Print Friendly and PDF

YÜZÜNÜ GÖSTER DE BANA, "CANINDAN GEÇ" DE.

Bunlarada Bakarsınız



Niyaz yüzüm, kapında., bu yüzden Tanrı’ya şükrolsun meyhane kapısı açık.
Küplerin hepsi de sarhoşlukla köpürmüş, coşmuş. Ortadaki şarap, hakiki şarap, mecazî şarap değil!
Canana lâyık olan daima sarhoşluk, gurur ve ululanma. Bize uyan da daima çaresizlik, acizlik ve niyaz!
Başkasına söylemediğimiz ve söylemeyeceğimiz sırrı dosta söyleyelim, çünkü o, sırra mahremdir.
Sevgilinin büklüm büklüm zülfünün şerhi kısa kesilmez ki... bu kıssa çok uzun!
Mecnun’un gönlündeki ıstırap, daima Leylâ’nın zülfündeki büklümlerden, Sultan Mahmud’un yüzü, her an Eyaz’ın ayağında.
Gözüm, senin o güzel yüzünü göreli doğan kuşu gibi bütün âlemden göz yumdum.
Senin hakikat kâbesi olan civarına gelen her kişi, kaşlarının kıblesine dönmüş, namazın ta kendisinde!
Ey meclistekiler, Hâfız’ın gönlündeki yanışı, daima yanıp yakılan muma sorun!
Peri yüzlü güzel, kim, senin zincire benzeyen zülfünü gördüyse sevdalı gönlü, bu divaneye sızladı, yandı.
Beni tanıyanların gönülleri yanarsa, tanıdıklarım, bana acırlarsa şaşılacak bir şey mi?
Ben kendimden geçtim mi, tanımayanların bile gönülleri yanıyor!
Zahitlik hırkamı harabat suyu alıp götürdü. Akıl evini de meyhane ateşi, silip süpürdü!         
** Gönlüm, ettiğim tövbeyi kadeh gibi kırıverdi; ciğerim de şarapsız, kadehsiz kaldı da şarap gibi yanıp yakıldı!
Macerayı kısa kes, tekrar gel ki gözbebeğim, gömleğini başından         çıkardı, şükrâne olarak ateşe yaktı, sulh etti. Sen de geçmişi bırak artık!
* Gönül yanışına bak ki gözyaşımdaki fazla hararetten mum bile dün gece bana acıdı da pervane gibi yandı, yakıldı.
Hâfız, masalı bırak, bir zaman da şarap iç. Çünkü bütün gece uyumadık, mum da efsanelerle yandı durdu.[2]
Yüzünü göster de bana, "canından geç" de. Muma benzeyen yalınlı yüzüne karşı âşıkın gönlü bir pervaneye benziyor, ateşe buyur, pervaneyi yakanı, yandırsın!
Susuz dudağımızı gör de bizden suyu esirgeme. Öldürdüğü âşıkın başucuna gel de onu tozdan topraktan kaldır!
Yoksulu terketme.. gümüşü, altını yak ama derdinle ağlıyor ya., göz yaşlarım gümüş say, yüzünü altın farzet;
Çenk çal... Ut yoksa ne zararı var? Tut ki ateşim aşk, gönlüm öd ağacı, bedenim de buhurdan!
Semaa gir; Hırkanı çıkar, oyna. Yok... eğer bunları yapamayacaksan bir bucağa git, hırkanı başına çek, otur!
Sofi hırkanı başından çek, bürünme o hırkaya... Sâf şarap çekmeye bak., paranı, pulunu ver, altınlar sarfederek bir gümüş bedenli dilberi ağuşuna al!
Sevgiliye sen benimle yâr ol da, iki cihana da benimle düşman olun, ne çıkar de. Bahta de ki; Bana arkanı dönme... Sonra bütün yeryüzünü asker farz et, ne zarar olabilir?
Sevgili, gitmeye niyetlenme, bir an bizimle kal. Irmak kıyısında neşe ara, kadehi eline al!
Kendini yanından gitmiş, benden ayrılmış say. O vakit gönüldeki ateşten benzimi sapsarı, dudağımı kupkuru, gönlümün ve gözümün ateşinden kucağımı sulara gark olmuş farz et? Sensiz işte bu hale gelirim ben de!
Hâfız, meclisi beze de vaize söyle; gel, meclisimizi gör de mimberi bırak artık![3]

Kaynak: HÂFIZ DİVÂNI ŞİRÂZÎ Çeviren: ABDÜLBÂKIY GÖLPINARLI, MEB, 1992, İstanbul


[1] Elminnetu lillah ki der-i meykede bâzest
Zan ru ki mera ber der-i o ruy-i niyâzest
96.Gazel
[2] Sineem zâteş-i dil der ğarn-ı cânâne bisüht
Ateşi bud derin hâne ki kâşane bisüht

85. Gazel
[3] Ruy binmâ vu mera gü ki zi can dil bergir
Piş-i şem' âteş-i pervane be can gü dergir
256. Gazel

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar