MANKURT
Mankurt; Cengiz
Aytmatov'un 1980 yılında yazdığı Gün Uzar Yüzyıl Olur
adlı eserinde Kırgız destanlarından yararlanarak güncelleştirdiği bir
kişiliktir. Mankurt bazı işlemler sonucu öz benliğini yitirerek kendisini
kimliksizleştiren düşmanının kuklası haline gelmiş bir zavallı insan tipidir.
Aytmatov'un
"Gün Uzar Yüzyıl Olur" adlı eseri pek çok Batı diline ve Türk lehçelerine
çevrilip yaygınlaşırken "mankurt" kavramı da kabul görerek literatüre
girmiş ve “mankurt” ve “mankurtlaştırma” temaları yaygınlaşmıştır. Fransa'da V. Lackhine
tarafından "yılın kitabı" olarak gösterilen Aytmatov'un "Gün
Uzar Yüzyıl Olur" eserinden yapılan iktibasla "Mankurtizm"
"sosyal kimlik değiştirme ve öz köküne yabancılaşma" temalarını
karşılayan bir terim olarak sosyal psikoloji literatüründe yerini almıştır.
İlk
kez yirmi yıl kadar önce ünlü Kırgız yazarı Cengiz Aytmatov'un "Gün Uzar
Yüzyıl Olur" romanında gördüğüm "mankurt" terimi ve yazarın
bu terim bağlamında anlattığı "Nayman Ana Destanı" -eserin bütün
okurlarını etkilediği gibi- beni de büyülemişti. Aytmatov'un Türk okurları
tarafından yaygınlıkla tanınmasında en büyük paya sahip olan bu muhteşem
kitabını -sanıyorum sırf bu destanın cazibesi ile- birkaç kez okudum.
Doğrusu -ilk zamanlar- "mankurt" tabirinin Aytmatov tarafından
"üretildiğini" düşünmüştüm. Ancak daha sonra "mankurt"
deyiminden türetilen mankurtizasyon, mankurtizm terimlerinin de hızla
literatüre girdiğini fark edince bu terimlerin işaret ettiği olgunun 'tarihi
kökleri bulunması gerektiği' ilhamı ile konuyu araştırma çabasına girdim.
Literatürde Mankurt [1]terimi yaygın olarak
"Cengiz Aytmatov'un "Yüzyıldan Daha Uzun Gün" romanında
popülarize ettiği bir Türk efsanesinden gelen bir terim" olarak
tanımlanarak kullanılıyor. Mankurt teriminden türetilen
"mankurtlaştırma" anlamındaki mankurtizasyon(=mankurtisation [2] ve
"mankurtçuluk" anlamındaki mankurtizm (=mankurtism) [3]
terimlerine de literatürde sıklıkla rastlanmaktadır.
Baltık Gençlerinin İsyan Uranı : "Bizler Mankurt Değiliz
!.."
Bu
araştırmalarımda beni çok şaşırtan şeyler ile de karşılaştım: Mesela:
1990'ların başında Gorbaçov döneminde Sovyetler Birliği'nden ayrılmak için
meydanlara dökülen Baltıklı gençler
"Bizler Mankurt Değiliz" pankartları da açmışlardı milli
bayrakları yanında… Belorusya'dan A.B.D.'ye göç eden hızlı bir siyonist -muhtemelen
Aytmatov'un Rusçasından okuduğu romanın tesiri ile- kalem aldığı "Jewish
Mankurts" adlı makalesinde [4]bazı
Yahudileri "mankurt"lukla suçluyordu.
Nihayet
Türk tarihindeki "mankurt" söylencesinin "Gün Uzar Yüzyıl
Olur"da nasıl ete-kemiğe büründüğünün menkıbesini ünlü Kırgız yazarı
Cengiz Aytmatov ile Kazak şairi Muhtar Şahanov'un derin sohbetlerinden oluşan
Kuz Başındaki Avcının Çığlığı adlı eserin Banu Muhyaeva tarafından yapılan
çevirinde -epeyce bir süre sonra- buldum. [5]
"Kuz Başındaki Avcının Çığlığı"
adlı kitabın "Yüzyılların Gölgesindeki Suç" alt başlıklı
kısmında Aytmatov, "Gün Uzar Yüzyıl Olur" adlı ünlü romanı ile dünya
literatürüne kazandırdığı "mankurt" kavramını işlerken tarihi
köklerden nasıl yararlandığına ışık tutmaktadır. Böylelikle "Ah, insanın
aklını, düşüncesini çekip almayı hangi kara yürek keşfetmiş?" sorusunu
yine kendi yanıtlayan Aytmatov bir anlamda da "mankurt" teriminin
Türk tarihinin uzak asırlardaki köklerini açığa çıkartmaktadır.
"Gün
Uzar Yüzyıl Olur" adlı romanındaki müthiş kurgulamayı nasıl plandığı
konusunu Aytmatov'a "Romanın karmaşık ve çok çarpıcı olayları,
düşüncelerinizde ne zaman uyandı? Mankurtluk ve Baykonur uzay üssünü, yani tek
adamın ve tüm dünyanın problemini nasıl birbiriyle ilişkilendirdiniz?" sorusunu
yönelterek soran Şahanov şu cevabı alır:
"Yazar, yazmasa da yazmaktadır." diye hoş bir aforizma vardır. Önüne kağıtları açıp, eline kalem alarak
yazacağı eserin konusunu belirlemekle; eğer buna ruh hazırlığı yoksa, büyük
saray yapmayı istemesine rağmen gereçlerini hazırlamamış mimar gibi boşuna
vakit öldürür. Bulunan konuda sağlam düşünceyi alıp çıkmak için gönül deposunu
kurcalayacak. Çocukluk anıları, gördükleri, düşünceye düğümledikleri, yaşadığı
türlü olaylar ve yüzleşmeler seçilip bir düzene sokularak, eserin temelini
oluşturur.
Bir
seyahatimde trenle Kazakistan üzerinden Moskova'ya gidiyordum. Kızılorda
ilinden geçerken, radyo; Baykonur'dan bir uzay gemisinin fırlatıldığını haber
verdi. Trenin penceresinden güneşin kavurduğu bozkıra bakarak derin düşüncelere
kapıldım. "Gün Uzar Yüzyıl Olur" romanını yazmak fikri o anda aklıma
gelmişti. Gençliğimizde duyduğumuz mankurtluk hikayesi, hayalimde yeniden
ışıklandı. Geçmiş zamanlarda kara güç sahibi, insanın başını deriden çembere
alıp aklını-fikrini söndürmüş. Birbirine karşı ideolojilerini öne sürüp kendi
arasında çatışmaya düşen iki sistem, uzaya çıkıp birbirini tehdit ederek
yerküresine ideolojik bir şire (=taze deve derisi) sararsa ne olacak? Tek
insanın başına sarılan deri, değiştirilip bizim hepimizi kapsayarak sarılamaz
mı? Türlü ölçülerde olmasına rağmen trajedi ortaktır. İnsanoğlunu,
gerçekleşmesi mümkün olan böyle bir bela konusunda önceden uyarmak
istiyorum."
Cengiz
Aytmatov, aynı kitaptaki anlatımına göre "mankurt" kavramının kökeni
olan efsaneyi Kırgızistan'ın Tan bölgesinde Ak-Olon köyünde doğan ünlü Manasçı
Sayakbay Karalaev (1894-1971)'den öğrenmiştir. 1918'den itibaren parçalar
okumağa başladığı Manas destanının 500.553 mısralık bir varyantını söylediği
kayda girmiş olan Sayakbay'ın Hızır(a.s.)'dan aldığı nasib ile destan söylemeğe
başladığını da ifade eden Aytmatov "mankurt efsanesi"nin
kökenini şu şekilde nakletmektedir:
"Gün
Uzar Yüzyıl Olur" romanını yazarken, mankurt konusunu inceden
inceye araştırdım. Çocukluğumuzda, yol-yordam bilmeyen birilerine
"Hey! Mankurt musun?" dediklerini çok duymuştuk. İnsanın
mankurta nasıl dönüşeceğini bilmesek de, kemiklerine işleyen ağır bir söz
olduğunu sezerdik.
Mankurtluk
hakkındaki ilk bilgilerden birine, on asır önce makamla söylenmeğe başlanıp,
Kırgız halkının kahramanlık ve kültür ansiklopedisi haline gelen Manas
Destanı'nda rastlanıyor. Orada çocuk Manas'ın yaramazlığı ve dayanılmaz
gücünden korkan Kalmukların, "onu mankurt edelim" deyip,
söz bağladıkları şöyle destanlaştırılmıştı:
Bala'yı[6]
tutup alalım
Başına şire[7]
takalım
Eve götürüp azap verelim
Altı boy Kalmak 'ın
Ayak-başını yığalım.
Bindokuzyüz
altmışlı yılların içindeydi sanıyorum; ünlü Manasçı Sayakbay
Karalayev'den mankurt'un anlamını sormuştum. O zaman ihtiyar Manasçı,
biraz düşündükten sonra konuşmaya başladı:
"-Geçmişte, Kalmuk ve Kırgız çatışmaları sırasında iki taraf, mal-mülk
ganimetle birlikte, köle etmek için birbirinden tutsak da alırlardı. Tutsağı
güvenle elde tutmanın en emin yolu, onu mankurt etmektir. Bunun için
önce tutsağın saçını kazıdıktan sonra, yeni kesilmiş devenin -veya sığırın-
taze, ıslak derisini - Kırgızlar şire derler- tutsağın başına sararlar. Sarılan
deri, bağcıklarla, şakaktan sıkılarak, sağlam olarak bağlanan tutsak kavurucu
güneş altına böylece, eli ayağı bağlı bırakılıyormuş. Tutsak, o zaman iki azaba
birden düşermiş. Önce yaş deri sıcaktan kurudukça büzülüp, başını sıkarak
kemiklerini kıracak gibi olur; ikincisi, yeniden çıkan saç, kuruyan deriyi
delemeyip, tekrar kafa derisine dönüp iğne batırılır gibi girip, bütün sinir
duygusunu öldürür; sonuçta tutsağın hafıza, akılda tutabilme, anlama yeteneğini
yok edermiş. Tutsak bir hafta veya on gün sonra, ya ölür ya
"mankurt"a dönermiş. Ölürse azaptan kurtulur, diri kalırsa; adını,
geldiği soyu, bütün mazisini unutur, sadece efendisinin isteklerini yerine
getiren kaba kuvvet sahibi bir köle haline gelirmiş... İnsanoğlu, saçlarını
diken diken eden nice zulüm keşfetmiştir. Ancak bu facianın dengi
olamaz."
Aytmatov
tarihin sisli sayfaları arasından çıkararak Manasçı Sayakbay'ın kendisine
aktardığı bu efsaneyi "Gün Uzar Yüzyıl Olur" romanında şu
satırlarıyla güncelleyerek Kırgız bozkırlarından tüm dünyaya dağılmış
milyonlarca okuruna iletmeyi başarır. İşte Aytmatov'u soydaşları ve
meslekdaşları arasından sıyırarak "kutup yıldızı" yapan da bu anlatım
yeteneğidir :
Mankurt Kimdir?
Ya da Nasıl Mankurt Olunur ?..
"...Önce tutsağın kafasını kazırlar, kesilen bir devenin boyun
bölgesinden yüzülen bir deri parçası tutsağın kafasına bir başlık gibi
geçirilir. Kafasına deri geçirilen tutsak başını yere sürtmesin diye boyuna
tahta kalıp takılır, yürek paralayıcı çığlıklarını kimse duymasın diye ıssız
bir yere götürülürdü. Kolları, bacakları bağlı tutsak orada güneşin alnacında,
aç-susuz birkaç gün kalırdı. Başına deri geçirilenlerden çoğu acıya dayanamayıp
ölür, sağ kalanlarsa belleklerini yitirerek geçmişlerini anımsamayan birer
"mankurt" -köle- olurlardı.
Tutsakların ölüm nedeni açlık, susuzluk değildi. Zavallılar başlarına geçirilen
taze deve derisinin güneş altında kuruyarak büzülmesi sonucu acıya
dayanamadıkları için ölürlerdi. Sımsıkı sarılan deri kurudukça tutsağın
kazınmış başını mengene gibi sıkıştırırdı. Bütün bu acılar sonunda tutsak
aklını yitirmeye başlardı. Juan-juanlar işkencenin beşinci gününde sağ kalan
var mı diye bakmaya gelirlerdi. İşkenceye tutulanlardan biri bile sağ kalsa
amaçlarına ulaşmış sayarlardı kendilerini... "Mankurt" kim
olduğunu, soyunun-sopunun nereden geldiğini, adını, çocukluğunu,
anasını-babasını bilmezdi kısacası insan olduğunun bile farkında değildi.
Benlik bilincini yitirdiği için efendisine iktisadi açıdan büyük avantajlar
sağlardı... Herhangi bir köle sahibi için en büyük tehlike, kölesinin
başkaldırmasıdır. Her köle fırsat bulunca isyan eder; oysa mankurt köleler
arasında kaçmayı, karşı koymayı, başkaldırmayı düşünmeyen, alışılmışın dışında
tek varlıktı. Köpeklerin sahiplerini dinlemeleri gibi mankurt ta
efendisinin sözünden dışarı çıkmazdı. Efendisinden başkasının sözünü dinlemez,
bedeninin gereksinmelerinden başkasını düşünmezdi.... En kirli, en ağır işler
mankurtlara verilir, sonsuz sabır isteyen bıktırıcı, sıkıcı, sinir törpüleyici
işler onlara yaptırılırdı."... [8]
Aytmatov
daha sonra sözü bugüne getirir: "Totaliter sistemde bütün toplumun, -
senin de benim de-, herkesin aklı-fikri, anlayışı, bir ideolojik bir cendereye
kondu. Bu, insanları baskıcı bir rejime körü körüne bağlamak maksadıyla
yapılmıştı."
Şahanov,
Aytmatov'un "Nice yüzyılların sınavından geçmiş gizemli Asya kıtasının
doğurduğu, ta Manas devrinden önce keşfedilmiş öldürücü bir metodu, kimsenin
aklına gelmeyen yeni bir çözüm bularak, bütün dünyanın problemi olarak ortaya
koydu"ğunu ifade eder ve böylece "dünyanın söz dağarcığına mankurtluk
(mankurtizm) diye yeni bir kavram kattı"ğını isabetle kaydeder.
Şahanov'a
göre Sovyetler Birliği devrinde, dilini ve özünü, örf-adetini unutup, tarihî
hafızasını kaybetmeye başlayan az nüfuslu halkların trajedisi, Aytmatov'un bu
eserinden sonra bütün açıklığı ile ortaya çıkmış ve Mankurt olmamak
meselesi, nüfus yönünden zayıf olan halkların parolasına dönüştü. Şahanov,
Aytmatov'un ağzıyla söylenen bu acı gerçeğin, özellikle Rus totalitarizminin
ağına düşen halkları ırgalayıp uyandırdığını ifade eder. Mankurtlaştırılan
nesilden bir gençliğin perişan durumu karşısında "ruh köküne yabancılaştırılamamış"
insanın totaliter rejime en tabii bir çerçevedeki ruh isyanı Aytmatov'un
"Gün Uzar Yüzyıl Olur" adlı ünlü romanında romanın asli
kahramanlarından Boranlı Yedigey'in dilinden bir dua formunda
seslendirilir:
Boranlı
Yedigey (Edige)' in Duası:
"Şimdi yüzümüzü kutsal Kâbe’ye dönelim, ellerimizi önümüze açalım.
Böyle bir saatte dualarımızı, aklımızdan geçenleri duysun anlasın diye Tanrı'yı
düşünün... "... Böylece insanoğlunun bir rastlantı
sonucu geldiği, fakat günlerle gecelerin izlemesi gibi aynı şaşmazlıkla günü
gelince bırakıp gideceği bir dünya, kendi düzeni içinde değişmez bir dünya
yarattığı için Yaradan'a selam vermiş oluyordu... O anda coşkuyla kendinden
geçercesine dua etmekte haklıydı, çünkü insanoğlu dünyada boşuna yaşamıyordu. "Ey
Tanrım, dedelerimizin ezberledikleri kitaplardan okuduğum duaları gerçekten
işitiyorsan beni de işit. O'nun vasiyet ettiği gömütlüğe gömmeyi başaramadık...
Biz kullarını bağışla ve Kazangap kulunu toprağa kabul et... Biz kulların sana
yakarmaktan başka birşey beceremediğimiz için acı, esirge bizi, yardımını eksik
etme. Biz kulların doğru olsun, yanlış olsun, herşeyi Sen'den bekleriz. Bir
katil bile Sen'i kendi yanında görmek ister... Nayman Ana'nın yattığı kutsal
gömütlüğe bundan böyle gelemeyecek oluşumuza çok üzgünüm... Vasiyetimi benimle
buraya gelen gençlere bırakıyorum, beni buraya gömmek onların boynunun borcu
olsun; ancak aralarında dua edecek birini göremiyorum ne Tanrı'ya inanıyor, ne
de dua biliyorlar... Duaları küçümsüyorlar. Bu duruma göre ecel saati gelince kendilerine,
başkalarına ne diyecekler? Acıyorum hepsine... Kutsal varlığına saygısızlık
ettiğim için bağışla beni Tanrı'm !.. Eğer yaramaz bir şey söylediysem bağışla
beni. Ben basit bir insanım, ancak bu kadar düşünebiliyorum... Bağışını
üzerimizden eksik etme... Amin." [9]
Şahanov,
Litvanya; Estonya gibi Baltık cumhuriyetleri ve Moldova'da gençlerin,
1990'larda Rus işgaline karşı meydanlara çıktığında ellerinde "Biz Mankurt Değiliz"
yazılı pankartlar taşımasını, Aytmatov'un "mankurtlaşmaya direnişe
çağrı"sının dünya çapındaki fiili bir yanıtı olarak tarihe
yazmıştır.
Bugün
sosyal psikolojinin "kendine yabancılaştırılma, kimliksizleştirilme"
anlamında bir terimi haline gelen Mankurtlaştırılma -mankurtizasyon- kavramını
Türk tarihinin sisli karanlıklarından Manasçı Sayakbay'ın kılavuzluğu ile
çıkarıp kayda geçiren Cengiz Aytmatov'un büyüklüğünün bir nedeni işte budur.
Özüne yabancılaşarak kendisini yüceltebileceğini sanan bazı aydınlarımız; ve
özellikle yazar-çizerimiz de bu "ölümsüz efsane"den kendisine bir pay
çıkartır; umarım!
HAYATİ BİCE- 08 Temmuz 2011
(http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi35625-Mankurt_las_tirila_mayanlardan_misiniz.html
)
Günümüzde toplumlar
bu şekilde mankurtlaştırılmıyor artık. Beyin yıkama yöntemleri kullanılıyor bu
amaç için.
CIA’nın
yaklaşık 50 yıldır uyguladığı en etkili toplumsal kontrol yöntemlerinden biri
kamuoyunu değişik yapay uyarıcılarla ve şişme gündemlerle uyutulmasıdır. Bu
proje için “insan hakları” ve “yardım kuruluşlarına” gizli fonlar
aktarılmıştır.
CIA,
kontrol etmek istediği ülkelerin yapısını inceleyip proje hazırlamak üzere Ford
Vakfı’nı ve Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü’nü kurmuştur.
Ford
Vakfının amacı antiemperyalist ve ulusal sol hareketleri etkisiz kılmaktı.
Guatemala’da Demokrat Arbenz ve İran’da Musaddık hükümetini deviren projelere
Ford Vakfı imza atmıştır.
CIA,
toplum mühendisliğine soyunarak dünyayı ABD istekleri doğrultusunda
biçimlendirmek amacıyla Tavıstock İnsan İlişkileri Enstitüsü’nü de kurmuştur. I
ve II. Dünya Savaşı yıllarında Psikolojik Savaş Örgütü olarak çalışan
Tavıstock Grubu, Rockfeller Vakfı’nın yaptığı büyük bağışlarla 1946 yılında
görev alanını genişleterek yeniden yapılandırılmıştır. Rocefeller, Tavistock’a
daha geniş çaplı psikolojik savaş araştırmaları yapma ve uygulama görevleri
vermiştir.
Tavistock
Enstitüsü’nün ilham kaynağı ünlü psikanalist Sigmond Freud’un “insan
davranışlarının kontrolü” konusundaki psikanaliz araştırmaları olmuştur.
Tavistock’un
önecelikli hedefi halkın psikolojik direncini kırmaktır.” Bu amaçla aile bağını
zayıflatmak, din, onur, milliyetçilik ve seksüel davranışları çökertmek için
teknikler geliştirmiştir.Tavistockun geliştirdiği yöntemlerden biri de
“uyuştucu haplar” kullanılması ve “sesksüel davranışların çarpıtılmasıdır”.
Bugün Tavistock, ABD’de 6 milyar dolarlık bir bütçe ile faaliyetlerini devam
ettirmektedir.
Tavistock’un
en önemli programlarından biri “beyin yıkama teknikleri”dir.
Özetle,
CIA; Tavistock Enstitüsü, Ford Vakfı, Rockefeller Vakfı gibi kuruluşlarla
sömürmek istediği toplumları şekillendirmektedir.
Hedef
toplum CIA uzmanlarınca siyasi, sosyal, kültürel ve psikolojik incelemelere
tabi tutulur. Elde edilen bulgular kullanılarak uygun bir
“istihmar-eşekleştirme” paketi hazırlanır ve paket hayata geçirilir. Paket
hazırlanırken en güzide kişiler ve kurumlar kullanılır. Çoğu zaman, seçilen
kişi ve kurumlar dahi kullanıldıklarının ayrımında değildir. Paketin hayata
geçirilmesinde medya ön plandadır.
Dr.
Emery, Tavistock Enstitüsü’nün projeleri doğrultusunda toplumsal uyutmanın üç
sahfada gereçekleştiğini belirtmiştir:
1.
Sahfa: Moral-ahlakî değerlerini yitirme (Demoralisation)
2.
Safha: Zihni Bölünme (Segmentation) Bu sahfada birey,
zihninde yerleşik olan ulus devlet görüşünden kopar ve cemaat görüşüne geçer.
3.
Sahfa: Zihni Ayrışma (Disassocation) Bu safhada birey,
fantezilerle, gerçekleri birbirine karıştırıp bir anlamda “robatlaşmış bir
birey” haline gelir.
[http://www.medyaningunlugu.com/]
[1]
"The term mankurt comes from a Turkic myth popularized by Chinghiz
Aitmatov in his novel The Day Lasts More Than a Hundred Years"
http://encyclopedia.thefreedictionary.com/Chinghiz%20Aitmatov
[2] Mankurtisation teriminin kullanım örnekleri için:
http://www.utoronto.ca/cias/kyrgyzstan.html
http://home.parks.lv/sandisr/youth.htm
[3] Mankurtism teriminin kullanım örnekleri için: http://cess.fas.harvard.edu/CESSpg_conf_abstracts2005.html
http://www.crvp.org/book/Series03/IIIC-2/chap-4.htm
[4] Boris Shusteff , Jewish Mankurts?
http://www.freeman.org/m_online/may99/shusteff1.htm
[5]Kuz
Başındaki Avcının Çığlığı , Tolkun Yayınları, Ankara 1.Baskı Aralık 1998; 2.
Baskı Şubat 2000)
[6] Bala:
Çocuk
[8] Cengiz Aytmatov, Gün Uzar Yüzyıl Olur, Çev.: Mehmet
Özgül; s. 125-127, Cem Yayınevi, İstanbul-1985.
Normalde tutsağın
yakınları onu kurtarmak için bazen yola koyulurmuş; fakat kaçırılan yakının
“mankurt” olacağını / olduğunu duyunca artık onu aramazlarmış. Çünkü mankurtlaştırılan
birinin artık anne babasına bile bir hayrının olmayacağını biliyorlarmış.
Fakat yine de tutsakların kaçırılma olasılığına karşı, onların yanına bir iki
tane gözcü dikilirmiş. Neyse, tutsak günlerce kızgın güneşin altında beklediği
için, deri kafasında kurumaya başlar, kurudukça büzülür, büzüldükçe de
kafatasını aynen mengene ile sıkar gibi gerermiş. Bunun yanı sıra kökünden
kazınan saçlar yeniden çıkmaya başlayınca, kafada kuruyan deriye çarpıp geri
döner ve böylece kıllar üste doğru çıkamayınca alta doğru iner, beyne
saplanmaya başlarmış. Hem kafatasının gerilmesi hem de kılların beyne batması
tutsağa anlatılması çok güç bir acı yaşatırmış. Eğer tutsak çok güçlü ve
dayanıklı değilse acıya dayanamayarak ölürmüş. Hatta mankurtlaştırılmak için
çöle bırakılan beş tutsaktan en az biri ölmezse, bunları kaçıranlar kendilerini
şanslı görüyorlarmış.
Tutsak, eğer
yaşamayı başarabilirse hem çektiği acılar hem de kılların beyne batması
nedeniyle bilincini (hafızasını / şuurunu) kaybedermiş. Juan-juan‘lar onu
çölden alıp getirir, boynundaki kalıbı çıkarır ve ona yemek verirlermiş.
Annesini, babasını, boyunu, doğduğu yeri, adını… unutan tutsak, artık kendisini
karnını doyurmaya çalışan bir varlık olarak görmeye başlarmış. Tutsağın sahibi
olarak gördüğü kişi, ona sıkça yemek verip onu kendine bağlarmış. Artık bir
“mankurt” olan bu kişi, sahibinin sözünden çıkamayacak sadık bir “köpek“ten
veya emirleri eksiksiz yerine getirecek bir “robot“tan farksızdır. Sahibi ne
kadar zorlu, sıkıntı verici işler yapması için ona emir verse de, o onları
yapmaktan çekinmezmiş.
O dönemde
mankurtlar, normal kölelerden daha değerliymiş. Bir mankurt, güçlü ve dayanıklı
on tutsakla eş değermiş. Hatta bir olay sonucunda bir mankurt öldürülürse bunun
için ödenecek bedel, hür bir kişinin ölümü için ödenecek bedelden üç kat fazla
olurmuş. Çünkü “Sarı-Özek“in kavurucu çöllerindeki sıcaklara, o çölde deve
gütmek için günlerce sıcağa dayanabilmeye ancak bir mankurt dayanabilirmiş.
Açlıktan ölmemesi için yiyeceğini ve suyunu; donmaması için de üzerine yırtık
pırtık birkaç parça giysi verince, başta kavurucu çöllerde deve gütmek olmak
üzere bütün işleri çekinmeden yaparlarmış. İşte bunun için o dönemde bu vahşice
eziyetler, sıkça görülürmüş.
Mankurtlaştırma ile
ilgili “Nayman Ana” adında bir kadının çocuğunu mankurt olmaktan kurtarması
için yaptığı mücadelenin anlatıldığı bir söylence (efsane) de vardır. Bu
söylenceye göre; Nayman Ana‘nın oğlu Juan-Juan’lar tarafından kaçırılmıştır.
Nayman Ana, yetişkin oğlunu mankurt olmaktan kurtarabilmek için -diğer birçok
annenin aksine- çocuğunun peşine düşmüştür. Araya taraya oğlunu Juan-Juan’ların
develerini gütmekle görevlendirdikleri bir yerde bulmuş ve gizlice oğlunun
yanına kadar sokularak onun karşısına çıkmıştır. Fakat oğlunu bulduğunda, o
çoktan “mankurt” olmuştur. Annesi oğluna her ne kadar kendi adını, babasının
adını falan söylemişse de, artık her şey için geçtir. Çünkü oğlu, artık eskiye dair
her şeyi unutmuş bir mankurttur. Annesi bunu bildiği hâlde bıkmadan, usanmadan
oğluna her fırsatta “Senin atan (baban) Dönenbay‘dır. Sen Dönenbay‘ın oğlusun.”
demiştir.
Bir gün oğlunun
efendisi sayılan Juan-Juanlar, bu durumdan kuşkulanmış ve köleye karşısına
çıkacak her kim olursa olsun, onu oklayıp öldürmesini emretmişlerdir. Annesi
yine oğlunun yanına gelip “Senin atan Dönenbay…” demek isteyince, köle
hiç duraksamadan okunu çekip annesinin göğsüne saplamıştır. Söylenenlere göre
zavallı Nayman Ana‘nın ruhu, bir kuş olup havalanmış ve oğlunun başının üstünde
dönmeye başlamıştır. Havada dönerken bile oğluna “Senin atan Dönenbay, senin
atan Dönenbay, senin atan…” diye seslenip durmuştur. Hatta bu olaydan
ötürü, o kuşun adına “dönenbay kuşu“ demişlerdir. (Kazım Öztürk 13
HAZİRAN 2012) http://www.hicrandergisi.com/kazim-ozturk/mankurtlasmak.html
[9]
Aytmatov,age, s. 335-338, İstanbul-1985.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar