MEDED YA KEBİKEÇ!
Şimdilerde
olur da elinize bir el yazma eser geçerse, ve bu eserin kapağında ya da ilk
sayfasında Kebikeç ismine rastlarsanız hiç şaşırmayın. O eserin elinize kadar
ulaşması için muhâfızlık yapması niyetiyle kondurulmuş bir kitap muskasıdır o.
Eskiden, doğum yapacak kadınların sağ koluna, doğumun
kolay olması için; yolculuğa çıkanın bineğine, sağ sâlim dönebilmesi için;
imtihana giren talebelerin zihninin açık olması için; yangın çıkmaması, hırsız
gelmemesi, hattâ köpek ısırmaması için okunan duâlar, yazılan tılsımlar vardı.
Zaman zaman bu tılsımları, bir kâğıda yazıp muska gibi üzerinde taşıyarak medet
ummak da âdettendi. İşte bu gibi tılsımlardan biri de kitapların kapağına ya da
baş sayfasına yazılan "Yâ Hâfız Yâ Kebikeç" lâfzıydı. Bir nevî
kitap muskasıydı bu.
Müellif binbir zahmetle telif ettiği eserine, kendisi
için "el-Muhtâç ilâ rahmeti rabbihil-Ğafûr" ya da "Ğufira
zenbuhû" şeklinde duâ ifâdeleri yazarken, kitabının korunması için de
"Yâ Hâfız Yâ Kebikeç" yazardı.
Birçok el yazması eserin kapağında ya da ilk sayfasında
rastladığımız "Yâ Kebikeç" ifâdesi, kitapların böceklerden güvelerden
korunması maksadıyla yazılmış bir nevî "Kitap tılsımı" olarak meşhur
olmuştu.
Kebikeç, kitaplar kurtlanmasın, böcekler güveler kemirmesin
diye, kitabın kapağına kondurulan bir çeşit efsundu. Tılsımlı olduğuna inanılan
bu ismin, kitapları her türlü haşerâttan koruyan efsâne bir melek ya da bir cin
olduğuna da inanılırdı. Kebikeç, kitap kurtlarının şâhı idi. Kitaplara "Yâ
Kebikeç" yazılması bir nevî "Ey kurtçuk, bu kitap sana âit değil.
Başkasının malına zarar verme!" îkâzıydı. O melek ya da cinden korkan (ya
da saygı duyan) kitap kurtlarının, efendilerinin ismini kitabın üzerinde
görünce "Bu kitap efendimizin himâyesinde" diyerek yaklaşamayacağına
inanılırdı.
Husûsiyle eski el yazma eserlerin başında görülen
"Yâ Hafiz yâ Kebikeç" tılsımının, kitapların baş sayfasına yazılması
önemli bir nüanstır. Hatta bununla alâkalı hoş bir rivayet de var. Şöyle ki:
Müellifin biri bu efsunlu ibâreyi kitabının sonuna yazmış. Kitap kurdu da,
kitabın ilk sayfasından başlamış yemeye, koca kitabın son sayfasına gelinceye
kadar güzel bir ziyâfet çekmiş kendine. Şölenin sonuna gelince bir de ne
görsün: Böcekler pâdişâhı Kebikeç, tahtına kurulmuş, gözlerini bu kurtçuğun
üzerine dikmiş, bütün heybetiyle karşısında arz-ı endâm ediyor. Tası tarağı
toplayıp sıvışmış oradan. Kebikeç'i ancak son perdede sahneye alan müellifimiz
de, elinde kitabının son sayfası, kalakalmış öylece. Rivâyet böyle.
Süryânicede "Tüm böceklere hükmeden meleğin
adı" şeklinde geçen Kebikeç, bâzı Arapça ve Osmanlıca kaynaklarda da
"sürüngen ve böceklere hükmeden melek ya da cin" şeklinde târif
edilmiştir. Kebikeçe "Hüdhüd Kuşu" diyenler de olmuş, hattâ bu kuşun
tüylerinin, kitap sayfalarının arasına konmasıyla, güve, kitap kurdu gibi
haşerâtın kitaba yaklaşamayacağı ifâde edilmiş.
Farklı bölgelerde farklı isimlerle anılan fakat illâki
bilinen Kebikeç, Kuzey Afrika'da "Kabikah, Kabikanc, Kaykatac,
Akikanc", Endonezya'da "Yâ Kih" isimleriyle anılırmış. İsmi
ne olursa olsun, büyük zahmet ve sabırla çok uzun sürelerde yazılan el yazması
eserlerin, haşerât tarafından yenmemesi için dâimâ Kebikeç'ten meded umulmuş.
Fakat Farsça bir lügat olan Burhân-ı Kâtığ'da Kebikeç'in
"Düğün Çiçeği", "Kurbağa Otu" ve "Mastara Çiçeği"
diye geçmesi, bâzı Osmanlıca sözlüklerde de "Düğün Çiçeği" diye
tanımlanması, bir gerçeği ortaya çıkarıyor. Esâsen zehirli bir çiçek olan
Kebikeç, kitapların arasına konur ve haşerâtın zarar vermesi engellenirdi.
Zamanla Kebikeç bitkisini ezip, suyu ile kitap kapaklarına "Meded Yâ
Kebikeç" yazarak bu işi daha estetik hâle getiren hattatlar da çıkmaya
başladı. Derken bir zaman geldi ki, düğün çiçeği Kebikeç'in kendisi değil de,
zehirli suyundan yazılmış ismi konuldu kitapların başına bir muska gibi.
Nihâyet bu işin aslı unutuldu. Kebikeç bitkisi unutulunca artık kitaplara
sâdece bu isim, hem de her hangi bir mürekkeple yazılmaya başlandı. Böylece
Kebikeç ismi tılsımlı ve efsunlu bir hâl aldı. Ve bu "Zehirli Düğün
Çiçeği", "Sihirli Haşere Meleği" oldu çıktı.
Şimdilerde olur da elinize bir el yazma eser geçerse, ve
bu eserin kapağında ya da ilk sayfasında Kebikeç ismine rastlarsanız hiç
şaşırmayın. O eserin elinize kadar ulaşması için muhâfızlık yapması niyetiyle
kondurulmuş bir kitap muskasıdır o.
Bu vatanı
dişleriyle tırnaklarıyla kazandılar
Çanakkale Savaşı esnâsında, 1915 baharında, Kirte
Muhârebelerinde yaralanan yüzbinlerce Türk askerinin acı içinde inlemeleri ve
narkozsuz yapılan ameliyatlardaki çığlıkları ile dopdolu bu topraklar.
Zığındere'de bir sargıyerinde, bu asil Türk askerlerine, ameliyat acısına
tahammül edebilmeleri için, sopaya sarılmış keçe ısırtılıyordu. Dişini sıkarak
ameliyat olan Mehmetçik, ayağa kalkabilecek güce sâhipse tekrar cepheye
gönderiliyordu. Narkozsuz ameliyat edilirken acıdan ve kan kaybından şehit olan
bir Mehmetçiğin ağzından "artık onun işine yaramaz" diye çekilip
alınan keçenin üstünde ise tam 4 tâne diş vardı. İşte bu vatan, Türk
askerlerinin dişleri ve tırnaklarıyla kazanıp bize emânet ettiği topraklardır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar