Fizik Müh. Kenan Keskin / Cinlerin Deşifresi Boyutlar ve Maddeleşmeler
Sunu
"Tek dünya ve evren imparatorluğu için (ki sonsuz evrende ne ifade ediyorsa)
tanrılarıyla birlikte yeryüzünde maddesel olarak açıkça görünecek uzaylılara
yani, cinlere karşı da tek
silah, enerji yönlü olanın ötesinde yine
bilgi ve Bilinç yönlü olan korunma türüdür. Yani, her ikisi de
olmalıdır.
Şimdilik, bu bu konuya bir nokta koysak da, elbette
anlattıklarımız burada bitmedi. Belki de yeni başlıyor; yıldızlar ötesinden
kendince ilahi mesajlar da çeşitli kanallar vasıtasıyla, her an akmaya devam
ediyor kah sıradan bir insana, kah mevki sahibi birtakım insanlara; hayallerin
efendisinin, eski çağlarda olduğundan daha da görkemli göksel şölenle (ilk
defa) yeryüzüne gelmekte olduğunu, haberdar etmek için..."
Yukarıdaki sözlerin sahibi Kenan Keskin bu
çalışmasında, Tasavvuf platformundan da hiçbir an ayrılmayarak, bir Fizikçi
olarak hakikate yaklaşmaya çalışmıştır; Cinler'in
deşifre edilmesinde.. (Yorumsuz)
Cinlerin Deşifresi - Boyutlar ve Maddeleşmeler "Yeryüzü" ve
"Gök" Semaları
21. Yüzyılda olmamıza, bilim ve teknoloji
verilerinin artık metafizik dediğimiz birçok şeyi açıklar hale gelmesine rağmen
hangi sınıftan yer alınırsa alınsın, etiket ne olunursa olunsun Allah, Allah sistemi
ve dolayısıyla ayet ve hadislerin bildirdiklerinin anlaşılamamasının en önde
gelen sebeplerinden biri, Boyut Kavramının yeterince
ya da hiç kavranılamamış olmasıdır.
Boyut kavramı derken de, acaba neyi
kastetmekteyiz? Devasa alanları, hacimleri, büyüklüklerini mi? Maddenin
katmanları olan molekül, atom, çekirdek, kuark, enerji boyutlarını mı? Veya
bizim maddenin paraleli olan
diğer big- bang noktalarının açılımından, patlamalarından oluşan evrenleri mi?
(ki o boyutlarda enerji boyutu itibariyle bulunduğumuz ortamda aynen
mevcuttur). Ya da maddenin ikiz boyutu olan ve bu anlamda paralel evrenler olan (ve
kendi boyutları içinde de sonsuz boyutları içeren) Nar ve Nur
boyutlarını mı?. Yoksa yaratılmışa ait Bilinç ya da yaratılmamışa
ait Soyut boyutlarını mı?
Mesela, bu boyutlarla ilgili bir soru da yer
(arz) ve gök semalarıyla ilgili
olandır. Bu semalar nerededir? Bunların güneş sistemi ve planetleriyle nasıl
bir ilgisi bulunmaktadır?. Bugünün bilimi ile bağlantı noktası neresidir?
İnsanın aslında yok, var olanın sadece mutlak varlık olduğu düşüncesini
oturtmaya çalışan İslam'daki verilerin dünya ve güneş merkezli bir evren
anlayışını sunmamasına karşın neden bu türden açıklamalar yapılmıştır?.
Görüldüğü üzere soruların ardı arkası kesilmiyor.
Yeryüzü Semaları, içinde bizimde yaşadığımız boyutta olmak
üzere atmosfer tabakalarıdır.
Ancak bunu, küre şeklindeki dünya ve bu küreyi saran gaz katmanları biçiminde
değil, her bir katmana, kendince maddesel karşılık gelen boyutlar olarak
düşünmeliyiz ve her bir boyut da sonsuzluğa uzanır. Kısacası Sema kelimesi,
şartlandığımız gibi makro kozmosa doğru uzanan yönsel ve mekansal bir kavram
olmak yerine, mikro kozmosa, parçacık- enerji altı boyutu itibariyle
ele alınması gereken bir kavramdır.
Mesela yaşadığımız maddesel boyut 7. kat
olarak en alt düzeyde bulunur ve yukarı doğru çıktıkça da 6, 5, 4,...,1 diye
sıralanır. Dolayısıyla biz yedi kat yerin (Arz'ın) altında yaşamaktayız. Bizim
yaşadığımız maddesel boyut da bildiğimiz gibi sadece dünyayla sınırlı olmayıp
içine Ayı, Güneşi, gezegenleri, yıldızları, galaksileri... ve tüm sonsuz-
sınırsız evreni yani madde ve katmanlarına ait evreni kapsamaktadır.
Aynı şekilde atmosfer tabakalarıyla işaret
edilen diğer Arz katmanlarını da, her birine ayrı, ayrı karşılık gelen bu maddesel
yapıların ikizleri (paralelleri) şeklinde, sonsuza yayılan boyutlar olarak
düşünmeliyiz ki bunlar aynı zamanda Afaki Boyutlardır.
Ayrıca yer semaları, bizim yaşadığımız
boyutun tüm yasalarından tamamen farklı kanunlara, yapılanmaya sahip olsa da bu
boyutta yaşayan varlıklarda da tıpkı bizim gibi maddesel olarak algıladıkları
beden ve o boyutun yaşamına kayıtlı olma, birimsel ego nun tatmini, ...
v.b. negatif özellikler bulunmaktadır.
Kısacası buradaki belli özellikler, o
boyutlarda farklı şekillerde de olsa yine mevcuttur. Bununla birlikte öze doğru
giden boyutları da bir boyutun bir üst boyuta göre alınmış bir kesiti olarak
değerlendirmeliyiz.
Mesela, ölüm ötesi boyut olan
ruh
boyutuna göre yaşadığımız boyutun, hem mekansal hem de zamansal
olarak bir hiç hükmünde olması gibi.
Yedi farklı boyuttaki yedi sınıf olan
Cinlerin yaşadığı boyutlar ile ölüm ötesi berzah boyutları bu
yeryüzü sema boyutlarıdır. Yani Nar boyutları. Berzah boyutu, bu yedi yer
semasını içine alan boyuttur. Bunlardan ikinci katta yaşayanların, bu sınıfın
en zayıfı olmakla birlikte, insanların tefekkür, düşünce sistemine etki ederek
çeşitli blokajlar oluştururken altıncı ve yedinci arz (yer) semasında
yaşayanlarına da, hiçbir insan söz geçiremez.
Çok güçlü ve çok zeki olan ve Hz. Süleyman
(as)'ın kıssasından hatırladığımız ifritler de beşinci
arz semasında yaşamaktadırlar. Üçüncü katta olanların ise, insan suretine bürünüp
insanlar arasında dolaştığı ve bunun da ancak velayet kemalatına sahip
olanlarınca bilindiği, anlaşıldığı da mistik kaynaklarda bildirilmektedir.
Ancak, bu varlıklar çok güçlü beyine sahip üst düzey velilerin bulunduğu yere
(yerlere), bölgelere girememekte; girdikleri anda da bu beyinler tarafından
yayınlanan güçlü ışınlarla onlara zarar verilip gereğinde de yok
edilebilmektedirler.
Gök Semaları ise, dünya merkez kabul edilerek dünya
semasının yıldızı Ay ve yörüngesi 1. sema (ki tüm yeryüzü semalarını içermekte)
ve diğerleri de sırasıyla Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve 7. sema olarak
da Satürn ve yörüngesi yer alır. Uranüs, Neptün, Plüton... ise 7. sema olarak
geçer yani yedinci sema içindedir.
Güneş sistemi dışındaki diğer yıldız,
galaksi... vs. olan mekansal genişlemeler de yine mekansallık yerine, katman-
katman öze doğru giden boyutsal genişlemelerdir. Bütün madde, hayvanlar,
bitkiler, insanlar ve diğer varlıklar Ay semasının Ruhaniyetinden
(bu meleğin adı Rukyail (as) olarak bilinmekte) meydana gelmiştir.
Aynı şekilde tıpkı Arz kavramında olduğu
gibi, Sema katları da
planet, (planet ve yıldız kelimeleri genel anlamda kullanılıyor, ama gerçekte
ise, Ay bir uydu, Güneş bir yıldız, diğerleri de bir gezegendir) ve
yörüngeleriyle işaret edilen Mana- Bilinç boyutlarıdır.
Her bir planet ve yörüngeleri, sonsuz-
sınırsız Evrenin Mana- Bilinç ve bunlara karşılık gelen daha doğrusu bunların
oluşturduğu madde (Arz) boyutlarını ifade etmektedir. Bununla birlikte Gök
Semaları, Afaki boyutlar değil, Enfüsi boyutlardır.
Bu yüzden planetlerde yaşadığı söylenen
Resul ve Nebilerin mesela, Hz. Adem (as)' ın Ay,
Hz. Nuh (as)'ın Merkür,
Hz. Yusuf (as)'ın Venüs,
Hz. İdris (as)'ın Güneş,
Hz. Yahya (as) ile Hz. İsa
(as)'ın Mars, Hz. Musa
(as)'ın Jüpiter, Hz. İbrahim
(as)'ın da Satürn-
Uranüs- Neptün- Plüton' da yer alması, bunların onlara ait olması
demek, onlar orada yaşıyor, bulunuyor anlamında değildir. Bunun anlamı, bu
planetlerle işaret edilen boyutların ihtiva ettiği ya da o planetlerin ikizlerinden
(ruhlarından) yansıyan manalara ağırlıklı olarak sahip oldukları,
bu manaları yansıttıkları anlamındadır. Ama bunun yanında o planetlerin daha
doğrusu tüm planetlerin ikiz boyutlarına da
gidebildikleri doğrudur. Ancak, dünyanın enerji yapısından meydana
geldiklerinden tekrar dünyaya geri dönerler. Çünkü berzah boyutunun,
dünya atmosferiyle sınırlı olmadığını, bunun boyutsal bir durum
olduğunu bu yüzden de diğer planetlere kadar uzandığını az önce belirtmiştik.
Aynı şekilde Cinler de Güneş
sistemi içindeki planet ve uydularının ikizlerinde yerleşik
olarak yaşamakta, bunların arasında seyahat edip buralarda
bulunabilmektedirler. Güneş sisteminin dışına ise çıkamazlar. Ancak bu da bu
planetlerle ifade edilen Bilinç boyutlarında yer alıyorlar anlamında değildir. Bunun
için Melek olmaları gerekirdi. Elbette bunlar bizim güneş sistemi içinde
yaşayanlar. Bu türün bizim güneş sistemi dışında yaşayanları da bulunmaktadır.
Dolayısıyla Hz. Resulullah Efendimizin
miraçta, gök sema katlarında Resul ve Nebiler ile görüşmesi olayı da tamamıyla boyutsal
müşahedesiyle ilgili bir olaydır. Ölümü tadan insanlar da ruh
bedeniyle ya dünyanın atmosferi içinde yedi kat yerin (arzın) altında hapis
kalmakta (ki büyük çoğunluk böyledir) ya da dünyada elde ettikleri güç
nispetinde berzah boyutunda güneş sistemine ait planetlerin ikizlerine
yükselebilmektedirler.
Bununla birlikte, birtakım insanlar, yeryüzü
semalarını maddesel olarak ele aldıkları için doğal olarak cinlerin atmosfer
dışına çıkamayacağını, bu nedenle de atmosfer üstünde görülebilecek ufb'ların
tamamıyla gerçek uzaylılar olacağını belirtmektedirler ki, bunun da kesinlikle
doğru olmadığını böylece açıkça göstermiş olduk.
"Ey cinler ve insanlar topluluğu! Arz ve Arz semalarından
(meleki boyuta) çıkmaya gücünüz yetiyorsa çıkın. Ancak Allah'ın vereceği bir
kuvvet olmadıkça asla bunu yapamazsınız" (55-33)
" Gecenin son üçte birinde
Rabbim dünya semasına iner de dua edenlerin dualarını kabul eder" (hadis) ifadeleri de aynı şekilde ayette,
Bilinçte ki Afaktan Enfüse, hadiste de Enfüsten Afaka (özden dışa doğru) olan
boyutsal geçişleri, açığa çıkışları anlatmaktadır. Keza Hz. Resulullah
da Miraç olayında önce dünya semasına çıkmış ve "dünya
semasının kapısında..." ifadesiyle ruh boyutuna, ruhlar
alemine geçiş yapmıştır. Dolayısıyla bu yeryüzü seması içindeki berzah
boyutunda birtakım ruhların, insanların yaşadıkları azabı
müşahede etmiştir. "Ölümü tadan her kişi gözünü
miraca diker" hadisi de buna işaret eder.
Yakın gök ifadesi de, birinci gök seması olan Ay'a
kadar uzanan (ki bu iki boyut arasındaki sınırdır) dünya ve dünya
semasıdır. Cinlerin başı olan İblisin ilk önceleri Cennet muhafızı ve Yakın
Göğün Sultanı olması bu boyutlar itibariyledir. Böylece, İblis yeryüzü
semasında yani, maddeye, Afaki boyutlara dönük değerler
ve anlamlar dünyasında yaşamakta, tebaasını, onu kabul etmiş, ona bağlı
olanları da bu doğrultuda yaşatmaktadır. Bu yüzdendir ki insanların, en geniş
anlamda Allah'a ayna olabilme üstün kapasitesiyle yaratılmış olduklarını
(halife olma özelliğini) hazmedemeyen Cinler, insanı mevcudiyetindeki meleki
güçleri, dolayısıyla Hakikatim, Allah'ı keşfetmesini engellemek için daima
insanları, yeryüzü sema boyutlarına yani, dışa dönük algılamalara, maddesel
anlayışa, değerlendirmelere, uzayın Afaki boyutlarına yönlendirmekte ve bu boyutların
nihai noktalar olduğunu onlarda oluşturarak o boyutlarda kayıtlanmalarını
sağlamaktadırlar. Sonucunda da onlar için Öze, Enfüse giden yollar ebediyen
kapanmış olmaktadır. Bu tür konulara meyilli olan birçok kişinin Enfüsi
boyutlara ramak kala bu yüzden bloke olup alt boyutlara düştükleri
bilinmektedir.
Cinlerin sema katlarındaki meleklerden,
meleki boyutlardan önceleri haber alıp daha sonra bunu başaramamaları,
alamamaları olayı ise, bildiğimiz anlamda bir mekandan ayrı bir mekana,
gökyüzünde yaşayan meleklerin yanına gidip daha sonra o mekanlar arasındaki bir
şeyle taşlanmaları nedeniyle bir daha gidememeleri şeklinde düşünmemeliyiz.
Burada da olay tamamıyla bilincin o boyutlara yönelip, o boyutlardan ilgili
bilgileri önceden alabilmelerine karşın daha sonra astrolojik tesirler, kozmik
ışınlar (manyetik bulutlar) sonucu o boyutlara yönelememe, o boyutları
algılayamama yada algılayıp da bunu iletememe durumudur. Çünkü bunları
yaptıkları ve buna direndikleri taktirde üzerlerine gelen bu ışınlar tarafından
yok edilip öldürülürler. Şunu da kesinlikle belirtmek gerekir ki, daha önceleri
bu haberleri alma durumu da cinlerin meleki boyutların içine girme, o boyutta
yer alma şekliyle kesinlikle olmamaktadır, olamaz da.
Çünkü meleki boyutlara giremezler. Nasıl ki,
bir kişi bir yere gitmeden de o şeyin sesini duymakla ya da uzaktan o şeyi
görmekle de ondan haberler alabiliyorsa, cinler de aynı şekilde dünya semasının
sınırından daha özde bulunan gökyüzü semasına yani, meleki boyutlara boyutsal
yönelerek bu bilgileri alabilmekteydiler.
Bilindiği üzere şeytani vasıflı cinler,
önceleri sahip oldukları özellikler dolayısıyla meleki boyutlardan gayba dair
haberleri işiterek daha doğrusu o boyutlara zumlama yaparak, geleceğe dönük
elde ettikleri çeşitli bilgileri falcılara, büyücülere, kısacası Cincilere...
aktarıyorlardı. Elbette onlar çok büyük birer yalancı olduklarından bu
taşıdıkları bilgilere de oldukça çok yalanlar katıyorlardı. Fakat Hz. İsa
(as)'ın doğumundan sonra 5., 6., 7. katlardan, Hz. Resulullah'ın
Risalet görevini aldıktan sonra da tüm semalardan koyulmuşlardır.
Yani artık o bilgileri dünya semasının civarından alamaz olmuşlardır. Bununla
birlikte, burada ya da astrolojide geçen kozmik ışınlar ise, bizim madde
boyutuna ait çeşitli düzeylerdeki parçacık - enerjiler (plazmalar) değil,
maddenin ikiz boyutlarından gelen ışınlardır ki bunların varlığını da oluşturan
yine meleklerdir.
Algıladığımız maddeye dönük olarak, Nurani
yapılarıyla her an etkilemekte olan ve kendini bilmeyen (dolayısıyla sadece
verilen görevleri sistemde yerine getiren) melekler yeryüzü melekleri ismiyle
anılırken, aynı şekilde diğer yeryüzü semalarını devamlı etkileyen melekler de
bulunmaktadır. Bunlardan farklı ve bunların çok daha ötesinde, çok çok üstünde,
Hakikatini
Bilen ve bunun gereği olarak Kendinden oluşumlar meydana getiren melekler de vardır
ki bunlara da Sema Melekleri adı
verilmektedir. (Bu konuya Enerji-Melek isimli yazımızda oldukça değinmiştik)
"Allah yedi kat göğü ve yerden de onların bir mislini yaratmış;
emri aralarından nazil olmaktadır." (65-12), "Emri Sema'dan
Arz'a Nazil olarak tedbir eder." (32-5)
Sema katlarının aslında boyut olması ve bunu
da uzayın mekansal derinliğine doğru değil de, atom-altı ışınsal boyutlara uzanması,
bu katların (holografik olarak
düzenlenmiş) dalgasal yapılar
olduğu anlamına gelir.
Zaman kavramının geçerli olmadığı ve her
boyutun da zaman biriminin "An" olması nedeniyle geçmiş- şimdi ve
geleceğe ait tüm bilgiler bu katlarda mevcut olmakla birlikte, ilgili oluşumlar
bu öz boyutlardan maddesel boyutumuza, bu sema katlarından yansıyarak ya da bu
sema katlarından ayrı ayrı yoğunlaşarak belirmektedir. Yani, madde
evrenimizdeki daha doğrusu yer semalarındaki tüm oluşumlar, o anda veya yeni
oluşmakta olan oluşumlar değil, daha öz boyutlarda belirlenmiş (programlanmış)
olanların çeşitli boyutlardan, sema katlarından kademe, kademe yoğunlaşmak
suretiyle açığa çıkmasıdır.
Elbette bu yoğunlaşma, bizim enerji-parçacık
boyutundan beş duyu boyutuna doğru olan yoğunlaşması gibi de değildir. Bu tarz
bir oluşum bizim maddesel boyut için geçerlidir. Daha çok bunu, Holografik
nitelikli Salt Enerji
denizindeki frekansların kendi içindeki yine dalgasal kademeleri
şeklinde düşünmeliyiz.
Keza Cinler de bulundukları ışınsal
boyuttan, bu boyutlara zumlama yaparak her şeyin kayıtlı bulunduğu bilgi
havuzundan geleceğe ait haberleri almaya, çalmaya çalışmaktadır. Birtakım
insanların, rüyalarında yükselmeleri (bu boyutları deşifre etmeleri) nispetinde
geçmişe ve geleceğe dair bazı bilgiler edinmesi sanki o boyutlarda, ortamlarda
yaşıyormuşçasına bulunmaları ya da algılamalarının sebebi budur. Bu Sema
katlarına (Enfüsi boyutlara) ne kadar zumlama yapılırsa, daha derin boyutlara
yöneldikçe de yatay genişlemenin yani, Afaki boyutların kapsamı da bir o kadar
artmaktadır.
Maddeleşmeye, nesneleri madde olarak
algılamaya gelince. Bir boyut, diğer boyut ya da boyutlara nispetle soyut
kalırken, aynı benzer boyutu kendilerince belli katmanları olan yapılar olarak
algılarlar. Yani belli seviyelerdeki enerji boyutlarını. Bizim beş duyumuza ait
somut dünyamız da, enerji boyutundan her bir diğerini meydana getirecek biçimde
terkipler halinde belli katmanlara yoğunlaşmak suretiyle oluşurken, diğer
boyutlardaki maddeleşme bizimkinden çok farklı olarak enerjinin kendi türünden
yoğunlaşmalarıyla oluşmaktadır.
Yeri gelmişken maddesel dünyamız evrenimiz
ve katmanları da bilinenin aksine, Nurdan Nar boyutuna, Nar boyutundan da Nur
boyutuna yoğunlaşmasıyla değil (her ne kadar o boyut da özünde bulunsa da)
tıpkı Nar boyutunda olduğu gibi, direkt Nur boyutunun yoğunlaşmasından meydana
gelmiştir.
Ayrıca bildiğimiz ya da bilemediğimiz
maddesel boyutlar belli bir sistemin, düzenin, bir bilincin eseri sonucu var
olan yapılar iken, bir de bunun yanında Nar boyutunun
varlıkları olan Cinlerden Şeytaniyet vasıflı olanlarının neden olduğu ve beş
duyumuza ayrı ayrı ya da hep birden hitap eder bir biçimde çeşitli etkileri ile
oluşan gerçekte ise, asla var olmayan (ayırt etmenin de çok zor olduğu)
maddesel, madde ötesi suretler, varlıklar, nesneler, olaylar, kurgular,
boyutlar, kendince sistemler, düzenler... vs bulunmaktadır. Bu yönlerle
insanları aldatmakta, kandırmakta sonuçta da bunlardan, insanların içine
düştükleri durumlardan çeşitli faydalar temin etmektedirler. Kısacası boş yere
yapmamaktadırlar.
Önemli bir nokta da, sonsuz-sınırsız tüm
sistem ve sistemlerin hakikâtine göre hayal olması ayrı bir şeydir, bu tür
varlıkların insan algılamalarında oluşturduklarının hayal olması apayrı bir
şeydir. Bu aldatmacalar da çok basit düzeyden başlayarak daha karmaşık görünen
seviyeleri bulunmaktadır. Ama ister basit, isterse de zor, komplex (karmaşık)
olsun fark etmez, birazcık akıl ve basiretle olaylara bakarsak bunların tamamen
sistemden,
yaşamın gerçeklerinden, ilminden kopuk ilgisi olmayan şeyler olduğu
açıkça görülecektir.
Cinlerin maddeleşmeleri yani maddi
suretlerde görünmeleri ise, iki türlüdür. Bunlardan birincisi, insan beyninin
ilgili hücre gruplarını harekete geçirmeleri sonucu oluşurken İkincisi, yine birincisiyle
bağlantılı olarak ektoplazma denilen ve spritizma celselerinde
medyumun ya da gözlemcilerden çıktığı, kaynaklandığı izlenimi verilen, ama bunu
hiçbir insan olmaksızın da doğrudan kendilerinin oluşturdukları sıvımsı bir
maddeyle meydana getirmektedirler.
Bunlar sadece görüntü şeklinde olabildiği
gibi, somut da olabilmektedir. Fakat çeşitli insan, hayvan ya da bambaşka
yaratıklar şeklinde suretlenerek somut, dokunabilir, işitebilir, hücreleri,
organları, normalinden ayırt edilemeyecek tüm özellikleri olabilen biçimlerde
maddeleşmelerine, maddesel olarak görüntü vermelerine karşın bunların en büyük
özelliği; insanların (ve hayvanların) hayallerine, vehimlerine
hükmettikleri için, bu maddesel suretleri çok uzun süreler boyunca muhafaza
edememeleridir.
Bunların en büyük kanıtlarından biri de,
birkaç dakikadan birkaç saate kadar, medyum ve ondan açığa çıktığı sanısı
verilen macunumsu ektoplazma sıvısıyla, her şeyiyle bir insan suretinde
bedenleşen, hareket edebilen, nesnelere dokunup, bizler gibi onları fiziksel
etkileyebilen... ve kendilerini geçmişte yaşayan insan ruhları ya da farklı
sistemlerden gelmiş ruhsal veya uzaylı varlıklar olarak tanıtan ama gerçekte
Cin olan bu varlıkların, bilim adamlarınca vücutlarından, saçlarından veya
giysileri ve üzerlerinde kendileriyle birlikte maddeleşen takılardan örnekler
alındığında bunların kısa bir süre sonra
şeklini kaybederek eski hallerine dönüp yok oldukları görülmüştür ki, böylesine
somut nesneler bugüne kadar korunamamış, bir çoğunda da muhafaza edilecek durum
bile oluşmamıştır.
Bu, tanımlanamayan uçan nesnelerin bir
bölümünü teşkil eden Ufolar için de aynen
geçerlidir. Daha doğrusu bu durum zamanımızın teknolojik gelişmelerine,
anlayışına uygun olarak kendilerini uzaylı süsü altında gösteren Cinlerin,
insanlarla çeşitli şekil ve düzeylerde görüntülü, fiziksel ve ruhsal anlamdaki
temaslarında da görülmektedir. Ayrıca extoplazma yoluyla maddeleşen varlıklar,
normal gün ışığında da hemen çözünüp yok olduklarından gündüz normal şartlarda
bu maddeleşmeyi oluşturamadıkları da görülmüştür. Bu da bize uzaylı kimliğiyle
görünen varlıkların bu tarzda hep gece, parlak olmayan, ama ayırt edici normal
ışık altında göründüklerini de açıklamaktadır.
Bize göre soyut varlıklar olan
Meleklerin, İblis'in geçmişte Resulullah zamanında
da maddeleştikleri bilinmektedir. Ancak bu, ektoplazma yoluyla olmayıp direkt
insan beyinlerinin irrite edilmesi sonucu oluşmuştur.
Mesela bunlardan Cebrail (as) birçok kez
ashaptan birinin kılığına girerek Resulullah'ın ve
Sahabisinin bulunduğu meclise gelmiş, Resulullah'la tıpkı
bir insan gibi sual edip konuşmuş, belli cevaplar vermiş ve geldiği gibi de
gitmiştir.
Öyle ki, onun bir melek olduğunu, Resulullah
açıklamadıkça hiç kimse bilememiştir. Hz. Muhammed
(sav)'den yüzyıllar önce yaşamış olan ama istediği an berzah
boyutundan tekrar maddeleşerek (insan kimliğine bürünerek) dünyamızda yer alan Hızır
(as) da, ashabı yanındayken Resulullah'la açıkça
yine aynı şekilde görüşmüştür.
Bunun yanında kendi isteğiyle değil,
Allah'ın emrini ileten bir melekten almış olduğu emir üzere iblis
de, yine Resulullah'ın bir
cemaatle olduğu sırada, kalın dudaklı, gözleri yukarı doğru bakar şaşı gözlü,
köse ama çenesinin altında at kılı gibi altı ya da yedi tane uzunca sarkık
kıllar bulunan, koca kafalı yaşlı bir insan kılığında fakat, zelil bir surette
kapıyı vurarak yanlarına gelmiş ve insanları nasıl kandırdığını oradakilere bir
bir anlatmıştır. Yalan söylediği taktirde ise, düşmanları karşısında küçük
düşmek, alaya alınmak suretiyle azap görecektir. Elbette meleğin ona gelişini
de, bir yerlerden mekânsal olmak yerine boyutsal olarak tek taraflı açığa
çıktığı şeklinde düşünmeliyiz.
Yine bu konuyla ilgili olarak, bir gün Hz. Resulullah
geceleyin kendisini öldürmeye gelen, yer semasının beşinci
katında yaşayan ve Cinlerin arasında en güçlüleri olan bir ifriti tutarak sabah
olunca Medineli çocuklar oynasın diye mescidin direklerinden birine bağlamayı
düşünmüştür. Fakat Hz. Süleyman (as)' ın
duasını hatırlayınca kendisine verilen bu kuvveti kullanmayıp bunun yerine
ifriti zelil bir halde def etmiştir.
Burada ifriti bağlamadan kasıt, Hz. Muhammed
(sav)' in beyin dalgalarıyla onu maddeleştirip belli bir mekanda
hareketsiz tutarak çocuklar tarafından aşağılanmasını, hor görülmesini...
kısacası zarar görmesini temin etmesidir.
Soyut olmasına karşın, maddesel yapıda sabit
tutulması taktirde bir Cinnin fiziksel zarar görmesi ise, o maddi yapının o
cinle bağlantıyı sağlayan bir konsantrasyon aracı olması ve bu bedene yapılacak
hareketlerin o kişi ya da kişilerin beyninde karşılık gelen ilgili dalgaları
üretmesi sonucu olduğunu düşünebiliriz. Böylece bu dalgalar o cinin dalgasal
yapısını az ya da çok etkiler.
Hatırlanacağı üzere yine bu ifritler, Miraç
olayında Hz. Resulullah'ın semaya
doğru yükselmeye (Uruca) başladığını öğrenince, eğer O'nun semaları ve
Hakikâtini bilip Özünün güçleriyle donanırsa artık bir daha önüne
geçilemeyeceğini bildiklerinden, var güçleriyle O'na saldırıya geçmişler, fakat
Cebrail (as)'ın onlara karşı kendisine ifrit duası diye bilinen bir duayı Vahiy
etmesiyle onların yanmasını, dolayısıyla onlardan korunmasını temin etmiştir.
Bu yüzden hakikate giden yollar, hayal dahi
edemeyeceğimiz düzeyde tehlikelerle doludur.
Eğer korunmuşlardan değilsek
o boyutları geçmek imkansıza yakındır. Meleklerin ve ölüm ötesine intikal etmiş
yüksek dereceli Evliyaullahın ve bunların gücü ve yardımıyla şehitlik
mertebesindeki insanların, berzah boyutunda olmalarına, maddeleşip yani bir
bedende görünerek etki etmelerine rağmen, herhangi bir etki almaksızın bizatihi
savaş meydanlarında savaştıkları da bilinmektedir (bunlar mistik kaynakların
dışında birçok düşman askeri ve rütbeli komutanlarca da açıkça ifade edilerek
ispatlanmış durumdadır).
Olaylar bununla sınırlı değil. Mesela, Bedir
savaşının hemen öncesinde insan kılığında maddeleşen şeytan, Müslümanlara
karşı, müşrikleri savaşa teşvik etmek için onların gururlarını okşayarak
olmadık hayallerle kışkırtır.
"O zaman şeytan onların yaptıklarını
allayıp-pullayıp şöyle demişti:
Bugün insanlardan size galip gelecek hiçbir kimse yoktur... Ben de size
muhakkak yardımcı olacağım!... Fakat iki ordu (Müslümanlar ve müşrikler) karşı
karşıya görününce, arkasını dönerek kaçtı ve şöyle konuştu "Ben sizden
kesin olarak uzağım! Ben sizin göremeyeceğiniz şeyleri görüyorum. Ben hakikatte
Allah'tan korkarım! Allah'ın azabı çok şiddetlidir."(Enfal/48)
Burada, şeytanın görüp onların
göremediği şey, Müslümanlara yardıma gelen materyalize olmuş meleklerdir.
Çünkü, ayette "O vakit
Rabbiniz'den yardım ve zafer istiyordunuz da, O da, Ben peş peşe gelen bin melek
ile yardım edeceğim diye duanıza cevap verdi!..." Hz.
Muhammed (sav) de "Aman
Allah'ım!.. Yardım ve inayet!" diye yalvardıkça da bu sayı arttı
ve savaş sırasında bu sayı beş bini aştı. Yine Hz. Muhammed (sav),
Hz. Ali (ra) ve Hz. Ebu Bekir (ra) için de, "sizden
birinizin yanında Cebrail, diğerinin yanında da Mikail ve İsrafil
bulunuyor..." demiştir.
Savaş sırasında bu durum, Müslümanların
daha kılıçlarını sallamadan, karşılarında bulunan müşriklerin öldürülmelerinin
görünmesiyle kendini gösteriyordu. Daha sonra, Bedir savaşına
katılan hemen, hemen tüm Müslümanlar savaştan sonra çeşitli yerlerde, Allah'ın
onların yardımına gönderdiği melekleri açıkça gördüklerini bir bir
anlamışlardır.
Bu olay sadece Bedir savaşıyla sınırlı
olmayıp, diğer birçok savaşta da ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri de Çanakkale
savaşıdır ki, akıllara durgunluk verecek olaylar ve tanıklarla doludur.
Düşmanlar, Müslüman askerlerin yanında eski İslam kıyafetleri giymiş melekleri
görmüş ve bunların kimler olduklarını savaştan sonra defalarca öğrenmeye
çalışmışlardır. Bir İngiliz muhabiri bu konuda şunları yazmıştır: "O
gün Çanakkale'yi koruyan Türk ordusu içinde şimdiye kadar hiç görmediğimiz
kıyafet ve heybetle insanlar vardı ki, müdafaalarında bu kimselerin çok büyük
yardımları oldu ve bizden bazılarını esir etti..."
Bununla birlikte; tam olmasa da bu duruma
benzer bir olay da, yine Bedir savaşında müşriklerin, Müslümanları az sayıda
görmeleri dolayısıyla bir an önce ortadan kaldırmak, katletmek için
sabırsızlanırken, Allah da müşriklere karşı Müslümanları cesaretlendirmek için
onların gözüne müşriklerin sayısını az göstermiştir ki, bu da âyette "Hani
müşriklerle karşılaştığın zaman, orduları gözlerinizde az gösteriyor sizi de
onların gözünde azaltıyordu... Çünkü Allah, emrini yerine getirecekti.!" (Enfal/44)
Cinlerde mantıksal bir bütünlük mevcut değildir, devamlı çelişkili
bilgiler verip bu yönlü vizyonlar oluştururlar. Benlikleri, büyüklük duyguları
ise, çok yüksektir. Kendilerini kontrol edemeyip seviyelerini bir türlü sabit
tutamazlar. Verdikleri tebliğlerde de devamlı tekrarlar bulunmaktadır.
Mesajlarında ve halüsinasyon türü uyku-uyanık hallerinde gösterdikleri rüya ve
imajlarda bu temel dört özelliği görmek daima mümkündür. Bu
ve diğer başka özelliklerini günümüzde de en yoğun olarak uzaylılar şeklinde
göstermektedirler ki, bunlar da Cinlerin ortaya koydukları olayların farklı
şekle bürünmüş, ama genelde hep aynı oyunlarından başka bir şey değildir.
Ufolar akla gelince de genelde bunu hemen ya
fizikçilere ya da Astronomlara sorarlar. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır.
Çünkü, uzaylılar konusunda, üzerinde araştırma yapılacak ne madde, ne molekül,
ne atom ne de atom-altı parçacıkları bulunmaktadır. Dolayısıyla olmayan şeyin
bilimi ve bilim adamı da olamaz.
Çeşitli ruhsal ve fiziksel temaslarda
kendilerini ülkemizdeki Müslüman toplumuna, önce "Cinler" olarak
tanıtırken daha sonra birden çeşitli insan ya da varlıkların Ruhları olarak göstermeye,
bilim ve teknolojinin gelişmesiyle de gökten gelen uzaylı yaratıklar şeklinde
bildirmeye başlamışlar, fakat en sonunda yine kendilerinin Cin olduklarını
çünkü, kendileri hakkında en geniş ve detaylı bilgileri veren Kuran ve Resulullah
açıklamalarında Cinlerin ters ve kötü varlıklar olarak
anlatıldığı için saklanmak ihtiyacı gösterdiklerini belirtmektedirler.
Ayrıca şunu da hemen söylemek gerekirse Ufo
yani, tanımlanamaz uçan nesneler olarak adlandırılan görüntülerin birçoğu uçak,
balon, füze, kuyruklu yıldız, oldukça parlak görünen Sirus yıldızı, Venüs
gezegeni, yıldırımlar veya başka atmosferik ya da yer altı hareketlerinin,
gazlarının neden olduğu plazma (ışık) topları gibi normal doğal olayları iken,
bazı görüntülerin bunlardan tamamen farklı ve ayırt edici özellikli olması,
bazı varlıklarla çeşitli şekil ve düzeylerde ilişkiye geçilmesi ve bunların
belli felsefelerinin bulunması, olayı başka noktalara taşımaktadır ki, işte biz
bunları incelemekteyiz.
Tamamıyla kendi deneyimlerine
dayanan, bunun dışında, hiçbir insanın tanık olmadığı, olamadığı Ufo olaylarındaki meşhur araçlar; havada,
karada, deniz içinde veya üstünde pilotlara, kaptanlara, yolculara, çok büyük
oranla da ıssız yollarda, gece karanlığında görünmekte, bazılarını takip edip
kovalamakta, bazen de güya uçakların,
gemilerin, araçların motor ve elektrik sistemlerini geçici olarak etkileyip
durdurmakta, bozmakta, eğer bu evlerin yakınında cereyan ediyorsa bu sefer de
elektrikli ev aletleri aynı şekilde stop etmekte, bunun yanında bazı insan ve
hayvanların hareketlerini bloke edip geçici olarak felç geçirmelerini
sağlamakta ve bu araçlar ya da içindeki uzaylı varlıklar gözden kaybolunca da
tüm bu durumlar eski hallerine dönmektedir.
Oysa radarlara yakalanmalarına, bilinen tüm
fizik yasalarına aykırı olarak ani ses üstü hızlarda birden yer değiştirip
manevralar yapmalarına (ki bu durum da ses üstü hızlara geçen araçlarda olduğu
gibi, şok dalgaları yani ses patlamaları duyulması gerekirken tiz bir vızıltı
türü ufak sesler ya da hiçbir ses duyulmamaktadır) bir anda ortadan
kaybolmalarına rağmen, tüm bu ve diğer olayların gerçekten fiziksel görüntüler,
yaşanmış olaylar değil, bir başka boyuttan projekte edilen holografik
görüntüler olduğu, yapılan bazı laboratuar araştırmalarıyla da gösterilmiştir.
Mesela, hile olmadığı kanıtlanan filmlerin
devamlı olmayıp çok, çok kısa süreler içinde gidip gelen (yok olup beliren)
görüntüler oldukları açıkça ispatlanmıştır. Hatta bazı ufo gözlemleri ve sahte
olmayan filmlerde bu araçların somut maddesel bir yapıda görünürken birden
şeffaflaştıkları ve tamamen ışıklar saçar hale geldikleri, çok parlak ve canlı
ışınlara dönüştükleri ya da çeşitli geometrik şekil ve büyüklükteki uzay
gemilerinin birden diğer bir türe dönüştükleri açıkça görülmektedir ki bu da onların
gerçekten maddi olmadıkları anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla, kişilerce görüldükleri yerden
bu araçların bir anda yok olmaları, sahip oldukları yüksek hız teknolojileri
nedeniyle değil, tamamen birer soyut görüntü olduklarından
ileri gelmektedir. Bazen de bunlara, havaya uçup gittikleri görüntüsü eşlik
etmektedir.
Yine maddi bir niteliğe sahip olmadıklarını, bunun
yerine başka bir boyutun varlıkları olan Cinler tarafından insan
beyinlerinden projekte edilen görüntüler olduklarını belgeleyen bir diğer
olay da, bu uzay gemilerinin ve içindeki yaratıkların havada, gökyüzündeki
boşluk yerine evlerdeki, iş yerlerindeki küçücük bir odanın ortasından,
duvarından, tavanından ya da çalışmayan TV ekranından da çeşitli şekillerde
görünmeleri, o insanlarla bağlantıya geçip birtakım mesajlar vermeleri ve hatta
bu yolla da gemilerine alıp onları çeşitli mekanlara kaçırmaları,
gezdirmeleri... v.b. türlü, türlü oyunlar oynamalarıdır.
Zaten buna maruz kalanların çok
gerçekçi bir biçimde görüp yaşadıkları tüm bu şeylerin rüya mı yoksa gerçek mi olduklarına emin
olamamaları, bazılarının da yaşadıkları olayı ve varlıkları, flu olarak
görmeleri bütün bunları onaylamaktadır.
Uzaylılarla maddi ve manevi karşılaşmaların çok sayıda olması da
bunların uzaylı oldukları fikrini ortadan kaldırmaktadır.
Ufolarla karşılaşmalar yanında, dördüncü
türden yakın ilişkiler adı verilen, kişilerin gönüllü olarak ya
da zorla onlar tarafından kaçırıldıklarını iddia ettikleri olaylar da vardır.
Bu olaylar da incelendiğinde açıkça görülmektedir ki, bu kişiler bir
yerlere götürülmekten çok, oldukları yerde (genelde gece ve
sabaha karşı olmakta) sekerat halinde ya da uyuyorken veya uyutulmak suretiyle belli
vizyon ve algı oyunlarına maruz kalmaktadırlar.
Gerçekte bu türden şeyler, insanların hayal dünyalarında meydana
getirdikleri,
ancak, kendilerinin bizatihi olmuş
zannettikleri, deneyimledikleri olaylarda ise, uzay gemilerinin yere indikleri,
içindeki varlıkların yaklaşarak onları arabadan veya araçlardan çıkartıp
beraberce yürüyerek gemilerine götürdükleri, bazılarında da direkt uçan
dairelere ışınlanmak suretiyle veya su üzerinde yürüyen, havada sabit
durabilen, süzülüp uçabilen imajlarını gösteren bu
uzaylılarca taşınarak gönüllü, tatlı sert ya da zorla gemilere alındıkları
belirtilmektedir.
Hatta bazı vizyonlar öyle abartılmaktadır
ki, içinde gittikleri aracın boyutları hiç düşünülmeksizin, güya
büyük güçler uygulanarak araçla birlikte gemilere de
alınmaktalar. Elbette rüyalar, pardon olaylar, burada
bitmemekte, insan beyinlerinde hazırladıkları dekorlar, geminin içinde de devam
etmektedir. Bunlar geminin içinde üstün teknolojik aletlerin bulunduğu dişçi
koltuğuna benzer ameliyat masasına incelenmek amacıyla yatırılmakta, bir çeşit
ameliyata sokulmakta, bu yüzden vücutlarında kesikler, delikler oluşturulmakta,
kan nakilleri yapılmakta, et, tırnak, saç, deri örnekleri alınmakta, uzaktan o
kişileri daha sonra da izlemeleri ya da belli nedenlerden ötürü vücutlarının
herhangi bir yerine parçalar, fiber optik kablolar, çipler takılmakta sonra da sözüm
ona insanların geleceklerini de bildiklerinden ameliyatlar
sırasında bu kurbanların geleceklerini de programlamakta, sonra yine aldıkları
yere bırakmaktadırlar. Kimileri bu esnada acı çekerken, kimi de bir şey
hissetmemekte. Bu esnada, deneklerin büyük çoğunluğu kendilerini yine uyurken
bulmaktadır.
Genelde bu yaşanılanları unuttukları ya da
unutturulduğu için, daha sonra da vücutlarında belli değişiklikler olduğu
izlenimini veren, hafif yara ve iğne deliği izleri, çeşitli kızarıklıklar,
yanıklar... v.b. olduğunu fark etmekte, doktora gidip film çektiklerinde de
vücutlarında belli nesnelerin olduğunu görmekte ve olayları çeşitli şekillerde
hatırlamaya başladıklarında ise, uzaylı varlıklarca kaçırıldıklarını
söylemektedirler.
Tüm bunların açıklamalarına gelince,
bir defa Cinlerin
geleceği büyük bir oranla bilemeyeceğini,
bilseler de detayına inemediklerini daha önceki bölümlerde
anlatmıştık. Ayrıca, bugün bilim adamları insan beyinlerinin çeşitli
bölümlerine belli frekanslarda dalga ya da elektrik akımı vererek o bölgeleri
irrite etmekle o kişide belli çağrışımlar, duygular, hisler uyandırılabilmekte,
çeşitli kokuları algılaması, belli sesleri duyması sağlanabilmekte ve belli
şeyleri hatırlayıp çeşitli şekillerde tıpkı gerçekmiş gibi vizyonlar görmesi
temin edilebilmekte, bunun yanında acı, ıstırap ya da tam tersi mutluluk
verici... v.b. haller oluşturulabilmektedir.
İşte paralel boyutumuzun varlıkları olan
Cinler
de yapılarının gereği olarak, çok iyi bildikleri insan
beyinlerine bu türden dalgalar göndermek suretiyle kişilerin veri tabanlarına
uygun, hali ve durumlarına göre çeşitli vizyon ve seslerin, kokuların... her
tür somut algılamalar ile o kişilerde geçici süreler boyunca süren mutluluk,
huzur duygusu yada vecd hali, sonsuzluğa ulaşmış-zamansızlık hissi, duygusu...
vs. sanrıları meydana getirebilmektedirler.
Vücutlarında görülen çeşitli izlere,
maddelere gelince, onların da yapılan araştırmalarda dünyaya ait maddeler
oldukları ve bunların genelde çocukken ya da daha önceden vücutlarına batan,
ağız veya burun yoluyla içlerine giren ve oldukça da küçük cam, porselen, metal
türü şeyler oldukları, ama bunları o güne kadar fark etmedikleri anlaşılmıştır.
Bu durum bazı yara izlerinin oluşmasını da açıklamaktadır.
Cinler kimi olaylarda insanların bu
durumlarını kullandıkları gibi, tıpkı reenkarnasyon vakalarında ya da cinlerin
insanlara musallat oldukları poltergeist olaylarında görüldüğü üzere, insan bedeninde birtakım fiziksel etkiler
meydana getirerek, vücutlarına giren parçacıklara şekiller vererek,
biçimlendirerek, onlara yaşattıkları hayallerin gerçekliğine ilişkin dayanak
oluşturmaktadırlar.
Genelde gördükleri ufoların hemen ertesi ya
da bir iki hafta içinde yaşanılan bu kaçırma esnasında, kişilerin felç benzeri
bir hal geçirip transa girmeleri, şehrin göbeğindeki gökdelenin penceresinden
dışarı alınarak gemilere bindirilmesine rağmen, hiç kimsenin bu araçları
görmemesi, aynı anda birden fazla kişinin bu ve benzeri deneyimleri yaşarken
yanlarında bulunan diğer kişi ya da kişilerin bunları hiç görmemeleri, duymamaları,
algılamamaları, radarların bir kaçında görünürken diğer radarlarda hiç
görünmemeleri, bu olayların tamamen insan zihninde ve birkaç
cihaz üzerinde oluşturulan etkiler olduğunu açıkça
göstermektedir. Yine beyin aracılığıyla sinir sistemini etkilemeleri bu geçici
blokajlara açıklama getirmektedir.
Gemilerde yaşanıldığı iddia edilen bir başka
durum da, Cinlerin eskiden beri hep yapa
geldikleri, ama burada şekil değiştirdikleri, insan görünümlü
uzaylı varlıklarca cinsel tacizlere, cinsel ilişkilere hatta tecavüzlere de
maruz kalmalarıdır. Bu kurbanların çoğu da kadınlardır. Nadir de olsa erkekler,
insanları büyüleyecek düzeyde çok güzel kadın suretindeki bu uzaylılarla
ilişkiye girdiklerinde bu varlıklar bunun sebebini, inceleme araştırma amaçlı
olmanın ötesinde ara türler, melez ırklar oluşturmak için hamile kalmak
istediklerini söylemişlerdir.
Elbette çok, çok yakışıklı erkek uzaylıların
da kadınlarla girdikleri cinsel ilişkinin nedeni budur. Bazen de bunu
erkeklerden ve kadınlardan sperm ve yumurtalık örnekleri alarak yapmaktadırlar.
Bazı kadınlar da, bu yollarla önce hamile bırakıldıklarını sonra da
karınlarındaki ceninlerin alınarak bunların belli bölümlerde fabrikasyon
ortamdaki tüplerin içinde büyümelerinin sağlandığını, en sonunda da bunların
uyandırılıp tüplerden çıkarıldıklarını, bu melez ırklar ve kendi çocuklarının
onlara gösterildiklerini, gerekiyorsa sonradan onlarla bağlantıya geçmelerinin
yöntemlerinin anlatıldığını ya da bunun direkt onlar tarafından sağlandığını
anlatmaktadırlar.
Kimi önceden hamile kalmış kadınlar ise,
kaçırılma olayını yaşadıktan sonra hamileliklerinin ve bu özelliklerinin
tamamen ortadan kaldırıldığını iddia etmişlerdir. Oysa yapılan ciddi araştırmalarda,
gerçekte bu olayın kendilerinden başka kimse tarafından görülmediği,
izlenmediği, bu olayların tanığının da sadece kendileri olduğu ve bunların
somut olarak da kanıtlanamadığı ortaya çıkmıştır.
Hamileliklerinin tamamen ortadan kalkması
ise, yine tamamen kendilerinde olan böyle bir
özelliğin onlar tarafından algı oyunlarıyla kullanılmasından başka bir şey
değildir. Ayrıca bu olayda çok eskiden beri bilinen, Cinlerin
insanları etkilemek için çok, çok güzel kadın ve erkek suretlerine girerek
insanlarla zorla cinsel ilişkide bulunmalarının ve bu ilişkilerinin sonucunda
da cinlerden çocukları olduğu (çocuk edindikleri) yalanıyla aynıdır. Bununla
birlikte bu yolla cinsel tacize uğrayan kadınların bu olayın neden olduğu
travmadan ötürü kendilerini eve, odaya hapsedip yaşadıklarını sadece
kendilerinin bilmesi, durumlarını saklamaları da cinlerin onlar üzerinde
oynadıkları oyunların kökleşmesini sağlamakta ve bunların açığa çıkmasını
önlemektedir.
Bu konuda yapılan bilimsel çalışmalarda,
uzaylıların tacizine uğrayan insanların, kendilerini uzaylı dışında farklı
varlık şeklinde tanıtan Cinlerin benzer saldırısına ya da gerçek tecavüze maruz
kalanlarla aynı ruhsal travmaları geçirdikleri, bunun yanında diğer türden
uzaylılarla karşılaşma olaylarını yaşayan bazı kişilerin de şok geçirip
yıllarca tedavi görmeleri veya akıl rahatsızlıkları geçirmeleri bu varlıkların
iddia ettikleri, edildikleri gibi dost, yardım sever, insanlığın iyiliği ve
çıkarı için çalışan... varlıklar daha doğrusu uzaylı varlıklar olmadığını
ispatlamaktadır.
Hiçbir mantıklı varlık, bir diğer varlığa
zarar vererek yardımda bulunmaz. Uzayın bilmem ne kadar uzaklığından üstün
teknolojileriyle gelip kendilerini çok üstün akıllılar olarak gösterenlerin
yaptıkları bu basit, sıradan şeylerde en ufak mantıklı bir davranış,
açıklanabilecek bir izah da yok ama çelişki çok. Burada görülen bariz bilimsel
bir hata da birincisi, bizden tamamen farklı evrimleşmiş olan bir türün
insanlara ilgi duyması İkincisi de, daha dünyada bilinen türler arasında
genetik uyuşmazlık nedeniyle tohumlama gerçekleşmezken (mesela bir fille bir
köpek...) bizden çok farklı bir türle cinsel birleşme yoluyla üremenin
gerçekleşmesidir ki bu da tamamen imkansızdır. Kısacası
bunların, dışarıda bilfiil gerçekleşen
olaylardan çok, insan beyni içinde gerçekleşen olaylar olduğu açıkça
görülmektedir.
Cinlerin, uzaydan geldikleri,
insanlarla ilgilendikleri yalanını yutturma yöntemlerinden biri de, deprem, yanardağ patlamaları...v.b. afetler
öncesinde, deprem fayları, ley hatları, yer altı maden yataklarının olduğu
bölgeler, uzay ve diğer teknolojik lab. ve üsler, nükleer ve askeri tesislerin
bulunduğu yerler, eski çağlarda kutsal olarak kabul edilen (ki bunlardan bir
kısmı şu anda deniz altındadır) yüksek enerji merkezleri (odakları), tesisleri
üzerlerinde daha sık görüntü vermeleridir. Bununla birlikte, bunlardan bir
kısmının doğal etkenler olduğunu daha önceden belirtmiştik.
Uzaylı varlıkların, uzaydan
geldikleri yolundaki görüşe hiç uymayacak türden ilginçliklerinden,
çelişkilerinden biri de, bunlar bir taraftan güya,
farklı yıldız sistemleri, galaksiler... v.b. evrenin çeşitli
yerlerinden, sistemlerden geldiklerini bu yüzden de farklı evrime uğramaları
dolayısıyla farklı şekil ve tiplerde olduklarını söylerken, diğer taraftan da
deneklerin gemilerde gördükleri gibi, bir türden diğer bir türe ve bazen de
kendilerinin tanıdığı kişilere ya da kurbanın görmek istediği suretlere
dönüşebilmekte, bu şekilde görünebilmektedirler.
Mesela, önceleri insan suretinde yolda,
sokakta,... dostça görünüp onlarla arkadaş olmak, yardım talebinde bulunmak
suretiyle yaklaştıkları bu insanları, bir nedenden ötürü bir yere götürüp orada
beliren uçan dairelerin içine almaları ve en sonunda bu dostun suretinin
değişerek bilinen uzaylı tipine bürünmesi gibi. Çok ilginçtir ki, uzaylılarla
hiçbir ilgisi olmayan ve çok çok eski zamanlardan beri insanlara çeşitli
şekillerde musallat olan, ıssız eski köy yollarında, mezarlıklarda, tekinsiz
evlerde olmadık suret ve olaylarla insanların karşısına çıkan, arada bir de
suretten surete dönüşen Cinler, " uzaylılar" diye
ortaya çıkan varlık tipleriyle tıpatıp aynıdır. Bunlardan daha
sık görüneni ise, bildiğimiz uzaylı tipi yani, koca üçgen kafalı, büyük gözlü,
kılsız, burnu ve ağzı küçük olan cüce tipidir.
İnsanların hayal dünyalarına hükmetmek suretiyle gerçekmiş, maddeselmiş
izlenimi, görüntüsü veren bu varlıkların uzaylı olamayacağını gösteren bir
önemli kanıt da bu uzaylı tipleridir.
Bunlardan kimi, insan suretinde ama uzun
boylu, beyaz tenli sarışın ya da kızıl, mavi gözlü, çok güzel ve yakışıklı
görünmekte olup (ki bunlara, İskandinavyalIlara benzediği için kuzeyli anlamına
gelen Nordik ismi verilmekte) kimi, bildiğimiz uzaylı tiplerinde kimi,
gorillere benzeyen türlü, türlü kıllı yaratıklar biçiminde kimi de, sürüngen ya
da kuş kafalı olup belden aşağısı insan veya başka bir yaratık, belden üstü de
ayrı bir yaratık suretinde görüntü vermektedirler.
Görüldüğü üzere bunlar, hep dünyadan bildiğimiz, dünya üzerinde
yaşamakta olan insan ya da hayvan türlerinden varlıklardır. Bunlar gerçekten
uzaylı olsalardı, çok çok farklı suretlerde, bizlerin hayal bile edemeyeceği
türde olmaları gerekirdi. Çünkü evrim bunu gerektirir. Oysa, durum bunun tam
tersi.
Bu türden uzaylı görüntüsü vermelerinin
önemli bir başka nedeni de, bir yandan ulaşılamayacak derecede çok güzel
görüntü vererek, insanların kökeninin aslında kendileri oldukları imajını
vermek suretiyle bizleri küçük göstermek, diğer yandan da, hayvan türü
yaratıklar şeklinde görünerek insanların yaratılışı, sahip oldukları yetenek ve
idrak kapasitesince hayvanlardan da daha aşağı olduğunu vurgulamak böylece,
dalga geçip, bizleri aşağılayarak egolarını tatmin etmektedirler.
İnsanların halife özelliğiyle
yaratılmış olduğunu hazmedemeyen ve benlikleri aşırı derecede güçlü olan
şeytani
vasıflı Cinler, her fırsatta insanları aşağılık, seviyesiz,
ilkel; kendilerinin ise üstün ve her şeye hükmedici olduklarını göstermeye
çalışmaktadırlar. Bu özelliklerini, ortaya koydukları tüm senaryolarda açıkça
görebiliriz.
Bir başka çelişki de, bazı uzaylılar tarafından verilen bir kısım
bilgilere göre, bu dört tipleme içinde insan suretinde olan türün bunların en
akıllısı, en zekisi ve tümünün üstatları oldukları, diğerlerinin ise, bunların
altında, onların hükmettiği, programladıkları varlıklar olduğu söylenmektedir.
Halbuki, başka yerlerde de diğerinin, geri kalanların başı ve önderi olduğu
belirtilmektedir ki tüm bu çelişkili ifadelerin en
önde gelen sebebi, Cinlerin kendi aralarındaki
üstünlük kavgasını uzaylı kimliklerine yansıtmalarından ibarettir. Sonuçta,
uzaylıların bu tutarsız hareketleri bize, bunların gerçek olmadığının
kanıtlarını açıkça göstermektedir.
Çok keskin bir zekaya sahip olan Cinlerin, insanların hayal
dünyalarıyla istedikleri gibi oynamaları, ortaya koydukları senaryolar
sınırları zorlamakta, ipin ucunu iyiden iyiye kaçırmaktadırlar.
Aslında, sıradan bir aklın küçük bir analiziyle bile bunların
gerçek olamayacağını gösteren böyle bir
hayal de, güya uzay
gemilerine götürülenlerden hepsi zorla kaçırılan insanlar olmayıp bazıları
gönüllü olarak tamamen eğitim amaçlı olmalarıymış.
Kaçırıldığını söyleyenlerin bir kısmı,
ameliyatlarının hemen akabinde geri gönderilirken kimi de, ameliyat sonrası
insanları çeşitli konularda bilgilendirmek daha doğrusu çaldıkları
minareye kılıf uydurmak için mesela, Venüs'e, Mars'a, Satürn'e,
Ay'a ve bilhassa Dünya'dan hiç görünmeyen Ay'ın karanlık yüzüne ya da başka
yıldız sistemlerindeki gezegenlerin yörüngesinde hareket eden dev uzay gemilere
alınarak gezdirilmekte, teknolojileri, uygarlıkları, uçan dairelerin çalışma
prensipleri, insanlık için amaçları ve insanların ev ödevlerini yapmadıkları
taktirde başlarına neler geleceği ile ilgili, öğütler verilmekte, oralarda
yaşayan halk ve yaşam formları (ki bu kendilerininki de olabilmekte) hakkında
görüntüler seyrettirilip detaylı bilgiler sunulmakta, bazıları da orada hiçbir
koruma önlemi almaksızın çıkıp gezebilmekte, oradaki yaşayan varlıklarla da
rahatlıkla çeşitli yakın ilişkilere geçebilmekteymişler. Bunların yanında o
kişilere, insanların evrendeki yeri, geleceği, Yaratıcıyla olan bağlantıları ve
sistemle ile ilgili çeşitli bilgiler de sunulmaktaymış. Tüm bunları tek kişi
deneyimleyebildiği gibi, bunlara nispetle az sayıda görülen bir den fazla
arkadaş grubu da bunu deneyimleyebilmekteymişler.
Bununla birlikte, bu tür olayları yaşamış
olan sözüm ona lider
konumundaki kişiler, uzaylılardan gelen bir biçimde 5-6 yaş gibi daha küçük
yaşlarda iken (cinlerin bilhassa bu yaştan
itibaren kendilerine yatkın, beyinleri hassas insanları etkilemeye
başladıklarına başka yazılarımızda değinmiştik) onlarla bağlantıya
diyaloğa geçmekte, gemilere alınmakta ve onlar tarafından belli özellikler,
güçler verilerek beden dışı deneyimler (o.b.e), ışınlama, materyalizasyon,
uzaktan görme, algılama... v.b. olağan üstü yeteneklere sahip olmaktaymışlar.
Yine kimileri, o küçük yaşlardan itibaren
bunun farkında bilincinde iken, kimileri de onlarla açık bağlantıya geçtikleri
sırada ya da hemen sonra geçmişte onlarla her an irtibatta olduğunu anlamakta,
hatırlamakta ve bu tür normal üstü yeteneklere o andan itibaren sahip olmakta, gözlerindeki
perdeler kalkarak her tür ruhsal varlıklarla her an görüşebilmekte, insanlığın
gelişimi, evrimi için uzaylılarla birlikte evrensel plandan sorumluluklar
yüklenmekteymişler.
Bu tür bağlantılara geçen hemen hemen bütün
insanların da yeteneklerinde az ya da çok belli artışlar olmakta bunun
sonucunda da metafizik konula eğilmekte, hayatlarını tamamıyla bu temeller
üzerine yeniden inşa etmekte, hayatları ve yaşama bakış açıları tamamen
değiştirmekteymiş.
İster zorla isterse de eğitim amaçlı,
gönüllü olsun fark etmez, bu uzay gezileri, birden çok fazla da olabilmekte,
tekrarlanabilmekteymiş. Bazen de bu üstün varlıklarla, fiziki beden yerine yine
onlar tarafından oluşturulan beden dışı deneyimler dediğimiz, ruhun bedenden
ayrılmasıyla da çeşitli ortamlarda, gemilerde... görüşmeler yapılabilmekteymiş.
Kaçırılma olaylarının bu bölümüne
baktığımızda da, yine bir yığın çelişkili durumlar, sistemde olmayan birtakım
yanılgıların varlığı bulunmaktadır. Öncelikle bunların hayalde yaşanılan şeyler
olduklarını gösteren önemli bir olay da, götürüldüklerini
söyledikleri uzay araçlarının dıştan çok küçük olmalarına karşın, içine
girdiklerinde içinin çok büyük olmasıdır. (Öyle ki, 3 m. çapındaki bir uçan
dairenin içinde koridorlar, odalar, araştırma lab.... vs. bulunmaktadır. )
Ayrıca bugün çok iyi bilindiği gibi, güneş
sisteminde dünya dışında hayatı barındıracak hiçbir gezegen ve uydu yoktur.
Bunlardan kimi yüzlerce derece sıcakken, kimi, birkaç yüz derece soğuktur.
Bununla birlikte, bunlardan bir kısmı da tamamen gazdan oluşup üzerine
basılacak bir katı yüzeyi yoktur. Dolayısıyla insan ya da uzaylı gibi görünen
varlıkların yaşaması mümkün değildir. Kaldı ki bir insanın, atmosfer dışında
koruyucu bir elbise giymeden bulunması, bizler için hayati önem taşıyan oksijen,
basınç, ısı... v.b. faktörlerin yanında, uzaydan ve güneşten gelen kozmik
radyasyonlar, insan bedenini saniye mertebelerinde yakması için yeterlidir.
Bunun gerçekten olduğunu iddia edenlerden
bazıları da bu olayların, planetlerin maddesel boyutlarında değil de, alt
boyutlarındaki ışınsal yapısında gerçekleştiğini söylemektedirler ki bu
da mümkün değildir.
Çünkü, ışınsal boyutlara ışınsal bedenle gidilir. Maddi
beden, o ortamlarda yer alamaz. Üst düzey Velilerin yapmış olduğu
bedenen Tayyı Mekân bile, dünya ile sınırlıdır.
Yani, bu bedeninizle ruh boyutunda
bulunamazsınız. Keza cehennemde insan, Ruh ( Nari) bedeni,
cennette de, Nur bedeniyle yaşama
devam eder. Madde beden ise, önce toprağa karışıp çözünecek sonra da güneşin
dünya ve diğer birkaç planeti yutmasıyla, yeryüzüyle birlikte buharlaşacaktır. Her
beden bulunduğu boyutun şartlarına tabi olarak mevcut olup, bir boyuttan diğer
boyuta geçişte hükmünü yitirir.
Eğer bunlar uzaylıların yani
Cinlerin gücüyle O. b. e yoluyla
yapılan seyahatlerse; o zaman bu varlıkların, iddia
edildiklerinin aksine uzaylı değil, bizim paralel boyutlarımızda yer alan Nari
boyutun varlıkları Cinler olduğu ortaya çıkmaktadır ki
bu yollu, sözüm ona seyahatlerin varlığını
bir yukarıda belirtmiştik.
Aynı şekilde, uzaylı varlıkların da insani
özellik gösterip dünya atmosferine hemen adapte olmaları, mikroplara karşı
enfeksiyon geçirmemeleri, hastalanmamaları da çok büyük bir çelişkidir.
Bunun yanında, insanların yaptıklarının
karşılığı olarak başlarına gelecek şeyler için hiçbir yaptırımları olmadığını,
hiçbir işe karışmadıklarını ifade eden uzaylıların binlerce, milyonlarca ışık
yılı uzaklığındaki bilmem ne sistemlerinden buralara kadar zahmet edip
ekstradan bizleri uyarmalarına da hiç ihtiyaç
yoktur. Bu durum mantıklı da değildir. Çünkü bunları sıradan
basit bir vatandaş da rahatlıkla düşünebilmekte, aynı söylemleri dile
getirebilmektedir.
Bununla birlikte siz, bir üstün teknolojik
bilgiyi ya da yaşam formlarıyla ilgili... vs. bilimsel verileri bu işin uzmanı
olan bilim adamlarına mı verirdiniz yoksa kaçırıldığını iddia eden insanların
büyük çoğunluğunda olduğu gibi, hayatı boyunca nereden gelip nereye gittiğini
düşünmeyen ya da konuyla ilgisi bulunmayan taksici, sarhoş, çiftçi ya da
esnaf... vs. gibi sıradan hayat yaşayan insanlara mı?..
Bizim uzaylılar, üstün bilgeliğe,
uygarlığa sahipler, ama bu kadar basit, sıradan bir şeyi dahi düşünemiyorlar. Ayrıca, çok büyük teknolojilere sahipler,
her şeyden haberleri var, ama tüm bunlara gerek kalmaksızın ya da gerekli tüm
bilgileri, en kötüsüyle bir, iki inceleme sonucunda çok gelişmiş haberleşme ağı
ile çok rahat öğrenebilecekken bunun yerine hâlâ, insan ya da hayvan kaçırıp
inceliyor, yerlerden numune topluyorlar.
Kısacası, hem her şeyden
haberdarlar, hem de hiçbir şey bilmiyorlar gibi davranmaktadırlar ki, bu büyük
çelişki de bunların uzaylı olmadıklarını açıkça göstermektedir. Binlerce, milyonlarca... ışık yılı
uzaklıkları büyük zahmetlerle aşıp gelen bu uzay araçları, beyaz sarayın
bahçesine ya da Kremlin meydanına inecekleri, resmi ilişkilere geçecekleri
yerde parkta oynayan çocukların, insanların ortasına inip içlerindeki araçların
dışına çıkarak garip ses tonlarıyla konuşmaları ya da bir şeyler verir gibi
yapıp hiçbir şey vermeksizin tekrardan araçlarına binip bir anda yok olmaları,
sadece konulardan tamamen uzak insanlara, halka görünmeleri, hem bu türden hem
de kitlesel görüntüleri tamamıyla show amaçlı olup bunların
fiziksel olmadıklarının ayrı bir kanıtıdır.
Ayrıca insani yüz ifadelerine, duygulara,
davranışlarına sahip oluşları, bulundukları toplumun dillerinde konuşmaları,
diyaloga geçmeleri de bunların uzaylı oldukları fikrini zayıflatmakta diğer
olayları göz önüne aldığımızda ise, bunun ötesinde tüm bu gerçekliği çürütmektedir.
Bazı insanların belli güçlere, özelliklere
sahip olmalarına gelince... Daha önceleri birçok yazımızda değindiğimiz üzere,
cinlerin insanlara çeşitli düzeylerden verdikleri birtakım yetenek ve güçler
bir; insanların onları çeşitli yöntemlerle etki altına almaları, iki; cinlerin
insanları tek yönlü olarak kendilerinden akan bir biçimde etki altına
almalarıyla meydana gelmektedir ki büyük çoğunluğu böyledir. İkincisinde
tamamen kontrol Cinlerindir.
Uzaylı olayında olduğu gibi. Birçok şeyi
cinler yapar, buna karşın çevresindeki insanlar, bunların o kişiden kaynaklandığını
sanırlar. Bazen, o kişi de bunun farkında değildir. Bir de bunun yanında
cinlerin oyuncağı olan bu kişi, kendi hayallerinde yarattığı ya da onun için
yaratılan dünyada, o dünyanın tanrısı olarak dilediğince senaryolar, güçler
ortaya koyar ki, bunu da kendisinden başkası bilmez ve görmez.
Cinlerin insanları aldatma yöntemlerinden biri de, insanlara
seçilmiş olduklarını, onların ayrıcalıklı bir konumda olduklarını empoze ederek
egolarını okşamakta, böylece bu insanlar da, özel kişiler, üstün nitelikli
insanlar olduklarını zannederek, o hayallerle ölüm ötesi boyuta geçerler.
Bu konuda en önde gelen büyük
çelişkilerinden biri de bu uzaylılar, İnsanları çeşitli
planetlere, yıldız sistemlerine, galaksi ve ötesine... ya da farklı, farklı
evrenlere (?) çok kısa süreler içinde götürebilmelerine karşın buna kıyasla
onlar açısından çok kolay ve basit olan aynı olayı dünya üzerinde bir türlü
gerçekleştirememektedirler. Bu insanlardan sadece birini, bırakın
ülkeler veya şehirler arasını bir semtten diğer bir semte, mahalleye bile
götüremiyorlar. Anlaşılacağı üzere, tıpkı diğerlerinde olduğu gibi bu
olayda da, somut olan hiçbir şey yok. Olmadık soyut hayaller ise, oldukça çok.
Cinlerin, insanları küçük, zavallı
durumlara düşürmek, alay konusu haline gelmelerini sağlamak için, seçilmişlik
duygusunu zirveye taşıdıkları, hatta işi komediye dönüştürdükleri bir olayda "yıldız insanları- yıldız
yardımcıları" denilen, daha önceki zamanlarda uzaylıların yeryüzündeki
insanlarla olan evliliklerinden dünyaya gelmiş insanların genetiğini taşıdığı
ya da o dönemlerde uzaylılara yardım edenlerin torunları olduğu söylenen, o
ruhsal gücün varlığını hisseden kişiler varmış ki, uzaylılarla dördüncü türden
yakın ilişkiler kuranların büyük çoğunluğu, aslında kendilerinin de sonradan
hissettikleri veya hatırladıkları üzere bunlarmış. Ve bu "ışık
işçileri" güya, uzaylı
varlıklarca kendilerine getirilip belli bilgiler, güçler, yetenekler
kazandırılarak, insanlığın zor geçiş dönemlerini daha yumuşak yaşamaları,
karşılaşacakları çetin şartlara karşı çeşitli şekillerde onlara yardımcı
olmaları amacıyla çok yönlü vazifeler yüklenmekteymişler.
Yine belirttiklerine göre, insan suretine
giren bazı uzaylıların bir kısmı da belli görevler üstlenip bizzat insanlar
arasında hayatın her alanında okulda, vergi dairesinde, bankada,... çalışmakta
ve kendilerini fark ettirmeden insanlara çeşitli yardımlarda, insanlığın
gelişmesine katkıda bulunmakta, belli negatif olayların oluşmasını önlemekte ya
da etkilerini azaltmakta, yeni yeni yaşam formları oluşturmakta... vs. imişler.
Fakat buna karşılık, ne hikmetse seçilmiş olanlar hariç, bizler bunların
hiçbirini görememekte, algılayamamaktaymışız.
Bunun yanında, geçmişteki yaşantılarını unutup ya
da görmezden gelip kendilerini direkt uzaylı gören, uzaydan
geldiğini düşünen, şartlanan, düş âleminde gezinen insanlar
da bulunmaktadır. Hatta bunların içinde, zamanda yolculuk yaptığını ve tüm
bunları da bir senaryo içinde gerçekçi biçimde yaşadığını zanneden insanlar da
yok değil. Buna benzer bir olayda, kendilerinin kayıp kıta Atlantis, Mu veya
yer altı ülkesi (ki gerçekte hayallerde olan) Agharta
isimli uygarlığın torunları olduğunu ve bunların ruhlarıyla da devamlı
irtibatta olduklarını iddia eden ve onlarla görüştüklerini zanneden insanlar da
mevcuttur. Demek ki bu tür şeyler, sadece
uzaylılara özgü olmayıp onlar olmasa da bu türden, benzer şeyler
yaşanabiliyormuş.
Cinler, hep sergileyedurdukları
özelliklerini uzaylı kimliğinde de sürdürmekte, bunu da, önce ciddi birtakım bilgiler,
vizyonlar göstermeye özen gösterirken daha sonra işi ciddiyetten uzak,
insanlarla alay edercesine, komik bilgilere, algılamalara dönüştürerek
göstermektedirler. Genelde de Ufocular bu tür
şeylerden ya da gemilerde yaşanılan bu olaylardan hiç bahsetmezler.
Mesela, kaçırılma vakalarında bilinen uzaylı
tipleri, yukarıda da bahsettiğimiz üzere bir anda Nazi üniformalarıyla ortaya
çıkıp SS (es es) subayları gibi davranışlar sergilemeye başlamakta, gemilerde
ciddi olarak başlayan olaylar gayri ciddi şekillerde devam ederek bir anda
patates... v.b. gibi nesneler belirmekte ve bunları birbirlerine, kurbanların
üzerlerine atmakta, durup dururken hiçbir anlamı olmayan garip ve komik
şarkılar söylemekteler. Bu durum tebliğlerde ise,... uzaylı zolton... gibi komik
isimlerle diyaloğa geçmeleri, seans sırasında araya başka kanalların girerek
birbirleriyle mahalle kadınları gibi tartışmaları, bir anda uzayın
büyüklüğünden bahsederken, evrensel birtakım gerçeklerden bahsediyormuş
havasında iken, bir anda konuyla hiç alakası olmayan, fındık kabuğunu
doldurmayacak konulara girmeleri... şeklindedir.
Cinlerin başka bir uygarlıktan geldiği yalanıyla insanları
kandırma oyunlarının en büyüklerinden biri de, kaçırılma ya da karşılaşma
olaylarındaki kayıp zaman durumu. Bu da kısaca şöyle:
Kaçırılan kişiler durumu önce
algılayamamakta, ancak aylar ya da yıllar sonra karşılaştıkları, yaşadıkları
çeşitli olaylarla bu unutulanları parça parça hatırlamakta veya tedavi için
gittiği uzmanlarca yapılan hipnoz sonucu o anda yaşadıklarını ayrıntılarıyla
anımsamaktaymışlar.
Bazen bu durumlarını hipnoz sırasında
tesadüfi olarak da öğrenebilmekteymişler. Mesela, bazı kişi ya da kişiler,
arabayla... vs. giderken bu uzay aracı ve varlıklarla çeşitli şekillerde
temaslarının bitişi ve bu ufoların ortadan kaybolmalarıyla kaldıkları yerden
yollarına devam etmekte, kimi de geçici bir bilinçsizlik, uyku durumundayken
tekrar kendilerine gelerek araç başında yoluna devam etmekte olduğunu
görmektedir.
Ancak, burada alışılmışın dışındaki durum,
bu kişi ya da kişilerin kendi açılarından olayları kesintisiz biçimde belli bir
süre boyunca bir, beş, on, yirmi... dakika yaşamalarına karşın, gerçekte bir ya
da bir kaç saat gibi uzun bir zaman diliminin geçmiş olmasıdır. Buna karşılık,
çok çok nadir bazı yakın karşılaşmalarda ise, hafıza kaybı, zaman yitimi
yoktur. Olaylar kesintisiz, direkt yaşanılır ve biter. Fakat bu da durumu
değiştirmiyor.
Olağanüstü olaylarmış gibi görünen bu
varlıklar ve yaptıklarının, gerçekte olmadığını gösteren bir durum da,
karşılaşma esnasında ortamın anormal derecede sessiz ve sakin oluşudur. Kimisi
bunun az öncesinde tiz bir ses de duymaktadır. Kişilerin yakın çevresi o kadar
sessizdir ki, ne ağaç dalları ve yaprakların hışırtısı, ne kuş ya da hayvan
sesi ne de herhangi bir şeye ait sesler duyulmaktadır. Bu sırada beyinlerinde
de güçlü bir basınç hissederler. Bu uçan nesne, ışıklı küre uzaklaştığı ya da
ortadan kaybolduğunda ise, çevrenin sesi tekrardan canlanmakta, üzerlerinde
hissettikleri basınç duygusu birden kalkmakta, her şey eski haline geri
dönmektedir. O döneme ait gördükleri rüyalar ya da bu olayın oluşturduğu
çeşitli rahatsızlıklar dolayısıyla gittikleri uzman doktorların yapmış
oldukları hipnoz veya çeşitli yöntemlerle (ki bu olayların çıkartılması için
tek yöntem hipnoz değildir) o zamanı yeniden anımsadıklarında da, kayıp zaman
olgusu aydınlanmakta ameliyatlar, tecavüzler, uzay gezintileri... vs.
hatırlanmaktadır.
Çok kısa bir süre içinde, çok uzun şeyler
yaşamış hissi, duygusu ve algısı aslında, uzaylıyız kisvesi altında insanları
etkileme olayından önce ya da ayrı olarak kendilerini hiç fark ettirmeksizin
veya başka kimlikler altında insan beyinlerinde meydana getirdikleri zaman
kayması dediğimiz olayla aynıdır.
Bununla ilgili örneklere daha
önceki yazılarımızda değinmiştik. Dolayısıyla, bu türden olayların yaşanması için uzaylılara hiç
gerek yoktur. Yani bu hal, uzaylılara ait bir olgu değildir. Kaldı ki, zaman kayması olmaksızın
bir anda uzun süreler boyunca farklı olaylar yaşayan insanların varlığı da
bilinmektedir.
Bununla birlikte cinlerin, bilhassa
günümüzde orijinalliğini ve amaçlarını tamamen yitirmiş tarikat mensuplarına
oynadıkları oyunların başında yine bu olay gelmektedir. Ayrıca, ufo
olaylarında kayıp zaman durumunun gerçekte var olmadığını gösteren veriler yine
bu olayların kendi içinde de mevcuttur.
Çünkü, onların yanında olup da uykuda
oldukları için aracın dışına çıkmayan bunu deneyimlemeyen, bu olayları
dışarıdan izleyenlerin diğerlerine bazı hareketlerini, davranışlarını ya da
uzun süre ne yaptıklarını sorduklarında asla böyle bir şey yapmadıklarını,
sadece bir ışık gördüklerini ya da bozulan arabalarını tamir ettiklerini... vs.
belirtmişlerdir. Yani, dışarıdan aynı olaya objektif
olarak bakanlara göre bu insanların ya hiçbir şey yapmadıkları ya da basit,
sıradan şeyler yaparken bu türden şeyleri (çeşitli türden karşılaşmaları,
kaçırılmaları) algıladıkları, deneyimledikleri görülmüştür.
Aslında, bu türden olaylar, Cinlerin çeşitli oyunları dışında
kader kapsamı içinde insanlara çeşitli yardımların yapılması, insanların
imanlarının artması ve tazelemesi, yoldan çıkmışsa tekrar o yola dönmesi
amacıyla birtakım melekler ile Veliler tarafından da oluşturulmaktadır.
Mesela kişi (kişiler), çok zor durumdadır,
bir yere ya da uzak bir yerde ise, bir yerleşim bölgesine gelir. Oradaki
insanlar tarafından çeşitli yardımlar görür ve ihtiyacı giderilir. Daha sonra o
kişi (kişiler) ona yardım eden insan ya da insanların yanına geldiğinde ve
olayları tek tek ayrıntısıyla anlatmasına karşın o insanların bu kişiyi,
kişileri hiç görmedikleri ve söylediği vakitte ise, bazılarının orada
olmadıkları, başka yerde başka şeyler yaptıkları veya o yerleşim yerine
geldiklerinde öyle bir yeri, yerlerin, kişi-kişilerin olmadığını yanı sıra da ya
orada başka bir yer yada boş bir yer olduğunu görürler.
Geçmiş evliyaların hayatlarına bakıldığında
keramet olarak bazı insanlara birkaç saniye, dakika içinde yıllar süren olaylar
yaşattıkları bilinmektedir. Ancak altını çizerek belirtmek gerekir ki, bunlar
belli bir sistem içerisinde, evrensel sistemde karşılığı olan, tamamıyla
insanlarda olumlu, yararlı sonuçlar oluşturan olaylardır. Cin kaynaklı
benzerleri ise, bunun tam tersi olarak sistemde yeri ve karşılığı olmayan,
insanlarda zararlı ve olumsuz oluşumlar meydana getiren, insanları sistemde
yeri olmayan olmadık hayallere yönelten, iten ve bunun hem bu boyutta hem de
ölüm ötesi boyutlarda sonuçlarını yaşatan olaylardır.
Onlara inananlarınca bile ortak bir
görüş etrafında toplanamayan, kesinliği tam olarak anlaşılamayan uzaylıların kimi, evrenin çok uzak noktalarından
gelmelerinin yanı sıra kimi tebliğlere göre de bunlar, gelecekten geçmişe doğru
yolculuk yapan torunlarımız, kimileri de madde planındaki paralelimiz olan
boyutlarda, fakat yine bizler gibi üç boyutlu maddesel yapıları ile yaşayan
varlıklar oldukları ve araçlarıyla dünyamıza bu boyutlardan geçiş yapmış üstün
varlıklarmış.
Oysa, sonsuz sayıdaki evrenleri bir kenara bırakıp, algıladığımız
evrenin boyutlarını göz önüne alsak dahi, ne kadar üstün zekâya sahip olursa
olsunlar bu türden görüşlerin tamamen imkansız olduğunu görmekteyiz. Anlaşılan
uzaylılar, insanları küçültüp kendilerini büyük göstermek için, çok büyük
boyutlardan konuşup caka satabiliyorlar, ama evrenin gerçek büyüklüklerinden haberleri
yok.
Ayrıca dini kaynaklar ile fetih ve keşif
sahibi evliyaullaha göre, bizim gibi maddesel varlıkların sadece dünyada
yaşadıkları bazılarında da, uzayın diğer planetlerinde sadece mikroskopik
düzeyde var olduklarıdır. Bunların dışında ise, evrenin görünmeyen her boyutunun
tıka basa canlı varlıklarla dolu olduğudur.
Aslında kainatta var olan canlılar üç
türdür. Birinci tür, sadece dünya üzerinde yaşayan biz canlılar. İkinci tür,
bizimle birlikte aramızda, dünya atmosferi içinde ya da bizim güneş sistemi
içinde ve dışındaki yıldızların planet ve uyduların ikiz boyutlarında yaşayan
cinlerdir. Üçüncü tür ise, meleklerdir.
Cinler de aslında iki grupta yer alırlar.
İlki, yedi sınıf içinde olanlar, İkincisi yine yıldız ve planetlerinde yaşayan,
biri
diğer türden tamamen farklı dalga yapılı bilinçli varlıklardır.
Aslen melek olmasına rağmen, cin
boyutunda yer alan melekler de bunlardandır. Mesela, kendini
bilen ve güneşin ikiz boyutunda yaşam sürdüren zebaniler gibi. Keza, Muhyiddin
Arabinin iletişim kurduğu, âlemlerine gittiği, tanıştığı konuşup bilgi alış
verişinde bulunduğu varlıklar da cin kökenlidir.
Yedi sınıf içinde olanlar ise, inanan ya da
inanmayan olarak ikiye ayrılırlar. İman edenler ulvi, büyük çoğunluğunu teşkil
eden inanmayan, şeytani vasıflı olanları ise, süfli olarak nitelendirilirler.
Cinlerin ikinci türde olanları ile ancak,
fetih ya da keşif sahibi evliya ile iletişim kurabilirken, bunun dışında her
tür iletişim, ilişki, birinci türden olanlar ile olmaktadır.
Yedi sınıftaki ulvi vasıflı olanlar,
insanlarla direkt ilişki kurmaları yasaklandığından ve buna uymadıkları
taktirde süfli niteliğe (kâfir olma durumuna) dönüştüğünden bugün kimle olunursa olunsun, ister manevi
isterse de maddi, ne türden bir ilişkiye geçilirse geçilsin, kendilerini ne şekilde
tanıtırsa tanıtsınlar fark etmez, bunların hepsi şeytaniyet vasıflı cinler
olmakta ve olacaktır da...
Bazı ufo gözlemlerine göre (inananlarınca
onların varlığına ilişkin en önemli kanıtlardan biri olarak gördükleri)
ufo'ların, çevreye ve canlılara çeşitli şekillerde direkt fiziksel etkilerde
bulundukları, radara yakalanıp izlenebildikleri (ki bu da kendi istekleri
doğrultusunda olmakta, dilediklerinde bu görüntüyü vermeyebilmektedirler)
araçlardan kaza ile bazı parçaların düştüğü, araçlar yerde iken (bazen de
havada belli bir mesafede sabit kalarak toprağa değmeyecek şekilde, sadece
içinden uzunca bir merdiven çıkmaktaymış) üzerinde durduğu çubuk ayakların
toprakta çukur, delik açtığını, toprakta, çimende..., yanık, ezilme, belli bir
baskıya basınca maruz kaldığını gösteren izlerin bulunduğu ve ufo'ların
indikleri ya da görüldükleri yerde (toprakta...), bölgede radyasyonun fazla
tespit edildiğine... v.b. ilişkin durumların açıklamasına gelince; bunların
cevaplarının da birçok ayağı var.
Bir defa, daha önce de değindiğimiz üzere,
bunlar sadece bunu yaşayanların beyinlerinde oluşmakta ya da oluşturulmaktadır
ki bu olayların bazılarının fiziksel
olarak gerçek olmadığı görülmüştür. İki; fiziki etkilerin olduğu
yerler daha önceden doğal ya da insanlar tarafından çeşitli nedenlerden ötürü
oluşturulmuş olup cinlerin, bunları insan beyinlerindeki
projektelerinde kullanmaları sonucu sanki o anda oluşmuş izlenimi
vermektedirler. Üç; bazı durumlara şahit olanların kendileri
bunları oluşturmakta, fakat o anda onların zihninde karşılaşmalar, kaçırılmalar
türünden algı projeksiyonları meydana getirildiğinden bunları fark edememekte,
sonucunda da bunları, algıladıklarının içinde oluşan şeyler zannetmektedirler.
Dördüncü olarak da, bazı nadir olaylarda bu
varlıkların (cinlerin) üst düzeyde bulunanlarının, gerçekten de belli fiziksel
etkiler meydana getirebildikleridir.
Bu varlıkların görüldükleri ya da yere
indikleri yerlerde radyasyonun güçlü olduğu iddiası da, bu bölgelerden alınan
numunelerin laboratuvar sonuçlarına göre bir kısmında, böyle bir şeye
rastlanamazken diğer kısmında da yüksek olduğu görülmüş ancak, buraların da zaten
bu varlıklarca çok kolay tespit edilen yerler olup onların oyunlarının
gerçekliğine ilişkin dekorları oluşturmaktadır.
Uzaylıların gemilerinden kazayla
düşürdükleri ya da bazı insanlara verdiği söylenilen parçaların açıklaması da
şöyledir:
Kesinlikle, bunlar yabancı bir gezegene ait
parçalar olmayıp tamamıyla dünyaya ait küçük parçalardır, cinler tarafından
belli dalgalarla, elektriksek güçlerle yabancı madde süsü veren biçimlere
dönüştürülmesiyle meydana getirilmişlerdir. Mesela kömürün yüksek basınçta
elmasa dönüştürülmesi gibi. Şayet onlardan üstün teknolojilerine ait araçlar,
parçalar, aletler istenilirse, bunu asla gerçekleştiremeyeceklerdir. Tıpkı, bugüne
kadar onca görüntülere, etkilere, fiziki iletişimlere rağmen
gerçekleştiremedikleri gibi.
Ufocuların, uzaylıların varlığına ilişkin en
çok bel bağladıkları, ilkin (büyük çoğunlukla) güney İngiltere'de daha sonra da
dünyanın çeşitli yerlerinde görülen ve bir gecede ortaya
çıkan "Tarla Dairelerini" incelediğimizde bunların,
uzaylı işi olmaktan çok, öte şeyleri barındırdığı görülmektedir.
Öncelikle, 30-40 m çapına ulaşan bu
daireler, herhangi bir yanıkla oluşturulmayıp otlar ya bir yöne yatırılmak ya
da boyları kesilmek suretiyle meydana getirilmişlerdir. Oysa, uzaylı işi olsa
idi, bunların büyük bir çoğunluğunda yanık izleri olması gerekirdi. Ayrıca bu
daireler ilkin, çok basit dairesel biçimlerde ortaya çıkmasına (ki
bu basit olanların bazılarının, yerel hortumlar, güçlü rüzgarlar tarafından
oluşturulduğu gözlemlerle kanıtlanmıştır) karşın, yıllar geçtikçe
şekiller daha karmaşıklaşmış ve sanat şaheserlerine dönüşmüşlerdir.
Bunlardan, tuvalet şeklinde olanlarına da rastlanıldığı
düşünüldüğünde bu şekillerin, her gün yeteneklerini geliştiren
(artıran) arada bir de muziplik yapan insan ürünleri olduğu kolaylıkla
anlaşılmaktadır ki, gerçekten de öyle olduğu ispatlanmıştır.
Filmlere de konu olan bu tarla daireleri, 62
yaşındaki David Chorley ile 67 yaşındaki Douglas Bower isimli iki emekli ressam
tarafından ufo sansasyonu yaratmak için (on
üç yıl boyunca yılda 25-30'a yakın dairesel şekil) yapıldığı itiraf edilmiş,
gizliliklerini bozup ortaya çıkmalarının nedenini olarak da, birilerinin bu
şekillerin araştırılması için hükümetten maddi destek istemesi üzerine olduğu
belirtilmiştir.
Bunların yanında, birçok yetenekli gencin bu
işi yaptıkları da sonradan ortaya çıkmıştır. Nadir de olsa tarlalar
dışında çimen, kum, buz üzerinde de benzer şekiller görünmüş olsa bile bu,
durumu değiştirmemektedir yani onların da insan yapımı oldukları
kanıtlanmıştır.
Bunun dışında, bu dairelerin oluşumuna
ilişkin gizli bazı film çekimlerinde önce, ışık topları görünmüş, daha sonra o bölgeye
yaklaşıldığında bunların, bu daireleri yapmakta olan ekibin el fenerleri olduğu
anlaşılmıştır.
Tüm bu kusursuz, dahiyane yapılmış çok
düzgün, karmaşık geometrik şekiller ve aynı nitelikli çeşitli resimler,
sanılanın aksine olağanüstü bir biçimde değil, 1.2 m. boyundaki bir tahta çubuk
ve bir top iple birkaç saat içinde hemencecik yapılmışlardır.
Bu da, bu komplex dairelerin çok kısa
süreler içinde yapılamayacağını, bu yüzden bunları ancak uzaylıların
yapabileceğini öne süren ufocuları çürütmüştür. Bununla ilgili şu
ana kadar sunulan tek bir filmde de önce ışık toplarının havada uçuştukları
sonra da tarla üstüne gelerek bu tarla dairelerinin bir anda oluşturdukları
görülmektedir. Ancak yapılan bilimsel araştırmalarda bu
ilk ve tek filmin de sahte olduğu ortaya çıkmıştır.
Ufo olayları belli dönemlerde bariz artışlar
göstermektedir. Bu dönemler ülkeden ülkeye değişiklikler gösterse de genel
olarak tüm dünyada 1947, 54, 57-58, 65-67, 73' lü yılları söyleyebiliriz.
Bunların içinde 54 yılında bu tür olaylar oldukça fazla sayıdadır.
Gözlemlerin ve kaçırılma olaylarının yüzde
75'i ise, 80 yılından sonra olup her geçen yıl katlanarak artmaya devam
etmiştir. Dünyanın hemen hemen her ülkesinde bu vakalar görülse de Amerika' da
bu sayı oldukça fazladır. Bu bölgesel yoğunlaşmalar, ülkelerin kendi içinde de
aynen geçerlidir. Bu ve buraya kadar anlattığımız şeyleri göz önüne aldığımızda
hadislerde
geçen, ahir zamanda yani, bu neslin kıyameti yaklaştığında cinlerin insanlarla
çeşitli türden temaslarının artacağı, açıkça tüm kitlelere görünecekleri ve
insanlarla çeşitli şekillerde ilişkiye geçeceklerini ispatlamış olmaktadır.
Bazı seçilmiş olduğunu düşünen, gerçekte ise birer medyum olan
insanlar da güya, 4. tür karşılaşma
kapsamında direkt uzay gemilerinden ya da Venüs, Mars, yada diğer yıldız
sistemlerinden... gelen görünmez uzaylı varlıklardan kozmik mesajlar
almaktaymışlar. Bunu direk karşılıklı görüşmeler yoluyla alanları da
bulunmaktaymış.
Bunlar da tıpkı medyumlar konusunda
belirttiğimiz gibi, bu varlıkların medyumların beyni aracılığıyla kalemle,
daktiloyla, bilgisayarla yazı yazmaları yada onun ses tellerini kullanmak
suretiyle konuşmaları şeklindedir ki, bu trans esnasında medyum ne yaptığının
bilincinde farkında değildir. Bu bağlantılara "kanal açma" tabiri
kullanılır ve Alfa, Beta kanalı ... vs. isimleri verilir, bu varlıklar
kendilerini genelde "Amon, Ra, Rantimus..." gibi eski kültürlere ait
tanrıların isimleri veya bunu çağrıştıracak garip adlarla tanıtırlar. Bunun
nedeni ise, kendilerinin birer tanrı oldukları, geçmiş toplumları da etkileyip
hükümleri altına aldıkları, onları yönettikleri imajını vermektir. Bu medyumlar
da sıradan insanlar olmayıp daha küçük yaşlardan itibaren kendilerini çok
farklı görerek normal insanlarda olmayan yeteneklere, özelliklere sahip
olduklarını keşfederlermiş.
Dünya üzerinde farklı kişilere ayrı ayrı
verilen, ancak her birinde aynı ortak söylemler bulunan mesajlarda ise hep,
parça-bütün ilişkisine dayalı yaratıcı güç ve bu gücün sistemi (ki evrensel bir
yasa, evrende işleyen bir mekanizmanın canlılarda tezahürü olarak görüp
düşündükleri gerçekte ise kökeni, cinlere
dayanan reankarnasyon ' karma yasası' bunlardan biridir),
boyut-boyutlar ve parçası olduğu bütüne ait ilim ve gücü açığa çıkartmaları
dolayısıyla sistemin en tepesinden, en aşağısına kadar işleyişini sağlayan bu
kutsal varlıkların yani, uzaylıların Beta Nova, Nova, Sirus, Orion takım
yıldızları, ... ya da evrenin bir başka galaksisinden (mesela Andromeda' dan)
gelerek tıpkı diğer sistemlerde yaptıkları gibi, burada da kendilerine benzer
maddesel varlık olan insanları ve diğer canlıları yaratıp evrime bıraktıkları
ve bu evrimi, bilincimizi, uygarlık sistemimizi de, bir kısmının dünyada
yerleşik, bir kısmının da dönem-dönem ziyaretleri sonucu her an izledikleri
(gözetledikleri), gerekli zamanlarda, aşamalarda ise, çeşitli ayarlamalar
yaptıklarına ilişkin bilgiler bulunmaktadır.
Bununla birlikte, sözüm
ona dünyanın bilinmeyen veya detaylarıyla bilinmeyen tarihi ile
ilgili, insanlığın-dünyanın ve hatta evrenin geleceğine ilişkin (siyasal
gelişmeler, toplumsal hareketler, doğal afetler... v.b.) ya da insanların,
çevreleriyle, tabiatla olan ilişkileri ve bunlara yaptıkları etkilerin dünya ve
canlılar üzerinde (ki bu bölgesel, yerel de olabilmekte) ne gibi sonuçları,
geri yansımaları, doğal felaketleri... v.b. doğuracağı ile ilgili veriler,
öğütler ve kehanetler de yer almaktadır.
Yine, onlardan gelen ilhamlar
istikametinde medyumlar aracılığıyla verdikleri tebliğlerde
kendileri, yani uzaylılar kesinlikle kötü varlıklar değillerdir. En önde gelen
amaçlarından biri de insanlara, sevgiyi, iyiliği ve mutluluğu... aşılamak,
onlarda bu özellikleri tesis etmek suretiyle tüm gezegende barış içinde
yaşamlarını sağlamak, bunların yanı sırada üstün insanlar ve insan
toplulukları, nesilleri yaratmak, daha yüksek ruh-bilinç düzeyine gelen
insanları da kendi bulundukları konumlara yani, güneş sistemi gezegenler
birliği ya da yıldızlar sistemi veya galaktik konfederasyonlar,
parlamentolar... birliğine girmeleri ve hatta kendileri gibi tanrısal güçlerle
donanıp melekleşmeleri, tanrısallaşmaları için gerekli konularda uyarıları ve
çalışmaları yapmalarını temin etmekmiş. Böylece, milyonlarca yıl gibi çok uzun
süren evrimimizi tehlikeye atacak olan çok büyük bir kaosu, top yekun yok oluşu
oluşturabilecek büyük bir savaşı önleyecek, dolayısıyla da bunun kendilerine ve
güneş sistemi içindeki diğer uygarlıklara... yansıyacak zararlarını
engelleyeceklermiş. Ve bu medyumlar, o federasyonların, o bilinçlerin emir ve
güçleriyle de dünyada bir nevi modern peygamberlik görevi yapmakta, insanlığı
bu yola iletmek için de tarikatlar, cemaatler kurmaktadırlar.
Yine bu mesajlarda dinlerin (ve onu anlatan
kutsal kitapların...), yaratıcının birer kuvvesi olan melekler olarak
kendilerini tanıtan gerçekte ise, insanlığı saptırmak
için uğraşan şeytaniyet vasıflı cinler olan bu uzaylı
varlıkların, kendileri tarafından bazen uçan araçlardan (dairelerden)
yayınladıklarıyla, bazen de bizzat yine kendileri tarafından, kimilerine göre
onlar gibi birer uzaylı, kimilerine göre de, birer eski çağ medyumu olan
peygamberler aracılığıyla gökten insanlığa indirildiğini ancak, bunların
geçmişe hitap etmesi, insanlığın soru ve sorunlarına artık cevap verememesi (o
dönemlerde kalmaları) dolayısıyla da misyonlarını tamamladıkları ve bu yüzden
de gönderildikleri gibi aynı şekilde, şu anda kaldırıldıkları bunun yerine ise,
günümüz modern anlayışına, teknolojisine uygun olarak, gelecek binlerce yıllık
dönem boyunca insanlığa ışık ve yol gösterecek uzaylı yeni bir dinin sunulduğunun
bildirilmesidir.
Geçmişte göklerden gönderdiklerini iddia
ettikleri bu kitapların güya tüm sırlarına vakıf olduklarından da tebliğlerinde
tüm bu dinlere ait kavramların sıradan anlamları dışında aslında (bunları
cahilane ve insanlarla alay edercesine çarpıtarak) nelere işaret
ettikleri, ne anlamlara geldikleri ve ölüm ötesi boyutlarda yaşamın ve
insanların bu yaşamdaki durumları hakkında da oldukça kendilerince doğru bize, aklı
başında olan her sıradan insana göre oldukça çelişkili bilgiler verilmektedir.
Yeri gelmişken cinlerin en güzel kandırma yöntemlerinden biri de,
dikkati çekmeyecek, öncelikle derinliği fark edilemeyen birtakım gerçek
ifadeleri saptırarak kelime oyunlarıyla anlam değişiklikleri yaratmaktır. Oysa
biraz dikkatli incelenecek olursa bunların aslında çok çok
farklı şeyler oldukları kolaylıkla ortaya çıkacaktır.
Mesela birçok din yerine İslam adı altında
tek bir dinin olması ve Museviliğin, Hıristiyanlığın aslında bu dinin çeşitli
boyutlarını anlatması nedeniyle aldıkları isim olması başka bir şey, ayrı ayrı
gibi görünen tüm dinlerin (panteizmde olduğu gibi) birleştirilerek
bütünleştirilmesi ve bu anlamda bütün olması sonucu onların iptal edilmesi
bambaşka şeydir. Deccal de hükmettiği Cin ordusuyla boyutumuzda açığa çıkıp etkisini
yoğunlaştırdığında dinlerin kurucusu, oluşturucusu yalanıyla bunu dile
getirecektir. Böylece, kendi kurduğunu zannettiği Din ve
hükümlerini kaldırarak kendi hayallerinin dinini insanlığa sunacaktır.
Bunları yapmalarının bir nedeni de Allah ve
Peygamber kavramını basite indirgeyerek insanları, kendileri hakkında en çok
bilgi bulunan İslam dininden soğutup uzaklaştırmak, en azıyla da olsa iman
esaslarının bir ya da birkaçından saptırarak farkında olmaksızın dinden
çıkmalarını amaçlamaktadırlar.
Bunlardan biri de, ölüm ötesi gerçeğini
iptal ederek insanları Reenkarnasyon safsatasına
inandırmaktır. Cinlerin insanlara yaşattıkları hayallerden biri olan bu
reenkarnasyon da sadece bu dünyayla sınırlı olmayıp güneş sistemimiz ve
dışındaki gezegenlerde o gezegenin varlığı olarak yaşayıp daha sonra Altın Çağa
doğru olan şimdiki değişim sürecine yardım etmek için burada insan olarak
yeryüzünde bulundukları bazılarının ise, burada tekrardan buluştukları... v.b. yalanlarıdır.
Verdikleri mesajlarda, reankarnasyonu temel
alan uzak doğu dinleri ve bilhassa Budizm ön plana
çıkartılmakta, Buda devamlı övülmekte hatta onun bu yolda en öne geçmiş ulu
kişi olduğu lanse edilmektedir. İslam ve ona ait değerleri yozlaştırmak için bu
türden felsefeler, tamamıyla İslam ile aynı şeyler olduğu devamlı ve çeşitli
şekillerde vurgulanarak yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır.
Verdikleri mesajların tümüne baktığınızda bu
ifadelerde o kadar çok rehber, tanrı ve tanrılar, ilahlar, ulu ruhlar... vs.
geçmektedir ki, neredeyse her taşın altında bir tanrı bulunmakta ve o taşı
yönetmektedir. Bu da insanlarda bir taraftan ilahi güce olan inançlarda
lakaytlığı, gevşekliği getirmekte diğer yandan da kafa bulanıklığı yaparak
belli bir süre sonra kiminde düşünme mekanizmalarını sekteye uğratmakta, kontrollerini
kaybetmekte kiminde ise, Mutlak Bir güce olan inkara sürükleyerek
ateistleşmesini sağlamaktadırlar.
Bununla birlikte, uzaylılarda sıkça görülen
bir olay da bu varlıkların dinin düşünsel, tefekkür yanı olan tasavvuf
sitemini anlatmaya kalkmalarıdır. Önceleri birtakım doğru
bilgiler sunmuş olsalar da daha sonra olayı iyice saptırıp işi iyice saçmalık
boyutlarına kadar getirmektedirler.
Mesela, vahdeti vücut kavramını yani,
hiçbir zaman var olmamış (parça diye bir şeyin mevcut olmadığı) varlığın Tekliği
anlayışını, var olan varlıkların, parçaların toplamından oluşmuş Panteist
anlayışıymış gibi lanse ederek, Allah kavramını insana monte edip insanlar
arasında dolaştırmaya kalkmakta, yüce tek tanrının, tanrıları, tanrıcıkları
olduklarından ötürü de İslam dininin hükümlerini, ibadetlerini geçersiz
kılmaktadırlar.
Oysa bu insanların ne Kuran'dan ne
Hadislerden ne de büyük İslam mistiklerinin görüşlerinden ve yaptıkları ibadet
adı altındaki çalışmalardan haberleri vardır.
Okudukları birkaç şeyi de birçok
noktayı, ifadeyi göz ardı ederek, yokmuş gibi farz ederek o
anlayışla yorumlamaya çalışmaktadırlar.
Zaten cinler, Allah'a halife olacak
özellikleri bulunmadığından Vahdet Konusunu anlayıp idrak edecek kapasiteden
yoksundurlar. Onlara, dolayısıyla onlarla irtibat halinde bulunan insanlara bu
ilim kapalıdır. Hiçbir şekilde anlayamazlar.
Boyutlar ve bu boyutlardaki
kendileri hakkında verdikleri mesajlarda da kendi içerisinde mantıksızlıklar,
çelişkiler, yanlış, abartılı, uyduruk bilgiler, günü kurtarmak için alelade
oluşturulmuş veriler, insanları sözüm ona acziyette bırakacak büyüklüklerden
bahsedip kendilerini en üst planda tutan ifadeler de oldukça bol bulunmakta.
Mesela kutsal kitapları sayılan ve ülkemizde
yayınlanan tebliğlerinin birindeki "Güneş-Işık boyutu, Işık boyutu- Rab
(yaradan) boyutu, Rab- Işık Evren boyutu, Işık Evren Boyutu- Ruhsal Plan
boyutu, Ruhsal Plan- Atomik Bütün boyutu, Atomik bütün-Realite boyutu, Realite
boyutu-Kristal Gürzün tüm gücü. Sistem işte budur" ifadelerinde bunu
açıkça görebilmekteyiz.
Bir defa, üstten ya da aşağıdan yukarı bakış
olsun fark etmez Rab boyutu, kendi boyutları olan ışık boyutu ile ışık evren
boyutu arasında yer almaktadır ki, bu da her durumda yaratıcının yaratanı
olarak Rabbin üstünde olduklarını ifade etmekte, madde boyutu ile ilgili olan
güneş veya atom boyutu, tamamen yanlış yerlerde yer almakta, kristal gürz ise,
tamamen uyduruk olup gerçekte bir anlamı yoktur.
Elbette, burada başka çelişkiler bulmak da
mümkün. Dikkât edilmesi gereken bir nokta da, dünyada oluşacak bir nükleer
savaşın diğer gezegen ve yıldız sistemlerindeki uygarlıklara yansıyarak onlara
da zarar vereceği yolundaki mantıksız açıklamadır ki, bu
da bilimsel bir fahiş hatadır.
Çünkü, 70 yılda patlatılan bütün nükleer
silahları toplasanız 10 ya da 15 hidrojen bombasını (*) geçmezken, güneşte
saniyede dört milyon ton hidrojen, helyuma dönüşerek her an uzaya zararlı
radyasyonlar yaymaya devam etmektedir. Kaldı ki, bunun büyük ölçekli etkisi de
güneş sistemimizle sınırlıdır.
Bu mesajlarda göze çarpan bir özellik de,
çeşitli sayılarda tekrarlanan cümlelerin bulunmasıdır. Bunun ise, iki nedeni
vardır. İlki, bu tekrarlarla medyumun
beynindeki ilgili hücre grubunun daha fazla devreye girmesini sağlayarak kendileri
ile olan bağlantı gücünü artırmak, İkincisi de, cinler
akla değil, çok keskin bir zekaya sahip olmalarından ötürü mesajların
başını ve sonunu düşünememeleri, devamlı fikir kesintilerine neden olmakta
böylece bu tekrarlarla zaman kazanmış olmaktadırlar. Yine bu zekalarından
dolayı cinler, ölüm ötesine ait gerçekleri de kolay kolay idrak
edememektedirler.
(*) Bir hidrojen bombası, bin dört yüz
atom bombasına eşittir.
İddiaları bitmediği gibi,
çelişkileri de bir türlü bitmek bilmiyor. Alın size bir mantıksızlık örneği
daha: Bir taraftan uzayın on
binlerce, milyonlarca, milyarlarca ışık yılı uzaklığından gelip dünyada
herhangi bir Kaosa, düzensizliğe neden olmamak, normal gidişi bozmamak için
müdahalelerden kaçınmaktalar, ama diğer taraftan da insanlığın, her alanda
iyiliğini düşünen bu varlıklar, yutturabildiklerine tanrısal güçleriyle tüm
dünya ve insanları ve hatta biraz daha uçarak galaksileri, evrenleri perde
arkasından yönettiğini söylemekte, buna karşın onlar için hiç de zor olmayan
güçlerle, geçmişte ve şu anda devam etmekte olan savaşlara, katliamlara,
haksızlıklara, adaletsizliklere, açlık ve sefalete hiç müdahale edip
önlememektedirler. Böylece de insanları, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek
hayallerle aldatmaktadırlar.
Mesela, başta bulunan yetkili birkaç kişinin
beynini irrite etmek suretiyle tüm bunları önleyebilirler. Diyelim ki, elli
milyondan fazla insanın ölümüne, yüz milyonlarca insanın da yaralanıp bu
savaştan birinci dereceden kötü etkilenmesine neden olan Hitler'i
durdurabilirlerdi. Ama olmadı.
Yıllardır, üstün tanrısal güçleriyle
yeryüzünde sevgiyi, barışı tesis etmeye çalışıyorlar, ama gezegenimizde hâlâ
sevginin kırıntısı bile yok. Üstelik, topyekun büyük bir savaşa doğru giden bir
dünyada. Bu yüzden, devamlı geleceğe dönük çeşitli olaylar veya Mehdilerin, Mesihlerin
(bazen onlara aracı olan insanların, bazen de kendilerinin bu önderler
oldukları zannını uyandırarak, vehmederek) gökten geleceklerini, kendilerinin
bir gün uzay gemileriyle herkesin gözleri önünde araçlarıyla inip, kendilerini
bizlere tanıtıp insanların üç günlük egolarını tatmin edecek Altın Çağı
kuracakları vaadinde, kehanetlerinde bulunmakta, bazen de tarih bile vermekte
ama zamanı gelip de bunlar oluşmayınca da bu sefer çamura yatarak, "yapmanız
gerekenleri yapmadınız, ortam ve şartlar oluşmadı, biz sizleri inançlarınız
konusunda deniyoruz..." gibilerinden cümlelerle insanları
kandırıp bu olayın başka bir zamana alındığını söylemekte ve o zaman da bir
türlü gelmemektedir.
Bu kehanetlerde deprem, yanardağ
patlamaları, sel ya da dünya dengelerini sarsacak büyük afetler gibi olaylar da
yer almakta olup söyledikleri yer ve tarihlerde böyle bir şey olmamakta nadiren
olsa bile, oluş şekli ve zamanı hiçbir şekilde tutmamakta bunu da göksel
güçlere sahip kendilerince engellendiği yalanıyla geçiştirmeye, olayın üstünü
örtmeye çalışmaktadırlar.
Bazı söylemlerinde, sahip oldukları güçlerle
bizleri felaketlerden koruduklarını açıkça dile getirseler de sadece
yüzyılımızdaki deprem ve felaketlerde ölen milyonlarca insanı, canlıyı bir
kenara bıraksak dahi, Endonezya depreminde resmi olarak üç yüz bin, kayıplarla
birlikte beş yüz bin insanın her halükarda yaşamaya hakları vardı sanırım, akıl
sağlığını yitirmeyen sıradan bir insana göre.
Zaten, mantıksal bütünlüğe sahip
olamadıklarından, karşılaşma ve kaçırılma olaylarında da hep bu durum
görülmekte olup bir sonra yaptıkları, bir öncekileriyle ters düşmekte bunu fark
edince de başka vizyonlarla kamufle etmeye çalışmaktadırlar.
Sadece uzaylı kimliği ile değil, çeşitli
melekler suretinde, Aziz, Azize, Kutsal kişilikler ya da Hz. İsa (a.s), Hz.
Meryem suretlerine bürünerek de zaman zaman insanlara gelecek birtakım olaylar
hakkında kehanetlerde bulunmuşlardır.
Bunlardan en çok bilineni ise, 13 Ekim 1917
yılında Portekiz'in Fatıma yöresinde üç kardeşin bir ağaç kenarında beliren
ışın topunun içindeki Meryem Ana suretini görmeleri ve bu kişinin, Vatikan'a
verilmek üzere onlara söylediği üç sırrı içeren kehanetidir. Bunun öncesinde de
yine aynı yerde, vınlama sesiyle birlikte beliren ışın topu içinde ışınsal
yapılı çok yakışıklı bir erkek melek görünmüş ve bu melek onlara, bir duayı
öğretip bunu çokça okumalarını tenbih etmiştir. Bu görüşmeler, çeşitli
zamanlarda aylarca sürer (hatta daha da küçükken bu türden varlıkları sık sık
görmekteymişler).
Daha sonra ise, aynı yerde Meryem Ana
görünür ve onlara korkmamalarını, cennetten geldiğini ve her ayın 13' ünde
onları beklediğini söyler. Ancak en son görüşmelerinde ise, eğer altı ay içinde
gelecek olurlarsa onlara büyük bir mucize göstereceğini belirtir.
Çocuklar bunu saklayamaz ve yetmiş bin
kişiyle oraya gelirler. Ancak, her defasında onu gördükçe transa giren çocuklar
dışında hiç kimse, o varlığı görüp konuşamasa da çeşitli duygular içinde olan
kalabalık, yine de normal üstü bir olaya tanıklık ederler. Önce, bulutlar
içerisinden yine vınlama eşliğinde dönerek çok parlak renkli ışıklar saçan
gümüşi bir cisim ortaya çıkar ve buluttan adeta dans ederek aşağıya doğru iner
ve insanların üzerinden hızlıca geçip gider. Öyle ki, yaymış olduğu güçlü ısı
yağmurdan ıslanan insanları ve elbiselerini kurutur.
Sırlar, Vatikan'a ulaşır, fakat iki sır
açıklanıp üçüncüsü saklanır. Sırdan haberdar olan bazı kişiler ise, bunu
politik amaçları doğrultusunda kullanır ve bu da olayı daha önemli hale
getirir.
Kehanetlere baktığımızda ise, olağanüstü
bir yanının olmayıp çok genel ve sıradan şeyler içerdiği görülmektedir. Ancak,
bizler için gelecek nasıl bilinmezliğini koruyorsa, yapıları dolayısıyla bizi
şaşırtacak düzeyde geleceğe ait birtakım vukufa sahip olsalar dahi, büyük bir
oranla onlar için de gelecek, her zaman bilinmezliğini korumaktadır.
Allah'a ayna olabilecek kabiliyetten yoksun
oldukları için de Kader sırrı onlara, dolayısıyla onlarla rezonansta olanlara
tamamen kapalıdır. Oysa ne geçmişte ne de günümüzde,
uzaylıların ve taraftarlarının iddia ettikleri böylesine somut şeyler
olmaktadır. Yani oluşmamaktadır. Üstüne üstlük, kendilerinin belirttiği o
muazzam bilgeliklerine rağmen bugüne kadar da insanlığı aydınlatacak, insanlığa
ışık tutacak, yol gösterecek hiçbir bilgi, buluş, teknik araç da vermiş
değillerdir ve aslında veremeyeceklerdir de.
Yine cinler, tarihte dönüm noktalarını
oluşturan olaylara, toplumlara büyük etkileri olan, onlara yön veren tüm
önderlerin, sanatçıların, bilim adamların... aslında maddeleşmiş birer uzaylı,
dolayısıyla Cin olduklarını lanse ederek insanların aslında hiçbir şey
yapamayan ilkel, aciz daima kendileri tarafından güdülen kapasitesiz varlıklar
olduğu görüntüsünü, imajını zihinlerde oluşturarak biz insanları bu şekilde de
aşağılamaktadırlar.
Bununla birlikte sistemin gerçekte,
yukarıdan aşağıya (özden-dışa) doğru Nur (meleki), Nar (ateş), madde ve
katmanları olan boyutlar şeklinde sıralanırken yanı sıra da insanın, Nurani
boyutlara bilinçsel sıçrama yapıp melekleşme potansiyeline sahipken buna
karşılık cinler ise, bunu başaramayacak özelliklerle yaratılmışlardır.
Cinlerin, Nur boyutunun yoğunlaşmasıyla
oluşan Nari (ateş) boyuttan meydana gelmesi ve melekleri de yaradılış
amaçlarının dışında bir şey yapmayan varlıklar, kendilerini ise, çok zeki
görmeleri nedeniyle, kendilerini meleklerin daha tekamül etmişi daha gelişmişi
olarak algılamakta, bizden daha üst boyutta olup bazı üstün özelliklere sahip
oluşlarından dolayı da insanlardan üstün tür olduklarını görmekte, bu yüzden de
verdikleri mesajlarda bu boyutsal sıralamayı çarpıtarak insanın kaderinin
tabandan tavana, önce sudan, Nura doğru oradan da, ateşe (Nar'a) yükselerek
çizildiğini dile getirmektedirler. Bu sebeple kendilerini bize, bu teknoloji
çağında üstün bilgeliğin ve teknolojinin bulunduğu (insanlar için üst değer
olarak bilinen) meleki boyutların ferdi ve sahibi olarak lanse etmektedirler.
Oysa teknoloji ve ona dayalı bilim, biz
insanlar için geçerli olan şeylerdir. Melekler ve cinler için değil. Çünkü bu
kavramlar Meleki boyutlarda anlamını yitirmektedir. Ve bu bulundukları Nari
ışınsal boyutu da "Ran" veya "Omega"
olarak isimlendirmektedirler. Bu kelimeler de tesadüfi değil. "Ran"
kelimesi, her şeyi ters olarak göstermeye
çalışan ve daima, olumsuz yönde fiilleri ortaya koymaya programlanan şeytaniyet
vasıflı cinlerin bulunduğu Nar boyutun tersten okunuşudur.
İkincisine gelince, İncilin Vahiy bölümünde İsa (as), "Alfa
ve Omega Benim" demektedir yani, "Başlangıç ve Son Benim",
anlamında. Çünkü Yunancada alfa ilk harf, omega da son harftir.
Yani yükselişin, zirvenin en son noktasının Omega dolayısıyla Cin boyutu
olduğunu belirtmektedirler. Ayrıca omega harfi, ( ) sembolüyle gösterilmektedir
ki, dikkât edilirse bu da tipik bir ufonun yandan görünüşünü ifade etmektedir.
Kendilerini Cebrail (as), Mikail (as), ...
v.b. melek ya da Ulu Ruh gibi tanıtan Cinler, bazen kontrol mekanizmalarını
kaybedince kendilerinin aslında birer Rab olduklarını Rablerin Rabbinin ise,
bedenlenerek yeryüzünde kulları arasında açığa çıkacağını belirtmektedirler.
Yani bizlerin yaratıcısı meğer Cinlermiş. Şimdi onlar, insanlara yardım eden ve
tanrıyla iletişimimizi sağlayan tanrının has kulları olan melekler mi? Ya da
tanrıyla bütünleşmemizi sağlayan tanrısal ruhlar mı? Yoksa Tanrıdan, Rablerin
Rabbından üstün konumda olup Rablerini paketleyip bizim aramıza gönderenler
mi?... Görüldüğü üzere çelişkilerin ardı arkası kesilmiyor.
Uzaylı varlıkların, uzayın mekansallık
kısmına değil de, boyutsal ikizine ait varlıklar olduğuna (ki, o zamanda uzaylı
kavramı düşmektedir) ilişkin en önemli bir kanıt da, VVodoo'dan tutun da kabile
dinlerine kadar hepsinde farklı isimlendirme ve suretler eşliğinde hep aynı
benzer tanrı ve bu tanrının eli, kolu, ayağı olan tanrısal ruhların varlığının
söz konusu olmasıdır. İnsanlar, bu tanrısal ruhlar aracılığıyla tanrısal katla
ilişki kurmakta, bazen de onunla birleşmektedirler. Yani, bu tanrısal ruhlar
tarafından yönlendirilmektedirler.
Geçmişte insanlara çeşitli ruhlar şeklinde
görünen cinler, bugün sadece isim ve şekil değiştirip günün popüler konuları ve
anlayışları istikametinde görünseler de ortaya koydukları özellikler hep
aynıdır, değişmemektedir. İnsanları, gerçeği yansıtmayan ve tamamıyla
akıllarını allak bullak etmek için de, önce hayali sistem üstü sistemler,
konseyler, tanrı kere tanrılar, rabler yaratmakta sonra da, bunların
gönderdikleri medyumik peygamberler aracılığıyla kitaplar indirmektedirler.
Böylece de Allah kavramını, Resullük, Nebilik işlevlerini ve dahi sistemi ve
insanın hakikatini anlatan Kitapları basite indirgeyerek bunların aslında
alelade şeyler olduğu imajını oluşturup insanları hakikatten soğutarak dinden
imandan uzaklaştırmayı, dinin hükümlerinin, ibadetleri geçersiz kılmayı yani,
hem enerji hem de şuursal yönlü gelişmeleri engellemeyi amaçlamaktadırlar.
Karşılaşmalarda ya da kaçırılma vakalarında
görülen bir diğer şey de uzay gemilerin üzerinde dikkati çeken ilginç amblem,
sembol, resim ve yazıların bulunmasıdır. Bu şekillerle Cinler, güya bir
taraftan geçmiş toplumlara ait sembol ve dilleri (hiyeroglifleri) çağrıştırarak
o uygarlıklarla da bağlantılı oldukları imajını verirken, diğer taraftan
tamamen farklı, yabancı ve üstün uygarlıklara sahip oldukları düşüncesini
insanda uyandırmaya çalışmaktadırlar.
Zaten uzaylılara inananların bir büyük
iddiası da, uzaylı varlıkların geçmiş dönemde de insan ve topluluklarıyla
irtibat ve hatta dinlerde bile yer aldıkları yönündeki görüşleridir. Gerçekten
de günümüzdeki bazı ilkel kabilelerin tarihten gelen bilgilerine ya da eski Mısır,
Yunan, Hint-Tibet, Amerika kıtasındaki Maya, Aztek, İnka, Kuzey Amerika
yerlileri olan Kızılderililer... vs. yani, kısacası dünyanın çeşitli yörelerine
ait eski uygarlıklara baktığımızda, isim ve bazı küçük şekil değişiklikleri
dışında hep ortak söylemler, algılamalar, vizyonlar bulunmakta olup (bunlar
nesilden nesle anlatımların dışında yazılı metin ya da resimler şeklinde de
mevcuttur); bu söylemlerde de din adamlarının, önderlerinin BDD (beden dışı
deneyim) yoluyla yıldızlara yolculuk ettikleri, orada üstün varlıklar ve
uygarlıklarıyla karşılaşıp onlardan uygarlıkları ve evrensel sırlara ait
birtakım bilgiler aldıkları, hayatlarını ve yaşam biçimlerini bu bilgiler
istikametinde yönlendirdikleri, kiminde, direkt uzaydan gelerek dumanları
arasında beliren uzay araçlarının içinden çıkıp yarı insan, yarı hayvan
görünümlü ya da "nordik" tipindeki insanlar şeklinde o toplumları
ziyaret ettikleri, on emir gibi ahlaki kurallar içeren öğretiler ile dünya ve
uzay hakkında o an için bilinmesi mümkün olamayan bilgiler verdikleri ve bu
bilgilerin bazılarının içinde, insanların atalarının kendileri oldukları (bazen
de bu atalar tamamıyla ruhsal varlıklardır) yıldızlardan dünyaya geldikleri,
onları daima gözetledikleri, içlerinden seçtikleri kişilerle mesajlarını ilettikleri
ve zamanı gelince de yetiştirdikleri ürünleri toplamak için, tekrar yeryüzüne
topluca inecekleri, bunlardan bazılarında da, kendilerini tanrı olarak gösteren
bu uzaylıların kadınları kaçırıp kendi uygarlıklarına götürdükleri ve onlardan
çocuklar edindikleri veya uçkuruna hakim olamayan bu tanrıların yeryüzünde
kadınlarla ilişkiye girdikleri ve hatta bunlardan bir kısmında ise, insanların
gözleri önünde gökyüzünde savaştıkları... yer almaktadır.
Günümüzde ise bu aynı tanrısallıklarını,
insanlarla çeşitli şekillerde görüntülü ya da görüntüsüz olarak bağlantıya
geçip çağın getirdiği modern dille, evrenimizin öz yapısı olan holografik
yapılı enerjiyi projekte edenlerin bile, aslında kendileri oldukları şeklinde
ifade etmektedirler. Yani, evrenimizi dolayısıyla sayısız evrenleri ve
boyutları kendilerinin yarattıkları, var ettikleri yalanını dile
getirmektedirler. Zaten Cinlerin insanları kandırma yöntemlerine baktığımızda bir,
gerçekten o şey hakkında kendilerinin de bilgisi yok ama bilgisi varmış gibi
davranmakta; iki, o şey hakkında birtakım doğru bilgilere sahip olmalarına
karşın bunu bilinçli olarak yanlış sunmaktadırlar.
O dönemde bilinmesi mümkün olmayan birtakım
bilgilerin o varlıklarca, (hatta bazısının ilkel bir durumdaki) o toplumlara,
insanlara verilmesi olayı ise, cinlerin yapıları gereği bizim
algılayamadığımız, hassas cihazlarımızla ölçümleyemediğimiz çeşitli boyut ve
mekanlara vukuf sahibi olmaları dolayısıyla olmaktadır. Ayrıca şunu da hemen
belirtmek gerekir ki, bilinen her doğru bilgi değil, sadece belli bilgiler
onlar tarafından verilmiştir. Bunun dışında, o dönemde Hakikatini bilen
Resuller ve Nebiler aracılığıyla da öğretilen birtakım bilgilerin olmasının
yanında, o dönem insanların kendi yetenekleri dolayısıyla elde ettikleri
bilgiler de bulunmaktadır. Mesela, kalemi ilk olarak bulan, kalemle yazı yazan
ve ilk defa iğne ile elbise dikip giyen insanın, Hz. İdris (as) olması gibi.
Hatta ufocular, biraz daha ileri giderek
Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık içindeki dinsel metinlerde de
uzaylılara ait ifadelerin yer aldığını iddia etmektedirler. Şimdi de, tanrının
uzay araçlarıyla varlığı yönettiği safsatasına dayanak aradıkları ve en çok bel
bağladıkları (konunun anlaşılması açısından içlerinden seçtiğimiz) bazı
ifadeleri görüp hemen ardından bunun açıklamasını yapalım: "...İnsanoğlunun bulutlar
üzerinde kudretle ... gelmesi...", (1)
" İsa (as)'ın İlahi kimliğini seslendiren, nurlu bir bulutun
olması", (2)
" Bulutun, İsa(as)'ı alıp götürmesi...", (3)
"...Bulutla giyinmiş, yüzü güneş gibi parlayan bir meleğin
ayaklarının da ateş direği gibi olması...", (4)
"...Üzerinize bulutlarla gölge yaptık...", (5)
" O gün gök beyaz bulutlarla yarılır ve melekler bölük bölük
indirilir", (6)
"Eğer gökten bir parça düşer görseler, bu derler, birbiri
üstüne yığılmış bir buluttur"
,(7)
"...Kasırgada, ateşten atların götürdüğü İlya...", (8)
" Zekariya Peygamberin birbirinin aynısı dört göksel savaş
arabasını görmesi ve arabaların tunçtan dağlar arasından inmesi, meleklerin
arabacılara dünyayı devriye gezmesi için emir vermesi", (9)
"...Mısırdan çıkan İsrail oğullarına, karanlıkta ateş direği
gibi parlayan bir bulutun
yol göstermesi", (10) "Rabbin izzetinin Sina dağı
üzerinde durması... (ve
Musa (as) ın konuştuğu varlığın güya uzaylılar olması)...", (11)
"...Musa (as)' ın, on emri alması için çıktığı Sina Dağını
örten bulutun, ateş gibi yanması...", (12)
"İşaya Peygamberin, Rabbin, hızla giden bir buluta bindiğini
görmesi...", (13)
" ...Gökteki bulutların İdris (as)' ı çağırması ve etrafı
ateşlerle çevrili, içindeki her şeyin ise kristal yapılmış olan bir mekâna,
gezegene götürülmesi, orayı gezmesi ve dahi başka başka şeyler
görmesi...", (14)
ve en çok bahsettikleri Hezekiel
Peygamberin; "iç içe geçmiş
tekerleğin havada döne döne hareket ettiğini" görmesi
ve aynı kişinin "ortasında ateş gibi parlayan buluttaki
madeni ve gözlerinden ateşler çıkaran (çeşitli insan ve hayvan karışımı
suretlere bürünmüş garip hareket ve davranışlarda bulunan acayip kafalı,
vücutlu, bacaklı) melekleri, hatta tanrıyı bile gökyüzünde tahtına oturmuş
olarak kendi suretindeki kullarını izlerken..." görmesi.
(15)
Aslında bu iddiaların, birden fazla
cevapları bulunmaktadır. Dikkât edilecek olursa, Kuran 'dan alınan ayetlerdeki
bulutların, rüzgârların, tamamıyla ilgisi olmayan zorlamalı tevillerle çarpıtılarak gerçekte
böyle bir şey olmamasına rağmen, ufo oldukları lanse edilmektedir.
Yine uzaylılarla ilgili olarak İncil'in,
kanonik bölüm ve bilhassa dışında yer alan kısımlardaki ifadelere baktığımızda,
birçoğunun sembolik anlatımlar,
soyut açıklamalar olması dolayısıyla konuyla yakından uzaktan bir ilgisinin
bulunmadığı görülmekte, zaten bu da İncil'in kendi içinde bile açıkça
belirtilmektedir. Bunlardan bir kısmının da, ya Hz. İsa (as) tarafından
oluşturulmuş mucizeler veya algıladığı vizyonlar olduklarıdır ki, biz buna
ilgili yazımızda değinmiştik. Ayrıca bunlar, işin temel düşüncesinden,
bütününden yoksunsanız her tarafa rahatlıkla çekebileceğiniz
türden ifadeler olup bu kitapların geri kalan kısımlarında da bu
türden şeyleri çağrıştıracak ya da çağrıştırmamasına karşın yine bu anlamlarda
yorumlanabilecek benzer bir yığın cümle bulabilirsiniz.
Keza, aynı şekilde eski Ahit yani, Tevrat'a
baktığımızda da ufo oldukları iddia edilen anlatımlardan bir kısmının,
gerçekten mucize ya da Resul ve Nebilerin kendi gördükleri birtakım vizyonlar
iken bunlardan bir kısmında da tamamen mecazi ifadeler olduğu görülmektedir.
Zaten dikkât edilecek olursa
melekler, havada görünen her şey hemen, ifadelerin tümü göz ardı edilerek, hiçbir kanıt ve temeli olmayan
uzaylılara monte edilmektedir.
Mesela, onlara göre Hz. Adem ile Hz. Havva'yı
cennetten (yani uzaydaki bir mekândan) dünyaya getirip bırakanlar ya da
ışınlayanlar, Hz. Muhammed (s.a.v)'e
altı yüz kanadıyla görünüp ufku kaplayan Cebrail (as), Hz. Lut (as)' ın yanına
gelen ve şehri altına üstüne geçiren melekler, Hz. İsmail (as)' a dünyaya ait
olmayan Hacer ül Esvet taşını veren melek hep uzaylılar olup, yine Hz. Muhammed
(s.a.v)' in çocukken, başı üzerinde gölgelik yapmak için dolaşan
ya da Hz. İbrahim (as)'ın Kabe'yi inşa ettiği müddetçe tepesinde bulunan bulut
da tıpkı, Hz. İdris (as) ile Hz. İsa (as)' ın göğe çekildiği yeri bildiğimiz
gök zannedip ötelere götürdükleri gibi, hep ufolarmış.
Ancak göz ardı edilmemesi gereken can alıcı
çok önemli bir nokta da, gerek Hint-Tibet metinlerinde, gerekse dünyanın
çeşitli kültürlerindeki mitlerde, gerekse de Tevrat'ın, İncil'in sadece birkaç
yerinde geçen bir üstte de belirttiğimiz bu türden ifadelerden bazılarının ise,
mucize ve sembolik anlatımların
ötesinde, (bilhassa kutsal kitaplar için Peygamberlerden hemen ya da yıllar
sonraki dönemlerde) cinlerin yine, çeşitli kimlik ve adlarla çeşitli algı ve
vizyon oyunlarıyla insanları kandırıp bu türden ifadeleri çarpıtması ve hatta
bunların bile zaman içinde saptırılması sonucu, her türlü görsel, yazılı
metinlere, sanat eserlerine ve kutsal kitaplara geçmiş olmasıdır ki, bu da
kutsal kitapların tahrif edilmesinden başka bir şey değildir.
Zaten, Kitapların tahrifi de yine çeşitli
oyunlarla Cinler aracılığıyla olmaktadır. Keza İnci'lin de, Hz.
İsa (as)' ın semaya yükselişinden 60 ile 110 yıl arasında havarilerin
isimlerine atfen yazılması ve bu yazılanlarda onun birçok doğru olan
rivayetlerinin yanında, bırakın Hz. İsa (as)'ı anlamalarını, bunu kaleme alan
kişilerin (ki Kanonik bölüm dışındaki bölümleri bunlar oluşturur) kendi ruhsal
deneyimlerinin, yorumlarının da bu kitaplarda ek olarak yer almaları ve hatta
bunların birçoğunun da semboller biçiminde anlatılmaları ufo ve benzeri komplo
teorilerini de beraberinde getirmektedir.
Gökteki babanın ona inanmaları halinde; günahlarını yükleneceği
oğluna iman eden yüz milyonlarca insanın, benzer söylemlerle ortaya çıkacak
olan Mesihi Deccale iman edecek olmalarına da hiç şaşmamak gerekir.
Bunu destekleyici güzel bir örnek verirsek,
yine Tevrat'ın Genesis (Yaratılış)
ö.bölümünde
geçen "tanrı oğullarının, insan
kızlarıyla evlenmesi ve çocuk doğurması..." denilen olay
ile, daha önce bahsettiğimiz diğer kültürlerdeki olaylar (bir çoğu o dönemde
birbirlerinden habersizdi, gerçi olmasa da fark etmezdi) hep benzer şeyler olup
bunların da Cin kökenli oldukları kolaylıkla anlaşılmaktadır. Hatta bırakın
eski
dönemlerdeki olayların
birbirleriyle benzerliğini, günümüzdeki (baştan beri değindiğimiz) karşılaşmalar, kaçırılmalar ve bunun
sonucundaki uzay ya da yıldızlara yolculuklar, başka üstün varlıklarla
tanışmalar, uygarlıklarda gezintiler, öğütler, ahlaki ve dinsel öğretiler,
uzaylıların, uzaylı tanrıların tecavüzleri, Kuran ve Hadisleri çarpıtmalar... vs.
de görüldüğü üzere tamamıyla aynıdır.
Cinler, çağlar öncesindeki ilkel
diyebileceğimiz insan vehimleri üzerinde de oldukça büyük etkilerde bulunarak
büründükleri çeşitli (bilhassa hayvan) suret ve kılıklarla onları istedikleri
doğrultuda yönlendirebiliyor, onlar için büyük fitne haline geliyorlardı. Bugün
modern bilim adamlarınca (ki bunların önde gelenlerinden ikisi Prof. Dr.
Stanislav Groff ve Stanley Krippner'dir) belirtildiği üzere, bu insanların da algı
ötesi boyutlara girdikleri, o boyutlardan etkilenip elde
ettikleri bilgilerle hayatlarını yönlendirdikleri artık bilinmekte olup bunlar,
mağara duvarlarına yaptıkları resimlerinden okunabilmektedir. Öyle ki, bu
insanların rahatlıkla transa girebilmek için akustiği çok iyi olan mağaraları
seçtikleri, algı değişikliği yaratan birtakım uyuşturucu otlar kullandıkları
(ya da yönlendirildikleri, kullandırıldıkları) da bilinmektedir.
Kısacası, eski insanlara, toplumlara kendi
anlayışlarına, şartlanmalarına, kültürlerine, bilgi düzeylerine göre çeşitli
varlık suretleri, ateşten at arabaları, ejderha kafalı uçan gemiler, çeşitli
taşıtlar, bazen de geleceğe yatırım için uçan daireler şeklinde ve bunlarla
gezen yine çeşitli tanrısal varlık suretleri biçiminde vizyonlar gösterirken,
günümüz insanına da çağımızın bilgi ve anlayış seviyesinde, popüler konuları
istikametinde modern astronotlar, üstün vasıflı uzaylılar, uzaylı tanrılar
şeklinde görünmektedirler. Şekiller farklı, tarzlar hep aynı.
Kültürden kültüre değişimi en iyi belgeleyen
olaya bir örnek verirsek, 1896 yılında
Amerika'nın batısındaki insanların, o
dönemde popüler olan Jules Verne' nin
romanında anlatılanlara benzer dev zeplin ve balonlardan... oluşan hava
taşıtlarını görmeleridir. Hatta, yine o dönemlerde yere inen zeplinden dışarı
çıkarak onlarla çeşitli türden karşılaşmalarda da bulunup, insanları aynı
şekillerde zeplinlerle kaçırmışlardır. Bunu daha iyi anlamak için, 20' li, 30'
lu yılların filmlerine bakmak yeterli. Çünkü, bu filmlerde geleceğin dünyası, o
döneme ait gökdelenler arasında havada uçan yarasa tipli pervaneli uçaklar,
zeplin taksiler, çeşitli biçimlerdeki balonlar... şeklinde hayal edilmekteydi.
Resul ve Nebiler tarafından anlatılan Mecazları, sembolik
ifadeleri gerçekmiş gibi, insanlara algılatan, kişinin ve varlığın özünde olanı
da hep ötelerde aratan, gösteren cinlerin ya da uzaylıların bu
yalanlarını çürüten en büyük delillerden birkaçı ise sırasıyla;
Gerçekte tanrı ve tanrılık
kavramının olmayışı, meleklerin gökten değil, kişinin özünden
gelmesi (meleklerin kanatlarının olmasının, Cebrail (as)'ın ufku
kaplamasının... vs. ne anlama geldiğine Enerji-Melek başlıklı yazıda oldukça
değinmiştik),
Hz. Adem ile Hz. Havva (as)' ın cennetten
inişinin mekansal bir ortamdan olmayıp; yeryüzünde
doğup yaşarken cennet yaşantısı olarak tarif edilen, bilincin sınırsız
yaşamından maddesel, beş duyu değerler dünyasına şuursal anlamda boyutsal
inmesi,
Hz. İdris (as) ile Hz. İsa (as)' ın
bildiğimiz anlamda bedenen ve de mekansal bir uzaya değil, hem Ruh hem de
Bilinç anlamında boyutsal olarak göğe (semaya) alınması, eğer bunlar Hz. Muhammed
(s.a.v)' in miracı gibi görünüyorsa bu ifadelerden anlaşıldığı
gibi, miracın yeryüzünde ya da efal (çokluk) boyutunda geçen bir şey olmadığı,
kavimleri helak eden meleklerin, maddenin
özü olması dolayısıyla bu kavimlerin doğal afetlerle yok olması ve insan
beyinlerini etkilemeleriyle maddesel görünmeleri,
Zebur, Tevrat ve İncil'in içinde birtakım
doğruları barındırmış olsa da, belli bir kısmının bozunuma uğramaları ve
hükümlerinin artık geçersiz oluşu,
"Kuran ve İnsan ikiz kardeştir"
hükmünce, evrensel sistem ve düzeni okuyup Kuran'ı yaşayan Keşif ve Fetih sahibi
evliyanın bu ifadeleri hiç böyle yorumlamamaları ve böyle bir şeyi kabul
etmemeleri,... vs. dir.
Bunların yanında, geçmişteki bazı
söylemlerin de eski toplumların güç yetiremediği ve nedenlerini bilemedikleri
tüm tabiat olaylarına, olgularına yaratıcı diye tapınmaları, atmosfere girerek
ateş çıkaran meteorları, ışın topları... v.b. doğal fenomenlere de bu gözle
bakarak onları tanrı olarak görmeleri sonucu oluştuğunu yine, eski
medeniyetlerde (ki Tevrat'ta da vardır) gök gürültüsünü, şimşekleri, yıldırımları
ateş saçan bulutlar şeklinde nitelendirip bunlara tanrıların öfkesi, tanrıların
kavga edişi şeklinde inanmalarını da belirtmek gerekir.
Bugün maalesef bazı âlimler, hadis ve
ayetlere rağmen, cinlerin etkilerini basit
vesveseler düzeyinde gösterip, güçlerini hafife alarak bu
varlıkları, neredeyse bize hiç dokunmayan, tamamen soyut canlılarmış gibi yok
saymakta, buna neden olarak da İslam'da onlar hakkında yeterli ve detaylı
bilgilerin bulunmadığını dile getirecek kadar da cahilliklerini sergilemektedirler.
Bazı ilim sahipleri de şaşılacak düzeyde
(kendilerine yakışmayacak bir biçimde), açıklayacak ilim ve basirete sahip
olamamanın hırçınlığı ile cinlerin yapılarının nelerden meydana geldiğinin
aslında hiç de önemli olmadığını açıkça belirtmektedirler.
Elbette hiç önem vermedikleri bu yapılar ve
dolayısıyla onların yer aldığı olaylar içinde kendilerini bulduklarında
imanlarının onları ne kadar koruyacağını yaşayarak göreceklerdir, Kuran ve Resulullah
açıklamalarına göre.
Kaldı ki, evrenin çeşitli katmanlarında
yaşayan birçok varlık türünde olduğu gibi, insan türünün imtihanı da cinler
aracılığıyla gerçekleşmektedir. Yani, cinler insanlar
için birer imtihan aracıdır.
O halde, "cinlerin yapılarını ve
haliyle insanları etkileme sistemini bilmenin ne yararı var?" diye
bir soru soracak olursak, bunun cevabı onları tamamen inkar etmek ya da belli
yönlerini bilip diğer yönlerini bilmemek veya kabul etmemek, bu varlıklara
karşı belli tedbirlerin alınmaması, onlara karşı beyindeki belli devrelerin harekete
geçmemesi, dolayısıyla bizdeki gerekli ilgili güçlerin, kuvvelerin, melekelerin
ortaya çıkmaması demek olacaktır ki bu da, aynı zamanda o varlıkların etki
alanlarının daha da genişleyeceği anlamına gelir.
Yani, onlara iman etmek kişiyi iman dairesi
içinde tutmasına karşın, yeterince korunmamak, korunulmayan noktalarda insanı
çeşitli azaplara, sonucunda da kendi hakikatini tanıyamama cezasını getirir.
Çünkü cinlerin iki tür etkisine karşın iki tür korunma sistemi bulunmaktadır.
Birincisi enerji yönlü İkincisi de, bilgi ve bilinç yönlüdür. Bunlardan sadece
biri tam anlamıyla koruma oluşturmaz. Tıpkı şeytana karşı onca besmele çekip,
korunma dualarını okuyup çeşitli ibadetler yapmamıza rağmen gerek ibadetler
sırasında, gerekse de yaşamımızda onların her türlü vesvesesine, dünyaya dönük
ilhamlarına karşı koyamadığımız ya da fark edelim veya etmeyelim yine de
onların çeşitli oyunlarına gelmemiz gibi.
Üstelik bu durum, hac sırasında Kabe gibi
bir yerde bile oluşabilmektedir. Enerji yönlü yani, dua, zikir...(ruh gücü) ile
korunma, onların birçok yönlü fiziksel etkilerine karşı bir korunma sağlarken,
onların en çok kullandıkları yöne karşı, bilgi ve bilinç yönlü korunma yani,
çeşitli bilinç seviyesindeki insanlara, nasıl bir yapıyla, nasıl bir sistem ve
düzenle ne tür ve ne şekillerde vehim, vesvese, kötü düşünceler, çeşitli türden
yönlendirmeler, dünya değerlerine dönük fikirler ilka edip, blokajlar
oluşturduğunu ve kişinin bunları nasıl fark edip o fikirlere, kayıtlanmalara
karşı nasıl alternatif bir düşünce ve davranış sergilemesi gerektiğini
öğrenmesi, bilmesidir. Bir şeye karşı tedbir almak için önce o şeyin ne
olduğunu bilmek gerekmez mi?. Alınan tedbir, bilinmeyen ve görülmeyen (ki bu
onların en büyük silahıdır) bir şeye değil de, bilinen ya da görünen bir şeye
karşı değil midir?.
Yedi "İnsanı Kamil"den biri ve bir
başka İnsanı Kamil olan A. Kadir Geylani hazretlerinin
de torunu A. K. B. İbrahim El Çili hazretleri
de, İnsanı Kamil adlı
eserinde, şeytanın beşeri vücudunda (bu bildiğimiz madde beden değil, beyindir,
bilinçtir) Allah'ın esması kadar yani, 99 tane zuhur yerinin olduğunu
belirterek, Allah'ın yedi sıfatına karşılık da yedi zuhur yerini açıkladığı 5.
bölümdeki ilim zuhurunda ise İblis'in, " vallahi bana göre bin alimi
aldatmak, imanı çok güçlü bir cahili kandırmaktan çok daha kolaydır" dediğini
yazar. İblis'in yedinci zuhur yeri olarak da, velayetten bir önceki Mülhime
Nefs denilen ilham alan Ariflere oynadığı oyunları anlatır.
Tek dünya ve evren imparatorluğu için (ki sonsuz evrende ne ifade ediyorsa)
tanrılarıyla birlikte yeryüzünde maddesel olarak açıkça görünecek uzaylılara
yani, cinlere karşı da tek silah, enerji yönlü olanın ötesinde yine
bilgi ve Bilinç yönlü olan korunma türüdür. Yani, her ikisi de
olmalıdır.
Şimdilik, bu bu konuya bir nokta koysak da,
elbette anlattıklarımız burada bitmedi. Belki de yeni başlıyor; yıldızlar
ötesinden kendince ilahi mesajlar da çeşitli kanallar vasıtasıyla her an akmaya
devam ediyor kah sıradan bir insana, kah mevki sahibi birtakım insanlara,
hayallerin efendisinin, eski çağlarda olduğundan daha da görkemli göksel
şölenle (ilk defa) yeryüzüne gelmekte olduğunu, haberdar etmek için...
Kaynakça:
Ruh, İnsan, Cin / Akıl ve İman / Kendini Tanı / Hz. Muhammed Neyi
Okudu / Muhammed Mustafa II / Evrensel Sırlar / Tekin Seyri / Dua Ve Zikir /
Sistemin Seslenişi II / Kendini Tanı / İnsan Ve Sırları II / İnsan ve Din - Ahmed
Hulusi
Atmosfer / Soru, Yanıt / Fado - Ahmed F. Yüksel -
A dan Z ye Astroloji I
- Nuran Tuncel
İnsanı Kamil - A. K. İ.
El Ceyli
Mistik Düşünce ve yeni
Fizik - Michael Talbot
Peygamberler Tarihi - Bünyamin
Ateş
Allien İnvasion Week /
Fire of Bali - Discovery Channel
Zamanda yolculuk - J.
H. Brennan
Evrendeki Bilinmeyenler
-Jenny Randles
Geleceğe ait Kitle
Rüyaları - Dr. Chet B. Snow, Dr. Helen
VVambach
1.
Matta 24-30, Luka 24-4/5
2.
Matta 17-5
3.
Resullerin İşleri 1-9/10
4.
Vahiy 10/1
5.
Kur' an (2-57) Ayrıca bkz. (2-210), (7-160)
6.
Kur' an (25-25)
7.
Kur' an (26:52/44)
8.
Krallar II, 2/11-12)
9.
Zekarya 6/1-7)
10.
Exodus (çıkış) 13/21-22)
11.
Exodus (çıkış) 24/16)
12.
Exodus (çıkış) 24/ 15-17
13.
şaya 19/1
14.
İdris' in Kitabı
15. Hezekiel 1/16-18)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar