DİVAN-I HAFIZ-I ŞİRÂZİ’DEN
366
Sevgiliyle
ahdim var: Can, bedenimde oldukça civarını arzulayan âşıklarını kendi canım
gibi aziz tutacağım.
Gönlümün
dileğince bir halvetim var, artık kötü söyleyenleri ne düşüneyim, ne derlerse
ko desinler!
Evimde
bir selvim var ki boyunun sayesinde bahçedeki selviden de ayrıyım, çayırlıktaki
şimşirden de.
**
Güzellerden yüz bölük asker gönlüme kastederek pusuya girse yine korkum
yok.. Tanrı’ya şükürler, minnetler olsun, benim ordular bozan bir gönlüm var.
**Lâl
dudaklarının hatemiyle Süleymanlıktan dem vursam yeri var. İsmi âzam benimle
olunca Şeytan’dan korkar mıyım?
*
Ey ârif pir, beni meyhaneye gidiyor diye ayıplama. Kadehi terketmeme imkân
yok. Tövbe etsem bile tövbe tutmayan bir gönlüm var!
Ey
rakip, Allah için olsun bu gece gözünü yum. Onun sükût eden lâl dudaklarıyle
gizlice konuşacağım yüzlerce bahis var!
Hamdolsun
Allah'a, sevdiğim ikbal gülşeninde salınıp gezdikçe ne lâleye meylim var, ne
Van gülüne, ne de yaban gülünün yaprağına!
Hafız,
yüzlerce mihnetten, yüzlerce meşakkatten sonra şehirde rintlikle meşhur oldu,
fakat mademki âlemde Emineddin Hasan’ım var, ne gam!
Merâ
ahdîst bâ canan ki tâ can derbeden dârem
Hevâdârân-ı küyeşrâ çü cân-ı hışten dârem
Hevâdârân-ı küyeşrâ çü cân-ı hışten dârem
367
Gizli
işret yolunda hoş bir güzelim var ki zülfüyle yanağı yüzünden âdeta ateşte
nalım var!
Âşıkım,
rindim, pervasız şarap içmekteyim. Bütün bu rütbe ve mevkileri o periye benzer
huri yüzünden kazandım.
Rintlerin
köşküne bir adım atsan yok mu? Şeker gibi şiirden mezem var, tortusuz sâf
şarabım!
Sen,
beni böyle hor, hakir tutar, bana cefa edersen ben de seher çağında ah eder,
zülfünü perişan bir hale korum!
Sevgilinin
bu pas renkli hattı, bu çeşit yüz gösterip durursa sarı yüzümü kanlı
gözyaşlarıyla bezeyeceğim.
Bakış
oklarınla saçlarının ipini getir ki benim yaralı ve belâlar çeken gönülle
savaşlarım var!
Hafız,
mademki âlemin gamı da geçer, neşesi de, hatırını hoş tutman daha iyi!
Der
nihanhane-i cişret sanemi hoş dârem
Kezser-i zulf u ruhaş nal derâteş dârem
Kezser-i zulf u ruhaş nal derâteş dârem
368
Gerçi
saçlarından işim düğümlendi ama düğümlendiği gibi keremiyle açılacağını da
umuyorum.
Yüzümün
kızıllığını neşeden sanma. Şarap kadehi gibi gönlümün kanı yanağıma aksetmiş!
Çalgıcının
çaldığı perde ihtiyarımı elden alacak. Ah eğer bu perdeye girmeme müsaade
etmezlerse Ben öyle bir sihirbaz şairim ki söz afsuniyle kamış kaleminden daima
ballar, şekerler yağdırmadayım.
**
Yüzlerce ümitle bu çöle ayak bastık, ey kaybolan gönlümün kılavuzu, bizi
terketme!
Öyle
hızlı gitmektesin ki seni, yel uğrağında bile görmeme imkân yok. Bilmem ki
sevgiliye kiminle bir haber göndereyim, kime şunu söyle diyeyim?
Bahtımın
gözü, sevgilinin efsanesiyle uykuya daldı. Nerde bir inayet rüzgârı ki beni
uyandırsın!
Geceleyin
bu perdeden içeriye onun düşüncesinden başka kimse girmesin diye bütün gece
gönül hareminin bekçisi oldum.
Dün
gece, “Hafız, baştan başa riyadan ibaret” diyordu. Fakat kapısının
toprağından başka neyle, ondan gayri kiminle uğraşıyorum, başka ne işim gücüm
var ki?
Gerçi
uftâd zizulfeş girehi derkârem
Hemçunan çeşm-guşâd ezkeremeş midârem
Hemçunan çeşm-guşâd ezkeremeş midârem
369
Maddî
manevî, elimizdekini, avucumuzdakini hep meyhane yoluna sarfettik. Ettiğimiz
duaların hepsini sevgiliye bağışladık!
Deli
gönle vurduğumuz şu dağ, yüzlerce akıllı zahidin harmanına ateş salar.
Yüzümüzü
bu virane dünyaya konduğumuz gündenberi ezel padişahı, aşk gamının hâzinesini
bize verdi.
Hırka
giyip ona göre amelde bulunmayanlardan daha ziyade münafık kimse yok,
münafıklıktan kaçınmak için hırka giymekle beraber bu rindane şiveye büründük.
**
Bu başı dönmüş gemi nasıl gidebilir, imkân mı var? Canımızı o tek incinin
sevdasına verdik!
Tanrı’ya
şükrolsun ki akıllı, anlayışlı diye lâkap taktığımız da bizim gibi âşıkmış,
bizim gibi dinsizmiş!
Hafız
gibi senin bir hayaline razıydık. Fakat Yarabbi, ne yoksulca himmete, ne bigâne
meşrebe malikiz ki!
*
Bundan böyle güzel sevmeme, onların sevgisini gönlüme almama imkân yok; bu
evin kapısını sevgilinin dudağıyle mühürledik.
Mâ hâşıl-ı bod ber der-i humhâne
nihâdim
Mahsül-i du’a derreh-i cânâne nihâdim
Mahsül-i du’a derreh-i cânâne nihâdim
370
Yolunun
toprağına yüzlerce defa yüz koyduk. Halkın teveccühünü de bir tarafa attık,
nefretini de.
*
Zayıf gönlümüze cihanın yükünü yüklemedik. Bu bağlanmış yükü, dengi bir kenara
koyuverdik.
Medresenin
damını, kemerini, dedikodusunu, mübahasesini kadeh ve ay yüzlü sâki yolunda
terk ettik.
Takva
mülkünü askerle almadık, saltanat tahtını güçle kuvvetle elde etmedik.
Sevgilinin
gözünün denizindeki dalga ne oyun oynayacak acaba diye sihirbaz gözlerinin
işvelerine vurulmuşuz.
Serkeş
zülfü olmayınca kara sevdalı başımızı, aşk sersemliğiyle menekşe gibi dizimize
koymuşuz.
Ümit
bucağında hilâl gözleyenler gibi istek gözünü o mukavves kaşa tuttuk.
**
Bir işarette bulun, bir emret, iki ümitli gözümüzü o mukavves kaşlara diktik,
beklemekteyiz.
Hafız,
kaybolmuş gönlün nerde? dedin., nerde olacak? O büklüm büklüm saçların
halkalarında!
Mâ piş-i
hâk-i râh-ı tu şed rü nihâdeim
Rüy-u riyâ-yı halk beyek sû nihâdeim
Rüy-u riyâ-yı halk beyek sû nihâdeim
371
Biz
gamsız sarhoşlar, gönlümüzü aldırmışız, aşkla haldaşız, şarap kadehiyle
solukdaş!
İşimiz,
sevgilinin kaşlarıyle açılalıdan beri bize nice melâmet yayları çektiler!
Ey
gül, sen daha dün gece sabah şarabı dağını göğsüne dağladın, fakat biz, o
şekayıklarız ki bağrımız dağlı doğduk!
Pirimugan,
tövbemizden incindiyse de ki: Şarabını bulandırma, sâf tut, özür dilemek için
huzurunuzdayız.
Ey yol kılavuzu, iş senden biter, medet et, insafa gel; çok
düşkünüz biz!
Lâle
gibi ortada yalnız şarapla kadehi görme
yıkık gönlümüze vurduğumuz şu dağı da gör!
Hafız, şiirindeki bu renk, bu hayal ne dedin. Yanlış bir şey
görme, biz yine aynı kuluz ve sade bir levhten ibaretiz!
Mâ bigamân-ı mest dil ezdest dâdeim
Hem-râz-ı cışk-u hem-nefes-i câm-ı bâdeim
Hem-râz-ı cışk-u hem-nefes-i câm-ı bâdeim
Kaynak:
Hafız Divanı,
Trc: Abdulbâki Gölpınarlı , Devlet Kitapları, Millî Eğitim Basımevi — İstanbul
1985, sh:364-369
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar