Print Friendly and PDF

RASÛLULLÂH SALLALLÂHÜ ALEYHİ VE SELLEM YÜZYILIMIZDA BULUNSAYDI AY TAKVİMİNİ KULLANIR MIYDI?

Bunlarada Bakarsınız



Bu sorunun cevabını iki şekilde verebiliriz. Pozitif veya negatif. Ancak görülen şu ki, Hacc’ın ne zaman başlayacağına Suudîler karar veriyor. [Diğer ülke Müslümanları bu tayin etmede bir fonksiyonları yoktur.] Orucu da aynı şekilde yönlendirme yapmaya çalışıyor ve bütün Müslümanlar bize uysun diye istiyorlar, maalesef pek başarılı olamıyorlar.
Müslümanlık evrensel bir din ise bu saçmalık nereden geliyor. Dinden olmadığı kesin.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem zamanında teknolojik imkânlar  bu zamandaki gibi olabilseydi, düşünülebilirdi ki; Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem güneş takvimini muhakkak tercih ederdi. Bu ise dini hayat için bir kolaylık olurdu. Çünkü Efendimiz, “dinde zorlamanın/engellemenin” karşısında idi. İslam ibtidia-i ve ilkel hayata dahi uyum gösterebilme özelliği ile vasıflıdır. Fakat dinin reformist damga ile parçalanma/tahrif korkusu yüzünden ferdi mahfillerde konuşulan bilgi ve düşüncelerini açabilecek ve muktedir bilim adamları da olmayınca, ümmetin sıkıntıları sadece kilim altına sürülüyor. İşin kolayına kaçılıyor.
Yıllardır senenin içinde gezinen ramazan ayı ve hac ayları bir nevi güçlünün yapabileceği zayıf mahrum olabileceği şekle devredip duruyor. Eski ümmetlere de yazılmış olan bu ibadetlerin daha yerine oturabilmesi için İslâm hukukçuları tekrar tekrar fikir teatisi yapmaları gerekir.
Mesela; insanlık bir şekilde uzaya gitti ve yerleşim oldu, oradakiler orucu neye göre tutacaklar, dünyadakiler gibi ay’mı görerek? [Kutup bölgelerinin sorunlarını biliyorsunuz]
فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ [Bakara, 185] “sizden kim bu aya ulaşırsa” yı sürekli “Sizden her kim ayı görürse oruç tutsun”a çevirip mi hareket edeceğiz.
Hulasa, Seyyid Ahmed Hüsameddin kaddesellâhü sırrahu’l azîz [1848-1925] Hazretleri bu konuda bazı görüşleri bulunmaktadır. Oğlu S. Musa Kâzım Öztürk  bu konudaki bazı bilgileri aşağıda aktarmıştır.  
“Seyyid Ahmed Hüsameddin kaddesellâhü sırrahu’l azîz [1848-1925] Hazretleri Hayatı” 1986-İzmir  (s: 123-127)
Seyyid Ahmed Hüsameddin Hazretleri’nin üzerinde önemle durdukları bir konu da ay yılı yerine güneş yılının kullanılması hususu idi.[1]  Kur’ân 9/36: ’’Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah’a göre ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü hürmetli aydır.[2] Bu dosdoğru bir nizamdır...” Seyyid Hazretleri, bu âyete dayanarak, güneş yılının dünyânın gerçek düzenine uygun olduğunu eserlerinde bildirdikleri gibi sohbetlerinde de bu konuyu sık sık dile getirmişlerdi.
Bu konunun önemini belirtmek için kasa bir açıklamaya gerek vardır.
Feyyaz-ı Mutlak’ın bütün yaratılmışlar üzerindeki etkisi güneşten gelen feyzler vasıtası iledir. Güneş ile tabiat arasındaki doğal bağ zaten buna kesin bir işarettir. Tabiat olayları, çoğunlukla, ay takviminin düzenine uygun olarak gerçekleşmez. Bitkilerin gelişmelerini, hayvanların yavrulamalarını kuşların göçlerini meteorolojik olayları düşünün hepsinde İlâhî bir takvim düzeni vardır. Seyyid Hazretleri, “Mezâhir-il Vücûd” adlı eserinde, Tekvîr sûresi’nin meâlinde bu konuya geniş şekilde yer vermektedirler.[3]
İslamiyet’ten önce Mekke, önemli bir ticaret şehri idi. Bu ticareti genellikle Yahudiler idare ederlerdi. [Zamanımızdaki durumda aynıdır.] Bizans topraklarından, doğudan veya Afrika’dan gelen tüccarlar Mekke ve civarında kurulan panayırlarda buluşurlardı. Panayır tarihlerini Yahudi tüccarlar tesbit ederler; gerek bedevilere ve gerek şehirlerde yaşayanlara herhangi bir yerde kurulacak olan panayırın zamanını bildirmek için gökteki ay’ı işaret olarak gösterirlerdi. ”Ay hilâl şeklindeyken buradaki panayıra” veya “Üç dolunay geçince şuradaki panayıra gidilecek” diye haber verirlerdi.
Ay takviminde aylar 29 ve 30 günlüktür. Bu bakımdan ay yılı, güneş yılından 10 gün eksiktir ve gerçek düzene yâni güneş takvimine uymadığı için belirli sürelerde bir ilave ay eklemek sureti ile devamlı düzeltmeye ihtiyaç gösterir.
İslâmiyetten sonra da bu durum bir süre daha devam etti Ancak, yıl düzeltmeleri için konulan ilâve ay’ı, kötü düşünceli kişiler savaşmanın yasak olduğu haram ayların arasına sokmakla hacc zamanında hacıların yolunu keserek soygunculuk yapmak ve cinayet işlemek gibi kötü amaçlarına âlet ettiler. Bu itibârla Tevbe sûresinin 37. âyeti vahyolundu. Kur’ân (9/37): “Sapıtmak için hürmetli ayların yerlerini değiştirip geciktirmek küfürde gerçekten ileri gitmektir. İnkâr edenler Allah’ın haram kıldığı ayların sayısını uydurmak için, onu bir yıl haram, bir yıl helâl sayıyor, böylece Allah’ın haram kıldığını helâl kılıyorlar. Kötü işleri kendilerine güzel göründü. Allah, inkâr eden toplumu doğru yola eriştirmez.” Bu âyet, ilâve ayın kaldırılması için Cenâb-ı Hakk’ın kesin bir emri idi.
Nitekim, Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem), Hicret’in altıncı senesinin Zilkade ayında Umre hacc’ı yapmak istemişti. Kureyşliler buna mâni olduğundan aralarında Hudeybiye anlaşması imzalanmış ve hacc görevi bir sonraki yıla bırakılmıştı. Peygamberimiz, Vedâ Hacc’ında söylediği son hutbede de Tevbe sûresinin 36. âyetini tekrarlayarak, ayların arasına ek ay konulmaması konusunda müslümanları bir defa daha uyarmıştır. “Geçen sene Zilkade ayında hacc yaptığınız halde Zilhicce dediniz...” Bakara sûresi’nin 194. âyeti de bunu teyit eder. “Haram olan ay haram olan ay bedelindedir, hürmetler karşılıklıdır...”
Ayların yerlerinin değiştirilmesi, Peygamberimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) Hakk’a yürümesinden 7 sene sonradır. Bu yüce Peygamberin dünyâyı şereflendirdikleri gün, ilk vahyin gelişi, ve vefatı tarihleri kesin olarak bilinirken Mekke’den çıkmaya zorlanışı ve Medine’ye göçünün böyle önemli bir konu için seçilmesi son derece üzücü ve aynı zamanda hayret vericidir.
Seyyid Hazretleri’nin güneş takviminin kullanılması husûsundaki düşünceleri, vefatlarından bir kaç ay sonra genç cumhuriyetin ilk devrimlerinden biri olarak gerçekleşti ve Hicri takvim kullanımdan kaldırıldı. Memleketimizde, dinî konularda hâlâ ay yılının kullanılması, haram ayların mevsimlere göre yerlerinin değişmesine sebep olmaktadır ve bu durum Kur’ân’ın 9/37. âyetine ters düşmektedir.
(Osmanlı İmparatorluğu’nda Hicret’i başlangıç kabul edip Ay Yılı’nın kullanıldığı Hicrî- Kamerî takvim geçerli idi. Bunun yanı sıra, 1840’dan itibaren, yine Hicrî-Kamerî yılı esas alan ancak 1 Mart’ı yılbaşı kabul eden Mâlî (Rûmî) takvim de kullanılmaya başlandı. Her Mâlî yıl, Milâdî takvime göre ilk 10 ayı bir, son 2 ayı onu takip eden yıla düşen iki ayrı yılı karşılardı. Her 33 yılda bir, bir Hicrî sene düşülmesi kabul edilmiş ve bu suretle atlanan senelere Siviş Yılı denmiştir. Cumhuriyet’in ilândan sonra 26 Aralık 1925 tarihinde kabul edilen bir kanunla l Ocak 1926’da Türkiye’de tek resmî takvim olarak Gregoryan esasına uygun Milâdî takvimin uygulanmasına başlandı.)
Seyyid Hazretleri, zekât konusunda da farklı düşünmekte ve bu konuya değişik bir bakış açısı getirmekteydi. Bu, üzerinde ciddiyetle durulması gereken önemli bir konudur.
Bilindiği gibi zekât, müslümanlığın beş şartından biri olup her müslümanın bir yıl içinde çalıştırıp kazanç elde ettiği gelirinin kırkta birini yoksullara vermesi zorunluğu olarak tanımlanır. Kur’ân’da namaz ve zekât bir çok âyette birlikte zikredilir. Zira, namaz mânevî, zekât ise maddî bakımdan arınmamızı sağlar.
İslâmiyetin ilk yıllarında yoksullara, gazilere ve şehit ailelerine devlet hâzinesi ve mâliyesi yerine geçen Beyt-ül Mâl’den yardım yapılırdı. Bu yardımın kaynağı ganimetlerle karşılanıyordu. Zekât, Hicret’ten sonra kesin emir hâline gelmiştir. Kur’ân, zekâtın miktarı ve yükümlülüğünü zaman ve şartlara bırakmıştır.
Mekkeli müşriklerle 628 yılının Mart ayında imzalanan Hudeybiye Antlaşması’nın maddeleri müslümanlar için ağır görünürse de, sonucu bakımından müslümanlar lehine olumlu gelişmelere zemin hazırlamıştır. Bu suretle müslümanlar siyasî bir topluluk olarak tanınmış ve bir devlet karakteri kazanmışlardır. Devlet için gerekli masrafların karşılanması için zekâtın toplanması Beyt-ül Mal’e görev olarak verilmiş ve zekât toplayan memurlar tayin edilmiştir. Peygamberimizin vefatından sonra Ömer ibni Hattâb radiyallâhü anh, zekâtını vermeyen bir kimseye gönderdiği haber ile zekâtını ödemediği takdirde memurlar vasıtası ile bunu zorla alacağını bildirmiştir.
Seyyid Hazretleri modern devlet çerçevesinde devlet hâzinesi ve Merkez Bankası’nın Beyt-ül Mal yerine geçerli olduğunu belirtmişlerdir. Dolaylı veya dolaysız şekilde devlet hâzinesine giden verginin de zekât hükmünde olduğunu, zirâ devlet hizmetinde çalışan asker, memur, emekli, dul ve yetimlerin geçimleri için gerekli paraların bu hâzineden ödendiğini işaret etmişlerdir. Bu bakımdan vergisini tam ve zamanında ödeyen kimseyi, zekâtını ödemiş gibi, dinî vazifesini yerine getirmiş bir mümin kabul etmek gerekir.
Seyyid Hazretleri yoksullara yapılacak olan yardımlar hakkında şöyle derlerdi: “Fakire para vermekle onu zengin edemezsiniz.” Nitekim Kur’â’ın Beled sûresinin[4] tevilinde yardımların belediyeler veya varlıklı şahısların, muhtaçlara yardım amacı ile kurdukları kuruluşlara yapılmasına işaret etmiştir.
“Seyyid Ahmed Hüsameddin, ESRÂR-I  CEBERÛT’İL-A’LÂ (TE’VÎL), İzmir – 1987, sh:59-62
«İzâ» kelimesinin şemsten tasarruf ettiği on iki ahvalden her birinin KÜLLÎYE-İ MUHAMMEDİYE’ye mahsus olarak bildirilmesi keyfiyeti aşağıda gösterilmiştir. KÜLLÎYE-İ MUHAMMEDÎYE’nin şems üzerine olan geçici tesirleri on iki nevidir. Bunlar sırası ile:
1          — «İzeşşemsü küvviret» birinci nevi tekvirdir. Tekvir; bütün eşyaya ziyanın aksetmesi ile o şeyi terbiye ve onu cisim, mânâ ve renk bakımlarından ısıtıp büyülterek olgunluğa ulaştırması demektir. Biz buna rebiülevvelde (ilkbahar ki bu, mart ayına rastlamaktadır.) Güneşin Hamel (koç) burcunda tasarrufu keyfiyetinin gözle görülür eserleri diyoruz ki bâzı iklimlerde müşahede olunur.
2          — «Ve izennücûmünkederet» Güneşin Sevir (Boğa) burcunda iken dünyaya olan tesirlerinin keyfiyetidir. Güneş bu tesirlerini saçtığı zaman rebiülâhir (Nisan) ayıdır. Bu ayda yeryüzü bitki tohumlarının yarılıp çatlayarak meydana çıkmasına müsait hâle gelir.
3          — «Ve izelcibâlü süyyiret» Güneş, cemaziyelevvel (Mayıs) ayında Cevza (İkizler) burcunda KÜLLİYE-l MUHAMMEDİYE’den yansıyarak halka intişar eden feyz ile BE harfi (Ubûdiyet-rübûbiyet) yüzler basamağında RI harfine urûc eder, CİBÂL tashif (kelimenin değişik şekil alması)1 ile RÎCÂL olur. Ricalin, yeryüzünde olan vazife ve hizmeti görmek için yürümesi de KÜLLİYE-İ MUHAMMEDİYE’den bir feyzin yâni hayatın eseridir.
4          — «Ve izel’ışârü uttüet» Cemâziyelâhir’de (Haziran) güneşin Seretan (Yengeç) burcunda KÜLLİYE-1 MUHAMMEDİYE’den feyz alması ve bâzı gebe hayvanların terk edilerek doğuruncaya kadar onların muattal bırakılması NÜFÜS-U KÜLLİYE (güneş)’nin etkisi gereğidir.
5          — «Ve izelvühûşü huşiret» Recep (Temmuz) ayında güneşin Esed (Arslan) burcunda bulunmasıdır. Etraftan insanı bâzı hayvanlar rahatsız eder. Bu vahşi hayvanlarla yılan ve akrep gibi sürüngenler ve diğer küçük böcekler insanı gördükleri zaman korkarak kaçarlar. Bu da NÜFUS-U KÜLLİYE (Güneş)’in eserlerindendir.
6          — «Ve izelbihârü sücciret» Şaban (Ağustos) ayında güneşin Sünbüle (Başak) burcunda bulunduğu zamandır. Bu ayda denizlerin çoğunda buharlaşma meydana gelerek yeryüzü faydalı yağmurlarla sulanır. İşte, denizin buharı ile ve diğer kürelerin ziyasiyle terbiye olunan havadan dönüşerek yeryüzüne inen sular, insan ve hayvanlara varlıklarının devamını sağlayacak bir vasıtadır.
7          — «Ve izennüfûsü züvvicet» Ramazan (Eylül) ayında güneş Mizan (Terazi) burcunda bulunur. Kevnin, şuûnât-ı vâride ile hâsıl olan temasından eşya izdivaç ederek NÜFÜS-U MÜZDEVİCE-İ MEC’ÜLE husûle gelmesi dahi NÜFÜS-U KÜLLİYE (Güneş)’nin eserleridir.
8          — «Ve izelmev’üdetü süilet. Bieyyi zenbin kutilet» Şevval (Ekim) ayında güneşin Akrep burcunda hükmünü sürdürmesidir ki, telef edilen ve gereksiz yere harcanan tüketim eşyasının kaybı nedeni ile onların karşılık olarak yerine getirilmesini istemek ve yahut sarfettiğini yerine koymanın vücuda ilâve olarak insan hayatına eklenmesidir. İnsan, aldığı gıdanın helâl veya haram olmasından sorumludur. Zira, başkalarının hakkını alıp yemekle meydana getirdiği vücudu kendi hükmü ile kazanmış gibidir.
Durum icabı olarak değişiklik ve âlemin ahvali onu o vücuttan ayırmaya sevk eder. Meselâ, bir hâkimin verdiği hükümle bir şeyde sahiplik iddia eden kimse aslında o şeyin sahibi olmadığı için sonradan asıl sahibinin meydana çıkması ve anlaşılmasıyla kendisinin sahipliği hükümsüz kalır. Çünkü onun sahipliği geçicidir. İşte, haksız yere verilen hükümle sahiplikten hâsıl olan bir vücut değişip dönüşür.
9          — «Ve izessuhufü nüşiret» Zilkade (Kasım) ayında güneşin Kavs (Yay) burcunda bulunduğu vakit insanların belli bir nafakayı sağlaması, gerekli ve zorunlu ihtiyaçlarını hazırlayarak tamamlaması ve kevnin sahifelerinde duyurulan ve yayılan havadislerin hepsi kevnin nüfûs-u külliyesinin yüce eserlerindendir.
10        — «Ve izessemâü küşîtat» Zilhicce (Aralık) ayında güneşin Cedi (Oğlak) burcunda hava ile olan tesirleri gereği insanları ve hayvanları sığınacakları yere çekip yeryüzünün Allah’ın kudret elinde başka bir şekle dönüşmesi NÜFÜS-U KÜLLİYE-İ MUHAMMEDİYE’nin tesirat-ı kevniyesindendir.
11        — «Ve izelcahîmü su’ıret» Muharrem (Ocak) ayında günesin Delv (Kova) burcunda bulunmasıdır. FAZL-I TEKVİNİ, HAVÂYİC-İ ZARÜRIYE-I REŞERİYE’ye risaletten aksederek görünüşünde güçlük ve yahut yaradılışa uygun bir nisbette bulunması yine NÜFÛS-U KÜLLİYE (güneş)’nin arz üzerinde neşrettiği hararettendir. İnsanın bir şeye sahip olmakla duyacağı ferahlık gibi.
Aksi halde yâni mahrumiyetle merak ve hüznün onu takip etmesi düşünceden uzak değildir. Zira, Ocak ayında insanın hayatına en mühim gıda hararettir. Hariçten olan hararet hayatî bir gıdadır. Onun ısıtması ister tabiî hararet olsun, ister sun’î hararet olsun aranılan sonuca varmakla müsavidir.
12        — «Ve izelcennetü üzlifet» Sefer (Şubat) aymda güneşin Hut (Balık) burcunda bulunmasıdır. Teshik’deki tekvin-i vücûdun nübüvvete inmesiyle kazanmış olduğu ihtiyaçlar hayata çok yakmdır. Zira, NÜFÛS-U SEB’A’nın FAZL-I MELEKÛTÎ’den teshik’a kolaylıkla yükselmesi ve MEZÂHİR-ÜL VÜCÛD’dan FEYYÂZ-I MUTLAK üzerinde zuhura gelen hissetme minberlerinden görülmesi, nübüvvet nurunun tecellisinin eserlerindendir.

ZÜ ECNİHA-İ MÜSTEŞRİKA’dan FEYYÂZ-1 MUTLAK, ikişer cenah ile haremlenmiş senenin ilk muharremini (mevsimini) harem-i erbaa (dört mevsim) vadisinde, üç ayı katederek devrini tamamlar.
Harem-i erbaa (dört mevsim)’den ilki: «İzeşşemsü küvviret», «Ve izennücûmünkederet», «Ve izelcibâlü süyyiret» (Koç, Boğa, İkizler) burçlarıdır. İlk üç ay mart, nisan ve mayıs ayları ilkbahar mevsimidir ki, arabî aylara göre rebiülevvel, rebiülâhir ve cemâziyelevvel aylarıdır.
İkinci harem : «Ve izel’ışârü uttılet», «Ve izelvühûşü huşiret», «Ve izelbihârü sücciret» (Yengeç, Arslan, Başak) burçlarıdır. Haziran, temmuz, ağustos yaz mevsimidir ki, cemâziyelâhir, recep ve şaban aylarıdır.
Üçüncü harem : «Ve izennüfûsü züvvicet», «Ve izelmev’üdetü süilet. Bieyyi zenbin kutilet», «Ve izessuhufü nüşiret» (Terazi, Akrep, Yay) burçlarıdır. Eylül, ekim, kasım sonbahar mevsimidir ki, ramazan, şevval, zilkade aylarıdır.
Dördüncü harem : «Ve izessemâü küşitat», «Ve izelcahîmü su’ıret», «Ve izelcennetü üzlifet» (Oğlak, Kova, Balık) burçlarıdır. Aralık, ocak, şubat kış mevsimidir ki, zilhicce, muharrem, sefer aylarıdır.
***
Sayılan bu tabirler, tahsisler ve tayinler arabî ayların kullanılması kararından önce olup, güneş yılı itibariyle olan aylardır. Bundan maksat vakti tayin değil, önceki durumu bildirmektir. Arapça rebiülevvel, rebiülâhir diyerek güneş yılı aylarını saymak, hesabı takip olunmasından ibarettir. Kur’ân, 9/36 : «înne ıddeteşşühûri indallâhisnâ aşere şehren fî kitabillâhi...» (Ayların sayısı, gerçekten de Allah katında onikidir ve göklerle yeryüzünü yarattığı günden beri Allah’ın takdirinde bu, böyledir...) şerefli âyetinden gerçeği bulup meydana çıkaran âlimler güneş yılına itibar etmişlerdir. Dört mevsim de mevsimler itibariyle bunu gösterir.





[1] Daha geniş bilgi için: M.Kâzım Öztürk ’Tevil” ve aynı yazarın “İslâmda Kutsal Günler ve Geceler”adlı eserine baş vurulabilinir.
[2] Hürmetli (Harâm) aylar Kamerî yılın birbirini takip eden Zilkade, Zilhicce, Muharrem ayları ile İslâm öncesi Mukat kabilesi tarafından kutsal sayılan ve Cemaziyelevvel ve Şaban ayları arasında yer alan Recep ayıdır.
[3] M.Kâzım Öztürk.”Kur’ânın 20 Asra Göre Anlamı” cild l ,s.322
[4]  M.Kâzım Öztürk/’Kur’ân’ın 20 Asra Göre Anlamı” Cilt I,s.216

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar