
günümüz Hıristiyanlığının şekillenmesini sağlamıştır. Çoğu kimsenin sandığının
aksine tarihsel İsa veya Mesih ne Pavlus"un öğretilerinde ne de bu
öğretiler etrafında gelişen Hıristiyanlıkta merkezi bir figürdür. Tarihsel İsa,
çağdaşı Yahya gibi insanlığın kötülüğün tahakkümünden kurtarılması, şeytanın
yeryüzündeki saltanatının son bulması ve Tanrı"nın insan inanç, düşünce ve
davranışlarına egemen olması mesajını yayan ve yaklaşan hesap günü konusunda
halkı uyararak onları tövbeye ve Tanrı"ya imana davet eden bir kimsedir. O
Tanrı"nın birliğine üstünlüğüne ve mutlak egemenliğine inanan bir muvahhid
ve toplumdaki sosyal çöküşe, elitler ve din adamı hegemonyasına karşı çıkan bir
sosyal devrimcidir. Öte yandan Pavlus"un öğretilerinde yer alan merkezi figür
Mesih İsa"dır. Mesih İsa varlık öncesi var olan tanrısal bir figürdür,
Tanrı oğludur, insanlığın ilâhî kurtarıcısı olan Rab"dir. İnsanlığın
hukuk-günah-ölüm kısırdöngüsünden kurtarılması amacıyla bedenleşen, sonra ölen
ve yeniden dirilen bir tanrısal varlıktır, görünmez Tanrı"nın
görüntüsüdür. İleride insanlığın kurtuluşuna yönelik ilâhî planı
gerçekleştirmek üzere yeniden yeryüzüne gelecektir. Pavlus tarafından ön plana
çıkarılan bu Mesih figürünün gerek varoluşsal gerekse fonksiyonel açıdan Tarihsel
İsa ile bir ilişki yoktur.[67]
5- Vezîr ile Pavlus arasındaki benzerlikler ve farklılıklar
a- Vezîr ile Pavlus arasındaki benzerlikler
Yukarıda kısaca özetlenen hikayeye göre Yahudi
padişahın veziri ile Pavlus arasındaki benzerlikleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Her ikisi de Yahudi"dir: Pavlus, Yeni
Ahit"e göre Tarsuslu bir Yahudidir (Elç. İş. 21/39). Bir başka yerde ise
kendini “doğumunun sekizinci gününde sünnet olan, İsrail soyundan, Benyamin
kıptından özbeöz İbranî” (Filippililere Mektup, 3/5) olarak tanımlar.
2- Büyücülükle meşgul olmuşlardır: Kıbrıs"ta Vali
Pavlus"un huzurunda büyücü Elimas"ı (Elç. İş. 13/6-11) alt etmiştir.
Ayrıca birçok mucize gösterdiği de Yeni Ahit"te geçmektedir.
3- Kendilerini din ulusu gibi göstermişlerdir: Pavlus,
Şam vizyonundan sonra kendisinin mesajı doğrudan İsa"dan aldığını
söyleyerek kendisinin İsa Mesih tarafından özel olarak seçilmiş bir elçi
olduğunu ilan etmiştir. Bir başka yerde ise kendisinin doğmadan önce
seçildiğini söylemektedir. Vezir de halvette iken İsa ile görüştüğünü iddia
etmektedir.
4- Her ikisi de insanları Hıristiyanlığa davet etmiş
ve Hıristiyanlar etraflarında toplanmışlardır: Pavlus, yaptığı yolculuklar
sırasında ve sonrasında özellikle Anadolu ve Avrupa"da dini tebliğ etmiş
ve birçok insanı kendisine inandırmış ve etrafında toplamayı başarmıştır.
5- Hıristiyanların itikadını bozmuşlardır: Pavlus,
kimi Hristiyan teologlarına göre, başta Tanrı anlayışı olmak üzere Tanrısal
hukuk ve sünnet gibi birçok konuda Tarihsel İsa öğretileriyle çelişen inanç ve
uygulamaları başlatan kimse olarak, kimi Hıristiyanlarca da Hıristiyanlık
dinini tahrif eden kimse olarak değerlendirilir.
6- İsa"nın kendilerine göründüğünü ve onun
halifesi olduklarını iddia etmişlerdir: Saul, Kudüs"te Sanhedrin üyesi
iken Suriye Yahudilerini teftişe gönderildiği yolculukta, Şam"a yaklaştığı
esnada bir öğle vakti İsa"yı görür. (Elç. İş., 9/3-5, 22/6-9, 26/13-15) Bu
olaydan sonra İsa"nın elçisi olduğunu söyleyerek vaaz ve nasihatlere
başlar.[68]
7- Haset sahibidirler: Pavlus"un, Kudüs"te
hocası Gameliel"in kızına aşık olması ve kızın bu aşkına karşılık
vermemesi üzerine saldırganlaşarak öfkeyle Yahudi ilke ve değerlerine düşman
olduğu ve bu doğrultuda Musa hukuku karşıtı faaliyetlerine başladığı iddia
edilir.[69]
8- Akıl ve hikmet sahibi Hıristiyanlar onlara
inanmamışlardır: Kudüs"teki Petrus ve Yakup cemaati ile Pavlus yanlıları
arasında birçok konuda ciddi tartışmalar ve sorunlar yaşanmıştır. Sonunda
Pavlus, Müjde"nin sünnetlilere bildirme işinin Petrus"a verildiğini,
sünnetsizlere bildirme işinin de kendisine verildiğini söyleyerek (Gal. 2/7)
aralarındaki ayrımı net bir şekilde ifade eder.
9- Dönemleri: Vezirin yaşadığı zaman Hıristiyanların
kovuşturulduğu dönemdir. Pavlus"un yaşadığı dönem de Hıristiyanların çok
sıkı bir şekilde Yahudiler ve Romalılar tarafından takip edildiği ve
inananların öldürüldüğü dönemdir.
10- Tomarlar yazmaları: Pavlus"un da cemaatinin
olduğu bölgelere gönderdiği mektupları vardır. Bunlar 14 tanedir. Bu
mektuplarda, tomarlarda olduğu gibi inanç ve amel ile ilgili uyarı ve
nasihatler yer almaktadır. Birbiriyle çelişkili ifadeler yer almazken tarihsel
İsa ile çelişen nasihatlere rastlanmaktadır.
12- Öleceklerini söylemeleri: Pavlus Efes"ten
gelen cemaatin ileri gelenlerine Milet"te yaptığı konuşmada (Elç. İş.
20/18-35) “Sizlerden hiçbirinin yüzümü bir daha görmeyeceğini biliyorum.” der
(Elç. İş. 20/25). Bu konuşmadan sonra öğrencileri hep birlikte ağlayıp onun
sarılmaya başlarlar.
b- Vezîr ile Pavlus arasındaki farklılıklar
1- Vezir olması: Pavlus vezirlik yapmamıştır. Ayrıca
devrinde Yahudi padişah olarak Hirodes Agripa"yı görmüş ve onun tarafından
yargılanmak istenmiş ve Romalılara sığınarak bu yargılanmadan kurtulmuştur.
Bununla birlikte İsa"yı bir padişah olarak kabul edersek Pavlus"u da
diğer havariler birlikte onun vezirlerinden biri olarak görebiliriz.
2- Padişahla haberleşmesi: Aynı şekilde İsa ile
vizyonlarla görüşmesi ve ondan aldığı haberleri insanlara vazetmesi benzerlik
gibi gözükse de bu hikâyede anlatıldığı şekilde ve maksatta değildir.
3- Kulağı, burnu, eli ve ayağı kesilerek sürgüne
gönderilmesi: Hananya"nın ve Barnabas"ın delaletiyle vaftiz olarak
İsa taraftarlarınca kabul edilmesi olayında burun kulak kesme olmasa da
birisinin tavassutu olması dikkat çekicidir. Ayrıca Perge"den kovulması ve
Listra"da taşlanması ve öldü sanılarak bırakılması onun Hıristiyanlar
tarafından daha inandırıcı bulunmasını temin etmiştir.
4- Hıristiyanlar on iki boya ayrılması ve her boyun
bir beyi olması: Yakup"un mektubu şu ayetle başlar: Tanrı"nın ve Rab
İsa Mesih"in kulu ben Yakup, dağılmış olan on iki oymağa selam ederim.[70] Ayrıca Esinlemeler"de ise Yeni Kudüs"ün
tarif edildiği 12-13. ayetlerde, şehrin surlarının on iki kapısı olduğu ve on
iki meleğin bu kapıları beklediği, kapıların üzerinde de İsrail oğullarını on
iki oymağının adları yazılı olduğu belirtilmektedir.[71] İsa"nın etrafında on iki havari olması,
muhtemelen İsrail oğullarını temsil eden 12 kabilenin yeniden inşasını
simgelediği düşünülmektedir.[72] Tarihte, Hıristiyanlar on iki kavme ayrılmamıştır.
5- Vezir her beye İncil"in hükümlerini birbiriyle
çelişecek şekilde ayrı ayrı öğretmesi: Pavlus, gittiği her yerde insanların
durumuna göre birbirine yakın şeyler söylemişse de özellikle Kudüs"te
Yahudilerle tartışırken Anadolu"daki müminlerine söylediklerinden farklı
şeyler söylemiştir.
6- Vezirin her emiri ayrı ayrı veliaht ilan etmesi:
Pavlus"tan bahseden kaynaklarda böyle bir olaydan bahsedilmektedir.
7- Kırk gün halvette kalmaları ve müritlerinin
yalvarmaları: Aynı şekilde Pavlus"un hayatında böyle bir olay vuku bulmamıştır.
8- Vezirin kendini öldürmesi: Pavlus, Roma"da
İmparator Neron tarafından öldürülmüştür.
Sonuç
Mesnevî"de anlatılan bu hikayede geçen vezirin
kim olduğu konusunda müşterek bir kanaat olmadığını daha önce belirtmiştik.
Mevlâna, vezirin ismini zikretmediği gibi, şârihlerin üçü hariç hemen hepsi
vezirin kim olduğu konusunda fikir ileri sürmemişler, ileri sürenlerin
ifadesinden de kastedilen şahsın Pavlus olabileceği ihtimali söylenmesine
rağmen, biri dışında hiçbiri kesin bir dil kullanmamıştır.
Bunların yanında vezir hikayesiyle Pavlus"un
hayatında benzerlikler olduğu da aşikardır. Bu benzerliklere rağmen bahsi geçen
vezirden Pavlus"un kastedildiğini söylemek güç görülmektedir. Aralarındaki
farklılıklar ciddi olup tarihlerle uyuşmazlık göstermektedir. Ayrıca,
Pavlus"un mektuplarında birbirleriyle çelişen ifadelere rastlanmamakta
olup, İsa ile çelişen bölümler yer almaktadır.
Görüldüğü gibi tefsirler arasında da bu konuda
üzerinde görüş birliğine varılmış bir isim bulunmamaktadır. Ayrıca Mevlâna gibi
bir müderrisin bu ayeti ve tefsirini bilmediğini düşünmek mümkün
görülmemektedir. Bu ayetin tefsirlerini bilen ve Pavlus olduğu konusundaki
rivayetlerden haberdar olduğunu tahmin ettiğimiz Mevlâna"nın, tefsirlerin
bir kısmında kendisinden gerçek elçi olarak bahsedilen birisini yalancılıkla ve
bozgunculukla itham edeceği ihtimali bize zayıf bir ihtimal gibi görünmektedir.
Hikâyede dikkat çeken bir diğer konu şerhlerde Yahudi
padişahın isminin kim olduğu konusunda bir yorum yapılmamasıdır. Ayrıca vezirin
Pavlus olduğu yönünde kanaat belirten şârihlerden sadece üçünün vezirin ismini
zikretmeleri ve bunlardan sadece birinin ayrıntılı olması dikkati çekmektedir.
Mevlevîhanelerde Mesnevî ve şerhlerini dinleyerek yetişen mevlevilerin bu
konuda yorum yapmaması, geleneksel anlatımda vezirin kim olduğu konusunun çok
önemli olmadığını da düşündürmektedir.[73]
Sonuç olarak; hikayedeki vezirin Pavlus olması
ihtimali zayıf görünmektedir. Bu hikaye; Müslümanların, İsa"nın getirdiği
dinin kendisinden sonra gelen kimileri tarafından tahrif ve tağyir edildiği
kanaatini taşıması bakımından dikkat çekicidir. Kimi Hıristiyan teologlarının
Hıristiyanlığı bozan kişi olarak andıkları Pavlus"un hikayede geçen vezir
olması ihtimaliyle birlikte konu, Mesnevî"nin kaynakları ve Mevlâna"nın
yaşadığı dönemdeki İsa ve Pavlus anlayışı öğrenildiğinde daha net bir şekilde
ortaya konulabilecektir.
Kaynakça
Abdülmecid Sivâsî. Şerh-i Mesnevî, Beyazıt
Devlet Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi 1651.
Abidin Paşa. Tercüme ve Şerh-i Mesnevî-i Şerif,
3.bs. İstanbul, 1305.
Ateş, Süleyman. Kuran Ansiklopedisi 13,
İstanbul: KUBA, (t.y.).
_____Yüce Kuran"ın Çağdaş Tefsiri 7,
İstanbul: Yeni Ufuklar, (t.y.).
Bahar, Beki L. Efsaneden Tarihe Ankara
Yahudileri, İstanbul: Pan, 2003.
Baykal, Özgür. “Mevlâna"nın Mesnevî"sinde
Hayvan ve Hikaye Motifleri”,Şarkiyat Mecmuası, V/25 (1964), s.23-30.
Bilmen, Ömer Nasuhî. Kuran-ı Kerimin Türkçe
Meâl-i Alisi ve Tefsiri, c.VI, İstanbul: Bilmen, 1965.
Brown, Edward G. “A Parallel to the Story in the
Mathnawi of Celaleddin Rumi of the Jevish King who Persecuted the
Christians”, Islamica, Volumen Secundum, Fac. 1, Lipsiae in Adipus
guae Asia Maior Appelian Tur, Alr. MCMXXVI, s.129-134.
Çantay, Hasan Basri. Kuran-ı Hakim ve Meâl-i
Kerim II, İstanbul: Çantay, 1984.
Ebu"l-leys Semerkandî. Tefsîrü"l-Kuran
5, sad. Mehmet Karadeniz, İstanbul: Sezgin, 1995.
Emir Sultan. Yasin-i Şerif"in Meal Tefsir
ve Hassaları, ter. Hasanü"l-Halebî, sad. Melih Yuluğ, İstanbul: Çelik,
1991.
Esed, Muhammed. Kuran Mesajı Meal-Tefsir,
İstanbul: Gerçek Hayat, 2000.
Gölpınarlı, Abdülbaki. Mesnevî Şerhi I,
3.bs., Ankara: Kültür Bakanlığı, 2000.
Güleç, İsmail. “Türk Edebiyatında Mesnevî Tercüme ve
Şerhleri”, Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Araştırmaları,
yay. haz. Zehra Toksa, Harvard 27/II (2003), s.161-176.
Gündüz, Şinasi. Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı, Ankara:
Ankara Okulu, 2001.
Hicazî, Muhammed Mahmud. Furkan Tefsiri 5,
çev. Mehmet Keskin, İstanbul: İlim Yayınları, (t.y.).
İmam Kurtubî. el-Câmiü"l-Ahkâmi"l-Kur"an
14, ter. Beşir Eryarsoy, İstanbul: Buruc, 2002.
İsmail Ankaravî. Şerh-i Mesnevî I,
İstanbul: Matbaa-ı Amire, 1289.
İsmail Hakkı Bursevî. Rûhü"l-Beyân
Tefsiri iht. Muhammed Ali Sabunî, ter. Cüneyt Gökçe, İstanbul:
Damla, 1995.
_____ Rûhü"l-Mesnevî II, İstanbul, 1287.
Kenan Rıfaî. Şerhli Mesnevî-i Şerîf, İstanbul: Kubbealtı, 2000.
Koner, M. Muhlis. Mesnevî"nin Özü,
Konya: Konya Belediyesi, 1961.
Konuk, Ahmet Avni. Mesnevi-i Şerif Şerhi I, yay. haz. Selçuk Eraydın - Mustafa Tahralı, İstanbul:
Gelenek, 2004.
Köksal, M. Asım. Peygamberler Tarihi II, Ankara:
Türkiye Diyanet Vakfı, 1995.
Küng, H. Christianity: Its Essence and History,
tr. J. Bowden, London: SCM, 1995.
Lüdemann, G. Heretics: The Other Side of Early
Christianity, tr. J. Bowden, London: SCM, 1996.
Mehmet Vehbî. Hülâsetü"l-Beyân fî
Tefsîri"l-Kur"an 11, İstanbul: Üçdal, 1968.
Mustafa Şemî Dede. Şerh-i Mesnevî,
Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi 334.
Olgun, Tahirü"l-Mevlevî. Şerh-i
Mesnevî, 2.bs., İstanbul: Şamil, (t.y.).
Pollock, J. The Apostle: A Life of St Soul,
Oxford, 1969.
Sakaoğlu, Saim. “Mesnevî"deki Hikayelerin Kaynakları ve
Tesirleri” I. Milli Mevlâna Kongresi (3-5 Mayıs 1985)
Tebliğler, Konya: Selçuk Üniversitesi, 1985, s.105-113.
Sanders, E.P. “Jesus and the Covenent”, The
Historical Jesus, ed. C. A. Evans - S. E. Porter, Sheffield: Sheffield Academic, 1995.
Sarı Abdullah Efendi. Cevâhir-i Bevâhir-i
Mesnevî I, İstanbul, 1287.
Şeyh Mehmed Buhârî. Şerh-i Mesnevî,
Süleymaniye Kütüphanesi, M. Arif - M. Murad 112/1.
Şifaî Mehmed Dede. Şerh-i Mesnevî,
Süleymaniye Kütüphanesi, Dârü"l-Mesnevî, 209.
The New Testament The New King James Version: İncil, 2.bs., İstanbul: Yeni Yaşam, 2000.
Yavuz, Kemal. Mûinî"nin Mesnevî-i Murâdî"si II. cilt
Metin, (Yayınlanmamış Doktora Tezi) İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi, 1976.
Yazır, Elmalılı Hamdi. Hak Dini Kuran Dili 5,
İstanbul: Bedir, 1993.
* Sakarya Üniversitesi, Eğitim
Fakültesi, Türkçe
Eğitimi Bölümü,(www.ismailgulec.net)
[1] Özgür Baykal, “Mevlana"nın
Mesnevî"sinde Hayvan ve Hikaye Motifleri”,Şarkiyat Mecmuası, V/25(1964),
s.23.
[2] Saim Sakaoğlu, “Mesnevî"deki
Hikayelerin Kaynakları ve Tesirleri”, I.Milli Mevlana Kongresi (3-5
Mayıs 1985) Tebliğler, Konya 1985, s.105-113.
[3] Tahirü"l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî I, İstanbul
(t.y.), s.237-430.
[4] Abdülbaki Gölpınarlı, Mesnevî
Şerhi I, 3.bs., Ankara 2000, s.166.
[5] Gölpınarlı"dan naklen: Edward G. Brown, “A
Parallel to the Story in the Mathnawi of Celaleddin Rumi of the Jevish King who
Persecuted the Christians”, Islamica, Volumen Secundum, Fac. 1,
Lipsiae in Adipus guae Asia Maior Appelian Tur, Alr. MCMXXVI, s.129-134.
[6] İsmail Hakkı Bursevî, Rûhü"l-Beyân
Tefsiri 2, iht. Muhammed Ali
Sabunî, ter. Cüneyt Gökçe, İstanbul 1995, s.395.
[7] Mevlana Müzesi Kütüphanesi, No: 1189, 244a-245b.
[8] Bu konuda daha fazla bilgi için bk. İsmail Güleç,
“Türk Edebiyatında Mesnevî Tercüme ve Şerhleri”, Journal of Turkish
Studies: Türklük Bilgisi Araştırmaları, yay. haz. Zehra Toska, Harvard
2003, 27/II, s.161-176.
[9] Kemal Yavuz, Mûinî"nin Mesnevî-i
Murâdî"si II. cilt Metin, (Yayınlanmamış Doktora Tezi) İstanbul 1976,
s.137.
[10] Abdülmecid Sivâsî, Şerh-i Mesnevî,
Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi 1651, 70b.
[11] Sarı Abdullah Efendi, Cevâhir-i Bevâhir-i
Mesnevî I, İstanbul 1287, s.307.
[12] İsmail Ankaravî, Şerh-i Mesnevî I,
İstanbul 1289, s.108.
[13] Şifaî Mehmed Dede, Şerh-i Mesnevî,
Süleymaniye Kütüphanesi, Dârü"l-Mesnevî, 209, 22b-23a.
[14] Şeyh Mehmed Buhârî, Şerh-i Mesnevî,
Süleymaniye Kütüphanesi, M. Arif-M. Murad 112/1, 32a.
[15] Abidin Paşa, Tercüme ve Şerh-i Mesnevî-i Şerif,
3.bs. İstanbul (h.1305), s.249.
[16] Ahmet Avni Konuk, Mesnevi-i Şerif Şerhi
I, Yay. Haz. Selçuk Eraydın, Mustafa Tahralı, İstanbul 2004,
s.178.
[17] a. e., s.179.
[18] Kenan Rıfaî, Şerhli Mesnevî-i Şerîf,
İstanbul 2000, s.84.
[19] Tahirü"l-Mevlevî Olgun, Şerh-i
Mesnevî, 2.bs., İstanbul (t.y.), s.244.
[20] a.e., s.250.
[21] Musrafa Şemî Dede, Şerh-i Mesnevî,
Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi 334, v.30a.
[22] Bevles isminin Pavlus"a, sünneti kaldırmasından
dolayı verildiğini Metin Bobaraoğlu"ndan dinledim. O da Turgut Koca
Dedebaba"dan duymuş.
[23] İsmail Hakkı Bursevî, Rûhü"l-Mesnevî II,
İstanbul 1287, s.23.
[24] Abdülbaki Gölpınarlı, Mesnevî Şerhi I,
3.bs., Ankara 2000, s.166.
[25] a.e., s.170.
[26] Bu ayetlerde anlatılan olay şöyledir: Bir
şehire iki elçi gönderilir. Şehir halkı onlara inanmaz ve yalanlar. Bunun
üzerine üçüncü bir elçi daha gönderilir. Şehir halkı yine inanmaz. Bunun
üzerine şehir halkından olup uzakta oturan biri onların gerçek elçiler olduğunu
ve dinlemelerini söyler. Şehir halkı onu da dinlemez ve öldürür. (Yasin
36/13-30)
[27] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran
Dili 5, İstanbul 1993, s.4016.
[28] Süleyman Ateş, Yüce Kuran"ın
Çağdaş Tefsiri 7, İstanbul (t.y.), s.342-343.
[29] Süleyman Ateş, Kuran Ansiklopedisi 13,
İstanbul (t.y.), s.291-292.
[30] Hasan Basri Çantay, Kuran-ı Hakim ve Meâl-i
Kerim II, İstanbul 1984, s.781.
[31] Ömer Nasuhî Bilmen, Kuran-ı Kerimin Türkçe
Meâl-i Alisi ve Tefsiri 6, İstanbul 1965, s.2925.
[32] İsmail Hakkı Bursevî, Rûhü"l-Beyân
Tefsiri 7, iht. Muhammed Ali
Sabunî, ter. Süleyman Mollaibrahimoğlu, İstanbul 1995, s.43.
[33] İmam Kurtubî,
el-Câmiü"l-Ahkâmi"l-Kur"an 14, ter. Beşir Eryarsoy, İstanbul
2002, s.389.
[34] Ebu"l-leys Semerkandî, Tefsîrü"l-Kuran
5, sad. Mehmet Karadeniz, İstanbul 1995, s.180.
[35] Mehmet Vehbî, Hülâsetü"l-Beyân fî
Tefsîri"l-Kur"an 11, İstanbul 1968, s.4615.
[36] Emir Sultan, Yasin-i Şerif"in Meal Tefsir
ve Hassaları, ter. Hasanü"l-Halebî, sad. Melih Yuluğ, İstanbul 1991,
s.253-257.
[37] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi II,
Ankara 1995, s.328.
[38] Muhammed Mahmud Hicazî, Furkan Tefsiri 5,
çev. Mehmet Keskin, İstanbul (t.y.), s.139.
[39] Muhammed Esed, Kuran Mesajı Meal-Tefsir,
İstanbul 2000, s.898.
[40] Şinasi Gündüz, Pavlus Hristiyanlığın
Mimarı, Ankara 2001, s.22.
[41] a.e., s.32.
[42] a.y.
[43] a.e., s.33.
[44] a.e., s.33-34.
[45] Şinasi Gündüz"den naklen; J. Pollock, The
Apostle: A Life of St Soul, Oxford 1969, s.5.
[46] Pollock, a.g.e., s.7.
[47] Şinasi Gündüz"den naklen, G. Lüdemann, Heretics:
The Other Side of Early Christianity, tr. J. Bowden, London 1996, s.62.
[48] Gündüz, a.g.e., s.35-36.
[49] a.e., s.44.
[50] Beki L. Bahar, Efsaneden Tarihe Ankara
Yahudileri, İstanbul 2003, s.27.
[51] Gündüz, a.g.e., s.79.
[52] a.e., s.81-83.
[53] a.e., s.83.
[54] a.e., s.21.
[55] a.e., s.34.
[56] Şinasi Gündüz"den naklen; H. Küng, Christianity:
Its Essence and History, tr. J. Bowden, London 1995, s.144.
[57] Gündüz, a.g.e., s.12.
[58] Tarihsel İsa lafzından kastedilen, Pavlus"un iman
etmeden önce inananların inandığı İsa"dır.
[59] Nikos Kazancakis"in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan
“Günaha Son Çağrı” adlı filmde, Pavlus"la İsa"nın karşılaştığı
sahnede İsa Pavlus"a “Ben bunları söylemedim. Uyduruyorsun.”
şeklinde çıkışınca Pavlus, “İnsanlar sana değil, benim anlattığım
İsa"ya inanırlar.” şeklinde cevap verir. Bu replik, bu tür yaklaşımları
çok güzel özetlemektedir.
[60] Gündüz, a.g.e., s.17-18.
[61] a.e., s.89-119.
[62] a.e., s.141.
[63] a.e., s.204.
[64] a.e., s.207.
[65] a.e., s.210.
[66] Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz.
Gündüz, a.g.e., s.203-251.
[67] Gündüz, a.g.e., s.253-254.
[68] Yeni Atik"te, Pavlus"tan başka
kimselere de İsa"nın göründüğü ve konuştuğu yazılıdır. Hatta, Yeni Ahit"in son kitabı Esinleme"ye
giriş, İsa"nın Yuhanna"ya görünmesi ve vahiylerinden oluşmaktadır.
[69] Şinasi Gündüz"den naklen: Lüdeman, a.g.e.,
s.62.
[70] The New Testament The New King James Version: İncil, 2.bs., İstanbul 2000, s.259.
[71] a.e., s.300.
[72] Şinasi Gündüz"den naklen: J. E. Sanders, “Jesus
and the Covenent”,The Historical Jesus, ed. C. A. Evans - S. E. Porter,
Sheffield 1995, s.58-59.
[73] Hocam Prof. Dr. Kemal Yavuz"a, konu ile
ilgili görüşlerini sorduğumda, bu hikayenin şerhine farklı bir açıdan
yaklaşarak, Mevlana"nın burada fesatcılığın ve bozgunculuğun kötü bir şey
olduğuna dikkat çektiğini, Mevlana"nın devrine göre konuştuğunu,
ayrılıkların zararlarını anlattığını Mevlana sonrası asrın ise birlik devri
olduğunu, Aşık Paşa ve Gülşehri"nin de aynı fikri işlediklerini ayrıca
belirtmiştir. Kısaca; Mevlana ayrılma ve parçalanmanın zararlarından, Aşık Paşa
da birliğin faydalarından bahsetmiş ve öğüt vermişlerdir. Her iki edip de
devirlerini anlatmışlardır. Değerli görüşlerini benimle paylaşan hocama çok
teşekkür ederim.
“Şeb-i
Arus törenlerinde her yıl yaklaşık 1 saat süren protokol konuşmaları ilk kez
iptal edilen, Konya Valiliği öncülüğünde her yıl düzenlenen ve 7 Aralıkta
başlayan 'Hz. Mevlâna Celâleddîn Rumî kaddesellâhü sırrahu’l azîzin
739'uncu Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma' programı bugün 'Şeb-i
Arus' töreniyle sona erdi.”
17
Aralık 2012 pazartesi günü halkın ruhuna ilaç olacak önemli bir husus olan Hz.
Mevlana ve Şeb-i Arus etkinlikleri yerel kanalların birkaçı dışında TV’in
önemli kanalları tarafından yokmuş sadedine müteveccihen görünmezden gelinerek
türlü biçimlerde dahi ele alınmadı.
Mütefekkir
geçinen “medya kuşları”mız var ya, onlar dahi Hz. Mevlâna’yı konuşmaya
değerli bulamadılar. Birde işin garibi odur ki, 21 Aralık’ta kıyamet kopacak
zırvalarına kilitlenerek milletin değerli vaktini çaldılar. Haberleri yok,
bence o üç beş kafadarın kıyameti kopmuştu. Onlar ki, Hz. Mevlana’yı zarurî bir
gündem vesilesi kılarak, öğüt verecek güzel insanları dahi konuk etmeye
tenezzül etmediler.
Bu
vahim durumdan anlaşılan o dur ki, millî değerlerini kaybetmiş bu sevimsiz
medya kuşları toplumun ihtiyacı olan Hz. Mevlana’yı unutturmak istiyorlarsa da,
diğerleri gibi kendilerini unutturacaklar.
Allah
Teâlâ dostlarını tanımayı ve tanıtmayı ret edenler, hakkında olumlu
düşünemeyiz. Onların bu durumlarını da kaderî vechedeki sıkıntıların çokluğuna
işaret sayarız.
Bu
sene ilk defa Şeb-i Arus törenlerinde her yıl yaklaşık 1 saat süren protokol
konuşmaları iptal edilince de, medya TV
de Hz. Mevlana’yı haber programlarında bile saniyelerle hesaplanacak zamanlara
hapsettiler. Biz bunu bir işaret sayarak diyoruz ki, bu manevi çoşkunun gelecek
senesi hakkında, devlet ve vüzera bir
daha etkinliklere teşrif buyurmayacaklar.. Yani gelecek sene Şeb-i Arus’un,
yerel bir etkinlik statüsüne doğru gidişinin sinyali bugünden tevdi edildiğini
söylemek gerekir.
Eyvâh
halimize ki, dinî ve millî etkinlikler eriyen mum gibi yok olup gitmektedir. Unutulmamalıdır “edeple gelen izzetle gider”.
Hz. Mevlana kaddesellâhü sırrahu’l azizin türbe girişinde yazılanı unutmamak
gerekir.
“Kâbetü'l-uşşak
başed in mekâm
Her ki nakıs amed inca şud tamam.”
(Âşıkların kabesi oldu bu makam, her kim ki noksan geldi oldu tamam.)
Her ki nakıs amed inca şud tamam.”
(Âşıkların kabesi oldu bu makam, her kim ki noksan geldi oldu tamam.)
Hz. Mevlâna Celâleddin Rumî
kaddesellâhü sırrahu’l azîz Efendimizden milletimiz adına özür diliyoruz.
İhramcızâde
İsmail Hakkı
HZ. MEVLANA
GELİNCE BABASI AYAĞI KALKTI MI?
mevlananın babasının mezarı
mevlananın babasının ayaktaki mezarı mevlana hz kabri
Mevlânâ'nın babası Sultanü'l-Ûlema Bahaeddin Veled 12 Ocak 1231 tarihinde Hakk'a yürüdü. Sağlığında "Benim ve benim çocuklarımın ve onların evlat ve ahfadının mezarları burada olacaktır."1 sözleri üzerine o günlerde Sultanların gül bahçesi olan bugünkü yerine defnedildi.
Mesnevîsinde;
Mevlânâ'nın babası Sultanü'l-Ûlema Bahaeddin Veled 12 Ocak 1231 tarihinde Hakk'a yürüdü. Sağlığında "Benim ve benim çocuklarımın ve onların evlat ve ahfadının mezarları burada olacaktır."1 sözleri üzerine o günlerde Sultanların gül bahçesi olan bugünkü yerine defnedildi.
Mesnevîsinde;
"MEZARIN ÜSTÜNE TÜRBE YAPMAK, KUBBE KURMAK, YÜCE DUVARLAR ÖRMEK, MANA ERLERİNCE MAKBUL BİRŞEY DEĞİLDİR."2
Diyen Mevlânâ, babasının mezarı üzerine türbe yapmak isteyen dostlarının isteklerine “gök kubbeden iyi türbe mi olur?” gerekçesiyle karşı çıktı, türbe yapımına müsaade etmedi. Halen Mevlânâ"nın babası Bahaeddin Veled"in kabri üzerinde Horasan çamurundan 78 cm. eninde, 2.36 cm. boyunda ve 86 cm. yüksekliğinde mermer kitabeli birsanduka vardır. Kitabenin Türkçesi şöyledir;
“Tanrı bakidir. Burası, ulumuz, efendimiz, şeriat sadrı, hikmet kaynağı, sünneti dirilten, bid"atı kökünden söküp atan, kendisine uyulan, Rabbe mensub âlim ve âmil, bilginler padişahı, doğunun, batının müftüsü, şeriatın ve dinin Bahâ"sı, İslâmın ve Müslümanların şeyhi Belhli Ahmet oğlu Hüseyn oğlu Muhammed"in yattığı topraktır. Tanrı ondan da razı olsun, geçmişlerinden de. Altıyüz yirmisekiz yılı rebüilâhırının onsekizinci Cuma günü kuşluk çağında göçtü.”3
Aradan yıllar geçer. Bu defa da 17 Aralık 1273 tarihinde Mevlânâ sevdiğine kavuşur. Muhteşem cenaze töreninden sonra, bugünkü türbesinin bulunduğu yere, babası Bahaeddin Veled'in mezarının baş tarafına defn edilir.
Mevlânâ"nın Hakka yürüyüşünden sonra, onu sevenlerden Alemeddin Kayser, Mevlânâ"nın oğlu Sultan Veled'e müracat ederek "Mevlânâ"nın üzerine bir türbe yaptırmak istediğini, bu is için otuz bin dirhem ayırdığını" söyler. Sultan Veled babasının mezarı üzerine türbe yapımına karşı çıkmaz. Bu fikir 2. Gıyaseddin Keyhüsrev'in kızı ve Müineddin Pervane'nin karısı Gürcü Hatun tarafından da desteklenir. Kendisi de 80 bin dirhem verir, ayrıca Kayseri malından da 50 bin dirhem tahsis eder. Mimar Tebrizli Bedreddin'in denetiminde türbe kısa zamanda tamamlanır.4 (Resim: 1-2)
Yine aynı tarihlerde Selim oğlu Abdülvahid ve Konya'lı Genak oğlu Hümameddin Muhammed tarafından bir ahşap sanduka yapılır. Sanduka üzerinde ustaların adlarının yanında, Kur"ân-ı Kerîm"den ayetlere, Mesnevî ve Divan-ı Kebîr'den özellikle ölüm ve ahiret temalarını işleyen seçme beyitlere yer verilir. Selçuklu ahşap işçiliğinin emsalsiz numunelerinden olan sanduka, ceviz ağacından yapılmış olup, normal sanduka ölçülerine nazaran oldukça büyüktür. Sanduka 2.91 cm. uzunluğunda, 1.15 cm. eninde, baş tarafta yükseklik 2.65 m. ayak tarafında ise 2.13 m.dir5 (Resim 3-4).
Konu ile ilgili 3, kişi, Mevlânâ"nın oğlu Sultan Veled'dir. Mevlânâ"nın oğlu Sultan Veled de 11 Kasım 1312 tarihinde Hakk'ın rahmetine kavuştu. Sultan Veled'de, Mevlânâ"nın hemen yanına, sağ tarafına (güney) defn edildi.6
Sultan Veled'in Mevlânâ"nın hemen yanına defnedilmesinden sonra, Mevlânâ için yapılmış tek bönbeli (tek kişilik) yüksek sandukanın altında iki mezar yer almıştır. Başka bir deyişle iki mezarın üzerinde, tek kişilik bir sanduka bulunmaya başlamıştır. Her halde bu durum sıkıntı vermiş olmalı ki, Kanuni Sultan Süleyman gök mermerden yeni bir sanduka yaptırmıştır (Resim: 5-6-7-8). Eni 310, boyu 380 ve yüksekliği 89 cm. olan bu sandukada kitabe yoktur. Kitabe özellikle konulmamış olmalıdır. Bu yeni sandukaya eğer kitabe konulacaksa, üç adet kitabe birden konulmalıydı. Birinci kitabede Mevlânâ"nın, ikinci kitabede Sultan Veled'in ölüm tarihleri, üçüncü kitabede ise sandukanın yapım tarihi olmalıydı. Bir sanduka üzerinde üç kitabenin fazla olacağı görüşüyle olsa gerek, yeni yapılan mermer sandukaya hiç kitabe konulmamıştır. Mevlânâ ve Sultan Veled'in ölüm tarihlerini günleriyle bildiğimize göre, sandukaya kitabenin konulmayışı bizim yalnızca mermer sandukanın tam yapılış tarihini öğrenmemizi engellemiştir.
Ancak Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından çıkartılmakta olan "Etnoğrafya Dergisi" için hazırladığımız "Padişah III. Selim'in Mevlânâ'nın Türbesi için yaptırdığı Pûşide" (*) adlı makalemizi hazırlarken, bu tarihi tesbit ettiğimizi zannediyoruz.
III.Selim'in Mevlânâ"nın Türbesine hediye ettiği Pûşide halen, Mevlânâ Müzesi 658 envanter no'da kayıtlıdır. (Resim 9-10). Pûşide 107*160cm. ebadında olup yeşil renkli atlas kumaş üzerine Sarma ve Maraş İşi Teknikleri ile ve gümüş sim ile işlenmiştir. Pûşidenin üzerinde iki kayıt vardır. Birinci kayıt III. Selim'in bu Pûşideyi Mevlânâ'nın Türbesine hediye etmesi münasebetiyle Şair Şeyh Galib'in yazdığı 7 bendlik Terci-i Bend'in7 nakarat beytini ve H. 1205 (M.1790) tarihini ihtiva ediyor. (Resim: 11).
MÜCEDDİD OLDUĞI SULTÂN SELİM'İN DÎN Ü
DÜNYÂYA
NÜMÂYÂNDIR BU NEV-PÛŞİDESİNDEN KABR-İ
MUNLÂYA
"Sultan Selim'in hem dini hem
dünyayı yenileyen bir padişah olduğu,
Mevlânâ"nın kabrine hediye ettiği
bu yeni örtüden de bellidir."
İkinci kayıt ise Kanunî Sultan Süleyman'a ait ve H. 973 (M.1565) tarihini ihtiva ediyor. (Resim: 12)
EMARA Bİ-'AMELI
HÂZA'L-MAKÂM VA'L-MENÂZİLİ Lİ-MEVLÂNÂ
KUDDİSE SIRRIHÛ ŞÂH SULTÂN SÜLEYMÂN
973
"Allah onun sırrını mukaddes eylesin! Şah Sultan Süleyman
Mevlânâ"nın bu makamını ve menzillerinin yapımını emretti."
H. 973 M.1565
Kanunî ile III. Selim arasında 200 yıldan fazla zaman aralığı vardır. Öyle ise nasıl oluyorda, III. Selim, Kanunî'nin 973 tarihini hediye ettiği Pûşidenin üzerine yazdırıyor.
Mevlânâ Müzesi'nin ilk Müdürü M. Yusuf AKYURT yazdığı rehberde8 Kanunî"nin bu kaydına işaret ederek "Semahane ve Mescidi şerifin Kanunî tarafından inşa olunduğu bu vesikadan anlaşılıyor." diyor.
Şahabettin UZLUK ise eserinde9 "Binaenaleyh Y. AKYURT'un semahane ve mescit hakkında kitabe olarak aldığı üç satırlık Arapça ibare, mimarî bir gövdede mevcut olan kitabe değildir. Belki 973 de hediye edilmiş bir örtü üzerinde bulunan sırmadan yazılan şiirin ikinci kıtası idi. O halde kitabenin yapı ile kat'i suretle alakası yoktur" diyor. Bizde Şahabettin UZLUK ile aynı görüşteyiz. Zira bir binanın kendisinin de, ilavesinin de kitabeleri, binanın kendi üzerinde olur. Hem Pûşide ile Semahane ve Mescit bölümlerinin ne gibi bir ilgisi vardır ki, bu bölümlerin kitabeleri Pûşidenin üzerine yazılsın. Ancak bu kayıt, bir başka örtüden de buraya nakledilmiş olamaz. Çünkü Pûşideye söyle bir göz atmak bile, bu iki kaydın aynı tarihte, aynı malzeme ile, aynı ustanın elinden çıktığını anlamak için kâfidir. Öyle ise bu kaydın, bu Pûşidenin üzerine yazılma sebebi nedir? Kayıt üzerinde yazılan "Makam ve Menazil" kelimelerinde kasdedilen yerler neresidir?
Kanunî"nin kaydına geçen "Makam ve Menazil" kelimelerinin manası bellidir.10 Durak ve konak yerlerinden kasıt, son durulacak yer, yani mezar olmalıdır. Kanunî"nin yaptırdığı mezar da bizim düşüncemize göre şu andaki mermer sandukadır. Yapılış tarihi H. 973 (M.1565) dir.
Padişah III. Selim, mermer sandukanın Kanunî tarafından 973 H. yılında yaptırıldığını biliyordu. Bu kaydı Mevlânâ"nın Türbesi için yaptırdığı Pûşidenin üzerine koydurdu. Böylece "Dedem Kanunî mermer sandukayı H. 973 (M.1565) yılında yaptırdı, ben de H. 1205 (M.1790) yılında örtüsünü yaptırıyorum" demek istemiş olmalıdır.
Görüldüğü gibi Mevlânâ"nın ölümünde, Sultanü'l-Ûlema Bahaeddin Veled'in mezarı üzerinde bahsettiğimiz yüksek ahşap sanduka yoktur ki, ayağa kalkmış olsun. Kaldıki böyle bir maddi kalkış da söz konusu olamaz.
Kaynaklar
[1] Ahmet Eflakî, Ariflerin Menkıbeleri, (Çev. Tahsin Yazıcı) Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1989, Cilt, 1, sah.54
[1] Ahmet Eflakî, Ariflerin Menkıbeleri, (Çev. Tahsin Yazıcı) Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1989, Cilt, 1, sah.54
[2] Mevlânâ Mesnevi, cilt. 3, sah, 13, Beyit 130.
[3] Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, İnkilap Kitabevi,
İstanbul, 1989, sah. 37.
[4] Ahmet Eflakî, Ariflerin Menkıbeleri, (Çev. Tahsin Yazıcı) Milli
Eğitim Basımevi, İstanbul, 1989, Cilt, 1, sah. 151-153
[5] Mehmet Önder, Mevlâna Müzesi şaheserlerinden Mevlâna"nın
sandukası, Ülkü Basımevi, Konya 1958
[6] Abdülbaki Gölpınarlı Mevlâna"dan sonra Mevlevilik, İnkilap Kitabevi, İstanbul 1953, Sah. 43
[6] Abdülbaki Gölpınarlı Mevlâna"dan sonra Mevlevilik, İnkilap Kitabevi, İstanbul 1953, Sah. 43
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar