NASIL BİLDİ , YOKSA BEN Mİ SÖYLEDİM?
Hz. Rasûlu'llâh
salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdular ki;
"Allah'ın
öyle kulları vardır ki, insanların iç dünyalarını, işaretlerinden hemen
tanırlar". (647) Şihabu'l Ahbar
Bir gün Hazreti
Şeyh Azizimiz Sultanımız Amîş kuddise sırruhu'l-âlî Efendimize sormuşlar;
"Efendim,
sizin karşınıza günde bu kadar zevat gelir, onların ne âhlakta, ne halde
olduğunu nasıl anlarsınız? Gülmüşler de;
"Onlar
kendilerini bana anlatır." Buyurmuşlardır.
Bu vecheden
işaretle doktorlar tedavilerinde, psikiyatrlar gelen hastalarını dinlerken,
polisler sorgulamalarında, medyumlar karşısındaki insanların birkaç
kelimesinden vaka/kişilik çözümlemesine gidebilecek kadar tecrübe
kazanmışlardır.
Bütün bu
bahsedilen erbabın kerameti maddî ve manevî ilmiyedeki mertebeleri ile
alakalıdır. Ehl-i keşf hali ayrı bir veceheden incelenebilir. Günümüzde
ilmîyeye vehm karıştığı için eski zamana kıyasla keşfi kapalı veliler ve sahte
veliler farkı kalmamıştır. Buna ilaveten inanc zayıflamasına yol açmış
olduğundan velâyet ilminde hususî ve kitabi bilgi sahibi olmak mecbur olmuştur.
Hzl: Mustafa Küçükaşcı
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî kuddise sırruhu'l-âlî Hazretleri’nin ölümsüz
eseri Mesnevî-i Mânevî’nin ana mevzularından biri, insandaki beden-ruh,
nefis-kalp çekişmesinin teşhis ve tedavisidir. Dünya mülkünde, beden
hapishanesinde nefsin hâkimiyeti vardır.
Bu hapishanede gurbette kalmış olan, aslı yücelere ait ruh, aklın da
yardımıyla, nefsi alt etmelidir. Bu da nefsin terbiye edilmesi ile olabilir.
Nefis terbiyesi şüphesiz tasavvufun en önemli konusu ve gayesidir.
Mevlânâ şiir diliyle nefsin hâllerini dile getirmiş, edebî kudretini gösterdiği
teşbih ve temsillerle nefsi ve nefis terbiyesini tasvir etmiştir. Bazı bilinen
mazmunları da nefse güzelce tatbik etmiştir.
Mevlânâ Hazretleri’nin nefsi tanıtmak yolunda hayvanlar âleminden
seçtiği başlıca misaller şunlar:
Nefis, insan terkibinde rûhun bineğidir.
Hazret-i İsa’ya İslâmî gelenekte Rûhullah denmiştir, zühd peygamberi
Hazret-i İsa’nın Kudüs’e merkep üzerinde geldiği rivâyet edildiğinden, merkep
üzerinde İsa, yani nefis bineği üzerinde ruh remzi, hâfızalara ruh ve nefsin
doğru ilişkisini yerleştirmek için kullanılmıştır:
“Sen Hazret-i İsa’yı bırakmışsın da, onun bindiği eşeği beslemişsin.
Onu geliştirmişsin. Ey eşek huylu gafil! Bil ki irfan İsa’nın nasibidir. Eşeğin
yani bedenin nasibi değildir. Eşeğin iniltisini duyarsın da, ona acırsın;
bilmezsin ki, o eşek sana eşeklik ediyor!”
“İsa’ya yani rûhuna acı da, eşeğe yani nefsine acıma, tabiatı ve
nefsini aklına hâkim, yani üstün kılma! Tabiatı bırak da hıçkıra hıçkıra
ağlasın. Sen ona acıma, onun yani nefsinin isteklerini yerine getirme de, can
borcunu öde!”
Nefis bineğinin gerekli bakımı yapılmalı, hoş tutulmalıdır. «Nefsin
senin bineğindir, ona yumuşaklıkla muâmelede bulun.» buyrulmuştur. Ama bu
muamele, merkebin merkepçe iştahına uymak değildir:
“Sakın ha, eşeği kendi keyfine bırakma, yularını elinden salıverme.
Çünkü o, yola değil, çayır tarafına gitmek ister. Sen bir an gaflete düşer de,
nefis eşeğinin yularını bırakacak olursan, o çayırlığa yol alır gider. Eşek,
hakikat yolunun düşmanıdır. Nefsanî arzular çayırının sarhoşudur. O ne kadar
çok sürücülerini, üstüne binenleri yere vurmuştur, öldürmüştür.”
Nefis eşeği tembeldir, yoldan da yükten de kaçar. Yük ibadettir, onun
bağlanacağı kazık ise mücâhede:
“Senin nefs eşeğin kaçmıştır. Onu mücâhede kazığına bağla! O ne zamana
kadar insanlık ve ibadet yükünü taşımaktan kaçacak?”
Mesnevî dilinde zaman zaman nefis ile beden, ruh ile akıl birbirleri
yerine kullanılırlar. Nefis eşeğinin sırtında, akıl oturur. Akıl, ağır yani
güçlü olursa eşek zayıflar, ama akıl zayıf ise eşek onu çekip çevirmeye başlar.
Nefis, düz değil de kuyruğu istikametinde geri geri giden aksi bir
attır. Öyle ise ata ters binip kuyruğu gidilecek istikamete çevirmelidir. Yani
nefsin arzusu demek olan atın kuyruğunu mânâ yönüne, kurtuluşa çevirmelidir.
Bu, nefsin meyillerini müspet yönlendirmenin güzel bir remzidir.
Mevlânâ Hazretleri nefsanî şehvet, hırs, öfke gibi duyguları ateşe
benzetir. Cehennemin âlemleri yutmasına rağmen «daha yok mu?» demesi gibi
nefs-i emmâre de doymak bilmez. Çünkü cüzler küllün özelliğini taşır, nefis de
cehennemin huyunu taşır.
Yedi kapılı cehennem, yedi başlı, her ağzından ateşler saçan bir
ejderhadır ki bunlar şârihlere göre nefsin kötü huyları olan, gurur, hırs,
şehvet, haset, hasislik, hiddet ve şöhreti temsil ederler.
Bu ejderhanın cehennemî ateşini denizler söndüremez. Çünkü ateşi suyla
söndürmek mümkündür ama nefis, çakmak taşı ve demirdeki gibi bilkuvve
(potansiyel) bir ateş olduğundan bu şekilde sönmez.
Hazret-i Mevlânâ nefsin bu görünmeyen tehlikesini donmuş ejderha ile de
temsil eder. Hikâyede nefis muhasebesini terk eden gafil kişi, dağda bulduğu
donmuş bir yılanı ölü zannederek şehre indirip güneş ışığına maruz bırakan
adamla temsil edilir. Güneşin harareti yani şehvetler, donmuş yılanı diriltir
ve adamı yutar:
“Ey insanoğlu; senin nefsin de bir ejderhadır! Ölmüş görünse bile
ölmemiştir; günah işlemek için eline fırsat geçmediğinden ötürü, gamdan uyuşmuş
bir hâlde, donmuş gibi beklemektedir! (…) Nefis ejderhası; yokluğa, yoksulluğa,
fakirliğe düşerse, küçük bir kuvvet hâline girer. Fakat mal-mülk, yüksek mevki
yüzünden nefis sivrisineği, çaylak kesilir.
Sen nefis ejderhasını ayrılık karları altında tut; aklını başına al da,
onu güneşin altına getirme! Dikkat et ki, ejderhan donmuş bir hâlde kalsın;
eğer o canlanırsa, sen onun bir lokması olursun! (…) Çünkü üstün şehvet
güneşinin harareti vurunca, o pis baykuş kanatlanır uçar!”
Serkeş nefis eşeğine Hazret-i İsa gibi hâkim olmak gerektiğinden, bir
ejderha olan nefisten zarar görmeden onu elde tutmak için Hazret-i Musa gibi
olmak gerekir. Ejderhanın gözünün zümrütten kamaştığı gibi, nefis Allah
dostunun huzurunda bulunursa, onun yüz arşın uzunlu¬ğundaki dili kısalır, yani
kötülüğe cür’eti kalmaz.
Nefsinin kötülüğünden haberdar olmayan kişi omzunda yılan olduğunu bilmeyen adam gibidir. Damdaki bir kişi yani mürşit bunu görür ve haber verir, fakat gaflette ısrar edenler bu îkazlardan rahatsız olurlar. Yılan boyunlarını sokunca ise niye beni uyarmadınız diye feryât ederler.
Nefsinin kötülüğünden haberdar olmayan kişi omzunda yılan olduğunu bilmeyen adam gibidir. Damdaki bir kişi yani mürşit bunu görür ve haber verir, fakat gaflette ısrar edenler bu îkazlardan rahatsız olurlar. Yılan boyunlarını sokunca ise niye beni uyarmadınız diye feryât ederler.
Çâresizdir sürü, olmazsa hakîkî çobanı
Ruh görünmezse tutar meydanı nefsin yılanı
[Mürîd]
Mevlânâ Hazretleri nefs-i emmâreye aslan ve tavşan hikâyesindeki aslanı
misâl getirir. Hikâyede ormandaki hayvanlar her gün içlerinden birini feda
etmeyi aslana vaat etmişlerdir. Aslan açlığı ve oburluğu ile tüm orman ehlini,
bütün letâifi yiyen tüketen nefs-i emmâredir. Bir bir hayvanları yerken bu
gidişe akl-ı meâdı temsil eden tavşan «dur!» der. Aslanı kuyu başına götürerek,
kuyudaki aksini kendisinin rakibi olan bir aslan olarak gösterir, rakibini alt
etmek için kuyuya atlayan aslan kuyuda mahsur kalır. Nefsin kuyuya kapatılması
mücâhedeye tâbî tutulması demektir. Nefis bir hile ile de olsa kendi düşmanının
kendisi olduğunu görmüş, onunla cihad etmek için kuyuya atlamıştır.
“Ey aslanlar yaratan Allah’ım! Eğer, biz bir köpeklik etti isek, nefs-i
emmâre arslanını pusudan çıkarıp, üstümüze saldırtma.”
Nefis azgın bir aslan kesilse de aslen, asâleten aslan değildir. O
gurbetteki rûha karşılık kendi çöplüğünde, yani dünyada ve beden mülkünde
olduğundan aslan kesilmektedir. Eğer ormana gerçek aslanlar olan Hak dostları
davet edilirse köpek nefis, aslan taklidini bırakır.
Nefis, rûhu taşıyan bir binek olduğu gibi, rûha verdiği hizmet yönünden
bir av köpeğine de benzetilir:
“Avlanırken senin işine yarayan ancak köpektir, yani nefsindir. Bu
nefis köpeğini fazla besleme, önüne az kemik at. Çünkü köpek doyunca
azgınlaşır, emrine uymaz, karnı tok olduğu için avın arkasında koşmaz.”
Eşeğin bağlandığı kazığın yerini köpekte tasma alır. Ejderhadan, donmuş
olsa da çekinilmesi gerektiği gibi köpeğin de köpekliğinden emin olunmamalı
boynundan tasma eksik edilmemelidir:
“Kendine güvenip de sakın tasmayı nefis köpeğinin boynundan çıkarma! Bu
nefis köpeği terbiye edilse, hattâ terbiyeli bile olsa, yine de köpektir!”
Necip Fâzıl da nefsi iradeye dişlerini geçirmiş bir köpek şeklinde
tasvir ederek kadîm temsili kullanır:
Doğmaz güneşlere bağlandı vâde;
Dişlerinde köpek nefsin, irade.
İnsanın kötülüklerden başkasını sorumlu tutmasına karşı Mevlânâ
Hazretleri nefsi yırtıcı bir kurda benzetir. Başka bir temsilde ise kurt, akıl
çobanının gözetemediği sürüden koyun nefsi çalan şeytandır.
Nefis bir faredir. Eşeğin aklı çayırda olduğu gibi fare de hep lokma
peşindedir. Yolları hep toprak altındadır. Toprak ise süflî dünyadır. Fare
nefis, lokma bulmaya yarayan akl-ı meâşa kulak verir, yarınları düşünen akl-ı
meâda değil!
Nefsin fareye benzetilme vecihlerinden biri de onun hırsızlığıdır. Kırk
yıldır toplanan buğday ambarda yoksa bunca yıllık ibadetten hâsıl olması
beklenen iç huzuru kayıpsa onu nefis çalmıştır:
“Ey Hak talibi can, önce ambara giren fareden kurtulma çaresini ara,
ondan sonra buğday toplamaya çalış.”
Mevlânâ hırsız fareye karşı aklı dikkatli bir kedi olarak tasvir eder.
Hazret-i Mevlânâ bedenî arzuların birbiriyle ilişkisini tespit ederek,
yeme içmenin şehvete dönüşeceğini söyler ve şehveti teskin etmenin helâl yolu
olan evliliğe teşvik eder:
“Mademki yemeye, içmeye düşkünsün, vakit geçirmeden bir kadınla evlen,
yoksa kedi gelir, yağlı kuyruğu kapar, gider.”
Şefik CAN merhumun tercümesinde bu beyitteki kedinin şeytan ve nefsi,
yağlı kuyruğun ise cüz’î iradeyi temsil ettiği kaydedilmektedir.
Mevlânâ dilinde koyun, kurt ve çoban mazmunu nefis, şeytan ve rûha
uygulanır. Aklı, rûhu veya mürşidi remzeden çoban, sürüyü kurda karşı uyarsa da
nefse, bedene uymuş kişileri temsil eden koyunlar, «biz kurdun lokmasıyız, biz
ateşin odunuyuz.» derler.
Koyun başka bir temsilde, ruh kuzusunu doğuran bedendir. Nefis, rûhun
doğabilmesi için sancı çekmeli, ana koyun gibi bu sancıdan üzüntü duymamalıdır,
çünkü önemli olan ruh kuzusunun doğmasıdır. Koyun burada olgunlaşma yolundaki
nefsin sembolüdür. Bundan daha ileri merhale aslan olmaktır:
“Mademki aslan değilsin, aklını başına al, ayağını ileri atma, çünkü
ecel kurttur. Senin canın ise dişi bir koyun gibidir. Eğer sen, ilâhî vasıfları
kazanmış abdal bir kişi isen ve senin koyunun aslan oldu ise, yani nefsanî
arzularını yenerek rûhunu arındırdı isen, emin olarak gel; ölümün başını eğmiş,
sana yenilmiş, alt olmuştur.”
Nefis, rûha kurban edilmek için vardır. Sığır, kurbanda kesilmek için
beslenir. Hazret-i Musa kıssasındaki sığırın kesilip bu vesileyle bir cesedin
diriltilmesine de telmihle Mevlânâ şöyle söyler: «Ruhların haşrini, dirilmesini
istiyorsanız, bu sığırı, yani nefsi kurban ediniz.»
Hazret-i Âdem’in oğullarından kardeşi Hâbil’i öldüren Kābil, kardeşinin
cesedini ne yapacağını bilememiş, gömmeyi ise kargadan görerek akıl etmiş
olduğu Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilir. Hazret-i Mevlânâ bu kıssayı anlattıktan
sonra şunları söyler:
“Karga, arkasında uçan rûhu, sonunda mezarlığa götürür. Aklını başına
al da, kargaya benzeyen nefsin peşine düşme. Çünkü o, seni bahçe tarafına değil
mezarlığa götürür.”
Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i İbrahim’in: “Rabbim ölüleri nasıl
diriltiyorsun? Bana göster!” şeklindeki niyazı üzerine, Allah Teâlâ, ondan dört
kuş alıp kendine alıştırmasını, sonra onları kesip her bir parçayı ayrı bir
dağa koymasını sonra da çağırmasını ister.
Mevlânâ bu kuşları nefsanî bir takım duygularla tevil etmiş, bunların
başının kesilmesiyle görülecek dirilişin, sâlikteki kalbî diriliş olacağını
beyan etmiştir. Kısaca ifade edersek, bu dört kuş hırsı temsil eden kaz, makam
ve mevkii temsil eden tavus, şehveti temsil eden horoz ve bitmek tükenmek
bilmeyen arzuları temsil eden kargadır.
Mesnevî’deki nefis temsilleri ve muhtevaları kısaca bunlar. Bunlara
özlü bir hâtime olarak Kanunî Sultan Süleyman’ın şu beyti ile yazımıza son
noktayı koyalım:
Nefs hazzın ey Muhibbî vermegil hayvân sıfat,
Zabt-ı nefs et ârif ol âlemde insanlık budur!
http://www.konyamevlevi.com/?p=142
İman,
altmış küsur şubedir. Bu şubelerden birisi insanlara sıkıntı verecek şeyleri
gidermektir. Bu manada yol ortasında bulunan bir taşı kaldırmak imanın
gereğidir." [Buharî, İman, 3;
Müslim, İman, 58]
Bir şey, önemsiz görünen o şey, herşeyin
bir başı olduğuna göre, sorularımız o
şey için olur? Neden basit denilenler bu kadar büyüyebilir ki?
İnsanlar hep şunu sorar, her şeyi düşündük
bunu neden unuttuk?
Gemiyi batıran farenin açtığı küçük
deliktir. Yıllarca emek verilmiş devasa yapı/sistem küçücük bir hata ile geriye
doğru dönüş yapıp neden yok olur?
Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve
sellemin “önemsemediğiniz küçük günahlar büyük günahları doğurur” buyurması
buna işaret etmez mi?
Masa başında bir el düşünün satranç
oynuyor. Oyunda kral ile asker biz oynuyoruz, özgürüz demelerinin bir manası
var mıdır. Yapılan bir yanlış hamle, yenilemelerine sebep oluyor. Ancak Kral
ben yaptım diyor, ama yaptıran eli hep unutuyor.
Kötü olmak, kötülük içinde bulunmak ilk
önceleri kolay görünür. Fakat şeytanın “ben senden beriyim” dediği zaman
muhakkak gelir. Bu bitişin başladığını en önce gören şeytanın ferasetidir.
Takdir edilmesi gerekir. Kaçar, bu işte ben yokum diyerek seyre geçer.
Günümüzün sorunlarından örnek verelim.
Yollar, birleştiğimiz ayrıldığımız yollar.
İçinde binlerce mananın saklandığı yollar. Buna göre soralım “Yolları bozmak
nedir?”
Zahirde düzgün yolları bozmanın manası
hepimizce bilinir. İlm-i hakikatte ise zahir batının görüntüsüdür.
Birileri yollarını hendekle, barikatla bozuyorsa, batını da hendek ve barikatla
bozuluyor demektir.
Yolları bozmak, yapılan bütün
işleri/emekleri/her şeyi bozmak demektir.
Hendekler açın fikrini verenler ve
destekleyenler aslında yıllarca aldatan senaryonun bitişinin işaret fişeğini
ateşlemiştir. Her şey bitirilecektir, fakat kim için?
Birileri düzeni hayatı değiştirmek için
yıllar önce kurgulanmış komplonun neticesini elde etmiş olduklarını bilmişler
ve bitirilmesine yönelmişlerdir. İnsanlarda “değişim” şok etkisi yaptığı bilen
bir teoridir. Bir kültürün asimile edemeyeceği anlaşılırsa onu baskı ile yok
etmekte mümkün olmazsa, yapılan çalışmalar ile önce özgürlüğün açılması
sağlanır azgınlığın önü açılır. Sefahat gelir.
Bu işlerin genelinde gençler kullanılır. Gençlik çağları heyecana
müsaittir ve kaybedeceği fazla bir şeyleri yoktur. Çekilen her tarafa hızlı
meyledebilirler. Sonuçta planın bitme kararı verilince özgürlük ters yönde ivme
kazanır. Bütün hayaller birer birer söner. O zaman korku veren terör ortaya
çıkar. Kullanılanlar dayandıkları yerden itilmeye başlayınca sorun kat kat
artar. Korku verenlerin yaşadığı korku çok fazladır. Onlar korku eğitimi
almışlardır. Fakat korkutmadan aldığı zevk tersine dönmüştür. Kendi vurmaya
başlamıştır. Depresyon şekline dönen ruh
hallerini düşünceleri ile sonlandırması mümkün değildir. O hale gelir ki,
yaptığı hareketleri kontrol altına bile alamaz. Bu kişilere masa başından
satrancı oynatan güç çeşitli hilelere başvurur. İlaçlar bunlardan bir
tanesidir. Korkuyu yok eden ilaçların olumsuz yan etkisi cinselliğin tatmin
olunmaz yüksek seviyelere çıkarmasıdır. Deyim gerekirse düz duvara tırmandırır.
Öyleki sokak ortasında mastürbasyon yapacak kadar kendini kaybettirir. [Habere bak:]
Sonuçta zirveye çıkan olaylar birden
durur. Zincirbozan filminde bir replik vardır. İhtilal olmuştur. “Ne oldu da
bir gecede terör durdu” denilmektedir. [Tavsiye ederim tekrar
seyredebilirsiniz.]
Herşey bir farenin açtığı küçük
fikirle/delikle başladı. Ancak umutlarını farenin peşine bağlayanlar sonunda
helak olur.
Hz. Mevlâna Kuddise sırruhu'l-âlî
Efendimiz mesnevisindeki izahatlarında nefsi bir fare olarak kabul etmiştir.
Eşeğin aklı çayırda olduğu gibi fare de hep lokma peşindedir. Yolları hep
toprak altındadır. Toprak ise süflî dünyadır. Fare nefis, lokma bulmaya yarayan
akl-ı meâşa [dünya] kulak verir, yarınları düşünen akl-ı meâda [ahiret]
değildir.
Nefsin fareye benzetilme vecihlerinden
biri de onun hırsızlığıdır. [Kul hakkına girmek yakmak yıkmak, ödemesi gereken
borcunu ödememek] Kırk yıldır toplanan buğday ambarda yoksa bunca yıllık
gayretten hâsıl olması beklenen iç huzur kayıpsa onu nefis çalmıştır:
“Ey Hak talibi can, önce ambara giren
fareden kurtulma çaresini ara, ondan sonra buğday toplamaya çalış.”
Hz. Mevlânâ hırsız fareye karşı aklı
dikkatli bir kedi olarak tasvir eder. [Bakınız: Mesnevî’de
Nefis Temsilleri]
Biliyoruz ki; Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu
aleyhi ve sellem güzel ahlakı ile dünyayı fethedereken kuvvete erişmiş
zalimlerin yerlerinde yeller esmektedir.
Bitiş nereden başladı sorumuza dönersek:
Yolları
bozmak terör stratejisidir. Fakat bu zannedildiği kadar zafere götüren
ve olumlu sonuçları olan bir eylem olmadığını anlamak zor değildir. Sonuçları
ancak iş işten geçtikten sonra çıkar. Kötüye boğun eğmek zayıf halkın
refleksidir. Halk boyun eğer. İyi ve kötü aramaz. Ancak canı yandığı zaman,
boyun eğmeyi bırakır göçer gider. İsyan eder. Kime? zorla onu tutmaya çalışana.
Yollara hendek kazılmaya başlaması ile bir
işin sonuna gelindiğine işaret edildi. Boğulmak mı kurtulmak mı? Bu kumarı
oynamak dehşetli bir durumdur.
Sıkıntı şiddetlendiği zaman açılmaya yüz
tutacağını Allah Teâlâ ve peygamberimiz haber vermiştir. “Ey sıkıntı
şiddetlen açılırsın” hadisi şerifi gelecek iyiliğin ön habercisidir.
Unutmadığımız bir ilke daha vardır.
Kötülük ile bir şeyler elde edilecek olsaydı, Allah Teâlâ, Hz. Musa
aleyhisselâma “Firavuna yumuşak konuş” emrini vermezdi. Tanrılığını
iddia eden saltanat sahibi firavuna dahi yumuşak sözle mücadele et emri bize,
gerçeğin iyilik tarafında olduğunu gösteriyor.
Her şey bir şeyle başladı bir şeyle bitti.
Bunlar uygarlığın can damarları yollar idi.
Önce yollar yapıldı insanlar köylerinden
çıkmaya başladı. Dünyayı gördüler. Sonra ise yollar kapatılmaya, kenarlarına
tuzaklar konulmaya başlandı. Bu da yetmeyince hendekler açıldı. İnsanlar gitmek
ve gelmekten bıktılar, huzursuzluğa mahkum oldular.
Allah Teâlâ dinine “benim yolum” “yolu
bozmayın” der. Demek ki “Yolu bozan kendini/düzeni bozar.”
İş işten geçti.
Küçük günahlar [düşüncesiz kısır
akılllılar], büyük sıkıntıları getirdi. Ayın karanlık yüzünde kalanlar için
nereye gideceğini bilememek gerçekten zor bir haldir.
Her şey bir şeyle başladı, bir şey bitti.
Onlarda insanlığa hizmet için yere yatmış
sessiz sedasız taşları sökmek. Her sökülen taş, bir daha yerini bulmadığı gibi,
hiç istemediği halde zararlı duruma geld. Bu taşların ahireti yoktur, davası bu
dünyada görülecektir. Taşın davacı olduğu insanın iflah olamayacağı kesin
gözüküyor. Çünkü taşın binlerce, milyonlarca yıl ömrü vardır. İnsan ise yetmiş
sene yaşayabiliyor.
"İçinizden
her kim, çirkin bir davranış veya nahoş bir şey gördüğünde, onu eliyle
değiştirsin. Bunu eliyle değiştirmeye gücü yoksa diliyle değiştirsin. Buna da
gücü yetmiyorsa, gönlünde o şeye veya harekete buğzetsin (tepkisini canlı
tutsun). Bu sonuncu tavır, imanın en zayıf şeklidir." [Müslim, İman, 78; Ebû Davud, Salat, 232]
Allah Teâlâ’nın iyi olup yolundan
gidenlere yardım edeceğine inancımız vardır. Onun yolunu ve taşları
düzenleyenler ancak imanlı kişilerdir. Her şeyin bir taşla başlayıp yine taşla
bitiyor olması, garip değil mi?
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar