Print Friendly and PDF

ÇOK YÖNLÜ KİŞİLİK MASALI

Bunlarada Bakarsınız






            Sanatçı ve entelektüel yanı ağır basan, Wisconsin'li genç kız Sybil son derece yetenekliydi. 31 yaşındaydı ve 170 IQ'luk bir zekâ puanına sahipti. Ama herşeyden önemlisi, Sybil,İsabel Dorsett in, kendisini tıp tarihine yazdıracak kadar ender olarak görülen bir özelliğinin bulunmasıydı. Sybil, yedek oyuncuları ile birlikte tüm bir futbol takımını içine saklamıştı, çünkü kendi benliğinde tam 16 farklı kişilik barındırmaktaydı.
            Farklı isimlerde olan Sybil benlikleri, ayrı ayrı beğeniler ve becerilerle, hatta kendilerini farklı ifade etme biçimleri ve birbirinden değişik konuşma tarzları ile ortaya çıkıyorlardı. ''Peggy'', Sybil'in açıklamalarına göre, ''kendine emin'' ve ''ihtiraslı'', ''Marcia'' daha çok depresif olarak tanımlanırken ''Vanessa'' yaşam doluydu. Müşfik ve sanat düşkünü olan ''Victoria Antoinette Scarleau'', kendisine yakın bulduğu arkadaşı ''Dul Marion Ludlow'' ile düzenli olarak konserlere ve müzelere gidiyordu. Bunların dışında ''Mike'' ve ''Sid'' adındaki iki ''delikanlı'' da, Sybil'in erkek kişiliklerini temsil ediyorlardı.
Genç kadın onbir sene süreyle, Wilbur'un New York Park Avenue'daki muayenehanesinde tam 2354 seansa katıldı. Wilbur bu arada hastasını, gazeteci Flora Rheta Schreiber ile de tanıştırdı. ''Science Digest'' adlı derginin, psikolojik haberleri sayfasından sorumlu olan bu muhabir, Sybil'in hikâyesini uzun bir roman halinde ortaya koydu.
           
''Sybil''in uluslararası psikoloji sahnesine çıkmasından tam 25 yıl sonra, genç kızın durumunun ''tuhaf'' bir hastalık olarak gösterilmesi olayını 66 yaşındaki New Yorklu psikolog Robert Rieber , ''Kendilerine psikoloji tarihinde önemli bir yer arayan kişilerin, yüzyılımızda yarattıkları en büyük psiko skandalı'' olarak tanımlanıyor.
San Francisco'da yapılan, Amerikan Psikoloji Birliği toplantısınıda, Rieber verdiği raporda ise, ''Sybil olayını'', haince tasarlanmış bir düzmece olarak bildirdi. Buna kanıt olarak kendi bürosunu toplarken, tozlu çekmecelerde bulduğu ses kasetlerini gösterdi.
Rieber, bunları 1972 yılında, o zamanlar kendisi gibi Manhattan'daki John Jay College'de görevli olan Flora Schreiber'den edinmişti. Hatırladığına göre, yazar, psikiyatrist Wilber ile birlikte, Sybil'in kişilikleri hakkında yazdığı raporu yayımlayacak bir gazete arıyordu. Tüm girişimleri başarısızlıkla sonuçlanınca, Schreiber son çare olarak arkadaşı Rieber'e başvurmuştu ve ona bir düzine kaset vermişti. Rieber bu kasetleri dinlemeye çalışmış, ancak kayıtları çok kötü olduğundan ve kendi çalışmalarına da yararlı bulmadığından, bunları çekmecesine koyarak unutmuştu.
Geçen yıl, ''Sybil olayı'' yeni bir ekspertiz tartışmasında, gündeme gelince, aklına bu kasetler gelmiş. İki ay sonra iki tane kaset bulan Rieber, bunları tekrar dinledikten sonra adeta şok olmuş. Duydukları şimdiye kadar, esrarengiz Sybil İsabel Dorsett olayının gerçekten de hayali bir eser olduğunu ispatlayacak en önemli bilgileri vermekteydi. Herbiri bir saat kadar süren kasetlerde, terapist Wilbur ve gazeteci Schreiber, plandıkları kitabın içeriği, kompozisyonu ve dramatürjisi hakkında konuşuyorlar. Rieber'e göre Sybil'de muhakkak bazı davranış bozuklukları vardı, ama kesinlikle farklı kişiliklere sahip değildi.
            Cornelia Wilbur hastasını nasıl yönlendireceğini, çok ustaca kavramıştı. Farklı kişilikleri Sybil'in ağzından alabilmek için, çeşitli yollara başvurmuştu. Aslında bu kişilikleri yaratan ve onlara çeşitli karakteristlik özellikler veren aslında hastası değil, terapistin kendisiydi.
            Psikiyatrist Wilbur hastasını, Sigmund Freud'un insan ruhunu her türlü ''utravma'' dan daha fazla etkileyebilecek anahtar sözcüklerle telkin etmişti. Sybil, kısa bir süre sonra, çocukken anne ve babasının yatak odasında uyuduğunu ve onları cinsel ilişki sırasında gördüğüne inanmıştı.
            Aynı zamanda terapist olarak, hükmedici gücünü kullanan Wilbur, Sybil'i telkin edici sorularla gerçekte hiç yaşamadığı olayları hatırlamaya zorlamış. Kasetlerdeki konuşmalara göre, annesi Sybil'e işkence zoru ile kendi piyano çalışını dinletmişti.
            Gerçekte hiç yaşanmamış, tamamen zorlamayla ortaya çıkarılan bu anılar, yazacakları kitap hakkında yeni bir fikir vermesini sağlamıştı: Sybil'in annesi, riyakar, kötü ve vicdansız olarak gösterilmeliydi.
            Sybil'in fantastik gibi görünen anılarını daha etkili hale getirmek için, Schreiber ve Wilbur, genç kızın annesinden nefret etmesinin uygun olacağına karar vermişler: ''...annesinden nefret etmeli, ne kadar acıklı olursa, o kadar iyi...'' (band kayıtları). New York'lu analizci, Sybil'de bu nefret duygularını uyandırmakta hiç zorlanmadı.
            ''Biz bu kitabı histerik bir hastanın, dert ortağı tarafından yazılmış, kötü bir romanı olarak değerlendirmiştik'' diyen psikologlar, kitabın ne kadar büyük bir başarıya ulaşacağını tahmin edememişlerdi. Oysa kitap adeta yok satıyordu, 1976 yılında filmi de çekildikten sonra (başrol oyuncusu Sally Field), olağanüstü gelişmeler yaşanmaya başlandı. Birden bire çok sayıda, tıpkı Sybil'de olduğu gibi, birden fazla kişiliklere sahip hastalar ortaya çıkmaya başladı.
           
Bu garip sendrom psikologlar arasında öyle etkili olmuştu ki, adı ''Çok yönlü kişilik sorunu''(MPS) olarak anılmaya başlandı. Daha henüz 1990 yılına gelindiğinde, Amerikalı psikiyatristler 20000'den fazla hasta üzerinde bu rahatsızlığın teşhisini koymuşlardı. Tedavi edilmeyenlerin sayısı ise yaklaşık olarak iki milyon olarak tahmin edilmekteydi. Batı Avrupa'da da bu hastalık sıkça görülmeye başlanmıştı.
Bu hastalığı başından beri, ''Yeni biçimiyle ortaya çıkan histerik rönesans'' olarak değerlendiren ve bunu durdurmaya çalışan bir grup psikolog arasında yer alan, Hannover Tıp Yüksek Okulu'ndan Hinderk Emrich bazı hastalarında bu psikolojik durumun nasıl ortaya çıktığını bir türlü anlayamamış. Bu hastalığı olasılıkla bizzat psikologların, suni yollarla aşıladıklarına inanıyor. O zamanki hastalarda sözde ortaya çıkan kişiliklerin, farklı ten ve göz renklerine veya farklı bağışıklık sistemlerine rastlanmasını ise, Emrich bir ''sihirbazlık'' hikâyesi olarak yorumluyor.
            Sendrom henüz başlangıç aşamasındayken, iştahsızlık, depresyon ve diğer rahatsızlıklardan şikâyetçi olan hastalar, nedense çocukluklarında cinsel şiddet gibi olaylara maruz kaldıklarını anlatmaya başlamışlar.
Peki bu insanlar, yıllarca kendilerine acı veren ve gaddarca uygulanan bu işkenceleri neden unutmuşlardı?
Terapistlere göre bunun açıklaması çok basitti. İnsanlar, sorunlarından kurtulmak için, bunları yenmek zorundaydılar.
            ''Çok yönlü kişilik sorunu'' kazançlı bir medya konusu olmaya devam ediyordu. Daha geçen günlerde, bir Alman radyo kanalı (Hessiche Rundfunk), Almanya'da söz konusu psikolojik rahatsızlıklara sahip olan, yaklaşık 40000 kadın ve erkeğin bulunduğu haberini geçiyordu.
            Amerikan televizyonunda ise Oprah Winfrey adındaki bir talk showcu, kişilik sorunları olan hastaları programına davet ediyor, daha sonra da kendisini, cinsel şiddete maruz kalmış bir kurban olarak açıklıyordu. ''Soap Opera'' yıldızı Roseanna, 21 tane kişiliğe sahip olduğunu ve bunlardan birinin ''Bambi'' diğerinin ise ''Tacizci'' olduğunu söylüyordu.
            İstatikçilerin verdikleri bilgilere göre, söz konusu rahatsızlığa yakalanan on kadından dokuzu beyaz tenliydi. Her hasta ortalama olarak yedi sene süreyle psikolojik tedavi görmüş ve bunların %0'ı depresyon geçirmişti. Yaklaşık olarak üçte ikisi intihar etmeye kalkmış, hemen hemen hepsi ilaç bağımlısıydı.
            Bu ilginç psikolojik rahatsızlıklar üzerinde uzmanlaşmış olan Amerikalı psikiyatrist Diane Humenansky (Minneapolis), hastalarına yoğun miktarda ilaç tedavisi uyguluyordu. Korkuya karşı Valium, Xanas ve Ativan, depresyonu önlemek için Prozac ve diğer zihin açıcıları ve uyku bozukluklarını tedavi etmek içinse Restoril kullanıyordu. Humenansky'nin düşüncesine göre, insan ne kadar çok ilaç alırsa, geçmişteki olayları o kadar iyi hatırlayabilirdi.
            Söz konusu hastalar, terapistler tarafından kolayca hipnotize edilerek, gençliklerinde yaşadıkları olayları anlatabiliyorlardı. Örneğin Humenansky'nin bir hastası (Elizabeth Carlson), terapistin etkisi ve isteği üzerine, ''Satan'' (şeytana tapanlar tarikatı) ayinine katıldığını hatırlayarak, tüm ayrıntılarına anlatmıştı: ''Ortadaki bir sunak üzerinde yeni doğmuş bir bebeğin etenesi bulunmaktaydı, etrafındaki kukelatalı adamlar bu kanlı dokuyu yemekteydiler''... Elisabeth, sözde şeytanın ruhani lideri olmuş ve bu törensel yemeğe davet edilmişti.
            Vücudunda 25'ten fazla kişiliğin dolaştığı söylenen, bu hasta kız için, terapiler zamanla hayati tehlikeler yaratmaya başlamıştı. Elizabeth saçlarını yoluyor, kafasını duvarlara vuruyordu. Daha sonraki açıklamalarına göre, genç kız kendini öldürme safhasına gelmişti.
Şans ve tesadüf eseri, Elizabeth'in annesi, kızının terapisti tarafından etkilendiğini fark edebilmiş ve Humenansky'i mahkemeye vererek, 2.5 milyon dolar tazminat almıştı.
Son çocuğunun doğumundan sonra, ağır bir depresyon geçiren Patricia Burgus, Chicago'daki St. Luke's hastanesinde altı yıl psikoterapi tedavisi gördükten sonra, kendisine ve iki çocuğuna haksızlık yapıldığını ileri sürmüştü. Burgus daha sonra mahkemede, doktorların kendisini hipnotize ederek, yine bir ''Satan'' ayinini hatırlamaya zorladıklarını ifade etmişti. Burgus'un hatıralarından çıkan bir olaya göre, kocası ona ''şüpheli'' bir etten yapılmış bir hamburger veriyor. Hasta bu olayları terapiste anlatırken, güya bunun insan eti olup olmadığını kontrol ettirmesini rica etmişti.
            Patricia Burgus tüm diğer hastalar gibi, birçok erkek tarafından cinsel tacize uğramıştı. Diğerlerinden farklı olarak bu sefer hasta, kendi çocuklarına karşı kötü muamele yaptığını da hatırlıyordu. Bunun üzerine Burgus'un dört ve beş yaşlarındaki iki çocuğu da tedavi altına alındı. Çocuklara tedavi sırasında çeşitli işkence aletleri gösteren doktorlar, kafalarında ''kötü'' anne imajını yarattılar... Carlson ve Burgus gibi tatsız olaylar yaşayan milyonlarca kişi bulunmakta. Ancak özellikle Amerika'da, psikologların karierlerini korumak için, bu tür vakalar mahkemelere yansıtılmadan çözülmeye çalışılıyor.
            Nilgün Özbaşaran Dede
Kaynak: Spiegel, 44/98

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar