LEYLA İLE MECNUN- FUZULÎ
— Ey göz nuru, gönül neş’esi!
Sensiz gözümün ışığı yok oldu. Önceden o
aşinalığın neydi, sonra niçin ayrıldın?
Evvelâ neden sevgi göstererek beni
bağladın ve sarhoş ettin de şimdi başağrısı içinde bıraktın, mihnet ve intizara
saldın?
İnleyen gönlüme ayrılık ateşi koydun,
gözümü hasret yaşile doldurdun. İçimin ateşi yana yana şafak ahengi gibi
göklere çıktı; gözyaşlarımın seli gitgide sonsuz bir deniz oldu. Ben böyle bir
günde arkadaş istemiyorum. Hayalini de yanımdan al.
Ey ay yüzlüm, olur ki hayalin ansızın
ateşe yanar veya suya batar. Hasret şarabı ile başım dumanlı, ayrılık hayreti
içinde kendimi şaşırdım; gamım benimle birlikte bırakma, birden onu halka ifşa
ediveririm. İstediğini yapıp yapmamak sarhoşun elinde değildir, şaşırmış insana
güven ilemez. Senin gamının yolunda canım berbat oldu, fakat fani âlemin
karışıklıklarından kurtuldum. Senin derdinin zevki bana ebedî içkiyi ve Ölmez
neş’eyi tanıttı. Ecel gelmiş olsa benim nemi alacak?
Zaten canım yok, alırsa gam alır. Mihnet
ve belâ gecesinin ışığıyım, gönül hayasının rüzgârına tutulmuşum. İç
ateşiyle gözyaşına dökülse gam kılıcı ile başım kesilse, canımdan aşk arzusunu
çıkarıp aşk belâsını terketmem. Gam içinde ağladığım ve hicran elemiyle
kararsız olduğum bu günleri eğer takdir kalemi gün diye -ömür kitabına yazarsa
bu hesap beni aldatmış olur; zira vaziyet başka,, türlüdür. Günü meydana
getiren güneştir demişler, Allah için hesap bu söze göre yapılır.
Güneşimin görünmediği güne, ben gün demem, benim hesabım budur. Fakat bu
gönül derdinden anlayan kimse yok, ah, bu gönül derdi ile ben ne yapayım I
Derdim söze geldikçe artıyor; sanki bir ateştir, yel estikçe alevleri
çoğalıyor...
Sh:20-21
- Ey gözümün bebeği, can arzusu, gönül
muradı! Eğer gözüm bağlı ise yeri vardır, çünkü belâ deryasının baş çeşmesidir.
Zaman zaman önünü bağlamasam bütün âlem sele gider. Seni görerek dünya halkına
rüsvay eden bir gözün senin düşmanın olduğuna kanaat getirdim; başımın üstünde
ayağına yetiştirdim,
Ey lâali bal ve gamzesi kılıç!
Onu ister affet, ister mazur, gör.
Ey huri, senin dergâhına geldiğim zaman
gözümdeki nur sermayemdi. Gamın bana ticaret öğretti : Yüz şükür olsun ki ziyan
etmedim, göz nurunu vererek ayağının toprağını aldım, az kıymetli şeyimi çok
pahalı sattım. Sultanım, ben dilenciye bir göz çevir, aşinaya yabancılık etme!
Canımın bahçesine gam fidanı diktin,
tenimin toprağına dert tohumu ektin. Gönül harareti ve gözyaşı nemi ile o tohum
ve fidan çimlenip büyüdü. Gel mülküne, bağına uğra, mahsulüne bir göz gezdir!..
sh:50-51
Sana ne oldu?
Ahdini bozdun ve onu sındırmağa
çalışıyorsun!
Ey ahdine vefa göstermeyen, düşmanlaRIma
gül, bana diken olan sevgili!
Yalnızlığa dayanamadın mı ki birlikte
uyuyacak bir insan aradın ?
Bulunduğun yer karardı da mı orada mum
yaktın ?
Gönül derdi mizacını incitti mİ ki doktora
ihtiyacın oldu? O gönül çeken servi soldu mu ki gayretle ona su vermek İstedin?
GüLzara kötü kalpli mi geldi ki böyle güle
diken yarası açıldı?
Hangi korku ile cevher saklamak isteyerek
koca mukavelesine bağlandın?
Beni unutmana ve beni terkederek başka bir
sevgili tutmana sebep neydi ?
Kanlı gözyaşını her an halimin şahidi
olarak kapının toprağına uğramaz ve benden sana haber vermez mi oldu ?
Bu vefasızlık ve yabancılarla aşinalık
acaba niçin?
Yeni sevgiliyi kucağına çektin, şimdi
eskisine izin mi veriyorsun?
Mihnet ve melalin benim yüzümdendi, onunla
birleşince halin hoş olsa gerek. Ben vefa ahdine aldanıyor ve ahdinde vefa olacak
sanıyordum, iradenin böyle, zayıf olacağım, tam ayın noksanı bulunacağını
bilmiyordum. Daima sözünün benimle fakat gönlünün başkasiyle olacağım, senin
yüzünden ben cihanda şerefimi kaybederek namı ve nişanı olmayan bir insanın
senden kâm alacağını umuyordum. Fakat mazursun, ey sevgili, zamanda bu dert
meşhurdur: Gül gonca iken dikenle beraberdir, açılınca başka bir yar bulur;
aslında azabını diken çeker, mevsimi gelince suyunu hakim alır.
Ey yaralı gönlümün arzusu, kahrı çok ve
şefkati az sevgilim!
Ey adı vefakâr diye anılan, tenimde can,
gözümde nur olan! Dimağımın sevdasının ilâcı, çılgınlığımın sebebi! Sen gün
yüzlü ve ay alınlısın, çok güzel ve nazlısın. Ben diken varlıklı ve toprak
tabiatlıyım, çok kaba dilli ve kara yüzlüyüm. Sen halinle benden âr ederek
şeninle ne münasebetim var demek istiyorsun» Ben de sana bunun doğru olduğunu,
benim sana ve senin bana lâyık olmadığımızı söyledim. Ben kendi hesabıma
hayalinle kanaat ederim, sen de kendine lâyık olanı istesen bir mani yoktur.
Fakat benden ve senden başka birçok kimseler var ki boyuna bizi konuşuyorlar.
Bunlar benim vefakârlığımı ve senin cefanı görünce acaba kime vefasız ve kimin
işine hata diyecekler ?
Kimse insanı hayırla yadetmezse ve kötü
adı çıkarsa iyi birşey midir?
Gerçi sen âdetin aksine uyarak bir
başkasına gönül bağladın, amma sana benim gibi bağrı yanık çoktur, kime
baktınsa mecnun oldu. Ben de senden selâmı keserek bunun intikamını alayım
diyorum; senin gibi bir başka sevgili bulmak istiyorum, fakat acaba senin
gibisi var mı ?
Başkası ile evlendiğini duydum, Allah
bilir ki çok hayret ettim. Ey hayat suyunun pınarı, sen benim canımın içinde
gizlisin. Bir an gözümden uzaklaşmadın, visalin başkasına nasıl mukadder oldu ?
Eğer ona bir nevi Leylâ nuru göründü ise o
Leylânın hayalini görmüş ve kendi vâhimesile safa sürmüştür. Leylâ bana
gelmiştir demesin, zira onun yanma gelen Leylânın hayalidir. O hiç
Mecnundan ayrılır ve başkasile aşinalık eder mi?
Ey taç incisi ve baş tacı! Muradına erişin
mübarek olsun. Ahbapları toplayarak neş’e ile ahenge başladığın, bu hayırlı işi
yaptığın zaman çok zevk ile bekledim ki beni de hatırlıyasın. Eğer beni
üzüntülü zannettinse bu neş’e zenginliğine lâyıktım. Benim de bu meclisten
saadet duymam için bana da bildirmek şarttı. Allaha şükür, elim dar değil, can
gibi bir serveti feda etmeğe muktedirim. Ve eğer beni bitkin, cihanın mihnetile
incinmiş sandınsa bu takdirde de özürü anlatmak, bir sözle gönlümü almak
lâzımdı. Ey gül ne öyle ne de böyle yaparak bilmezlikten gelmek doğru mudur?
Ey canımın içinde cana düşman olan ben
sana, nisbetle her ne kadar düşkün isem de eski âdetini unutma, bin dost tut,
fakat huyunu değiştirme! Başkalarıyla şad ve mes’ut olduğun zaman bu vesile ile
bizi de yad et.
sh: 56-58
Ey yaygısı toprak ve döşeği diken olan!
Mustarip gönlümün ve taze gözümün neş’esi!
Beni ne kadar ayıplasan lâyıktır, sana
karşı mahcubum, yüzüm karadır. Çektiğim mahcubiyet ve utangaçlığım yüzünden
duyduğum tekdir bana yeter. Mademki günahım olduğunu itiraf ediyorum, sen de
kendi lûtfunla benim kusuruma bakma!
Ben bir inciyim, satın alan başkaları; bu
alış veriş benim elimde değil. Devran beni mezada çıkardığı zaman satan
kimdi ve kim aldı bilmiyorum. Eğer benim elimde olsaydı senden başka
sevgilim olamazdı. Her ne kadar ittiham ediliyorsam da benden tiksinerek yüz
çevirme! Ben hakkakın eline aldığı zaman istediği gibi işleyebileceği bir inci
değilim. Gerçi onun gönlünü aydınlatıyorum, onun gecesinin ışığı, gündüzünün
güneşiyim. Fakat uzaktan nur almakla ve o benden ben ondan uzak kalmakla iktifa
etmektedir. Uzaklaştığı zaman ışığımın parıltısını görüyor, yakın gelince
azabımı çekiyor. Benim neş’elendiğimi zannetme, ayağım bir gam tuzağına
bağlandı; Ara sıra içimden figan etmek arzusu gelse evvelâ ona bir bahane
arıyorum. Ya anamı babamı anıyor, yahut ta kardeş ve arkadaşımı özlüyorum.
Elbisemi parçalamak İstediğim zaman terzisine kızıyor, “bu cep bu etek kusurlu,
hatasını göstermemeğe çalış,, diyorum. Bazan sana kavuşmak istesem, halinin
nasıl olduğunu anlamak arzu elsem, yıkanmak bahanesiyle bir pınara doğru
gidiyor, orada tek başıma soyunarak saçlarımı dağıtıyorum ve suyun aynasına
bakarak aynen senin halini görüyorum. Boynumda başka bir halka yükü
dudağımda başka bir söz yok. Boynum havadan senin kolunu diliyor, ağzım
meltemden senin dudağını soruyor. Senin gamınla canımdan ümidi kestim, cefa
kılıcı ile şehit oldum. Al perde kanlı kefenimdir, ben mezardayım, kocada
zannetme! Gel ahım mezarıma mum yap, ayağının tozu ile lahdîmi süsle! Ben
ayrılık bahçesinin inliyen bülbülüyüm, fakat kafes İçine konuldum. Bu kafes
içinde halim ne olacak bilmiyorum. Belâ, kolumu kanadımı kırdı. Eğer bir vahşi
ile beraber bulunuyorsam bu ayıplanmamalıdır. Sen vahşilerle beraber
yaşıyormuşsun, ben de senin gibi oldum.
Ey zavallı garip âşık, ben garibi mazur
gör! Bir müddet sabret, belki dünya bu günleri başka bir şekle çevirir. Dünyanın
perişanı, ağlayıp inliyen yalnız kendinsin sanma!.,.
sh: 58- 60
Ey söz bahçesinin bülbülü, - söz sarrafı,
yanık Fuzulî- Eğer oyuncu dünya sana dil uzatarak yalancı dedi ise aldanma!
Şiire fena deyip bıkma, nazım sermayesini
kolay zannetme!
Gönül hâzinesinin incisi, insanın evsafını
gösteren sözdür.
Eğer insan bilirse
söz ruhtur, sözün idraki insana başka bir ruh verir derler.
Allah aşkına, bugün senin sözle ölülere hayat
vermen fena bir şey midir?
Mecnun ile Leylâyı anarak ruhlarını şâd
ettin.
Sh:93
Kaynak:
Fuzulî, Leyla ile Mecnun, Vasfi Mahir Kocatürk, 1943, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar