TEKRAR İZLENİLMESİ GEREKEN FİLMLERDEN
Akbabanın
Üç Günü (1975) Three Days of the Condor
Dinle! CIA için
çalışıyorum. Ajan değilim. Kitap okurum, sadece. Dünyada yayımlanan her şeyi
okuruz ve komplolar, kirli tuzaklar kodlar gireriz bilgisayara ve bilgisayar
bunlarla CIA'in gerçek plan ve operasyonlarını karşılaştırır. Yeni fikirleri,
zayıf noktaları araştırırım. Macera kitapları, romanlar gazeteler okuruz. Kim
böyle bir işi icat eder ki?
Dinle!
- Beni öldürmeye
çalışıyorlar!
- Kimler?
Bilmiyorum ama bir nedeni olmalı. Bir nedeni
olmalı! Tek ihtiyacım parçaları bir araya getirebilmek için güvenli, sakin bir
zaman.
--
Akbaba bir amatör.
Yolunu kaybetmiş, hareketleri kestirilemez biri muhtemelen, duygusal bile. Bir
profesyoneli aldatabilir. Bilerek değil, titizlikle. Çünkü yolunu kaybetti. Ne
yapacağını bilmiyor her zaman ne yapacağı tamamıyla kestirilebilir, Wicks'in
tersine.
--
Bu adamlara ne yaptın?
Hangi insanlar?
Kim olduklarını bilmiyorum. Dosyaya bir rapor
koydum. Washington'dan bir adam da okumuş bunu. Farz etmiş ki... Bu adam benim
bölüm şefim. New York'a beni vurmaya gelmiş.
- Onu tanıyor musun?
- Hayır.
--
- Seni nerede bulacağım?
Ben seni bulurum.
- Ona güvenir misin?
- Güven. O sana güvenir mi?
Onun işi kuşkulanmak. Hiç kimseye güvenemez.
- Onları kim, nasıl
oynatabildi?
- Galiba hiç kimse.
- Sonra...
- Belki CIA'in içinde.
başka bir CIA vardır.
--
Neler oluyor?
Kimsin sen?
Kimsin sen?
Burada ne yapıyorsun?
Akbaba'yım. Otur! Geçinmek için ne yapıyorsun?
Saçmalama! Ne yapıyorsun tam olarak?
Operasyonlardan sorumlu Direktör Yardımcısı.
- Hangi bölge?
- Ortadoğu. Ne üzerine
çalışıyorsun?
Ne yapıyorsun?
Bedeli, Amerikan Edebiyat Tarihi Derneği
binasındaki herkesi öldürmek olan sır ne?
- Hiçbir sır yok.
- Wicks sana benim
raporumu gösterdi.
Ne raporu?
Evet. Ortaya çıkardığım senin ağındı.
Ne yapıyordun?
Ne yapıyordun?
Bir grup lanet olası kitabın operasyonlarla ne
ilgisi olabilir?
Almanca bir kitabın Venezüella dışından bir
kitabın Arapça gizemli hikâyelerin...
- Dur bakalım. Bu kadar
önemli olan lanet şey ne?
Petrol rezervleri. Petrol. Petrol, öyle değil
mi?
Tüm bu lanet şey petrolle ilgiliydi. Öyle
değil miydi?
Öyle değil miydi?
Öyleydi.
--
Hadi. Gel hadi. Bana
biraz şu kızdan bahset. Hangi kızdan?
Nasıl seçtin?
Yaşına bakarak mı?
Arabasına bakarak mı?
Görünüşüne mi?
Rasgele. Şans eseri. Gerçekten.
--
Ortadoğu’ya saldırma
planlarımız mı var?
- Deli misin sen?
- Öyle mi görünüyorum?
- Bak Turner...
- Planlarımız var mı?
Yok. Kesinlikle yok. Oyunlarımız var. Hepsi
bu. Oyun oynarız, farz edelim kaç adama, neye mal olacak?
Bir rejimi sarsmanın daha ucuz bir yolu var
mı?
- Bunun için bize para ödüyorlar.
--
Farz et ki planlarına
takılmadım. Farklı bir ayak oyunu. Gerçek şu ki, planda bir yanlışlık yoktu.
Plan doğruydu. Plan yürümeliydi. Sizin neyiniz var?
Bir yalanınızın ortaya çıkarılmamasıyla
doğruyu söylemenin aynı şey olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Hayır, basit bir ekonomi. Bugün bu petrol,
doğru mu?
10 ya da 15 yıl içinde yiyecek plütonyum, belki daha da erken. Sonra
bizden ne yapmamızı isteyeceklerini sanıyorsun?
Sor onlara! Şimdi değil, sonra. Her şeyleri
tükendiğinde, sor onlara! Yakacakları kalmadığında, üşüdüklerinde, sor onlara!
Motorları durduğunda sor onlara! Açlık nedir bilmeyen bu insanlar, açlık
çekmeye başladığında, sor onlara! Bir şey bilmek mi istiyorsun?
Onlara sormamızı istemeyecekler! Nasıl olursa
olsun, onlara bulmamızı isteyecekler bizden.
--
Bu Akbaba, dosyasında
anlatıldığı gibi bir adam değildir.
- Kaçak hareket etmeyi
nereden öğrendi?
- Okur.
- Oku.
- Bu da ne demek oluyor?
Şu demek oluyor ki efendim, o her şeyi
okur.
- Ama anlamıyorum.
- Evet.
Secret Défense (2008)
Devlet Sırrı
Sen ruhunu şeytana
satana kadar şeytan ruhunu satın almaya çalışmaya devam edecektir.
--
Arap atasözünün de
dediği gibi: "Diplomasi çare olmazsa bir kadın yollayın."
--
İyi istihbarat verileri
bilinen gerçeklerle birleştirmek demektir.
İsminizi yazın. Yeteneklerinize göre
seçilmediniz. Hepiniz detaylı bir biçimde incelendiniz.
--
.
Ne zamandan beri kimliğimin açığa çıktığını biliyordun?
Biliyordun, öyle değil mi?
O adam beni tanıdığında beni görevden alman
gerekiyordu. Beni koruyacağına, hayatımı tehlikeye attın beni düzmesine izin
verdin. Hepsi kendini bizden bir adım önde hissetmesini sağlamak için mi?
Ne zaman gerçeği söyleyeceksin?
--
Ben
bir vatanseverim Diane. Annemi izlememi isteseler izlerim. Sana olanlar, senin
gibilerle benim gibilerin yolu kesiştiğinde sıklıkla yaşanır.
-
Benim yerimde olsan...
- Asla senin gibi olmayacağım. Eğer benim
yerimde olsan ajanın için her şeyi yapman gerektiğini bilirdin. Günler,
geceler, haftalar, aylarca eve gitmeden onunla birlikte kalabilmelisin. Eşinin,
çocuklarının isimlerini, doğum günlerini bilmelisin. Hayatını onun için askıya
alabilmesin. Yapamayacağın şey, onu insan olarak görmektir. Ajan bir insan
değildir. O bir silahtır, başka bir şey değil. Tek tesellim, senin yalnız
olduğunu, hayatın boyunca da yalnız kalacağını bilmek. Biliyorum.
“Beş masum insan. Rastgele öldürüldü, evet.
Bu ülkede yılda kaç kişinin öldüğünden haberin var mı? 2,5milyon kişi, yani
günde ortalama 7000 Amerikan son kez uyanıyorlar. Geçen cuma, beş tanesi aynı
noktada birlikte öldüler.
Bu rastgele mi?”
-----
Jack Reacher (2012) Film
“Sana Zack diye hitap ettiklerini duydum.
Bu mahkum anlamın geliyor, değil mi? Bu insanları öldürmek için aldığın paranın
yeterli olmadığın inanıyorum öyle bir şey yok. - Alabileceğimizi alırız. İşimiz
bu. Zach, mahkum demek.
Gerçek adın ne?
Jiloviak. İnsan demek. "Mahkum
İnsan".
- Gerçek adın bu mu?”
-----
“O güçler “Şehirlerde
tek tek çalışıp, yerel inşaatlar edinirler en çok kentsel gelişimle
ilgilenirler kimsenin ihtiyacı olmayan köprüler, kullanılmayan otobanlar
yaparlar kanser gibidirler büyümesi durmayan bir hücre. 15 yıl içinde on iki
kez taşındılar. Atlanta, Albuquerque, Austin Oklahoma, Sacramento her zaman
yozlaşma iddialarıyla beraber kamu fonlarından milyonlarca kayıp dolar da dahil
ve hiçbir zaman bir araştırma, soruşturma yapılmamış. Sanki onların Şirketi'nin
dokunulmazlığı var. Belki de bu, suçlamaların rakipten gelmesinden dolayıdır.
Hoşnutsuzluktan, Onlar gibi ya da güçlerin önemli memurlarla işbirliği vardır
ve bu işbirliği yetersiz olduğunda satın alınamayan insanlar öldürülüyor.”
NATURLIGE BRILLER (2001) ve THEY LİVE / Yaşıyorlar (1988)
Hayata
hakikat gözüyle bak derler.
Bakmak
güzel.
Hayal
ve gerçek
nerede?
biliyor
musun!
bakış
ne?
Bak
bak dur.
Gerçekten
güzel mi?
Hakikat.
Hayalde?
Hayatım
çekilmez
oldu
dersin.
Çekilmez
olan ne?
Gaflet
ve hakikat.
Beraberse
Yükseklerde uçmanın
gereği
yok gibi.
“Tak şu gözlükleri! Tak şunları!
Özgürlüğün en şiddetli hali. Özgür
olmaya zorlanmanız gerekir. Eğer bu ani mutluluk ve benzeri şeylere kolayca
inanırsanız,- hiçbir zaman- özgür olamazsınız.
“ Bak!
«Vadim o kadar yeşildi
ki» isimli İngiliz romanını
okuyorum. İngilizlerin zihniyetini göstermek bakımından çok mühim bir
kitap. Orada, İngiliz milletinin nasıl düşündüğünü, neler hissettiğini
görüyoruz. Onun için, İngiltere’nin Bolşevikleşmesi tehlikesini ben şahsen uzak
görüyorum. İngiliz zihniyeti, milli an’anelere çok bağlı bulunuyor.
Yönetmen:
John Ford
Senaryo:
Philip Dunne, Richard Llewellyn
Ülke:
ABD
Tür:
Dram, Aile
Vizyon
Tarihi: 28 Ekim 1941 (ABD)
Süre:
118 dakika
Dil:
İngilizce, Welsh
Müzik:
Alfred Newman
Nam-ı
Diğer: R ichard Llewellyn's How Green Was My Valley
Oyuncular:
Walter Pidgeon , Maureen O'Hara, Anna
Lee, Donald Crisp ,
Roddy McDowall
Yüzyılın başında, Galler bölgesinde maden
ocağında çalışarak geçimini sağlayan Morgan ailesinin yaşantısı, ailenin en
küçük bireyi Huw (Roddy McDowall) tarafından anlatılıyor. Huw hastadır. Yürüme
zorluğu çekmektedir. Okulda da problemleri vardır. Ailenin diğer fertleri kömür
madeninde çalışır. Ancak madendeki ücretler yavaş yavaş düşürülür. Çalışanlar,
işten çıkarılır. Çevredeki aileler büyük sıkıntıya düşer. Rahip Morgan (Donald
Crisp), “Sendika” taraftarı olan çocuklarına bile karşı çıkar, toplumu
yatıştırmaya çalışır. Ancak çalışanların öfkesi artar. Ailesine sahip çıkacak
olan ise bayan Morgan’dır (Sara Allgood).
Bayan
Morgan, hem kocasına hem de çocuklarına sahip çıkarak, yuvasını kurtarmaya
çalışır.
Vadinin en güzel kızı Angharad ise (Maureen
O’Hara), bay Gruffydd’a (Walter Pidgeon) deli gibi aşıktır. Mr. Gruffydd ise
kilisede görev yapmaktadır
Eşyalarımı, annemin eskiden pazara giderken
sırtına aldığı şala doldurdum. Vadimden gidiyorum. Ama bu kez geri
dönmeyeceğim. 50 yıllık anılarımı geride bırakıyorum. Ne garip, an geçtikten
sonra pek çok şey unutulur gider. Oysa uzun zaman önce olanları, çoktan olup
gitmiş kadınların ve erkeklerin anısı zihnimde o kadar berrak ve taze ki. Neyin
gerçek olduğunu, neyin olmadığını kim söyleyebilir?
Sesleri hâlâ kulaklarımda çınlarken
arkadaşlarımın gittiğine inanabilir miyim?
Hayır, demekten vazgeçmeyeceğim çünkü onlar
zihnimde yaşayan gerçekler hâlâ. Geçen zamanın çevresine çekilen ne bir
parmaklık ne de çit var. Geriye dönersin, istediğin bölümü yeniden senin olur.
Eğer hatırlarsan, ben de vadimin bugünkü haline gözlerimi kapatıp ben çocukken
olduğu haliyle vadimi görüyorum. Yemyeşildi ve dünyanın bütün nimetlerini
içinde barındırıyordu. Galler'in hiçbir yerinde bu kadar güzeli yoktu. Küçük
bir çocukken öğrendiğim her şeyi bana babam öğretti. Onun öğrettiği hiçbir şey
sonradan yanlış ya da yararsız gelmedi. Bana verdiği basit dersler, sanki daha
dün anlatmış gibi zihnimde berrak. O günlerde kara cüruf kömür madeninin
atıkları sadece tepenin yamaçlarını kaplıyordu. Henüz kırları bozmaya,
köyümüzün güzelliğini karartmaya yetmiyordu. Zira maden ocağı, cılız kara
parmaklarını yeşile sokmaya daha yeni başlamıştı. Ablam Angharad'ın sesi bugün
hâlâ kulaklarımda. Babam ve bütün ağabeylerim kömür madencileriydi ve
yaptıkları işten gurur duyarlardı
Biri bir şarkı başlatırdı ve vadi seslerin yankısıyla
dolardı. Zira, benim insanlarım için şarkı söylemek gözün görmesi gibi
doğaldır. Sonra sıra, arka bahçede fırçalanmaya gelirdi. Kova kova sıcak ve soğuk
su taşımak Ablam Angharad'ın göreviydi. Ben elimin yettiği küçük işleri
yaparken, babam ve ağabeylerim sırtlarındaki kömür isini temizlerdi. İzlerin
çoğu çıkardı ama bazıları hayat boyu kalırdı. Bunlar, kömür madencisinin
madalyasıdır. Babama ve yetişkin ağabeylerime imrenirdim. Fırçalardın,
fırçalardın... Bay Kömür öylece durur, sana kahkahayla gülerdi. Babamın önünde
her zaman ya sığır parçası ya da kuzu kolu ya da budu olurdu Yemek yerken hiç
konuşulmazdı. Lezzetli bir yemekten daha iyi sohbeti olan bir kimseyi hiç
görmedim. Annem hep koşuştururdu. Yemeğe her zaman en son o başlardı ve en
erken o bitirirdi. Babam evimizin başı ise, annem de kalbiydi. Yemeğin
ardından, bulaşıklar yıkandıktan sonra kutu masaya konur ve harçlıklar
dağıtılırdı. Vadimizde yaşayanlar hayatlarında hiç banka görmemişti. Biriken
paramızı şömine rafında saklardık. Babam hep "Para harcamak içindir"
derdi. Tıpkı o parayı kazanmak için erkeğin gücünü ve aklını kullandığı gibi.
En az o kadar istekli ama her zaman bir amaç uğruna... Teşekkür ederim, baba.
Yüzlerce kez yaptığım gibi, evden koşarak çıkıp sokağı geçerdim. "Şimdi
yavaş çünkü kiliseye saygı göstermeli." Bu babamın bize öğrettiği ilk
şeydi. Sonra doğru Bayan Tossel'in dükkanına. Şekerlemesini saatlerce
çiğnerdin. Bugün düşünüyorum da, yuttuktan sonra bile dilinin altına saklanan
tadını alabilirdin. Aradan geçen yıllara rağmen o tat hâlâ damağımda. Güzel
olan ama geçip giden pek çok şeyi hatırlatıyor bana.
İşte o öğleden sonra Bron'u Bronwyn'i ilk
kez gördüm. Öte vadiden gelmişti. Annemi ve babamı ilk kez ziyaret ediyordu.
Bay Gwilym Morgan'ın evi burası mı?
Sen
Huw olmalısın .
- Bronwyn, sen misin?
-
Evet .
- Ne kadar güzelsin .
- Sanırım Bronwyn'e o zaman aşık oldum. Bir
çocuğun aşık olması aptalca gelebilir. Ama çocuk halimle bile duygularımı
benden başka kimse bilemezdi .
- Ivor adına gurur duyuyorum .
- Asıl gurur duyması gereken benim. Ivor
için güzel duygular besliyor musun?
Daha
birkaç aylıkken senin peşinde koşardı. Bunun gibi, ağzı açık .
- Bu Bronwyn, Huw. Senin ablan olacak.
-
Biz zaten tanıştık. Sepete dikkat et. İçinde kek var. Bu sana göre değil, Huw.
Senin için de zamanı gelecek. Bronwyn ve Ivor'un nikahını yeni vaiz, Bay
Gruffydd kıyacaktı. Cardiff'teki üniversiteden geliyordu. Bu, onu ilk
görüşümdü. "Bu adam sarhoş olmayacak, olamaz, olmamalı... "Topuğumdan
parmağıma. Parmağımdan dizime." "Çizgiden yürürüm çizgiyi
çekerim."
- İyi akşamlar, Bay Morgan .
- Gerçekten de öyle .
- Özür dilerim .
- Teşekkürler. DİKKAT "3 Ağustos'tan
itibaren bu madende çalışan bütün işçilerin..." "...yevmiyelerinden 1
şilin 2 peni kesilecektir. C.
Evans" Haydi, çocuklar. İşinizin başına. Ivor! Dai Griffiths ve Idris
John'u bul ve onları Bay Evans'ın bürosuna getir .
- Biz de gelebilir miyiz?
-
Olmaz. Bu yaşlı adamlara göre bir iş. Siz eve gidip, annenize suyu ısıtmasını
söyleyin .
- Gidelim mi yani?
-
Haydi!
-
Neden yıkanmadınız?
-
Sizi bekliyorduk. Sadece birkaç şilin kesinti yapılacak. Alacağımız
hepimize yeter de artar. Yemek zamanı geldi, değil mi?
Nedeni, kömür için eski fiyatı alamamaları.
Haydi, yıkanın artık .
- Önce konuşabilir miyiz, efendim?
-
Evet. Bu kesintinin asıl sebebini size söylememişler. Haftalardır
bekliyorduk. Dowlais'teki demir madeni kapandığından beri .
- Demir madeninin bizimle ilgisi ne?
-
Oradan gelen madenciler, yevmiye ne olursa olsun çalışmaya razılar. Bu yüzden
bizim yevmiyemiz kesildi. Bu sadece başlangıç. Biraz bekleyin. Daha da
azalacak. Ta ki bunun içi de verdikleri kadar bomboş olana dek. Saçmalık! İyi
bir işçi iyi yevmiyeyi hak eder ve bunu da alır .
- Bir işe üç adam düşerken değil .
- İşçi az paraya
çalışmaya razıyken maden sahibi neden fazlasını ödesin?
-
Çünkü maden sahibi canavar değildir .
- Onlar da bizim gibi insan .
- Onlar da insan ama bizim gibi değil. Onlarla
konuşmaya gittiğin için şimdi sana bunu yapıyorlar .
- Hayır .
- Çünkü onların gücü var, bizim yok .
- Gücü nereden alacağız?
Havadan mı?
-
Hayır. Bütün işçilerin birliğinden. Sendikacılık mı?
Kendi oğullarımı sosyalist saçmalıkları ağzına
alacağı.. .
- ...aklıma gelmezdi .
- Bu çok akıllıca .
- Birlik olmadığımız takdirde.. .
- Bu lafları yeterince dinledim! Ama
baba... Şimdi yıkanın. Anneniz bekliyor. Babamı yağmur altında köpek gibi
bekletmelerine göz yumup.. .
- Sana konuşma iznini kim verdi?
- Bu
konu sessiz kalınmayacak kadar önemli. Sizi cezalandırmak istiyorlar çünkü...
Görgü kurallarından daha önemli değil. Peki, ne yapacağız?
Kar
yağmaya başladığında soğuktan ölürsün. Birlik olduğumuz takdirde ne
yapabilecekler bakalım. Herkese anlatırsak, harekete geçerler. Bütün bölümler
hazır. Beni siyasetinize alet edemezsiniz. Greve gitmek için bahane olmam. Eğer
sözcüye böyle yapabileceklerini bilirlerse, diğer işçilere ne yaparlar?
-
Göreceğiz. Susun şimdi. Yemeğinizi bitirin .
- Baba.. .
- Yeter artık .
- Ama...
-
Angharad!
-
Yetmez! - Owen!
-
Affedersiniz ama.. .
- İzin alana kadar konuşma .
- Adalet yoksa konuşurum
.
- İster izin olsun ister olmasın!
- Bu
evde değil. Bu evde ya da dışarıda .
- Masayı terk et .
- Evi terk edeceğim .
- Gwilym... Babandan özür dile .
- Pişman değilim. Ben de
seninle geliyorum. Köyde kalacak yer bulabiliriz. O zaman hepiniz son bir defa
oturun ve yemeğinizi bitirin. Başka bir şey söylemeyeceğim. Otoritenizi
sorgulamıyoruz. Ama eğer görgü kuralları gerçeği söylemeye engel oluyorsa,
görgüsüz olalım daha iyi. Giysilerinizi toplayıp, gidin .
- Onlarla beraber gideceğim .
- Kapa çeneni. Sen bulaşıkları yıka! Evet,
oğlum. Orada olduğunu biliyorum. Adamlar harekete geçti .
- Bunun anlamı nedir, Bay Gruffydd?
- Bunun anlamı... Vadi'den bir şey eksildi ve yeri bir daha
asla dolmayacak. Haydi, annenle babanın yanına git, evlat. Bugün sana
ihtiyaçları olacak. İşçiler 22 haftadır çalışmıyordu. Grev kışa giriyordu. Gün
içinde sokağa çıkınca erkekleri görmek garipti. İnsanın içine korku salıyordu.
Boş mideler ve çaresizlik mantığa baskın çıkmaya başlarken erkeklerin ruh hali
de çirkinleşmeye başladı. Her kim dostları değilse, düşmanları oluyordu.
Babamın greve karşı çıktığını biliyorlardı. Şimdi de onlar babama cephe
alıyordu.
- Huw... Bu gece erkekler tepede toplantı
yapacak, değil mi?
-
Evet, anne .
- Beni oraya götüreceksin .
- Olmaz! Kadınlara yer yok orada .
- Ama bu gece bu kadına yer olacak! Durun!
Hepiniz beni dinleyin! Benim Beth Morgan olduğumu hepiniz biliyorsunuz. Bu
gece buraya hakkınızda ne düşündüğümü söylemeye geldim. Çünkü kocam hakkında
kötü konuşuyorsunuz. Onun karşısına çıkamayacak kadar korkaksınız. Onun size
hiçbir zaman bir kötülüğü dokunmadı. Onu tanırsınız. İçinizden bazı burnu
büyük, ikiyüzlüler onunla aynı kilisede nasıl oturuyorsunuz anlamıyorum. Onun
maden sahiplerinden yana olduğunu söylemek sadece yalan değil, düpedüz
şeytanlıktır. Size söyleyeceğim son bir şey var. Eğer benim Gwilym'e bir zarar
gelirse, bunu yapanları bulur ve onları kendi ellerimle öldürürüm. Yemin
ederim. Yüce Tanrı şahidimdir.
İmdat! Yardım edin! Dayan, anne. Sesimi
duydular. Buraya geliyorlar .
- Az önce uyanıktı .
- O halde atlatacak. Ama bu zaman alır. Bu
evde at yetiştiriyorsunuz, Bay Morgan. Bana kalsa o oğlan çoktan tabuta
girmişti .
- Gerçek bir Morgan o halde .
- İyileşecek, Bayan Ivor. Bir tas çorba ve
sıcak bir gülücük işi görür. Az önce uyanıktı. Bron ile konuştu .
- Küçük çocuk ne zaman iyileşir?
-
Bir şey söylemek zor. Bacakları donmuş. Bir yıl, iki yıl... Sessiz kalabilir.
Bir daha yürüyeceği konusunda bir söz veremem. Doğa bildiğini okur.
Söylediklerinize dikkat edin. Sanırım sizi duydu. Gözlerinin içinde gördüğümü
sandığım ışık nerede?
Korkuyor musun, evlat?
-
Doktorun söylediğini duydun mu?
-
Evet. efendim. Peki buna inandın mı?
Evet, efendim .
- Yeniden yürümek istiyorsun, değil mi?
-
Evet, efendim. O zaman inancını korumalısın. İnancın varsa yeniden yürürsün .
- Bütün doktorlar ne derse desin .
- Ama o "doğa bildiğini okur"
dedi. Doğa Tanrı'nın hizmetkarıdır. Birkaç durum hatırlıyorum da, doğaya yolunu
değiştirmesi emredilmişti. Kutsal Kitabı biliyorsun, değil mi?
-
Evet, efendim .
- O zaman bilesin ki daha önce olan,
yeniden olabilir. Bu kez senin için .
- Bana inanıyor musun, Huw?
-
Evet, efendim. Güzel. Dağlardaki ilk nergisi göreceksin, değil mi?
-
Evet, göreceğim, efendim .
- O zaman görürsün. Keşke senin yerinde
orada yatıyor olsaydım. Ve keşke bu kitabı ilk defa okuyor olsaydım. Hazine
Adası... Bay Gruffydd... Size teşekkür etmeden gitmenize izin veremezdim .
- Bu benim görevim .
- Hayır. Görevinizden fazlası. Evet. Huw
iyi bir çocuk. Siz de iyi bir ailesiniz. Yakında akşam yemeğine gelecek
misiniz?
Daha
sonra. Doktorlar evden ayağını çektikten sonra gelirim .
- O zaman hepsini kovalarım .
- Güzel. "Hazine Adamızı ayrıntıları
ile size anlatmak için..." "...1785 yılında kalemi elime
alıyorum." O günlere geri dönüyorum. O günden beri zihnimde yaşayan bütün
asil kitaplar... Her zaman umut ettim, inancımı korudum. İlk aylar, annem üst
katta kalıyordu. Onunla tavanı vurarak konuşuyorduk. İlkbahar...?
İşte
oldu. Kar yağdı. Bir karın var ama o yatağında yatıyor. Ailene de yabancılar
bakıyor .
- Evet, bir karım var .
- Seni yaramaz. Bir şey söyleyecek misin,
anne?
-
Haydi, bir şey söyle .
- Ne diyebilirim?
Son
kez konuştuğunda ne diyeceksen onu. Dostlar arasındasın. Zor olmaz. Haydi
herkes yemeğe! Seni son günlerde kilisede hiç görmedim, Ianto .
- Çok meşguldüm .
- Hangi işle, sorabilir miyim?
-
Kendi işimle .
- Sadece uygarca bir soru sordum. Ben de
uygarca cevap verdim. Sendikayla meşgulüm. Sendika şeytanın işidir. Sonun hiç
iyi olmayacak .
- Hiç değilse kilisede oturup, boş
konuşmuyorum.
-
Bana bak. Boş ver. Sonradan pişman olacağım şeyler söylemek istemiyorum. Bu,
üzerinde durulması gereken bir konu. Ianto.. .
- Neden kilisede boş
konuşuyormuşuz?
-
Sözüm sizi hedef almıyordu .
- O zaman hedef al .
- Pekala. Çünkü sürünüzün çobanlığını
yapıyorsunuz. Ama sürünüzün pislik ve yoksulluk içinde yaşamasına göz
yumuyorsunuz. Ne zaman buna karşı seslerini yükseltmek isteseler, bunun
Tanrı'nın ilahi takdiri olduğunu söyleyip, onları yatıştırıyorsunuz. Koyunlar!
Bir avuç maden sahibinin güttüğü koyun sürüsü müyüz biz?
Bana insanın Tanrı'nın sureti olduğu öğretilmişti.
Koyunun değil. Bu konudaki düşüncelerimi söylemedim çünkü aile arası bir
anlaşmazlığa karışmak istemiyordum .
- Size izin veriyorum .
- Pekala. İşte benim
düşüncem. Sendikanızı kurun. Buna ihtiyacınız var. Tek başına güçsüzsünüz.
Birlikte güçlü olursunuz. Ama unutmayın. Güç demek sorumluluk demektir. Hem
kendinize hem de başkalarına karşı. Haksızlığın üstesinden haksızlıkla değil,
adaletle ve
Tanrı yardımıyla gelinir .
- Hayattaki konumunuzun dışına mı
çıkıyorsunuz, Bay Gruffydd?
Sizin işiniz ruhani konular. İnsan ve Tanrı
arasına giren her konu benim işimdir. Diyakozlar sosyalizm vaaz ettiğinizi
duyacak .
- Bay Parry!
-
Şeytanın uşakları .
- Bay Parry!
- O
bizim konuğumuz .
- Beth, Bay Parry'e bir tas çorba ver .
- Kafasına bir tava indirebilirim. Bayan
Jenkins, güzel bir şarkı çalın. Haydi, gelin arkadaşlar!
-
Angharad.. .
- Bay Gruffydd... Size, hep borçlu
kalacağız. Sayenizde yeniden aile olduk. Bırak ben yapayım .
- Elleriniz.. .
- Sorun değil .
- Madende çalıştınız mı?
- 10
yıl .
- 10 yıl mı?
-
Okurken .
- Sabunlu bez vereyim .
- Lütfen zahmet etme. Güzel mendilini
kirleten bir adam! Siz kilisede bir kralsınız. Ben de kendi mutfağımda kraliçe
olacağım .
- Sen gittiğin her yerde kraliçe olursun .
- Bunun anlamı ne?
-
Bunu hiç söylememeliydim .
- Neden?
Seninle böyle konuşmaya hakkım yok. Bay
Gruftydd... Eğer o hakkı verecek kişi bensem bu hak sizindir. Babam ve Bay
Gruffydd'in yardımıyla grev sona erdirildi. Yine iş başı yapıldı. Aylaklık
günleri, zorlukların anısını silmek için çalışıldı. O sabah tepeye tırmanırken
erkekler mutluydu. 1-9... 1-10... Ama hepsi mutlu değildi. Çünkü var olan az
sayıda iş için çok işçi vardı. İçlerinden bazıları kendi vadilerinde onlar için
bir daha asla iş olmayacağını öğrendi. Güney Galler'de de durum aynı. Baba
Cardiff'te insanlar devletten ekmek almak için sıraya giriyor. Bize göre değil.
Değil mi, kardeşim?
Kutudan payımıza düşeni alıp, gideceğiz. Eğer
izin verirseniz .
- Nereye gideceksiniz?
-
Amerika'ya .
- Benim payımı da al, Owen .
- Benimkini de. Olmaz. Kendimizinki yeter.
Sadaka almayız .
- Sadaka değil ki .
- Sadece bize düşeni. Annenize bundan
bahsetmeyin. Bırakın bugün geçsin. Söylememeyi boş ver. Her şeyi duydum.
Amerika... Yavrularım... Kitaptan bir bölüm okuyalım mı, evlatlarım?
-
Hangisini, efendim?
-
Isiah 55... İkisi gitti. Bu sadece başlangıç. Hepiniz gideceksiniz. Teker teker
hepiniz gideceksiniz .
- Ben seni asla bırakmam, anne .
- Huw, yavrum, eğer sen de beni bırakıp
gidersen doğurduğuma pişman olurum. Neden doğurdun?
Herhalde ellerim sudan çıkmasın yüzüm ateşten
çekilmesin diye. Ivor Morgan'a mektup var. Windsor Şatosu'ndan. Bay Ivor
Morgan'ın... Bay Ivor Morgan, koro üyelerinden seçilenlerle birlikte 14
Mayıs'ta saat 3 ile 5 arasında Majesteleri Kraliçe'nin huzuruna çıkacaktır.
Kraliçe'nin huzurunda şarkı söyleyeceksin. Bu güzel günü göreceğimi hayal
edemezdim. Idris, Owen Vadi'deki herkesi toplayın. Davy, diğer madendekileri
davet et. Onlara kutlama olduğunu söyle. Ianto, meyhaneye söyle. Bu gece gelen
herkese içkiler bedava olacak. Evlatlarım... Morganlar'a layık bir şekilde
uğurlanacaksınız. Yüce Tanrım, bugünü gördüğüm için yürekten şükranlarımı
sunuyorum. Sahip olduğum her şey ve bu yeni nimetin için de şükranlarımı
sunarım. Sen bizim babamızsın. Ama Kraliçemiz de bizim annemizdir. Zor
günlerinde ona yardım et, Ulu Tanrım. Üzüntüsü yaşından büyük olmasın. Ve onun
huzurunda şarkı söyleyecek bu seslere tatlılık, güç ve ruh ver. Günaydın, Bay
Gruffydd. Sizi gördüğüme sevindim .
- Angharad pazara gitti.
- Angharad
mı?
Ben
Huw'u görmeye gelmiştim. Huw mu?
-
Nergisler açtı, anne .
- Elibiselerin nerede, evlat?
Yastığımın altında .
- Bugüne hazırlamıştım .
- O halde gel benimle ve cesur annen için
kraliçelere layık bir çiçek demeti hazırla. Kesinlikle, efendim. Çok az yolumuz
kaldı, Huw. Dikkat et. Kokuyu alıyor musun?
İşte
oldu. Gitmeyin! Yürüyebilirsin, Huw. Denemelisin. Haydi, evlat. Yürüyebilirsin.
Huw, yürü! Aferin, evlat. Gördün mü?
Seni
koca adam! Sen şanslıydın, Huw. Acı çektiğin bitkinlik dolu günleri yatakta
geçirdiğin için şanslıydın. Çünkü Ulu Tanrı böylece sana kendi içinde ruhunu
yaratma şansını verdi. İyi ışık almak için, babanın lambayı temizlemesi gibi..
.
- ...sen de ruhunu temiz tutmalısın .
- Ama nasıl?
Dua
ederek, Huw. Dua etmek derken, dini duygulara kapılıp domuz gibi bağırmayı
mırıldanmayı kastetmiyorum. Dua etmek doğru düşünmenin diğer adıdır. Dua
ederken, düşün. Söylediğini iyi düşün. Düşüncelerini somutlaştır. Bu şekilde,
duaların güç kazanır ve bu güç senin bir parçan olur. Bedeninin, aklının ve
ruhunun bir parçası olur. Bu yeni bacakların ilk görevi pazar günü seni
kiliseye taşımak olmalı .
- Öyle olacak, efendim .
- Aferin sana koca adam! Elini ver bana.
Haydi, gel. Lütfen yerlerinizde kalın. Diyakozların toplantısı olacak. Meillyn
Lewis... Öne çık. İşlediğin günahlar ortaya çıktı. İşlediğin günahlar ortaya
çıktı. Şimdi senin gibi kadınların yapacağı gibi bedelini ödeyeceksin.
Tanrı'nın emirlerini çiğneyerek, dünyaya bir çocuk getirdin. Senin gibiler için
dua etmek yararsız. Dersini alana kadar karanlığa mahkum edilmelisin. Meillyn
Lewis... İşlediğin günahı kabul ediyor musun?
- O
zaman cezanı çekmeye hazır ol .
- Durun!
-
Onu rahat bırakın, sizi ikiyüzlüler!
-
Bayan Morgan... Buna nasıl seyirci kalırsın?
Acımasız ihtiyarlar kafa sallayıp parmakla
göstererek ona daha da fazla acı çektirmeye çalışıyordu. Tanrı böyle
buyurmamış! İsa "Şimdi git ve başka günah işleme" demiş. Angharad!
İncil'i çok iyi biliyorsun ama hayatı hiç tanımıyorsun. Meillyn Lewis'in benden
daha kötü olmadığını bilecek kadar tanıyorum .
- Angharad!
-
Diyakozlar ne bilir ki?
Bir
erkeği bu kadar çok seven bir zavallı bir kız için sevdiğini bir an bile
görmemek nasıl bir işkencedir bilemezsin. Canın acıyor mu, Huw?
Rahat dur. Angharad! Erkekler arasındasın. Sen
neden mutfaktan çıktın?
Demek erkek oldun?
Kütür, saygısızlık, ikiyüzlülük! Tatil günü
insan piposunu içip.. .
- ...gazete okuyamaz mı!
-
Git burnunu sümkür! İçeri gir!
-
Günaydın, Morgan .
- Günaydın, Bay Evans .
- Geçin, oturun .
- Teşekkür ederim. Bay Evans. Madenin
sahibi. Angharad.. .
- Konuya gireyim, Morgan .
- Tabii efendim .
- Buraya çok hassas bir görevle geldim,
Morgan.
-
Kötü bir şey mi?
Hayır ama beni endişelendiriyor. Buraya iznini
almaya geldim. Oğlum Iestyn için izin.. .
- Çok yaşa, Morgan .
- Sağ olun, efendim .
- Nerede kalmıştım?
-
İzin diyordunuz. Evet. Oğlum Iestyn'ın, kızının da izniyle kızını görmesine
izin istemek için geldim .
- Biz gururlu bir aileyiz, Bay Evans .
- Bunu biliyorum, Morgan ama.. .
- ...ben bir şey yapmadım, Morgan .
- Bay Evans oğlunuzun benimle konuşmasına
izin veriyorum, Bay Evans. Teşekkür ederim, Morgan. Buna çok memnun oldum.
Galler kanı işte. Çok memnun oldum, Morgan. Gel. Ayakkabılarımı getir. Sen
odana çık. İçinde birazcık tevazu kalmadı mı?
Ayakkabılarımı bul! Ceketinizi giyin .
- Bay Morgan.. .
- Buyrun, oturun .
- Karım Bayan Morgan .
- Nasılsınız?
Bay
Morgan buraya, kızınız Angharad ile konuşmak için izin almaya geldim .
- Bunlar benim oğullarım .
- Evet, onları tanıyorum. Çok yaşa .
- Buraya gelmemeliydin.
-
Cevabını bilmeden bir gece daha geçiremezdim .
- Bir sorun mu var?
-
Sorun mu?
- Ne
demek istediğimi biliyorsun. Neden bana karşı tavırların değişti?
Neden bana yabancı gibisin?
Bir
hata mı ettim?
Suç
bende. Annen ayinden sonra benimle konuştu .
- Bolluk içinde yaşayacak olmana seviniyor.
-
Iestyn Evans.. .
- Daha iyisi olamazdı .
- Ben onu istemiyorum .
- Ben seni istiyorum .
- Angharad. Geceler boyu düşünüp bir çözüm
bulmaya çalıştım. Bu işi yapmaya başlarken ne demek olduğunu biliyordum.
Fedakarlık ve kendini adamak... Hayatımda sadece bunlara yer olacaktı. Ben buna
gönülden razıydım. Ama başka biriyle bunu paylaşmak... Hayat boyu yoksulluk
içinde yaşamana, iyi bir yemek için başkalarından gelecek sadakaya muhtaç
kalmana nasıl razı olurum?
Çocuklarımız başkalarının eskilerini giyerken,
biz yoksulluk içindeki bir ev için Tanrı'ya şükür mü edeceğiz?
Hayır. Yaptığım iş adına azla yetinmeyen ben
razıyım. Ama öldürmeye başlardım eğer saçına zamanından 20 yıl önce ak düşerse.
Neden öldürmeye başlayasın?
Sen
bir insan mısın yoksa aziz mi?
Aziz
değilim ama sana karşı görevim var. Bırak da bunu yapayım. Kızımın düğününde
şarkı söylenmeyecek mi, Dai Bando?
Banyo küveti 100 galon su alıyor.
"A" dakikada 20 galon su veriyor. Ve "B" dakikada 10 galon
su veriyor .
- Yazdınız mı, Bay Morgan?
- 20
ve 10 galon... Evet, efendim. "C" ise bir delik ve dakikada beş galon
su boşaltıyor. Banyo küvetini doldurmak ne kadar sürer?
Ne
saçma! Altı delik bir küveti doldurmak mı?
Bu
aklı çalıştıran bir soru. Gelecek ay gireceği sınavda lazım olacak. Devlet
okulunda da amma saçma sorular soruluyor! Kim altı delik olan bir küveti
doldurmaya çalışır?
-
Bunu ancak deliler yapar!
- Bu
sadece hesap yapması için. Sayılar...Hepsi bu. Kaç galon ve ne kadar sürede?
Dibi
delik bir küvet! Oğullarımın neden bu kadar dik kafalı olduğunu anladım. Bunun
nedeni sensin, Beth Morgan. Başka bir şey var mı, Bay Gruffydd?
Ondalık sayılar... Demek ondalık sayılar... O
zaman ondalık sayılar. Evime de huzur! Geç kalıyorum. Artık gitmeliyim .
- Ondalık sayıları akşam yaparız .
- Tabii, efendim .
- İyi geceler .
- İyi geceler, Bayan Morgan. Tek başına,
uzun yolu yürüyerek öteki vadiye gittim. Devlet okuluna gitme ayrıcalığına
ailem içinde ilk ben sahip oldum .
- Demek yeni çocuk sensin!
-
Evet, efendim. Geç kaldın. Evet, efendim. Ne de pis şeymiş!
-
Nerelisin?
-
Comronda. Maden ocaklarından çıkma küçük bir dahi! Ondan okumuş adam yapmam
bekleniyor! Haydi, gir içeri. Ahırda mı buyüdün sen! Kapıyı kapat. Botların
çamur içinde .
- Evden çıkarken temizdiler .
- Bana "efendim" diyeceksin.
Yoksa sırtına sopayı yersin! Şimdi otur şuraya. Buraya gel pislik! Bu da neymiş
böyle! Kalem kutusu! Pek de güzelmiş! Kalem kutumu kırdın! Mervyn dur! Canını
yakacaksın! Dağda düştüm .
- Kazandın mı, Huw?
-
Hayır. Ianto!
-
Dai Bando'yu getir .
- Dai Bando mu?
-
Yarın okula gitmek istiyor musun?
-
Evet, efendim. Güzel. Bugünden itibaren yüzündeki her iz için 1 peni alacaksın.
Kanayan burun için 6 peni. Morarmış göz için 1 şilin ve.. .
- ...kırık burun için 2 şilin .
- Gwilym, kes şunu! Bir daha kavga edersen,
eve gelince yüzüne bakmam! Seninle tek kelime konuşmam! Kır bakalım burnunu!
Evden her çıktığında annenin kalbini kır .
- Bir erkek kavga etmeyi bilmeli, Beth .
- Kavga etmek mi?
-
Bir daha böyle dayak yerse ölür .
- Dayak yemek mi?
Hayır. Kavga etmek olabilir ama dayak yok. Ona
biraz zaman tanı, dayak atma sırası ona gelir. İçeri gel, Dai Bando .
- İyi akşamlar Bayan Morgan .
- Şapkanı çıkar! Dai Bando sana boks
yapmayı öğretecek, Huw. Hızlı dövüşmeyi! Bir sürü boksör iyi bir dövüşçü
değildir .
- Boks bir sanattır, değil mi?
-
Öyledir .
- Adamlara bir bardak çay getir .
- Çay mı?
Çay
mı?
Çay
istemez, Bayan Morgan! Şu anda eğitim veriliyor. Bir bardak bira. Dibi delik
küvetler... Şimdi de paralı dövüşçüler! Küçük madenci dostumuz yine en sevdiği
sporu yapıyor öyle mi?
-
Bay Philips! Sırt verin!
-
İtiraz ediyorum!
-
Sırt verin!
-
İtiraz ediyorum. Bay Wellis, sırt verin .
- Şunu dişlerinin arasına al .
- Amma sert vuruyor. Hey, okullu çocuk!
Huw... Evlat.. .
- Bu okulda mı oldu?
-
Seni fena haklamış .
- Kim yaptı bunu?
Bay
Jonas mı?
-
Bay Jonas'a bir iki lafımız olacak! Hayır!
-
Kavga ederek kuralları bozdum .
- Bunun kuralı yoktur .
- Ama beni uyardı.
-
Saçmalık!
-
Sus, Davy! Bu Huw'nun meselesi. Kararı o verir. Sen iste, onu doğduğuna
pişman ederiz. Hayır. Ona dokunmayın. Sanırım küçük kardeşimiz esaslı bir erkek
olmaya başladı. Nominal değerler, uzaklık ölçmekte kullanılır. Buyrun .
- Doğru yere gelmişiz .
- Sizin için ne yapabilirim?
-
Öğrenmenin yaşı yoktur, değil mi Bay Jonas?
-
Yoktur. Ben de bir kere okula gitmiştim. Pek akıllı olduğum söylenemez. Bir
sopanın uzunluğunu nasıl ölçersiniz, Bay Jonas?
- Elbette
metreyle!
-
Peki, kendinin üçte biri kadar bir çocuğa sopayla vuran adamın ölçüsünü
nasıl alırsınız?
Sopayı iyi kullanıyor olabilirsiniz ama boks
da benim uzmanlık alanımdır .
- Queensberry Markisi'nin koyduğu kurallara
göre.
-
Huzur içinde yatsın. Ve bu bilgimi size öğretmekten mutluluk duyarım. İyi bir
boksör olmak için sağ eliniz çok iyi olmalı. Gördünüz mü?
Adama böylece cezasını verebilirsiniz. Bir sağ
bir sol... Adama böylece cezasını verebilirsiniz. Bir sağ bir sol... Adam
seninle konuşuyor. Haydi, kalk! Beni dikkatle dinleyin, çocuklar. Topluluk
önünde konuşmaya pek alışkın değilimdir .
- Sadece meyhanede konuşur .
- Ama bunu... Asla yapmayın. Bu hareket
kurallara aykırıdır. Adamın burnunu kırmamalı .
- Korkarım iyi bir boksör olamayacak .
- Öğrenmeye hiç eğilimi yok. Bay Gruffydd!
Ivor maden arabasının altında kaldı. En alt katta .
- İlk torunumuz doğdu, Gwil .
- Birini ver, öbürünü al. Bunu yukarıdaki
kıza söyle. Sana cevabı o versin .
- Sus, Beth. Öfkeyi körükleme .
- Öfkenin canı cehenneme. Duyulsun diye
açıkça söylüyorum. Üstün başarı...Oğlumuz okumuş adam oldu .
- Bu nedir, Huw?
Bundan hiçbir şey anlamıyorum.
-
Latince de ondan! Latince mi?
Neden İngilizce yazmazlar ki?
-
Çünkü moda bu!
-
Modaymış! Fransızca, ondalık sayılar, dibi delik küvetler! Zavallı,
Huw.. .
- Aklını Latince ile doldurmuşlar .
- Beth, güzelim...Mor bir göz mü... Haydi,
durma. Çocuğu uyandır. Güzeller güzeli...Babamın kopyası. Saçmalık! Şimdi ne
olacak?
Cardiff'teki okula mı gideceksin?
Sonra da üniversite.. .
- Ya avukat ya da doktor mu olacaksın?
-
Doktor Huw Morgan.. .
- Huw Amca, bu çok özel bir şey olacak .
- Evet, öyle. Güzel bir at, siyah bir takım
ve kolalı gömlek... Aferin sana küçüğüm .
- Biraz da Bron'ın meyveli kekinden .
- Benim kekim domuza mı verilir?
Hayır ama seninkini dün bitirdim. Bugün kek
yapma sırası Bayan Bron'da. Özür dilerim, Huw. Bugün sadece ekmek pişirdim.
Artık yiyecek kimse yok. Anne...Onsuz çok yalnızım. Her gece botlarını
giysisini hazırlıyorum. Sabah olduğunda hala oracıkta duruyorlar. Çok yalnızım.
Gwil... Eğer kabul ederse, Bron'ın burada kalmasını istiyorum. Olmaz. Bir eve
bir kadın yeter. Huw... Şimdi ne olacak?
-
Sizinle madene geleceğim, efendim .
- Kafanı kullan! Orası sana göre değil .
- Daha saygıdeğer bir işi denesene .
- Saygıdeğer mi?
Sen,
ağabeyleri.. .
- ...hapishane kaçkını mısınız?
-
Çocuk için en iyisini istiyorum, Beth. Huw da sen ve ağabeyleri kadar iyi bir
adam olursa, bana yeter. Ben onun geleceğini düşünüyorum! Bizim zamanımızda
farklıydı. Parası iyi, adil bir işti. Ama Huw okumuş bir çocuk. Eğitimli bir
beyini.. .
- ...neden madene sokasın?
-
Bunu tercih ederim, efendim. Pekala. Kararı kendin ver. Ama sonradan hatanı
görürsen, kendini suçlama. Maden ocağı, efendim .
- Pekala! Maden ocağı.. .
- Güzel .
- Nereye gidiyorsun?
-
Sarhoş olmaya!
-
Ben madende çalışacağım .
- Madende mi?
Kömürü yatağında titreteceksin! Bron...Bu evde
yaşamama izin verir, yevmiyemi kabul eder misin?
-
Senin yerin annenin yanı .
- Beni buraya o yolladı .
- Merhametli olduğundan .
- Hayır, akıllı olduğu için. Sabah akşam
giysileri hazırlayacaksan, onlar benim giysilerim olsun .
- Seni koca adam!
-
Evet mi, hayır mı Bron?
Ben
yatağımı getireyim .
- Demek adam oldun! - Böyle bir adamı kucağıma alabilir miyim?
Ianto! Devam et. 1 pound 2... 2 pound 10...
İşten çıkarıldın, Morgan. Devam et. 2 pound 10...İşten çıkarıldın, Morgan. 1
pound 10... Böylece sıra Ianto ve Davy'e geldi. Onlar madendeki en iyi
işçilerdi ama daha yoksul ve çaresiz işçilerle rekabet edemeyecek kadar çok
maaş alıyorlardı .
- Bize Kitaptan bölüm okuyacak mısınız,
baba?
-
Tabii, evlat. "Tanrı benim çobanımdır, istemeyeceğim." "Beni
yeşil çayırlara yatırır; durgun sulara götürür." "Ruhuma hayat verir.
Onun adı aşkına..." "...beni doğru yola iter. Ölümün gölgesinde
yürüsem bile..." "...kötülükten korkmam. Çünkü sen yanımdasın; senin
asan..." "...bana huzur verir. Düşmanlarımın varlığında, önümde sofra
kurarsın." "Başımı yağla yuğarsın..." "...kabım dolup
taşar." Owen ve Gwilym'e bir çizgi...Oradan Cape Town'a, Angrahad'a...
Oradan Kanada'ya, Ianto'ya... Ve sonra aşağı, Davy'ye Yeni Zelanda'ya. Ve sen
de bu evden onların üzerine parlayan bir yıldızsın .
- Bütün kıtaların, okyanusların ötesine
kadar.
- Ta
oraya?
Hepsi küçücük bir kağıda sığıyorsa, o zaman
ışığım ne kadar uzağa gidiyor?
Bu
bir harita. Dünyanın resmi .
- Sana nerede olduklarını gösterir .
- Nerede olduklarını biliyorum. Kağıda,
kaleme, çizgilere gerek yok. Onlar bu evin içinde. Sonra Angharad Cape Town'dan
geri geldi. Yanında kocası yoktu. Ama bizim eve gelmedi. Evanslar'ın büyük
evinde kalıyordu. Tepenin üstündeki, kendi evinde .
- Bayan Evans'ı göreceğim, lütffen .
- Adınız?
-
Huw Morgan. Kardeşi mi?
Bayan Nicholas, bize çay getirir misiniz?
Otur, Huw .
- Ne kadar büyümüşsün; değişmişsin .
- Sen de öyle. Hasta görünüyorum. Kendime
iyi bakmalıyım. Eve gelen herkes böyle diyor. Sen de söyledin. Artık bunu bir
kenara bırakalım. Bana bütün haberleri ver. Nasıllar... Tanıdığımız bütün
kızlar, erkekler nasıl?
' Jankins'lerin kızı evlendi. Moldmen Huws
doktor olacak. Rees Harrow büroda çalışıyor. Eve haftada 10 şilin yolluyor. Bay
Gruffydd ise hâlâ erken kalkan en geç yatan kişi .
- O nasıl Huw?
-
Eskiden olduğu gibi değil .
- Hasta mı?
-
İçi hasta. Gözleri, sesi... Senin gibi. Lütfen eve git, Huw .
- Özür dilerim .
- Gelin, Bayan Stevens. Çay istemiştiniz.
Bırakın, Bayan Nicholas. Ben koyarım. Bay Iestyn'in zavallı annesinin çayını
her zaman ben koyardım .
- Ben koyarım .
- Peki, Bayan Evans. Evin yeni sahibesi
yeni çarşaf gibidir. Biraz serttir ama daha çok yıkanacaktır. Onu neden burada
tutuyorsun?
37
yıldır bu ailenin yanındaymış. Bana bunu her gün 60 kez söyler .
- Çay alsana, Huw .
- Gitmemi istemiyor musun?
Hayır istemiyorum Huw. Ters davrandığım için
özür dilerim. Lütfen kal. Huw... Anneme söylemeye çalıştım ama... Bunu söylemek
bana düşmez. Ne de olsa ben sadece evin kahyasıyım. 37 yıldır o ailenin
yanındayım. Bugünleri de mi görecektim! Eski efendimiz mezarından kalkarsa hiç
şaşmam!
-
Onu orada yalnız mezar taşı tutuyor .
- Ne oldu Bayan Nicholas?
Boşanma... Benim ağzımdan tek kelime çıkmaz.
Ama aklından geçen bu. Burada, kocası yanında yok, değil mi?
Neden?
Çünkü şu vaize aşık .
- Vaiz dediğim kişi de şu Bay Gruffydd .
- Ama Bay Gruffydd eve hiç gelmez ki! Ne
fark eder?
İşinin başına dön!
-
Tek kelime etmeyeceğiz, Bayan Nicholas.
-
Hayır. Yalancı!
-
Ayrılın!
-
Bırak beni! Yalancı! Cüruf vadime yayılırken, halkının da kafasını
karanlık kapladı. Hatırladığım kadarıyla gün içinde kapımız sıkısıkıya ilk kez
kapanmıştı. Pekala, Huw?
-
Belaya mı girdin, Huw?
-
Yine ne oldu?
Ellerinin haline bak. Ian John, Angharad ile
Bay Gruffydd hakkında bazı şeyler söyledi. Haklısın, oğlum .
- Kahvaltı için dönerim .
- Kiliseye uğramayacak mısın?
-
Hayır. Eğer o şeyi yaparlarsa, ölene kadar bir daha o kiliseye ayak basmam.
Çarşafını sıcak tutarım. Güzelim benim .
- Kiliseyle ilgili şey nedir, anne?
- Bu
akşam, ayinden sonra.. .
- ...diyakozlar Angharad hakkında toplantı
yapacak.
-
Angharad mı?
-
Ama o hiçbir şey yapmadı ki!
-
Hiçbir şey, lağım gibi aklı olan insanlara yeter. Huw, yavrum... Umarım
sen büyüdüğün zaman dilleri daha az can yakar .
- Angharad toplantıya gidecek mi?
-
Hayır. Hiçbirimiz gitmeyeceğiz .
- Bu utançtan kurtulamayacağız .
- Ben
gideceğim, anne. Bu kilisede son defa konuşma yapıyorum. Burada bana yardım
edenlere ve onlara yardım etmeme izin verenlere karşı duyduğum büyük kederle bu
vadiden gidiyorum. Ama geri kalanınız için sizinle zamanımı boşa harcamış
olduğumu gösterenler içinse sadece şunu söyleyeceğim. Aranızdan tek bir kişi
bile hata yaptığımı gelip benim yüzüme söyleme cesaretini gösteremedi. Her ne
olursa olsun, bir günah işlendiyse ise günahkâr damgasının bana vurulması
gerekirdi. Sesini çıkartıp beni suçlayacak biri var mı?
Sadece ikiyüzlü değil aynı zamanda
korkaksınız. Ama sizi suçlamıyorum. Hata sizin olduğu kadar benim de.
Sergilediğiniz boşboğazlık, akıl yoksulluğu vermem istenen dersi çoğunuza
öğretmeyi başaramadığımı gösterdi. Genç bir erkekken, dünyayı gerçek ile
fethedebileceğimi sanırdım. İskender'in düşleyemeyeceği kadar büyük bir orduya
önder olacaktım. Ülkeleri fethetmek için değil insanlığı gerçek ile
özgürleştirmek için. Kelimenin altın sesi ile fethedecektim. Ama içlerinden çok
azı duydu. İçinizden çok azı anladı. Geri kalanınız siyahlar giyinip kilisede
oturdu. Buraya neden geliyorsunuz?
İkiyüzlülüğünüzü siyahlara bürüyüp pazar
günleri Tanrı'nın önünde neden sergiliyorsunuz?
Sevgiden mi?
Hayır. Zira, gösterdiniz ki yürekleriniz Tanrı
sevgisini alamayacak kadar yoksul. Neden geldiğinizi biliyorum. Her pazar,
önünüzde dururken, bunu yüzlerinizde gördüm. Sizi buraya korku getirdi. Batıl
inanca dayalı korkunç bir korku. İlahi cezadan korkunuz getirdi. Gökyüzünden
inecek ateş... Efendimizin gazabı ve Tanrısal adalet. Ama İsa sevgisini
unuttunuz. Onun fedakarlığına kayıtsız kaldınız. Ölüm, korku, alevler, dehşet
ve kara giysiler... Toplantınızı yapın. Ama şunu bilin ki, eğer bunu Tanrı
adına, O'nun evinde yaparsanız O'na ve sözüne küfretmiş olursunuz. Durun! Bir
toplantı yapılacak, Bay Morgan. "Sevgili Angharad, Vadi'den
ayrılıyorum..."
- Gelmene sevindim .
- Sağ olun, efendim .
- Yapabileceğim herhangi bir şey var mı?
-
Evet, var. Bana büyük bir yardımda bulunabilirsin. Bu saati bana papazlığa
başladığım zaman babam vermişti. Zamanı bilmeyi çok severdik .
- Al bunu .
- Alamam, efendim. Bunu yardım olarak
yapacaksın. El sıkışmaya gerek yok. Birbirimizin beyninde yaşayacağız. Bay
Gruffydd, gitmeden önce Angharad'ı görmeyecek misiniz?
- Bunu
istiyor .
- Hayır. Eğer onu bir kere daha görürsem,
gidecek gücü kendimde bulamam. Hoşça kal, Huw. Seni koca adam .
- Ne oldu?
Yangın mı, sel mi?
-
Maden çökmüş diyorlar .
- Beni oraya götür .
- Sen, aklın karanlığında iyisin. Yediğin
yumruklardan gözlerin artık gün ışığında görmüyor. Ama hâlâ kazma sallayacak
güç var bende! Beni oraya götürün. Akrabaları olanlar! Bırakın geçsinler .
- Gwilym Morgan?
-
Henüz çıkmadı, efendim. Bay Gruffydd. O alt kattaydı .
- Babam...?
-
Henüz çıkmadı, Bayan Evans. Angharad... Gwilym Morgan ve diğerleri için kim
gelir?
Ben
gelirim. O benim yüreğimin kanıdır .
- Gel, Cyfartha .
- Ben bir korkağım. Ama ceketini tutarım.
Baba! Huw, şu taraftan... Bay Gruffydd! Seni koca adam. Az önce bana geldi.
Yanında Ivor vardı. Benimle konuştu ve gördüğü ihtişamı anlattı. Bakın! Babam
gibi insanlar ölemez. Onlar hâlâ benimle birlikte. Anılarımda kanlı canlı
yaşıyorlar. Seviyor, seviliyorlar. O zamanlar vadim o kadar yeşildi ki...
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar